abdülmuiz fida verdiğim cevaplar hem ilmi hem vicdani hem insani hemde şer idir. verdiğin ve konuya delilgösterdiğin ayetlerden hiç birisenin fikrine delil ittihaz edilmez. kendini aşılmaz,allemegösterme çabanda cabası.bak buraya ehli sünnet ilmi kelamından alıntı yaparak aynen kopyalıyorum.her ne sebepse tekfir konusunu işleyen kelam müçtehidleri seninle hem fikirdeğiller.
küfür ile iman arasındaki sınırı tesbit etmek kolay bir şey değildir. Fakat şu da sabit olmuştur ki tekfir çok ağır bir hükümdür. Bu hükme varırken çok iyi araştırmalı, durumu tarafsız olarak muhakeme etmeli, bir müminin kâfir olduğunu ilân etmenin İsiâm dinine getireceği faide ve zararları çok iyi hesap etmelidir. Nasıl olsa kendimize deği! başkalarına tevcih edilen bir silahtır, diyerek tekfirin dikkatsiz, insafsız, ciddiyet ve ehliyetten uzak olarak kullanılmasının ne büyük tehlikeler doğurduğunuda görmüş olduk.
Râğıb el-lsfahânî (v. 502/1108), mutlak manada kâfir kelimesinin : Allah'ın birliğini, nübüvveti veya şeriatı, yahut da her üçünü İnkâr eden insan için kullanıldığını söyler.
[29]
Gazzâlî, küfre düşmek demek : Muhammed aleyihsselâmı Allah'tan getirip tebliğ ettiği şeyler hususunda tekzibetmek demek olduğunu belirttikten sonra tekzib için altı derece ayırır
[30]:
1) Yahudi, hıristiyan, ateşperest, putperest gibi İslâmın dışındaki dinlere mensub olanlar. Bunların kâfir öldükten Kur'an ile sabittir. Bütün ümmet de bunda müttefiktir.
2) Nübüvveti inkâr eden Brahman'larla Allah'ı inkâr eden materyalistler. Bunlar da birinci gurup gibi kâfirdir.
3) Allah'ı ve nübüvveti kabul etmekle beraber dinî naslara aykırı görüş beyan eden islâm filozofları. Gazzâlî islâm filozoflarını üç noktada tekfir eder: a) Haşrin cismânî olmıyacağı görüşü, b) Allah'ın cüzi eşya ve hadiseleri bilmediği görüşü, c) Kâinatın kadim olduğu görüşü. Yalnız Gazzâlfnin, bu tekfirinde müfrit olduğunu, islâm filozoflarının bu noktalarda tekfir edilemiyeceğini ileri sürenler de vardır
[31]
4) Mu'tezlle, Müşebbihe ve diğer bütün fırkalar. Bunlar tevillerinde hataya düşmüşlerdir. Bu fırkaların durumu içtihada bağlıdır. Ağır basan taraf odurkî elden geldiği kadar tekfirden kaçınmalıdır. Zira Lâ ilahe illallah Muhammedu'r-rasûlüllah deyip de Kâ'beye doğru namaz kılan insanların kâfir olduklarını ilân ederek can ve mal masuniyetlerini ortadan kaldırmak yanlış bir tutumdur. «Bin kâfiri hayatta bırakmak suretiyle işlenen hata, hacamet şişesiyle bir müs-lümanın kanını akıtarak işlenen hatadan daha ehvendir».
5) Hz. Muhammed'i açıkça tekzibetmemekle beraber Rasûlül-lah'tan tevâtüren sabit olmuş esaslardan birini, «dinden olduğu bence sabit değildir» bahanesiyle inkâr eden kimse. Meselâ : beş vakit namaz farz değildir, diye iddia eden kimseye Kur'an âyetleri ve gerekli naslar okunduğunda, «Bu okuduklarınızın Rasûlüllahtan sâdır olup olmadığını bilmiyorum, belki de yanlışlık ve tahrif vardır» derse kâfir olur. Meğer ki böylesi yeni müslüman olmuş ve bu hususlara henüz vâkıf olmamış bulunsun. Böylesine öğrenmesi için mühlet verilir.
6) Sadece icma yoluyla sabit olmuş dinî bir hususu inkâr eden
kimse
[32] Bunun tekfir druumu şüphelidir, müctehidin zannına göre değişir.
Tekfir mevzuunda Gazzâlî'nin isabetli ölçülerini naklederken aynı konuda bize ışık tutacak İki hadisi de zikredelim : «Allah'tan başka Tanrı bulunmadığını ve benim onun elçisi olduğumu kabul eden bir müslüman ancak üç sebepten biriyle öldürülebiliri : Üzerinden nikâh geçtiği halde zina eden, kasden adam öldüren ve bir de dinini terk ederek cemaatten ayrılan»
[33] Bu hadiste dinini terk eden kimsenin ölüm cezasına çarptırılması için cemaatten ayrılmasının şart koşulması dikkati çekmektedir. Demek ki küfr eden ve küfrünü, içinde yaşadığı cemiyette başçekmek suretiyle ilân eden kimse öldü-rülebilir.
Peygamber efendimiz bir gün, ashabına, iieride çıkacak zâlim emirlerden bahsetmiş, onlara uyanların kötülüğünü belirtmişti. As-hâb-ı kiramın : Yâ RasûiâNah, Öyleleriyle savaşalım mı? tarzındaki sorularına şöyle cevap vermiştir: «Namazlarını kıldıkları, müddetçe hayır!»
[34] Bu hadiste de namazın bir ölçü kabul edildiği görülmektedir.
«İman ile küfür arasındaki sınır» başlığını taşıyan bu küçük araştırmaya son vermeden, günümüzün Türkiyesînde eksik olmayan, hatta esefle belirtelim ki oldukça yaygjn görünen ve başlı başına bir inceleme konusu teşkil eden tekfir hareketinin âmilleri üzerinde kısaca durmak isterim.
Umumiyetle ciddiyet, samimiyet ve ehliyetten uzak görünen bu hareketin bilmem ki istisnası var mıdır? yaygın âmillerinden biri tabirimi ma'zur görünüz lâubaliliktir. Günümüzde tekfirin ucuz, hafif, arzu edildi mi hemen kullanılabilecek bir nesne olduğunu sananlar var. Böylelerfne «Tekfirin tehlikeleri» meyamnda zikredilen hadisleri hatırlatmak gerekir.
Başkalarını küfre nisbet etmenin sebeblerinden biri hased, bir diğeri de menfaat olsa gerektir. Hased zaten dinen ve ahlâkan yasak edilmiş bir şeydir. Maddî servet İle manevî nüfuz ve şöhret peşinde başkalarını tekfir etmenin çirkinliği ise meydandadır. Kendi tealisi için nefsinde istidat ve irade bulamayınca başkalarına taarruz eden insanların durumu ne kadar hazindir!
Şüphe yok ki tekfir hastalığının mühim bir âmili de cehalet ve onun doğurduğu taassubdur. Bundan dokuz asır önce koca İmam Gazzâlî (v. 505/1111) aynısebeplerle tekfir edilmişti. Büyük imam bu münasebetle kaleme aldığı meşhur ve değerli risalesinin mukaddimesinde (Faysalu't-tefrika) hadiseden çok müteessir olan bir dostuna şöyle hîtabediyor :
«Gönlü şefkat dolu kardeşim,
«Seni kızgın ve şaşkın görüyorum. Çünkü dinî muamelelerin sırlarına dair kaleme alınmış bazı kitaplarımız hakkında kıskananların yaralayıcı tenkidleri senin de kulağına çalmış. Onların anlayışına göre bu kitaplarımızda, geçmiş âlimlerin ve mütehassıs kelâmcıların mezhebine aykırı fikirler vardır; yine o hasedcilere göre Eş'arî mezhebinden, bir milim olsun, ayrılmak küfürdür, en basit meselede ona aykırı düşünmek sapıklık ve zulmüdür...
«Şefkatli ve hassas ruhlu kardeşim! Bu hadise sebebiyle kendi özüne kıyma, gönlünü üzme. Taşkınlığının bir kısmını olsun at; «Onların dedi-kodusuna katlan, sızıltı çıkarmadan onları kendi hallerine bırak»
[35]. Kıskanılmıyan ve itham edilmeyen kimseyi küçümse, kâfir veya sapık diye tanıtılmıyan kişiyi basit gör! Düşün, hangi mür-şid Peygamberlerin Efendisinden (s.a.) daha kâmil ve daha akıllı olabilir, oysa ki onun için «delinin birisi»
[36] dediler; hangi söz âlemlerin Rabbı olan Allafı taâlânın kelâmından daha yüce ve daha doğru olabilir, halbuki onun için «geçmişlerin masalı»
[37] sözünü sarf-ettiler.
«Vefakâr kardeşim! Bu gibilerle mücadele etmekten sakınmalı, bunları susturmaya ümid bağlamamalısın. Aksi takdirde boş bir hevese kapılmış, işittîremiyecek yerde seslenmiş olursun. Duymadın mı :
Her düşmanlığın barışa dönüşmesi umulur, Kıskançlıktan doğan düşmanlığa çare bulunmaz denildiğini.
«Bilmelisin ki küfr ile imanın mahiyet ve sınırı (tarifi), hak İle sapıklığın içyüzü makam, şan ve servet arzusuyla kirlenmiş kalbler tarafından anlaşılamaz. Bu mânâlar,
- Önce dünya kirlerinden arınmış,
- Sonra tam bir riyazetle cilalanmış,
- Hâlis bir zikirle nurlanmış,
- Doğru düşünüşle beslenmiş
-Ve nihayet dinin talimatına riayetle süslenmiş kalbler tarafından anlaşılabilir. Öyle ki bu çeşit kalblere nübüvvet fanusundan nur taşar, iman yatağı gönüller sanki parıldayan aynalar haline gelir. Artık böylesinin sırça kalbinde bulunan iman kandili ışık huzmeleri yayan bir kaynaktır, öyle bir kandil ki ateş dokunmasa bile ışık saçandır
[38]
«İlâhî âlemin sırları o hasedci zümreye nasıl açılır! Onlar ki ne-fîs arzularını tanrı, liderlerini ma'bud edinmiş. Onların kıblesi para, şeriatı bönlük ve gevşeklik, azim ve iradesi makam ile şehvet, ibadetleri zenginlere hizmetten ibarettir. Yine bunların zikirleri hile, hazineleri kuruntu, düşünceleri kendi saltanatlarının devamı İçin desise ve çare aramaktır.
«İşte bu gibiler küfür karanlığını iman aydınlığından nasıl ayır-dedebilirler? Allah'tan gelen bir ilham ile mi, oysa ki bunu alabilmesi için kalblerini dünya kirlerinden arıtmamışlar; yoksa ilmî bir olgunlukla mı, halbuki bütün ilmî sermayeleri necasetten temizlenme meselesi ile za'feran suyunun hükmü ve benzeri şeylerdir.
«Uzak, pek uzak! Bu yüce gaye kuruntularla ulaşılacak, basitlikle elde edilecek bir şey değildir. O halde sen, vefakâr kardeşim, kendi işinle meşgul ol, arta kalan ömrünü onlar uğrunda harcama».
«Bizi anmaktan vazgeçen, dünya hayatından başkasını arzu etmeyen kimseden yüz çevir. Onların erişebildikleri ilim seviyesi işte bu kadardır. Şüphesiz ki senin Rabbin, yolundan sapan kimse île hidayeti bulan kimseyi çok iyi bilendir»
[39][40]
[1] Bu âyetler için bk. M. Fuad Abdülbâkî, el-Mu'cemu'1-mufehres li elfâzı'l-Kur'âni'l-kerîm, «münafık» md.
[2] Bu nevi hadisler için bk. Wensinck, el-Mu'cemu'1-mufehres li elfâzı'l-hadîsi'n-Nebevî, «kfr. md.
[3] Bu hususta geniş malûmat için bk. el-Âmidî, Ebkâru'l-efkâr, Süleyma-niye ktp., nr. 747. vr. 262/a-265/b.
[4] Bu konu için bk. Taşköprüzâde, Mevzuâtu'1-ulûm, I, 597-607.
[5] el-Gazzâlî, Faysalu't-tefrika, s. 33.
[6] İbn Kuteybe, el-İhtilâf fi'1-lâfz, s. 6-7.
[7] Prof. Dr. Bekir Topaloğlu, Kelam İlmi, Damla Yayınevi:271-273.
[8] el-Eg'arî, Makalât, I, 1.
[9] Aktdetu't-Tahâvî, şahsi kütüphanemdeki yazttıa nüsha, vr. 8/a - 8/b.
[10] el-Fark beyne'l-fırak, s. 361.
[11] Şerhu'l-Fıkhi'l-ekber, s. 136.
[12] et-Teftâzânî, Şerhu'l-Akaid, s. 77.
[13] msl. bk. Ebu'l-Berekât en-Neeefl, el-İ'timad, vr. 99/b-190/a; et-Teftâzânî, Şerhu'l-Makasıd, n, 197; el-Curcânî, Şerhu'l-Mevâkıf, in, 258-259; el-Bağdâdî, ag.e., a. 12; el-Beyâzî, İgârâtu'l-meraih, s. 51.
[14] el-Bağdâdî, ag.e.( a. 12-13.
[15] el-Gazzâlî, Tehâfut, s. 82-83.
[16] el-Âmidî, ag.e., vr. 275/a - 275/b.
[17] el-Curcânî, ag.e., III, 259-261.
[18] Prof. Dr. Bekir Topaloğlu, Kelam İlmi, Damla Yayınevi:273-276.
[19] Müslim, el-îman, 8; bk. el-Buhârî, ez-Zekâh, 1; İbn Mâce, el-Fiten, 1. çarşılı, Osmanlı Tarihi, IV, I, 197, 223).
[20] el-Buhârî, es-Salâh, 28; bk. Ebû Dâvûd, el-Cihâd, 95.
[21] el-Buhârî, el-Eymân, 7; et-Tirmizî, el-îman, 16.
[22] Müslim, el-îman, 7.
[23] Müslim, el-îman, 26; et-Tirmizî, el-îman, 16; el-Muvatta', el-Kelâm, 1.
[24] Ebû Dâvûd, es-Sünen, 5.
[25] el-Âmidî, ag.e., vr. 275/a.
[26] İbn Sa'd, et-Tabakat, II, 248-250.
[27] Müslim, el-îman, 41; Ebû Dâvûd, el-Cihad, 95.
[28] Prof. Dr. Bekir Topaloğlu, Kelam İlmi, Damla Yayınevi:276-278.
[29] Râğıb el-Isfehânî, el-Müfredât, -kfr. md.
[30] el-Gazzâlî, el-İktisad fi'1-i'tikad. s. 248-253,
[31] bk- el-Gazzâlî, Tehâfut, s. 307-313.
[32] Aynı görüş İçin bk. el-Âmidî, ag.c, vr. 275/b.
[33] Müslim, el-Kasâme, 6.
[34] Müslim, el-îmâre, 16,
[35] el-Müzzemmil (73), 10.
[36] bk. el-Kalem (68), 51.
[37] el-Kalem (68), 15.
[38] bk. en-Nûr (24), 35.
[39] en-Necm (52), 29-30.
[40] Prof. Dr. Bekir Topaloğlu, Kelam İlmi, Damla Yayınevi:278-282.