AYETİ KAFALARINA GÖRE ÇARPIK YORUMLAYANLARIN İÇYÜZÜ
İslam toplumunun düşman askerlerine yakın sınırlarında silahlanarak nöbet tutunuz . işte bu meşakkat esnasında Allah ile irtibatlı -rabıtalı (we rabitu) olunuz ki kurtuluşa eresiniz. Çünkü İslam toplumuna devamlı dışardan tehlikeler girmek için fırsat kollamaktadır .
Bunun için düşman kuvvetlerine karşı uyanık ve Allah ile irtibatlı olunuz ki İslam zarar görmesin. Bu da kurtuluşa sebebdir.
Bu ayet gereğince hiç bir sahabe sınır boylarında silahlı düşmana karşı nöbet beklerken Rasulullahın hayalini aracı kılarak Allaha yaklaşmak için rabıta yapmadı !
Şimdi bu ayetin mealini ve tefsirini Taberi tefsirinden buraya aktaralım .
Al-i İmran 200- Ey iman edenler , sabredin. (Düşmanlarınıza karşı) sabırlı olun. (Hudutlarınızda) nöbet bekleyin. Allah’tan korkun ki kurtuluşa eresiniz.
Ey iman edenler , dininiz hususunda , rabbinize itaatte ve bütün emir ve yasakların gereğini yapmakta sabırlı olun. Düşmanlarınıza karşı tahammül gösterin ki zafere erişesiniz. Sınırlarda düşmanlarınıza ve din düşmanlarına karşı nöbet bekleyin . Müslümanları koruyun.Allahtan korkun ve emirlerine karşı gelmeyin ki kurtuluşa erip ebedi olan nimetlere kavuşasınız.
* Peygamber efendimiz (s.a.v.) bir hadis-i şerifinde şöyle buyuruyor
Allah yolunda sınırda bir gün nöbet tutmak , dünyadan ve onun içinde bulunan şeylerden daha hayırlıdır. Sizden birinizin cennette sahib olacağı vir kamçı boyu yer , dünyadan ve onun içinde bulunanlardan daha hayırlıdır. Allah yolunda akşam ve sabah yürümek , dünya ve onun içinde bulunanlardan daha hayırlıdır.
(Buhari , K.el-Cihad, bab: 73)
a- Hasan-ı Basri , katade , İbn-i Cüreyc ve Dehhak'a göre bu ayetin manası şöyledir :
Ey iman edenler, dininizin hükümlerine sabredin. Kafirlere karşı sabırlı olun ve müşriklerin karşısında nöbet tuttun
b- Muhammed b. Ka'b el-Kureziye göre bu ayetin manası şöyledir :
Ey iman edenler , dininizin hükümlerine karşı sabredin. İtaatınız karşılığında size vermeyi vaat ettiğim şeyleri beklemede sabırlı olun ve düşmanınızın karşısında nöbet tutun.
c- Zeyd b. Esleme göre bu ayetin manası şöyledir.
Ey iman edenler , cihadda sabırlı olun . Düşmanınıza karşı sabredin ve onların karşısında nöbet tutun. Zeyd b. Elsem diyor ki
: Bir zaman Ebu Ubeyde b. el-Cerrah , Ömer b. El-Hattab'a mektub yazarak ona , Rumların askeri yığınak yaptıklarını ve onlardan herkesin korkar durumda olduğunu belirtmiştir. Ömer’de ona şu cevabı yazmıştır . Mu'min bir kula ne kadar sıkıntı gelse de , Allah o sıkıntıyı ondan alır. Elbette ki bir zorluk iki kolaylığa galib gelemez. Allah teala kitabında şöyle buyurmaktadır : Ey iman edenler , sabredin. (Düşmanlarınıza karşı) sabırlı olun. (Hudutlarınızda) nöbet bekleyin. Allah'tan korkun ki kurtuluşa eresiniz.
d- Ebu Seleme b. Abdurrahman ise , buayeti şu şekilde izah etmiştir.
Ey iman edenler , sabredin . İnsanlara karşı sabırlı olun. Ve namaza bağlı kalın. Bir vakti kıldıktan sonra diğer vakti bekleyin
Bu hususta Ebu Hureyre’nin Rasulullah'ın şöyle buyurduğunu zikrettiği rivayet edilmektedir :
Ben sizlere , Allahın kendisiyle hataları sildiği ve dereceleri yükselttiği bir şeyi göstereyim mi ?
Sahabeler "Evet ey Allah'ın Rasulu" demişler.
Rasulullah'da "zorluklara rağmen , abdesti mükemmel bir şekilde almak , mescitlere çokça adımlarla gitmek ve bir namazdan sonra diğer bir namazı beklemektir. İşte irtibatlı olmak bu demektir"
( Muslim , K. Et-Taharet , bab : 41 , hadis No : 251)
Taberi ayetin izahında , bu görüşlerden tercihe şayan olanın şöyle diyen görüşe olduğunu söylemiştir :
Ey iman edenler , dininize ve rabbinize itaatte sabredin. Düşmanlarınıza karşı sabırlı olun ve onların karşısında nöbet tutun.
Taberi bu görüşü tercih edişine gerekçe olarak ta özetle şunları zikretmiştir. Ayette zikredilen , birinci sabır mutlak olarak zikredilmiştir. Bu itibarla hertürlü sabır bu ifadenin içine girer. İkinci sabır ise müşareket ifade eden bir siyga ile ifade edilmiştir. Bu da insanlar arasında karşılıklı olarak cereyan eder ki bundan maksat da Müslümanların , kafirler karşısında metanet göstermeleri demektir. Nöbet bekleyin diye tercüme edilen (rabituu) kelimesinin kökü (ribat )tır. Bu da diğer bir ayette de zikredildiği gibi düşmanla savaşmak maksadıyla at beslemek ve muhafaza etmektir. Düşmanın önünde nöbet tutan insanlar , kendilerini sınırlarda hapsettiklerinden ve oradan ayrılamadıklarından , onlara da bu sıfat verilmiştir.
Kur’an-ı Kerim’de zikredilen kelimeleri
Arapçadaki asıl manalarından çıkarıp başka manalarda , herhangi bir delile dayanmadan kullanmak elbette ki isabetli değildir. Bu itibarla (rabituu) kelimesinden maksadın , Nöbet tutunuz demek olduğu muhakkaktır .
ebu Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi
TABERİ TEFSİRİ
2. CİLT sayfa No : 430 -431-432
Hisar yayınevi
Rabıtacıların delil aldığı bu ayetin tefsirini muteber kaynaktan görmüş olduk .
İnşeAllah ayet ve tefsiri neyi ifade ettiğini artık iyice anlamışızdır .
Düşünmek , tefekkür etmek caizdir. fakat düşünmek tefekkür etmek meşru diye Rabıta yapmaya yol bulamazsınız .
Sebebi ise Rabıta sırasında şeyhin ruhaniyetinin müridin yanına geldiğini iddia etmektedirler. Şeyhin ruhaniyeti müridin yanına nereden geliyor ki mürit ondan yardım istesin?
Hz. Ebubekir (r.a.) efendimiz , tuvalette iken bile Hz. Muhammed (s.a.v) efendimizi ister istemez aklına hayaline geldiğini , bunda da bir sorumluluk olup olmadığını sorduğunda Rasulullah (s.a.v) efendimiz bunun fıtri bir şey olduğunu , önüne geçilemeyeceğini , bir vebali olmadığını bildirmiştir.
Burada dikkat edilmesi gereken bir husus ise Rasulullah (s.a.v) ben de senin tuvalette beni hayal ettiğini , düşündüğünü biliyorum , sana yardım ediyorum , nerede ne yaptığından haberdarım dememiştir !
Kişinin annesini , babasını, evladını , öğrencisini ,şeyhini , işini vs düşünmesi hatırlamaktır . Rabıta değil. Çünkü rabıta da karşılıklı düşünme ve haberdar olma yardımlaşma ve ne yaptığından haberdar olmak anlatılmaktadır !
İşte bu tür sapkın anlayışlarda şeyhinin kendini her halde iken gördüğünü sanan cahil softalar tuvalet ve banyoya bile günlerce girememektedirler . Allah c.c. akıl fikir ve sahih bir itikat versin.
Hz. Ebubekir (r.a.) tuvalette iken peygambere gelerek tuvalette bile iradem dışında aklıma geliyorsun dediğinde devamında da senin kalbindeki feyizden nasipleniyorum demiş midir? Ya da her hangi bir sahabe rasulullahın ilim meclisleri dışında rasulullahın diğer sahabelerini araya koyarak yada direktmen Rasulullahı düşünerek feyizlenmiş , yaptığı işe de rabıta yaptım demiş midir ? Tabiinden böyle bir şey yapan olmuş mudur? Mezheb ve akaid imamlarımızdan bu şekilde feyizlenmek rabıtadır diyen bir sözcük görülmüş müdür?
İşin asıl feryadı figan kopan yeri ise bu düşünme (rabıta) esnasında düşünülenin düşünenden haberdar olması ve düşünenin nerede , ne zaman , nasıl ve ne istediğinden haberdar olduğunu ve yardım ettiği inancıdır ? işte Allah c.c. esma ul husna'sındaki el-Gayb sıfatını mahlukata vermek budur !
Eğer şeyhime rabıta yaparken (yani düşünürken )
benim kendisini düşündüğümden haberdar değil , ne zaman ve nerede olduğumdan habersizdir , böyle düşünürken de (Rabıta yaparak) benim sıkıntılarımı giderebilir , bana yardım ediyor , çünkü o Allah dostudur vc gibi inanışlar içinde değilseniz sözümüz yoktur. İstediğiniz kadar düşünüp tefekkür ediniz şeyhinizi. Ama bu inançta iseniz bizler bu itikattan beriyiz !
Şimdi de tarikatçıların rabıta için "içinde rabitu geçiyor" diye kendilerine delil aldıkları ayetin tefsirini Elmalılı Muhammed Hamdi yazırdan dinleyelim :
200-Sözün kısası ey iman edenler, siz telaş etmeyiniz, sabırlı olunuz, (haberde geldiğine göre sabır üç derecedir: Musibet (ansızın gelen bela)e sabır, itaat etmekte sabır, isyandan sabır), ve sabırda Allah düşmanlarıyla yarışıp onların üstüne çıkınız, yani imtihan ve mücahede mevkilerinde düşmanların sabrının üstüne çıkmaya ve nefsinizin arzularını yenmeğe çalışınız ki, sabırlı olmaya alışırsanız bunu yapabilirsiniz. Ve murabata edi (nöbetleşi)niz, ribat yapı (sağlam yürekli olu)nız, imam ardında cemaatle namaz gibi birbirinize bağlanıp vazifeye dikkatli olunuz ve özellikle savaşa düşmanlarınızdan çok hazırlıklı bulunarak atlarınızı bağlayıp hududlarda ve mevzilerde karakol bekleyiniz.
Ribat, Allah yolunda devam etmektir. Bu aslında rabt-ı hayl yani at bağlamaktan alınmıştır ki, düşmana karşı atını bağlayıp gözetlemek ve beklemek demektir. Sonra İslâm hudud (sınır) şehirlerinden birinde bekleyenlere, gerek süvari ve gerekse piyade olsun, genelde murabıt (nöbet bekleyen, nöbetçi) adı verilmiştir. Fakihlerin ıstılahlarında murabıt, hudud şehirlerinden birine bir müddet beklemek için gidendir. Aile ve efradıyla beraber oralarda oturan ve hayatını kazanarak yaşayan hudud sakinlerine murabıt denilmez.
Zamanımız terimine göre murabıt, Allah yolunda silah altında bulunan, kışla ve karakollarda duran ve nöbet bekleyen askerler demek olur.
Buhârî ve Müslim'de Sehl b. Sa'd'den rivayet olunduğu üzere Rasulullah (s.a.v.) buyurmuştur ki, "Allah yolunda bir gün karakol beklemek, dünya ve mafiha (onda olanlar)dan hayırlıdır".
İbnu Mâce sahih senedle Ebu Hureyre'den rivayet edilen bir hadis-i şerifte de Rasulullah buyurmuştur ki:
Her kim Allah yolunda murabıt olarak, yani karakol beklerken ölürse, işleyegeldiği iyi amel üzerine icra edilir, rızkı da üzerine gönderilir durur, fitnecilerden emin olur ve Allah Teâlâ onu korkudan emin olarak diriltir.
Ebu'ş-Şeyh'ın Hazreti Enes'den merfû olarak tahric ettiği bir hadiste:
Karakol yerinde namaz, iki milyon namaza eşittir.
Abdullah b. Ömer (r.a.)den rivayet edilmiştir ki:
Ribat , cihaddan daha faziletlidir. Zira ribat, müslümanların kanını muhafazadır. Cihad ise müşriklerin kanını dökmektir.
Bunları yapınız Allah'dan gereği gibi korkunuz, mutlak olarak emirlerine karşı gelmekten sakınınız, korumasına koşunuz ki, felah bulasınız (kurtulasınız), isteklerinize nail, temennilerinizde başarılı olasınız, dualarınızın kabul olduğunu göresiniz.
İşte Bakara Sûresinin sonundaki kâfirler toplumuna karşı bize yardım eyle! duasının da tam cevabı.
**********************
Hangi ayeti ne maksatla aldığınızı her aklı selim mümin anlıyor.
Sınırda düşman kuvvetlerine karşı silahla ribat yapmayı , şeyhle telepati kurarak benim şu an nerede ne yaptığığımdan haberdardır , hatta benim şeyhim gece yatağımda kaç kere döndüğümü bile bilir (m. zahid kotku) inançları çıkartarak hem yerinde çakılı kalmayı hemde cihadda çıkmama gibi bir taşla kuş sürüsü vurmaya çalışırsınız .
Hiç bir sahih delil size destek olamaz , aksine yüzünüzdeki boyayı döker.
Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü'l-Münir
Al-i İmran 200- Ey iman edenler! Sabredin. Sabır yarışı yapın. Nöbet beklesin, Allah'tan korkun ki felah bulaşınız.
Sabredin yani isabet eden ağır işlere karşı nefsinizi tahammülsüzlükten alıkoyun, dinî yükümlülükleri yerine getirmeye katlanın. Sabır yarışı yapın. Savaşta karşılaştığınız sıkıntılara kâfirlerden daha çok sabırlı olun, sabırda onları geçin. Onlar sizden daha ileri derecede sabredenler olmasınlar. Nöbet beklesin; ribat yapın, yani cihad için serhadlerde düşmana karşı gaza yapmak için gözetleyiciler ve nöbetçiler olarak yer tutun.
Allah'tan korkun, kendinizi Allah'ın gazabından ve hiddetinden uzak tutun; ki felah bulaşınız felahı umabilesiniz. Felah, cennete nail olmak, cehennemden kurtulmak ve kastolunan amelleri yapabilmektir.
[ Vehbe Zuhayli, et-Tefsiru'l-Munir, Risale Yayınları: 2/462.]
Nüzul Sebebi
200. ayet-i kerime olan, Ey iman edenler! Sabredin... ayet-i kerimesinin nüzulü ile ilgili olarak da Hâkim Sahîh'inde şunu rivayet etmektedir:
Ebu Seleme b. Abdurrahman, -Davud b. Salih'e hitaben-
Kardeşimin oğlu, sen şu, Ey iman edenler! Sabredin, sabır yarışı yapın, nöbet beklesin... ayetinin ne hakkında nazil olduğunu biliyor musun? dedi. Ben, Hayır dedim.
Şöyle dedi: Kardeşimin oğlu, Rasulullah (s.a.v.)'in döneminde nöbet bekleşecek bir serhad ve bir sınır yoktu, fakat bu (ribat) namazdan sonra bir diğer namazı beklemekti.
[ Vehbe Zuhayli, et-Tefsiru’l-Munir, Risale Yayınları: 2/462-463]
Açıklaması
1- Bir kısmı beş vakit namaz olan dinî yükümlülüklere, hastalık, fakirlik ve korku gibi bir takım musibet ve sıkıntılara sabretmek.
2- Düşmanlarla sabır yansına girmek. Yani sıkıntılara, hoşa gitmeyen şeylere katlanmak hususunda onları geçmek, nefse ve hevaya karşı direnmek.
3- Düşmanlarla karşılaşmaya hazırlıklı olmak üzere mescitlerde, düşmanlara yakın sınırlarda olunması gereken serhadlerde ribat yapmak, bunun için cihad etmek. Buharî, Sehl b. Sa'd es-Sâidî'den Rasulullah (s.a.v.)'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir: Allah yolunda bir gün ribat, dünyadan ve dünyadaki her şeyden hayırlıdır. Müslim'in Sahih 'inde de Hz. Selman'dan şöyle dediği rivayet edilmektedir:
Rasulullah (s.a.v.)'ı şöyle buyururken dinledim:
Bir gün ve bir gece ribat yapmak bir ay boyunca oruç tutup namaz kılmaktan hayırlıdır. Şayet vefat edecek olursa hayatta iken yaptığı amelinin ecri ona yazılır, rızkı ona yazılır ve çok fitnecinin fitnesinden (şeytandan) emin kılınır.
4- Biricik mutlak İlâha karşı muttaki olmak, O'ndan korkmak, azabından sakınmak, gizli ve açık bütün hallerinde O'nun gözetimi altında olduğunu bilmek, emirleri yerine getirmek, yasaklardan da uzak durmak.
Şüphesiz bu vasiyetlere (emirlere) bağlı kalıp riayet eden felaha kavuşur, dünyada da ahirette de umduklarını elde eder, kurtulur.
[ Vehbe Zuhayli, et-Tefsiru’l-Mu nir, Risale Yayınları: 2/463-465. ]
Ayetten Çıkan Hüküm Ve Hikmetler
İtaat üzere sabretmek, düşmanla sabır yarışına girmek, nefis ve hevaya karşı direnmek, İslâm ülkesi serhadlerini ribatlarla korumak, Allah'tan korkmak, dünyada düşmanlara karşı muzaffer olmanın, üstünlük sağlamanın, ahirette de Allah'ın azabından kurtulup ebedî nimetlere nail olmanın yoludur...
[Vehbe Zuhayli, et-Tefsiru’l-Munir, Risale Yayınları: 2/465-466. ]
7. BÖLÜM
Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb
Ey imân edenler, sabredin, sabır yarışı yapın, nöbet beklesin ve Allah'tan tttika edin (korkun). Umulur ki felah bulursunuz (Âl-i İmran.200).
Sabır ve Müsabere
Cenâb-ı Hak, Ey imân edenler sabredin, sabır yansı yapın, nöbet beklesin ve Allah'tan İttikâ edin. Umulur ki felah bulursunuz buyurmuştur. Bil ki Allah Teâlâ, bu surede, gerek usûl (inanç), gerekse fürû (ahkam)a dâir pek çok hakikatten bahsedince, ki usûl, tevhid, adalet, nübüvvet ve âhiret meselelerinin izahı ile ilgili olan konular; fürü da hacc, cihâd ve benzeri mükellefiyet ve ahkâmla ilgili şeylerdir-, bütün âdabı içine alan bu âyetle bitirmiştir.
Bu böyledir, çünkü insanın iki hali vardır:
a) Sırf kendini ilgilendiren;
b) Kendisi ile başkaları arasında müşterek olan şeyler. Birincisinde sabrın bulunması, ikincisinde de müsabere (karşılıklı sabır ve tahammül gösterme)'nin bulunması gerekir.
Sabrın birkaç çeşidi vardır:
1- Tevhid, adalet, nübüvvet ve âhiretle ilgili bilgileri elde etmek için, istidlal ve tefekkür meşakkati ile muhaliflerin şüphelerine cevap vermek için istinbatta bulunma meşakkatine sabretmek.
2- Farz ve nafile ibadetleri edâ etmenin sıkıntı ve zorluklarına sabretmek.
3- Yasaklardan (haramlardan) kaçınmanın sıkıntılarına sabretmek.
4- Hastalık, fakirlik, kıtlık ve korku gibi, dünyevî musîbet ve âfetlere karşı sabretmek.. Âyetteki, sabredin emrinin muhtevasına işte bütün bu kısımlar girer. Bu ilk üç kısmın da muhtevasına sayısız çeşitler girer.
Müsabere ise, kişinin kendisi ile başkası arasında müşterek olan sıkıntılara katlanmaktan ibarettir. Bunun içine aile, komşular ve akrabalardan kötü ahlaklı olanlara tahammül etme ile, sana kötülük yapanlardan intikam almaya yeltenmeme hususu girer. Nitekim Cenâb-ı Hak, Cahillerden yüz çevir (Arat. 199) ve Onlar boş ve kötü lakırdıya rastladıkları vakit, şerefli olarak (yüz çevirip) geçerler (Furkan,63 ) buyurmuştur.
Yine Müsâberenin içine, insanın başkasını kendi nefsine tercih etmesi de girer. Nitekim Cenâb-ı Hak, (Onlar) kendilerinde fakr-u ihtiyaç olsa bile, o (din kardeşlerini) öz canlarından daha üstün tutarlar (Haşr, 9) buyurmuştur. Yine ona, sana zulmedip haksızlık edenleri affetmen de girer. Nitekim Hak Teâlâ,
Atfetmeniz, takvaya daha yakın (ve uygun)dur (Bakara. 237) buyurmuştur. Yine ona, mârufu (iyi şeyi) emir ve tavsiye edip, münkeri (kötülüğü) nehyetmek de girer. Çünkü emr-i ma'ruf ve nehy-i münker yapana çoğu kez, zararlar gelir. Yine buna, cihad da dahildir. Çünkü cihad, canı tehlikeye atmaktır. Yine bu müsâbereye, bâtıl ehline karşı sabredip, onların şüphelerini giderme ve cevap vermeye gayret etmek ve bu bâtıl şeyleri onların kalplerinden silme çabası da girer. Binâenaleyh Hak Teâlâ'nın, Sabredin emrinin, insanın sırf kendisini ilgilendiren hususlara sabrı; Sabır yansı yap)n buyruğunun ise, insan ile diğer insanlar arasındaki müşterek her şeye sabrı içine aldığı sabit olur.
[ Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 7/298-299]
Murabete ne Demektir?
Bil ki insan, her ne kadar sabr ve müsâbere ile mükellef tutulmuş olsa da, insanı bunların zıddını yapmaya sevkedecek olan kötü huylar da vardır. Bunlar şehvet, gazab ve ihtirasdır. İnsan, ömrü boyu bunlarla mücâdele edip, bunları zapt-ı rapt altına almakla meşgul olmadığı sürece, sabretmesi ve müsâberede bulunması mümkün olmaz. İşte bundan dolayı Cenâb-ı Hak, c.c nöbet beklesin buyurmuştur. Bu gayret, fiillerden bir fiil olup, insanın her fiilinin de mutlaka bir sebebi ve maksadı olduğu için, insanın bu gayretinde de bir maksadının ve sebebinin olması gerekir ki, bu felahı ve kurtuluşu elde etmek için, Allah'tan ittikâ etmek (korkmaktır.) Bu sebeple Cenâb-ı Hak, ve Allah'tan ittikâ edin, umulur ki felah bulursunuz buyurmuştur.
Bu hususta sözün Özü şudur:
Fiillerin kaynağı kuvvelerdir Cenâb-ı Hak, bundan dolayı sabrı ve müsâbereyi (sabır yansını) emretmiştir ki bu güzel fiilleri yapıp, kötü fiilleri işlemekten kaçınmadan ibarettir. Fiiller, kuvvelerde-sâdr olduğu için, Cenâb-ı Hak bundan sonra, kötü fiillerin kaynağı o kuvvetlere savaşmayı emretmiştir ki nöbet bekleşmekten (murabata)dan murad budur. Daha sonra Cenâb-ı Hak bu kuvveleri, kabîh ve kötü şeyleri yapmaktan alıkoyan şeyi de zikretmiştir ki bu Allah'tan ittikâ etmek (korkmak)tır. Sonra da, Allah'tan ittikâ etme, diğer kuvvet ve ahlâklara tercih edilmesini gerektiren şeyi zikretmiştir ki bu da felâh (kurtuluş)tur. Böylece sûrenin sonundaki bu âyetin, ruhanî birtakım sırların ve hükümlerin hazinelerini içine aldığı; kısa olmasına rağmen, surede daha önce zikredilen usûl ve fürû ilimlerinin âdeta bir tamamlayıcısı olduğu ortaya çıkmaktadır Benim söyleyebileceklerim bundan ibarettir.
Şimdi, müfessirlerin söylediklerini zikredelim:
Hasan el-Basrî şöyle demişti-Dininizden ötürü sabredin. Fakirlik ve açlık sebebi ile onu bırakmayı Düşmanlarınıza karşı sabır göstermede yarışın ve Uhud'da meydana gele' bozgundan ötürü yılgınlık göstermeyin.
Ferra, Peygamberinizle birlikte sabredin Düşmanlarınıza karşı sabır yarışında bulunun. Sizden daha sabırlı kimseler -bulunması uygun düşmez demiştir
Esam ise, Bu sûrede Allah'ın mükellefiyetle çok olduğu için, Allah Teala onlara, bu mükellefiyetlere karşı sabırlı olmaları emretmiştir. Yine bu sûrede cihada çokça teşvik ettiği için de, düşmanlarına karşı sabırla dayanıp diretmeyi emretmiştir demiştir.
Hak Teâlâ'nın nöbet beklesin emri ile ilgili iki görüş vardır:
1- Bu, o kimselerin atlarını hudutlardaki nöbet yerlerine, karakollara bağlamalarından ibarettir. Onlar atlarını, hasım tarafların her biri, diğeriyle savaşa hazır olacak bir şekilde atlarını bağlarlar ve beklerler. Nitekim Cenâb-ı Hak, ve (cihad için) bağlanıp beslenen atlar hazırlayın ki bununla, Allah'ın düşmanlarını ve sizin düşmanlarınızı korkutasımz (Enfâl. 60) buyurmuştur.
Hz. Peygamber (s.a.v.)'den: "Allah yolunda kim bir gün bir gece hudut nöbeti tutarsa, bir ay ihtiyacı dışında devamlı namaz kılan ve bozmadan oruç tutan kimsenin (İbâdeti) gibi ibâdet etmiş olur" dediği rivayet edilmiştir.
[Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 7/298-299 ]
2- Murâbata, bir namazdan sonra diğer namazı beklemek manasına gelir. Bunun böyle olduğuna şu iki husus da delâlet etmektedir:
a) Ebu Seleme İbn Abdurrahman'ın şöyle dediği rivayet edilmiştir:
Hz. Peygamber (s.a.v.) zamanında, murâbata yapılan (hudut nöbeti beklenen ve kendisi için hususî atlar hazırlanan) bir savaş yoktu. Binâenaleyh bu âyet ancak, bir namazı kıldıktan sonra diğer namazı bekleme hakkında nazil olmuştur.
b) Ebu Hureyre (r.a)'nin, namazdan sonra diğer namazı beklemeden bahsedip, sonra üç kere, Dikkat edin, ribât işte budur! dediği rivayet edilmiştir.
Bil ki bu lâfzı, zikredilen bu manaların hepsine birden hamletmek mümkündür. Ribâtın kökü bağlamak manasına olan rabt etmektendir. Nitekim bir şeye sabreden kimseye, Kalbini ona bağladı denilir. Başkaları, bu kelimenin devam ve sebat etme demek olduğunu söylemişlerdir ki bu mana, bizim söylediğimiz sabretme ve kalbi bir şeye bağlama manası ile alakalıdır. Sonra bu sebat ve devam, cihâd için olabileceği gibi, namaz için de olabilir. Allah en iyi bilendir.
Allah kendisinden razı olsun, İmâm Fahruddln Râzî şöyle demiştir:
Bu sûrenin tefsiri, Allah'ın fazlı ve ihsanı ile Hicrî 595 senesi Rebîu'l-âhir ayının ilk perşembesinde tamamlandı.
[ Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 7/299-301]
İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis
Al-i İmran 200- Ey inananlar, sabredin [ Sabim Düşmanlarınıza sabırla galebe edin ], direnin. Savaşa hazırlıklı, uyanık bulunun [ Rabitu Savaşa daima hazırlıklı olun. Uyanık olun.] ve ALLAH'tan korkun ki, başarıya eresiniz.
Bu ayette, müslümanlann dinlerinde sabırlı olmaları, düşmanlarını sabırla dize getirmeleri ve ALLAH'tan daima korkup O'nun sınırlarına bağlı kalarak savaşa hazırlıklı olmaları emredilmiştir. Zira, müslümanlann zaferi ve başarısı burada saklıdır.
[ İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 5/515.]
Savaşa Hazır Olun
Ayetin iniş sebebi ile ilgili herhangi bir rivayet nakledilmemiş olmakla birlikte, önceki ayetlerle bağlantılı ve onların devamı olduğu söylenebilir. Kâfirlere karşı zaferin yolunu ayet göstermiş ve bu yolu takip etmelerini emretmiştir. Eğer müslümanlar bu yolu takip ederlerse kâfirler boyun eğecek, mağlub olacaklardır. Emredilen hususun caydırıcılığı noktasında herhangi bir şüphe sözkonusu değildir.
Sabırla ve savaşa sürekli hazırlıklı olmakla zafer, ALLAH'ın bir vaadi olarak kesindir. Ancak ayette belirtilen ve müslümanlann uygulamaları gereken husus bu sıfatı haiz olmaları ve onlara galibiyeti getiren uygulamaların yerine getirilmesidir.
İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 5/515.
İmam Nesefi, Nesefi Tefsiri
Al-i İmran 200 - Ey iman edenler! Sabredin; sabırda düşmanlarınızın karşısında sebat edin (cihad için) hazırlıklı ve uyanık bulunun, ALLAH'tan sakının ki, başarıya erişebilesiniz.
Ey iman edenler! Sabredin; Din konusunda ve dini sorumlulukları için sabredip göğüs gerin.
Cuneyd-i Bağdadi diyor ki:
Sabır: Feryadı ve sıkıntıyı bir tarafa atarak bütün gücü o istenmeyen şey üzerinde yoğunlaştırıp gerekeni yapmaktır.
Sabırda düşmanlarınızın karşısında, sebat ederek onlardan öne,geçmeye çalışın, Savaşın tüm şiddetlerine karşın sabırda onları yenin. Onlardan daha az sabır ve sebat göstermeyin. Cihad sırasında ALLAH'ın düşmanları karşısında direnin, geri çekilmeyin. cihad için hazırlıklı ve uyanık bulunun. Sınır ve nöbet yerlerinde direnip bekleyin, nöbetinizi ihmal etmeyin. Oralarda atlarınızı, her türlü silâhlarınızı, savaş araç ve gereçlerinizi sağlama alın. Sürekli teyakkuz hâlinde bulunun ve her an savaşa çıkacakmış gibi hazır olun. ALLAH'tan sakının ki; başarıya erişebilesiniz.
Felah: Arzu edilmeyen olaydan ya da şeylerden kurtulduktan sonra istenen şeyde sürekli olarak kalmaktır.
edatı, geleceğin bilinememesi gibi şeylerde kullanılır. Buda , kişi umduğu ve beklentisi içinde olduğu şeylere dayanıp güvenerek geleceği için amel işlemekten geri kalmaması manasını içerir.
Bir başka yorum ise şöyledir: Bana olan muhabbetiniz için sabredin, nimetlerime karşı da elinizden geldiği kadar sabır yarışında olun ve Benim dinime hizmet için canınızı ortaya koyun. Böyle yapmanız hâlinde olur ki kurtuluşa erersiniz ve bana yakın olma imkânını kazanmış olursunuz.
Hz. Peygamber (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) Efendimiz bir hadislerinde şöyle buyuruyor:
Zehraveyni, Bakara ve Ali İmran surelerini okuyun. Çünkü bu ikisi kıyamet gününde adeta iki bulut veya iki kuş sürüsü imişcesine sizi gölgelemek üzere gelecekler ve kendilerini okuyanları savunacaklar.
[ Muslim; 804.]
ALLAH en iyiyi ve en doğruyu bilendir. Sonuçta dönüş ve varış O'nadir.
İmam Nesefi, Nesefi Tefsiri, Ravza Yayınları: 2/490-491.
Diyanet tefsiri
Al-i İmran 200. Sözlükte sabır acıya katlanmak, zorluklara ve sıkıntılara göğüs germek demektir (Bakara 45).
Aynı kökten gelen ve mealinde kararlılıkta yarışın diye çevrilen fiilinin masdan olan müsâbere ise kişinin kendisiyle başkası arasında meydana gelen olumsuzluklara katlanması [ Râzî, IX, 155] kendisine karşı direnen kimseye (düşmana) daha fazla mukavemet etmesi anlamına gelir [ İbn Âşûr, IV, 208]
Sözlükte düşmanın geleceği yeri bekleyip korumak anlamına gelen ribât, terim olarak ALLAH yolundan ayrılmamak, düşmana karşı uyanık ve hazırlıklı bulunmak anlamına gelmektedir. Aslında ribât düşmanın ansızın saldırmasını önlemek için atı bağlayıp hazır tutmak anlamına gelen rabtu'l-hayl ifadesinden alınmıştır.
Daha sonra ister süvari ister piyade olsun, sınır boylarında bekleyen kimseye nöbetçi, nöbet bekleyen anlamında, bu kelimenin türevi olan murâbıt adı verilmiştir. Murâbıt bir müddet beklemek için sınıra giden kimse demek olup terim olarak silâh altında bulunan, kışla ve karakollarda duran ve nöbet bekleyen asker için kullanılır..
[Elmalılı, II, 1265]
Al-i İmrân sûresinin özellikle baş taraflarında tevhîd, nübüvvet ve âhiret gibi dinin esaslarını oluşturan itikadî konularda açıklamalar yapılmış, daha sonra hac, cihad ve benzeri amelî konulara değinilip kulların bunları yerine getirmekle yükümlü olduklarını bildirilmiş, son âyetinde de bu görevlerin yerine getirilebilmesi için kulların yapmaları gerekenler üzerinde durulmuştur. Çünkü bu görevler kulun ya sadece kendisiyle ilgilidir veya kendisiyle başkaları arasında gerçekleşmektedir.
Yüce ALLAH kulun sadece kendisini ilgilendiren yükümlülükler için kula sabırlı olmasını tavsiye ederken; kendisiyle başkaları arasında gerçekleşecek olanlar için de müsâbereyi yani kararlılıkla direnmeyi emretmektedir. Meselâ düşmana karşı cihad ederken ondan daha fazla direnmesini ve ona galip gelmesini istemektedir. Düşmanın ansızın saldırıp müsliimanlan gafil avlamasını ve onları imha etmesini önlemek için de sınır boylarında nöbet tutmaları ve düşmana karşı daima dikkatli olmaları uyarısında bulunmaktadır.
Hz. Peygamber de birçok hadiste müminlerin düşmanlarına karşı uyanık olmalarını, sınırda bekleyerek düşman saldırılarım önlemelerini emretmiş, bunu yapanların ALLAH katında büyük mükâfata ereceklerini ve cehennem ateşinden kurtulacaklarını haber vermiştir.
[ Buhârî, Cihâd,73; Muslim, İmâre, 163; İbnKesîrJI, 17M77; Kurtubî, VI, 324-326; silâh gücü bakımından hazırlıklı olmanın önemi için bk. Enfâl 8/60]
Hz. Peygamber bir namazı kıldıktan sonra diğer namazı beklemeyi mecazi anlamda nöbet bekleme olarak isimlendirdiği için [ Muslim, Taharet, 41; Tirmizî, Taharet, 39] bazı müfessirler buradaki ribâtı bu anlamda yorumlamışlardır. Ancak İbn Aşûr, Hz. Peygamber'in ifadesinin bir benzetme olduğunu, bir namazı kıldıktan sonra diğer namazı kılmak için vaktinin gelmesini beklemeyi sınır boylarında nöbet beklemeye benzettiğini ifade etmektedir Bununla birlikte namaz ibadetinin kişiyi kötülüklerden koruyucu özelliğe sahip bulunduğu düşünüldüğünde âyetin hakikat olarak her iki anlamı da kucaklayacak mahiyette olduğu kabul edilebilir. Çünkü nöbetlerin biri vatanı düşmandan, diğeri ise nefsi kötü davranışlardan korumaya yöneliktir. Nitekim âyetin, aynı zamanda sûrenin son cümlesinde kurtuluşa ermek için takvanın yani ALLAH'tan korkmanın emredilmiş olması, âyetin her iki anlamı da içerdiğine işaret eder. Bunların biri yapılıp diğeri yapılmadığı takdirde takva gerçekleşmiş olmaz dolayısıyla kurtuluş da olmaz.
Muhammed Abduh buradaki takva emri ile İlgili olarak özetle şöyle der:
Takva senin, ALLAH'ın gazabından ve azabından kendini korumandır. Bu da ancak ALLAH'ı tanımak, O'nu razı edecek ve O'nu kızdıracak şeyleri bilmekle mümkün olur. Bunları bilmek ise ALLAH'ın kitabını anlamaya, Peygamberi'nin sünnetini ve bu ümmetin selef-i sâlihîn denilen geçmişlerinin hayatını bilmeye ve onları örnek almaya bağlıdır. Kim hakkı ve ehlini korumak, davetini yaymak uğrunda sabreder, engellere karşı direnir, tehlikelere karşı uyanık olup gerekeni yapar ve ALLAH'ın emrine saygısızlıktan sakınırsa, diğer işlerinde de bu prensipleri göz önünde bulundurursa kendisini kurtuluşa ve ALLAH katındaki mutluluğu elde etmeye hazırlamış olur. [ Reşîd Rızâ, IV, 319]
Kaynaklarda, Hz. Peygamber'in gece teheccüd namazına kalktığında Âl-i tmrân sûresinin son on âyetini okuduğu kaydedilmektedir. [ Buhârî, Tefsir, 3/18-20; İbnKesîr,!!, 162-163]
Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:I/558-5560
8. Bölüm