Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

İlmi Konu Ridde Savaşlarında Zekat Vermeyenlerin Hükmü Nedir?

Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Ebubekir (r. anh)'ın Savaştığı Zekat Vermeyenlerin Hükmü Nedir?

Muhammed (a.s.)'ın vefatından sonra halife olarak seçilen Ebubekir (r.anh)'ın döneminde bazı kabilelerin farz olan zekâtı vermeyi reddetmesiyle gündeme gelen ridde hadiselerine Ebubekir (r.anh)'ın bu konuda kararlı ve emin bir duruş sergilemesi, İslam toplumunun birliğinin korunmasında önemli bir dönüm noktası olmuştu.
والذين يكنزون الذهب والفضة ولا ينفقونها في سبيل الله فبشرهم بعذاب أليم. يوم يحمى عليهم في نار جهنم فتكوى بها جباههم وجنوبهم وظهورهم هذا ما كنزتم لأنفسكم فذوقوا ما كنتم تكنزون
Altın ve gümüşü yığıp da onları Allah yolunda harcamayanlar yok mu, işte Onlara elem verici bir azabı müjdele! (Bu paralar) cehennem ateşinde kızdırılıp bunlarla alınları, yanları ve sırtları dağlanacağı gün (onlara denilir ki): İşte bu, kendiniz için biriktirdiğiniz servettir. Artık yığmakta olduğunuz şeylerin (azabını) tadın! (Tevbe, 34-35)

Zekâtın lugat / sözlük mânâsı; Artma ve temizlemedir. Arab dilinde kullanılan "zeke" sözünden "mal arttı" mânâsı kast edilmektedir.
Zekâtın ıstılah mânâsı; Allah'ın hakkı olarak maldan çıkarılan miktardır. Bu miktara zekât denilmesinin sebebi, o malın çoğalması, temizlenmesi ve manen bereketlenip âfetlerden korunmasıdır. (Râgıb el-İsfahânî, El-Mufredêt fî Ğarîbi’l-Ḳurʾân, C: 1, Sf: 535)
Zekât, malın belirli bir miktarını âyet-i kerimede geçen sekiz sınıftan bir veya daha fazla sınıfa temlik etmektir. Zekâtın farz oluşu; Kitab, Sunnet ve İcmâ' ile sabittir. Binaenaleyh onu inkâr etmek, küfürdür.

: حدثنا أبو اليمان الحكم بن نافع: أخبرنا شعيب بن أبي حمزة، عن الزهري: حدثنا عبيد الله بن عبد الله بن عتبة بن مسعود: أن أبا هريرة رضي الله عنه قال
لما توفي رسول الله صلى الله عليه وسلم وكان أبو بكر رضي الله عنه، وكفر من كفر من العرب، فقال عمر رضي الله عنه: كيف تقاتل الناس؟ وقد قال رسول الله صلى الله عليه وسلم: (أمرت أن أقاتل الناس حتى يقولوا لا إله إلا الله، فمن قالها فقد عصم مني ماله ونفسه إلا بحقه، وحسابه على الله). فقال: والله لأقاتلن من فرق بين الصلاة والزكاة، فإن الزكاة حق المال، والله لو منعوني عناقا كانوا يؤدونها إلى رسول الله صلى الله عليه وسلم لقاتلتهم على منعها. قال عمر رضي الله عنه: فوالله ما هو إلا أن قد شرح الله صدر أبي بكر رضي الله عنه، فعرفت أنه الحق
Ebu Hurayra (r.anh) şöyle anlatır:
Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem vefat etmiş, Ebu Bekir halife olmuştu. Bu sırada Arablar'dan bir kısmı irtidad etmişti (dinden çıkmıştı).
Bu arada Ömer, Ebu Bekir'e, "Rasulullah, "Bana, 'insanlarla, Allah'tan başka ilah yoktur' deyinceye kadar savaşmak emredildi. Bu sözü söyleyen kimse, başka haklı bir sebeb olmadıkça, malını ve canını benim nezdimde koruma altına almış olur. Hesabı ise artık Allah'a kalmıştır' buyurduğu halde insanlara nasıl savaş açıyorsun ?!" demiştir.

(Ebu Bekir, Ömer'e şöyle cevab vermiştir): "Allah'a yemin ederim ki, namazla zekatı ayranlarla (namaz kılıp da zekat vermek istemeyenlerle) savaşacağım. Çünkü zekat, mal üzerindeki bir haktır. Vallahi eğer Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e verdikleri bir dişi oğlağı bana vermekten kaçınırlarsa bundan dolayı onlara savaş açarım."
Bunun üzerine Ömer, "Bu, Allah'ın Ebu Bekir'in gönlüne koyduğu düşünceden başka bir şey değildir. Anladım ki bu çok doğru bir görüştür" demiştir.
(Buhari, Kitab'ut Zekat, Hadis no: 1399, 1400)


حدثنا أبو بكر بن أبي شيبة وأبو كريب وإسحاق بن إبراهيم، جميعا عن وكيع. قال أبو بكر: حدثنا وكيع عن زكرياء بن إسحاق. قال: حدثني يحيى بن عبدالله بن صيفي عن ابن معبد، عن ابن عباس، عن معاذ بن جبل. قال أبو بكر: ربما قال وكيع: عن ابن عباس؛ أن معاذا قال: بعثني رسول الله صلى الله عليه وسلم. قال:
"إنك تأتي قوما من أهل الكتاب. فادعهم إلى شهادة أن لا إله إلا الله وأني رسول الله. فإن هم أطاعوا لذلك. فأعلمنهم أن الله افترض عليهم صدقة تؤخذ من أغنيائهم فترد في فقرائهم. فإن هم أطاعوا لذلك. فأعلمنهم أن الله افترض عليهم خمس صلوات في كل يوم وليلة. فإن هم أطاعوا لذلك. فأعلمهم أن الله افترض عليهم صدقة تؤخذ من أغنيائهم فترد في فقرائهم. فإن هم أطاعوا لذلك. فإياك وكرائم أموالهم. واتق دعوة المظلوم فإنه ليس بينها وبين الله حجاب"
Bize Ebu Bekr b. Ebi Şeybe, Eyyub b. Kureyb ve İshak b. İbrahim hepsi Veki" den tahdis etti. Ebu Bekr dedi ki: Bize Veki', Zekeriya b. İshak'tan şöyle dediğini tahdis etti: Bana Yahya b. Abdullah b. Sayfi, Ebu Mabed'den tahdis etti. O İbn Abbas'tan, o Muaz b. Cebel'den. Ebu Bekr dedi ki: Bazen Veki':
İbn Abbas'tan Muaz'ın şöyle dediğini nakletti dedi: Beni Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) gönderdi ve şöyle buyurdu:
"Sen kitab ehlinden bir kavmin yanına gideceksin. Onları Allah'tan başka hiçbir ilah olmadığına ve şüphesiz benim Allah'ın Rasulu olduğuma şahddet getirmeye çağır. Eğer Onlar buna itaat ederlerse kendilerine Allah'ın üzerlerine her gün ve gecede beş vakit namazı farz kılmış olduğunu bildir. Şayet buna itaat ederlerse Onlara Allah'ın üzerlerine zenginlerinden alınıp, fakirleri arasına geri verilecek bir sadakayı (zekatı) farz kılmış olduğunu bildir ama sakın mallarının en değerlilerini almayasın. Mazlumun (bed)duasından da sakın çünkü onunla Allah arasında bir perde yoktur. "
(Muslim, Zekat, Bab 7, Hadis no: 121)



حدثنا قتيبة حدثنا الليث عن عقيل عن الزهري أخبرني عبيد الله بن عبد الله بن عتبة بن مسعود عن أبي هريرة قال لما توفي رسول الله صلى الله عليه وسلم واستخلف أبو بكر بعده كفر من كفر من العرب فقال عمر بن الخطاب لأبي بكر كيف تقاتل الناس وقد قال رسول الله صلى الله عليه وسلم أمرت أن أقاتل الناس حتى يقولوا لا إله إلا الله ومن قال لا إله إلا الله عصم مني ماله ونفسه إلا بحقه وحسابه على الله قال أبو بكر والله لأقاتلن من فرق بين الزكاة والصلاة وإن الزكاة حق المال والله لو منعوني عقالا كانوا يؤدونه إلى رسول الله صلى الله عليه وسلم لقاتلتهم على منعه فقال عمر بن الخطاب فوالله ما هو إلا أن رأيت أن الله قد شرح صدر أبي بكر للقتال فعرفت أنه الحق
Ebu Hurayra (r.anh) ’den rivâyete göre, şöyle demiştir:
“Rasûlullah (s.a.v.) vefat edince ve Ebû Bekir de halife olunca Arablardan kafir olup İslam’dan çıkanlar oldu.
Ömer b. Hattâb, Ebû Bekir’e şöyle dedi: Sen bu İnsanlarla nasıl savaşacaksın? Rasûlullah (s.a.v.), tüm insanlarla Allah’ın birliğini kabul edinceye kadar savaşmakla emrolundum, kabul ederlerse mal ve canlarını Benden kurtarırlar gizli durumlarının hesabı Allah’a kalmıştır, demesine rağmen...
Ebû Bekir de şu karşılığı verdi: Namaz ile zekatı birbirinden ayıranlara karşı vallahi savaşacağım çünkü zekat malın hakkıdır. Allah’a yemin ederim ki Rasûlullah (s.a.v.)’e verdikleri bir deve yularını bana vermeseler bunun verilmemesi yüzünden kendileriyle savaşırım.
Bunun üzerine Ömer b. Hattâb şöyle dedi: "Vallahi durum bu merkezde iken Allah’ın, Ebû Bekr’in göğsüne ferahlık verdiğini gördüm savaş konusunda kendisinin hak üzerinde olduğunu anladım.
(Tirmizi, İman , Bab 1, Hadis no: 2607, Hasen sahih hadis; Ebu Davud, Zekat, Hadis no: 1556)

Rasulullah (s.a.v.)'in vefatı, Ebubekir (r.anh)'ın halife seçilmesi üzerine
bâzı müslüman gruplar dinden dönmeye başladılar.
Hattabî'ye göre bunlar iki sınıftır:

1. Dinden tamamen dönenler.
Ebu Hurayra'nin "Arab'lardan bazıları dinden döndü" sözüyle anlatmak istediği bunlardır ki iki taifeye ayrılmaktadırlar:

a. Museylimetu'l-Kezzâb'ın Peygamberlik iddiasını tasdik eden Benû Hanîfe ile el-Esvedu'l-Ansî'ye uyanlardır. Bunların hepsi Muhammed (s.a.v.)'in Peygamberliğini inkâr ediyorlardı. Ebu Bekir bunlarla savaşlı. Sonunda Museylimetu'l-Kezzâb'ı Yemâme'de, el-Ansî'yi de San'a'da öldürttü. Onlara uyanların çoğu da öldürüldü, kalanlar ise, kaçtı ve dağıldı.

b. Dinin bütün hükümlerini inkâr edip namaz - zekât gibi ibadetleri terk edenlerdir.
Bunlar câhiliyet devrindeki hallerine dönmüşlerdi.


2. Namazla zekâtı birbirinden ayıranlar.
Bunlar namazın farz olduğunu kabul ediyor, fakat zekâtı tanımıyorlardı. Bunların içinde zekât vermek isteyip de reislerinden korktukları için veremeyenler de vardı. Meselâ Benû Yerbu' kabilesi kendi aralarında zekâtlarını toplamış, tam Ebû Bekr'e göndermek üzere iken Mâlik b. Nuveyre bunu duymuş ve toplanan zekâtları göndertmemiş, kâbileye dağıtmıştır.
Bazıları da Allah (c.c.)'in, "Onların mallarından, kendilerini temizleyeceğin bir zekât al" (Tevbe 103) meâlindeki hitabı 'yalnız Peygamber (s.a.v.)'e mahsustur. Çünkü zekât sahibini hiç bir kimse Rasûlullah (s.a.v.) kadar temizleyemez' diye haklı olduklarını, âyet-i kerimeyi yanlış te'vil ederek ileri sürmüş ve zekât vermek istememişlerdir.

Ömer (r.anh)'in Ebû Bekr (r.anh)'e olan itirazı bunlarla yani bu ikinci maddede anlatılanlarla ilgilidir. Ömer (r.anh)'in itirazı, delil olarak ileriye sürdüğü hadisin zahirine bakıp üzerinde fazla düşünmediği içindir. Ebû Bekir ise, namaz kılmayanlarla harb edileceğine ashâb-ı kiramın icmaı bulunduğunu bildiği için, zekâtı namaza kıyas etmiştir. Bu hâdise yani Ömer'in, hadisin umumuyla, Ebû Bekr'in ise, kıyasla ihticâc etmesi, âmm bir hükmün kıyasla tahsis edilebileceğine delildir. Nitekim Ömer (r.anh), Ebû Bekr (r.anh)'in haklı olduğunu gösterdiği delilden anlayarak kabul edince, harbin lüzumu konusunda O'na tâbi olmuştur.

Buhârî'nin, îbn Ömer (r.anhuma)'den rivayet ettiğine göre;
Rasûlullah (s.a.v.): "İnsanlar Allah'tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed'in Allah'ın Rasulu olduğuna şehâdet edip ve namaz kılıp zekât verinceye kadar Onlarla savaşmakla emrolundum. Bunları yaparlarsa can ve mallarını İslâm hakkı hariç- benden korumuş olurlar. Onların hesabı Allah'a kalmıştır" buyurmuştur.

Ebû Davud'un Kitâbu'l-Cihâd'da Enes (r.anh)'den rivayetine göre;
Peygamber (s.a.v.): "Allah'tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed'in Onun kulu ve Rasulu olduğuna şehâdet edinceye ve bizim kıblemize dönünceye, kestiklerimizi yeyinceye, Bizim gibi namaz kılıncaya kadar insanlarla savaşmakla emrolundum. Bunları yaparlarsa, Onların canları ve malları bize haram olur. Ancak İslâm'ın hakkı başka. Müslümanların lehine olan onların da lehine, aleyhine olan, Onların da aleyhinedir," buyurmuştur.

Görüldüğü gibi hadisin birkaç rivayeti var. Birinde ne namaz ne de zekâttan söz edilmezken diğerinde namazdan, bir diğerinde de hem namaz hem de zekâttan söz edilmektedir. Bundan da anlaşılıyor ki, hem Ebu Bekir hem de Ömer, İbn Ömer ile Enes (r.anhum)'in rivayetlerindeki ziyâdeleri işitmemişlerdir. Çünkü Ömer, duymuş olsaydı, Ebu Bekr'e itiraz etmez ve hadisi delil göstermezdi. Eğer Ebu Bekir (r.anh) işitmiş olsaydı, kıyası değil de Onları delil gösterirdi. Herhalde İbn Ömer, Enes ve Ebû Hurayra (r.anhum) bu hadisi Peygamber (s.a.v.)'den aynı yerde işitmemiş olacaklar.

Ebû Hurayra'nin rivâyetindeki "Allah'tan başka ilâh yoktur" cümlesinden maksadın, "Allah'tan başka ilâh yoktur, Muhammed O'nun Rasuludür," demek olduğu ve makama uygun bir kısaltma yapıldığı İbn Ömer ile Enes (r.anhuma)'ın rivayetlerinden anlaşılıyor. Bununla beraber bu cümleyle Yahudî ve Hıristiyanlar değil, putperestler kast edilmiştir. Çünkü ehl-i Kitab "Allah'tan başka ilâh yoktur" derler ama Onlarla savaşılır. Böylece yalnız "Allah'tan başka ilâh yoktur" deyip Muhammed (s.a.v.)'in, Allah'ın Rasulu olduğunu inkâr eden kişinin can ve malı korunmuş sayılmaz.

Hatta Nevevî bunun da (yani "Allah'tan başka ilâh yoktur, Muhammed O'nun rasuludür" cümlesinin) kâfi gelmediğine, bir de buna Peygamber (s.a.v.)'in getirdiği şeylerin hepsine iman etmenin gerekli olduğunu söylemekte ve bunu Muslim'in Kitâbu'l-İman'da Ebu Hurayra'den rivayet ettiği, "Allah'tan başka ilâh olmadığına, benim Allah Rasulu olduğuma ve getirdiklerime iman edinceye kadar..." hadis-i şerifi ile delillendirmektedir.

Hadîste geçen den maksad, -sözün gelişinden de anlaşıldığı gibi- İslâm hakkıdır. Nitekim bu hadisin bundan sonraki rivâyetiyle Sahih-i Buhârî'deki rivayetinde açıkça İslâm hakkı diye geçmektedir. Bunun mânâsı, haksız yere cana kıyma, zina etme ve zekât vermeme gibi -ister mâl isterse başka şey olsun- İslâm'ın hakkı yani İslam'ın emrini yerine getirmeme ve nehyinden kaçınmanın gerektirdiği hak hariç, Onların malları ve canları korunmuştur, demek olur.

"Asıl hesabı Allah'a kalmıştır” cümlesinin anlamı ise, gizlice yaptıkları ve sakladıkları şeylerin hesabını Allah görecektir, demek olur. Yani "Allah'tan başka ilâh yoktur, Muhammed O'nun rasuludür" diyen kimselerin müslümân oluşuna hükmedilir. Bu sebeble bunların İslâm hakkı hariç, can ve mallarının dokunulmazlığı vardır. Gizledikleri şeyleri araştırmayıp onları Allah'a havale ederiz. Bunda, küfrü içinde gizlediği halde dışından müslümân görünen kimsenin müslümanlığının kabul edileceğine delil vardır. Âlimlerin çoğu bu görüştedirler. İmam Mâlik, zındığın yani küfrünü gizleyip de dıştan müslümân görünen kimsenin tevbesinin kabul edilmeyeceği görüşündedir. Ahmed b. Hanbel'in de aynı görüşte olduğu söylenmektedir.

"Allah'a yemin ederim ki namazla zekâtın arasını ayıranlarla mutlaka savaşacağım" cümlesinden maksad, "namaz kılıp zekâtı inkâr etmek veya vermemek suretiyle bu iki ibâdeti birbirinden ayıranlarla mutlaka savaşacağım" demektir. İkisinin arasındaki münâsebete, Kur'an-ı Kerim'-de 82 yerde beraber geçmesi ve namazın dinin direği, zekâtın da İslâm'ın köprüsü oluşu kâfidir.

Ebû Bekir (r.anh), "zekât, malî bir haktır" sözüyle, namaz nasıl bedenî bir farz ise, zekât da mâlî bir farzdır, yani namaz kılmayan kimsenin nasıl can dokunulmazlığı yoksa, zekât vermeyenin de mâl dokunulmazlığı yoktur. Binaenaleyh "Onunla savaşırım" demek istemiştir.

Hadiste geçen "ikâl" kelimesinin mânâsında ihtilâf edilmiştir. Lugat ve fıkıh âlimlerinden bazıları bunun "bir senenin zekâtı" mânâsına geldiğini söylemişlerdir ki, bu lugat mânâsına da uygundur. Bunlara göre devenin ayağını bağladıkları ipe de "ikâl" denirse de, burada o manada kullanılmamıştır. Çünkü zekâtta ipi vermek gerekmediği gibi ipten dolayı savaşmak da câiz değildir. Binaenaleyh bu hadisteki "ikâl" kelimesini bu mânâya almak doğru değildir. Ebu Ubeyd, Muberred ve Kisâî gibi lugat âlimleri bu görüştedirler.
Muhakkik âlimlerin çoğuna göre ise, buradaki "ikâl"den maksad, hayvanın bağlandığı ip, yulardır. Yani zekât olarak alınan hayvanın başına takılan iptir. Zira zekât memuru, bu ipten tutarak zekât hayvanını teslim alır. İmam Mâlik ve İbn Ebî Zi'b'in bu görüşte oldukları rivayet olunur. et-Tahrîr muellifi de bu görüşü savunup şöyle demektedir:
"İkâl"den maksad, bir yılın zekâtıdır diyenler yanılmaktadırlar. Çünkü bu söz sıkıntı, darlık ve mubalâğa makamında söylenmiştir. Binaenaleyh savaşa sebeb gösterilen şeyin az ve kıymetsiz olmasını gerektirir. Bir yılın zekâtı mânâsına alınırsa, bu mana kaybolur."
Nevevî de bu görüştedir. Sahih olan görüşe göre yular değerinde olan bir zekâtın dahi verilmemesi halinde Onlarla savaşılacağı kast edilmiştir.

Bu kelime yani "ikâl" kelimesi, Rebâh b. Zeyd'in Mâmer'den, O da Zuhrî'den, Zuhrî'nin de aynı senetle -yani Ubeydullah b. Abdullah'tan-yaptığı nakilde "anâk" diye geçmektedir. Bunun için "bazıları "anak" yerine "ikâl" demişlerdir" denildi.
İbn Vehb'in Yunus'tan, O da Zuhrî'den yaptığı rivayette de "anâk" geçmektedir. "Anâk" bir yaşına varmayan dişi oğlak manasına gelmektedir. Bundan maksad, -yine mubalağa makamında söylendiğinden- dişi oğlak gibi az da olsa zekâtın verilmesinin lâzım geldiği olabileceği gibi gerçek mânâsında kullanılmış da olabilir.
Her nekadar bu kelime, rivayetlerin çoğunda "anâk" diye geçiyorsa da, iki rivayet de sahihdir ve aralarında bir çelişki yoktur. Ebû Bekr (r.anh)'in, sözünü iki defa tekrarlayarak birinde "İkâl" diğerinde "anâk" dediğine hamledilir. İmam-ı Buhari, " 'anâk" rivayetini tercih etmiştir.

Savaşılanlar Kâfir miydi?

Ridde Savaşları’na katılan kabilelerle zekat vermemek veya İslam'dan dönmek gibi sebeblerle savaşılması gerektiği vurgulanır. Ancak, bu kabilelerin her biri kâfir olarak kabul edilmemiştir; İslam’ı terk edenler (murteddler) ve zekat vermek istemeyenler arasında ayrım yapılmıştır.

Zekat vermeyi reddedenler: Zekat, İslam’ın beş şartından biri olduğu için, bu kişiler zekat vermeyi reddederek, aslında İslam’ın temel bir hükmüne karşı gelmiş oluyorlardı. Ancak bu durum, doğrudan kâfir oldukları anlamına gelmiyordu. Onlar, İslam’ın hükümlerini reddetmiş olabilirler, fakat bu, onları tamamen dinden çıkaran bir eylem olmayabilir.

İslam’dan dönenler (murtedler): Bazı kabileler, özellikle Muhammed (a.s.)'in vefatının ardından, İslam'ı terk etti veya peygamberlik iddiasında bulunarak yeni bir dinî hareket başlattı. Bu tür topluluklar, İslam’ı terk ettikleri ve peygamberlik iddiasında bulundukları için murted (dinden çıkan) olarak kabul edilmiştir ve bunlarla savaşmak İslam hukukunda meşru sayılır.

Genel Yargı: Yani Ebubekir’in savaştığı toplulukların tamamı kâfir değildi, ancak bazıları İslam’ı terk eden veya İslam'a karşı çıkan isyancılardı. Ebubekir, zekat vermeyenlerin bir kısmını dinî açıdan isyan içinde olanlar olarak değerlendirdi. Diğer yandan, zekat verme meselesinin sadece maddî bir yükümlülük değil, aynı zamanda toplumsal ve dinî bir aidiyet göstergesi olduğu unutulmamalıdır. (İbn Cerir el-Taberî, Tarih el-Rusul ve'l-Mulûk - Tarih-i Taberî, C. 2)


İbn Hacer el-Askalânî, Ridde Savaşları ve zekat vermeyenlerle savaş konusu bağlamında bu kişilere doğrudan kâfir hükmü verilmediğini belirtmiştir. Çünkü zekat vermeyenler her ne kadar İslam’ın temel emirlerinden birine karşı gelmiş olsalar da, bu durum doğrudan onları kâfir yapmaz.
Kâfirlik hükmü genellikle İslam’ı terk edenler (murteddler) ya da İslam’a karşı isyan edenler gibi daha açık bir şekilde dini reddedenlere verilmiştir.
Bu bağlamda, zekat vermeyenlerin kâfir sayılıp sayılmadığı, daha çok İslam’a karşı bir isyan anlamına gelip gelmediğine dayanır. Eğer kişi İslam’ı terk etmişse veya peygamberlik iddiasında bulunuyorsa, bunlar kâfir olarak kabul edilmiştir. Ancak, sadece zekat vermemek, İslam'dan çıkmayı gerektirmez.
Ebubekir (r.anh)'in zekat vermeyenlerle savaşma kararı, İslam’ın toplumsal düzenini koruma ve dini hükümlere bağlılık açısından önemlidir. Bu kişiler savaşılabilir, ancak bu onların tamamen kâfir oldukları anlamına gelmez. Zekat vermeyenlerle savaşmak, bazen disiplin sağlama veya toplumun düzenini koruma amacı taşır, ancak bu eylem doğrudan kişiyi kâfir yapmaz. (İbn Hacer el-Askalânî, Fethu'l-Bârî, C. 8)



Ebu Câfer Musa Hoca:
"Ebubekir (r. anh)'ın Savaştığı Zekât Vermeyenlerin Hükmü Nedir?"


 
Üst Ana Sayfa Alt