Nisa 115 Rehberliğinde Dünya ve Ahiret Saadetinin Sırrı
Rahman ve Rahim Olan Allah’ın Adıyla
“Kim, kendisine hidayet (doğru yol) besbelli olduktan sonra peygambere karşı çıkar, mü’minlerin yolundan başkasına uyarsa, onu yöneldiği yolda bırakırız ve cehenneme sokarız. Orası ne kötü bir varış yeridir.”
Nisa: 115
Es selamu aleykum,
Önceki hafta, hatırlayanlar olacaktır: “Psikoloji İlminin Tebliğdeki Rolü” adlı bir konu açmıştım. Konu ilk mesajdan itibaren "algı"ya dayalıydı ve ikinci mesajdan itibaren ise kalbin akletmesi konusuna geçmişti. Ve ben “tüm” fark ettiklerimi burada ilk fark eden olduğumu sandığım için; “her şeyi” teeeek tek, adım adım anlatmıştım ) Bir kısmının bilimsel araştırmalarla ortaya konduğunu daha yeni öğrenmiştim, yani internette arandığında bulunabilecek şeyler. Ve ama forumda yok sanıyordum; oysa, her ne kadar öncesinde aramış ve bulamamış olsam da burada da varmış:
Makale - Anlayıp İdrak Eden Kalb mi, Yoksa Akıl mı?
Anlayıp İdrak Eden Kalb mi, Yoksa Akıl mı? Akl, kişiyi diğer canlılardan ayıran ve onu sorumlu kılan temyiz gücü, düşünme ve anlama melekesidir. Âkıl ; ne yaptığını bilen, iyi ile kötüyü birbirinden ayırt edecek temyiz kâbiliyetine sâhib olabilme meziyetidir. Akıl, “varlığın...
islam-tr.org
Allah ecrini versin @Abdulmuizz Fida abimizin )
Hem bu konunun zaten forumda var olması (konunun sonunda verilen linklerle birlikte), hem de “kalbin akletmesi” konusuyla ilgili “devamen” söylemek istediklerimin “tebliğ konusunu aşması” sebebi ile o konunun silinmesine ve en baştan daha kapsamlı bir konu hazırlamaya karar verdim. Ve bu konu, silinen o konuyu da (yani tebliğde usul konusunu da) kapsayacaktır inşaAllah. Kısaca şimdi benim, sadece “kalan” farkındalıklarımı anlatmam yeterli gelecektir. Öyle ki, söylediklerimin doğruluğu için bir ispat çalışmasına gerek kalmadı elhamdülillah, sadece “bu bilgilerin üzerine” söyleceklerimin işleyiş mantığını düşünmeniz kâfi gelecektir.
Evet, Allah’ın izniyle başlayalım. Ama evvela tüm bunları anladığımdan beri, önce kendim tabi; ardınca ilk anlattığım annem ve kızım; ve ardınca evime gelen bir misafirim; kısaca bilenler olarak hepimizin ciddi fayda gördüğünü söylemek istiyorum. Ve elhamdülillah diyorum... Bu yüzden konu ne kadar uzarsa uzasın, erinmeden, gerekirse parça parça, günden güne yayarak okumanızı ve anlamaya çalışmanızı şiddetle** tavsiye ederim. **Hayır hayır, şiddete karşıyız; o şiddet değil )
Daha fazla uzatmadan:
Girişte yer alan ayeti tekrar ele alarak, önce konuyla bağlantısını fark etmeye çalışalım:
“Kim, kendisine hidayet (doğru yol) besbelli olduktan sonra peygambere karşı çıkar, mü’minlerin yolundan başkasına uyarsa, onu yöneldiği yolda bırakırız ve cehenneme sokarız. Orası ne kötü bir varış yeridir.”
Nisa: 115
Bu ayetle ilgili olarak “önceki silinen konumdan, psikolojideki algıyı açıkladığım” bölümü “gayet anlaşılır gördüğüm için” aynen aktarıyorum:
“…Burada evvela "algı" denilen kavramı ele almak istiyorum. Bir insanın bir şeyi görüyor olması başka, zihnin o görüntüleri işleme alarak anlaması/değerlendirmesi başka bir şey. (Duymada da aynı) Bu konuyla ilgili ikinci kavram "algıda seçicilik" Psikoloji bunu "insanın görmek istediği şeyi görmesi, görmek istemediği şeyi görmemesi" olarak tanımlıyor.
Burada en önemli ayrıntı nedir?
"İstemek"...
Algı, kişinin “isteğine bağlı gelişen bir durum” yani...
İslam'da da insanın kendi seçimleri neticesinde gözlerinin, kulaklarının perdelendiği anlatılır. Bakar ama görmez, duyar ama işitmez bir hal. Ve bu durumu açıklayacak olursak: "onu yöneldiği yolda bırakırız" ayeti bize rehber olur. Yöneldiği, yani seçimi sonrası gelişen bir "istediğini görme; istemediğini görmeme" durumu var yani. Algı denilen şeyle aynı değil mi bu?
İlgili ayet, tekrar:
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla
"Kim, kendisine hidayet (doğru yol) besbelli olduktan sonra peygambere karşı çıkar, mü’minlerin yolundan başkasına uyarsa, onu yöneldiği yolda bırakırız ve cehenneme sokarız. Orası ne kötü bir varış yeridir."
Nisa 115
"Anlatıyorum anlatıyorum anlamıyor"
Anlamaz...
Çünkü o vakti zamanında bir seçim yapmış ve o seçime göre algısı bozulmuş birisidir.
Kötü haber önce gelsin:
Bu kişi bir süre, bu seçimi sebebi ile, hak ettiği cezayla (seçtiği yolda kalmakla) baş başa kalacaktır.
İyi haber gelsin:
Bu kişi bir süre, bu seçimi sebebi ile, hak ettiği cezayla (seçtiği yolda kalmakla) baş başa kalacaktır.
Ne? İyi ve Kötü haber aynı mı?
Evet aynı.
Kilit nokta ise: bu durumun geçici olması.
Evet, geçici ve bu Rabbimizin onlara merhameti. Tekrar bir seçimle baş başa kalmaları için, onlara bir fırsat daha tanıyacak olmasından ötürü.
Ve bizler için ise: onların bu geçici durumu sebebi ile sınav ortamının oluşturulması.
Öyle ya, birilerinin algısı bozuk olmasa, biz kime tebliğ yapacaktık?
Bu bilgi neden önemli?
Şunu fark etmek için:
Karşımızda, yanlış bir seçim sonrası zihni melekeleri bloklanmış (yöneldiği yönde bırakılmış) birisi var. Ve bu kişi, bu hali ile ne söyleseniz anlamaz. Amaaa, siz ne söyleseniz yazılır. Amel defterinizi diyorum, evet, sınavdasınız.. Şu ayeti hatırlayın:
"And olsun ki mallarınız ve canlarınızla sınanacaksınız; hiç şüphesiz, sizden önce Kitap verilenlerden ve Allah'a eş koşanlardan çok üzücü sözler işiteceksiniz. Sabreder ve Allah'a karşı gelmekten sakınırsanız bilin ki, bu üzerinde sebat edilecek işlerdendir."
Al-i İmran 186
Evet, bu sınavı yaşamanız için, birilerinin müşrik falan olması gerekiyor.
Ve ama, Allah-u Teala, bizi sınav yapacak diye, birilerini cehenneme mi atacak? Hayır. Yukarıda hem iyi, hem kötü haber var dedim ya, kilit nokta neydi? Geçicilik... Dolayısı ile yaşadığı sürece hala onun için yeni seçim fırsatları önünde olmaya devam ediyor. Bu arada günahları ona yazılıyor ve hak ettiklerinin komplesinden sorumlu. Ama sonraki daveti olumlu karşılarsa, her şey bir tevbeye bakar. Fark etti iseniz sınav var, ama hala kaybeden hiç kimse yok.
Evet, insan hayat boyu birçok seçimle karşı karşıya kalır, yaşam boyu iniş ve çıkışlar sergileyebilir. Peki kim cehenneme gider? "Son seçimi" yanlış olan. Bu yüzden "son nefeste iman" denir durur, önemli olan sondur. Yaşadığı sürece hiç kimseden bu yüzden umut kesilmez ve hiç kimse bu yüzden küfürden yana emin değildir. Allah muhafaza eylesin cümlemizi...
Evet, algısı kapalı birisi, ne derseniz deyin anlamayacağına göre kendinizi yıpratmanın bir önemi var mı şimdi?
Yok...
Ama, ona nasıl tebliğ ettiğinizin; erdemli mi, saygılı mı, hikmetli mi... Bunun önemi var. Evvela sizin hanenize yazılıyor bunlar, bir... İkinci olarak ise, bugün algılarının kapalı olması, yarın öbür gün de kapalı olacağı anlamına gelmiyor. Gün gelir açılır, hani "dank etti" denilen şey olur. O gün, isminizin hayırla anılanlardan olmasını istiyorsanız "Yaa, bir adam vardı, bana bunları anlatmaya çalışmıştı; o kadar da hakaret ettim de bir kötü söz söylemedi. Allah ona cenneti yazsın" işte böyle; ona göre muamele edin olur mu? )
Ve, daha evvelce de söylediğim gibi, bilhassa başkalarının olduğu ortamlarda: Muhatabınız anlamaz ama seyirciler anlayabilir. Yani umduğunuz "hidayete vesile olma" karşınızdaki değil de, yanındaki üzerinden olur; gözünüz açık olsun, gafletten uzak durun lütfen. Güzel ahlak, sabır ve hikmet; bunlar tüm insanları çeken şeylerdir. Siz olmasanız da, hidayete nasibi olan hidayete erer bu arada. Sadece "hesabınıza yazılsın" istiyorsanız, bunlara dikkat etmelisiniz.”
Evet, önceki konumdan alıntı sona erdi. Buraya kadar neler anladık:
1. Ayette bahsedilen “ahirete dair, kişinin seçtiği yolda nasıl bırakıldığı”nı kısaca;
2. “Bırakılmış” bir kişiye mantıken “işe yarar bir tebliğin” zorluğu ve “nerede ise” imkansızlığı... Bununla birlikte tebliğde yumuşaklığın, sabrın ve hikmetin “şart” oluşunu;
3. “Bırakılmış” kişilerin Allah katındaki durumu; umudun son nefese kadar hiç bitmeyeceği; müslümanlar için dünya sınavındaki yeri ve sonuç olarak Allah’ın her yönüyle muhteşem bir sistem kurucusu olduğu, adaleti ve merhametini…
Tüm bunlar için, Rabbimizin sunduğu bu sistem için “elhamdülilah” diyorum ve her ne kadar bu kısım "asıl önemli yer" olsa da, çok uzatmadan başlıkta geçen “dünya saadeti” kısmına geçiyorum. Ve bunun için, "kalp ile beyin arasındaki iletişimi" daha derin anlatacağım inşaAllah. Bu vesile ile de: bir yandan bu ayetin ahiret dışında “dünya hayatı ile nasıl bir ilgisi" olduğunu görürken, bir yandan da üstte nispeten özet yazdığım ahiretle ilgili kısmı daha derin kavrayacaksınız inşaAllah. Elimden geldiğince küçük, konsantre ifadelerle anlatmaya çalışıyorum, ki fazla kelime kalabalığında boğulmasın konu. Ama yine de konunun önemine binaen yeri geldiğinde uzatmaktan da kaçınmıyorum. Lütfen siz de okumaktan kaçınmayın.
Evet, ayet nasıldı?
1. Önce kişiye tebliğ yapılır.
2. Ve kişi bunun üzerine kalbiyle bir seçim yapar (ayetleri işittik itaat ettik). Buraya kadar kalbin: “iman/inanma/seçim merkezi” olduğunu anladık mı? Bu çok güzel, bunu aklınızda tutun.
3. Ve kişi seçtiği yönde bırakılır. Evet, şimdi bize net olarak anlamamız gereken “nasıl bırakılıyoruz?” kısmına, yani “beyinin görevine” geçiyoruz:
Beyin kalpten bu emri alır. Kalp her neyi seçti ise, beyin bunu sorgulamaz. Aynen alır. Beyin sorgulayıcı değildir, sorgulayan kalptir. Seçen kalp... Yönelen kalp… İnanan kalp… Peki beyin… Beyin, ne işe yarar? Esasen beyin sadece “göz, kulak ve diğer duyu organları ile veri toplayan ve analiz sonuçlarını kalbe sunan” bir organdır. Google arama motoru, hesap makinesi, kamera, ses kaydı, kendine ait bellek merkezi, virüs tarama programı vs gibi özelliklerle… Bunların komplesi sadece bir araç, kullanmamız için bizim hizmetimize verilmiş bir araçtır beyin. Tıpkı kolumuz, bacağımız, ciğerimiz gibi kullanmakta olduğumuz bir organ ve “tıpkı bunların değerinde olan” bir organ. Evet, biz beyin denilen şeye çok değer verdik, kendimizle veya diğer insanlarla tüm iletişim çabamızı beyin üzerine kurduk. Ama esasen beyin tıpkı kişinin sahip olduğu kemik yapısı gibi, güzelliği gibi, kimisinde daha gelişmiş, kimisinde ise daha zayıf ve sadece işlevsel bir organ. Ve zaten, "herkeste farklı farklı oluşundan" yola çıkarak, biz beyinin iman ile ilgili olmayışını derhal anlayabilirdik. Ve ama derin düşünse idik... Allah’ın adaleti ile örtüşmediğini anlayabilse idik…
Evet, eğer akleden beyin olsa idi, herkeste farklı farklı olan; kimi afedersiniz aptal, kimisi ise dahi olan kişilerin her birine “aynı cennet imkanının sunulduğunu” nasıl bir adalet sistemi ile açıklayabilirdik? Beyin, seçimlerimizden sorumlu değil, olay bu… Seçimlerimizden sorumlu olan kalp… Beyin, sadece kalpten gelen isteklere göre yön alan; kalbin isteklerini gerçekleştirmekle, kişiyi seçtiği yolda yürütmekle, kalbin isteğine göre algıyı açıp kapamakla görevli bir organ. (perdelenen gözler, perdelenen kulaklar, perdeli kalp=algısı kapatılmış göz, algısı kapatılmış kulak, kısaca görmemeyi seçmiş olan kalp ve kalbin istediğini olduğu gibi yerine getiren beyin) Tıpkı ellerimizin bir şeyi tutmak için hizmetimize verilmiş olması gibi, aynı mantıkla ve aynı değerde. Sadece beyin daha kaliteli, yani zeki olduğunda (zeka akıldan farklı bir şey; veri işleme ve kaydetme kapasitesi diyelim buna) ellerin varlığına kıyasla daha büyük bir nimet, o kadar…
Evet, Allah-u Teala seçimleri kalbimizle yapmamızı murad etmiş. Ve beyini ise kalbin emrine vermiş. Sanki şöyle der gibi: ‘Kulum, her neye inanıyor ise, onun inandığı şeyde sabit kalmasını ve o yönde ilerlemesini sağla’ Ta ki… Ta ki, ne zamana kadar? Yukarıda kısaca değindiğim gibi: Merhameti gereği, Allah bize yeni bir seçim fırsatı sunana kadar…
Olayın din ile ilgili kısmını bu şekilde tümden ele almış olduk. Devamen: Dünya ile ilgili kısmı ise:
Dini konular haricinde, “kendimizle ilgili olarak” da beyin-kalp ilişkisi aynı mantıkla çalışıyor. Aynı mantık... Tastamam aynı mantık... Evet, kalp neydi? İnanma merkezi, seçim merkezi. Beyin ne işe yarıyordu? Kalbin seçimlerine göre yön almaya… Algı… Algı… Algı… Burada da devrede.
Örnekle anlatacağım ki, daha kolay anlaşılsın:
Kişi, belki çocuklukta gördüğü hakaretler (bu çok yaygındır; aşırı çok ve günümüzde nerede ise görülmemesi imkansız hale gelmiş) veya hayat yolculuğunda başına gelen kimi sınavlar neticesinde, herhangi bir şekilde kendisini “aptal, işe yaramaz, başarısız, unutkan” vb şekilde tanımlar. Çocuklar bilhassa büyüklerine sorgulamadan inanır. (bu açıdan çocuklara her zaman olumlu sözler sarf etmeye dikkat edin.) Az evvel “inanır” mı dedim ben??? Kalp merkezi devrede? Evet, çocuklarda kalp yok mu sandınız… Evet, amel defteri açılmış değil ve dolayısı ile seçimlerinden sorumlu değil. Ve ama kalp çalışmakta, yanlış da olsa "seçim" yapmakta. Ve şeytan onlara da gelmekte, bu tecrübesizlik artı şeytan vesveseleri sonucunda çocuklara ne oluyor dersiniz? Evet, çok yanlış şeylere "inanıyorlar." Sırf birileri söylediği için… Hiç incelemeden… Düşünmeden… Sorgulamadan… Çok güzel bir kızın çirkin olduğunu düşünüp içine kapanması gibi durumlar. Birileri ona çirkin demiş ve o sahip olduğu güzelliği fark edemeyecek durumda olduğu için, ona sorgulamadan inanmış. Ve benzeri şeyler…
Konu çocuk gelişimi değil kardeşler, atlamadan okuyun lütfen. Konu sizsiniz aslında, yetişkinler… Konu bizle ilgili (ve tabi yarının yetişkinlerine karşı daha dikkatli davranmanız için de) Hepimiz bu çocukluktan geçtik. Hepimize birileri kıskançlıktan veya başka kötülüklerden kaynaklı kötü sözler fısıldadı ve bizler bir kısmına inandık. Evet, inandık… (İnanmak mı dedim yine ben? Evet…) Peki çocukken sorguladık mı? Hayır, çocuktuk. Peki inanmaya devam ettik mi? Evet… Evet.. Evet… Büyüdükten sonra "dönüp de sorgulamadığımız her şey için" evet. “Çocukluk travması” diye açıklanan şey bu. Bizlerin, henüz sorgulama yetimiz yokken verdiğimiz "kendimiz veya dünya ile ilgili" yanlış kararlar, yanlış seçimler, yanlış inançlar... Ve çocuk da olsa, beyin kalbin inandıklarını gerçekleştirmek için çalışır. Yetişkin olur ama hala kendini aptal sanır veya çirkin sanır, başarısız olduğunu ve asla başaramayacağını sanır vs... Ne zamana kadar? Ta ki kişi dönüp, "kendisi ile ilgili inandıklarını sorgulayana" kadar; yani "Allah’ın kişiye yeni bir seçim fırsatı sunmasına kadar" dediğimiz yer...
Bu arada hiçbirimizde, bu denli çocukluktan kalma travma vs olmazdı. Eğer hocalarımız hoca gibi hoca, ailelerimiz ebeveyn gibi ebeveyn, komşularımız insan gibi insan olsaydı. Kısaca şu toplum, İslam'ı yaşasaydı, bu halde olmazdık. Psikologlar kaç yılın mesleği? Ne zamandan beri onlara bu kadar ihtiyaç duyulur oldu? Ve bir psikoloğa gittiğinizde, size binlerce lira karşılığında çocukluk travmalarına karşı nasıl bir çözüm sunduğunu düşünüyorsunuz? Sizi, taa geçmişinize kadar götürüp, önemli bir olaya dair "kendi içinizde söyleyip durduğunuz, kendiniz için inandığınız o inanca" varmanız için sorular soruyorlar. Onlar sihirbaz falan değil, sizden daha fazla bir bilgiye de sahip değiller. Sadece, inandıkları her şeyi sorgulaması gereken insanın "sorgulamayı unutması" yüzünden, bizlerin kendi kendimize sormamız gerekenleri bizim yerimize bize soruyorlar. Kendimize düşen nefs sorgulamamızı, üzerine binlerce lira vererek başkasına yaptırıyoruz yani. Allah’tan ve kitabından kopuşun cezası sadece bu olsa bile yeterdi doğrusu...
Ve, “neden, ne hissettin, sence bu doğru mu?” gibi sorularla teşhis edilen, ve hayatımızı mahveden "sorunlu kök inancın” ardından, reçete olarak: düşündüğümüz şeyin tersi, yani olumlu düşünme görevi verilip yollanıyor. Kendinize ve dünyadaki sorunlara bakışınıza dair yeni bir “inanç” geliştirmeniz için… Yeni bir inanç… Yeni bir inanma… Yeni bir seçim… Yeni bir yönelim… Bunun ardından sizi zamana bırakıyorlar, çalış diyorlar, pes etme diyorlar. Çünkü Allah’ın sistemine de baktığımızda, ki onlar da biliyor: gerisini beyin halledecek… Evet, kalbin isteği ardınca, beyin “isteğe göre” şekillenecek. Sadece biraz zaman ve sabır, azimle devam ve sonuç: başarı…
Ve işin en kötü kısmı ne biliyor musunuz? Bu sistemi kafirler çözmüş durumda. “Olumlama”; muhakkak duymuşsunuzdur. Kişisel Gelişim videolarında hep bunun üzerinde durulur, “Kendine olumsuz şey söyleme, beyin bunun doğru mu yanlış mı olduğuna bakmaz; komut/emir olarak aynen alır. Bu yüzden hep olumlu sözler söyle kendine…” Evet, beyin sorgulamaz. Sadece seçimlerimizi bizler için gerçek kılar (veya gerçek kılması mümkün değil ise: "gerçekmiş gibi hissetmemiz ve seçimimizde rahat etmemiz için" algımıza yön verir.) Ve kişi, kafir de olsa sistem aynı şekilde işler. Peki, Allah kafire de istediğini veriyor, müslümana da isteğini veriyorsa, onlarla arada ne farkımız kalıyor?
Rahman ve Rahim Olan Allahın Adıyla
Bakara Suresi, 200. ayet: …İnsanlardan öylesi vardır ki: "Rabbimiz, bize dünyada ver" der; onun ahirette nasibi yoktur.
Bakara Suresi, 201. ayet: Onlardan öylesi de vardır ki: "Rabbimiz, bize dünyada da iyilik ver, ahirette de iyilik (ver) ve bizi ateşin azabından koru" der.
Al-i İmran Suresi, 145. ayet: …Kim dünyanın yararını (sevabını) isterse ona ondan veririz, kim ahiret sevabını isterse ona da ondan veririz. Biz şükredenleri pek yakında ödüllendireceğiz.
Hud Suresi, 15. ayet: Kim dünya hayatını ve onun çekiciliğini isterse, onlara yapıp ettiklerini onda tastamam öderiz ve onlar bunda hiçbir eksikliğe uğratılmazlar.
Başka da vardır belki… Anlıyor musunuz? "Kalp ile beyin arasındaki ilişkiyi; istemenin gücünü" kafir bile çözse, bunu kullanarak dünyada istediğini alır. Ve ama sadece Allah’a iman edenlerin ahiretten nasibi vardır...
Son olarak, son olarak, son olarak: Bunları anlamak için, bunları benim dile getirmeme gerek var mıydı? Veya bilimsel araştırmalarla açıklanmasına? Psikologlara? Hayır…
Çünkü, Allah bu sistemin işleyişini bize anlatmasa da, Kur’an ve Hadisler ile bu sistemden faydalanmamızı hep sağlamıştı. Allah’a yönelin, O’ndan isteyin… "İsteyin…" İstemek, dua etmek... Evet, dua… İnançla dua edin, olacağına kesin imanla dua edin, vazgeçmeyerek dua edin ve isteyin isteyin isteyin… Beyin gücü ile neler elde edilebiliyorsa, hepsi size sonunda verilecek inşaAllah. Ve hatta daha fazlası da ekstradan dua ile verilebileceklere dahil ama "beyin ile gerçekleşebilecek olanlar"; misal: kendini değerli hissetme, sabah erken uyanma isteği, unutkanlıktan kurtulma, çeşitli kronik hastalıklar (onların da temelinde olumsuz inanç yer alabiliyor) vs: en en en umut taşınması gerekenler. Ancak yaşanmış bir olayı geri alma vb imkansız şeyler elbette istisnadır. "Mantık" bu konudaki temel çizgimiz. “Olmayacak duaya amin denmez” sözü bunun için var. Ve ama bununla birlikte, gerçekten "bir çok olmaz denilen şeyi oldurabilecek olan Rabbimizi" de bilmekteyiz. Elhamdülillah diyerek yazımı sonlandırıyorum; bu kadar derin bir konu, bu kadar kısa olabiliyor ama cidden kısaltmaya çalıştım, hakkınızı helal edin. Hatalarım muhakkak olabilir; gerek imla, gerek anlatım kalitesi veya bir konuyu eksik/hatalı ifade etme vs… Yorum olarak düzeltirseniz/eklerseniz müteşekkir olurum.
Es selamu aleykum kardeşlerim.