İşte Nursi'nin Kastamonu'ya sürgün edildiği dönemde Yahyagil de Elazığ'da görev yapıyordu. Gelen emre göre de taburuyla birlikte Dersim İsyanı'nı bastıracak birliklerin arasında yer alacaktı; "Ben Elaziz (Elazığ)'de tabur komutanlığı yapıyordum. 1938 Dersim İsyanı'nın sebep olduğu facia hadisesi neticelenmek üzere idi. Bizi de Dersim İsyanı'nı önlemeye ve bastırmaya memur ettiler. İsyan dedikleri şey de, bazı dağ köylerinin o yıl vergi vermeme meselesi idi. Aslında hadise basitti. Fakat nedense onu büyüttüler ve umumileştirdiler." Çok basit önlemlerle, belki hiç can kaybı yaşanmadan çözülecek bir olay kısa sürede bölgeyi etkisi altına aldı. Dersim yani Tunceli ve çevresi alev alev yanıyordu. Yahyagil'e göre bu sırada gelen emir netti: "Bize verilen emir: Dersim ahalisini külliyen imha emri idi. Canlı tek bir insan bırakılmayacak... genç-ihtiyar, suçlu-suçsuz, çoluk-çocuk, kadın-erkek ne varsa hepsini imha...
Gerçi memur edildiğimiz bölgenin birçoğu Rafızi idi. Ama yine de bizim raiyetimiz ve halkımız idiler. O tarz muamele ve emir nasıl bir uygulama şekli idi bilemiyorum.
Ben kıta komutanı idim. En çetin ve zor vazifeyi de bize vermişlerdi. 'Sen piyadesin, seni topla da takviye etmek gerekir' dediler. Çok mahzun ve mustarip idim. Neticede vuku bulacak haksız zulüm ve gadirleri düşünüyordum. Aynı zamanda iki tane çıkılmaz hissin ortasında kalmıştım: Birincisi: Askerlikte emre mutlaka itaat. İkincisi: Göre göre bildiğim, olacak olan zulümlerden kaçmak, o ortamda istifa etmek, belki başka manalar verilmek endişesi..."
Hulusi Yahyagil bu ruh hâleti içerisinde ne yapacağını bilemezken eline bir mektup ulaşır. Emir erinin koşa koşa getirdiği mektup Said-i Nursi'den gelmekteydi. Nursi sürekli takip edildiği için mektubu direkt Yahyagil'e göndermek yerine Kastamonu'dan Isparta'daki bir arkadaşına ulaştırmıştı. Yine aynı mektup buradan da Nevşehir-Ürgüp'te bulunan Abdülmecid Ünlükul'a gönderildi. Ünlükul, Said-i Nursi'nin küçük kardeşiydi ve Ürgüp'te müftülük yapıyordu. Mektubun üçüncü ve son durağı Hulusi Yahyagil olacaktı. Mektupta Nursi, talebesine öğütlerde bulunur. Nur talebelerine Allah'ın yardım edeceğini, sabırlı ve metin olmasını tavsiye eder. Yahyagil'in bir sıkıntısının olduğunu ve bunu hissettiğini ama dünyada karşılaşılan zorlukların gelip geçici olduğunu anlatır mektubunda Said-i Nursi.
Diri diri yaktılar
Yahyagil, bu ilginç mektubu aldıktan sonra, istifa fikrinden tamamen vazgeçer. Birliğinin başında "Te'dip ve tecziye" harekâtına katılır. Olayın devamını yine onun satırlarından okuyalım;
"Mektup bana büyük bir teselli verdi, nefes aldım. İsyan bölgesine vardık. Çok uzak mesafelerden birbirimize tek-tük birkaç mermi attıksa da, hiç kimseye bir şey olmadı. Kimsenin burnu kanamadı. Döndük dolaştık, kimseyi bulamadık. Bölgeyi terk etmiş, mağaralara çekilmişlerdi. Allah yardımımıza yetişti. Elimizi kirletmeden ve kana bulaştırmadan kurtardı ve muhafaza etti."
Nursi'nin duaları kabul olmuş olacak ki Yahyagil'in korktuğu başına gelmemişti. Ancak herkes Yahyagil kadar şanslı değildi.Ancak herkes Yahyagil kadar şanslı değildi. Yahyagil'in hatıralarını anlattığı bir başka isim Abdülkadir Badıllı, "Bediüzzaman Said-i Nursi, Mufassal Tarihçe-i Hayatı" isimli eserinde bir başka tanıklığa daha yer veriyor. Badıllı, Necmeddin Şahiner'in anlattığı hatıraları doğrulattıktan sonra bir başka "Nur Talebesi" Malatyalı emekli yüzbaşı Şevki Bey'in söylediklerini naklediyor. Biz de Said-i Nursi'yi anlatan en geniş biyografik araştırma olan bu kitabın 1134. sayfasından alıntılayalım:
"Dersim İsyanı'nda isyan eden bazı insanlarla askerler harp ederken, isyancılar yavaş yavaş çekilip dağın zirvesine doğru gitmişler. Bizim askerler onlara ulaşamıyor ve bir şey yapamıyorlardı. Bu defa herhalde gelen emirler mucibince, Hulusi Bey'e de verilen emir gibi, geri dönüp masum çoluk-çocuk, ihtiyar demeden katletmeye başlamışlar. Hatta hınçlarını alamayarak, bazı taburlar topladıkları çoluk-çocuk, kadın ihtiyar, bünah masumları büyük avlulu surlu bir evin içine doldurmuşlar ve birçok teneke gazyağı döküp bunları ateşe vermişlerdi. Bu ateş içinde yükselen feryatlar ve çığlıklar ortasından, bir kadın kucağındaki bebeğini ateşte yanmaması için surun üstünden dışarıya fırlatmış. Fakat bir yüzbaşı o bebeği süngüleyerek, süngü ile tekrar surun üstünden ateşin ortasına atmıştı. Gözümle gördüm."
Kitabın yazarı Abdülkadir Badıllı, dipnotta anlattığı bu acı hatıranın yanına, bu olayın Necip Fazıl Kısakürek'in çıkardığı Büyük Doğu dergisinde 1951 yılında yayımlandığını da belirtmiş.