Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Okula Göndermenin Hükmü

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
G Çevrimdışı

gaffari

Üyeliği İptal Edildi
Banned
Kur’an ve Sünnet’ten delillerle

Okula Çocuk Göndermenin Hükmü

























Önsöz
Müslümanların imanın temel şartı olan, şirki red, tevhidi kabul noktasında dikkatli olmaları, temkinli davranmaları, hayatlarını buna göre idame ettirmeleri gerekmektedir. İslam’ın reddettiği bir meselede müslümanlar onun teviline kaçmadan, nefsine göre bir fetva bulmaya çalışmadan, sadece Kuran’ın emrettiğine teslim olmak zorundadırlar.
“Allah’ım! Bizim ile sana karşı isyanların arasında engel olacak derecede haşyetinden, cennetine ulaştıracak derecede taatinden ve dünya musibetlerini kolaylaştıracağın derecede imandan taksim et. Yaşattığın müddetçe bizleri kulaklarımızdan, gözlerimizden ve kuvvetimizden yararlandır ve bunu varisimiz kıl. Bize düşmanlık edenlere karşı bizlere zafer ver. Musibetimizi dinimizde kılma. Dünyayı en büyük kaygımız ve ilmimizin ulaşabildiği yer kılma! Bizi esirgemeyenleri üzerimize musallat etme.” (Amin)
Giriş
Bismillahirrahmanirrahim
Allah’a hamd eder, yalnız O’na boyun eğer, yalnız O’ndan yardım dilerim. Allah’tan alınmayan bütün ölçüleri reddeder, yalnızca Kuran’dan kaynaklanan mikyasları kabul ederim. Tağuti sistemlerden ve kuruluşlarından teberri eder, onları kendime düşman bilirim. Tağutların, Karunların, Hamanların, Belamların, Samirilerin, mülhidlerin, vahdet-i vücutçuların, hululcülerin ve bunlara ses çıkarmayan dilsiz şeytanların şerrinden, aldatmacalarından yalnızca Allah’a sığınırım.
Bu risaleyi İslam’ın tavizsiz neferlerine, Allah (sb)’ya baş eğmek için küfre başkaldıran yiğit kardeşlerime, Kuran’ın hamisi olmak için sahte dinlere “hayır!’’ diyen muvahhidlere ve Allah (sb)’nın nizamını hakim kılmayı gaye edinerek ödünsüz çalışan gariplere ithaf ederim.
Yanlışlar bizden doğrular Allah (sb)’dandır.
İslam’da ve Kemalizm’de Çocuk Eğitimi
“Yaratan Rabbinin adıyla oku. O, insanı alaktan yarattı. Oku, Rabbin en büyük kerem sahibidir. O kalemi öğretti, insana bilmediğini öğretti.” (91 Alak/1-5)
Allah (sb) insanoğluna ilk emrini vermiş, kendisini tanıyarak, birleyerek okumalarını, ilimle meşgul olup hakikatleri bulmalarını istemiştir. Zira cehaletin pisliğinden aydınlığın zirvesine ancak okumakla çıkılabilir. Okuyan insan bilgili olur, bilgili insanlar da ancak Allah (sb)’dan layıkıyla korkarlar. Allah (sb) Kuran’ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır:
“Kulları içinden ancak, bilgili olanlar Allah'tan gereğince korkarlar.” (35 Fatır/28)
“Yoksa o, gece saatlerinde secde ederek, ayakta durarak ibadet eden, ahiretten korkan ve Rabbinin rahmetini uman gibi midir? De ki: Bilenlerle bilmeyenler bir olur mu hiç? Ancak akıl sahipleri öğüt alır.” (39 Zümer/9)
Gerçeğe dayalı bilgi, insanoğlunu Allah (sb)’ya kulluğa davet eder. Hakikatlere ancak Allah (sb)’yı tanımak ve birlemekle ulaşılır. Zanna dayalı bir ilimle hakikatler bulunmaz. İçerisinde hurafe ve İsrailiyat bulunan bir bilgi, doğruları temsil edemez. Temelinde şirkin hakim olduğu bir ilim dalı insanı karanlıklara götürür. Diktatör ve egemen güçler gerçek ilmin değil kuruntu ve tahminlerin savunucuları olmuşlardır. Çünkü tahakkümleri altındaki insanları hakikatten ne kadar yoksun bırakırlarsa o insanlar üzerindeki egemenlikleri o derece artacaktır. İşte bundan dolayı İslam, Allah (sb)’yı tanıyarak, O’nun emirlerini ölçü edinerek okumayı ve gerçekleri bulmayı Müslümanlara emretmiştir.
Çocuklarımıza Allah (sb)’yı tanıtmak ve onları Allah’ın emirleri doğrultusunda okutmak ve üzerimize farz olan bir ameliyedir. Bununla birlikte çocuklarımızı şirkten ve tağuti rejimlerin eğitim sistemlerinden kurtarmak da görevimizdir. Onları şirkten korumak görevimiz olmakla birlikte aynı zamanda geleceğimizi de teminat altına almaktır.
Allah (sb) Kuran’ı Kerim’de bu konu üzerinde hassasiyetle durmuş, İslam’ın hamileri olacak çocuklarımızı iyi bir nesil olacak şekilde yetiştirmemizi bizlere emretmiştir.
“Ey Rabbimiz, bizi sana teslim olanlardan kıl! Neslimizden sana boyun eğen bir ümmet çıkar” (2 Bakara/128)
“Ey Rabbimiz! Bana, tarafından temiz ve hayırlı bir nesil bağışla! Şüphesiz sen duayı hakkıyla işitensin.” (3 Ali İmran/38)
“Hatırla ki İbrahim şöyle demişti: Rabbim! Bu Mekke şehrini emniyetli kıl, beni ve oğullarımı putlara tapmaktan uzak tut!” (14 İbrahim/35)
‘’Ey Rabbim, beni ve neslimden gelecekleri gereği gibi namaz kılanlardan eyle! Ey Rabbimiz, duamızı kabul buyur. Amellerin hesap edileceği kıyamet günü beni, ana-babamı ve müminleri bağışla.’’ (14 İbrahim/40,41)
“Ey Rabbimiz! Bize gözümüzü aydınlatacak eşler ve nesiller ver! Bizi takva sahiplerine önder kıl.’’ (25 Furkan/74)
‘’Ey Rabbim! Beni, bana ve ana-babama verdiğin nimete şükretmeye ve razı olacağın iyi işler yapmaya muvaffak kıl! Neslim hakkında da bana hayır ihsan buyur. Ben sana döndüm ve elbette ben Müslümanlardanım.’’(46 Ahkaf/15)
Bütün bu ayeti kerimelere göre iyi bir nesil yetiştirebilmek için çocuklarımızı küçük yaşta İslam’a göre eğitmeli, körpecik beyinlerine şirk ve küfür bulaştırmadan Allah’ın tertemiz dinini yerleştirmeliyiz. Bunu ilk önce çocuğun ailesi gerçekleştirmeli, çocuklarını Kuran’a göre yetiştirmelidirler. Çocuk, ebeveyninin yanında Allah (sb)’nın bir emanetidir.
Öyleyse Cebbar ve Kahhar olan Rabbimizin emanetine karşı dikkatli olalım ki göklerin yarılacağı günde Rabbimizin huzurunda emanete hıyanet edenlerin en kötüleri olan, Allah’ın emanetine hıyanet eden kimselerin içerisinde bulunmayalım. Çocukların tertemiz kalbi, işlenmemiş taze bir cevherdir. Ona doğru şeyler öğretilir ve iyi alışkanlıklar kazandırılırsa bu duygu içerisinde gelişir. Ona kötü alışkanlıklar kazandırılırsa, Allah’a asi olmasına sebep olunursa bunun vebali de anne-babasınadır.
Nitekim Rasulullah (s) şöyle buyurmuştur:
“Her çocuk İslam fıtratı üzere doğar ancak ana-babası onu Yahudi, Mecusi veya Hıristiyan yapar.”
Bu hadisle ilgili Şeyhulislam İbni Teymiyye (rh) şöyle demiştir:
“Ademoğlunun İslam fıtratı üzerine yaratılması demek; doğduğu andan itibaren gerçekten İslam’a inanan kişiler olarak yaratılması demek değildir. Çünkü Allah (sb), annemizin karnından hiç bir şey bilmez halde doğduğumuzu bildirmiştir. Burada İslam fıtratıyla kastedilen; kalbin şirk ve küfürden uzak olması, hakkı kabul etmeye ve İslam’ı istemeye meyilli yaratılması demektir. Öyle ki, eğer onu değiştiren hiç bir etken olmasaydı mutlaka Müslüman olurdu. İşte! Bu pratik ilmi kuvvetin, onu engelleyen bir şey olmadıkça insanı İslam’a sevk etmesi gerekir. Bu da Allah (sb)’nın fıtratıdır ki, insanları bu fıtrat üzerine yaratmıştır.”
İbni Teymiyye’nin sözlerine dikkat ettiyseniz o, “Eğer onu değiştiren hiç bir etken olmasaydı mutlaka Müslüman olurdu” diyor. Allah (sb) çocukları salim ve İslam’a meyilli bir fıtrat üzere yarattı. Öyleyse neden çocuklarımızın fıtratları bozulsun da Kemalist putperest olsunlar ve bundan dolayı Allah’ın müşrik ve kafirler için hazırladığı ebedi ateşe girsinler? Sizler dünya hayatında çocuklarınızın anlık küçücük bir sıkıntı çekmesini istemezken, neden onları ebedi kalacakları ateşe itiyorsunuz? Bir babanın çocuğuna yapabileceği bundan daha büyük kötülük ve zülüm var mıdır?
Rasulullah (s)’in çocukların eğitim sorumluluğunu tümüyle ana-babaya yüklediğini görüyoruz. İbni Ömer (rhuma)’dan rivayet edildiğine göre Rasulullah (s) şöyle buyurmuştur:
“Her biriniz çobansınız ve herkes sürüsünden sorumludur. Devlet adamı bir çobandır ve yönetimi altındakilerden sorumludur. Erkek aile fertlerinin çobanıdır ve onlardan mesuldür. Kadın, kocasının evinde çobandır ve çocuklarından mesuldür. İşçi, efendisinin malının çobanıdır ve ondan mesuldür. Hasılı, her biriniz birer çobansınız ve sürünüzden mes’ulsunuz.”
Rasulullah (s) çocuğun eğitimi konusunda temel bir kaide koymuştur. Bu kaide; çocuk ana-babasının dini üzere yetişeceğidir. Ana-baba çocuk üzerinde etkilidir ve çocuktan sorumludur. Ebu Hureyre (r)’dan rivayet edildiğine göre Rasulullah (s) şöyle buyurmuştur:
“Dünyaya gelen her çocuk ancak İslam fıtratı üzerine doğar. Daha sonra ana-babası onu Yahudi, Hıristiyan ve Mecusi yaparlar. Nitekim hayvan yavrusu da organları tam olarak doğar. Hiç o yavrunun burnunda, kulağında eksik kesik bir yer görüyor musunuz?” Sonra Ebu Hureyre (r) şu ayeti okumuştur: “Allah’ın insanları yaratmış olduğu fıtrata dön! Allah’ın yaratması değiştirilmez. İşte dosdoğru din budur.” (30 Rum/30)
Allah (sb) ana babaya çocuklarını eğitmelerini emretmiş, onları buna teşvik etmiş ve şu ayetiyle onlara sorumluluk yüklemiştir:
“Ey iman edenler! Kendinizi ve aile fertlerinizi yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun! O ateşin başında iri gövdeli, sert yapılı, Allah'ın kendilerine emrettiklerine isyan etmeyen ve emr olunduklarını yapan melekler vardır.” (66 Tahrim/6)
Bu ayetin tefsirinde Seyyid Kutub (rh) şöyle demiştir:
“Müminin gerek kendine gerekse ailesine karşı mükellefiyetleri çok ağırdır. Önünde bir ateş uçurumu vardır. Hem kendisi hem çocukları ona maruz kalabilirler. İşte mümin kendisini bekleyen bu ateş çukuruna düşmemek için çalışacaktır. Onu ateş beklemektedir. Onu, alev alev yanan korkunç bir ateş beklemektedir. Yakıtı insanlar ve taşlar olan bir ateş… Bu ateşte insan ve taş aynı şekilde yanmaktadır.”
Ali b. Ebi Talib (r) bu ayet hakkında şu açıklamayı yapmıştır: “Kendinizi ve ailenizi ateşten koruyun demek; kendinize, çocuklarınıza ve ehlinize hayrı öğretin! Onları fısk ve fücurdan koruyun, onlara bütün hayır yollarını öğreterek hem kendinizi kurtarın hem de neslinizi hak üzere daim kılın demektir.”
“Günahları bırakmak ve ibadet etmekle kendinizi koruyun! Ayrıca kendinizi sorumlu tuttuğunuz şeylerle onları sorumlu tutmakla da aile fertlerinizi koruyun. O halde çocukların ıslahı, yanlışlarının düzeltilmesi ve onlara iyi alışkanlıklar kazandırılması hususunda çok gayret edilmesi gerekir. Zaten Peygamberlerin yolu da budur. Nuh (as) oğlunu imana davet etmiş, İbrahim (as) da çocuklarına yalnız Allah (sb)’ya kulluk etmelerini vasiyet etmiştir.”
Şüphesiz Allah (sb) kıyamet gününde babasından ötürü çocuğunu hesaba çekmeden önce çocuğundan ötürü babasını hesaba çekecektir. Zira babanın evladı üzerinde bir hakkı olduğu gibi, evladının da babası üzerinde hakkı vardır.
Çocuğuna faydalı bilgiler öğretmeyi ihmal eden ve onu başıboş bırakan kimse şüphesiz en kötü şeyi yapmış olur. Çocukların çoğunun bozulması babalarından, babalarının onları ihmal etmelerinden, dinin farz ve sünnetini öğretmemelerinden kaynaklanmaktadır. İyi bir nesil yetiştirmek şüphesiz büyük bir sorumluluktur. Kıyamet gününde kişi bundan dolayı hesaba çekilecektir. Ebu Said el-Hudri ve Ebu Hureyre (r)’dan rivayet edildiğine göre Rasulullah (s) şöyle buyurmaktadır:
“Kıyamet gününde kul getirilir ve Allah (sb) ona sorar: Ey kulum! Sana göz, kulak, mal ve çocuk vermedim mi? Sana zevce vermedim mi? Arazi ve hayvanları senin hizmetine vermedim mi? Şu hesap gününde benimle karşılaşacağını hiç aklından geçiriyor muydun? Kul "Hayır" cevabını verince Allah (sb) "İşte sen beni unuttuğun gibi ben de seni unutuyorum" buyurur.”
Allah (sb), bizlere ihsan ettiği çocukların hesabını kıyamet gününde mutlaka soracaktır. Onları ne üzere eğittiğimiz, kime kulluğa davet ettiğimiz sorusunun cevabını bizden isteyecektir. Mal-mülk nasıl birer imtihan aracı ise çocuklarımız da bizim için birer imtihan aracıdır. Allah (sb) Kuran-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır:
“Nefsani arzulara, kadınlara, oğullara, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüşe, salma atlara, sağmal hayvanlara ve ekinlere karşı düşkünlük insanlara çekici kılındı.” (3 Ali İmran/14)
“Servet ve oğullar dünya hayatının süsüdür. Ölümsüz olan salih ameller ise Rabbinin katında hem sevap bakımından hem de ümit bağlama bakımından daha hayırlıdır.” (18 Kehf/46)
“Bilin ki dünya hayatı ancak bir oyun, eğlence, süs, aranızda öğünme, mal ve evlat çoğaltma yarışıdır.” (57 Hadid/20)
“İnkarcılara malları da evlatları da Allah'a karşı hiçbir fayda sağlamayacaktır. İşte onlar cehennemliklerdir. Onlar orada ebedi kalacaklardır.” (3 Ali İmran/106)
“Ey Muhammed! Artık onların malları ve çocukları seni imrendirmesin. Allah bunlarla dünya hayatında onların azabını çoğaltmayı ve onların kafir olarak canlarının çıkmasını istiyor” (9 Tevbe/55)
“Onlar kendilerine servet ve oğul vermekle iyilik ve fayda sağlamak için can attığımızı mı sanıyorlar? Hayır, onlar işin farkında değiller.” (23 Müminun/55)
“Bilin ki servetleriniz ve çocuklarınız birer imtihan vesilesidir ve büyük mükafat Allah’ın katındandır.” (8 Enfal/28)
“Ey iman edenler! Eşlerinizden ve çocuklarınızdan size düşman olanlar da vardır. Onlardan sakının!” (64 Teğabûn/14)
“Ey insanlar! Rabbinize karşı gelmekten sakının. Ne babanın evladı, ne evladın babası namına bir şey ödeyemeyeceği günden korkun. Bilin ki Allah’ın verdiği söz gerçektir.” (31 Lokman/33)
“De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, hısım ve akrabalarınız, kazandığınız servetler, kesata uğramasından korktuğunuz ticaret ve hoşlandığınız evler, size Allah’tan, Rasulünden ve Allah yolunda cihad etmekten daha sevgili ise Allah’ın emri gelinceye kadar bekleyin! Allah fasıklar topluluğunu hidayet etmez!” (9 Tevbe/24)
“Allah’a ve ahiret gününe inanan bir toplumun; babaları, kardeşleri, oğulları veya hısım akrabaları da olsa Allah’a ve Rasulüne düşman olanlara sevgi beslediğini göremezsin.” (58 Mücadele/22)
Nesil ve çocuklar üzerinde şeytanla insan arasında mücadele ve çekişme vardır. Şeytan Allah’ın yolundan ve O’na itaat etmekten nesli uzaklaştırmak için gayret sarf eder. İşin farkında ve dikkatli olmamız için Allah (sb) bu noktayı bize bildirmiş bulunmaktadır. Bu yüzden Allah (sb), şeytanın müdahalesinden önce istikamet kazandırmak üzere bize günahsız çocukluk dönemini vermiştir. Eğer ana babalar bu dönemi ihmal eder ve değerlendirmezlerse büyük ve önemli bir fırsatı kaçırmış olurlar. O halde çocukların ıslahı ve İslam üzere yaşaması noktasında ana babanın daha gayretli olması gerekir.
“(Şeytan) dedi ki: Şu benden üstün kıldığına bir bak! Yemin ederim eğer kıyamet gününe kadar ertelersen azı müstesna onun neslini kendime bağlayacağım. (Allah) buyurdu ki: Haydi git! Onlardan sana kim uyursa bilin ki, cehennem hepinizin cezasıdır.” (17 İsra/62)
İyad b. Hammad (r)’dan rivayet edilen Hadis-i Kutsi'de şöyle buyrulmaktadır: “Ben, kullarımı hanif (her türlü kötülükten uzak, doğru ve mükemmel) olarak yarattım. Şeytanlar geldiler ve onları doğru yoldan çevirdiler.”
Tüm bu ayet ve hadislerden de anlaşılıyor ki Allah (sb) çocuklarımızı imanlı yetiştirmemizi bizlerden önemle istemiştir.
Tarih boyunca bütün beşeri sistemler, hakimiyetlerini sürdürebilmek için çocuklar üzerinde dikkatle durmuşlar, onları kendi ideolojilerine dost birer birey olarak yetiştirmeye uğraşmışlardır. Bilhassa İslam karşıtı otoriteler çocukların İslam’a göre yetişmesine tahammül edememişler, onların imandan ve Kuran’dan uzak yetişmelerini sağlamak için eğitimlerini hassaslaştırarak ciddi boyutlarda kanunlar çıkarmışlardır.
İçerisinde yaşadığımız coğrafyada da zalim ve kafir Kemalist düzen İslam’a karşı olan eğitim sistemini kendi amentüsüne göre tanzim edip insana dayatma niteliğinde uygular olmuştur. Kemalizm, kendini koruyabilmek için ilkelerini tabulaştırıp bunu bir din haline getirmiştir. Bu dinin insanlar nezdinde de kabul görebilmesi için onu devlet eliyle mecburi tutarak insanlara kabul ettirmeye çalışmıştır. İlkokuldan başlayarak bütün eğitim sürecinde Kemalizm kendi dinini ölçü olarak almış, eğitimini bu kokuşmuş ideolojiye göre bina ettirmiştir.
Maksadı bellidir; tek tip insan yetiştirip çocukların beynine putperestliği sokmak… Zaten eğitim süreci iyice tahkik edilirse, küfür sözler ve küfür amellerle dolu olduğu görülür. TC’nin eğitimle ilgili yaklaşımının hangi düzeyde olduğunu göstermesi açısından bazı anayasa maddeleri, kanun, yönetmelik... vs. aşağıya verilmiştir:
TC Anayasası (Madde:42)
Kimse eğitim ve öğretim hakkından yoksun bırakılamaz. Öğrenim hakkının kapsamı kanunla tespit edilir ve düzenlenir.
Eğitim ve öğretim Atatürk ilke ve inkılapları doğrultusunda, çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre, devletin gözetimi ve denetimi altında yapılır. Bu esaslara aykırı eğitim ve öğretim yerleri açılamaz. Eğitim ve öğretim hürriyeti Anayasaya sadakat borcunu ortadan kaldırmaz.

Milli Eğitim Temel Kanunu (Kanun No: 1739)
Genel Amaçlar:
Öğrencileri,
Madde 2- a) Atatürk inkılap ve ilkelerine ve anayasada ifadesini bulan Atatürk milliyetçiliğine bağlı, Türk milletinin milli, ahlaki, insani, manevi ve kültürel değerlerini benimseyen ve daima yüceltmeye çalışan, insan haklarına ve anayasanın başlangıcındaki temel ilkelere dayanan demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyetine karşı görev ve sorumluluklarını bilen ve bunları davranış haline getirmiş yurttaşlar yetiştirmek.
Madde 10- Eğitim sistemimizin her derece ve türü ile ilgili ders programlarının hazırlanıp uygulanmasında ve her türlü eğitim faaliyetlerinde, Atatürk inkılap ve ilkeleri ve anayasada ifadesini bulmuş olan Atatürk milliyetçiliği temel olarak alınır.
Madde 11- Eğitim kurumlarında anayasada ifadesini bulan Atatürk milliyetçiliğine aykırı siyasi ve ideolojik telkinler yapılmasına ve bu nitelikteki günlük siyasi olay ve tartışmalara karışılmasına hiçbir şekilde meydan verilmez.
Madde 12- Türk milli eğitiminde laiklik esastır.
Madde 15- Okullarda kız ve erkek karma eğitim yapılması esastır.
Madde 43- Öğretmenlik, devletin eğitim ve bununla ilgili yönetim görevlerini üzerine alan özel bir ihtisas mesleğidir.
İlköğretimin Amaçları:
Öğrenim görmüş bir yurttaş,
A- Kişisel Bakımdan
7- b) Türk milletini yüceltir, Türk büyüklerini, onların hizmetlerini tanır ve değer verir. Atatürk’ün Türk istiklali için yaptığı savaşları, memleket idaresine getirdiği demokratik esasları, Atatürk inkılaplarının tarihi sebeplerini bilir ve bu inkılapların gelişip ilerlemesine çalışır.
B- Toplum Hayatı Bakımından
İlkokul çocuğa, Türkiye Cumhuriyetinin insan haklarına dayanan milli, demokratik, laik ve sosyal bir devlet olduğunu kavratmayı amaç bilir. Buna göre ilköğretim görmüş bir yurttaş:
1- Demokrasi ilkelerini kavramaya başlamıştır.Bütün ilişkilerinde bu ilkeleri uygulamaya çalışır.
2- Demokrasinin sadece bir idare şekli olmayıp bir yaşama şekli olduğu düşüncesini benimser.
İlkokulun Eğitim ve Öğretim İlkeleri:
Derslerle amaçlar ve ilkeler arasında bağlantı kurulmalıdır. Okul etkinlikleri öğrencilerde istenilen davranış değişikliklerini sağlamaya yönelmelidir. İlkokul programı, Türk milli eğitiminin amaçları ile ilköğretimin amaçlarını kademe kademe gerçekleştirmek üzere düzenlenmiş araçtır !!!!!
Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Öğretiminin Genel Amacı:
İlköğretim ve ortaöğretimde öğrenciye, Türk milli eğitim politikası doğrultusunda Genel Amaçlarına, İlkelerine ve Atatürk’ün Laiklik ilkesine uygun Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Dersi ile ilgili yeterli temel bilgi kazandırmak... Böylece Atatürkçülüğün, insan sevgisinin pekiştirilmesini sağlamak, faziletli insan yetiştirmektir.
Bütün bu anayasa maddeleri, kanunlar, ilkeler....vs. Kemalizm dinini yaşatmak, onu gönüllere nakşetmek için çıkarılmıştır. Kemalizm’in kurucusu olan Atatürk’ü putlaştırmak, onu ilah seviyesine çıkartmak için hazırlanmış, bilinçli bir şekilde onun tanzimine zemin hazırlanmıştır.
Kemalizm eğitim sistemini kurarken katiyetle İslam’ı ölçü olarak almamış bilakis onun hükümlerini iptal edercesine kurallar koymuştur. İslam’ın put ve putperestlere düşman olduğunu bildiği halde T.C eğitimini putperestlik üzerine kurmuştur. İslam “Allah'ın adıyla oku” buyurduğu halde Kemalistler “Atatürk’ün adıyla” okutmuşlardır.
Kemalizm düzeni, İslam’ı eğitimde ölçü almadığı gibi hiçbir müessesede de ölçü almamış, bırakın ölçü almayı, onu hayatın bütün merhalelerinden kovduklarının yanında insanların kafalarından da kovmaya çalışmışlardır.
Diktatör olan Kemalistler, İslam’ı ve Kuran’ı kabul ettiklerini söyledikleri halde, onun hükümlerine savaş açmış, Kur’an sistemini kabul etmediklerini bütün anayasa maddelerinde göstermişlerdir. Yetmiş küsur yıldan beri de temelinde şirk olan hukuki, ekonomik, eğitim sistemini zorbaca devam ettire gelmiştir.
T.C İslam dini ve Müslümanlara karşı savaş açmış, İslam dinini çeşitli şekillerde reforme etmeye uğraşmış, dinin değişmez hükümlerini kendi kokuşmuş sistemi olan Kemalizm’in potasında eritmeye çalışmış, bu hareketini de eğitimde en bariz şekilde göstermiştir.
Bu amaca yönelik olarak Türkiye’de gerçekleştirilen bazı düzenlemeler ve reformlar şunlardır:
Hilafetin Kaldırılması ………………………………. 3 Mart 1924
Tedrisatın Birleştirilmesi …………………………...3 Mart 1924
Medreselerin Kapatılması……………………….. . 3 Mart 1924
Şer’iye ve Evkaf Vekaletinin İlgası…………….. . 3 Mart 1924
Şer’iye Mahkemelerinin Kapatılması ………….…8 Mart 1924
Teşkilatı Esasiye Kanunu ……………………….. 20 Nisan 1924
Şapka Kanunu……………………………………..… 26 Aralık 1925
Laikliğin Kabulü............................................ 10 Nisan 1928
Latin Harflerinin Kabulü………………………........ 3 Ekim 1928

Bütün bu yaptıkları ile İslam’a ve İslami hayata saldıranlar, İslami eğitimin temel ilkelerini kendi sistemlerinde gericilik ve yobazlık olarak göstermeye çalışmışlardır. Bunlardan birkaç örnek verecek olursak; İlkokul kitaplarında “Çağdaşlık ve Gericilik” konusu işlenirken “İslam’ın emri olan ve Allah (sb)’nın Kuran’da buyurduğu örtünme ile ilgili hükmünü hiçe sayarak kapanan bir kadının fotoğrafını verip bunun gericilik ve yobazlık olduğunu, bu fotoğrafın hemen yanına da açık-saçık bir kadının fotoğrafını koyarak da bunun ilericilik ve çağdaşlık olduğunu yazmışlardır.
İslam’ın bir emriyle alay eden, İslam’ın hükmüne gericilik diyen herkes ittifakla kafir olur. Velev ki Allah (sb)’ya iman ettiğini söyle bile… O, bu amelini terk etmediği müddetçe yine kafirdir. Çünkü Allah (sb)’nın şu ayeti kerimelerini hafife almıştır:
“Müminlere söyle! Gözlerini (harama bakmaktan) sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. Bu, onlar için daha temizdir. Şüphesiz Allah onların yaptıklarını bilmektedir.” (24 Nur/30)
“Mü’min kadınlara da söyle, gözlerini (haramdan) sakınsınlar, ırzlarını korusunlar ve süslerini göstermesinler. Ancak kendiliğinden görünenler hariç… Başörtülerini yakalarının üzerine koyup başlarını örtsünler, süslerini kimseye göstermesinler.” (24 Nur/31)
Bütün alimler ittifak etmiştir ki İslam’ın bir emrini hafife alan, onu tenkit eden, onunla alay eden veya onu inkar eden kimse kafir olur. Allah (sb) ayeti kerimede şöyle buyurmaktadır:
“Eğer onlara (niçin alay ettiklerini) sorarsan "Elbette biz sadece lafa dalmış şakalaşıyorduk" derler. De ki: Allah ile, O'nun âyetleriyle ve O'nun peygamberi ile mi alay ediyordunuz? (Boşuna) özür dilemeyin! Çünkü siz iman ettikten sonra tekrar kâfir oldunuz. Sizden (tevbe eden) bir gurubu bağışlasak bile, bir guruba da suçlu olduklarından dolayı azap edeceğiz.” (9 Tevbe/65,66)
İmam Kurtubi (rh) dinle alay edenin kafir olacağı konusunda alimlerin ittifakını naklederek Kadı İbnu’l Arabi’nin şu sözünü nakletti: “Onların söyledikleri şeyler ya ciddidir veya şakadandır. Nasıl olursa olsun küfürdür. Çünkü şakadan küfretmek de küfürdür, ümmet arasında bu konuda ihtilaf yoktur. Araştırma yapmak ilmin ve hakikatin kardeşidir. Şaka ve alay ise batılın ve cehaletin kardeşidir.”
İbnu Kudame (rh) da der ki: “İster şaka yollu olsun isterse ciddi olarak olsun Allah'a söven kimse kafir olur. Allah ile, ayetleriyle, peygamberleriyle ve kitaplarıyla alay eden kimse de böyledir.”
Bu konuda alimlerin sözleri sayılmayacak kadar çoktur ki hepsini burada zikretmemiz kitabın üslubuna uygun olmadığından hepsini aktarmadık. Bugün içerisinde bulunduğumuz cahili sistem uygulayıcıları her anlarında İslam’ın emriyle alay edercesine, onu tahkir ederek kanunlar çıkarmakta ve bunu da insanlara uygulamakta, buna uymayan kişileri de cezalandırıp toplumu asimile etmeye çalışmaktadırlar. Allah (sb)’ya kulluk yapmaya çalışan Müslümanları da fitneci olarak göstermektedirler.
Kemalist düzeninin eğitimi İslam düşmanı olan Refik Ahmet’in şu hezeyan dolu sözleri üzerine kurulmuştur:
“(Haşa) Allah’ı da sultanla birlikte tahtından indirdik. Artık Türkiye’de ve bütün müesseselerinde ne din, ne Allah ne de Peygamber vardır. Bizim dinimiz Kemalizm, mabetlerimiz de fabrikalardır.”
Okullarında bu ölçüye göre eğitim yapılmış, kışlalarında bu öğretiye göre asker yetiştirilmiş, parlamentoda bu ilkelere göre kanunlar çıkarılmış, günlük yaşantıda bu felsefeye göre hareket edilmiş velhasıl kelam; bu söylem hep taze tutulmuştur.
3 Mart 1924 tarih ve 430 sayılı kanunla İslam’ı ve Kuran’ı öğreten bütün medreseler kapatılmış, müderrisleri zindana atılmış veya idam sehpalarına gönderilmiştir. Artık Türkiye’de yeni bir devir başlamıştı. İçerisinde Allah (sb)’ın ve Peygamberin (s) dediklerinin hiçe sayıldığı ve yerine Aristo, Darvin... vs.nin felsefelerinin hakim olduğu bir eğitim sistemi uygulanmalıydı artık... Bu sistemde dini kurallar geçersizdi. İnsanların bilgilenmeleri Kuran’a göre değil ilahları olan Atatürk’e, onun ilkelerine göre olacaktı... Bunlara göre muasır medeniyet (!) seviyesine ancak böyle çıkılabilirdi. Dini kurallara göre bir eğitim ancak gericilik ve yobazlık olurdu…
Ey karanlık çağın kokuşmuş zihniyetine sahip olan yobaz Kemalistler! Sizler bin bir hileyle, entrikayla, bu ümmetin gafletiyle İslam dininin ahkamını bu memleketten kovdunuz. İlericilik adına Kuran’ı çiğneyerek benim Peygamberime (s) hakaret ettiniz. Eğitiminizi materyalizm üzerine kurarak okullarınızda İslam’dan uzak nesil yetiştirdiniz !..
Soruyorum sizlere! Kemalizm sizleri hangi noktaya getirdi? Uyguladığınız barbar düzeniniz sizlere ne kazandırdı? Bu ülkeyi hangi seviyeye getirdiniz?
Kocaman bir hiç… değil mi! Bakın şu eğittiğiniz din tanımaz, Kur’an bilmez neslinize! Bunlar mı çağdaş… Bunlar mı ilerici!..
Ahlak tanımaz, egoist, amiriyle-memuruyla hırsız, kendi menfaatini halkın menfaatinden üstün gören bürokratlar...
Güneydoğuda açlıktan çöplük karıştıran ezilmiş insanlar... Maddeye kul olup onun için her şeyi yapabilecek ruhsuzlar... Haksızı haklı, haklıyı haksız gösteren zihniyet... Yönünü şaşırarak nereye gittiğini bilmeyen maneviyatsız gençlik... Milleti soyup soğana çevirerek kese dolduran idareciler... Yalanla dolanla halkı sömüren liderler... İhtiyaçtan, zevkten çalan hırsızlar... Zinayı normal sayıp iffete gericilik diyenler… Haksızlığa kendi kafalarınca başkaldıran size göre terörist olan zavallılar...
Kısacası soysuzlar sopsuzlar, köleler, kendini aydın sanan cahiller… Evet bütün bunlar siz Kemalistlerin ürünü değil mi? Herhalde bütün bunlar 70-80 yıl önce kovmuş olduğunuz İslam’ın eseri değildir. İlericilik adına din-i mübini eğitim sisteminden kaldırdınız, milleti kendi efendilerinize köle yaptınız.
Kemalist Sistemdeki Eğitim
Kemalist sistemde eğitim, anayasanın ilgili maddesi, buna uygun olarak çıkarılan kanunlar ve bu kanunlara uygun çıkarılan yönetmeliklere göre hazırlanmış ders kitaplarıyla, Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı kalacağına yemin etmiş öğretmenleriyle ve eğitim sürecinde öğrencinin uymak zorunda olduğu kuralları ile yaptırılır.
Ders Kitapları
Eğitimde kullanılan ders kitaplarının tümü amaçlarını gerçekleştirmek için düzenlenmiş bir araç olarak görülür. Bu sebeple de İslam’ın küfür ve şirk olarak baktığı bilgilerle doludur. Mesela: Kitaplar Atatürk ilke ve inkılaplarına göre düzenlenerek onun sevgisi üzerine kurulu bir bilgilendirme esasına göre hazırlanır. Kitaplardaki küfür söz ve bilgilerinin haddi hesabı yoktur. Burada onların hepsini paylaşmamızın imkanı yoktur. Bu nedenle biz, denizde katre misali birkaç örnek vermekle yetineceğiz:
Atatürk sevgisinin çocuklara aşın derecede enjekte edilmesi,
İslam ve Müslüman düşmanı olan bir kimsenin övülmesi,
Kuran’a ve onun hamilerine düşman olan tağutun methedilerek kahraman gösterilmesi ve bu milletin yaratıcısı olarak nitelendirilmesi,
Toplum tarafından ilah seviyesine çıkarılan bu İslam düşmanının faziletlerinden bahsedilmesi,
İslam’ın temel rüknü olan Hilafet makamının küçük gösterilmesi,
Devrimlerine karşı çıkan İslam ulemasının bozguncu olarak tanıtılması,
İslam’ın emri olan kılık kıyafeti gerici ve çağdaş dışı olarak isimlendirmeleri,
İslam’ın fazileti olan sarık hakkında kötü sözler söylenmesi,
Kuran’da kerih görülen meseleleri doğru göstermeleri,
Darvin, Aristo…vb. felsefesinin ölçü olarak alınması,
İlk çağlara ait verilen bilgilerde kasıtlı yanlışlıklar yapılması “İlk insanların konuşma bilmemesi, yazının Sümerler zamanında bulunması, Arşimet suyun kaldırma kuvvetini bulduktan sonra gemi yapımının öğrenildiği vb… İslam düşmanı olan tağutların sevilmesi ve tağutlara saygı duyulması gerektiğinin vurgulanması...
Evet, bütün bu saçmalıklar hem de hazırlayana, uygulayana ve uyana ciddi mesuliyet yükleyen bu saçmalıklar, maalesef bu ülkede senelerce temel eğitim olarak çocuklara verildi ve verilmektedir. İçerisinde bin bir şirk dolu bu ders kitaplarındaki bilgiler öğrencilere uyulması gereken doğrular olarak gösterilmiştir.
Öğretmenler
Bu düzenin eğitimini yaptıran öğretmenler bu göreve başlarken, Atatürk ilke ve inkılapları doğrultusunda, laikliğe gölge düşürmeden Demokrasi ve Cumhuriyeti koruyarak eğitimde devlet adına görev yapacaklarına dair antlaşma yapmışlar, imanlarını Kemalist düzene teslim ederek bu şirk sisteminin amentüsünü tasdik etmişler, kafir düzenin bekçiliğini yaparak bu sisteme itaat eden, İslam’dan uzak, Atatürk’ü seven bir nesil yetiştireceklerine dair söz vermişlerdir.
İşte böyle putperestlere teslim edilen çocukların durumunu siz düşünün!!! Hele bunların en azılılarını bir tahayyül edin ki, Allah (sb) korusun yavrumuzu karşımıza tam Kemalist, devletçi, putperest olarak yetiştirip çıkarıverir. Yani kurdun eline kuzu teslim etmek gibi bir şeydir bu… Çocuklarımızı bu cani ve Allah düşmanı olan sisteme teslim edersek, onlar yavrularımıza putperestliği enjekte edecek, onların kafalarında iz bırakacak ve belki de Allah (sb)’nın bizde emaneti olan neslimizde hiç telafisi olmayan yaralar açacaklardır. İslam çocuk eğitimine önem verdiği için çocukların İslam düşmanlarına teslim edilmemesini emretmiştir. Müslümanların mutlak surette buna riayet etmesi gerekmektedir.
Okullarda Öğrencilere Yaptırılan Fiiller:
Öğrenci Andı
İlköğretimde talebeler her sabah hep birlikte, yağmur-çamur demeden aşağıda metni yazılı olan öğrenci andını söylerler.
“Türk’üm, doğruyum, çalışkanım, ilkem; küçüklerimi korumak, büyüklerimi saymak, yurdumu, milletimi özümden çok sevmektir. Ey büyük Atatürk! Açtığın yolda, gösterdiğin hedefe durmadan yürüyeceğime and içerim. Varlığım Türk varlığına armağan olsun. Ne mutlu Türküm diyene!..’’
Kutlama ve Anma Törenleri
23 Nisan, 19 Mayıs, 29 Ekim... gibi İslam’ın bu ülkeden kovulduğu günlerde ve 10 Kasım... gibi anma günlerinde çocuklara bu günlerin önemli günler olduğu dikte ettirilir. Çocukların etkin bir şekilde katılımının sağlanması için her türlü tedbir alınır ve çocuklar o günü sevmeye mecbur edilir. Bu günlerde bütün öğrenciler Atatürk putunun önüne getirilir, saygı duruşunda durmaları istenilerek putlarına ibadet etmeye zorlanır. İslam’ın hükümlerini tahkir eden sözler, bugünlerin büyüklüğünü anlatmak için öğrencilere söylettirilir. Yine bugünlerde İslam düşmanı olan, Kuran’ı yürürlükten kaldıran tarihteki Firavunu aratmayan Mustafa Kemal, aşırı derecede övülerek medhedilir.
Kemalist eğitim sisteminde öğretmenin talebelerinden istemiş olduğu şeylerin başında Atatürk ilke ve inkılapları gelir. İnkılaplarından bazılarını daha önce belirtmiştik. Atatürk ilkeleri ise şunlardır:
Laiklik:
Din devlet işlerine karışmayacak, Allah (sb)’nın kuralları yargı ve yasamada ölçü olmayacak, dini kurallara göre hareket edilmeyecek... Zaten dini kurallara göre hareket eden Osmanlı da bu yüzden gerilemiş ileri gidememiştir (!) Dini kurallara göre hareket eden kimseler de hep gerici olmuş, bağnazlıktan, yobazlıktan kurtulamamıştır. (Okullarda eğitim-öğrenim gören herkes bu şekilde düşünmeye mecburdur. Bu anayasanın bir emridir. Bu hurafeyi kimse tartışma hakkına bile sahip değildir.)
Devletçilik:
Devlet her şeyin üstünde görülecek, ona mutlak itaat edilecek, o ne derse doğru olacak, onun uğrunda savaşma kutsanacak, onun yolunda ölenler cennete gidecek, devletin düşmanı olan herkesin düşmanı olacaktır.
Cumhuriyetçilik:
En iyi yönetim şeklinin bu olduğu vurgulanacak, halk kendi kendisini yönetecek, halkın üstünde hiçbir kuvvet olmayacak. Halk da din adına istekte bulunamayacak. Egemenlik kayıtsız şartsız milletin olacak, hüküm ve anayasa belirleme halkın çoğuna göre ayarlanıp helal ve haramlar (serbest ve yasak olan işler) bu çoğunluğa göre tespit edilecektir.
Halkçılık:
Halk çok sevilip ona hizmet aşkıyla yaklaşılacak, hangi dinden olursa olsun herkes kardeş bilinecek. Din, meşrep ve mezhep farkı gözetilmeksizin onlara yaklaşılacaktır.
Milliyetçilik:
Aynı toprak, aynı bayrak, aynı milli duygular içinde olan, aynı kültürü paylaşan insanlar bir millettir. Türk milleti de ırk olarak üstün meziyetlere sahip bir ırktır. Kişi hangi durumda olursa olsun bu ırktansa yüceltilerek üstün ırktan olduğunun gururunu duymalıdır...
İnkılapçılık:
Atatürk’ün yaptıkları hep devam ettirilmeli hatta daha sonraki zamanlarda yeni yeni ilaveler yapılmalı hele bu ilke hiç ihmal edilmemelidir.
İslamın Bütün Bunlara Verdiği Cevap
ve İtirazları
Kur’an-ı Azimüşşan ilkelerini tevhid üzerine bina ederek şirki ve küfrü hiçbir şekilde kabul etmemiş, Allah’tan başkasına ibadeti bünyesinde barındırmamış, bilakis Allah’tan başkalarına tazimi ya da aşırı derecede överek onu ilah seviyesine çıkarmayı katiyetle kabul etmemiştir. Hatta şirk koşmayı bırakın, şirk koşulan meclislerde oturulmasına bile müsaade etmemiştir. Temeli şirk üzerine kurulu eğitimin verildiği yerlerde de bulunulmamasını müslümanlardan önemle istemiştir. Bu görüşümüze delil olan ayeti kerimeler şunlardır:
“Ayetlerimiz hakkında (münasebetsizliğe) dalanları gördüğün zaman, onlar başka bir söze geçinceye kadar onlardan yüz çevir! Eğer şeytan bunu sana unutturursa hatırladıktan sonra (hemen kalk), o zalimler topluluğuyla oturma.” (6 Enam/68)
“(Allah) Size kitap indirmiştir ki, Allah'ın ayetlerinin inkar edildiğini ve onlarla alay edildiğini işittiğiniz zaman onlar başka bir söze dalıncaya kadar onlarla beraber oturmayın! Yoksa siz de onlar gibi olursunuz. Şüphesiz Allah bütün ikiyüzlüleri ve kafirleri cehenneme toplayacaktır.” (4 Nisa/140)
Bu ayeti kerimelerde, Allah’a şirk koşulan, Allah’ın diniyle alay edilen yerlerde oturulmaması ve bu yerlerden uzaklaşılması gerektiğini kesin bir emirle bildirmektedir.
Şimdi düşünülmesi gereken şey, Allah (c.c) böyle bir yerde oturmayın dediği halde, her sözü küfür ve şirk olan bir eğitim sisteminin uygulandığı yerlerde nasıl oturulur ve çocuklarımız buralara nasıl gönderilir! Hele hele İslam dinine bilinçli bir düşmanlık besleyen Kemalist düzenin okullarına nasıl çocuk teslim edilir!.. Şu mantık hemen reaksiyona girmesin! “Vay efendim benim çocuğum bu küfür amellerini yapmıyor, küfür kelimelerini söylemiyor” denmesin! Zira, Allah (sb) bırakın bu fiilleri yapmayı, bu fiillerin başkaları tarafından yapıldığı ve söylenildiği yerlerde bulunmamızı bile bize yasaklıyor. Eğer oturur isek bizim de Allah’a şirk koşan kimseler gibi olacağımızı bize bildiriyor.
Zaten Kemalist sistemin okullarına giden çocuklar oralarda işlenilen küfür ve şirkleri anlayabilecek, anlayabilse de küfür ve şirklere karşı koyabilecek güçte ve kuvvette değillerdir. Karşı koysalar bile düzen, çocuklar için çeşitli cezalar uygulayarak buna müsaade etmemektedir. Müslümanlar hiçbir şekilde velayeti kafir ve müşriklere veremez, onları veli tayin edemezler. Velayetin verilmeyeceği müşriklere, elbette çocuklar da teslim edilemez. Allah (sb) kafirlerin dost edinilip onlara yaklaşılmasını şu ayeti kerimeleriyle nehyediyor:
“Müminler, müminleri bırakıp da kâfirleri dost edinmesin. Kim bunu yaparsa, artık onun Allah nezdinde hiçbir değeri yoktur.” (3 Ali İmran/28)
“Sizin de kendileri gibi inkâr etmenizi istediler ki onlarla eşit olasınız. O halde Allah yolunda göç edinceye kadar onlardan hiçbirini dost edinmeyin.” (4 Nisa/89)
“Ey iman edenler! Yahudileri ve Hıristiyanları dost edinmeyin. Zira onlar birbirinin dostudurlar (birbirinin tarafını tutarlar). İçinizden onları dost tutanlar, onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler topluluğuna yol göstermez.” (5 Maide/51)
“Ey iman edenler! Eğer küfrü imana tercih ediyorlarsa, babalarınızı ve kardeşlerinizi veliler edinmeyin. Kim onları veli edinirse, işte onlar zalimlerin ta kendileridir.” (9 Tevbe/23)
Allah (sb) kesin emirle Allah’ı inkar eden, O’nun sistemini kabul etmeyen, O’na şirk koşarak iman eden kimseleri ve kuruluşları dost kabul etmememizi emretmektedir. Hal böyleyken kafir olan Kemalist düzenin kendi dininin eğitimini ve öğretimini yaptırdığı okullara nasıl çocuklar teslim edilebilir? İçerisinde kendi dininin kurucusu olan müşrik Atatürk’ün amentü esaslarının bulunduğu bir eğitimde Müslüman çocuğu nasıl öğrenim görebilir!
Bu yerler Kemalistlerin dinlerini çocuklara aşıladığı yerlerdir. Yani buralar birer din okuludur. Nasıl ki, Hıristiyan ve Yahudi okullarına çocuklarımızı gönderemiyorsak, Kemalistlerin okullarına da gönderemeyiz. Düşünün ki, Hıristiyan okullarında çocuklarımıza Hıristiyanlık verilse ve İncil en doğru kitap olarak gösterilse, İsa (as) “Allahın oğlu” olarak lanse edilse, İslam ve Müslümanlar buralarda kötülense, acaba bizler buralara çocuklarımızı okuma yazma karşılığında teslim edebilir miyiz? İslam buna ruhsat verir mi? Elbette ki vermez. Çünkü buralarda şirk öğretilmektedir.
Kemalist düzenin okullarında da Kemalizm dini verildiği, bu yerlerde İslam düşmanları methedilerek onların kahraman gösterildiği, Allah (sb)’ya şirk koşulduğu, içerisinde bir çok küfür sözü ve küfür fiili bulunduğu için bu okullara giden ve gidilmesine rıza gösteren kimselerin durumları da aynen Hıristiyan okullarına giden ve çocuğunu oraya gönderen gibidir. Hatta daha kötüdür. Buralara çocuğunu gönderen kişiler küfre rıza gösterdikleri için İslam dininden çıkmışlardır.
Allah (sb)’ya şirk koşanla bu koşulan şirke ortak olup buna vesile olan arasında hiçbir fark yoktur. Çünkü küfre rıza küfürdür. Bir baba çocuğunu putlara ibadet edilen, küfür sözler söylenilen yerlere gönderiyorsa, çocuğunun çobanı olduğundan dolayı, çocuğunun küfre girmesine vesile olması hasebiyle küfre düşer. Çocuğunu böyle okullara gönderen veliler eğer İslam dairesinde kalmak istiyorlarsa derhal çocuklarını bu okullardan alarak hem çocuklarını hem de kendilerini küfürden kurtarmaları gerekmektedir.
Müşrik Kemalistler, müminleri kendi yollarına davet ederek müminlerin de kendileri gibi yaşamaları ve Allah’a şirk koşmalarını isterler. Kendi ölçülerine göre nesiller yetiştirip sistemlerinin bekasını sağlamaya özen gösterirler. Hiç şüphesiz onların okulları sadece okuma-yazma öğretmekle kalmamıştır. Bilakis bu okullarda Kemalizm dini çocuklara zorla öğretilmektedir.
Okullarda Kemalizm sisteminin kurucusu ve ilahı olan Mustafa Kemal’e tapınma, onun küfür ve şirk olan söz ve davranışlarını övme, İslam’ı yıkma ve yok etme hareketlerini doğru gösterme, İstiklal marşlarında saygı durma, Atatürk heykeli önünde kıyama durma gibi İslam’ın şirk ve küfür olarak nitelendirdiği ameller yapılmakta ve yaptırılmaktadır.
Putperest Kemalist düzen o kadar ileri gitti ki yüce İslam dininin savunucuları, Şeriat-ı Muhammediye’nin bekçileri olan gerçek İslam alimlerini darağaçlarında sallandırdılar. O gerçek mücahidleri İstiklal Mahkemelerinde yargılayıp idam ettiler ve bu kimseleri de okul kitaplarında terörist, gerici ve yobaz olarak gösterdiler.
Ayrıca bu okullarda kadınlarla erkeklerin karışması ve buna benzer bir çok haramlar da işlenmektedir. İslam’ı, Kuran’ı, şeriatı, İslam alimlerini, İslam mücahidlerini kötülemeyi amaç edinen bir eğitim sistemine muvahhid bir Müslüman can paresi yavrusunu nasıl teslim edebilir!... Bu düzen bizim düşmanımız değil midir? Düşmanlarımıza çocuklarımızı teslim edersek bize düşman olarak yetiştirip karşımıza putperest olarak çıkartmayacaklar mı? Biz Müslümanlar tağutu reddettiğimizi söylüyoruz da neden onların şirk dolu eğitim sistemine çocuklarımızı teslim ediyoruz??? Allah (sb) ayetlerinde ‘’müşriklerden yüz çevirin’’ buyurduğu halde niçin Allah’ın uyarısını dikkate almıyoruz? Bu konuda Rabbimizin şu ayetleri bize yeterli gelmiyor mu?
“Rabbinden sana vahyolunana uy. Ondan başka ilah yoktur, ortak koşanlardan yüz çevir.” (6 Enam/106)
“Ve Allah'ın ayetleri sana indirildikten sonra sakın seni onlardan alıkoymasınlar. Rabbine davet et, ortak koşanlardan olma!” (28 Kasas/87)
“Sen onlardan yüz çevir ve bekle, zaten onlar da beklemektedirler.” (32 Secde/30)
Müslüman olan kimse Allah (sb)’nın bu buyruklarına itirazsız bir şekilde teslim olmak zorundadır. Hem müşriklerden yüz çevirdiğini söyleyeceksin, hem de Kemalist müşriklerin ellerine çocuğunu teslim edeceksin! Hiç şüphesiz bu çok büyük bir tezattır.
Kemalist sistem, eğitime niçin bu kadar çok önem veriyor? Neden herkesin ilköğretime katılmasını mecburi kılıyor? Çünkü ileride kendi sisteminin koruyucularını buradan çıkartacak, putperest, din düşmanı, maddeperest robot insanları bu yerlerden mezun edecektir. Kemalist rejimin kalesi okullardır. Bu okullardan tek tip insan çıkacaktır. Bu minval üzere kurulmuş bir eğitim sistemine Allah’tan korkan bir Müslüman nasıl çocuk teslim edebilir!...
Kemalist Sistemin Okullarına Çocuklarını Gönderenlerin İddiaları:
1- Biz çocuklarımızı ilkokullara göndermezsek çocuklarımız cahil kalır, cahil kalınca da okuma yazma bilmezler.
2- Bizim çocuklarımız Tevhidi biliyor, okullarda yapılan küfür amellerini yapmazlar.
Çocuklarımızı okullara göndermezsek cahil kalırlar diyenlere şöyle cevap veririz:
“Kuran’ın cahil anlayışı ile bu iddia sahiplerinin cehalet anlayışı arasında tenakuz bulunmaktadır. Kuran’ı Kerimde okuma yazma bildikleri halde Kuran’a teslim olmamış kimseler cahillikle itham edilmiştir. Bundan ötürüdür ki Ebu Cehil okuma yazma bildiği halde “Cehaletin Babası’’ olarak isimlendirilmiştir.
Allah’ın Resulü Muhammed (s) okuma ve yazma bilmediği halde mahlukatın en şereflisi idi. Zira şeref sizin anladığınız gibi okuma yazmada değil, takva ve imandadır! Okuma yazma bilmemeye cehalet diyen cahiller, Rasulullah (s)’i de cehaletle itham etmiş olurlar. Fakat şanı yüce olan Allah bu okuma yazma bilmeyen Rasulunu okuma yazma bilen cahilleri cehaletten kurtarmak için gönderdi! Az bir süre kalacakları dünya hayatı için var gücüyle çalışan, fakat ebedi kalacakları yeri düşünmeyen insanlar cahilden de cahildirler!
Daha çok davranış ve davranışa yol açan etkenlere ad olarak kullanılan cahiliye, Kuran’da İslam dışı toplumların ve kişilerin tutum, davranış, yaşantı ve kurdukları sistemleri tanımlamak için kullanılan bir kavramdır. Bu kavram daha çok bilgisiz olmayla eş anlamlı gibi görülmüş, tefsir ve tercümelerde genellikle bu şekilde karşılanmışsa da temelde cahiliye, bir düşünce biçimi, sistem ve bir yaşantı şeklidir. Cehalet Kuran’ı Kerimde şu üç anlamda kullanılmıştır:
1- Nefsin ilimden boş olması,
2- Gerçeğin dışında bir şeye itikat etmek,
3- Hak olan eylemlerin dışında eylemlerde bulunmak.
İslam’dan kaynaklanmayan bütün sistemler cahiliyyedir. İslam’ın ruhuna uygun olmayan bütün eğitim sistemleri cahiliyyedir. Kula kulluğun olduğu her yer cahiliyyedir. Bu görüşlerimize ışık tutan ayetler ise şunlardır:
“Gel gör ki haksızlık edenler, bilgisizce kötü arzularına uydular. Allah'ın saptırdığını kim doğru yola eriştirebilir? Onlar için herhangi bir yardımcı yoktur.” (30 Rum/29)
“Yeryüzünde bulunanların çoğuna uyacak olursan, seni Allah'ın yolundan saptırırlar. Onlar zandan başka bir şeye tâbi olmaz, yalandan başka söz de söylemezler.” (6 Enam/116)
“Putperestler diyecekler ki: "Allah dileseydi ne biz ortak koşardık ne de atalarımız. Hiçbir şeyi de haram kılmazdık." Onlardan öncekiler de aynı şekilde (peygamberleri) yalanladılar ve sonunda azabımızı tattılar. De ki: Yanınızda bize açıklayacağınız bir bilgi var mı? Siz zandan başka bir şeye uymuyorsunuz ve siz sadece yalan söylüyorsunuz.” (6 Enam/148)
“Onların çoğu zandan başka bir şeye uymaz. Şüphesiz zan, haktan (ilimden) hiçbir şeyin yerini tutmaz. Allah onların yapmakta olduklarını pek iyi bilendir.” (10 Yunus/36)
“Halbuki onların bu hususta hiç bilgileri yoktur. Sadece zanna uyuyorlar. Zan ise hiç şüphesiz hakikat bakımından bir şey ifade etmez.” (53 Necm/28)
“(Resûlüm!) Sen af yolunu tut, iyiliği emret ve cahillerden yüz çevir.” (7 Araf/199)
İnsanların gerek düşünce gerekse davranış biçimleri farklı farklıdır. Şu nokta kabul edilmelidir ki insanların düşünüş ve yaşayışlarını belirleyen şu veya bu biçimde inançları, dünya hayatını algılayışları olmaktadır. Bunun sonucunda bir insan veya toplumun kabul ettiği değer yargıları ortaya çıkar. Bu değer yargıları da ahlak kurallarını, eğitimi ve davranışa yön veren kanunları biçimler. İşte, değer yargılarını, ahlak kurallarını, kanunlarını, inanç ve davranış biçimlerini bünyesinde toplayan, insanların yaşayışlarına ait sistemlerden biri İslam, diğerleri de ne ad altında olursa olsun cahiliyyedir.
Cahiliyyenin temel taşı olan, onu besleyen ve koruyan, kendine özgü eğitim sistemidir. Laik Kemalistlerin sekiz yıllık eğitimde ısrar etmelerinin temel sebebi, küçük yaşta Kemalizm’i aşılamaktır. Sistem eğittiği çocuklara beş yılda verdiği küfür ve şirki yetersiz görmüş olacak ki zorunlu eğitimi sekiz yıla çıkarmak suretiyle Kemalizm’in kafalarda iyice yerleşmesi için çalışmaktır.
Kemalizm’in hayat nizamının öğretildiği bu okullardan isterse doçent ister profesör yetişsin, Allah’ı tanımadıkları, O’nun emirlerine tabi olmadıkları müddetçe bunlar cahillerin ta kendileridir.
Çocuklarımızı Kemalistlerin okullarında putperest olarak yetiştirmektense okuma yazma bilmemeleri daha iyidir. Çünkü Allah (sb) “Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun.” buyururken, sırf okuma yazma öğrenecekler diye çocuklarımızı putperestliğin aşılandığı Kemalistlerin okullarına göndermek ne kadar doğrudur? Çocuklarımızı bu okullara gönderirsek Kemalistlerden ne farkımız kalır düşünelim! Bunun hesabını Allah’ın bizden mutlaka soracağını unutmayalım. Çünkü Allah (sb)’nın vaadi haktır.
Ayrıca, çocuğunu okula yazdıran her öğrenci velisinin okul yönetimine aktif olarak katıldığını; buradaki işlerin Kemalizm’e uygun yürümesi noktasında her cihetten yardımcı olduğunu bilmesi gerekir. Kemalistler hedeflerine daha kolay ulaşabilmek için her veliyi okul aile birliğinin tabii üyesi yapmışlar, böylece bütün yaptıklarına öğrenci velilerini de ortak etmişlerdir. Velilerin de desteklerini alarak küfür ve şirk eğitimlerini devam ettirmektedirler.



“Çocuklarımız tevhidi ve şirki biliyor. Bu nedenle o okullara gitmelerinde bir sakınca yoktur. Çünkü onlar orada kendilerini koruyabilir” diyenlere ise şöyle cevap verilir:
Maalesef okullara çocuklarını gönderenlerin bu söyledikleri, olmayacak işler zümresindendir. Çabucak kandırılabilen küçücük çocuklar, ne öğretmenine karşı durabilir ne de okul müfredatına başkaldırabilir. Zaten eğer bu saydıklarımızı çocuklar yaptığı takdirde okulla ilişiği kesilir.
Şunu asla unutmamak gerekir ki bu okullar, bir dini öğreten ve telkin eden kurumlardır. Eğitimleri baştan sona küfür ve şirk doludur. Çocuk hangi birisini görsün, hangi birisine başkaldırsın? Hadi anma törenlerine, resmi bayramlara katılmadı diyelim, Kemalist sistemin temel öğretilerindeki şirk boyutundaki bilgilere nasıl karşılık verecek? Bu bilgilerdeki şirki nasıl tanıyacak? Diyelim ki tanıdı. Peki, Allah (sb)’nın “Allah size kitap indirmiştir ki: Allah’ın ayetlerinin inkar edildiğini ve onlarla alay edildiğini işittiğiniz zaman, onlar başka bir söze dalıncaya kadar onlarla beraber oturmayın, yoksa siz de onlar gibi olursunuz.’’ Şüphesiz Allah bütün ikiyüzlüleri ve kafirleri cehennemde toplayacaktır” emri ne olacak? Unutmayalım ki bu uyarı, tevhid mesajının taşıyıcısı olan Rasulullah (s)’e ve onun mübarek ashabınadır. Onlar ki tevhid ile yoğrulmuşlardır. Allah (sb) kendi Rasulunu böyle uyarıyorsa başkalarının hali nasıl olur, siz düşünün? Niçin bu şirk meclislerinde çocuklarımızı bulunduruyoruz ? Bu meclislerde bulunursak Allah (sb), bizi de onlara benzetmez mi? Kalplerimizi onlara çevirmez mi?
Bu iddialar ancak nefsine göre bir İslam arayan kimselerin ortaya atacağı iddialardır ki, bu iddianın İslam’la uzaktan yakından hiçbir alakası yoktur. İslam, şirkin her türlüsüne karşı çıkmış, onunla mücadele etmiştir. Küfür sözlerini ve fiillerini mülci ikrah olmaksızın asla kabul etmemiştir.
İkrah; mülci yani kamil ikrah, gayr-i mülci yani nakıs (kusurlu) ikrah olmak üzere iki kısma ayrılmıştır.
Mülci İkrah
Kişinin kudret ve ihtiyarını (seçim ve tercihini) tamamıyla ortadan kaldıran zorlamadır. Kişinin nefsine yahut azalarından herhangi birisine gelebilecek bir zarar ile tehdit edilmesi halinde söz konusu olur. Böyle bir ikrah, rızayı ortadan kaldırır, ihtiyarı (seçim ve tercihi) bozar. Öldürmekle tehdit, azalarından birini kesmekle korkutmak, canın veya herhangi bir organın telef olmasından korkulacak, canın veya organın telefi ile sonuçlanacak şekilde, az yada çok ve peş peşe şiddetli dayak gibi hususlar bu ikrah çeşidine örnektir..
Mülci olmayan nakıs ikrah ise; hapisle, bağlamakla, ölecek şekilde dayakla yahut malın bir kısmını telef etmek gibi hususlarla tehdit sonucu ortaya çıkan ikrah türüdür. Bunun hükmü; rızayı ortadan kaldırmakla birlikte, ihtiyarı ifsat etmemesidir.
İslam put ve putperestlerle savaşmış, putperestliğin kökünü kazımak için mücadelesini sürdürmüştür. Bunu yaparken de Müslüman, cahili düzenle asla barışmamış ve onunla uzlaşmamıştır. İslam dini de hakim olmak için Cahiliyyenin hiçbir din öğretisinden faydalanmamıştır.
Bir kardeşimiz soruyor ve diyor ki: Fotoğraf asılı bir sınıfta Kur’an İlimlerini tahsil etmek caiz midir? Böyle eğitim ve öğretim yapan müesseselere çocuk gönderme ve böyle yerlere yardımda bulunma doğru mudur?
Öğretim ve eğitim müesseselerinde şimdilik dile getireceğim iki günah:
Put ve Taviz
a) Mustafa Kemal’in fotoğrafı bir puttur.
Müslümanlar çok iyi bilmelidirler ki Mustafa Kemal’e ait fotoğraflar ile diğer insanlara ait fotoğraflar arasında kıyas kabul etmez derecede fark vardır. Sıradan şahısların fotoğraflarını evlerin, binaların nazargahlarına asmak mekruhtur veya haramdır. Bunun yanında fotoğraf asılı yerlere melekler girmezler. Fakat Mustafa Kemal’e ait fotoğraflar böyle değildir. Onlar birer puttur, put timsalleridir, putu ve tağutu temsil etmektedirler. Zira Mustafa Kemal Hilafeti ve Hilafet müessesesini kaldırmakla, Kur’an harflerini değiştirmekle, dini eğitim ve öğretim yapılan medreseleri kapatmakla, Şeriatı ve Şerî siyaseti kaldırmakla, helalı haram, haramı helal kılmakla, Allah’a ait hakimiyeti millete vermekle ve burada sayamayacağımız daha nice İslam dışı icraat ve inkılaplarıyla şirke sapmış, müşrik olmuş hatta tağut olmuştur.
Demek oluyor ki; daire ve işyerlerine, okul ve yurtlara asılan fotoğraflar, meydanlara dikilen heykeller M. Kemal putunun birer timsalidir, onu temsil etmektedirler.
Bu itibarla, sıradan birinin fotoğrafını asmak kerahet veya haram olur da tağutun fotoğrafının asılı olduğu yerlere girmek haram olmaz mı? Hatta imanı tehlikeye düşürmez mi?
b) M. Kemal’in fotoğrafını asmanın, heykellerini dikmenin altında yatan gizli manalar vardır.
1. Din Düşmanlığını Gizleme
Mustafa Kemal’in fotoğraflarının asılmasının, heykellerinin dikilmesinin arkasında yatan manalardan biri onun din düşmanlığını gizlemek, onun halkına yaptığı hainliği kamufle etmektir. Yani erkek olsun kız olsun, körpe dimağlara bu hususu zerk, telkin ve enjekte etmektir.
2- Gönüllere Yerleştirip Millete Mal Etme
“M. Kemal vatanperverdir, milletin kurtarıcısıdır” gibi sözler söylendiği gibi “O dine, İslam’a düşman değildir. Üstelik dini ve milleti, vatan ve mukaddesatı sevmiş ve saymıştır hatta "Ne mutlu Türk’üm! Diyene" sözünü söylemek suretiyle de Türk milletini takdir ve tebrik etmiş ve mutluluğun bu milleti sevme yolundan geçeceğini bütün dünyaya ilan etmiştir” gibi sözler de söylenerek bu toplum kandırılmaktadır. İşte bu sebepledir ki, kadirşinas olan bu millet, atasını (!) bağrına basmış, hürmet ve saygı duymuş, eğitim ve öğretim müesseselerine de onun fotoğraflarını asmak, park ve meydanlara heykellerini dikmek suretiyle onu sembolleştirmiştir.
Türkiye’de Mustafa Kemal’den başka iktidar yoktur, söz sahibi yoktur, her şey ondan gelir ve ona gider. Anayasalar, kanunlar, partiler ve tüzükleri, eğitim sistemi, mahkemeler, takvim ve tatiller, yeminler hep ondan ve onun devrimlerinden kaynaklanır. Ve işte bu itibarla yeni nesil, dini ve dindarı, Kur’an ve Şeriatı, Allah ve Peygamberi değil yalnızca onu sevecek, ona saygı duyacak, inkılaplarına sahip çıkıp bekçiliğini yapacak, ilham ve cesaretini ondan aldığına inanacak ve nihayet onu putlaştırıp ona tapacaktır. Onu ilahlaştırıp “mabut” diyecek kadar ileri gidecek, mevlitler tertip edip methiyeler yazacak, marşlar söyleyip şiirler terennüm edecektir.
Evet, Mustafa Kemal ilahlaştırılmıştır. Kendisi hakkında “ilah, mabut, yaratan, her şeyi bilen ve her şeyi gören, rab...” gibi tabirler kullanılmıştır. Bu küfür sözlerden sadece birkaç örnek vereceğim:
Yürekten Sesler
Atatürk’ün tapkınıyız, her şey odur, her yerde o var, her gökte o eser,
Her enginde o çağlar, her şey odur, o her şeydir, her şey de Atatürk!...
Yerdedir, göktedir... Görünmezi görür, bilinmezi bilir, duyulmazı duyar...
Elimizi yüzümüze, gönlümüzü özümüze kapıyoruz, biz sana tapıyoruz!...
Varsın, teksin, yaratansın! Sana inanmayanlar utansın.
Bir başka şiir:
Huzuruna geldim gözlerim dolu dolu,
Eller Rab kulu olsun, biz Ata’nın kulu!..
Gök kubbenin altında birden dize gelerek,
Gel ey 19 Mayıs ! Eşsiz sabah merhaba!
Ey Samsun’da karaya çıkan ilah merhaba!
Bu iğrenç şiirlerden bir başkasında ise:
Ezan; Atatürk’e tekbir.
Atatürk Ekber, Atatürk Ekber!
Ancak o vardır…
Ne evliya ne peygamber
Halkına yar Atatürk yeter...
3. M. Kemal Fiiliyat ve İcraatta da Puttur
Demek oluyor ki, fotoğrafının asılmasında, heykellerinin dikilmesinde yatan mana ve gaye budur. Daha açık bir ifadeyle resimlerinin asılmasında, heykellerinin dikilmesinde asıl maksat; kendisini bir put, memleketi bir puthane, milleti de putperest yapmaktır.
Çünkü bu adamın fotoğrafıyla Firavunlar, Nemrutlar, Karunlar ve Ebu Cehiller gibi klasik putların, Lenin, Stalin ve Mao gibi modern putların fotoğraflarının asılması arasında hiç bir fark yoktur. Esasen bu adamınki daha katmerlidir. Çünkü bunda nifak da vardır.
FARZ-I AYN İLİM FARZ-I KİFAYE İLİM
İslam’da ilmin tahsili farzdır. Çünkü İslam dini baştan sona ilimdir. Bu konuda Rasulullah (s) “İlim tahsil etmek (ilim öğrenmek) her Müslüman erkek ve kadın üzerine farzdır” buyurmaktadır. Ancak burada tahsil edilmesi farz olan ilmi beyan etmekte fayda vardır. İslam ulemasından İbn-i Abidin şöyle demiştir: “Kulun dinini icrası, Allah (sb) için amelinin ihlası ve kulları ile muaşereti hususunda muhtaç olduğu ilimleri öğrenmesi farz-ı ayn’dir.”
Bu hususta Burhaneddin Ez-Zernuci Talim’ul-Metealim adlı eserinde: “Bil ki, her ilmi elde etmek, her Müslüman’ın üzerine farz değildir. Her Müslüman’ın üzerine ilmihal bilgisini elde etmek farzdır. Nitekim "İlimlerin en üstünü ilmihal bilgisidir, amellerin en üstünü de bulunduğu hali muhafaza etmektir" denilmiştir. Hangi durumda olursa olsun, bulunduğu halde meydana gelen işlerle ilgili bilgileri edinmek her Müslüman’a farzdır.”
Farz-ı ayn ilim “ilmihal bilgisi” budur. İlmihal bilgisini basit görmemek lazımdır. İlmihal Müslüman’ın içinde yaşadığı hal ile ilgili ilimleri içine alır. Geçmişte yazılan ilmihallerde Batıniliğe, Felsefeye karşı reddiyeler yer almış, Cebriyye’nin, Mutezilenin, Dehriyyunun ve Havaricin itikadları konu edinilmiş ve Müslümanların dikkatleri bu konulara çekilmiştir. Günümüzün ilmihali de, demokrasinin, sosyalizmin, kapitalizmin vb. itikad, düşünce, din ve sistemlerin tanıtılması ve Müslümanların sakındırılması, bilgilendirilmesini amelde de namaz, zekat, oruç ve hac gibi ibadetlerin öğretildiği kitaplardır.
Dar’ul-İslam’daki ilmihalle Dar’ul-Harp’teki ilmihal şüphesiz bir değildir. Bu konuda Şems’ul-Eimme İmam-ı Serahsi şöyle diyor:
“İlmin efdali ilmihal, amelin efdali ise hıfzuhaldir. Bunun açıklaması şöyledir; Kişi, kendisine lüzumlu olanı eda ederken neye ihtiyaç duyuyorsa, o halle ilgili ilmin tahsili üzerine farz-ı ayn olur. Namazın edası için abdestin lüzumu gibi. Eğer kişi ticaret murad ediyorsa, o zaman kendisini faizden ve fasid akitlerden koruyacak ilmi öğrenmesi farzdır. Eğer malı varsa, o zaman da üzerine malının cinsinin zekatını öğrenmesi farzdır. Ancak bununla zekatı eda etmesi mümkün olur. Şayet hacca gitmesi gerekiyorsa, o zaman haccın ne ile eda edileceğini öğrenmesi farz olur. İşte ilmihalin manası budur. Ve tahsili farz olan ilim de budur. Şüphesiz Allah (sb) şeriatın kıyamete kadar baki olduğuna hükmetmiştir. Şeriatın insanlar arasında baki olması; şeriatı öğrenmek ve öğretmekle mümkündür. Şeriatı öğrenmek ile şeriatı öğretmek topluca farzdır.” Yani şeriatı öğrenenler, öğrendiklerini başkalarına da öğretmekle mükelleftirler. Dar’ul Harb’te şeriatı öğrenenlerin bulunması gibi, şeriatı öğretenlerin de bulunması, farz-ı ayn olan ilimlerin ihyası için şarttır.
Kısacası; mükellefin içerisinde yaşadığı beldenin değişmesiyle birlikte tahsil ettiği ilimlerin hududu da değişir. Dar’ul İslam’da iktidara tevhid sahipken, Dar’ul Harp’te şirk hakimdir. Dar’ul-İslam’da Müslümanlar sulh içerisindeyken, Dar’ul-Harp’te fiilen savaş içerisindedir. Dar’ul-İslam’da Müslüman İslam devletinin sınırlarını muhafaza etmekle görevliyken, Dar’ul-Harp’te tağutları devirmek ve tağuti güçlerin elleriyle çizilen coğrafi hudutları tahrip etmekle görevlidir. Şirk akidesinin istilası altında bulunan günümüz İslam coğrafyasında yazılan ilmihal kitapları artık tağutlara karşı savaşan müminlere tağuti otoriteleri devirmenin usulünü öğretmelidir. Müslümanlar da üzerlerine farz olan bu ilmihal kitaplarını okuyarak farz-ı ayn olan ilimleri tahsil etmelidirler.
Bazıları Farz-ı Ayn ilimlerin dışındaki bir takım Farz-ı Kifaye ilimleri öne sürerek gayr-i Müslim olanlardan ders alınabileceğini öne sürebilirler. Evvela her Müslüman şunu çok iyi bilmelidir ki; Müslümanlar farz-ı kifaye olan ilimlerden önce farz-ı ayn olan ilimleri öğrenmekle mükelleftirler. Farz-ı ayn olan ilimlerin gayr-i Müslimlerle hiçbir ilişkisi yoktur. Farz-ı kifaye olan ilimlere gelince; şayet Müslümanların ihtiyaç duydukları farz-ı kifaye ilimlerini öğretecek bir Müslüman yoksa o zaman zaruret ortaya çıkmış olur. Örneğin tıp ilmi, yabancı lisan gibi... Bu ilimlere ne kadar ihtiyaç vardır ve Müslümanların maslahatı için gerekli olan nedir? Bu durumu tespit ve tayin etme işi “Harb Emiri”ne aittir.
Yabancı dil öğrenip dini tebliğ etmek farz-ı kifaye olan ilimlerdendir. “Müslümanlardan bir gurubun yabancı dilleri öğrenip onu konuşanlara dini hükümleri tebliğ etmeleri farz-ı kifayedir. Yapmamaları halinde hepsi de sorumlu olurlar. Ancak bir gurubun bu ve benzeri farz-ı kifaye ilimleri tahsil etmeleri durumunda sorumluluk kalkar. Bunu da ancak emir, ihtiyaca ve kişilerin yeteneklerine göre belirler.
Rasulullah (s)’in devrinde Müslümanlar için yabancı lisan öğrenme ihtiyacı hasıl oldu. O sırada Müslümanlar içinde yabancı lisanı öğretecek kimse de yoktu. Zeyd b Sabit (r)’dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:
“Rasulullah (s) bana emir verdi. Ben de onun için Yahudilerin yazısını öğrendim. Rasulullah (s) "Allah’a yemin ederim ki mektuplarım hususunda hiçbir Yahudi’ye güvenmiyorum" buyurdu. Ben de Yahudilerin yazısını öğrendim. On beş gün içerisinde çok iyi bir şekilde öğrendim. Rasulullah (s) Yahudilere mektup yazacak olsa ben yazıyordum, onlardan mektup gelecek olsa okuyordum.”
Dikkat edilirse Zeyd b Sabit (r) Rasulullah (s)’in emri üzerine Yahudilerin lisanını Yahudilerden öğrenmiştir. Bu münasebetle Dar’ul Harp’te Müslümanlar, birtakım farz-ı kifaye ilimleri harp emirinin tavsiye ve emri üzerine gayr-i Müslimlerden öğrenebilir. Bunun dışında rastgele tağutların mekteplerinde okuyamazlar.
Rasulullah (s) şöyle buyuruyor: “Ben ancak muallim olarak gönderildim.” Rasulullah (s)’in tebliğini kabul edip Allah’a iman edenler, hayatları boyunca kendilerine lazım olacak hayati bilgilerin tümünü O’ndan öğreniyorlardı. İslam gelmeden önce tağutlar tarafından birtakım tağuti mektepler hüküm sürmekteydi. Tağutları devirmek ve Allah’ın hakimiyetini insanlara tebliğ etmek için gönderilen şanlı peygamberimiz her şeyden önce tağutların velayetini ve mekteplerini reddederek kendisine iman edenlerin eğitimini bizatihi kendisi yaptı. Şu hakikati bilmekte fayda vardır: İman ettikten sonra Ebu Cehillerden, Ebu Leheblerden ders almaya giden hiçbir sahabe yoktur.
İster Dar’ul-İslam’da olsun, ister Dar’ul Harp’te olsun Allah’a iman edenler, farz-ı ayn ilimleri öğrenmekle mükelleftirler. Şunu da unutmayalım ki; farz-ı ayn ilimlerin başı, tağutların her türlü velayetini reddederek kayıtsız şartsız Allah’a teslim olmayı öğrenmektir. Din ile dünya işlerinin birbirlerinden ayrılması veya din ile devlet işlerinin ayrı ayrı mütalaa edilmesi gibi, İslam milletinin alışık olmadığı yeni bir yorum hayata hakim olmuştur. Dini insanların vicdanına terk eden, Allah’ın koyduğu hudutları tanımayan bu anlayışın gölgesinde yeni bir eğitim sistemi ortaya çıkmıştır. Biz bu eğitim sistemine “Cahiliyye Eğitim Sistemi” diyoruz. Zira İslam’dan önce müşrik Arap toplumunda görülen eğitimle, çağdaş diye yaftalanan bu eğitimin temel karakterleri aynıdır.
İslam’ın egemen olmadığı her toplumda Müslüman çocuklar, İslami mücadele metotlarını öğrenmek ve her türlü cihada hazırlanmak zorundadırlar. Faz-ı ayn ilimler, bu temel esaslara oturtulma durumundadır. Bugün yeryüzündeki Müslümanların büyük bir çoğunluğunun esaret altında olduğu gerçeği dikkate alınırsa, ideolojik devletlerin “Mecburi Temel Eğitime” niçin bu kadar önem verdikleri daha iyi kavranır. Tağuti iktidarlar (Müslümanların çocuklarını) kendi heva ve heveslerini gerçekleştirebilmek için bir vasıta olarak kullanmaktadırlar.
Tasarruf Ehliyetine Kimler Sahiptir
Şüphesiz ki tam tasarruf hakkına sahip olmak için akıllı, baliğ ve reşid olmak gerekmektedir. Bu meseleyi anlamak için kişinin doğumundan rüşdüne (olgunluk çağına) erinceye kadar kaç merhale kat ettiğini, yükümlülük ve salahiyetlerin hangi kısımlara ayrıldıklarını çok iyi bilmek gerekir. Bunları şu şekilde özetlemek mümkündür:
a) Dönemler
Bir çocuk, tam olgunluk (rüşt) çağına erinceye kadar şu dönemlerden geçer. Her dönemin kendisine göre özel hükümleri vardır. Bunlar:
1) Temyiz gücünün yok olduğu dönem
2) Temyiz gücüne sahip olduğu dönem
3) Ergenlik çağına erdiği dönem
4) Rüşde (olgunluğa) erdiği dönem
b) Salahiyetler
Bunlar da 3 kısma ayrılır:
1) Eksik tasarrufta bulunma salahiyeti
2) Tam tasarrufta bulunma salahiyeti
3) Malını teslim alma salahiyeti
c) Yükümlülükler
Yükümlülükler iki kısımdır:
1) Kulların hakkı olan yükümlülükler
2) Allah’ın hakkı olan yükümlülükler
Birinci Dönem: Temyiz Gücünün Yok Olduğu Dönem
Bu dönem, çocuğun doğumundan itibaren yedi yaşına ulaşmasına kadar devam eder. Bu çocuk, hak ehliyetine sahip tasarruf ehliyetine sahip değildir. Bu dönemde olan çocuğun:
a- Herhangi bir tasarrufta bulunma salahiyeti yoktur. Malını satamaz, başkasının malını satın alamaz, bir şey bağışlayamaz vs...
b- Yükümlülükler bakımından yerine göre yükümlü olabilir veya olmayabilir.
Mali yükümlülük ile sorumludur. Telef ettiği malın değerini, çalıştırılan kişinin ücretini, akraba ve hanımlarının nafakalarını ödemek mecburiyetindedir. Bunları velisi veya vasisi öder. Kul hakkının ceza ile ilgili yükümlülüklerinden mesul tutulamaz. Birini haksız yere öldürürse, ona kısas uygulanamaz. Fakat diyet ödeme mali bir hukuk olduğu için onu ödeme mecburiyetindedir. Bunları velisi veya vasisi öder.
İman etme, namaz kılma, oruç tutma, haccetme gibi yükümlülüklerle mükellef değildir.
Yine Allah’ın hakkı olan cezalardan da sorumlu değildir. Çocuğa içki içme, zina etme ve benzeri cezalar uygulanmaz. Çocuğun tasarruf ehliyeti olmadığından sözlerinden ve tasarruflarından hiçbir sonuç çıkmaz. Yaptığı alış-veriş hükümsüzdür, vaidleri batıldır. İtirafları hükümsüzdür.
İkinci Dönem: Temyiz Gücüne Sahip Olduğu Dönem
Bu dönem, yedi yaşına girmesinden itibaren başlar ve ergenlik çağına ulaşınca sona erer. Bu dönemde bulunan çocuğun, hak ehliyetine sahip olduğu muhakkaktır. Fakat tasarruf ehliyeti eksiktir. Çünkü aklı tam kesmediği için lehine veya aleyhine olan haklara sahip olur. Fakat tasarruf ve yükümlülükleri yerine göre sahih veya batıl olabilir.
Bu dönemde olan çocuk eksik tasarruf hakkına sahiptir. Binaenaleyh yaptığı tasarruflara bakılır:
1) Kendisi için tamamen faydalı olan tasarrufları geçerlidir, velinin iznine ihtiyaç yoktur. Bağış, sadaka ve vasiyeti kabul etmesi buna misaldir.
2) Kendisi için tamamen zararlı olan tasarrufları batıldır. Velinin izniyle dahi tashihi mümkün değildir. Malını hibe etmesi, vakfa bağışlaması, vasiyet etmesi buna örnektir.
3) Kendisi için hem faydalı, hem zararlı olma ihtimalindeki tasarrufları ise veli iznine bağlıdır. İzin verirse geçerli, vermezse hükümsüzdür. Alış-veriş yapmak, bir malı ısmarlamak, kira akdi yapmak gibi….
Dini yükümlülükler bakımından temyiz gücüne sahip olmayan kimse gibidir. Orada zikredilen hükümler, burada da geçerlidir. Mesela temyiz gücüne sahip olan çocuk namaz, oruç, hac gibi dini yükümlülüklerle mükellef değildir. Bununla birlikte temyiz gücünde olmayandan şu farklılıkları vardır:
Temyiz gücüne sahip olan çocuğun:
1) Dini hükümler hakkındaki söz ve ifadeleri geçerlidir. Kıldığı namaz sahihtir. Fakat bunları yapma mecburiyeti yoktur. Bununla birlikte babasının temyiz gücüne sahip olan çocuğunu dini ibadetlere alıştırması icap etmektedir. Ta ki ergenlik çağında zorlanmasın, ibadetlere yatkın olsun.
2) Dini hususlar hakkındaki sözleri geçerli olduğuna göre temyiz gücüne sahip olan çocuğun “Müslüman olduğunu veya İslam’dan döndüğünü” söylemesinin hükmü nedir?
Bu husus alimler arasında ihtilaflıdır.
İrtidat etme için “Buluğ çağına girmiş olmak; Ebu Hanife, İmam Muhammed ile Malikilere ve Hanbelilere göre şart değildir. Temyiz yaşındaki çocuğun irtidat etmesi geçerlidir. Fakat İmam Ebu Hanife ile İmam Muhammed’e göre böyle olan çocuk öldürülmez ve dövülmez ancak İslam’a girmesi için zorlanır, buluğa erdiği zaman hapsedilir ve dövülebilir...
Netice olarak cumhura göre: temyiz yaşındaki çocuğun İslam’a girmesi de irtidat etmesi de sahihtir. Şafilere göre değildir.
Temyiz yaşındaki çocuğun İslam’a girmesinin kabul edileceği hususunda cumhurun görüşü tercihe şayandır. Çünkü Ali (r) küçükken Müslüman olmuştu.
VELAYET (MUVALAT)
“Hepiniz çobansınız ve hepiniz sürüsünden sorumludur.”
“Allah her çobana güttüğü sürüyü koruyup korumadığı hususunda soracaktır. Hatta insanı, evinde bulunanların hakkında sorguya çekecektir.”
“Bakacağı kimseleri zayi etmek, kişiye günah olarak yeter.”
“Hepiniz çobansınız ve güttüğünüzden sorumlusunuz.”
“Hepiniz yöneticisiniz ve yönettiklerinizden sorumlusunuz. Hükümdar halkından, erkek ailesinden, kadın kocasının evinden ve çocuklarından sorumludur.”
“(Allah) Size kitap indirmiştir ki, Allah'ın ayetlerinin inkar edildiğini ve onlarla alay edildiğini işittiğiniz zaman onlar başka bir söze dalıncaya kadar onlarla beraber oturmayın! Yoksa siz de onlar gibi olursunuz. Şüphesiz Allah bütün ikiyüzlüleri ve kafirleri cehenneme toplayacaktır.” (4 Nisa/140)
“Ey iman edenler, kendinizi ve yakınlarınızı ateşten koruyun ki onun yakıtı insanlar ve taşlardır; üzerinde oldukça sert, güçlü melekler vardır. Allah kendilerine neyi emretmişse ona isyan etmezler ve emredildiklerini yerine getirirler.” (66 Tahrim/6)
Bu ayetin tefsirinde İmam Derveze der ki:
“Ayet, Müslüman ev idarecisine ailesini, çocuklarını ve üzerinde tasarruf yetkisi bulunduğu kişileri Allah’ın farz kıldığı veya nehyettiği şeylere uymaktan, ailesini bu konuda gözetim altında tutmaktan, itaat etmeyerek masiyete düştükleri zaman cezalandırmakla yükümlü olduğunu belirtmektedir.”
Elmalılı Hamdi Yazır ise şöyle demiştir:
Ey iman edenler! Kendinizi ve ailelerinizi ateşten koruyun. Cehennem ateşine sürüklenmelerine sebep olacak fitne ve isyandan koruyarak Allah’ın emirlerine itaate yöneltin. Çünkü aile reisi hepsinden sorumlu olduğu gibi ailesinden de sorumludur. “Hepiniz çobansınız ve güttüğünüzden sorumlusunuz.
“Sizin en hayırlınız ailesine hayırlı olanınızdır.” hadisleri bilinmektedir.
Ebu Hayyan’ın kaydettiği gibi Ömer (r) “Ya Rasulallah! Kendimizi koruyoruz fakat ailelerimizi nasıl koruyabiliriz?” diye sorunca Rasulullah (s) şöyle buyurdu: “Allah’ın sizi yasakladığı şeylerden onları engellersiniz. Allah’ın size emrettiği şeyleri onlara emredersiniz. İşte bu, onları korumaktır”
Zemahşerî Keşşaf’ta şu hadisleri kaydetmiştir: “Allah o kimseye rahmet eder ki "Ey ailem namazınıza, orucunuza, zekatınıza, miskin ve yetiminize, komşularınıza dikkat edin, bakın!" der. Ola ki Allah (sb) ehlini onunla beraber Cennete toplar.” Çocuklar da aileye dahildir. Bazıları çocuklar nefise dahil demişlerdir. Çünkü çocuklar babadan birer parçadır.
Mevdudi ise şöyle demiştir: “Bu ayette, kişinin sadece kendisini Allah’ın azabından korumasının yeterli olmayacağı, gücü yettiğince ailesini Allah’ın sevdiği kullar olacakları şekilde yetiştirmesinin de kendi sorumluluğu içinde olduğunu bildirmiştir. Şayet onlar cehennem yolunu tutmuşlarsa, gücü nispetinde onlara engel olmaya çalışmalıdır. Sadece onların dünyadaki refahını değil, ahirette cehennemin yakıtı olmamalarını da düşünmelidir. Buhari’de İbn Ömer’den rivayet olunduğuna göre, Rasulullah (s) "Hepiniz yöneticisiniz ve yönettiklerinizden sorumlusunuz. Hükümdar halkından, erkek ailesinden, kadın kocasının evinden ve çocuklarından sorumludur" buyurmuştur.”
İbni Kesir (rh) der ki: “Süfyan Es-Sevri... Ali (r)’dan nakleder ki: “Ey iman edenler! Kendinizi ve çoluk-çocuğunuzu yakacağı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun” kavli ile “onları terbiye edip, öğretin” manası kast edilmiştir. İbn Ebu Talha ise İbn Abbas (rhuma)’nın bu ayeti “Allah’a itaat için çalıştırın! Allah’a isyandan koruyun ve ailenize zikri emredin ki Allah, onları cehennemden kurtarsın” şeklinde tefsir ettiğini söylemiştir. Mücahid “Allah’tan korkun ve ailenize Allah’tan korkmayı tavsiye edin” anlamını vermiştir. Katade der ki “Bu ayet, onlara Allah’a itaati emretmekte, Allah’a isyanı yasaklamakta, Allah’ın emri üzerine kaim olmalarını ve bu konuda ailelerini, çoluk-çocuklarını desteklemelerini emretmektedir. Eğer Allah’a isyan ettiklerini görürsen, onları engeller ve alıkoyarsın.” Dahhak ve Mukatil de şöyle demişlerdir: “Müslümanın ailesine, akrabalarına, kölelerine ve cariyelerine Allah’ın kendilerine neyi farz kıldığını ve neyi yasakladığını öğretmesi gerekir.”
Bu ayetin manasıyla ilgili olarak İmam Ahmed b. Hanbel, Ebu Davud ve Tirmizi, İbn Sebre’den şu hadisi naklederler: “Rasulullah (s) "Yedi yaşına bastığında çocuğa namazı emredin, on yaşına bastığında ise namaz kılmaz ise onu dövün.” Bu ifade Ebu Davud’undur. Tirmizi bu hadisin hasen olduğunu söyler. Ebu Davud da Amr b. Şuayb kanalıyla Rasulullah (s)’den benzer bir rivayeti nakleder. Fukaha oruçta da durumun aynı olduğunu söylemiştir. Böylece çocuğun ibadete alışmasının sağlanacağını ve bu sayede itaate ve ibadete koyulup isyandan kaçınmayı ve kötülükleri terk etmeyi alışkanlık haline getireceğini ifade ederler.
“Kim, güzel bir aracılıkla aracılıkta (şefaatte) bulunursa, ondan kendisine bir hisse vardır. Kim kötü bir aracılıkla aracılıkta bulunursa, ondan da kendisine bir pay vardır. Allah her şeyin üzerinde koruyucudur.”
M. Ali es-Sabunî der ki: “Kim insanlar arasında şeriate uygun bir şekilde aracılık ederse, o bu işten bir sevap payı alır. Kim de şeriate aykırı bir şekilde aracılık ederse, o işten bir günah payı alır.”
İmam Taberi der ki: “Kim, iyi bir işte aracılık ederse ona onun sevabından bir pay vardır.” Allah’ı hoşnut kılacak birisine aracılık eden kimseye o işin sevabından bir pay vardır. Kim de kötü bir şeye aracılık ederse ona, o kötülükten bir hisse vardır. Allah’ın gazabına sebep olacak bir işe aracılık eden kimseye de o kötülüğün günahından bir hisse vardır.”
İmam Kurtubî der ki: “Kim fayda sağlamak üzere şefaatte bulunursa onun bir payı olduğu gibi, zarar vermek için şefaatte bulunana da vebal vardır. Güzel şefaat, iyilik ve itaat hususunda, kötü şefaat ise masiyetlerde olur. El-Hasen şöyle demiştir: "İyi şefaat, dinen caiz olan şeydir. Kötü şefaat ise dinde caiz olmayandır." Bu söz, adeta diğer görüşleri de kapsamaktadır.”
İbni Kesir der ki: “Allah (sb) "Kim iyi bir işte aracılık ederse ondan kendisine bir pay ayrılır" buyuruyor. Kim yapılmasından dolayı hayır meydana gelecek bir işi yapmaya çalışırsa bundan dolayı kendisine bir pay vardır. Kim de kötü bir işte aracılık ederse, o kötülükten kendisine bir pay vardır. Çalışması ve niyeti ile husule gelecek işten dolayı ona bir günah vardır.”
Elmalılı Hamdi Yazır ise şöyle demiştir: “Her kim güzel bir şefaat yaparsa, yani Allah rızası için bir hayra vasıtalık ve kılavuzluk ederse onun o şefaatten nasibi, güzel bir sevabı olur. Hayra kılavuzluk eden onu yapan gibidir. Ve her kim şeriate aykırı kötü şefaatte bulunursa onun da aynı oranda kötü bir hissesi olur. Allah her şeye gücü yetendir. Ve her şeyi layıkıyla gözetir. İyiyi iyiliğinden, kötüyü kötülüğünden gücü ve değerine göre hissedar eder.”
Mevdudi der ki: “İnsanlar farklı davranışlarda bulunurlar ve farklı sonuçlara neden olurlar. Bazıları insanları Allah yolunda çalışmaya O’nun kelimesini yüceltmeye davet ederler ve bunun mükafatını alırlar. Bazıları ise Allah’ın kelimesini yüceltmekten alıkoymaya çalışırlar. Bu nedenle de cezaya müstahak olurlar.”
ÇOCUĞUN ÜZERİNDEN KALEMİN KALDIRILMASI
Rasulullah (s) şöyle buyurmuştur:
“Şüphesiz ki kalem, şu üç kimseden kaldırılmıştır (onların işledikleri yazılmaz): İyileşinceye kadar deliden, uyanıncaya kadar uyuyandan ve aklı erinceye kadar çocuktan.” kaynak
Küçük çocuk ve deli bazı hallerde yükümlü sayılmışlardır. Mesela bunların mallarına Hanefiler dışındaki alimlere göre zekat farzdır. Bunlar akrabaya ve hanımlarına nafaka vermek zorundadırlar, telef ettikleri malların bedellerini ödeme mecburiyetindedirler.
Sayılan bu misallerde çocuk ve deli değil, onların velileri yükümlüdür. Bu hususlar velilere emredilmiştir. Çocuk ve deliye değil… Çocuğun Allah’a karşı bir sorumluluğu yoktur. Hakları tümüyle insan haklarıdır, yalnızca henüz mükellef ve reşid olmadığı için bir kısım haklarını veli ve vasi yoluyla kullanır. Çocuk başkasının malını telef edince bakılır; Bunu babasının veya velisinin emrini yerine getirmek için yapmış olursa zararı yine kendi öder. Fakat emreden baba yahut veliye rücu hakkı vardır. Yani ödediğini bunlardan alır.
HADANE
Ömer Nasuhi Bilmen bu konuda şunları söylemektedir:
“Hadane (çocuğu terbiye eden kadın) müslime veya zimmiye olmalıdır. Binaenaleyh harbilerin, mürtedlerin bir müslim veya zimmi hakkında terbiye etmeye istihkakları yoktur. Fakat bir müslim çocuk için Ehli kitaptan olan zımmiyye, terbiye edeci olabilir. Bu hakkın sübutu için din ihtilafı mani değildir. Çocuk hakkındaki şefkate bu ihtilaf mani olmaz. Şu kadar var ki böyle bir çocuk, zımmiyyenin yanında aklı kesinceye, dinleri teakkul edecek çağa gelinceye kadar bırakılır. Aklı kesince ondan alınır, ta ki gayr-i müslimlerin ahlaklarıyla ahlaklanmasın. Bu müddetin yedi yaşla takyidi münasip görülmektedir.”
Dikkat edilirse her Müslüman baba yedi yaşına gelmiş çocuğunu gayr-i müslimlerin her türlü telkin, propaganda, eğitim ve öğretimine karşı korumakla mükelleftir.
Hadane de aranacak şartlar hususunda İslam alimleri çeşitli görüşler nakletmişlerdir. Bu kimsede din şartının aranıp-aranmayacağı hususunda alimlerin görüşleri şöyledir:
İbn Kayyım der ki: “Çocuğun bakımını üstlenecek kimsede şu şartlar aranır:
1. Çocukla aynı dinden olması gerekir. Bir kafirin iki açıdan dolayı müslüman üzerinde hidane hakkı yoktur:
- Çocuğun bakımını üstlenen kimse, onu kendi dini üzere terbiye etme ve yetiştirme üzerine hırslı olur. Büyüdükten sonra çocuğun artık o dinden bir başkasına intikali zordur. Dolayısıyla o kimse çocuğu Allah’ın kullarını üzerinde yarattığı fıtrat halinden değiştirebilir ve o çocuk bir daha asla fıtri haline geri dönemez...
- Yüce Allah, Müslümanlarla kafirler arasında velayete son vermiş ve Müslümanları birbirlerinin velileri kabul etmiştir.
Ceziri’nin aktardığına göre “Hanefi alimlere göre bakıcılık yapacak kadının Müslüman olması şart değildir. Bir kimse zimmi bir kadınla evlenirse bu kadın o kocadan doğurmuş olduğu çocuğa bakıcılık yapabilir. Yalnız, babanın bu kadının çocuğa küfür ve fesadı aşılamayacağından emin olması şarttır. Emin olmazsa mesela çocuğu kiliseye götürdüğünü veya ona domuz eti yedirdiğini görürse, çocuğu onun elinden alabilir.
Şafilere göre kafirin Müslüman üzerinde hidane hakkı yoktur. Kafirin kafir üzerinde, Müslüman’ın kafir üzerinde ise hidane hakkı sabittir.
Malikilere göre şarap içen, zinayla meşhur olan ve buna benzer sebeplerle fasık olan kimse için hidane hakkı yoktur. Bakıcının kadın olsun erkek olsun Müslüman olması şart değildir. Ancak çocuğa şarap içirmesinden veya ona domuz eti yedirmesinden korkulursa kontrol etsinler diye bakıcısı Müslümanların yanına alınır.
Ceziri, hadanenin süresi hakkında şöyle demektedir:
“Hanefilerin cumhuruna göre 7 bir kısmına göre ise 9 yıl; Malikilere göre buluğ çağına erinceye kadar; Hanbelilere göre ise 7 yıldır.”
Vehbe Zuhayli İslam Fıkhı Ansiklopedisi’nde mezheplerin görüşlerini zikrederken şöyle demektedir: “Şafi ve Hanbelilere göre hadane de Müslüman olmak da şarttır. Kafirin Müslüman üzerinde hadane hakkı yoktur. Zira kafirin Müslüman üzerinde velayeti yoktur.
Hanefilere göre yedi yaşına ulaşmak suretiyle dinler arasındaki farkı akledinceye veya ona kendi dinine dair hususları öğretinceye ya da kendi mabetlerine götürünceye veya şarap içip, domuz eti yemeye alıştırmaya başlayarak çocuğun onunla birlikte kalmasının dini açıdan bir tehlike teşkil ettiği açığa çıkıncaya kadar onunla kalır.
Malikilere göre ise şer’an hadane süresinin sona ereceği vakte kadar onunla birlikte kalır. Ancak çocuğu şarap ve domuz eti ile beslemesi engellenir. Eğer haram bir işi yapacağından korkulursa, o takdirde onu gözetme hakkı, çocuğu fesattan korumak kastı ile Müslüman birisine verilir.”
SEDD`ÜZ ZERAİ
Sedd; önünü tıkama, kapama ve engel olmak manasına gelir. Zerai ise; sebep, bahane ve vesile gibi manalara gelmektedir. Seddü’z-Zerai ise; zararlı neticelere, fasid hükümlere götüren yolları kapamak, faydalı sonuçlara götüren yolları açmaktır.
Seddü’z-Zerai sadece Maliki ve Hanbeli fıkıh kitaplarında yer almakla birlikte sonuçları itibariyle tüm mezheplerde mevcuttur. Seddü’z-Zerai şer’i bir delil kabul edilmiş ve bu itibarla fesada sebep olan yolların kapanması veya salaha götüren yolların açılması sağlanmıştır. Bu kavramdaki temel gaye; işlerin neticelerini dikkate alarak onlara götüren yolların hükmünü tayin etmektir. “Başvurulan bir vasıta, sonunda harama götürüyorsa o vasıta da haram, helale ulaştırıyorsa o vasıta da helaldir” düşüncesinden ortaya çıkmıştır. Başka bir ifade ile “Hükümlere götüren yollar, hükümlerin şer’i sıfatlarını alırlar” düşüncesine dayanmaktadır.
Fıkıh alimleri şu fıkhi kaideyi koymuşlardır: “Harama götüren her şey haramdır.” Tıpkı bunun gibi haramı işlemek hususunda kazanılan günah İslam’a göre yalnız o günahı işleyene ait değildir. Herhangi bir haram işlenirken maddi ve edebi yönden o haramı işleyene yardım eden insan da günahta ortaktır. Böyle bir işlemde herkesin günahı o harama katılma nispetine göredir. Mesela Rasulullah (s) içki içen, imal eden, taşıyan, kendisi için taşınan ve içkinin parasını yiyen kimselere lanet etmiştir. Faizde de hüküm aynıdır. Faizi alan, veren, yazan ve bu işlemde bulunana aynı derecede lanet edilmiştir.
HARAMDA HİLEYE YELTENME
Rasulullah (s) şöyle buyurmuştur:
“Yahudilerin Allah’ın haram kıldığı şeyleri en alçak hilelerle helal sayarak irtikap ettikleri günahları sakın siz irtikap etmeyiniz.” Kaynak
“Ümmetimden bir taife gelecek ki, içkiye asıl isminden başka isimler takacak ve onu helalaştıracaklardır.” (Buhari)
“Öyle bir zaman gelecek ki, insanlar faizi alışveriş ismi altında helal sayacaklardır.” Kaynak
ŞÜPHEDEN KAÇINMA
Gerek itikadi gerekse ameli alanda olsun şüphelerden kaçınmak müminlerin üzerinde farz-ı ayn olan bir ibadettir. Şüphe haktan hiçbir şeyi ifade etmez. Şüphe tümüyle tehlikelidir. Şüphelere sarılanlar hakikatleri kaybederler.
Numan b. Beşir (r)’dan rivayet edildiğine göre Rasulullah (s) şöyle buyurmuştur:
"Helâl belli, haram da bellidir. İkisi arasında şüpheli bazı şeyler vardır ki, çok kimseler bun¬ları bilmezler. Her kim şüpheli şeylerden sakınırsa, ırzını da, dinini de tertemiz tutmuş olur. Her kim şüpheli şeylere dalarsa, içine gir¬mek yasak olan koruluk etrafında davarlarını otlatan bir çoban gi¬bi, çok sürmez içeriye dalabilir. Haberiniz olsun, her devlet başkanının kendine mahsûs bir koruluğu olur. Gözünüzü açın! Allah'ın yeryü¬zündeki koruluğu da haram ettiği şeylerdir. Haberiniz olsun ki, bedenin içinde bir lokmacık et parçası vardır. O, iyi olursa bütün beden iyi olur, bozuk olursa bütün beden bozulur. İşte o et parçası kalptir"


Sonsöz


Mümin kişi yaşantısının her anında kendisine İslam’ı ölçü edinir. Her anını Kur’an ve Sünnete teslim edene muttaki denir. Bir kişi Kuran’dan nasibini alması için muttaki olması gerekir. Günde yaklaşık 40-50 defa Fatiha’da rabbimizden bizi doğru yola iletmesini isterken Bakara suresinin hemen başında Rabbimiz şöyle buyuruyor:
“Bu, doğruluğu şüphe götürmeyen ve muttakiler için yol gösteren bir kitaptır.” (2 Bakara/2)
İslam, boş zamanlarında vaktini dolduracağın, kendisi için haftada bir saat ayıracağın aktivitelerden değildir. İslam bundan daha büyük ve daha yücedir. Bu nedenle İslam öğrenmeyi istediğin, öğrendiğinde ise bırakacağın kültürel veya sportif aktivitelerinden biri değildir.
Aklını dağıtmak için uğraşacağın, evlendikten sonra bırakacağın, işinden sonra vakit ayıracağın, ticarethane veya danışma bürosu açtığında ya da özel dersler ile ilgilendiğinde bırakıp ihmal edeceğin bir aktivite değildir…
İslam, bu değildir. İslam için çalışmak ve ona bağlanmak, senin Allahu Teala’ya hakiki kulluk etmendir. Bu nedenle Müslüman, Allah (sb)’ya yaptığı kulluk gereğince son nefese kadar İslam’ı bırakamaz.
“Ve sana yakîn gelinceye kadar Allah’a ibadet et!” (15 Hicr/99)
Yani sana ölüm gelinceye dek ibadete devam et! Allah (sb) “Cemaatten çıkıncaya, evleninceye, ticarethane açıncaya ya da zengin oluncaya kadar devam et ya da çocuğunun eğitimi gelinceye kadar” demiyor. Bilakis ölüm gelinceye kadar ibadetin devamını emrediyor.
Çünkü insanlar “Allah’ın indirdiklerine inandım” dedikten sonra hayatlarına tâğutları asla karışmamaları gerekir. Peki hayatlarının hangi bölümüne? Hiç şüphesiz hayatımızın eğitim, askeri, sosyal, siyasal, ekonomik, hukuk, yemek-içmek ve giyinmek gibi daha sayamadığımız bölümlerinin hiçbirine karışma hakkı tağutlara verilmemelidir. Peki şu anda hayatımızın bu bölümlerine ait hükümleri kim veriyor? Kim karışıyor ha¬yatımızın bu bölümlerine?
Tüm bu konularda hükümleri kim ulaştırıyorsa size, siz onun hükümlerini kabulleniyorsunuz demektir. Meselâ çocuklarınızı Allah’ın istemediği bir eğitime tabi tutmanızı kim istedi? Kim dedi de böyle yapıyorsunuz? Neden böyle bir evde, böyle bir şehirde oturuyorsunuz? Neden böyle bir okulda okuyorsunuz? Hangi vahiy birimi hükmetti buna? Neden böyle giyiniyorsunuz? Size böyle bir planı uygulattıran Allah mı? Vahiy mi? Yoksa tâğut mu? Bir düşünün…
Bakın birilerini yıllarca tâğut olarak hep karşımızda gördük, yoksa bu biz miyiz ki? Akşam evde çoluk çocuğunuzla ne yapıyorsu¬nuz? Meselâ bakın Allah kitap karşısında insanları ikiye ayırıyor:
1) Kitapla yol bulanlar. Yollarını kitaba sorarak bulanlar, ha¬yatlarını kitap kaynaklı yaşayanlar. Yaptıklarını kitap yap dediği için yapıp, yapmadıklarını da kitap yasakladığı için yapmayanlar.
2) Uyarsan da uyarmasan da, eşit olan insanlar. Bu kimseler için kitabın varlığıyla yokluğu eşittir. Hani “Kur'an ne derse desin, Allah ne derse desin ben yine kendi bildiğimi okur, kendi bildiğimi yaparım” diyenler var ya, yoksa biz de onlardan olmayalım? Bir dü¬şünelim… Belki biz de onlardanız.
“Ben Firavun değilim” demek çok kolaydır ama “Benim amelim Firavunun ameline benzemiyor” demek gerçekten çok zordur .
Allah’ın indirdiğine inandığı halde Allah’ın indirdiği ayetleri hayatına uygulamayan ama başkalarının indirdiklerini hayatının her alanına uygulayanlara bakmıyor musun? Yoksa biz miyiz bu anlatılanlar? Yoksa burada anlatılan biziz de hep başkalarına mı atı¬yoruz bunu? Bir düşünelim Allah için...
Acaba biz de kendi bilgilerimizi, kendi anlayışlarımızı, kendi heva ve heveslerimizi Allah’ın kitabının ve Rasulünün sünnetinin önüne mi geçiriyoruz? Acaba biz de kendimizi hayata etkin mi zannediyoruz? Acaba Allah’a ve Allah’ın kitabına sormadan biz de kendi ken¬dimize hayat programı yapmaya mı çalışıyoruz? Ne yapacağımızı, nasıl yaşayacağımızı, nasıl giyineceğimizi, çocuklarımızı nasıl ve ne¬rede eğiteceğimizi, nerelerden kazanıp nerelerde harcayacağımızı, hangi meslekleri seçeceğimizi, hangi okullarda okuyacağımızı kendi kendimize belirlemeye mi kalkışıyoruz? Yâni bizim hayat programla¬rımızı kim belirliyor? Çocuklarımızın mektebine ilişkin, evimize, malı¬mıza ilişkin, dükkanımıza, tezgahımıza ilişkin, gündüzümüze gece¬mize ilişkin programlarımızı kim yapıyor? Tüm bu programlarımızı Allah mı belirliyor? Yoksa biz ya da başkaları mı? Hayatımızın kaçta kaçına Allah karışıyor?
“Rabbi ona "Teslim ol!" deyince "Alemlerin Rabbine teslim oldum" dedi. İbrahim bunu kendi oğullarına vasiyet etti, Yakup da… Hani o "Oğullarım! Allah sizin için bu dini seçti. Bundan dolayı sadece Müslümanlar olarak ölünüz" dedi. Yoksa siz, Yakup’a ölüm geldiği zaman orada mı idiniz? O zaman (Yakup) oğullarına "Benden sonra neye kulluk edeceksiniz?" demişti de onlar "Senin İlahın, ataların İbrahim, İsmail ve İshak’ın İlahı olan tek İlaha kulluk edeceğiz. Biz ona teslim olanlarız" dediler.” (2 Bakara/131-133)
Ayet-i kerimelerde bir babanın oğluna nasihati ve vasiyeti zikredilmektedir. Baba olan Yakup (as) ölüm döşeğindeyken bile oğullarına Allah’a kulluk yapmaları gerektiğini söyleyerek onları şirkten korumak için çabalamıştır. Müslüman bir babanın evladına verebileceği en büyük nasihat; Allah’a kulluk yapması, şirk ve küfürden uzak durması yönündeki nasihatlerdir. Hiç şüphesiz bu, Allah’ın emridir. Allah (sb) ölüm anında bile olsa evladımızı put ve putperestlikten koruma yollarını aramamızı bize emretmiştir. Bırakın put ve putperestliğin verildiği yerlere çocuklarımızı ellerimizle teslim etmeyi, çocuklarımıza bu şirki telkin etmeyi, onları bu putperestlik noktasında yumuşatmayı bile mubah görmemiştir.
Kemalistlerin okullarına ufacık yavrularını teslim eden zavallılar neden Yakup (as) gibi davranmıyorsunuz? Çocuklarınızı putperest Kemalistlerin ellerine kendi ellerinizle teslim ediyorsunuz!!! Bu ayeti kerimeler sizleri hiç ilgilendirmiyor mu?
Sakın ama sakın, “Ne yapalım, mecburuz” demeyin!... Çünkü ikrahı mülci altında yapılmayan bütün küfür ve şirk sözler Allah (sb) katında mazeret değildir.
İkrah, eksik ikrah olursa, küfür kelimesi söylemeye asla ruhsat yoktur. Bağlanma, hapis veya herhangi bir uzvun telef olmasına yol açmayan dövme, eksik olan ikrah cümlesindendir. Bu durumlarda kelime-i küfrü söyleyen kimse ihtiyar ortadan kalkmadığı için küfre düşer.
Çocuğun yapmış olduğu küfür sözler ve fiiller, bunlara sebep olduğu için babasına da şamildir. Çünkü buna rıza göstermiş, oraya çocuğunu kendi iradesi ve ihtiyarı ile teslim etmiştir. Çocuğun velayeti babada olduğundan ötürü yapmış olduğu o fiiller, babayı da kapsar.
“Rabbimiz! Bizi doğru yola erdirdikten sonra kalplerimizi eğriltme, katından bize rahmet bağışla! Şüphesiz ki Sen sonsuz bağışta bulunansın.” (3 Ali İmran/8)
Tağutlara karşı tavizsiz, uzlaşmasız bir mücadele sürdüren İslam’ın neferlerine, Kuran’ın aziz bekçilerine!...
Alemlerin Rabbi olan Allah’a hamd olsun, Muhammed’e, onun âline, ashabına ve kıyamete kadar onların yolunda olanlara salat ve selam olsun.
Bundan sonra aktaracağım sözler arap alemindeki devlet okulları için söylenmiş sözlerdir. Hiç şüphesiz Arap ülkelerindeki okullarla, Türkiye’deki okullar karşılaştırıldığında, Türkiye’deki okulların küfürde ve haramda çok daha fazla ileri gittikleri gözleri gören herkes tarafından müşahede edilecektir.
* Küfrün işletildiği günümüz tağuti okullarına çocuğunu gönderen veli küfre girer. (Şeyh Mahmut Abdulaziz Yusuf)
* Tağutların okullarına buğz eder ve sakınmaya davet ederiz. Okula, öğrenmek yada öğretmek amacıyla girenleri hemen tekfir etmeyiz. Ancak bu kişiler küfrü işler ya da ortak olur ya da caiz görür ve ona davet ederse o zaman tekfir ederiz. (Ebu Muhammed el-Makdisi)
* Tağutların okullarına gidip küfür ameli işleyen, erginlik çağına ulaşmamış çocukları tekfir etmeyiz. Ancak erginlik çağına ulaşmışsa ve küfür amellerini işlerse tekfir ederiz. Kesin küfür ameli işlettirileceğini bildiği halde çocuğunu okula gönderen veliler de zahiren küfre girerler.
(Şeyh Ebu Meryem Abdurrahman b.Tela’a el-Mihlif)
* Bu okullar İslam ve Müslümanlar için en tehlikeli, en zararlı kurumlardır. Gençlerden dinlerini ve inançlarını almak, ahlaklarını yok etmek, onları kafir ve dinsiz yapmak için kullanılan en önemli araç işte bu okullardır. (Şeyh Ahmed b. Muhammed Sıddık Ğımari el-Haseni)
* Şu anki okullarda okutulan ders programları, açıkça cahiliye boyası ile boyanmıştır. Bu müfredatlarda vatancılık, milliyetçilik, laiklik ve sosyalizm propagandası yapılmasa, Allah’ın şeriatıyla hükmetmeyenler övmeseler dahi günah olarak yeterli gelirdi. Fakat gerçekte hiçbir eğitim merhalesinde bununla yetinilmez, beyinlerde dine muhalif kültür ve ilim oluşturulur. Kulları Allah’a ibadet etmekten çıkarmak onların son hedeflerindendir. (Şeyh Muhammed Kutub)
* Ders programları İslama uygun değildir. Bozukluk üstüne kurulan her şey bozuk olur. Buna binaen İslama ters düşen yanlışlar da sonuç itibariyle var olacaktır. Atasözünde geçtiği gibi “Kötü rüyalar görmek istemeyen, mezarların yanı başında yatmasın.” İslama tutunmak isteyen, islama muhalif hiçbir eğitim müessesesine girmesin! (Muhammed Nasır)
“Çocuğuna küfür medresesine gönderen veliyi tekfir etmek, İslam Kadısı’nın işidir” diyenler, “Okula çocuğunu gönderenlere Müslüman demek de İslam Kadısı’nın işidir” demeleri gerekmez mi? “Fesat medreselerine çocuklarını gönderen kimseler hakkında ihtilaf var” diyenler! Öyleyse hiç olmazsa bu ameli işleyenlere, bidat işleyenlere uygulanan hukuku uygulayın!.. Ama nerde onlar da bu samimiyet!...
Yeryüzünde Allah’ın halifesi olabilmek; Allah’ın hidayetine tabi olup O’nun eğitimi altına girmekte ve öğrenilenleri eyleme dökmekte yatmaktadır.
“Âdem’e bütün isimleri öğretti.” (2 Bakara/31)
“Daha sonra (Allah): "Ey Âdem! Onları adlarıyla haber ver" deyip de o da onları isimleriyle söyleyiverince…” (2 Bakara/33)
Âdem (as) çamurdan yaratıldığında, önemli bir yaratık değildi. Verimsiz bir toprak misali… Vatka ki Allah (sb) kendi ruhundan üfledi ve eşyanın ismini öğretti yani bir eğitimden geçirdi ve ilim sahibi kıldı, işte o zaman yeryüzünün itaat edilmesi gereken önemli bir şahsiyeti haline geldi. Kendisine verilen eşyanın ismiyle, yani ilim sahibi olmasıyla birlikte ona secde edilmesi istenmiştir. Bu ayetlerden Rabbani eğitimden geçmemiş, cahil insanların hiçbir değerinin olmadığını anlamaktayız. Kul Ahmet, Kul Mehmet, kul Ayşe vs… olmak kişiyi üstün kılmaz, kişiyi üstün kılan, şahsiyetli ve değerli olmasını sağlayan, elde edeceği hayırlı ilim ve ameldir. Nasıl ki Âdem (as)’a eşyanın ismi öğretildi yani bilgi yüklenip diğer yaratıklara karşı üstün kılındı ise aynı şey bizler için de geçerlidir. Bizler bilgi sahibi olunduğumuzda ve ihlâsla amel ettiğimizde diğer insanlardan üstün hale gelmekteyiz..
Allah (sb)’nın eğitiminden geçilerek diğer insanların başına getirilmek, önemli görev ile vazifelendirilmek, bütün Peygamberlere uygulanmıştı. Emin Muhammed olarak girdiği Hira mağarasından (okulundan) Rasul Muhammed olarak çıkarıldı. Yani kendisine kitap ve peygamberlik verilmiş olarak cahil insanlardan arınmış, üstün bir hale geliverdi. İlk ayetin, ilk eğitimin "Oku" olması, insanı önemli derecede düşünmeye sevk etmektedir. Yeryüzünde hiçbir dinin, hiçbir ideolojinin hiçbir anayasanın ilk maddesini "Oku" olarak görmemekteyiz.
Bu, İslam dininin üstünlüğünü gösteren birinci gerçektir. Müteakiben ikinci ayetin "Yaratan Rabbinin adıyla oku!" oluşu, irdelememiz gereken diğer bir meseledir. Neyi, nerede, nasıl ve ne şekilde okursan oku, öğrenirsen öğren, yaradan Rabbin ile yani Allah (sb) ile birlikte, Allah (sb)’yı devreden çıkarmadan, Allah (sb)’nın istediği şekilde, O’nun koyduğu helal ve haram sınırlarına riayet ederek okunup öğrenilmesi ve fiiliyata dökülmesi demektir.
Okumayı, öğrenmeyi, iyi bir eğitimden geçerek iyi bir öğretici (muallim) olmayı emreden yaradan Allah, devre dışı bırakılırsa yani kalbimizde, hayatımızda varlığı ve birliği bilmezlikten gelinirse bu eğitim, dünyada yetersiz kalacak, ahirette de kaybedenlerden olmaya vesile olacaktır. Beşeri sistemlerde okumanın sadece okul sıralarıyla sınırlı olduğu bilinen bir gerçektir. Oysa İslâmiyet’te beşikten mezara kadar okuyup öğrenilecek olan bilgiler insanı hem dünyasında, hem ahiretinde kurtaracak ve Âdem (as) gibi yüceltecektir.
Ahiret âleminin yani hesap ve muhasebe gününün unutturulması, ölüm sonrası diriliş hatırlatmaksızın sadece dünyayı kurtarma gayesiyle eğitim ve öğretim verilmesi, insanları önce fert fert, sonra toplum olarak bozulmaya, mahvolmaya itmiştir. Allah (sb)’yı eğitiminde, öğretiminde ve bütün hayatında tamamen devre dışı bırakanların, cahil şeytan İblis’ten bir farkları kalmaksızın üstünlük tasladıklarını, hem kendi nefislerine, hem diğer insanlara zulmeder hale geldiklerine bizzat şahit olmaktayız. Yaradan Allah (sb) ile, O’nun ilmiyle okumayan dinsizlerin ne kendilerine ne de diğer insanlara bir faydası olmamıştır, olamaz da…
"Ki O, kalemle yazı yazmayı öğretendir. İnsana bilmediğini O öğretti." (96 Âlak/4-5)
Kalemle yazmak, kalemi kullanmak, kalemi değerlendirmek fakat Allah (sb)’nın tekliflerine riayet etmek koşuluyla değerlendirmek, bizden sonraki nesillere hayırlı ilimler, gerekli bilgiler bırakmak üzere kalemi kullanmak, bilgi sahibi olan eğitimcinin aslî vazifesidir. Nefsini, hevasını ilah edinerek kalemi değerlendirmek, kalemi Allah’a ve dinine karşı muhalefet etmek üzere kullanmak, Allah (sb)’nın ayeti olan kalemle, O’na karşı savaş açmak; insanı, şeytan tarafından kullanılan kalem haline getirir. Şeytanın kalemi, şeytanın aracı haline dönüşmüş eğitimcinin körpecik beyinlere, gencecik insanlara en doğru olanı öğretmesi mümkün müdür hiç? Şüphesiz böyle bir eğitimci, eğittiği çocukları öncelikle Allah’a şirk koşmaya, sonra bütün haram sınırlarını çiğnemeye iter.
Eğitim; Allah (sb)’nın büyük bir lütfu ve nimeti olan kalemi, ilahi rızaya uygun şekilde kullanmakla, insanoğlunu en doğru yola, adalete ve kurtuluşa götürmektir.
Gayri İslami eğitimler gençleri hırsızlığa, arsızlığa, fuhşiyata, katilliğe, esrarkeş eroinman olmaya zorlamaktadır. Yanlış eğitimin faturası yine gençlere çıkarılmakta ve onlar suçlanmaktadırlar. Gençler suçlanmadan önce onları, o suçlara iten sebepleri ve sebep olan eğitim sistemini araştırmak, eğitimi ve eğitimciyi sorgulamak gerekir…
"Oku" emrinin bir diğer anlamı "düşün" şeklinde karşımıza çıkmaktadır. Örnek eğitimci olan peygamberlerden İbrahim (as)’ı kavmini düşünmeye, düşünerek Allah’ı bulmaya, inanmaya, dolayısıyla yücelmeye sevk ettiğini müşahede ediyoruz. İnsan içinde yaşadığı toplumu, eğitim şeklini, yaşam ve inanç tarzını düşünmeli!
Son nefesimizi verinceye dek öğrenci konumunda olduğumuzu unutmamalı ve "Her bilenin üzerinde bir bilen vardır" ayetinin mahiyetini iyi idrak ederek daima en iyi bileni, daha çok bilenleri araştırıp bulmalı ve ilminden, derin bilgisinden faydalanmalıyız.
İlmiyle amil, takva ehli İslam davetçileri yetiştirmeliyiz. Yeryüzünü saran misyoner ve siyonist zihniyetin fitnesinden, eğitiminden, kültüründen, aşağılık düşüncelerinden kurtulmanın yegâne yolu, Allah (sb)’ya ve kitabına sımsıkı sarılmak, çocuklarımızı İslam ilmiyle, kültürüyle yetiştirmek, Rabbini eğitim metoduyla kurtuluşa sevk etmektir.
Eğitimi özgürleştirmenin, dürüst, seviyeli, erdemli hale getirmenin yolu Kuran’daki ilahi mesajları almaya ve yaşamaya çalışmaktan geçmektedir.
"Evlerinizde okunan Allah’ın ayetlerini ve hikmetini hatırlayın…" (33 Ahzab/34)
Okul haline getirilecek evlerimizde, ayetleri ve hikmetini incelemeye başlayarak iyi bir eğitimci olabiliriz. Bu da büyük bir sabır ister. Allah’ın izniyle sabrın sonu selamettir…






DİN NASİHATTIR:

Öncelikle şunu belirteyim ki, okulun içindeki küfürleri küfür kabul etmeyen. Kişelerle okul meselesini anlatmaya gerek yok bu kişiye ancak Allah cc dinini anlatacan. Bu kişinin LA İLAHE İLLALLAHI yaşamıyordur. Velevki yaşar gibi görükse bile.

Okuldaki içindeki küfrü kabul edip ve çocuğunu bu küfürlerden koruduğunu iddia eden kişiye. Soralım yada kendi kendine sorsun elindeki fazla parası yada arabasını çocukla birlikte ve sadece çocuğun konturolun da okula yollarmı. Yolamasa demekki dünya zenginliğini ahret zenginliğinden daha çok seviyordur. Yollarsa demek ki dünya ve ahret zenginliğin de riske ata biliyor demekki. Bu kişi her şeyi rizke ata bilir.

Okul meselesinde velinin konumu ihtilaflı o yüzden alimler ihtilaflı meselede tekvir edilmez. Diyenlere ise demek ki bu olayda velinin kafir ola bileceği ihtimalinide kabul ediyor. O zaman Peygamber efendimiz sav günah olan meselede bile nasıl sakındırmış bir bakalım.

6642 - Ebu'l Hamra radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam'ı, yanında bir kap içinde bir miktar zahire satan bir adamın yakınlarından geçtiğini gördüm. Mübarek elini kabın içine sokup (kontrol ettikten sonra) adama: "Sen hile yapmışa benziyorsun. Bize hile yapan bizden değildir" buyurdu."
Abdullah b. Ömer'den (r.a.) rivayet edildiğine göre Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Kim kendini bir kavme benzetirse, o da onlardandır." ( Ahmed: 2/50-92, 7/142, Ebu Davud Libas: 4031


ALLAH resulunun günahta bile nasıl sakındırdığını örneklerini çoğalta biliriz. Göndereni tekvir etmesen bile hiç olmasa sünnete uyda olayı meşrulaştırmayın. Çünkü insanlar konuşmalarda işine gelen kısmı almayı sever.


Okul meselesinde velinin fiilini değilde sözünü yani korudugunu delil alan kişiyede şunu derim kardeş öncelikle veliye sor hangi küfürlerden koruyor. Okulun içindeki küfürleri tam biliyormu bir bak bilmiyorsa bilmedikleri şeyden nasıl koruyor. Ben sözü delil alırım diyorsan tamam yanlışta olsa da bu tevilin islamen gecerli. Usulüne uygun hareket edersen ama şunu ulutmayalın ki bu usul o kişiyi ança tekvir üsülüne göre kurtarır. Yani bu sadece kadının hükmünde kurtarır.
 
T Çevrimdışı

Tevhid-Dini

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
eee sonuç ?

yazı baştan sona tutarsız bir yerde tekfir ediyor bir yerde etmiyor

ayrıca kaynak da belirtmemişsiniz
 
T Çevrimdışı

Tevhid-Dini

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
yazıda
"Bundan sonra aktaracağım sözler arap alemindeki devlet okulları için söylenmiş sözlerdir. Hiç şüphesiz Arap ülkelerindeki okullarla, Türkiye’deki okullar karşılaştırıldığında, Türkiye’deki okulların küfürde ve haramda çok daha fazla ileri gittikleri gözleri gören herkes tarafından müşahede edilecektir. " diyor

küfür küfürdür biri daha ileri gidiyor diğeri daha az ne demek? yani çok küfür işlenen yere gönderilmez ama az küfür olan yere gönderilir mi?
 
T Çevrimdışı

Tevhid-Dini

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
elbette Tagutun Okullarına çocuk gönderilmesini kimse tasvip edemez
varsa imkanı kimse göndermesin
ama göndereni de Tekfir etmek kimin haddine ?
 
Abdulmuizz Fida Çevrimiçi

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Dar'ul-Harb'te Çocukları Okula Göndermenin Hükmü

 
Son düzenleme:
G Çevrimdışı

gaffari

Üyeliği İptal Edildi
Banned
elbette Tagutun Okullarına çocuk gönderilmesini kimse tasvip edemez
varsa imkanı kimse göndermesin
ama göndereni de Tekfir etmek kimin haddine ?

TAGUTU KABUL EDİYON DEGİLMİ RET EDİLMESİNİ RET EDİLMEDEN MÜSLÜMAN OLUNMAYACAGINI BUNA CEVAP VER ONDAN SONRA DEVAM EDELİM. İNEGİN BOYU YAŞI CİNSİ RENGİ NE DİYE KONUŞMAYA
 
A Çevrimdışı

Abu Huzayfe

Üyeliği İptal Edildi
Banned
elbette Tagutun Okullarına çocuk gönderilmesini kimse tasvip edemez
varsa imkanı kimse göndermesin
ama göndereni de Tekfir etmek kimin haddine ?

esselamu aleykum.. imkanı varsa göndermesin- ne demek kardeşim bir açıklarmısın. nasıl bir imkan bekliyorsun?

birde 'tekfir etmek kimin haddine' yazmışsın. bir musluman dini ile ilgili hukumleri verirken sana hesab mı verecek.. musluman arastırıp öyle cıkar karsına merak etme. işkembeden sallamaz.. sağlam deliller getirir koyar masaya.. ozaman anlarsın haddi hesabı.. ne bu gevşeklik.. subhanAllah
 
T Çevrimdışı

Tevhid-Dini

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
lafı o halde dolamayın ve söyleyin Çocuklarını okula gönderenleri tekfir ediyor musunuz?
 
A Çevrimdışı

Abu Huzayfe

Üyeliği İptal Edildi
Banned
Anlamadım benim tekfir etmem yada etmemem seni ne ilgilendirir ? ayrıca lafı dolamıyorum gayet acık ve net konustum.. anlayana. rabbim kusurlarımızı bagıslasın..
 
A Çevrimdışı

Abu Huzayfe

Üyeliği İptal Edildi
Banned
SubhanAllah. bu seni ilgilendirmez kardeşim. röportaj yapmıyoruz senin ile. içinde bir diyecegin varsa söyle! beni sorgulamak sana düşmez..
 
G Çevrimdışı

gaffari

Üyeliği İptal Edildi
Banned
esselamu aleykum.. imkanı varsa göndermesin- ne demek kardeşim bir açıklarmısın. nasıl bir imkan bekliyorsun?

birde 'tekfir etmek kimin haddine' yazmışsın. bir musluman dini ile ilgili hukumleri verirken sana hesab mı verecek.. musluman arastırıp öyle cıkar karsına merak etme. işkembeden sallamaz.. sağlam deliller getirir koyar masaya.. ozaman anlarsın haddi hesabı.. ne bu gevşeklik.. subhanAllah

KARDEŞ BANA SORULANI SEN CEVAPLARSAN BU ZİHNİYETTEKİNLER OLAYI SULANDIRMA HAKKI BULUR
 
A Çevrimdışı

Abu Huzayfe

Üyeliği İptal Edildi
Banned
SubhanAllah.. bu seni ilgilendirmez kardeşim.. röportaj yapmıyoruz senin ile.. beni sorgulamak sana düşmez.. fakat içinde bir diyecegin varsa söyle rahatla..
 
T Çevrimdışı

Tevhid-Dini

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Abu Huzayfe demogojiyi bırak ve sadete gel son kez soruyorum tekfir ediyor musun etmiyor musun?
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Üst Ana Sayfa Alt