İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler
İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.
Çok eski bir web tarayıcısı kullanıyorsunuz. Bu veya diğer siteleri görüntülemekte sorunlar yaşayabilirsiniz.. Tarayıcınızı güncellemeli veya alternatif bir tarayıcı kullanmalısınız.
İmam Şâfiî, günün birinde İmâm Mâlik’in yanına gelmişti… İmam Mâlik onun zekâsından ve hızlı kavrayışından çok etkilendi ve: “Şüphesiz ki Allah senin kalbine bir nûr bırakmış; sakın hâ, bu nûru günah karanlığı ile söndürme” diye tavsiyede bulundu. Fakat gün geldi İmam Şâfiî, onun bu tavsiyesine muhalefet etti ve hocası Veki‘ b. Cerrâh’a giderken nefsine uyarak yol üzerinde bir kadının ayak topuklarına baktı. Görmüş olduğu bu haramın neticesinde artık unutmaya ve hafızasının gücünü kaybetmeye başlamıştı. İmam Şâfiî öyle bir zekâya sahipti ki, ezber yaparken ezberlediği şeyler karışmasın diye, elini diğer sayfaya koyardı. Hafızasının bu denli zayıflamasını hocası Veki‘ b. Cerrâh’a anlattı. Hocası “hafıza için en faydalı ilâç” sadedinde İmam Mâlik’in günahların terkine dâir yaptığı nasihati aynen yineledi. Bu olay üzerine Şâfiî şu şiiri söyledi:
'' Allah'ın dininde şu şartlara haiz olmayan bir kişinin fetva vermesi helal değildir. Allah'ın kitabını nasihi, mensuhu, muhkemi, müteşabihiyle bilecek, yine bunların Mekk-i'sini Meden-i'sini, te'vilni, tenzilini ve kendilerinden ne murad edildiğini bilecektir Bundan sonra ise Allah Rasulünün sallallahu aleyhi ve sellem hadislerini nasihi, mensuhuyla bildiği gibi, Kur'an hakkında bilmesi gerekenlerin aynısını hadis hakkında da bilecektir. Ayrıca lugatı iyi bilmesi gerektiği gibi, şiiri de Kur'an ve Sünnet'in anlaşılmasında kendisine ihtiyaç duyulacak kadar bilmelidir ve bildiklerinide insaflı bir şekilde kullanmalıdır. Bundan sonra da farklı beldelerde yaşayan alimlerin ihtilaflarını gözeten ve zikredilen bu vasıfların kendisinde bir mizaca dönüştüğü kimselerden olması gerekmektedir.'' [1]
Bu şartlara haiz olmayan yahut bu şartlara haiz olanların diliyle konuşmayan kimseler size '' şu haram, şu helal, şu mürted'' derse ; ondan kaçın.
İbn Kayyim el-Cevziyye, İ'lamu'l-Muvakkiyn ,1-46
İmam Şafi, Bağdad’a girdiği gün, ilk işi Ebu Hanife’nin kabrini ziyaret etmek olmuştu. Sabah namazında o makamda bulunmuş, namazda Kunutları okumamıştı. Halbuki kendisi sabah anamzında kunut duasının okunmasını söylerdi. Neden sabah namazında kunut duası okumadığı sorulduğunda, "Ben İmam Ebu Hanife’nin söylemediği şeyi yapmaktan utandım. Bu sebeple böyle davrandım.” demiştir.
(İmam-ı Şarani, el-Uhudü’l-Kübra, Bedir Yayınevi, s. 764-765)
- Benim üzerime mu'min bir köle azat etmek vacib oldu. Bu kâfi midir? diye sordu.
Peygamber (s.a.v) o cariyeye sordu: "Sen mu'min misin?"
Cariye: "Evet" dedi.
Peygamber (s.a.v.): "Peki, ALLAH nerededir?" diye sordu. Cariye göğe işaret etti.
Bunun üzerine Peygamber: "Onu azad et, o mu'mindir" dedi. (Muslim, el-Mesacid, 33; Ebû Davud, es-Salat, 167, Eyman, 16; Nesâî, Sehv ; Muvatta, Itk.8-9; Ahmed îbn Hanbel, 11/291. 1; İbnu Ebi'l-İzz el-Hanefi, Şerhu'l Akîdeti't-Tahâviyye, Beyrut 1988, s. 288; İmam-ı Azam'ın Beş Eseri, İstanbul, 1981, s. 45-48 Arabca kısmı).
Nitekim Ebû Hanife'nin talebesi Ebû Yusuf, ALLAH'ın gökte (yukarıda) olduğunu reddeden Bişr el-Merisî'yi bu görüşünden dolayı hesaba çekmiş ve tövbe etmesini istemiştir. (İbnu Ebi'l-İzz el-Hanefi, Şerhu'l Akîdeti't-Tahâviyye, Beyrut 1988, s. 288)
İbnu’l-Kayyim Rahimehullah şöyle der: “Avamın bilinen mezheplerden sadece birine bağlanması zorunlu mudur,
değil midir? Bu konuda iki görüş vardır. Bir görüşe göre yalnız bir mezhebe
bağlanması gerekmez. Kesin doğru olan budur. Çünkü Allah ve
Rasulü’nün vacip kıldığı dışında vacip olmaz. Allah ve Rasulü de ümmetten
sadece bir kişinin mezhebine bağlanmasını kimseye vacip kılmamıştır. Önceki
nesiller böyle bir şeyden beri olmuştur ve böyle bir şeyi kimse söylememiştir.
Kaldı ki, avamdan insanların bir mezhebe bağlanması da doğru olmaz.
Çünkü avamın mezhebi yoktur. Zira mezhepli olmak, ancak belli bir şekilde
görüş ve delillendirme sahibi olup mezheplerden anlayanlar için sözkonusu
olur. Belli bir kişinin bütün görüşlerini almak ve başkalarının görüşlerini
terketmek anlamında ümmetten sadece birinin mezhebini almak hiçbir
kimsenin üzerine vacip değildir. Böyle bir şey, ümmette ortaya çıkan çirkin
bir bid’attır. Allah’ı ve Rasulü’nü Sallallahu Aleyhi ve Sellem en iyi bilen ve
ümmet içinde derecesi ve kıymeti en büyük olan ümmetin imamlarından
hiçbiri böyle bir şeyin zorunlu olduğunu söylememiştir.
taklidin toplumda taassuba neden oluşunu şöyle ifade etmektedir: “Öteden beri Müslümanlar, meselelerini bir mezhep kaydı ve kaygısı olmaksızın, alimlere sorarlardı. Ve bu şekilde davranan hiç kimse kınanmazdı. Mezhepler ve mukallidler ortaya çıkıncaya kadar bu böyle devam etti. Dinde taklid ortaya çıkınca ardından taassup da oluştu. Bu mutaassıp mukallidler, görüşleri Kitab ve Sünnet’e uzak olsa bile, mezhep imamına tabi olmakta ve sanki bir peygambermiş gibi onu taklid etmektedirler. Oysa bu durum, haktan ayrılmanın ve doğruluktan uzaklığın bir göstergesidir.
“Avamdan olan kişiler dört mezhep imamlarının birinden veya başka alimlerden sorabilirler. Ne soran kişilerin ne de fetva veren müftünün dört mezhep imamından biri ile bağlı kalması gerekmediği gibi, alimin de kendi memleketinin veya diğer memleketlerin birinde kendisi ile amel edilen belli bir hadise bağlı kalması gerekmez. Sahih bir hadis bulduğunda onunla amel etmesi gerekir
"Eğer "Allahü teâlâ, "Rahman Arş'a istiva etmiştir" buyurmuştur" denirse şöyle cevap verilir:-"Bu (türlü) ayetler bunlara ve benzerlerine, ilimde derinleşmek arzusunda olmayan kimseleri cevap vermede şaşkınlığa sürükleyen müteşabihattandır. Yani bu kimseler bu türlü ayetleri olduğu gibi kabul edip, araştırma yapmamalı ve bunlar üzerinde konuşmamalıdır. Çünkü kişi ilimde rüsuh (derin kavrayış) sahibi olmadığı zaman şüpheye ve vartaya düşmemekten emin olamaz. Onun, Allahü teâlâ'nın sıfatları hakkında, zikrettiğimiz gibi inanması gerekir. Allahü teâlâyı hiçbir mekân ihata edemez. O'nun üzerinden zaman geçmez. O, hudut ve son noktalara sahip olmaktan münezzehtir; mekân ve yönlerden müstağnidir. "O'nun benzeri hiçbir şey yoktur." (42/eş-Şûrâ, 11)''- (İmam eş-Şâfi'î, el-Fıkhu'l-Ekber)
Maliki alimlerinden Ebu Abdillah El Kurtubi (600-671 h/1204-1274 m) “Ayetul Kursi”ni tefsir ederken “El Aliy” (yüce) kelimesinin izahında diyor:
“O Alîydir.” Bununla kadrin ve konumun yüksekliği anlatılmak istenir. Mekân itibariyle yükseklik değil. Çünkü yüce Allah mekân tutmaktan münezzehtir.
İbni Kesirin “El Bidaye ven Nihaye” isimli kitabının 10.cu cildinin 327. sayfasında şu sözler geçiyor:
“Imam Beyhaki “Menakibu Ahmette”,Hakimden,O Amr bin Semmaktan,O da Hanbel Ibnu Ishaktan(Ahme bin Hanbelin Kardeşi oğlu) rivayet etmişdir ki;
Ahmed Ibni Hanbel “Rabbin geldi”(fecr 22) ayetini “Rabbinin sevabi geldi” şeklinde tevil etmişdir.
Sonra Beyhaki şöyle demiştir:Bu üzerinde toz bulunmayan,sağlam bir isnaddir”
Rebî’ b. Süleymân (öl. 270h.), Allah’ın sıfatları hakkında imam Sâfiî’ye (öl. 204h.) sordugu bir soruya imam Sâfiî’nin söyle cevap verdigini söylemistir: “Akılların, Allah-u Teâla’yı temsîl ve tesbîh etmesi, tasavvurların O’nu sınırlaması, zanların kesin bilgi ortaya koyması, gönüllerin düsünüp anlaması, iç âlemdeki tefekkürlerin derinliklere dalması, zihinlerin ihata edip kusatması ve akılların düsünüp kavraması haramdır, yasaktır; ancak Allah’ın bizzat kendisini tanımladıgı, ya da Peygamberi sallallâhu aleyhi ve sellem’in diliyle açıkladıgı bilgi ve sıfatlar müstesnâ.
Abdullah b. Abdulhamid el-Eseri
isim ve Sıfatlar Tevhidi
Aklıma İmâm Suyûtî rahimehullah geldi. Mısır da Ezher-i Şerîf'te 16 yıl ilim tahsil etmiş ama bir gün dahi 'Nîl Nehrine' gitmemiş. Ki Mısır'a gidip de Nîl nehrine uğramayan hemen hemen yok diyebilirim. Sorduklarında; Ben Mısır'a ilim talep etmek için geldim, Nîl'e bakmaya değil' demiş. Subhânallah, Şimdiler de hepimiz gezmek, tozmak, yemek, içmek kaygısına düşmüşüz. Rabbimize yaklaştıracak ilimlerden uzaklaşıp, Evlerimizin yanında ki ilim meclislerini terketmişiz. Rabbim bize acısın
Kardeşlerinizi destekleyin...
Kardeşlerinizi destekleyin ki Allah'ın dini yücelsin.
Allah'a yalvarın...
Allah'a samimi olarak yalvarın ki sizin için Cihad cephelerine bir yol açsın...
Gecenin son üçte birinde kalkıp göz yaşı dökün ve Allah'ın ilk semaya indiği bu vakitte dua edin...
Ve bilin ki,
Bu din Dünya'nın her köşesine ulaşacak...
Gece ve gündüzün ulaştığı her köşeye...
Öyleyse: diğerleri harekete geçene kadar bekleyenlerden olmayın...
Onlardan biri olmaktansa: sözleri ve amelleriyle dini zafere taşıyanlardan biri olun...
|Abu Adem - Afganistan
Hadis ve Şâfi'î fıkıh alimi Imam- Şa'rânî rahimehullah "Dua ederken yukarıya bakmamak" başlığı altında diyor ki:-"Allahü teâlânın belli bir sınır olmadığı gibi, yönleri de yoktur...Buhari ve diğerleri merfuan şu hadisi anlatırlar: (Bazı kimselere ne oluyor ki, namaz kılarken gözlerini yukarıya dikiyorlar? Bu davranışlarına ya son verirler ya da gözlerinin yok olacağını bilmelidirler.)" -(El-Uhudü'l-Kübrâ, Bedir Yayınevi, s.810-811 ve s.843)
'Ve Allâh-u Te’âlâ’ya dua etmek isteyen kişi göğe yönelir, tıpkı namaz kılacak olan kişinin Kâbe’ye yöneldiği gibi. Bu ,Allâh-u Te’âlâ’nn gökle sınırlı olduğu manasına gelmez Kâbe cihetinin O’nu sınırlamadığı gibi. Fakat gök dua edenlerin kıblesi olduğundandır''-....( İmam Nevevi, Müslim şerhinde)