Tacuddîn es-Subkî (ö.77l/l370)'nin ifadesine göre, namazı terk edenin kâfir olacağını savunan Ahmed İbn'u Hanbel (r.aleyh) ile, karşı görüştekilerden eş-Şafiî(r.aleyh) arasında şöyle bir diyalog geçmiştir:
-Ahmed, sen, "Namaz kılmayan kâfir olur", mu diyorsun?
-Evet.
-Eğer kâfir olursa ne ile tekrar müslüman olur?
-Lâ ilâhe illallah Muhammedu'r Rasulullah, diyerek.
-Adam bu sözü söylemeye zâten devam ediyor, onu bırakmış değil ki..
-Namaz kılarak müslüman olur
-Kâfirin namazı geçerli olmaz. Böyle bir namaz ile de o kimsenin müslüman olduğuna hükmedilemez.
Ahmed b. Hanbel bu noktada söyleyecek söz bulamaz.
(Tacuddin es-Subkî, Tabakâtu'ş-Şâfiiyyeti'l-Kubrâ, I, 220)
es-Subkî şöyle demektedir:
"Bu diyaloğu mezhebimiz (şafiî mezhebi) âlimlerinden el-Hasan b. Ammâr anlatmıştır. Bu zât, Fahr'ul İslam eş-Şâşî'nin öğrencilerinden olan Musul'lu bir adamdır."
(Tacuddin es-Subkî, Tabakâtu'ş-Şâfiiyyeti'l-Kubrâ, I, 220)
el-Cassas (ö.370/980) da, namazı terk etmenin küfür sebebi olduğu konusunda delil olarak gösterilen, "Haram aylar çıkınca muşrikleri bulduğunuz yerde öldürün. Onları yakalayın, hapsedin. Onları her gözetleme yerinde oturup bekleyin. Eğer tevbe eder, namazı kılar ve zekatı verirlerse, siz de onların yollarını boşaltın", (Tevbe 5) ayetini yukarıdaki bakış açısı ile değerlendirmekte ve şöyle demektedir:
"Mâlumdur ki, ayette geçen `Muşrikleri öldürün' emrinin ortadan kalkması için kaçınılmaz şart, şirkten tevbe etmektir. Allah'ın namaz kılmak ve zekat vermek konusundaki emrini kabul etseler de o sırada namaz vaktinde bulunmasalar, müslüman olacakları ve kanlarının haram olacağı konusunda ihtilâf yoktur. Buradan anlıyoruz ki öldürülmekten kurtulmalarının şartı Allah'ın emirlerini kabul edip, onların bağlayıcılığını itiraf etmektir, fiilen namaz kılmak değildir. Bu konuda ayette sözü geçen zekât da namaz gibidir. Çünkü, malın üzerinden bir yıl geçmedikçe, yalnızca müslüman olmakla zekât vermek gerekmez. Şu halde, öldürülmeleri emrinin ortadan kalkması için zekât vermelerinin şart olması da makbul değildir" (el-Cassas, Ebûbekir Ahmed b. Ali, Ahkâmu'l - Kur'an, IV, 270)
Görülüyor ki, Tevbe, 5 ayeti, namazı terk edenin kâfir olacağı konusunda delil olmaktan uzaktır.
Namazı terk edenin kâfir olacağını ifâde eden hadislere gelince, İslam ulemâsının çoğunluğu bunlarda söz konusu edilen kufru, "kufrân-ı nîmet" (nîmetin görmezlikten gelinmesi) (İbnu Ruşd, el-Mukaddemât, I, 65) ; "Namazı, farz olduğunu inkâr ederek terk etmek" (el-Cassas, Ebûbekir Ahmed b. Ali, Ahkâmu'l - Kur'an, IV, 270) şeklinde yorumlamakta ya da; tehdit ve sakındırma amacına yönelik olduklarını, "namazı ihmal etmek, kişiyi kufre götürecek davranışlara sürükleyebilir" anlamını taşıdıklarını söylemektedirler. (es-Suyûtî, Celâluddîn, Şerhu Suneni'n-Nesâî, (en-Nesâî'nin es-Sunen'i ile bir arada) I, 232; Ahmed Abdurrrahman el-Bennâ, Bulûğu'l-Emânî Şerhu'l Fethu'r Rabbânî, II, 80)
Belirtmek gerekir ki "Onlarla bizim aramızdaki ahid namazdır. Kim onu terk ederse kafir olmuştur," hadisinin zahirî anlamını esas kabul etmek mümkün değildir. Zira hadisin başındaki "onlar" kelimesi ile munafıklar kast edilmektedir. Buna göre hadisin anlamı `İslami hükümlerin onlara uygulanması konusunda temel kriter, namaza gelmeleri ve zahiri hükümlere boyun eğmeleri konusunda müslümanlara benzetilmeleridir. Namazı terk ettikleri zaman bu nitelikleri yok olacağı için diğer kafirler gibi olurlar' demek olur.(Ahmed Abdurrahman el-Bennâ, Bulûğu'l-Emânî Şerhu'l Fethu'r Rabbânî, II, 80; et-Tîbî, Huseyin b. Muhammed b. Abdullah, Mişkâtu'l-Mesâbîh- el-Kâşif an Hakâiki's-Sunen, II, 155)
Kısaca hadisin konusu mu'minler değil, munafıklardır. Zaten kafir olan munafıklar için kufre girmek değil, olsa olsa küfürlerinin açığa çıkması söz konusudur. Şu halde bu hadis, namazı terk edenin kâfir olacağı ve öldürüleceği konusunda delil olmaz:
Diğer hadislerin ise yukarıda belirttiğimiz biçimlerde yorumlanmasını zorunlu kılan gerekçelere sahib bulunmaktayız.
Her şeyden önce Kur'an, "Şubhesiz Allah kendisine şirk koşulmasını affetmez. Dilediği kimselerin, bunun dışında kalan günahlarını affeder" (Nisâ 116) prensibini getirmektedir. Hz. Peygamber;
"Allah beş vakit namazı kullara farz kılmıştır. Kim bunları, haklarını hafife almadan tam olarak yerine getirirse, kendisini cennete sokacağına dair Allah'tan söz almış olur. Her kim de bu namazları yerine getirmezse, Allah'ın ona verilmiş bir sözü yoktur. Dilerse ona azap eder, dilerse affeder" (Ebû Davud, es-Sunen, Salât, 9; İbnu Mâce, es-Sunen, İkâmetu's-Salât, 194) buyurmuştur.
Eğer namaz kılmayan kafir olsaydı, affedilmesi ihtimali söz konusu olmazdı.
Aynı paraleldeki başka bir hadis de şudur:
"Kulların kıyamet günü ilk hesaba çekilecekleri amel namazdır. Rabbimiz, meleklere şöyle buyuracaktır: `Kulumun namazlarına bakın, onları tam mı kılmış, eksik mi bırakmış?'
Eğer namazları tam ise, tam olarak yazılır. Eğer eksiği varsa Allah tealâ şöyle buyuracak: `Bakın kulumun nafile namazı var mı?'
Eğer nafile namazı varsa Allah: `Kulumun farz namazlarını, nafile namazlarıyla tamamlayın'
buyuracak, sonra diğer farz ibadetleri de aynı işleme tâbi tutulacaktır."
(Ebû Dâvûd, es-Sunen, Salât, 149)
Tıpkı yukarıdaki gibi bu hadis de, namazı terk edenin kafir olmadığını göstermektedir. Zira, aksi taktirde namazı terk eden, eksiklerinin tamamlanması yerine, küfrü sebebi ile doğrudan cehenneme atılırdı.
Olayın bir de pratik yönü vardır. İslam tarihi boyunca hiç kimsenin, namaz kılmadığı için Ahmed b. Hanbel'in belirttiği süreçten geçirilip öldürüldüğü ve ceza işlemlerinde gayrimüslim statusune tabi tutulduğu bilinmemektedir.
Ahmed b. Hanbel ile eş-Şâfiî ve Malik b. Enes, namazı kasten terk edenin itikadi durumu hakkında farklı görüşlere sahib iseler de, böyle bir kimseye ölüm cezası uygulanacağı görüşünde birleşmektedirler. Ancak Ahmed b. Hanbel'e göre cezanın gerekçesi irtidat/dinden dönme iken, eş-Şâfiî ve Malik b. Enes'e göre gerekçe namazı kasten terk etme suçudur. Şu halde eş-Şâfiî'ye göre namazı terk etmekle irtidat hariç ölümü gerektiren bir suç arasında fark yoktur. Dolayısıyla namazı terk ettiği için öldürülen bir insan, İslamî hükümler gereğince yıkanır, kefenlenir, cenaze namazı kılınır, müslüman mezarlığına gömülür ve varisleri ile arasında miras hükümleri uygulanır.
eş-Şâfiî, namazı kasten terk eden kimseye uygulanacak prosedürü şöyle ifâde etmektedir:
"Müslüman olanlardan farz namazı terk eden kimseye "niçin namaz kılmıyorsun?" diye sorulur. Eğer sebeb olarak unutmaktan söz ederse, `Hatırladığın zaman kıl' deriz. Eğer hastalıktan söz ederse, `İster ayakta, ister oturarak, ister yan yatarak, ister imâ ile; gücün nasıl yeterse öyle kıl' deriz. Eğer, `Namaz kılmaya gücüm yetiyor, gerektiği gibi de kılabiliyorum (ama yine de kılmayacağım)' derse ona; `Namaz, senin yerine başkasının yapamaycağı bir görevdir. Ancak senin eyleminle yerine gelir. Bu sebeple, kılarsan ne âlâ, kılmazsan tevbe etmeni isteriz. Tevbe etmezsen seni öldürürüz' deriz."
(eş-Şâfiî, el-Umm, II, 225)
Mâlik b. Enes de, "Kim Allah'a inanır, peygamberleri tasdik eder ve namaz kılmazsa öldürülür," (el-Kurtubî, Muhammed b. Ahmed, el-Câmi'li Ahkâm'il-Kur'ân, VIII, 48) ifadesiyle, eş-Şâfiî ile aynı görüşe sahib olduğunu ortaya koymaktadır.
Ahmed b. Hanbel, namaz kılmamakta direnen kimseyi öldürmeden önce üç gün hapsetmeyi vâcib görürken, eş-Şâfiî bunun iyi bir şey olduğunu, ama şart olmadığını söylemektedir.
(eş-Şâfiî, el-Umm, II, 226)