selamun aleykum ihrabiyyun kardeş bir insanı düşünmesini hatırlamasını bir müşidin anlıayetndan kendi anlına bir feyiz bir ışık geldiğini düşünmesini yasaklıyan bir delil ayet veya bir hadis hatta uydurma dahi olsa bir delilin varmı sormuştum insanları bu hareketlerinden dolayı şirk olan bir idddiada bulunan sensin iddiana delil getirmesi gereken yanlız ben deyilim ben feyzin işıkın anlımdan bana geldiğini düşünmede hatalı isem ola olsa o ışık ve feyzin Allah izin vermesi ile olabileceğini o kişinin kendi başına tasarruf yetkisini ona vermedikten sonra olsa olsa görüşümde yanılmış olurum ama sen bir müslüman kafir
“Zira kullarımdan velilerim, yarattıklarımdan seçkin dostlarım o kimselerdir ki, benim zikredilmeme (benim hatırlanıp akla getirilmeme) onlar zikredilir (hatırlanıp akla gelirler), onların zikredilmesi (hatırlanıp akla getirilmesi) ile de, ben zikredilirim (hatırlanıp akla gelirim).”
[1]
Zikir Ne Demektir? Zikir, zikrâ, zükretü, unutmanın zıddıdır. Yani unutmamak hatırda tutmak demektir.
Râbıta neydi? Nebî (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’i veliyi veya ölümü hatıra getirmek hayal etmek. Hayal etmek, hayalen o’na bakmak, cisim olan şeylerde hatırlamanın kemâli, en üst mertebesi… Yani zikir…
Zikir sebebi veya zikir sebebiyle olduğu için sebebiyet yahut müsebbebiyet alâkasıyla mecâzen zikirdir. Veya zikirden ayrılmayan bir şey olduğu için zikrin mukaddimesi yahut zikrin neticesi bir şey olmakla, Bir görüşe göre yine mecazen zikirdir. Bunu kimden öğrendik? Allah (Celle Celalühü)’den ve Rasûlü (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’den.
Râbıta İbâdet midir?
Râbıtanın bizzat maksud olan bir ibadet yolu olduğunu hiçbir sûfî iddia etmemiştir.
Sûfilere göre Râbıta, ibadete vesile olması yönüyle ibâdettir. Yukarıdaki hadislerden ve âlimlerimizin onlar istikametindeki izahlarındanda anlaşıldığı gibi aslında ibadet olmaya mübahlar iyi maksat ve niyetlerle ibadet olur. İmâm Birgivi, Hamevî ve Akkirmânî öyle dediler. Hâfız Aynî, şeyhi Hâfız Irâkî’den maksadlara göre bazı mübahların güzel olacağını kabullenerek nakletmiştir.
Şöyle bir iddiâ sahibi, ibadetin ne demek olduğunu da bilmiyor demektir. Çünkü Allah (Celle Celalühü)’nün emri ve rızası istikametinde yapılacak her iş tarlada çalışmak, hanımıyla cinsi ilişkide bulunmak
[2]bile olsa geniş manada ibadettir. İbadetlerin namaz ve oruç gibi bir kısmı vardır ki, manası ve muhtevâsı yanında zamanı ve şekli de ta’yin ve tesbit edilmiştir. Çalışmak, bir kısım zikirler ve insanlara hüsn-ü muâmele gibi bazılarının şekli, zamanı ve teferruatı her yönüyle gösterilmemiştir. Bir kısım ibadetlerde vardır ki, bunların zamanı şekli ve sûreti kısmen belli edildiği gibi kısmen de belli edilmemiştir. Duâ etmek yalvarıp yakarmak gibi.
Râbıtanın hakkında hiçbir kimse yasaklık delili getiremediğine ve her hangi bir zararını gösteremediğine göre, Râbıta en azında mübahtır. Mübahlarda güzel maksatlarla ibadet oluyordu. Öyleyse, iyi maksatlarla yapılan ve iyi amellere sebep olma ve ibadete vesile olması yönüyle ibadettir. Maksut olan bir ibadet değildir.
İbn Teymiyye’nin Râbıta Hakkındaki Görüşü:
“Sen bir şahsı Allah için seversen, doğrudan Allah’ı sevmiş olursun. Sen o şahsı ne zaman kalbinde tasavvur etsen, Cenab-ı Hakkın sevgilisi olan birisini tasavvur etmiş olursun ve böylece onu sevmiş olursun. Böylece senin Allah için ve Allah’a olan mahabbetin daha fazla artmış olur. Nitekim sen ne zaman Peygamber’i (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ondan önceki Peygamberleri ve onların izinden gidenleri hatırlayıp, onları kalbinde veya kafanda tasavvur etsen senin bu durumun kalbini onlara her türlü nimetleri veren Allahı sevmeye çeker götürür. Sen bu insanları Allah için seversen, Allah’ın sevgilisi olan zatda seni Allah sevgisine çeker götürür.”
[3]
Burada, görüldüğü gibi İbn Teymiyye’nin sözleri Râbıta’nın tarifiyle örtüşmektedir.
عن الحسن بن على رضى الله عنهما سئلت خالى هند بن ابى هالة وكان وصافا عن حلية رسول الله صلى الله عليه وسلم وانا اشتهى ان يصف لى منها شيئا اتعلق به.
Hz. Hasan (Radıyallahu Anh)ın Rasülüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) i çok iyi tarif eden dayısı (Rasülüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ’in Hz. Hatice (r.anha)’dan üvey oğlu olan) Hint İbn Ebî Hâle’ye:
“Bana Rasülüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in vasıflarını anlat ki; onu hayalimde canlandırayım”
[4] diyerek, efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in şemailini ve özelliklerini öğrenmek istemesi konumuz açısından oldukça önemlidir. Buradaki maksat onu hayalinde canlandırmasından başka bir şey değildir.
Rasulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) buyurdu: Sizin hayırlılarınız görülmesi size Allah (Celle Celalühü)’ı hatırlatan, konuşması ilminize bereket katan ve ameli ahirete rağbetinizi artıran kimselerdir.
[5]
عن ابن مسعود رضى الله عنه قال: قال رسول الله صلى الله عليه وسلم: "ان من الناس مفاتيح لذكر الله اذا رؤوا ذكر الله"
İbn Mes’ud (Radiyallah Anh)’tan rivâyet edilen bir hadis-i şerifte Resûlüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmaktadır:
“İnsanlardan, Allah’ın zikri için anahtar olanlar vardır ki, onlar görüldüğünde Allah hatırlanır.”
[6]
Zayıf hadislerle hangi konularda amel edilip edilmeyeceği tevessül delillerinde geçmiştir. Aşağıdaki hadisleri söylemekten maksadımız Râbıtayı yapanların sahih ve zayıf hadislerden yola çıkarak bu metodu geliştirdiklerini anlatmak içindir. Halbuki Râbıtayı kabul etmeyenlerin elinde bir insanı gözünün önüne getirip hatırlanması ve ondan faydalanmasını içeren râbıtayı yasaklayan zayıf ta olsa bir tek delil yoktur. Tamamen yorum yaparak kendileri yasaklıyorlar. Kur’ân’da ve sünnette böyle bir yasak yoktur.
Râbıta bir iki âyetten yola çıkılıpta oluşan bir şey değildir. Râbıta bir çok âyet, hadis, sahâbe ve tabiinin söz ve hareketlerinden alınan işâretlerin toparlanıp bir şekle sokulmasından râbıta oluşmuştur. Yalnızca bir âyetin ve hadisin manasına bakarak bu râbıtayı ifâde ediyor demek elbette doğru olmaz.
Hiç kimse bugünkü şekliyle yapılan râbıtanın bire bir Âyette, hadiste, sahâbede olduğunu iddia etmemiştir. Yok, eğer işâreti, delaleti veya iktizası kıyas yolu ile vasıtalı olarak Râbıtayı gösteren âyet ve hadisler mevcuttur.
Soru: Allah Teala’dan başka varlık düşünülür mü? Niçin Allah’ı düşünmüyoruz da bir insanı, bir mürşidi düşünüyoruz? Bu durum insanı şirke götürmez mi?
Cevap: Mevlanâ Hâlid, Hâlidiye risalesi s.16’da buna şöyle cevap vermiştir:
Zat ve sıfatlarıyla hiçbir benzeri eşi ortağı bulunmayan Allah (Celle Celalühü)ü Teâlayı düşünmek zatını hayâle getirmeye çalışmak mümkün değildir. Çünkü Allâh (Celle Celalühü) zat olarak bizim idrak sahamız dışındadır. Bizler ne kadar istesekte onu tasavvur edemeyiz. Ayrıca insanın bir zatı düşünebilmesi için onu görmesi gerekir göremediği şeyi düşünmek ise imkansızdır. Ayrıca mümkün olmadığı için Allah (Celle Celalühü) zatını düşünmek yasaklanmış bütün tefsir hadis ve akaid kitaplarında bu açıklanmıştır.
عن ابن عباس رضى الله عنهما قال: قال رسول الله صلى الله عليه وسلم: تفكروا فى خلق الله ولا تتفكروا فى الله، فإنكم لن تقدروا قدره"
Rasulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bu hususta şöyle buyurmuştur:
“Allah’ın mahlukatı hakkında tefekkür edin. Allah’ın Zatı hakkında tefekkür etmeyin. Zira siz O’nun kadrini takdir edemezsiniz. (Öz Zatını düşünmeye güç yetiremezsiniz.)”[7]
Hadise göre, yaratıkları düşünmek emredilmiştir. Mutasavvıfların anlayışlarından anladığımıza göre, düşünülmeye en lâyık olan Allah’ın (Celle Celalühü) en mükemmel tecellisi olan insanı kamilin sûretidir. Bundan dolayı yaratıkları düşünmek kabilinden şeyhi düşünme neticesine varmışlardır.
عن عبد الله بن بسر رضى الله عنه قال: قال رسول الله صلى الله عليه وسلم: "طوبى لمن رآنى وطوبى لمن رآى من رآنى ولمن رآى من رآى من رآنى وآمن بى".
Abdullah İbn Büsr (Radıyallahu Anh)’dan rivâyet edilen bir hadis-i şerifte Rasülüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
“Bana imân edip de beni görene müjde olsun! Beni göreni görene de müjde olsun! Beni göreni göreni görene de müjde olsun”[8]
Bu hadisten de anlaşılacağı üzere; Rasûlüllah’ı görmek büyük bir nimettir. Çünkü nübüvvet nuru insanın üzerinde şimşek gibi çakar ve ölünceye kadar üzerinde bulunur. Bu bereketli insan günahlara düşse de dönüp dolaşıp tövbe eder ve ona layık ümmet olmaya gayret eder.
Soru: Şeyhe râbıta, Allah’ı bırakıpta ondan başka bir takım eşler edinip, onları Allah’ın yerine sevmek anlamına gelmez mi?.
“İnsanlar içinde Allah’tan başka bir takım eşler tutup, onları Allahı sever gibi sevenler vardır.” Bakara: 165
Cevap: Sevenin sevdiğiyle cismen ve ruhen beraber olması ve onu çokca hatırlaması ise sevginin en büyük alametidir.
روى عن جماعة من الصحابة رضى الله عنهم قالوا" قال رسول الله صلى الله عليه وسلم "المرء مع من احب."
Sahâbeden bir cemaat tarafından rivâyet edildiğine göre Resûlüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur: “Kişi sevdiğiyle beraberdir.”
[9]
عن عائشة رضى الله عنها قالت: "قال رسول الله صلى الله عليه وسلم: "من احب شيئا اكثر من ذكره"
Hz. Âişe (Radiyallah Anhâ)’dan rivâyet edildiğine göre Resûlüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur: “Bir şeyi seven onu çok hatırlar.”
[10]
Hadis-i şerifler buna açıkça delalet etmektedirler. Her mü’minin nefsi dahil her şeyden çok sevmesi gereken Rasülüllah’ın kalbi şerifine, kendi kalbinden telgraf gibi uzanan nurdan bir hat bulunduğunu mülahaza ederek, hangi hal üzere olursa olsun, feyiz ve nur talep etmelidir. Burada şunu belirtelim ki sevgi gerçekte Allahu Teala’yadır. Onun hakiki sevgilisi olan Rasülüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) i sevmemiz, O sevdiği ve bize de Onu sevmeyi emrettiği içindir.
Ebû Hüreyre (Radıyallahu Anh)dan rivâyet edilen; “Allahü Teala bir kulunu sevdiği zaman Cebrail’e (Aleyhisselâm) Allah falanı seviyor, onu sende sev diye emreder. Cebrail de onu sever ve gök ehline, Allah falan kimseyi seviyor, sizde onu sevin diye seslenir. Gök ehli de onu severler.
Sonra da onun için yeryüzünde kabul (sevgisi kalplere) konulur.”
[11]
Velileri sevmemiz de Allah ve Rasülü onları sevdiği ve değer verdiği içindir. O halde kamil bir insanı seven ve ona râbıta yaparak, Allahu Teala’dan gayrı her şeyden yüz çevirme sadetine eren bir kimse, tabiki gerçekte ancak Allahü Teala’yı sevmiş olur.
Ahirette beraber olacağı gibi dünyada da beraber olur. Yahut imân beraberliği.. Zihniyet ve düşünce beraberliği.. Amel beraberliği.. Hissi beraberlik..Yani, maddi olarak aynı yerde olma beraberliği.
Cemaatte hazır olmanın ecrinin tek başına kılınandan kat kat büyüklüğü nereden geliyor, hicret etmeyenlere vaad edilen azab, nedendir dersiniz? Maddi olrak bir yerde bulunulacak ama bu yetmiyor. Maddi olarak salihlerin yanında bulunup günahları işlemek sûretiyle ma'nen onlardan uzak olmak da elbette doğru değildir.
(Hakîkî manada) Hicret eden de, Allah (Celle Celalühü)'ün yasakladığını terk eden (ve ondan uzaklaşan) kimsedir.
Bütün bunların yanında hayali olarak, yani, onları hep aklında tutarak, unutmayarak, nebilerle (Aleyhi’s-selâm), sıddıklarla, şehidlerle ve salihlerle beraber olmak, beraber olmanın kemalinden değilmidir? Değilse neden? Bunu, şu âyetin manasının umumundan (genelinden) dışarı çıkartacak deliliniz nedir? Biz bu çeşit beraber oluşun da başka birçok nass ve aklın yardımıyla, bu âyetin geniş çerçeve içinde olduğunu söylüyoruz.
Soru: Nakşibendilerce tarikatın birinci halkası sayılan Hz. Ebû Bekir Sıddık gerçekten böyle bir tarikatın başı olduğunu biliyormuydu? Bu konuda kesin bir delil varmıdır?
Cevap: Abdulganî en-Nablusî, Reddü’l-Câhil isimli kitabında şöyle diyor: (Hz. Ebû Bekir (Radıyallahu Anh) mağarada Rasülullah’ın (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) arkadışıydı. Kur’ân-ı Mecid’de bildirildiğine göre, Rasülullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Ebû Bekir’e (Radıyallahu Anh) maiyyet (Allah ile beraber oluş) murakabesini telkin etmiştir. Bu böyledir: Çünkü, Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Ebû Bekir’de (Radıyallahu Anh) beşer olmanın ağırlıklı oluşunun gereklerinden olan üzüntüyü hissedince onu üzülme sözü ile bu üzüntüden nehyetti. Ve ona “Şüphesiz ki Allah bizimle beraberdir” yani Allah’ın bizimle beraber oluşunu düşün ve murakabe et: Çünkü kim ilâhî beraberliği murakabe ederse ve nurani haletle eriyip yok olursa, onu üzüntü ve diğer beşer olmanın gerektirdiği şeyler istila edemez, dedi.
Muhammed Pârisâ (k.s) hazretlerinin (ki bu şahıs Buhârâ’nın hadis âlimlerinin ileri gelenlerindendir.) Fasl-ı Hitab’ından naklederek şöyle yazmaktadır: Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Ebû Bekir’e (Radıyallahu Anh) kalbi zikri mağarada üçleyerek telkin etti.
İbn Hacer el-Mekkî, el-Fetâvâ el-Hadîsiyye’de şöyle demiştir: Ebû Bekir (Radıyallahu Anh) gizli Ömer de açık zikrederdi. Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) onlara öyle yapmayın buyurmadı. Aksine onları ikrar etti. (Bu işlerinde takrir buyurdu.)
[12]
Hz. Ebû Bekir es-Sıddık (Radıyallahu Anh) tarikat silsilesinin bir halkası olduğunu söylemenin bu yolu bütün teferruatıyla o tesis etti, demek olmadığını her akıllı âlim bilir.
Hatta silsilenin birinci halkası Rasülüllah’tır (Sallallahu Aleyhi ve Sellem). Şimdi hiçbir nakşi tarikatı mensubu tarikatı Rasülüllah kurdu iddiasında bulunmaz. Öyleyse onların silsilede yer alması ne demektir? Bunu bilmek lazım bilinen bir gerçek var ki: Bütün mezheplerin ucu Rasülüllah’a dayanır. Yani mezheplerin birinci halkası odur. Evet özü, şekli ve mühim teferruatı itibariyle nakşiliğin ilk kurucusu Şâh-ı Nakşibend’dir (k.s) ondan aşağıdaki zincir halkaları onun tesis ettiği yolu aynen tevarus etmelerinin yanında bir takım ilaveler yaptıkları da olmuştur.
Bunlar bazı teferruatdaki tekmillerdir. Asılda değildir. Yukarıdakiler ise birbirlerinden ilim ve manevi terbiye alıp vermekte olan kimselerdir.
Zikir, murakebe, zühd, takva, terbiye ve sülük noktalarında umde olan şahıslar, işte bu silsilede birer halka olmuştur. Hz. Ebû Bekir (Radıyallahu Anh) gibi.
[1]Ahmed İbn-i Hanbel, (12/226 H:15486) Taberânî, el-Kebir (Mecmau’z Zevâid:1/89) el-Evsat, Mecmau’z- Zevâid (1/58) Kenzül-Ummal 1/42 H:101 Kezâ Hakim-i Tirmizi Nevâdiru’l-Usul, Amr İbn-i Cemuh (r.anh’de) Hey şüpheniz olmasın ki, kullarımdan dostlarım yarattıklarımdan da sevdiklerim lafsıyla) Kenzu’l-Ummal: 1/440 H:1902
[2] Müslim, zekat: 52, Ebû Dâvûd, Tetavvû 12, Edep:160, Ahmet İbn Hanbel: 5/167,168 Râbıta bölümünde buraya kadar olan kısmı Hüseyin Avni Hocaefendi’nin Gurabâ dergisinden alınmıştır.
[3] Mecmûu’l Fetâvâ, c.10 s.608, birinci baskı, 1381.
[4] İbnu’l-Esir, Üsdü’l-Gâbe No: 5404, 4/619, Tirmizî, eş-Şemâilü’l-Muhammediyye, 1/26, Beyhakî Delâilü’n-Nübüvve, 1/285
[5] Ebû Yala Müsned IV 326 h.No.2437
[6] Taberânî, el-Mu’cemü’l-Kebîr, 10476, 10/2055. Beyhakî, Şuabu’l-İman, no: 699.
[7] Ebû Nuaym, Hılyetü’l-Evliya, 6/67. Ali el-Müttakî, Kenzü’l-Ummâl, No: 5076, 3/106.
[8] Hâkim, el-Müstedrek, No: 6994, 4/96: Taberânî, el-Mu’cemü’s-Sağir, No: 859, sh. 360
[9] Buhârî, Edep; 95 No 5815 5/2282, Müslim, Birr; 50, No: 2639, 4/2032
[10] Ebû Nuaym ve Deylemi, el-Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, No: 2352 2/222
[11] Buhârî, Bedül Halk: 6, No: 3037 , 3/1175, Müslim Birr: 48 No: 2637, 4/2030
[12] Kevserî, İrgâmu’l-Merîd, 28-29
demekle o deyise sen kafir olursun seni işin zor kardeş olmıyanın deilini ne sunum diyon olmıyan delille insanları kafir ediyon ama bravo alkışlar islamiyete cok güzel hizmet ettiniz el insaf doğru ile yanlışı ayıralım ikisini aynı kefeye koymuyalım kardeş saygılar ... BİZ RABITA HAKINDA DELİLİMİZİ konu başlığında anlattık DEVAMINI BURAYA EKLİYOM .........................