SÂDIKLARLA BERABER OLUN" AYETİNİ ÇARPITANLAR
Hilecilerin, kapkaççıların arasından çarpılmadan, çırpılmadan geçene helal olsun.
Öyle şeytanlar, deccaller ayetleri yem olarak kullanıyor ki vay dinini öğrenmek üzereyken onların eline düşenin haline!
Bugün hangi cemaat, tarikat mensubu olursa olsun kendi şeyhini sâdık diye isimlendirmiş ve insanları ona şu ayetle çağırıyor.
“Ey iman edenler Allah'tan korkun ve sâdıklarla beraber olun.” (Tevbe Suresi 119)
Bu sahtekarların şerrinden emin olalım ve tezgahladıkları hileye düşmeyelim diye bu ayetin tefsirine ihtiyacımızın olduğu gayet açıktır.
Bu ayetin evveline ve ahirine de müracaat edin göreceksiniz ki, birilerinin dizinin dibine oturun, ağlayın sızlayın, hû deyin manasında değildir.
Ayetler Tebuk Seferine katılmayan münafıkları, onlardan tövbe edenleri konu etmekte ve savaşa katılanlar için “sadıklar” sıfatını kullanmaktadır. Yani sadıklar imanına sadakat gösterenler, Allah'a ve peygambere verdikleri ahde sadakat gösterenlerdir. Bunu isbat için başka bir ayete dönelim.
Müminler içinde Allah'a verdikleri sözde duran nice erler var. (minel mü’minine ricalen sadekû ma âhedullahe aleyhi) İşte onlardan kimi, sözünü yerine getirip o yolda canını vermiştir; kimi de (şehitliği) beklemektedir. Onlar hiçbir şekilde (sözlerini) değiştirmemişlerdir.
Ayette geçen sadekû sadâkat gösterenler demektir,
Neye sadakat gösterenler ? Allah'a verdikleri söze.
Ne hususta söz vermişlerdi? Eğer Allah onlara savaşı yazarsa O’nun yolunda şehit oluncaya kadar savaşmaya. Bu ayetin bu şekilde nazil olması, bir olay üzerinedir.
Nice erler vardır ki Allah’a verdikleri sözde durdular ayetinin sebebi nüzulü olayı anlatan kıssa şöyledir. Enes ibn Malik (R) şöyle dedi: ismini almış olduğum amcam (Enes ibn Nadr), Rasulullah (S) ile beraber Bedr'de hazır bulunamamıştı. Bu durum kendisine çok ağır gelmişti de : Ben Rasulullah'ın hazır bulunmuş olduğu ilk şehid olma yerinden uzakda bulundurulmuştum.
Eğer Allah bana bundan sonra Rasulullah'n maiyyetinde bir şehid olma yeri daha gösterirse Allah benim ne yapacağımı muhakkak görecekdir, demişti. Ve (bu kadarcık mubhem ve kısa söylemekle yetinmiş) daha başkasını söylemekden heybet duymuş (korkmustu). Nihayet Uhud gününde Rasulullah ile beraber hazır bulundu. Bir ara Sa'd ibnu Muaz kıbleye yöneldi. Enes ibn Nadr ona hitaben : Ya Eba Amr! nereye? diye sordu da devamla : Vah şu güzelim cennet kokusuna! Onu Uhud'un önünde hissetmekteyim dedi. Miiteakiben müşriklerle kıtal etti, nihayet şehid düştü.
Enes ibn Malik der ki: Enes ibn Nadr'ın cesedinde kılıç darbesi, mızrak dürtmesi ve ok saplanması olmak üzere seksenden fazla yara bulundu. Onun kız kardeşi olan benim halam, er-Rubeyy' bintu'n-Nadr : Ben kardeşimi ancak parmaklarından tanıyabildim demiştir. Ve şu ayet (bu gibiler hakkında) indi : Müslim 148/1903 Buhari (ter.2652)
«Mü'minler içinde Allah'a verdikleri sözde sadakat gösteren nice erler var! işte onlardan kimi adadığını ödedi, kimi de (bunu bekliyor). Onlar hiçbir surette (ahdlerini) değistirmediler» (el-Ahzab : 23).
Tevbe suresi 119. ayetinde de aynı durum söz konusudur ve Allah orada da müminleri Allah'a verdikleri söze sadakate davet etmektedir.
Şimdi görüyoruz ki bu ayet tasavvufçuların yem olarak kullanmalarına –insanların kandırıldığına bakılırsa- müsait olsa da bilenler bu yanlış te’vili yutmaz.
Ümmetin bu gün içinde bulunduğu zillet inancımızı hurafelerle bozanların, cesaretimizi unutturup, üçler, beşler, yediler ve ölülerden yardım bekletenlerin eseridir.
Muhterem kardeşlerim “Sadıklarla beraber olunuz” fasıklarla değil. Yüzyıllardır postuna yapışmış meczupların dininizi oyuncak etmesine müsaade etmeyin. Dininizi onların ağızlarından öğrenmeyin. Hiçbir tarikatçının sohbetine katılmayın. El almayın, tövbe vermeyin. Yakınlarınızı da hiçbir tarikata girmemesi için uyarın.
Tövbenizi Allaha yapın.
Duanızı, sığınmanızı, istimdadınızı Allaha yapın.
Peygamberimiz öyle yapardı, ashabı öyle idi.
Onun öğretmediği yollarda ömrünüzü çarçur etmeyin.
İblis ve âvânesi sizi sırat-ı müstakıymden alıkoymak için onun sağından solundan çağırır durur, onlara iltifat etmeyin.
Tasavvuf mikrobunu kalbinize bulaştırmayın.
Rasulullahın öğrettiği din tasavvuf değil, O'nun ashabı tasavvufçu değildi.
Onların hiçbiri Ene'l Hak demezdi.
Elbiselerini tutup bu elbisenin içinde Allah var demezdi.
Hacca gidene benim etrafımda tavaf et, Allah benim içimde demezdi.
Onlar kendilerinden önce ölmüş hiçbir peygamberi, hiçbir sahabiyi yardıma çağırmaz, ölülerden birşey ummazlardı.
Onların dini İslam'dı. Onlar müslümandı. Tevhidi öğreten peygamberin izinden giden nesiller yetiştirdiler. Ta ki bu tasavvufçular üç asır sonra müslümanların arasında palazlandı. İşte ondan sonra yaşayan müslümanların imtihanı şiddetlendi.
Şimdi siz bir noktadan bakınca en önemlisiniz.
Yani herkes önce ben demeli, önce kendini kurtarmalı. Öyle ya bataklıkta çırpınan adam yanındakine el uzatabilir mi?
Şimdi imtihan salonunda meşgul olan benim ve saat çıt çıt ederken benim ömrümü yiyor.
Ben ise bu salonda cevap vermeden önce okunması gereken kitapların yerine benden önce masalara, sandalyelere karalanmış yazılarla uğraşıyorum, onların peşinden dalıp gidiyorum.
Halbuki imtihan olunacağım kitabı açsam o bile bana diyecek ki:
"Bilmediğin birşeyin ardına düşme, çünkü kulak, göz ve kalp bunların hepsi o (ardına düştüğünden) hesaba çekilecektir."
Eklenme Tarihi: 20-03-2005Yazarı: TasavvufaSon
Hilecilerin, kapkaççıların arasından çarpılmadan, çırpılmadan geçene helal olsun.
Öyle şeytanlar, deccaller ayetleri yem olarak kullanıyor ki vay dinini öğrenmek üzereyken onların eline düşenin haline!
Bugün hangi cemaat, tarikat mensubu olursa olsun kendi şeyhini sâdık diye isimlendirmiş ve insanları ona şu ayetle çağırıyor.
“Ey iman edenler Allah'tan korkun ve sâdıklarla beraber olun.” (Tevbe Suresi 119)
Bu sahtekarların şerrinden emin olalım ve tezgahladıkları hileye düşmeyelim diye bu ayetin tefsirine ihtiyacımızın olduğu gayet açıktır.
Bu ayetin evveline ve ahirine de müracaat edin göreceksiniz ki, birilerinin dizinin dibine oturun, ağlayın sızlayın, hû deyin manasında değildir.
Ayetler Tebuk Seferine katılmayan münafıkları, onlardan tövbe edenleri konu etmekte ve savaşa katılanlar için “sadıklar” sıfatını kullanmaktadır. Yani sadıklar imanına sadakat gösterenler, Allah'a ve peygambere verdikleri ahde sadakat gösterenlerdir. Bunu isbat için başka bir ayete dönelim.
Müminler içinde Allah'a verdikleri sözde duran nice erler var. (minel mü’minine ricalen sadekû ma âhedullahe aleyhi) İşte onlardan kimi, sözünü yerine getirip o yolda canını vermiştir; kimi de (şehitliği) beklemektedir. Onlar hiçbir şekilde (sözlerini) değiştirmemişlerdir.
Ayette geçen sadekû sadâkat gösterenler demektir,
Neye sadakat gösterenler ? Allah'a verdikleri söze.
Ne hususta söz vermişlerdi? Eğer Allah onlara savaşı yazarsa O’nun yolunda şehit oluncaya kadar savaşmaya. Bu ayetin bu şekilde nazil olması, bir olay üzerinedir.
Nice erler vardır ki Allah’a verdikleri sözde durdular ayetinin sebebi nüzulü olayı anlatan kıssa şöyledir. Enes ibn Malik (R) şöyle dedi: ismini almış olduğum amcam (Enes ibn Nadr), Rasulullah (S) ile beraber Bedr'de hazır bulunamamıştı. Bu durum kendisine çok ağır gelmişti de : Ben Rasulullah'ın hazır bulunmuş olduğu ilk şehid olma yerinden uzakda bulundurulmuştum.
Eğer Allah bana bundan sonra Rasulullah'n maiyyetinde bir şehid olma yeri daha gösterirse Allah benim ne yapacağımı muhakkak görecekdir, demişti. Ve (bu kadarcık mubhem ve kısa söylemekle yetinmiş) daha başkasını söylemekden heybet duymuş (korkmustu). Nihayet Uhud gününde Rasulullah ile beraber hazır bulundu. Bir ara Sa'd ibnu Muaz kıbleye yöneldi. Enes ibn Nadr ona hitaben : Ya Eba Amr! nereye? diye sordu da devamla : Vah şu güzelim cennet kokusuna! Onu Uhud'un önünde hissetmekteyim dedi. Miiteakiben müşriklerle kıtal etti, nihayet şehid düştü.
Enes ibn Malik der ki: Enes ibn Nadr'ın cesedinde kılıç darbesi, mızrak dürtmesi ve ok saplanması olmak üzere seksenden fazla yara bulundu. Onun kız kardeşi olan benim halam, er-Rubeyy' bintu'n-Nadr : Ben kardeşimi ancak parmaklarından tanıyabildim demiştir. Ve şu ayet (bu gibiler hakkında) indi : Müslim 148/1903 Buhari (ter.2652)
«Mü'minler içinde Allah'a verdikleri sözde sadakat gösteren nice erler var! işte onlardan kimi adadığını ödedi, kimi de (bunu bekliyor). Onlar hiçbir surette (ahdlerini) değistirmediler» (el-Ahzab : 23).
Tevbe suresi 119. ayetinde de aynı durum söz konusudur ve Allah orada da müminleri Allah'a verdikleri söze sadakate davet etmektedir.
Şimdi görüyoruz ki bu ayet tasavvufçuların yem olarak kullanmalarına –insanların kandırıldığına bakılırsa- müsait olsa da bilenler bu yanlış te’vili yutmaz.
Ümmetin bu gün içinde bulunduğu zillet inancımızı hurafelerle bozanların, cesaretimizi unutturup, üçler, beşler, yediler ve ölülerden yardım bekletenlerin eseridir.
Muhterem kardeşlerim “Sadıklarla beraber olunuz” fasıklarla değil. Yüzyıllardır postuna yapışmış meczupların dininizi oyuncak etmesine müsaade etmeyin. Dininizi onların ağızlarından öğrenmeyin. Hiçbir tarikatçının sohbetine katılmayın. El almayın, tövbe vermeyin. Yakınlarınızı da hiçbir tarikata girmemesi için uyarın.
Tövbenizi Allaha yapın.
Duanızı, sığınmanızı, istimdadınızı Allaha yapın.
Peygamberimiz öyle yapardı, ashabı öyle idi.
Onun öğretmediği yollarda ömrünüzü çarçur etmeyin.
İblis ve âvânesi sizi sırat-ı müstakıymden alıkoymak için onun sağından solundan çağırır durur, onlara iltifat etmeyin.
Tasavvuf mikrobunu kalbinize bulaştırmayın.
Rasulullahın öğrettiği din tasavvuf değil, O'nun ashabı tasavvufçu değildi.
Onların hiçbiri Ene'l Hak demezdi.
Elbiselerini tutup bu elbisenin içinde Allah var demezdi.
Hacca gidene benim etrafımda tavaf et, Allah benim içimde demezdi.
Onlar kendilerinden önce ölmüş hiçbir peygamberi, hiçbir sahabiyi yardıma çağırmaz, ölülerden birşey ummazlardı.
Onların dini İslam'dı. Onlar müslümandı. Tevhidi öğreten peygamberin izinden giden nesiller yetiştirdiler. Ta ki bu tasavvufçular üç asır sonra müslümanların arasında palazlandı. İşte ondan sonra yaşayan müslümanların imtihanı şiddetlendi.
Şimdi siz bir noktadan bakınca en önemlisiniz.
Yani herkes önce ben demeli, önce kendini kurtarmalı. Öyle ya bataklıkta çırpınan adam yanındakine el uzatabilir mi?
Şimdi imtihan salonunda meşgul olan benim ve saat çıt çıt ederken benim ömrümü yiyor.
Ben ise bu salonda cevap vermeden önce okunması gereken kitapların yerine benden önce masalara, sandalyelere karalanmış yazılarla uğraşıyorum, onların peşinden dalıp gidiyorum.
Halbuki imtihan olunacağım kitabı açsam o bile bana diyecek ki:
"Bilmediğin birşeyin ardına düşme, çünkü kulak, göz ve kalp bunların hepsi o (ardına düştüğünden) hesaba çekilecektir."
Eklenme Tarihi: 20-03-2005Yazarı: TasavvufaSon