Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Prof. Dr. İbrahim Sarmış Hakkında....

Abdulmuizz Fida Çevrimiçi

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
dunya_1253029514.gif



SAHİH HADİSLER KAYNAĞIMIZDIR
(HADİS İNKARCILARINA -mealci-akılcı-mutezile REDDİYE)



De ki; “Allaha ve Peygambere itaat edin! [itaat etmeyip] yüz çeviren [kâfir olur] Elbette Allahu teâlâ kâfirleri sevmez. [Al-i imran 32]

Peygamberin bütün hadisi şeriflerini ve sünnetlerini inkar eden , Allahın bu emrini (peygambere itaat) nasıl yerine getirmeyi düşünüyorsunuz ?
Yoksa peygambere itaat dönemi çoktan mı bitti size göre ?
Hz. Peygambere benzeme açısından rehberiniz ne olacak ?

Rasulullah'ın haber verdiği namez zekat, oruç, ba's, hesab, mizan, cennet ve gaybi şeyleri ve bu konuda verdiği sahih hadisleri inkar etmek "Muhammedu'R Rasulullah"a şehadeti bozar !

"Kur'an bize yeter " diyenlere "Kur'an dan yeterince cevaplar"

Şimdiçağdaş mutezilelere (mealci- akılcı) diyeceklerim :

Çevrelerine topladıkları insanları ilimsizce, meal okuyoruz, dinimizi öğreniyoruz diyerek hadis inkarcılığına sevkeden, atalarınızdan devraldığınız dini bırakın deyip, başka ataların dinine tabi kılmaya çalışan, İslamı kendi anlayışlarına uymak zorunda kabul eden, bu müfsidlerin kendileri bilmese de onlara bu anlayışı miras bırakan ataları yunan felsefesiyle İslamı anlamayı metod kabul etmiş, tâbi olmanın meşakkatini terk edip tabi etmenin zevkine varmış fasıklar ve bir kısmı da tuğyan sahibi zındıklardır.

Kendileri bu ismi ısrarla gizleseler de hadis inkarcısı mu’tezile fırkasının, dalaletine sebep; iman ettikleri şu kaidedir. “Akıl ile nakil teâruz ederse (çelişirse)
akıl tercih edilir. “ İşte bu kaide kayıtsız şartsız itaati kabul etmez.
Oysa Allah (Azze ve Celle) "Aralarında hüküm vermesi için Allah'a ve Rasûlune davet edildiklerinde, muminlerin sözü ancak "İşittik ve itaat ettik" demeleridir. İşte asıl bunlar kurtuluşa erenlerdir" .(Nur 51) ayetiyle mu’min (iman eden) olmanın övgüye değer vasfını açıklamış ve onların kayıtsız
şartsız teslimiyetini övmüştür.
Öncelikle onlar peygamberin (sallallâhu aleyhi ve sellem) sözlerinin din adına bir kaynak olmasını, Kur’anı tefsir etmesini asla kabul etmezler, çünkü peygamber onlar gibi
düşünen bir felsefeci değildir. Zirâ Allah (Azze ve Celle) peygamberine bilmediği şeyleri
öğrettiğini Nisa suresi 113 te haber vermektedir ve peygamber, öğrendikleriyle hükmetmiştir ve ona uyulması bu yüzden gereklidir.
Oysa kendilerine vahy gelmediği için bilmeyen zavallılar akılları da ermeyince inkara kalkışarak akılsızlıklarını isbat etmişlerdir.
Onlara: İnsanların iman ettiği gibi siz de iman edin, denildiği vakit "Biz hiç, sefihlerin (akılsız ve ahmak kişilerin) iman ettikleri gibi iman eder miyiz!" derler. Biliniz ki, sefihler ancak kendileridir, fakat bunu bilmezler (veya bilmezlikten gelirler). (Bakara 13)

Peygambere imanın ne demek olduğunu bilmeyenler Onlara göre peygamberler postacı gibidirler (hâşâ), kitabı bırakır giderler. Oysa nice peygamberler
vardır ki, kendilerine kitap verilmemiş, yalnızca tebliğ ve irşad görevlerini tamamlamış, bir kitap bırakmadan ömürleri bitmiştir.
Eğer peygamberlerin sünneti, söz ve fiilleri din kabul edilmeseydi kendilerine kitap verilmeyen peygamberlerin ölmesiyle dinin ortadan kalkması ve peygamberi görmeyenlerin de hiç bir şeyden sorumlu olmaması gerekirdi.
Kur'anda Peygambere itaatın gerekliliği ile ilgili birçok ayet bulunmasına rağmen , bize Kur’an yeter diyen bu zavallılar hangi Kur’andan bahsediyor acaba!
Allah (Azze ve Celle) Kitabında “Biz her peygamberi ancak Allahın izniyle itaat edilsin diye gönderdik buyurmuştur. … Kim peygambere itaat ederse Allah (Azze ve Celle) ’a itaat etmiş olur (Nisa 80), buyurmuştur,

Allah (Azze ve Celle) ve Rasulu bir işe hükmetti mi mu’min erkek ve mu’mine kadınların işlerinde muhayyerlikleri yoktur, kim Allah (Azze ve Celle) ’a ve peygamberine karşı gelirse şüphesiz o apaçık bir sapıklığa düşmüştür . (Ahzab 36) buyurmuştur.

Her kim Allah'a ve Rasûlune itaat eder, Allah'a saygı duyar ve O'ndan sakınırsa, işte asıl bunlar mutluluğa erenlerdir . (Nur 52)

Peygambere itaatın gerekliliği ve dolayısıyla hadis olmadan dinin anlaşılamayacağı ve yaşanamayacağı, yaşansa bile Allah’ın o dini kabul etmeyeceği ile ilgili ilâhi kelama kulak veriniz.
Onlar, aralarında hüküm vermesi için Allah'a ve Peygamber'e çağırıldıklarında, bakarsın ki içlerinden bir kısmı yüz çevirip dönerler .(Nur 48)

Namazı kılın; zekâtı verin; Peygamber'e itaat edin ki merhamet göresiniz . (Nur 56)

(Ey muminler!) Peygamber'i, kendi aranızda birbirinizi çağırır gibi çağırmayın. İçinizden birini siper edinerek sıvışıp gidenleri muhakkak ki Allah bilmektedir. Bu sebeple, onun emrine aykırı davrananlar, başlarına bir belâ gelmesinden veya kendilerine çok elemli bir
azap isabet etmesinden sakınsınlar.(Nur 63)

De ki: Allah'a ve Rasûlu'ne itaat edin. Eğer yüz çevirirlerse bilsinler ki Allah kâfirleri sevmez . (Al-i İmran 32)

Allah'a ve Rasûl'une itaat edin ki rahmete kavuşturulasınız ..(Al-i İmran 132)

Nitekim kendi içinizden size âyetlerimizi okuyan, sizi kötülüklerden arındıran, size Kitab'ı ve hikmeti talim edip bilmediklerinizi size öğreten bir Rasûl gönderdik .(Bakara 151)


Onlar ki, o ummî peygambere uyarlar, yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılmış bulacakları O peygambere uyup, onun izinden giderler ki, O , onlara iyiyi emreder ve onları kötülüklerden alıkoyar, temiz ve hoş şeyleri kendilerine helâl kılar, murdar ve kötü şeyleri de üzerlerine haram kılar, sırtlarından ağır yükleri indirir, üzerlerindeki bağları ve zincirleri kırar atar, işte o vakit ona iman eden, ona kuvvetle saygı gösteren, ona yardımcı olan ve onun peygamberliği ile birlikte indirilen nuru izleyen kimseler var ya, işte asıl murada eren kurtulmuşlar onlardır. (A'raf 157)

Öncekilerin sahih haberleri delil değilse, kendisini görmediğiniz ve kendisine vahy geldiğini iddia eden ve bir tek kişi olan peygambere nasıl inanıyorsunuz .
O hem bir tek kişidir ve bu haber 1400 sene öncesine dayanmaktadır, bozulmadan geldiğinden niçin şüphe etmiyorsunuz.
Siz haber-i âhad dinde huccet değildir
diye durun, bize yeter dediğiniz Kur’anda Allah Nuh’u, Şuayb’ı, Salih’i İbrahim’i (aleyhimu’s
selam) kavimlerine tek başına huccet, sözüne güvenilmesi gereken elçi tayin ettiğini haber
veriyor ve o bir tek kişi olan elçilere iman etmeyen kavimler helak edilmiş ve ebedî cehennemlik kafirlerden olmuşlardır.
Bundan da anlıyoruz ki önemli olan elçinin
güvenilirliğidir ve güvenilirliğini araştırmadan hiçbir haberin inkar edilemeyeceğine bu ayetler delildir.
Onlar hadislerin tevatür derecesinde olması gerektiğini bunun da bir hadisi yüzlerce sahabenin rivayet etmesiyle ve onlardan rivayet edenlerin de bize ulaşana kadar her
tabakada o sayıda olmasıyla mümkün olduğunu, aksi takdirde kabul edilemeyeceğini söylüyorlar. (M.Şeltut Akaid ve Şeriat 1/70)

Bu sayı hususunda biraz daha insaflı olanlar da var. Tabi saydıkları sıhhat şartları rivayeti imkansız kılmak ve hadisleri kabul etmemek içindir. Kendileri bu iddialarına Kur’andan nakli delil getiremezken ve sözlerini yüzlerce kişi koro halinde birbirine nakletmemişken nasıl oluyor da insanların kendilerine inanmasını bekliyorlar. Birisi koşarak gelip evin yanıyor deyince, bir kişinin haberine itimad edilmez, yüzlerce şahitle gel demiyorlar, niye çünkü yine menfaatleri söz konusu, dolayısıyla bir kişiden gelen (haberi ahad) söze kulak vermekte fayda görürler.
Ya onlarca sahabeden rivayet edilen, cerh ve ta’dil kitaplarında iyi veya kötü yanları tesbit edilmiş, yalancı mı, mübalağacı mı, ömrünün bir kısmında bunamış mı vehm ve vesvese sahibi mi, ve daha nice sıfatları tesbit edilmiş ve eğer bu kusurlardan biri varsa ondan gelen haberin sıhhati zayıf, uydurma vs. tesbit edilmiş ve güvenilir, akıl, hafıza, zabt ve adalet yönünden cidden övgüye değer insanların rivayet ettikleri sahih olan ve yine bu vasıfta alim insanların kaleme aldığı hadislere niçin itimad etmiyorsunuz.
Çünkü bu defa yanan ev sizin değil. Eğer o hadislere itimad ederseniz peygamber sizi oturduğunuz din adamı postundan kaldıracak ve siz felsefenizle birlikte çöpe gideceksiniz.!

Zamane mutezile fikriyatındakilere




Ebu Hanife'nin hadis eleştirisine yaklaşımı


Talebe: Mumin zina edince, başından gömleğinin çıkarıldığı gibi, imanı da çıkarılır, sonra tevbe edince iman kendisine iade edilir (Ebu Davud, es-sunne 15, et-Tirmizi, el-İman 11) hadisini rivayet eden kimseler için ne dersiniz ?
Eğer tasdik ederseniz Haricilerin prensiplerini kabul etmiş olursunuz. Onların görüşlerinde şüphe ederseniz, Haricilerin prensiplerinde de şüpheye düşmüş ve ifade ettiğiniz haktan rucu etmiş olursunuz. Eğer, ravilerin sözünü tekzip edecek olursanız, onlar da sizi Hz. Peygamberin sözünü yalanlamış olmakla suçlarlar. Çünkü onlar, Hz. Peygambere ulaşıncaya kadar, bu hadisi muteber kişilerden nakletmişlerdir.

Ebu Hanife (r.a.): Tekzip etmek, ancak -Ben Hz. Peygamberin sözünü yalanlıyorum- diyen kimsenin yalanlamasıdır. Fakat bir kimse -Ben Hz. Peygamberin söylediği her şeye iman ederim, fakat O kötülük yapılmasını söylemedi, Kurana da muhalefet etmedi- derse, bu söz o kimsenin, Hz. Peygamberi ve Kuranı Kerimi tasdik etmesi; Allahın Rasulünü, Kurana muhalefetten tenzih etmesidir.
Eğer, Hz. Peygamber, Kurana muhalefet etse ve Allah için hak olmayan şeyleri kendiliğinden uydursa idi, Allah onun kudret ve kuvvetini alır, kalp damarlarını koparırdı. Nitekim bu husus Kuranda şöyle belirtilir:
-Eğer peygamber söylemediklerimizi bize karşı, kendiliğinden uydurmuş olsa idi, elbette onun sağ elini alıverirdik, sonra da kalp damarını koparıverirdik. Sizin hiç biriniz de buna mani olamazdı. (Hakka,44-47).

Allahın peygamberi, Allahın kitabına muhalefet etmez, Allahın kitabına muhalefet eden kimse de Allahın peygamberi olamaz. Onların rivayet ettikleri bu haber Kurana muhaliftir. Çünkü Allah; Kuran-ı Kerimde
-Zina eden kadın ve erkek… (Nur,2) ayetinde zâni ve zâniyeden iman vasfını nefyetmemiştir. Keza -Sizden fuhşu irtikap edenlerin her ikisini de… (Nisa,16) ayetinde Allah, -sizden- kaydı ile Yahudi ve Hrıstiyanları değil, Müslümanları kasdetmektedir.
O halde Kuran-ı Kerim hilafına, Hz. Peygamberden hadis nakleden her hangi bir kimseyi reddetmek, Hz. Peygamberi reddetmek veya tekzip etmek demek değildir. Bilakis, Hz. Peygamber adına batılı reddeden kimseyi reddetmek demektir. İtham Hz. Peygambere değil, nakleden kimseye racidir. Hz. Peygamberin söylediğini duyduğumuz yahut duymadığımız her şey can, baş üstünedir. Biz onların hepsine iman ettik, onların Allah Rasulunün söylediği gibi olduğuna şehadet ederiz. Keza Hz. Peygamberin, Allahın nehyettiği bir şeyi emretmediğine, Allahın kullarına ulaştırılmasını emrettiği bir şeye de mani olmadığına şahitlik ederiz. O, hiç bir şeyi Allahın tavsif ettiğinden başka şekilde tavsif etmez. Yine şehadet ederiz ki O, bütün işlerde Allahın emrine muvafakat etmiş, hiç bir bidat ortaya koymamıştır. Allahın söylemediği hiç bir şey de teklif etmemiştir. Bunun için Allahu Teâlâ -Kim Rasule itaat ederse Allaha itaat etmiş olur. (Nisa,80) buyurmaktadır.

Talebe: Çok güzel açıkladınız. Fakat içki içen kimsenin, kırk gün ve kırk gece namazının kabul olunmayacağını iddia eden kimse için ne dersiniz? Bana iyilikleri yıkan ve iptal eden bu hususu açıklayınız.

Ebu Hanife (r.a.):
- Allah, içki içen kimsenin kırk gün ve kırk gece kıldığı namazı kabul etmez.- (et-Tirmizi el-Eribe 1, İbnu Hanber II/176, V/171.) sözünün açıklamasını bilmiyorum. Söz sahiplerinin sözlerinin, hakikate kesin olarak aykırı olduğunu bildiğimiz bir açıklama yapmadıkları sürece, onları yalanlamam.
Biz Biliyoruz ki Allah, kulunu işlediği günahtan dolayı cezalandırır veya günahını affeder. Allah, kulunu işlemediği günahtan ötürü cezalandırmaz, kulun işlediği farzları hesap eder, günahlarını da yazar. Mesela, bir kimsenin malının zekatından, daha fazla vermesi gerekirken, elli dirhem verdiğini kabul edelim. Bu durumda Allah onu verdiği miktardan dolayı değil, vermediği miktardan dolayı cezalandırır. Verdiği miktarı kul lehinde değerlendirir. Keza bu kimse oruç tutar, manaz kılar, hacca gider ve adam öldürürse, bu hususta iyilikleri hesap edilir, kötülükleri ise aleyhine yazılır.
Allah bu konuda Kuranda şöyle buyurur:
-Kazandığı iyilik kendi lehine, yaptığı kötülük de kendi aleyhinedir. (Bakara, 28),
-Bir iş yapmanın amelini ben, elbette boşa çıkarmam.(Âl-i İmran, 195.)
-Yalnız işlediklerinizin karşılığı ile cezalandırılacaksınız. (Yasin, 54.),
-Ancak işlediklerinizin cezasını göreceksiniz. (Tahrim, 7),
-Kim zerre miktarı iyilik işlerse karşılığını görür, kim de zerre miktarı kötülük işlerse karşılığını görür. (Zilzal, 7,8)
-Küçük, büyük her şey yazılıdır. (Kamer,53)

Bu duruma göre, iyilik ve kötülükler az da olsa Allah tarafından yazılmaktadır.
-Biz kıyamet günü adalet terazilerini koyacağız. Hiç bir kimse hiç bir şeyle haksızlığa uğratılmayacaktır. Hardal danesi ağırlığınca olsa da biz onu hesaba katacağız. Bizim hesap görmemiz elverir.- (Enbiya, 47)
Bütün bunların aksini iddia eden kimse Allahı zulümle tavsif etmiş olur. Oysaki Allah zulmetmeyeceği hususunda kullarını temin etmiştir:
-Hiç bir kimse hiç bir şeyle haksızlığa uğratılmaz-, -Ancak işlediklerinizin cezasını görürsünüz.- (Saffat, 39),
-Kim bir zerre miktarı iyilik işlerse onun mükafatını görür. (Zilzal 7)
- ayetleri bu hususu belirtmektedir. Allah, iyiliklere mukabelede bulunduğu için kendisinin şekûr olduğunu ifade etmiştir. O, merhametlilerin merhametlisidir.
İyiliklere gelince; onları üç şeyden biri boşa çıkarır. Bunların birincisi, Allaha şirk koşmaktır. Bu konuda Allah, -Her kim imanı inkar ederse, bütün işledikleri boşa gider.- (Maide, 5) buyurmuştur.

İkincisi; bir kimseyi azad etmek veya sıla-i rahimde bulunmak yahut Allah rızası için bir malı sadaka olarak verdikten sonra gazaplanmak veya gazap haricinde iyilik yaptığı kimseyi minnet altında bırakmak için -Ben sana sıla-i rahimde bulunmadım mı?..- ve benzeri şeyler söyleyerek başa kakma durumudur. Bu ve benzeri hususlarda o kimsenin sevabı suratına çarpılır. Zira Yüce Allah, -Sadakalarınızı, başa kakma ve eza vermek suretiyle iptal etmeyin.- (Bakara, 264) buyurmaktadır.

Üçüncüsü; başkalarına gösteriş yapmak için, amel işlemektir. Riya için yapılan salih ameli Allah kabul etmez. Bu üç günahın ötesindekiler, iyilikleri yıkıp boşa çıkarmazlar.

İMAM-I AZAMIN BEŞ ESERI; El-Alim Vel Muteallim Sayfa:31-34. Çeviren: Mustafa Öz, Kalem Yayıncılık A.Ş. Istanbul-1981


Sünnet İnkarcılarının Amaçları

Son zamanlarda dinin temel kaynaklarından biri olduğuna inandığımız, din olduğuna inandığımız, vahyin bir parçası olduğuna inandığımız Rasulullah Efendimizin sünnetini ekarte etmeye, reddetmeye çalışıyorlar. Bize Kur'an yeter, dinimizi yaşamak için bizim Allah'ın Kitabı'ndan başka birşeye ihtiyacımız yoktur" diyerek, Rasulullah'ı ve sünnetini silerek, kendilerince bir din icad etmeye çalışıyorlar. Rasulullah'ın Kur'an konusundaki anlayışını ve uygulamalarını, yeryüzünün en hayırlı nesli olan onun pırlanta ashabının, onlardan sonra gelen tabiinin, tebeu tabiinin, muctehid imamlarımızın ve değerli seleflerimizin Kur'anla ilgili anlayışlarının tümünü yok farzederek, onların tümünün üzerine bir çizgi çekerek kimilerinin salt akıllarıyla Kur'anı anlamaya çalıştıklarını, bu iddiayla ortaya çıktıklarını görüyoruz. Bu sapık anlayışlar karşısında elbette Rasulullah efendimizin sünnetinin müdafası sadedinde birşeyler söylememiz gerektiği kanati ve inancındayız.
İslamın temel kaynaklarından birisi olan sünneti reddetme hadisesi tarihte ilk önce Hicri ikinci yüzyılda ortaya çıkmıştır. Bu konuyu ilk defa ortaya atanlar Hariciler ve Mutezililerdir. Hariciler İslam toplumunda çıkarmak istedikleri fitnenin önünde en büyük engel olarak Rasulullah efendimizin sünnetini gördüler. İslam tolmumunda Rasulullah efendimizin sözleri, fiilleri ve takrirleri üzerine kurulan bu son derece sağlam yapı var olduğu sürece din konusunda ortaya atılabilecek hiçbir düşünce, hiçbir akım, hiçbir felsefe müslümanlar tarafından kabul görmeyecek, hiçbir fitne başarıya ulaşamayacaktı. Onun içindir ki İslam toplumunda kendi batıl fikirlerini yayarak toplumu yıkmak isteyen Hariciler ilk önce önlerindeki büyük engel olan sünnete yönelerek onu yıkmayı, o engeli kaldırmayı deneyip planladılar.

Bunun için de şu iki iddia üzerinde fikirlerini yoğunlaştırdılar:

a: Sünnetin dinde hiçbir bağlayıcılığı yoktur. Dinde müslümanı bağlayan Allah'ın kitabı'dır. Allah'ın Kitabı'nın dışında uyulmaya layık başka bir kaynak, hiçbir otorite yoktur.

b: Zaten Kur'an'ın dışında hiçbir şey Allah tarafından korunmaya alınmadığından sünnetin, peygamberin hadislerinin doğruluğunda şüphe vardır. Şüphe üzerine kesinlikle din bina edilemez. Çünki hadisler bir sonraki nesle aktarılıken içine pekçok yalan yanlış şeyler karışmıştır. Binaenaleyh dinimizi böyle şüpheli, şaibeli şeylere bina edemeyiz.
Allah'ın lafzan ve manen konrunmuş olan Kitabı'nın dışında başka hiçbir şeye itimad edilemez.
Mutezile de hemen hemen aynı şeyleri söyledi. Yunan felsefesinin ürünleriyle karşı karşıya gelen bu insanlar bunları yargılayıp sorgulayabilecek kadar dinlerini yakından tanıyamamış olmalarının sonucu olarak tamamen akılcı olan bu felsefi akımların etkisi altında
kaldılar. Bu felsefi akımlar karşısında aşağılık duygusuna, yenilmişlik psikozuna kapılan ve inançları, akideleri sarsılan bu adamlar dinlerini, inançlarını bu felsefi akımlar karşısında tamamen akılcı ölçülere uyacak biçimde yeniden yorumlamak, yeniden gözden geçirmek tutkusuna kapıldılar. Ama dinlerinde reforma yönelen, akıllarına uygun bir biçimde dine şekil vermek cinnetine kapılan bu insanların karşısına da yine en büyük engel olarak Rasulullah'ın sünneti çıkınca onlar da tıpkı selefleri
gibi sünnete gölge düşürmeye, sünneti reddetmeye yöneldiler. Kur'an'ı bu felsefi akımlar önünde diledikleri gibi yorumlamalarına engel olacak peygamberin ve onun sahabesinin örnekliliğini reddettikleri zaman önlerinin açılabileceğini zannediyorlardı. O zaman Kur'an'ı istedikleri gibi yorumlayabilecekler ve kendilerine yepyeni bir din yapabileceklerdi.
Bunun için şu iddiayı ısrarla savundular: "Peygamberin görevi sadece bize Kur'an'ı getirip ulaştırmaktır. Allahın Rasulu bü görevini hakkıyla yerine getirmiştir. Bunun ötesinde Muhammed Bin Abdillah olarak Rasulullah bizim gibi sıradan bir insandan başkası değildir. Onun
söylediklerinin ve yaptıklarının bizim için hiçbir değeri, hiçbir bağlayıcılığı yoktur. Onun yapıp söyledikleri sadece kendisini ve kendi dönemini ilgilendirir. Bizler sadece Kur'n'a yönelir onunla amel ederiz."
Sünnet hakkında ortaya atılan bu iki fitnenin ikisi de İslam toplumunda hüsnü kabul görmedi. Muhaddis alimlerimizin ve diğerlerinin ciddi çalışmaları, ümmetin vicdanının uyanıklılığı sayesinde çok kısa bir süre içinde her ikiside ummet arasında kabul görmeden yok olup gittiler.
Kitab'ı ve sünneti tanıyan sıradan bir müslümanın bile peygamberini bir posta memuru kabul etmesi elbette mümkün değildi. Onun içindir ki bu ummetin mizacı böyle saçmalıkları, bu tür bid'atleri kabule asla musait değildir. Nasıl müsait olsun da? Rasulullah efendimizin mubarek asrından başlayarak Raşid Halifeler, tabiin, müctehid imamlar ve ümmetin fakihlerinin, muhaddislerinin rehberliğinde gelişerek gelmiş olan bu İslami hayat düzenini reddederek günübirlik küfür dünyanın felsefi akımlarının etkisi altında kalarak dinlerini reddedecek değillerdi elbette müslümanlar...
Ancak uzun yıllar kül halinde bulunan bu fitnenin asrımızda yeniden hortlatılmaya başlandığını görüyoruz. Tıpkı hicri ikinci asırda olduğu gibi batı karşısında, batı medeniyeti karşısında zihinsel bir yenilgiyi yudumlamış, kafirler karşısında aşağı-lık kompleksine kapılmış kimi insanların aynı konuyu bugün gündeme getirmeye çalıştıklarını görüyoruz.
Son günlerde "İslamı anlamak ve onu hayatımıza aktarabilmek için bize yalnızca Kitap (Kur'an) yeter. Kur’anın dışında başka hiçbir kaynağa ihtiyacımız yoktur. Zaten bizim dinimizin temel kaynağı Kur'andır" iddiası gündeme getirilmeye, ve dinimizin ikinci temel kaynağı olan sünnetin dinde huüccet olmadığı ve de sünneti ortaya koyan kaynakların doğruluğundan şüphe iddiaları yaygınlaşıyor. Ne yazık ki tıpkı öncekiler gibi ama bu defa batı medeniyeti karşısında aşağılık psikozuna kapılmış bir kısım insanlar tarafından batılı müsteşriklerin de etkisiyle Rasulullah efendimizin dinde temel odak nokta oluşu, ya da şarii yönü reddedilmeye çalışılmaktadır.
Bu iddialar tıpkı öncekiler gibi tarih boyunca yan yana giden dinin iki temel kaynağını birbirinden ayırmaya yöneliktir. Kur'an'ı sünnetten, sünneti Kur'an'dan ayırmaktır. Az evvel de ifade ettiğim gibi bu akım yeni ve tesadufi değildir. Yalnızca Türkiyeye mahsus da değildir. Bunu gündeme getirenler esasen müsteşriklerdir. Asrımızda sünnete en büyük şüphe gölgesini düşüren Pr Goldizerdir. Bu adam İslam hukukunun ikinci temel kaynağı olan hadislerin, Rasulullah efendimizin sözlerinden çok, Şam bilginlerinin görüşleri olduğunu iddia etti. Hadis diye kitaplarda yazılı olanlar peygambere ait sözler değil bir kısım insanların sözlerinden ibarettir dedi. Maksadı müslümanlar nazarında değerli bir mevkii olan sünneti sarsmak, Peygamberimiz ve onun sünneti konusunda zihinleri saptırıcı şüphe tohumları atmaktır.
Aynı akımın Hindistanda önce Mehdilik, sonra da Peygamberlik iddiasıyla ortaya çıkan Mirza Gulam Ahmed tarafından savunulduğunu görüyoruz. Bu nevzuhur adam da, sünnete en büyük darbeyi vurmalıydı ki, kendi Peygamberliğini yutturabilsin. Bunlardan ayrı olarak bir takım modernist yazarlar da bunların tilmizi olarak aynı iddiayı savunmuşlardır. Bu sünnet düşmanı modernistlerin iddiası şöyledir:

a: Eğer İslamı anlamada Kur'an kadar Sünnet de önemli olsaydı, Cenab-ı Hakk bunu bize Kur'anda bildirirdi. Biz de Kur'an kadar sünneti de anlamağa mecbur olurduk ve Sünnete de değer verirdik.

b: Rasulullah'ın sünnetini, anlayışını ancak kendi dönemi ve kendi toplumu için geçerli kabul etmek lazımdır. Halbuki devir ve şartlar değişmiştir. Değişen asrın şartlarına sünneti tatbik edemeyiz.

c: Hadisler çok zor şartlar altında toplanmıştır. Bunlara yalan karışma ihtimali çok fazladır. Binaenaleyh sünneti bir kenara bırakmak zorundayız. Hatta bu insanların gençlere; Hadislerle kafanızı bozmayın diyecek kadar Allah Rasulune saygısızlık ederek Kur'ancı kesilirler.
Temel iddiaları bunlardır.

İbni Hazm zamanında da hicri 500 lerde kendilerine Kur'ancı denen bir grup zuhur eder. Bunların iddiasına göre herşey Kur'anda vardır. Hatta birisi sormuş, peki Hz. Alinin sakalının sık Hz. Muaviyenin sakalının seyrek oluşu da var mı? Ama bunlar bir taraftan Kur'ancı kesilirken sünneti ekarte etmişler. Bize sadece Kur'an yeter, kulluğu yaşayabilmek için sadece Kur'an yeter, onun dışında başka kaynağa ihtiyacımız yoktur diyerek sünneti inkar etmişler. Veya "işte efendim sünnetin intikalinde, subutunda süphe vardır, bu yüzden zaman içinde içine yalan yanlış şeyler karışmış bir şeyi delil kabul edemeyiz" diyerek reddetmişler.
Peki hedefleri neydi bu adamların? Hedef şu: Eğer Kur'anın beyanı, Kur'anın tamamlayıcısı ve açıklayıcısı olan hadisler ekarte edilirse sonunda Kur'an da çok rahat ekarte edilebilir. Veya "sünnet yani Rasulullah efendimizin anlayışı ve uygulaması ekarte edilirse o zaman Kur'anı salt aklımızla anlayıp dilediğimiz gibi bir müslümanlık yaşama ve Kitab'ı kendi arzu ve heveslerimize göre anlayıp yorumlama imkanını elde ederiz" derdi vardı adamların. Keyiflerine geldiği gibi bir din yaşama, din belirleme konusunda hiçbir kayd-u bend altına girmeme arzularından kaynaklanıyordu bu iddia.
Bugünküler de hemen hemen buna benzer iddialarla ortaya çıkmaktadırlar. Esasen bu iddiaların altında akılcılık, rasyonalizm yatmaktadır. Yani Kur'anı anlamak için yalnızca akıl yeter, bunun dışında ne sünnete, ne de başka bir kaynağa ihtiyaç yoktur iddiası yatmaktadır bir.
İkinci olarak da bu iddianın altında Ashab-ı Kirama karşı güvensizlik ve itimatsızlık yatmaktadır. Zira sünneti Rasulullah'tan sözlü olarak bize aktaran Ashab-ı Kiram efendilerimizdir. Eğer bu mevzuda, hadislerin bize aktarılması konusunda ashab-ı kiram efendilerimize herhangi bir itimadsızlık isnad edersek o zaman Kur'an'a da itimad etmemek gerekecektir. Kur'an'dan da şüphe etmemiz gerekecektir. Zira Kur'an'ı yazıp, hıfzedip, toplayan ve bize ulaştıranlar da ashab-ı kiram efendilerimizdir. Görülüyor ki bu iddianın altında Kur'an'ı reddetme sinsi planı da yatmaktadır. Yani bugün sünnet diyecekler, bu tuttu mu yarın Kur'an diyecekler.
"Kur'an'a da itimad edilmez, çünki hadislere bir sürü yalan yanlış şeyler katanlar elbette Kur'ana da katmışlardır" diyecekler ve dini bitirecekler.
İşte üç aşağı beş yukarı dünkülerin de bugünkülerin de demeye çalıştıkları bunlar.
Şimdi bu iddianın sahiplerine peygamberin ne olduğunu, peygamberin kim olduğunu, sünnetinin bizim dinimizde, bizim hayatımızda yerinin ne olduğunu anlatmamız gerekecektir.
Peygamberin dinde temel odak nokta olduğunu, onsuz dinin olmayacağını, onsuz müslümanlık olmayacağını, olamayacağını anlatmamız gerekecek. Peygamberin kullukta adım adım takip edilmesi gereken, kendisine tabi olunması gereken bir mukteda bih olduğunu, bir Usve-i hasene olduğunu anlatmamız gerekecek. Peygamberin Kur'an'ın beyan edicisi, Kur'an'ın tamamlayıcısı ve açıklayıcısı olduğunu, sünnetsiz Kur'an'ın anlaşılamaz olduğunu, peygamberin sürekli Allah kontrolünde bir masum olduğunu ve Rabbımızın kitabında kendisine itaat istediği herbir bölümde aynı zamanda peygamberine de itaat istediğini, bu konuda peygamberle Allah'ın arasını ayıranların kafir olduklarını, peygambere din belirleme, haram ve helal koyma hakkının verildiğini, anlatmamız gerekecek. Kur'an'da Rabbımızın anlatmadığı pek çok konuyu pek çok konuyu kendisine anlattırarak Rabbımızın peygamberini dinde nasıl şari kıldığını anlatmamız gerekecek.







Zayıf Hadisle Amel (!)

Zayıf hadis, sahih veya hasen hadisin taşıdığı şartların birini veya birkaçını taşımayan hadistir. Bu şartların bulunup bulunmadığı, hadisin çeşitli yönlerden tetkik ve tenkide tabi tutulmasıyla anlaşılır.
Sözgelimi, hadisin ravisi adaletindeki kusur sebebiyle, zabtının zayıflığı, seneddeki kopukluk, ravinin kendindan daha sika bir ravi veya ravilere aykırı rivayeti... sebepleriyle hadisin Hz. Peygamber'e ait olduğu zayıf kabul edilir.

Hadislerin zayıf olması genelde iki sebepten kaynaklanmaktadır.
1.si senette herhangi bir kesintinin olması, diğeri ise ravinin adalet ve zabt vasfıyla ilgili; (Yalan, Yalan söylemekle itham olunmak, Fısk, Cehalet, Bid'at; Çokça yanılmak, Gaflet, Vehim, Muhalefet (ravinin kendinden daha güvenilir birine muhalefet etmesi), Su-i hıfz, gibi ilk 5’i adalet ikinci 5’i zabt vasfına yönelik bir tenkidin bulunmasıdır.

Zayıf hadisler şu şekilde tasnif edilmiştir:

1- Senetteki kopukluk (muttasıl) yüzünden zayıf olan hadisler; Muallak, Mursel, Mudelles, Munkatı, ve Mu'dal , (muttasıl olduğu bilinmeyen) muan'an ismini alır.

2- Ravisinde adalet şartı bulunmadığından dolayı tenkit yüzünden zayıf' olan hadisler; Mevzu; Mechul, Mubhem (yalancılık ve günah işleme dolayısıyla), Munker, Şaz;

3- Ravisi zabt özelliğini taşımadığı için zayıf olan hadisler ise; Munker, Muallel, Mudrec, Maklub, Metruk, Muzdarib, Musahhaf, Muharref ve Şaz ismini alırlar.

Bazı fırkalar aksini söylemişse de peygambere yalan haber isnad etmenin küfürden sonra en büyük günah olduğunda şüphe yoktur. Böyle bir hadisi kabul etmek de şöyle dursun (uydurma/mevzu) olduğunu bile bile bunu açıklamadan rivayet etmek bile kesinlikle haramdır.

Zayıf hadislerin helal, haram, akaid ve ahkam ile ilgili olanları hariç, terğib, terhib ve amellerin faziletleri ile ilgili olanlarını zayıf olduklarını açıklamadan da rivayet etmek caizdir. Ahmed b. Hanbel, Abdurrahman b. Mehdi ve Abdullah b. el-Mubarek gibi büyük imamların, amellerin faziletlerine dair hadislerin rivayeti hususunda daha müsamahakar davrandıkları tür vakıadır.
Her ne kadar senedin zikredilmesi hadisin kıymetini ifade etmekle eşdeğer kabul ediliyorsa da, konunun uzmanlarının iyice azalmış olması itibariyle bu kısmın bile zayıf olduğunu açıklamak suretiyle rivayet etmek gerektiği ifade edilmiştir.

Zaten klasik ya da daha sonraki dönemlerde birçok alimin bu gibi hadisleri rivayet etmeleri şu gerekçelere dayandırılmıştır;
1. Zayıf hadisleri bilip tanımak,

2. Başka tarikten rivayet edilen benzer hadisleri takviye etmek amacıyla itibar ve istişhad etmek,

3. Muhtemel değerlendirme hatalarından dolayı kaybedilmek istenmeyen bilgileri daha sonraki alimlerin tetkikine sunmak,

4. Helal, haram, ahkam ve akaid ile ilgili konuların dışındaki amellerin faziletine dair terğib ve terhib ile ilgili zayıf hadislerin rivayetinde gösterilen musamaha.


Alimler arasında oldukça fazla tartışmalara vesile olan hatta bazılarınca re'ye tercih edilen zayıf hadislerle amel edilmesi konusunda üç temel görüş ileri sürülmüştür:

1. Zayıf hadisle hiçbir konuda asla amel edilmez,
(Yahya b. Main'den nakledilen bu görüşü, Buhari ve Muslim'in yanısıra İbn Hazm ve Ebû Bekr İbnu'l-Arabi benimsemiştir.)

2. Zayıf hadisle her konuda amel edilebilir,
(Ahmed b. Hanbel ve Ebu Davud "zayıf hadis re'y, yani kıyastan daha iyidir" diyerek bu görüşü tercih etmişlerdir.)

3. Amellerin faziletleri ile ilgili konularda belli şartlara bağlı olarak amel edilir.

İbn Hacer el-Askalani bu şartları şöyle sıralar ;

a. Hadis aşırı derecede bir zafiyet (zayıf) taşımamalıdır. Buna göre mevzu, metruk ve munker hadislerle kesinlikle amel edilemez.

b. Kitab veya sünnete dayalı olarak amel edilen sabit bir asla dayanmalıdır.

c. Kendinden daha kuvvetli bir delile muhalif olmadığı gibi, haber hakkındaki zayıflık kulak ardı edilip unutulmamalıdır.

Dün olduğu gibi bugün de taraftarları mevcut olan bu görüşlerden, birinci ve ikincisi biraz abartılı, amellerin faziletleri ile ilgili konularda şartlı kabulü savunanlar daha isabetli görünmekle beraber hadis teriminin tarih içinde geçirdiği evrelerden Tirmizi öncesi zayıf hadis ile Tirmizi sonrası terminolojik gelişmeyi dikkate almaları gerekmektedir.
Zira Tirmizi öncesi dönemde zayıf hadisin kapsamında değerlendirilen merviyyatın bir kısmı Tirmizi sonrası dönemde Hasen hadis ismiyle ayrı bir kategorik değerlendirmeye tabi tutulmuştur. Aksi takdirde kaynaklardaki bilgileri kusursuz değerlendirmek imkansız hale gelir ve ciddi bir takım hatalara düşmek kaçınılmaz olur.
(Zehebi, el-Mukıza, 33-54; Ahmed Muhammed Şakir, el-Baisu'l-hasis, 44-102; Ahmed Naim, Mukaddime, 270-272; 282-349; Subhi es-Salih, Hadis İlimleri, (trc Prof. Dr. M. Yaş'ar Kandemir), 137-180; 225-236; Prof. Dr. İsmail L. Hakan, Hadis Usulû, 131-147; Ana hatlarıyla Hadis, 195-201; Prof. Dr. Talat Koçyiğit, Hadis Istılahları, 467-470).
 
Abdulmuizz Fida Çevrimiçi

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Üstteki (peygamber helal-haram koyma yetkisi) soruma cevap bekliyorum
 
Abdulmuizz Fida Çevrimiçi

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Sorumun cevabı Kur'anda geçmektedir. Konuyu dallandırıp budaklandırma. Kısa öz cevap ver.
 
Abdulmuizz Fida Çevrimiçi

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Kuran yanımda, Sünnet yanımda
Cellat durmuş başımda
Tek suçum Allah demek
bekler başımda

size gelince uzun uzun alıntı verin bize gelince kısa kes aydın havası olsun

Konuşmak ist[em]iyorum...

Bak kardeşim , benim aktardığım yazı, asıl aktaracağım yazının zekatı kalırdı . Ta ki ben Hadis inkarcısı, Kuraniyyun değilim dediğin için kestim. O sebeble o yazıyı kendi üstüne alma. Şimdi senin sözünde samimi olup olmadığını anlamak için, içki haram mı değil mi tarzında, Kuranda nas olan bir konuda Rasulullah hukum koyabiliyormu? Niye kıvranıyorsun?
Evet veya hayır yazacaksın. Tabi sebebini de.
 
toprak56 Çevrimdışı

toprak56

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Bu forumda ( Bildiğim kadarıyla ) herkes düşüncesini açıklayabilir. Uzun uzadıya ne yazacaksanız yazın. Bizde görelim. Kuran ve sünnet çizgisinde açıklamanız temennimizdir.
 
eL_Muhacir Çevrimdışı

eL_Muhacir

İlimsiz Mucâhid, kâtil; Cihâdsız âlim, belâm olur
Frm. Yöneticisi
Biz herhangi bir ayetin daha hayırlısını veya benzerini getirmedikçe onu ne yürürlükten kaldırır ve ne de unuttururuz. Allah'ın herşeye kadir olduğunu bilmiyor musun? (Bakara 106)
 
Abdulmuizz Fida Çevrimiçi

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Cumhur-u Ulema'ya göre Hadis, nesh edebilir. İmam Şafii'nin bu konuda farklı düşünmesi, kendi yorumu, görüşüdür. İmam Şafii böyle görüş bildirirken bile, Cumhura saygı duymuş, ehl-i sunnetten farklı bir usulde bu görüşe ulaşmadığı için sapık denemez. Aynı Ebu Hanife'nin Velinin izni olmadan nikaha izin vermesindeki durum gibi.
Ehl-i sunnet usulune uyanların, bu usullerle farklı görüş bildirmelerinde bir sıkıntı yoktur, sıkıntı cumhuru ulemanın ittifak ettiği meselelerde (sizin gibi) nakli bırakıb akle uymaktır.

Şimdi saptırmayı bırak, bu son (3.) deyişim. Soruma cevab ver !
 
İZZETLİ Çevrimdışı

İZZETLİ

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
3. Sünnet, Kur'ân'da yer alan bazı hükümleri nesheder, meselâ; "Birinize ölüm gelince, eğer bir hayır bırakacaksa, anaya, babaya, yakınlara münasip şekilde vasiyette bulunmak, Allah'tan korkanlar üzerine bir borçtur." (Bakara: 180).
Bu âyetin hükmü; "Varise vasiyet yoktur" (Buhârî, Vasâyâ: 6; Ebû Dâvud Vasâyâ: 6) hadisi ile neshedilmiştir

ahi bu konuyu açarmısın ben şöyle anlıyorum yanlışsam düzeltirmisin kişi ölmeden önce mirasını taktim etmesin öldükten sonra kuranda yazan oranlara göre taktim edilir.

Alimlerin cumhuru, Şafiî'nin delilleri hakkında «O'nun delilleri vazıh değildir. Zira âyetteki «daha hayırlısı» tabirinden maksat, bir nesheden hükmün, neshedilen hükümden daha hayırlı olmasıdır. Bu Allah (cc)'ın kullarının maslahatlarına göre zaman zaman hükümlerini değiştirmesi, O'nun ilminin kapsamı İçindedir. Yoksa bir âyetin lafzı diğer bir ayetin lafzından daha hayırlıdır anlamına gelmez» demektedirler.
Hal böyle olunca nesheden hüküm ister âyet, ister hadis olsun neshedilen hükümden daha hayırlıdır. Zira onların hepsi alîm ve hakîm olan Allah (cc)'ın kullarına teşriîdir.
Cumhur'un görüşü, diğer görüşlere tercih edilir. Zira nesheden hükümlerin, nesholunan hükümlerden daha hayırlı ve daha faziletli oluşu, gelecekteki sevabı ve kullara qetirdiği kolaylıklardan dolayıdır. Bu konunun daha geniş izahı Usulü Fıkıh kitaplarında bulunur.
(Şafii alim) Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/80-82.)
 
eL_Muhacir Çevrimdışı

eL_Muhacir

İlimsiz Mucâhid, kâtil; Cihâdsız âlim, belâm olur
Frm. Yöneticisi
çelişki var diyorsun ya ebueslem

Kuranı kerim nasuh mensuh olayına nasıl bakıyon ? içki daha önce serbestti ta ki sonra haram edildi !
 
Abdulmuizz Fida Çevrimiçi

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
SUNNNET / HADİS NASS'TIR!


"Onlar ki, O ummî peygambere uyarlar, yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılmış bulacakları o peygambere uyup, onun izinden giderler ki, o, onlara iyiyi emreder ve onları kötülüklerden alıkoyar, temiz ve hoş şeyleri kendilerine helâl kılar, murdar ve kötü şeyleri de üzerlerine haram kılar, sırtlarından ağır yükleri indirir, üzerlerindeki bağları ve zincirleri kırar atar, işte o vakit ona iman eden, ona kuvvetle saygı gösteren, ona yardımcı olan ve onun peygamberliği ile birlikte indirilen nuru izleyen kimseler var ya, işte asıl murada eren kurtulmuşlar onlardır." (A'raf 157)

Peygamberi postacı, sünneti/hadisi aşağılama ve dindeki hukmunu iptal eden bir sapkını sitede bu kadar tutmakla, aşırı zırvalamasına sebeb olduğum için hakkınızı helal edin.
 
toprak56 Çevrimdışı

toprak56

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
HÜKÜM KOYMADA SÜNNETİN YERİ
İslâm dininin temel iki kaynağından birincisi Allah Teala'nın Cebrail ara*cılığıyla Hz. Muhammed'e gönderdiği Kur'an-ı Kerim, ikinci kaynağı ise, Kur'an'ı bize açıklayan Resulullah'ın sünnetidir.
İslâm Ümmeti, Kur'an'ın birinci, sünnetin de ikinci kaynak olduğu husu*sunda ittifak etmiştir. Ancak bir kısım şaz mezhepler ve marjinal fırkalar, Rasulullah'ın sünnetinin İslâm dininin ikinci kaynağı olması hususunda ortaya bazı tutarsız şüpheler atmışlardır. İslâm düşmanları da bu şüpheleri değer*lendirerek islâm ümmetinin düşünce ve inançlarını bulandırmaya çalışmış*lardır.
İslâm'ın devlet nizamı olduğu zamanlarda, bu yüce dini iyi bilen, ona yö*neltilen saldırılara cevap verecek yetenekte olan alimler, sünnetin İslâm'ın ikinci kaynağı olduğuna gölge düşürmek isteyenlere kafi derecede cevap ver*mişler ve kalpleri hasta olan bu insanlara gereken ilmî delilleri zikretmişler*dir.
Ne yazık ki, birinci dünya savaşından sonra müslümanlar tamamen mağ*lup olmuşlar ve İslâm dini yürürlükten bütünüyle kaldırılmıştır. İslâm alim*leri, darağaçlarına çekilmiş, hapishanelere doldurulmuş, çeşitli terör ve des*potluklarla susturulmuşlardır. İşte böyle bir dönemde tekrar şaz görüşler ye*niden hortlamış, marjinal kalan fırkalar meydanları boş bulmuşlardır. Bun*ların eski hastalıkları yeniden depreşmiş ve bunlar, çeşitli yollarla cahil ka*lan müslümanlan peygamberlerine ve onun hadislerine karşı kışkırtmaya gi*rişmişlerdir.
SÜNNET ŞERİATIN İKİNCİ KAYNAĞIDIR:
Kur'an, sünnet, sahabelerin davranışları ve aklı selim, sünnetin, İslâm'ın ikinci kaynak olduğunu ifade etmektedir.
1. KUR’AN-I KERİMDE SÜNNETİN ŞER’İ DELİL OLDUĞUNU GÖSTEREN AYETLER:
Kur'an'da bir çok âyet Resulullah'a itaat edilmesini emretmekte, O'na kar*şı gelmeyi yasaklamaktadır. Bir kısım âyetler, Allah'a ve Rasulüne İtaati bir*likte ifade buyururken, diğer bir kısım ayetler Resulullah'a itaat etmeyi yal*nız olarak zikretmişler, böylece Resulullah'a itaatin ayrı bir özelliği olduğu*nu beyan etmişlerdir.
Diğer bir kısım âyetler de Resulullah'ın sünnetinin vahy olduğuna işaret etmişlerdir.
Konu ile ilgili olan âyetleri şöylece sıralamak mümkündür:
a-Allah'a ve Peygamberine İtaati Birlikte Emreden Ayetler:
يَا اَيُّهَا الَّذينَ امَنُوا اَطيعُوا اللّهَ وَاَطيعُوا الرَّسُولَ وَاُولِى الْاَمْرِ مِنْكُمْ فَاِنْ تَنَازَعْتُمْ فى شَىْءٍ فَرُدُّوهُ اِلَى اللّهِ وَالرَّسُولِ اِنْ كُنْتُمْ تُؤْمِنُونَ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الْاخِرِ ذلِكَ خَيْرٌ وَاَحْسَنُ تَاْويلًا

"Ey iman edenler! Allah'a itaat edin. Peygambere itaat edin. Sizden olan idarecilere de. Eğer aranızda herhangi bir şey hakkında anlaşmazlığa dü*şerseniz onu Allah'a ve Peygamberine götürün. Eğer Allah'a ve ahiret gü*nüne iman ediyorsanız (bunu böyle yapın) Bu daha hayırlıdır. Netice olarak daha güzeldir.” (Nisa, 59)
Görüldüğü gibi âyetin başında "Allah'a itaat edin. Peygambere itaat edin" buyrularak "itaat edin" emri iki defa zikredilmiştir. Aslında Allah'a itaat pey*gambere itaat demektir. Buna rağmen İtaat emrinin iki kez zikredilmesi, "Kur'an'da zikredilmeyip sadece sünnette zikredilen hükümlere uymak ge*rekmez" şeklindeki vehim ve kuruntuları bertaraf etmek ve Resulullah'ın hiç*bir kimse için sabit olmayan müstakil ve özel bir İtaat edilme hakkına sahip olduğunu beyan etmek içindir.
Bu nedenledir ki müslümanlardan olan ida*recilere itaat etme emri tekrarlanmamıştır. Çünkü onların Allah'a ve Peygam*bere itaat dışında ayrı bir itaat edilme haklan yoktur. Kur'an gibi veciz bir ki*tapta itaat emrinin tekrarı, gözden kaçırılmamalıdır.
Yine âyet-i kerimenin devamında: "Eğer aranızda herhangi bir şey hak*kında anlaşmazlığa düşerseniz onun hükmünü Allah'a ve Peygamberine götürün" buyurulmaktadır.
Elbetteki anlaşmazlık konusu olan meseleyi Allah'a götürmekten maksad, Allah Teala'nın kitabı olan Kur'an'a başvurmaktır. Akıl sahibi hiç bir kimse, "Bundan maksat meseleyi bizzat Allah'ın kendisine götürmektir" diye bir id*diada bulunamaz.
Meselenin hükmünü Resulullah'a götürmekten maksat ise, Resulullah hayatta iken bizzat kendisine götürmek, vefatından sonra da sünnetine başvurmaktır. Resulullah'ın vefatından sonra "sünnetinin hakem*liğini kabullenmemek" âyetin geniş kapsamlı manasını delilsiz olarak daralt*maktır, ilmi olmayan ve İslâm'ın ruhuna ters düşen bir davranıştır. Çünkü bu iddiaya göre, Kur'an'm bu emri, sadece Resulullah'ın yirmiüç yıllık peygam*berliği dönemi için geçerli olur ki, bu da "Kur'an'ın hükümlerinde esas olan kıyamete kadar baki olmasıdır" esasına ters düşmekte ve Resulullah'ın Kur'an'ı uygulama pratiği olan sünnet hazinesini hiçe saymaktır. Böylece âye*tin cümle ve kelimelerinden sünnetin şer'î bir delil olduğu açıkça anlaşılmak*tadır. Yeter ki onu düşünüp anlayacak akıllar bulunsun.
Başka bir âyette:
قُلْ اَطيعُوا اللّهَ وَاَطيعُواالرَّسُولَ فَاِنْ تَوَلَّوْا فَاِنَّمَا عَلَيْهِ مَا حُمِّلَ وَعَلَيْكُمْ مَا حُمِّلْتُمْ وَاِنْ تُطيعُوهُ تَهْتَدُوا وَمَا عَلَى الرَّسُولِ اِلَّا الْبَلَاغُ الْمُبينُ
"Ey Muhammed! De ki: "Allah'a itaat edin, Peygambe*re itaat edin. Eğer yüz çevirirlerse Peygamber sadece kendisine yükleni*len yükümlülükten sorumludur. Sizler de size yüklenilen yükümlülükten sorumlusunuz. Eğer Peygambere itaat ederseniz, hidâyete kavuşmuş olursunuz. Peygambere düşen, ancak tebliğ etmektir" (Nur, 54)buyurulmaktadır.
Görüldüğü gibi bu âyette de peygambere İtaat ayrı bir emir olarak zikre*dilmiş ki, Peygamberin de özel bir itaat hakkı bulunduğu vurgulansın. Ayrıca Peygambere itaatin hidâyete eriştireceği zikredilmiş ve böylece Rasulullah'ın zatının ve sünnetinin mü'minlerin rehberi olduğu beyan edilmiştir.
Bu âyette dikkati çeken diğer bir husus da şudur: "Peygambere itaatin in*sanları hidâyete ulaştıracağı" vadiyle "peygambere düşen ancak tebliğ etmek*tir" fermanının yanyana zikredilmesidir. Bu da göstermektedir ki, "Peygam*bere düşen ancak tebliğ etmektir" ifadesinden maksad: " Peygamber, sapan*ların ve isyankârların yaptıklarından sorumlu değildir" demektir. Yoksa bun*dan maksad "Peygamber ancak Allah'ın emirlerini tebliğ eden bir postacı ni*teliğindedir. Onun sünnetinin şer'î hiçbir değeri yoktur" demek değildir. Eğer böyle olsaydı Allah'a itaatin emredilmesi yeterli olurdu. Ayrıca Resulullah'a itaat etme emri yersiz ve anlamsız bir uzatma sayılır ve Resulullah'a itaatin hidâyete ulaştıracağı vadi gerçek dışı bir vaad olurdu. Haşa Allah Teala böyle bîr vâdden münezzehtir.
Diğer bir âyette
وَمَا كَانَ لِمُؤْمِنٍ وَلَا مُؤْمِنَةٍ اِذَا قَضَى اللّهُ وَرَسُولُهُ اَمْرًا اَنْ يَكُونَ لَهُمُ الْخِيَرَةُ مِنْ اَمْرِهِمْ وَمَنْ يَعْصِ اللّهَ وَرَسُولَهُ فَقَدْ ضَلَّ ضَلَالًا مُبينًا
"Allah ve Rasulü, bir şey hakkında hüküm verdiği za*man herhangi bir mümin erkeğin ve mümin bir kadının kendi işlerinde başka hükmü seçme hakları yoktur. Kim Allah'a ve Rasulü1 ne isyan eder*se, şüphesiz ki o açıkça sapmıştır"(Ahzab, 36) buyurulmaktadır. Bu âyetteki: "Allah'ın verdiği hükümden" maksat O'nun bize gönderdiği Kur'an'daki hükümlerdir. "Resulullah'ın verdiği hükümlerden maksat ise, "Hayatta iken hakemlik ya*pıp verdiği hükümler ve beyan ettiği emir ve yasaklardır."
"Resulullah'ın bu hükümlerine sadece o hayatta iken uymak gereklidir. Ve*fatından sonra onun hükümleri bizî bağlamaz" diyebilir miyiz? Bunu söyle*mekle delilsiz bir iddiada bulunmuş olmaz mıyız? Böyle bir iddia ne dere*ce doğru olur? Bugün Resulullah'ın sünnetini kabul etmeyen bir insan onun hangi hükmünü kabullenmiş olur?
Allah Teala birçok âyetinde, kendisiyle birlikte Peygamberine itaat eden*leri övmekte onların mertebelerinin yüksek olacağını ve kurtuluşa erecek*lerini belirtmektedir.
وَمَنْ يُطِعِ اللّهَ وَالرَّسُولَ فَاُولئِكَ مَعَ الَّذينَ اَنْعَمَ اللّهُ عَلَيْهِمْ مِنَ النَّبِيّنَ وَالصِّدّيقينَ وَالشُّهَدَاءِ وَالصَّالِحينَ وَحَسُنَ اُولئِكَ رَفيقًا
"Kim Allah'a ve Peygamberine itaat ederse, İşte on*lar Allah'ın kendilerine nimet verdiği peygamberler, sıddıklar, şehitler ve salih kimselerle beraberdirler. Onlar ne güzel arkadaştırlar” (Nisa, 69)
Şayet Rasuiuliah'a itaatin bir anlamı olmasaydı, onu Allah'a itaatle birlik*te zikretmenin manası ne olurdu? Resulullah'a itaat, sünnetini almamızı ge*rekli kılmaz mı? Rasulullah'ın sünnetini reddederek ona itaati hiçe sayanlar, bu âyetler karşısında ne cevap vereceklerdir?
Yine şu âyetlerde:
اِنَّمَا كَانَ قَوْلَ الْمُؤْمِنينَ اِذَا دُعُوا اِلَى اللّهِ وَرَسُولِه لِيَحْكُمَ بَيْنَهُمْ اَنْ يَقُولُوا سَمِعْنَا وَاَطَعْنَا وَاُولئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ (51) وَمَنْ يُطِعِ اللّهَ وَرَسُولَهُ وَيَخْشَ اللّهَ وَيَتَّقْهِ فَاُولئِكَ هُمُ الْفَائِزُونَ
"Aralarında Peygamberin hükmetmesi için Allah'a ve Rasulüne davet edildikleri zaman müminlerin sözü ancak "işittik ve itaat ettik" olur. İşte bunlar kurtuluşa erenlerin tâ kendileridir." (Nur, 51)
"Kim Allah'a ve Rasulüne itaat eder, Allah'tan korkar ve O'ndan çekinecek olursa, işte onlar kurtuluşa erenlerin tâ kendileri*dir. "(Nur, 52)
وَاَطيعُوا اللّهَ وَالرَّسُولَ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ

"Allah'a ve Peygambere İtaat edin ki merhamet oiunasınız" (Ali İmran, 132) buyurulmaktadır.
Âyetlerde Allah'tan korkmanın; Allah'a ve Rasulü'ne itaatle olacağı, mü*minlerin Allah'ın ve Rasulü'nün hükmüne çağırılmaları halinde "işittik ve ita*at ettik" diyecekleri belirtiliyor. "Ben sadece Kur'an'a İtaat ederim, hadisler beni bağlamaz" diyenler, takvaya nasıl erişebilirler ve mümin olma sıfatını na*sıl muhafaza edebilirler?
Allah Teala diğer bir çok âyet-i kerime'de de kendisiyle birlikte Peygam*bere itaat etmeyenleri kınamakta ve onları küfürle vasıflandırmaktadır:
يَا اَيُّهَا الَّذينَ امَنُوا اَطيعُوا اللّهَ وَرَسُولَهُ وَلَا تَوَلَّوْا عَنْهُ وَاَنْتُمْ تَسْمَعُونَ
"Ey iman edenler! Allah'a ve Rasulü'ne itaat edin. Davetini işittiğiniz hal*de peygamberden yüz çevirmeyin." (Enfal, 20)
(31) قُلْ اَطيعُوا اللّهَ وَالرَّسُولَ فَاِنْ تَوَلَّوْا فَاِنَّ اللّهَ لَا يُحِبُّ الْكَافِرينَ
"De ki Allah'a ve Peygambere itaat edin. Eğer yüz çevirirseniz şüphe*siz ki Allah kâfirleri sevmez." (Ali İmran, 32)
Peygamberin sünnetini reddedenler bu âyeti çok iyi düşünmeli ve felse*fi cedellerden vazgeçmelidirler.
يَا اَيُّهَا الَّذينَ امَنُوا اسْتَجيبُوا لِلّهِ وَلِلرَّسُولِ اِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْييكُمْ وَاعْلَمُوا اَنَّ اللّهَ يَحُولُ بَيْنَ الْمَرْءِ وَقَلْبِه وَاَنَّهُ اِلَيْهِ تُحْشَرُونَ
"Ey iman edenler! Allah'ın Rasulü sizi kendinize hayat verecek şeyle*re davet ettiği zaman Allah'ın ve Rasulünün davetini kabul edin. Bilin ki Allah kişi ile kalbi arasına girer ve O'nun huzurunda toplanacaksınız. " (Enfal, 24)
 
toprak56 Çevrimdışı

toprak56

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
b. Yalnız Resulullah'a İtaat Etmeyi Emreden Âyetler:
وَاَقيمُوا الصَّلوةَ وَاتُوا الزَّكوةَ وَاَطيعُوا الرَّسُولَ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ
"Namazı dosdoğru kılın, zekatı verin ve Peygambere itaat edin ki, merhamet edilesiniz." (Nur, 56)
Sünneti red eden, bu itibarla Peygambere itaati ha*fife alan insanlar, bu âyeti düşünüp kendilerine acısınlar ve nasıl bir tavır ta*kındıklarını iyice gözden geçirsinler.
قُلْ اَطيعُوا اللّهَ وَاَطيعُواالرَّسُولَ فَاِنْ تَوَلَّوْا فَاِنَّمَا عَلَيْهِ مَا حُمِّلَ وَعَلَيْكُمْ مَا حُمِّلْتُمْ وَاِنْ تُطيعُوهُ تَهْتَدُوا وَمَا عَلَى الرَّسُولِ اِلَّا الْبَلَاغُ الْمُبينُ
"Eğer Peygambere itaat ederseniz hidâyete erişmiş olursunuz..." (Nur, 54 )
قُلْ اِنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللّهَ فَاتَّبِعُونى يُحْبِبْكُمُ اللّهُ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ وَاللّهُ غَفُورٌ رَحيمٌ (31) قُلْ اَطيعُوا اللّهَ وَالرَّسُولَ فَاِنْ تَوَلَّوْا فَاِنَّ اللّهَ لَا يُحِبُّ الْكَافِرينَ
"De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana tabi olun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın..." (Ali İmran, 31)
Âyetin ifadesine göre Allah'ın sevgisine eriş*mek, Peygambere uymakla tahakkuk ediyor. Temelsiz felsefelere ve akli cedellere uymakla değil.
مَا اَفَاءَ اللّهُ عَلى رَسُولِه مِنْ اَهْلِ الْقُرى فَلِلّهِ وَلِلرَّسُولِ وَلِذِى الْقُرْبى وَالْيَتَامى وَالْمَسَاكينِ وَابْنِ السَّبيلِ كَىْ لَايَكُونَ دُولَةً بَيْنَ الْاَغْنِيَاءِ مِنْكُمْ وَمَا اتيكُمُ الرَّسُولُ فَخُذُوهُ وَمَا نَهيكُمْ عَنْهُ فَانْتَهُوا وَاتَّقُوا اللّهَ اِنَّ اللّهَ شَديدُ الْعِقَابِ
"Peygamber size ne verdiyse onu alın. Size neyi de yasakladıysa ondan da kaçının. Allah'tan korkun. Şüphesiz ki, Allah azabı pek şiddetli olan*dır. " (Haşr, 7)
bu âyet Resulullah'ın ümme*tine verdiği her emir ve yasağı kapsamakta ve sünnetin delil olduğunu gös*termek için yeterli görülmektedir. Çünkü Resulullah'ın ümmetine bahşettiği en değerli hediyesi sünnettidir.
Nitekim İbn Cüreyc ve Abdullah b. Mes'ud, bu âyeti umumi manada tef*sir etmişler, emir ve yasağının müslümanları bağladığını söylemişlerdir.
Bir gün Abdullah b. Mes'ud: "Allah Teala dövme yapan (ben yapan) dövme yaptıran, tüylerini alan, güzellik için dişlerinin arasını törpületen ve Allah 'm yaratma şeklini değiştiren kadınlara lanet eder" demiştir. Onun bu sözü, Esedoğullarından Ümmü Yakub isimli Kur'an'ı çok iyi okuyan ve an*layan bir kadına ulaşmış kadın da İbn Mesud'a gelerek "İşittiğime göre sen şöyle ve şöyle olan kadınlara lanet okumuşsun" demiştir. Abdullah bin Mesud da o kadına şu cevabı vermiştir:
"Niçin ben, Resulullah tarafından lanetlenen ve Allah'ın kitabında da hükmü bulunan kimseleri lanetlemeyeyim" Kadın: "Ben Kur'an'ın iki kapa*ğının arasında bulunan bütün âyetleri okudum. Böyle bir lanetleme bulama*dım." demiş, Abdullah bin Mes'ud da "Eğer okumuş olsaydın onu bulurdun. Sen Allah Teala'mn "Peygamber size ne verdiyse onu alın. Size neyi yasakladıysa ondan da kaçının" âyetini okudun mu? diye sormuş, kadın: "Evet okudum" demiştir.Bunun üzerine Abdullah: "Kadınların bunları yapmaları*nı Resulullah yasaklamıştır" demiştir. (Buhârl, Kit. Libas, bab: 82, 84, 85, 87; Müslim, Kit. Libas: bab: 120 hn. 2125; Ebû Dâvûd; Kit. Terecciil bab: 5, hn. 4169; Tirmizi, Kit. Edeb, bab: 33 İm. 2782; İbn Mace, Kit. Nikah, bab: 52 hn. 1989)
Görüldüğü gibi İbn Mes'ud, bu âyeti "umum İfade eden bîr âyet" olarak genel anlamda tefsir etmiştir. Ve Resulullah'ın buyurduğu veya yasakladığı her şeyin âyetle zikredilmiş gibi hüküm İfade edeceğini söylemiştir.
اَلَّذينَ يَتَّبِعُونَ الرَّسُولَ النَّبِىَّ الْاُمِّىَّ
"Ayetlerimize İman edenler o kimselerdir ki, okuyup yazması olmayan ve Allah'ın elçisi olan Peygambere uyarlar. Peygamber onlara iyiliği em*reder, kötülüğü men eder. Temiz şeyleri onlar için helal, murdar şeyleri de haram kılar. Onların üzerlerindeki ağır yükleri ve kendilerini bağla*yan bağları kaldırır... " (Araf, 157)
Ayette zikredilen temiz şeyleri helal kılma ve murdar şeyleri haram kıl*ma fiilleri Resulullah'a izafe edilmiştir. Elbetteki bunun bir anlamı vardır. O da sünnete uymanın gerekliliğini belirtmektedir.
قُلْ يَا اَيُّهَا النَّاسُ اِنّى رَسُولُ اللّهِ اِلَيْكُمْ جَميعًا الَّذى لَهُ مُلْكُ السَّموَاتِ وَالْاَرْضِ لَااِلهَ اِلَّا هُوَ يُحْي وَيُميتُ فَامِنُوا بِاللّهِ وَرَسُولِهِ النَّبِىِّ الْاُمِّىِّ الَّذى يُؤْمِنُ بِاللّهِ وَكَلِمَاتِه وَاتَّبِعُوهُ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ
"... o Peygambere uyun ki doğru yola eresiniz." (Araf, 158)
Peygambere uyma, sünneti kabullenme dışında nasıl mümkün olacaktır. Bundan başka bir yol var mıdır?
Allah Teala diğer bazı âyetlerinde de Peygambere itaat etmenin son de*rece önemli olduğunu beyan ederek ona itaatin Allah'a İtaat sayılacağını, onun hakemliğini kabul etmeyenin mü'min olamayacağını bildirmiştir.
مَنْ يُطِعِ الرَّسُولَ فَقَدْ اَطَاعَ اللّهَ وَمَنْ تَوَلّى فَمَا اَرْسَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ حَفيظًا
"Kim Pey*gambere itaat ederse şüphesiz Allah'a itaat etmiş olur. Kim de yüz çevirir*se, Biz seni onların üzerine koruyucu olarak göndermedik" (Nisa, 80)
Peygamberin söylediklerine uymadan ve yaptıklarını yapmadan ona ita*at edilmesi hiç mümkün müdür? Bu da sünnetin şer'î bir hüccet olduğunun açıkça bir delili değil midir?
فَلَا وَرَبِّكَ لَايُؤْمِنُونَ حَتّى يُحَكِّمُوكَ فيمَاشَجَرَ بَيْنَهُمْ ثُمَّ لَايَجِدُوا فى اَنْفُسِهِمْ حَرَجًا مِمَّا قَضَيْتَ وَيُسَلِّمُوا تَسْليمًا
"Rabbine yemin olsun ki, aralarında çıkan anlaşmazlıklarda seni ha*kem, seçip sonra da verdiğin hükme içlerinde bir sıkıntı duymadan tam bir teslimiyetle boyun eğmedikçe iman etmiş olamazlar." (Nisa, 65)
Bu âyette, Resulullah'ı hakem seçmeyenin mü'min olamayacağı beyan edil*miştir. Resulullah'ın hakemliğini sadece sağlığına tahsis etmek, bu âyeti dar bir çerçevede yorumlamak olmaz mı? Sırf sünnete karşı çıkmak için bir zor*lama sayılmaz mı?
Resulullah'a uymayı emreden diğer âyetler de göz önünde bulunduruldu*ğunda şu gerçek ortaya çıkmaktadır: Resulullah'ın hakemliği hem hayatta iken hem de ölümünden sonra geçerlidir. Vefatından sonra sözleri ve fiilleri alı*narak hakemliği kabul edilmiş olur. Âyette Resulullah'ın hakemliğinin sade*ce hayatı boyunca geçerli olduğuna hiçbir işaret olmadığı gibi, Kur'an'ın ge*nel İfadesi, onun hakemliğinin ölümünden sonra da devam ettiğini gerektir*mektedir. Bu da ancak sünnetine uymakla olur.
Kur'an-ı Kerim mücmel bir kısım farzlar ve genel kaideler getirmiştir. Bu mücmel farzların tafsilatını ve genel kaidelerin detayını ancak Resulullah'ın açıklamasıyla bilmek mümkündür. Mesela Allah Teala;
"Ey iman edenler! Oruç size farz kılındı..." (Bakara, 184)
"Namazı kılın, zekatı verin..." (Bakara, 43)
"Ey iman eden*ler! Sözleşmeleri yerine getirin..." (Maide, 1)
buyuruyor. Allah Teala bunların nasıl yapılacağını öğretmeyi Peygamber efendimize bırakmıştır. O halde Peygamber'in sünneti olmadan bu emirlerin nasıl yapılacağını bilmek mümkün değildir. Nitekim Allah Teala;

وَاَنْزَلْنَا اِلَيْكَ الذِّكْرَ لِتُبَيِّنَ لِلنَّاسِ مَانُزِّلَ اِلَيْهِمْ وَلَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ
"... Sana da Kur'an'ı İndirdik ki, insanlara vahy edilenleri açıklayasın..." (Nahl, 44)
buyurmuştur.
Ayetler Resulullah'ın sünnetinin de Allah tarafından bir vahiy olduğuna işaret etmektedirler.
وَمَا يَنْطِقُ عَنِ الْهَوى (3) اِنْ هُوَ اِلَّا وَحْىٌ يُوحى
"O arkadaşınız (Resulullah) kendi arzu ve hevasından konuşmaz. Onun konuştuğu gönderilen vahiyden başka bir şey değildir. " (Necm, 3-4)
وَلَوْلَا فَضْلُ اللّهِ عَلَيْكَ وَرَحْمَتُهُ لَهَمَّتْ طَائِفَةٌ مِنْهُمْ اَنْ يُضِلُّوكَ وَمَا يُضِلُّونَ اِلَّا اَنْفُسَهُمْ وَمَا يَضُرُّونَكَ مِنْ شَىْءٍ وَاَنْزَلَ اللّهُ عَلَيْكَ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَعَلَّمَكَ مَا لَمْ تَكُنْ تَعْلَمُ وَكَانَ فَضْلُ اللّهِ عَلَيْكَ عَظيمًا
"... Allah sana kitap ve hikmeti indirmiş, ve sana bilmediğin şeyleri öğ*retmiştir. Allah'ın sana olan lütfü büyüktür." (Nisa, 113)
وَاِذَا طَلَّقْتُمُ النِّسَاءَ فَبَلَغْنَ اَجَلَهُنَّ فَاَمْسِكُوهُنَّ بِمَعْرُوفٍ اَوْ سَرِّحُوهُنَّ بِمَعْرُوفٍ وَلَا تُمْسِكُوهُنَّ ضِرَارًا لِتَعْتَدُوا وَمَنْ يَفْعَلْ ذلِكَ فَقَدْ ظَلَمَ نَفْسَهُ وَلَا تَتَّخِذُوا ايَاتِ اللّهِ هُزُوًا وَاذْكُرُوا نِعْمَتَ اللّهِ عَلَيْكُمْ وَمَا اَنْزَلَ عَلَيْكُمْ مِنَ الْكِتَابِ وَالْحِكْمَةِ يَعِظُكُمْ بِه وَاتَّقُوا اللّهَ وَاعْلَمُوا اَنَّ اللّهَ بِكُلِّ شَىْءٍ عَليمٌ
"... Allah'ın üzerinizdeki nimetini ve size indirdiği Kitabı ve hikmeti ha*tırlayın. Allah bununla size öğüt verir. Allah'tan korkun ve bilin ki Allah her şeyi çok İyi bilendir."( Bakara, 231)
Bu iki âyette, indirildiği ifade edilen "Kitap"tan maksadın Kur'an-ı Kerim olduğu muhakkaktır. "Hikmet"ten maksat ise, birçok alime göre Resulullah'ın sünnetidir. Bu İtibarla sünnetin de "vahy-î gayri metluv" olduğu beyan edil*miştir. Zira hikmetin lügat manası, bir şeyi tam yerine koymak ve bir işi İcap ettiği gibi yapmaktır. Resulullah'ın sünneti de bizlere dinin nasıl tatbik edil*diğini öğrettiği İçin ona hikmet denilmiştir.
وَكَذلِكَ اَوْحَيْنَا اِلَيْكَ رُوحًا مِنْ اَمْرِنَا مَا كُنْتَ تَدْرى مَاالْكِتَابُ وَلَا الْايمَانُ وَلكِنْ جَعَلْنَاهُ نُورًا نَهْدى بِه مَنْ نَشَاءُ مِنْ عِبَادِنَا وَاِنَّكَ لَتَهْدى اِلى صِرَاطٍ مُسْتَقيمٍ
"... Şüphesiz ki sen, dosdoğru bir yola iletiyorsun." (Şura, 52)
Âyette doğru yo*la iletme işi Resulullah'a isnad ediliyor. Bu da gösteriyor ki Resulullah'ın söz ve fiillerinin İslâm şeriatında önemli bir yeri vardır. Şayet Resulullah'ın sö*zü dinlenmeyecek ve fiilleri işlenmeyecek olursa, onun insanlara doğru yo*lu göstermesi nasıl gerçekleşmiş olabilir?
2. RASULULLAHIN SÜNNETİNE UYMAMIZI EMREDEN HADİSLER:
Resulullah'ın Sahih Sünneti Fiil ve Sözlerini, Takrir ve Sıfatlarını Almamızı Emretmektedirler.
Resulullah, çeşitli hadis-i şeriflerinde bizlere sünnetine uymamızı, sünne*tine tabi olduğumuz takdirde sapmayacağımızı, sünnetini zihninde muhafa*za edemeyenlerin yazarak onu muhafaza etmelerini, ezberlenen sünnetinin İnsanlara nakledilmesini emretmiş ve sünnetine karşı çıkacakların kendile*rini beğenen şımarık kişiler olacaklarını haber vermiştir.
"Ben sizi bıraktığım müddetçe siz de beni bırakın. Sizden önceki ümmet*ler çokça soru sormaları ve Peygamberleriyle anlaşmazlığa düşmeleri yü*zünden helak olmuşlardır. Ben size bir şeyi yasaklarsam, ondan kaçının. Bir şeyi de emredersem onu gücünüzün yettiği ölçüde yapın" (Buhârî, Kit. İtisam, bab 2; Müslim, Kit. Hac, bab 412 hn: 1337; îbn Mace, Kit. Mu*kaddime bab: 1; Nesâî, Kit. Hac bab: 1)
Diğer bir rivayette: "Size konuştuğumda (hadis söylediğimde) benden alın, sizden öncekiler çokça soru sormalarından ve peygamberleriyle ihtilafa düşmelerinden dolayı helak olmuşlardır. " (Tirmizî, Kit. İlim, bab 17 hn: 2679)
Irbad b. Sariye diyor ki: "Birgün Resulullah bize namaz kıldırdı. Sonra bi*ze yöneldi ve bizlere Öyle etkili bir vaaz etti ki, onun tesirinden gözler yaş döktü, kalpler ürperdi. Bir kişi "Ey Allah'ın Rasulü! Bu vaaz vedalaşan bir in*sanın vaazı gibiydi. Sen bize ne yapmamızı emredersin?" dedi. Resulullah da buyurdu ki: "Size Allah'tan korkmanızı, Habeşli bir köle dahi olsa, idare*cinizi dinleyip ona itaat etmenizi tavsiye ederim. Çünkü sizin benden son*ra yaşayanlarınız çokça ihtilaflar görecektir. Siz benim sünnetimden ve hi*dâyet üzere olan raşid halifelerin sünnetinden ayrılmayın. O sünnetlere sım*sıkı sarılın ve azı dişlerinizi üzerlerine kenetleyin. Sonradan uydurulan hu*suslardan kaçının. Zira sonradan uydurulan herşey bid'attir. Her bid'at te sapıklıktır. " (Ebû Dâvûd Kit. Sünnet bab: 6, hn: 4607; Tirmizî, Kit. İlim, bab: 16 hn: 2676; îbn Mace, Kit. Mukaddime, bab: 42)
Görüldüğü gibi, hadis-i şerifte bid'atlerden kaçınabilmek için Resulullah'ın sünnetine ve raşid halifelerinin İcma ve içtihadlarına uyulması emredilmektedir. Pratikte bunlara uymayan mezheplerin sapıklıkları görülmektedir. Başka delile ihtiyaç yoktur.
Enes b. Malik diyor ki: "Resulullah bana buyurdu ki: "Oğulcağızım! Eğer sen kalbinde her hangi bir kimseyi aldatma isteği taşımayarak sabahlaya*biliyor ve akşama erişebiliyorsan, bunu yap." Sonra da bana buyurdu ki: "Oğulcağızım bu benim sünnetimdir. Kim benim sünnetimi ihya ederse, şüp*hesiz o beni sevmiş olur. Kim de beni severse, benimle birlikte cennette ola*caktır." (Tirmizî, Kit. İlim, bab: 16. Hd: 2678)
Görüldüğü gibi Resulullah, kendisini sevmenin sünnetini ihya etmekle ola*cağını beyan etmiştir. Onun sünnetine uymaksızın onu sevdiğini söyleyen na*sıl doğru konuşmuş olur? Zira bir insanı seven onun güzel amellerini yapma*ya özenir. Resulullahı sevip de onun güzel ahlâkını örneklendiren amelleri*ni işlememek mümkün değildir.
Resulullah, namaz ve hac gibi, ibadetlerin yapılma şekillerini kendisinden öğrenmemizi emrederek buyurmuştur ki: "Benim nasıl namaz kıldığımı gö*rüyorsanız o şekilde namaz kılın. Namaz vakti geldiğinde biriniz ezan okusun. En yaşlınız imam olsun." (Buhârî, Kit. Ezan bab: 18, Edeb bab: 27 Ehad bab: 1)
Cabir bin Abdullah diyor ki: "Ben, Rasuluilah devesine binmiş olarak şey*tanı taşladığını gördüm. O diyordu ki, "Ey insanlar! Hac ibadetlerinizi benden alın. Çünkü ben bilemiyorum belki de bu yılımdan sonra bir daha hac yapamam. " (Nesâî, Kit. Menasik bab: 220; Müsned Ahmed b. Hanbel, c. III sh. 318 367)
"Resulullah Muaz b. Cebel'i Yemen'e vali olarak gönderdiğinde ona: "Sa*na bir dava arz edildiğinde onun hakkında nasıl hüküm verirsin" diye sor*muş. Muaz da "Allah'ın Kitabıyla hüküm veririm" demiştir. Resulullah: "Eğer Allah'ın Kitabında bulamazsan (ne ile hüküm verirsin) deyince. Muaz da: "Resulullah'ın sürmeliyle" cevabını vermişti. Bz. Peygamber: "Şayet Resulullah'ın sünnetinde de Allah'ın kitabında da meselenin hükmünü bulamazsan (ne yaparsın)" diye sormuş. Muaz da: "Görüşümle içtihad ederim ve bü*tün gayretimi harcamaktan geri durmam" demişti. (Ebû Dâuûd Kit. Akdiye, bab: 11 hn: 3592, 3593; Tirmizî, Kit. Ahkam bab: 3 hn: 1327; Müsned İmanı Ahmed, c. 1, sh. 236, 242 Dârimî, Kit. Mukaddime, bab: 20 Bu hadisin senedinde isimlen belirtilmeyen kişiler vardır)
Sünnete Uyulduğunda Sapıklıktan ve Cehennemden Uzaklaşılacağını Beyan Eden Hadisler:
"Sizlere iki şey bıraktım. Bu ikisine sarıldığınız müddetçe asla sapmaz*sınız. Bunlar Allah'ın Kitabı ve Peygamberinin sünnetidir." (Muvatta, Kil. Kader bab: 3)
Resulullah buyurdu ki: "Bütün ümmetim cennete girecektir. Ancak imti*na edenler (diretenler) hariç." Dediler ki: Ey Allah'ın Rasulü! İmtina eden kim*dir? Resulullah da: "Bana karşı gelen imtina edendir" buyurmuştur." (Buhârî, Kit. İnsani; Müsned, İmam Ahmed, II sil. 361; Müslim Kit. İmare bab: 32, 33 hn: 1853; Nesai, Kit. Beyat bab: 27)
3-SÜNNETE UYMA HUSUSUNDA SAHABE İCMASI:
Sahâbîler, her konuda Peygamber (s.a.s)'in Sünnetine uymuşlar, fetva ve hüküm verirken Kur'ân'dan sonra ona müracaat etmişlerdir. Halîfe Hz. Ebû Be*kir, Nebî'nin vefatından sonra kendisine getirilen her meselenin hükmünü bulmak için önce Kur'ân'a, onda bulamayınca sünnete bakmıştır.
Diğer halîfeler de Hz. Ebû Bekir'in bu uygulamasını aynen sürdürmüşler*dir. Hz. Ömer, vali ve kadılara gönderdiği genelgelerde Kur'ân ve Sünnet'e göre uygulamada bulunmalarını emretmiştir.
İslâm'ın ilk devrinden itibaren zamanımıza kadar geçen devrede bütün İs*lâm bilginleri, Kur'ân'dan sonra Sünnet'i bir teşri' kaynağı olarak kabul etmiş*ler ve bu konuda icmâ halinde olmuşlardır.
4-SÜNNETE UYMA HUSUSUNDA AKLİ DELİL:
Yukarıda ifade edildiği gibi, Kur'an'ın pek çok âyeti, Peygambere itaat et*menin farz olduğunu ortaya koymaktadır. Bu İslâm'ın ve imanın bir gereğidir. Bu olmaksızın ne İslâm'dan ne de imandan söz edilemez. Hz. Peygambere itaat ise onun Sünnetine uymaktan başka bir manaya gelmez. Bu sebeple Sünnet'e uymanın, İslam'ın ve imanın bir gereği olduğu anlaşılır. Şu halde bir peygambe*rin peygamberliğine inanmak, ona itaat etmek, verdiği hükme, söylediği söze bo*yun eğmek, getirdiği her şeyi kabul etmek zorunluluğunu gerektirir. Böyle olmazsa, ona inanmanın bir manası kalmaz. Peygambere muhalefet ederek Al*lah'a itaat etmek ve onun hükmüne boyun eğmek düşünülemez.
SÜNNETİN TEŞRİDE (HÜKÜM KOYMADA) YERİ
İslam fıkhında Sünnet, ikinci kaynaktır ve teşride Kur'an-ı Kerim'den sonra gelmektedir. Sünnet, hükümleri açıklama bakımından Kur'an'rn tamam*layıcısı ve yardımcısıdır. Aynı zamanda Sünnet, Kur'an'da bulunmayan bazı hü*kümleri de koyabilir.
Alimler; hadis-i şeriflerin Kur'an-ı Kerim'de bulunmayan ye*ni hükümler getirdiği kanaatindedir. Bunlar, delil olarak şu meseleleri ileri sürmüşlerdir.

  1. Vahşi olmayan eşeklerin etinin haram oluşu.
Enes (ra) der ki; Peygamber Efendimiz (sav) geceleyin Hayber'e geldi. O, geceleyin bir kavme varınca sabah olmadan savaşı başlatmazdı. Sabaha ka*dar beklerdi. Hayberliler, omuzlarında kürekler olduğu halde evlerinden dı*şarı çıktılar. Resulullah'ı görünce; "İşte Muhammed (sav) ve beşli ordusu" de*diler. Sonra da kalelerine sığındılar. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (sav) ellerini kaldırarak; "Allahu Ekber, Hayber harab oldu. Biz bir topluluğun mın*tıkasına indiğimizde uyarılanların sabahı ne kötü olur" dedi. Biz eşekler yakaladık, onların etini pişirdik. Peygamber efendimizin bir davetçisi şöyle bağırdı: "Allah ve Rasulü eşek etlerini yemeyi size yasaklıyor" Bunun üze*rine kaplar dökülerek içindekilerle beraber kırıldı." (Buhârî Kit. Cihâd bab: 130. Megazi bab: 38; Kit. Zebaih bab: 28. Ayrıca bakınız Müslim Kit. Sayd bab: 23, 25, 26, 27, 30, 31, 34, 37. hn. 1407, 1937, 1939, 1940, 1802, 56l, Kit. Nikah bab: 30; hn. 1407; Neşet Kit. Sayd bab: 31; İbn Mace Kit. Ze*baih bab-. 13, hn. 3192, 3193, 3194, 3196; Darimi Kit. Edahi bab: 21, 22. Ayrıca bkz. Tirmizî Kit. Nikah bab: 29, hn. 1121. Müsned İmanı Ahmed c. II, sh. 21, 102, 143)
Hadis-i şerifin ifade ettiği bu hüküm yeni bir hükümdür. Çünkü Kur'an'da eşek etleri ile ilgili herhangi bir hüküm yoktur.
b. Her yırtıcı hayvanın ve leş yiyen pençeli kuşun etinin haram olması hük*mü:
Resulullah (sav) "Her köpekdişi olan yırtıcı hayvanın yenilmesini ya*sakladı.” (Buharı, Kıt. Zebayih bab: 29, Kit. Tıb bab: 57; Müslim, Kit. Sayd bab: 12, 15, hn. 1932, 1933: Ebû Dâuûd Kit. Er'mıe bab; 32, hn. 3802; Nesei Kil. Buyu, bab: 79: Tir-mizîKit. Sayd bab: 11, hn. 1474; İbn Mace Kit. Sayd bab: 13, hn. 3232, 3233; Mu-vatta İmam Malik, Kit. Sayd, bab: 13) Diğer bir rivayette; "Resulullah (sav) köpekdişi olan her yırtıcı hay*vanın ve leş yiyen pençeli kuşun yenilmesini yasaklamıştır" (Müslim, Kit. Sayd, bab: 16; hn. 1934; Ebû Dâuûd, Etime bab: 32 hn: 3803, 3804, 3805, 3806; İbn Mace Sayd bab: 13; hn. 3234) buyurmuştur. Görüldüğü gibi bunların haram olması, hadis-i şerif ile beyan edilmiştir.
c. Altın ve ipeğin erkeklere haram oluşu:
Hz. Ali (ra.) der ki: Resulullah (sav) sol eli ile İpeği sağ eli ile de altını tut*tu. Ellerini bunlarla birlikte yukarı kaldırdı ve şöyle buyurdu: "Bu iki şey üm*metimin erkeklerine haram, kadınlarına helaldir," (İbn Mace Kit. Libas, bab: 19, hn. 3595, 3596; Nesei Kit. Zineh bab: 40) Altın ve ipeğin haram olduğuna dair birçok rivayetler mevcuttur. (Bkz. Baharı, Kit. Libas bab: 30; Müslim Kit. Libas 3-23, hn. 2066, 2067, 2068, 2069, 2070, 2071, 2072, 2073, 2074, 2075; Tirmizî, Kit. Libas, bab: 1, hn. 1720; Nesei; Kit. Zineh, bab: 40)
d. Tek bir şahid ve davacının yemin etmesiyle hüküm verme: Mesela, Al*lah Kur'an-ı Kerimde "Ey iman edenler! Belirli bir vadeye kadar birbirini*ze borçlandığınız zaman onu yazın... Erkeklerinizden iki de şahit tutun"(Bakara, 282)buyuruyor. Sünnet, tek bir şahidin şehadetiyle birlikte yemin etmesi*nin Kur'an-ı Kerim'de zikredilen iki şahidin yerini tutacağını beyan etmiştir.
Sünnet'in Kur'an'ın meskut kaldığı yerlerde doğrudan doğruya hüküm ko*yup teşri' kaynağı olduğuna şunları da misal verebiliriz:
Muhsan (evli) olan zâninin recmedilmesi,
sadaka-i fıtır,
âkile (katilin akrabaları) üzerine diyet yüklenmesi,
esirlerin kurtarılması
Süt kardeşliği,
vitir namazı,
ramazan orucu*nu bozana keffaret lazım geldiği gibi haberler bu cümledendir.

 
toprak56 Çevrimdışı

toprak56

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Peygambersiz bir din , Akılcılık akımlarına reddiye ( Alaeddin Palevi )kitabını tavsiye eden kardeşime teşekkür ediyorum. Gerçekten okunması gereken bir kitap.... Akılcılara çok güzel reddiye ....
 
Üst Ana Sayfa Alt