EZAN DUASINDAKİ DOĞRU VE YANLIŞLAR
(Soruya Cevab)
Tevhid akidesini benimseyen muvahhidler "ŞEFAAT YA RASULULLAH" sözünü söylemezler. (Soruya Cevab)
Allah izin vermeden hiç bir kimse (Rasulullah da dahil) şefaat edemeyecektir. Ancak Allah (c.c.) izin vermesi ile başta Rasulullah (s.a.v.) ve diğer şefaat ediciler de şefaat edebileceklerdir. Bunlar da Allah'ın izin verdiği kişiler için olacaktır .
Ayet el kursi diye meşhur olan Bakara 255 ayetinde mealen şöyle demektedir :
BAKARA 255- "Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur. O daima diridir (hayy'dır), bütün varlığın idaresini yürüten (kayyum)dir. O'nu ne gaflet basar, ne de uyku. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nundur. İzni olmadan huzurunda şefaat edecek olan kimdir? O, kullarının önlerinde ve arkalarında ne varsa hepsini bilir. Onlar ise, O'nun dilediği kadarından başka ilminden hiç bir şey kavrayamazlar. O'nun kursisi, bütün gökleri ve yeri kucaklamıştır. Onların her ikisini de görüp gözetmek O'na bir ağırlık vermez. O çok yücedir, çok büyüktür."
Ayrıca
MERYEM 87- (O gün) Rahmân (olan Allah)'ın katında bir ahd almış olan kimseden başkaları şefaat etme hakkına sahib olamayacaklardır.
ENBİYA 28- Allah, onların önlerindekini de, arkalarındakini de (yaptıklarını ve yapacaklarını) bilir. Onlar, Allah'ın hoşnud olduğu kimseden başkasına şefaat etmezler. Hepsi de O'nun korkusundan titrerler.
Bizler Rasulullah'ın şefaatını , tüm şefaatlerin yegane sahibi olan Allah (c.c.)'den dileriz. "Ya Rabb'im (Allah'ım) , bana Rasulullah (s.a.v.)'in şefaatini nasib eyle" diye dua edebiliriz , etmeliyiz.
Şefaati isterken Kur'an-ı Kerimde tehdit edilen muşriklerin tehlikeli durumlarına düşmemek için azami gayret sarf edilmeli, kullanılan cümleler sahih inanca aykırı olmamalıdır.
Bir insan kendisine ahirette Muhammed (s.a.v.) in şefaat etmesini arzuluyorsa, Ya Rabb'i, kulun ve rasulûn Muhammed'i şefaat makamına eriştir ve bana da onun şefaatini ulaştır demelidir.
Ya da bütün şefaatleri kastederek, Ya Rabbi şefaat izni verdiğin herkesin şefaatini bana nasib et demelidir.
Rasulullah (s.a.v) eğer bize şefaat edecek ise bu da yine Allah'ın (c.c.) izni ile olacağı muhakkaktır.
قُلْ لِلَّهِ الشَّفَاعَةُ جَمِيعًا لَهُ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ ثُمَّ إِلَيْهِ تُرْجَعُونَ
De ki: "Bütün şefaat Allah'a aittir. Göklerin ve yerin hükümranlığı O'nundur. Sonra siz yalnız O'na döndürüleceksiniz." (Zumer 44)"Burada aklımıza şöyle bir soru gelebilir , "madem şefaat isteyeceğiz daha niye Rasulullah'tan isteyemeyiz" diyorsunuz?
Bu sorunun cevabı yukarıdaki açıklamalarda aslında verildi sayılır fakat tekrar açayım ki , Rasulullahın şefaat etmesini isteyeceksen öncelikle bu Allahın nasibine ve rıdasına bağlıdır. Allahın izin vermediği ve radı olmadığı bir şefaatı Rasulullah'tan isteyemeyiz.
Üstelik bu kendinden menkul bir yetki değil Allahın izin vereceği bir yetki ile olacaktır.
Bu yüzden yetkinin en ve tek büyük makamından istenmesi tevhidin gereğidir. Bu şekilde bir dua edilmesi Rasulullahı (s.a.v.) küçük görmek veya önemsizleştirmek değil aksine yalnız sana kulluk eder ve yalnız senden yardım isteriz ayeti mucibince bir davranıştır.
Rasûlullah (s.a.v.) hayattayken hiç kimse kendisine, "ahiratte bana şefaat et" demediği gibi onun vefatından sonra da hiçbir sahabe "Ya Rasulallah bana şefaat et, şefaat Ya Rasulallah" dememiştir. Çünkü şefaat asıl itibariyle Allah'a aittir ve Allah'tan istenir.
Ezan okunurken insanların söylediği "Aziz Allah, şefaat Ya Rasulallah" sözü sünnette yeri olmayan bir bidattır.
Ya Rasulallah: ey Allah'ın peygamberi demektir. Halbuki insanların çoğu "Ya Rasulallah" derken "Ey Allah'ım" dediğini zannetmektedir.
Bu bilmemenin de bu bidattın yerleşmesinde etkisi olmuştur. Aslolan ezan okunurken müezzinin dediğini tekrar etmek ve ezan bitince de ezan duasını okumaktır ki asıl şefaatle ilgili kısım bu duanın içindedir.
Ezan duasında peygamberimizin seçkin bir makama (Allah'a hamd ederek şefaat izni isteme makamına) erdirilmesi için dua edilmesini Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) öğretmiştir. Fakat namaz kıldıran imamların bile terk ettiği bu sünnet unutulmuş, halkın dilindeki "aziz Allah, şefaat Ya RasulAllah" uydurması ezberlenmiştir.
Her bid'at bir sünneti ibtal eder, insanlar ezan duasını da bu bid'at söz yüzünden terk etmişlerdir.
Son olarak duam ; "Ya Rabb'im (Allah'ım), bana Rasulullah (s.a.v.)'in şefaatini nasib eyle"
Ebu Abbas (r.anhuma) dedi ki:
Allah-u Teala, muşriklerin kendi zatı ile ilgili olarak uydurdukları her türlü şeyi reddetti. Mulkünde hiç kimseyi ortak kabul etmedi ve hiç kimseden yardım da istemedi. Fakat Allah (c.c), seçkin kullarına bazı günahkar kullar için şefaat etme hakkı verdi. Tabii bu şefaat etme hakkının yine kendi izniyle olacağını ayetlerde bildirdi.
Bu hususta Allah-u Teala buyurdu ki:
"O'nun rıda gösterip musâde ettiği kimselerden başkasına şefaat edemezler." (Enbiya: 28)
وَكَم مِّن مَّلَكٍ فِي السَّمَاوَاتِ لَا تُغْنِي شَفَاعَتُهُمْ شَيْئًا إِلَّا مِن بَعْدِ أَن يَأْذَنَ اللَّهُ لِمَن يَشَاء وَيَرْضَى
“Göklerde nice melek var ki, Allah'ın dilediklerine ve hoşlandıklarına ilişkin izni olmadıkça, şefaatleri hiçbir yarar sağlamaz.” (Necm 26)Kur'an-ı Kerim, muşriklerin zannettikleri şekilde bir şefaat anlayışını reddediyor. Haşr günü Rasulullah (s.a.v.)'ın dahi hemen şefaat edemeyeceğini, ancak Allah'ın huzuruna gelerek secdeye kapanıp O'na hamd ettikten sonra kendisine izin verilmesi sonucu şefaat edebileceğini haber veriyor.
Rasululluh (s.a.v.)'a : "Kaldır başını! İste, istediğin verilir, şefaat et, şefaatin kabul edilir." denilecek.
(Buhari Tevhid:19. 34. 36; Muslim İman: 322. 327; İbn Mace Zuhd: 37; Tirmizi Kıyame: 15)
Ebu Hurayra (r.anh), Rasulullah (s.a.v.)'a:
"Ey Allah'ın Rasulu! Senin şefaatına nail olacak en kısmetli insan kimdir?" diye sordu.
Rasulullah: "Canı gönülden, ihlas ile 'La ilahe İllAllah' diyen kimsedir." cevabını verdi."
(Buhari İlim: 33. Rikak: 51; Ahmed Musned: 1/173-174)
Ezan okunurken ve ezan okunduktan sonra duyanların söylemesi gerekenleri delilleri ile sunalım ki , Türk sünnetinin kaynağının nerelere dayanmış olduğunu anlayalım.
Ezanı duyan kimsenin söylenenleri tekrar ederek, muezzinin dediği gibi söylemesi sünnettir.
Çünkü Ebu Said el-Hudri Radıyallahu anh'dan gelen rivayete göre Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur:
"Ezanı duyduğunuz vakit muezzinin dediği gibi siz de söyleyiniz."
(Muslim, I, 288, Hadis no: 383)
Ancak hayyaale's-salah ile hayyaale'l-felah cümlelerinde: "Lâ havle velâ kuvvete illâ billah: (Allah ile olmadıkça hiçbir şeye güç ve kuvvet yetirilemez.") der.
Ayrıca Ömer b. el-Hattab Radıyallahu anh'dan şöyle dediği de rivayet edilmiştir:
Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki:
"...Sonra hayyeale's-salah dedi. O: Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billah buyurdu. Sonra (muezzin): hayyeale'l-felah dedi. O (Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem) Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billah, dedi."
(Muslim, I, 289, Hadis no: 385)
Sabah ezanında ilâve edilen, “es- Salâtu hayrun mine’n -nevm” cümlesine de, “Sadakte ve berirte” (doğru ve haklı söyledin) diye karşılık verilir.
Muezzine, muezzinin sesini duyana, muezzine karşılık verene, bundan sonra Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem'e salavât getirmesi, daha sonra Allah'tan ona "el-vesîle"yi vermesini istemek sünnettir.
Çünkü Abdullah b. Amr b. el-Âs , Radıyallahu anh'dan gelen rivayete göre o Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem'i şöyle buyururken dinlemiştir:
"Muezzini duyduğunuz vakit onun dediği gibi deyiniz. Sonra bana salât (ve selâm) getiriniz. Çünkü kim bana bir defa salât (ve selâm) getirirse, Allah onun karşılığında ona on defa salât getirir. Sonra benim için Allah'tan "el-vesile"yi dileyiniz. Bu, cennette Allah'ın kullarından sadece bir kula verilecektir. Onun kendim olacağımı ümit ederim. Her kim benim için "el-vesile"yi isterse, benim de şefaatim ona helâl olur."
(Muslim, I, 289, Hadis no: 384)
Câbir b. Abdullah Radıyallahu anh'dan rivayete göre Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur:
اللَّهُمَّ رَبَّ هذِهِ الدَّعوةِ التَّامَّةِ والصَّلاةِ الْقَائِمةِ آت مُحَمَّداً الْوسِيلَةَ والْفَضَيِلَة
وابْعثْهُ مقَامًا محْمُوداً الَّذي وعَدْتَ
إنك لا تخلف الميعاد
Yaklaşık okunuşu: وابْعثْهُ مقَامًا محْمُوداً الَّذي وعَدْتَ
إنك لا تخلف الميعاد
"Allahumme rabbe hâzihî'd-da'veti't-tâmmeh ve's-salâti'l kâimeh, âti Muhammeden'il vesîlete ve'l-fadîlete ve'b'ashu mekamen Mahmûden ellezi veadteh.
İnneke la tuhliful mîâd.
Manası:
"Her kim ezanı duyduktan sonra ; "Ey bu eksiksiz davetin ve kılınacak olan namazın Rabbi olan Allah'ım! Sen Muhammed'e el-vesîle’yi (denilen o makamı) ve "fazilet"i ver. Onu kendisine vaadettiğin "Makam-ı Mahmud'a yükselt." derse kıyamet gününde benim şefaatim ona helâl olur."
(Buhârî, Ezân 8, Tefsîru sûre, 17, 11; Ebû Dâvûd, Salât 37; Tirmizî, Mevâkît 43; Nesâî, Ezân 38; İbni Mâce, Ezân 4)
"Şubhe yok ki, sen vâdinden dönmezsin."
(Beyhâki)
Ezan duasında da gördüğümüz gibi Rasulullah (s.a.v.) "benim şefaatim ona helal olur" dediği kişinin şefaate hak kazanabilmesini Allaha dua edib Rasulullaha Vesile verilmesini ve Makam-ı Mahmuda yükseltilmesi için dua edilmesine şart koşmuştur.
Çok net anladığımız gibi Rasulullah (s.a.v.) kendisine dua edilmesini (şefaat ya Rasulullah) değil aksine Allah'a dua edilmesini ve Allah (c.c.)'den istenmesini buyurmaktadır. Çünkü dua peygambere değil sadece ALLAH (c.c.)'a yapılır. Allah'a yapılması gereken dua, peygamberi dahi olsa mahlukatına yapılamaz, şirktir.
Rasulullah (s.a.v.) , gözlerinin açılması için kendisine gelen âma için abdest alıp namaz kılmasını istedikten sonra kendisiyle beraber Allaha el açıp dua etmesini istemiştir.
1732 - Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor:
"Rasûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
"Ezanla kaamet arasında yapılan dua reddedilmez (mutlaka kabule mazhar olur.) "
"Öyleyse, dendi, "ey Allah'ın Rasûlu, nasıl dua edelim?"
"Allah'tan, dedi, dünya ve âhirat için âfıyet isteyin!"
(Ebû Dâvud, Salât 35, (521); Tirmizî, Salât 46, (216), Daavât 138, (3588, 3589).
1722 - Nu'man İbnu Beşîr (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.v.): "Dua ibadetin kendisidir" buyurdular ve sonra şu âyeti okudular.
"Rabb'iniz: ''Bana dua edin ki size icâbet edeyim. Bana ibadet etmeyi kibirlerine yediremeyenler alçalmış olarak cehenneme gireceklerdir" buyurdu." (Gâfır 60).
(Tirmizî, Tefsir, Gâfir, (2973); Ebû Dâvud, Salât 358, (1479).
“Kullarım sana beni sorduğu zaman onlara ilet ki şubhesiz ben çok yakınım. Bana dua edince , dua edenin duasına icabet ederim. O halde onlarda benim davetime koşsunlar ve bana hakkıyla iman etsinlerki dosdoğru yolu bulmuş olsunlar” (Bakara 186)
Sâd İbni Ebî Vakkas radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre;
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Kim muezzini işittiği zaman:
"Tek olan ve ortağı bulunmayan Allah'tan başka ilâh olmadığına, Muhammed'in O'nun kulu ve rasulu olduğuna şahidlik ederim. Rabb olarak Allah'tan, rasûl olarak Muhammed'den, din olarak İslam'dan radı oldum, derse, o kimsenin günahları bağışlanır."
(Muslim, Salât 13; Tirmizî, Salât 42; Nesâî, Ezân 38; İbni Mâce, Ezân 4)
Aynı bahis ile ilgili olarak Beyhakî'nin rivayetinde ilk duanın sonunda bir de: "İnneke lâ tuhlifu'l-mîâd = Şubhesiz ki sen vaadinden caymazsın" ilâvesi vardır ki, biz de dualarımıza bunu ilâve ederiz.
Hadiste geçen "ezanı işittiği zaman" sözüyle anlatılmak istenen, ezanın tamamını işittikten sonra demektir.
Şimdi de yaşadığımız bölgelerdeki insanların ezanı işitir işitmez muezzinin dediğini tekrarlamak yerine "azizAllahhu şefaat Rasulullah" ya da "Aziz Allah c.c. , şefaat ya Rasulullah" demesinin manasını , kaynağını, ve sebeblerini bulmaya çalışalım:
Bu söz "Allah Azizdir , ey Rasulullah bana şefaatçi olasın (ahiratte)" , ya da "Aziz olan Allahım , Rasulullahı bana şefaatçi eyle" anlamlarındadır .
Burada bu sözü söyleyen kişiye sormak lazım , sen bu sözü söyleyerek hangisini kast ettin ?
İlk söz yanlış söylenmekte ve tehlikeli bir anlamı içermektedir. İkinci sözün anlamı doğrudur fakat söyleniş şekli ve söylendiği yer yanlıştır. Üstelik ezan duası böyle olmadığından bid'at işlemektedir . Bid'atin ne kadar tehlikeli olduğu malumumuzdur.
Yukarıda sünnet olan uygulamaları gördük.
Akıl sahiblerine , wes'selam
Bid'at ezan duası şekli ve doğrusu : Ezan Duası ve Bidati
Şefaat Allah'ın günahını bağışlamayı dilediği cehennemde azab gören kulları içindir ki kullarının durumunu ve affedilmeye layık olanı en iyi bilen Allah'tır.
يَعْلَمُ مَا بَيْنَ أَيْدِيهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ وَلَا يَشْفَعُونَ إِلَّا لِمَنْ ارْتَضَى وَهُمْ مِنْ خَشْيَتِهِ مُشْفِقُونَ
Allah onların geçmişlerini de bilir, geleceklerini de. Onlar ancak Allah'ın rıdasına ermiş olanlara şefaat ederler. Onların hepsi de Allah korkusundan titrerler. [Enbiya 28]Şefaat edecek olan kimseleri ancak Allah bilir. Bir kimsenin şefaatçidir diye yüceltilmesi, onun şefaatine güvenilmesi ise Allah'ı terk etmek, O'ndan başkasına güvenmektir.
وَلَقَدْ جِئْتُمُونَا فُرَادَى كَمَا خَلَقْنَاكُمْ أَوَّلَ مَرَّةٍ وَتَرَكْتُمْ مَا خَوَّلْنَاكُمْ وَرَاءَ ظُهُورِكُمْ وَمَا نَرَى مَعَكُمْ شُفَعَاءَكُمْ الَّذِينَ زَعَمْتُمْ أَنَّهُمْ فِيكُمْ شُرَكَاءُ لَقَدْ تَقَطَّعَ بَيْنَكُمْ وَضَلَّ عَنكُمْ مَا كُنتُمْ تَزْعُمُونَ
"Onlara şöyle denecek: "Andolsun ki, sizi ilk defa yarattığımız gibi teker teker bize geldiniz. Size verdiklerimizi arkanızda bıraktınız. Allah'ın ortakları olduğunu zannettiğiniz şefaatçilerinizi yanınızda göremiyoruz. Andolsun ki, aranızdaki bağlar kopmuş, ilâh sandığınız şeyler sizden ayrılıpgitmiştir."[En’am 94]وَيَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللَّهِ مَا لَا يَضُرُّهُمْ وَلَا يَنْفَعُهُمْ وَيَقُولُونَ هَؤُلَاءِ شُفَعَاؤُنَا عِنْدَ اللَّهِ قُلْ أَتُنَبِّئُونَ اللَّهَ بِمَا لَا يَعْلَمُ فِي السَّمَاوَاتِ وَلَا فِي الْأَرْضِ سُبْحَانَهُ وَتَعَالَى عَمَّا يُشْرِكُونَ
Onlar, Allah'ı bırakıp, kendilerine zarar ve fayda veremeyen putlara tapıyorlar ve: "Bunlar Allah katında bizim, şefaatçilerimizdir." diyorlar. Sen de ki: "Allah'ın göklerde ve yerde bilmediği bir şeyi mi O'na haber veriyorsunuz" Allah, onların ortak koştukları şeylerden uzak ve yücedir.[Yunus 18]Şefaat iznini adım diye iddia eden kimse hiçbir delil gösteremeyeceği bu sözü ile yalancıların en büyüğüdür ve ona aldanan kimseleri de husran beklemektedir. Şefaat izni ahiratte verilecek ve şefaatçiler orada belli olacaklardır.
يَوْمَئِذٍ لَا تَنفَعُ الشَّفَاعَةُ إِلَّا مَنْ أَذِنَ لَهُ الرَّحْمَانُ وَرَضِيَ لَهُ قَوْلًا
O gün Rahman olan Allah'ın izin vereceği ve sözünden radı olacağı kimselerden başkasının şefaati fayda vermeyecektir. [TaHa 109]Her ne kadar şefaatle ilgili hadislerde Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şefaat edeceğinden bahsetmişse de, kendisinin "Makam-ı Mahmud'a" eriştirilmesi için ummetinin dua etmesini istemesi ile Allah'ın iznine dikkat çekmiş ve ümmetini Allah'a yalvarmaya, şefaat için Allah'a el açmaya teşvik etmiş kendisi de bu makamı dua ederek istemiştir.
وَمِنْ اللَّيْلِ فَتَهَجَّدْ بِهِ نَافِلَةً لَكَ عَسَى أَنْ يَبْعَثَكَ رَبُّكَ مَقَامًا مَحْمُودًا
Gecenin bir bölümünde kalk ve senin için (beş vakit namaza) bir fazlalık olmak üzere teheccud namazı kıl. Umulur ki Rabb'in seni övgüye lâyık bir makama, (şefaat makamına) ulaştırır. (İsra suresi 79)قُلْ لِلَّهِ الشَّفَاعَةُ جَمِيعًا لَهُ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ ثُمَّ إِلَيْهِ تُرْجَعُونَ
Allah kullarından hiçbirinin şefaat edeceğine dair isim bildirmemiştir. Birilerinin peygamber torunu (seyyid) olduklarını bu sebeble şefaatçi olduklarını iddia etmeleri kendilerine tapılmak üzere boy göstermektir ki onlar sahte ilahlardır ve Kur'an onlara put demiştir.
Put edinmenin gayesi manevi, tezahuru ise puta tapıcılık olarak cismidir. Her putun arkasında gücü kuvveti olduğuna inanılan fayda umarak yüceltmeye sebeb olan bir inanç vardır. Yoksa insan herhangi birine ben seni put edindim diye tapmaz.
Şefaati istenen kimselerin dirisi put iken, onların kabirlerine gidib dilenmek de o kabirde yatanı ilah edinmek, kabrini de put edinmektir.
Allah'ın ölülere put ismini vermesi bu durumu isbat için yeterlidir. “Allah'ı bırakıp da taptıkları (putlar), hiçbir şey yaratamazlar. Çünkü onlar kendileri yaratılmışlardır. Onlar diriler değil, ölülerdir. Ne zaman diriltileceklerini de bilmezler.” (Nahl (20-21)
وَيَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللَّهِ مَا لَا يَضُرُّهُمْ وَلَا يَنْفَعُهُمْ وَيَقُولُونَ هَؤُلَاءِ شُفَعَاؤُنَا عِنْدَ اللَّهِ قُلْ أَتُنَبِّئُونَ اللَّهَ بِمَا لَا يَعْلَمُ فِي السَّمَاوَاتِ وَلَا فِي الْأَرْضِ سُبْحَانَهُ وَتَعَالَى عَمَّا يُشْرِكُونَ
Onlar, Allah'ı bırakıp, kendilerine zarar ve fayda veremeyen putlara tapıyorlar ve "Bunlar Allah katında bizim, şefaatçilerimizdir" diyorlar. Sen de ki: "Allah'ın göklerde ve yerde bilmediği bir şeyi mi O'na haber veriyorsunuz" Allah, onların ortak koştukları şeylerden uzak ve yücedir. [Yunus 18]وَلَقَدْ جِئْتُمُونَا فُرَادَى كَمَا خَلَقْنَاكُمْ أَوَّلَ مَرَّةٍ وَتَرَكْتُمْ مَا خَوَّلْنَاكُمْ وَرَاءَ ظُهُورِكُمْ وَمَا نَرَى مَعَكُمْ شُفَعَاءَكُمْ الَّذِينَ زَعَمْتُمْ أَنَّهُمْ فِيكُمْ شُرَكَاءُ لَقَدْ تَقَطَّعَ بَيْنَكُمْ وَضَلَّ عَنكُمْ مَا كُنتُمْ تَزْعُمُونَ
"Onlara şöyle denecek: "Andolsun ki, sizi ilk defa yarattığımız gibi teker teker bize geldiniz. Size verdiklerimizi arkanızda bıraktınız. İçinizde Allah'ın ortakları olduğunu iddia ettiğiniz şefaatçilerinizi yanınızda göremiyoruz. Andolsun ki, aranızdaki bağlar kopmuş, ilâh sandığınız şeyler sizden ayrılıp gitmiştir." [En’am 94]Şefaati bir kişinin ismini zikrederek istemek de kesinlikle doğru değildir, çünkü Allah'ın hakkında hiçbir delil indirmediği, şefaatçi olup olamayacağı belli olmayan birinin şefaatinin olduğuna inanmak yasaklanmıştır.
ا يَمْلِكُونَ الشَّفَاعَةَ إِلَّا مَنْ اتَّخَذَ عِنْدَ الرَّحْمَانِ عَهْدًا
"Rahman olan Allah katında söz almış olan kimselerden başkaları, şefaat hakkına sahib olamazlar." (Meryem 87)“Eğer onlar kendilerine zulmettikleri zaman sana gelseler de ALLAH’tan bağışlanmayı dileseler, Rasûl de onlar için istiğfar etseydi, ALLAH’ı ziyadesiyle afv edici, esirgeyici bulurlardı.” (Nisa 64)
Sahabenin dua örneği :
Abdullah İbni Abbas (r.anhuma) rivayet ettiği hadiste Rasulullah şöyle buyurmaktadır:
‘‘(Geçmiş) Ummetler bana gösterildi. Peygamber gördüm, yanında üç-beş kişilik bir grup vardı. Peygamber gördüm, yanında bir iki kişi bulunuyordu. Ve Peygamber gördüm, yanında kimsecikler yoktu.
Bu arada önüme bir kalabalık çıktı. Kendi ummetim sandım.
Bana ‘Bunlar Mûsa'nın ummetidir, sen ufka bak!' dediler.
Baktım; (çok) büyük bir karaltı.
‘İşte bunlar senin ummetindir. İçlerinden hesabsız - azabsız Cennete girecek yetmiş bin kişi vardır' dediler.''
İbni Abbas diyor ki; "Söz buraya gelince Rasûlullah kalkıp evine gitti. Oradaki sahabeler bu hesabsız - azabsız Cennete girecek yetmiş bin kişinin kimler olabileceği hakkında konuşmaya başladılar.
Kimileri; "Bunlar Peygamberin sohbetinde bulunanlar olmalıdır.' derken kimileri; "Bunlar İslâm geldikten sonra doğup , şirki tanımamış olanlardır.' dediler.
Daha başka birçok görüş ileri sürenler oldu. Onlar bu meseleyi tartışırken Rasûlullah çıkageldi.
‘‘Ne hakkında konuşuyorsunuz?'' diye sordu.
‘Hesabsız-azabsız Cennete gireceklerin kim olduğu hakkında konuşuyoruz' dediler.
Bunun üzerine Rasûlullah; ‘‘Onlar büyü yapmayan, yaptırmayan, uğursuzluğa inanmayan ve Rablerine güvenenlerdir.'' buyurdu.
Ukkâşe İbni Mihsan yerinden fırladı ve; ‘Beni de onlardan kılması için Allah'a dua et Ya Rasûlullah!' dedi.
Rasûlullah; ‘‘Sen onlardansın'' buyurdu.
(Buhâri, Tıb 1, Rikak 50, Libâs 18; Muslim, İmân 374; Tirmizî, Kıyâmet 16)
Ukkâşe İbni Mihsan'ın (r.anh), Rasulullahtan (s.a.v.) Allaha (c.c.) dua etmesini istemesindeki ricasının altını niye çizdiğimizi anlayacağınızı umuyorum.
EZAN DUASI
Ezan duasındaki " والدرجة العالية الرفيعة ve'd-dereceter-âliyetete'r rafîate" ilaveli kısmı yoktur! Sahih değildir. Ezan duasındaki bu ilave sadece İbn Sunni’nin Cabir b. Abdullah’tan yaptığı sahih olmadığı sabit olan rivayette geçmektedir. (İbn-i Sunni, Amelu’l-yevmi ve’l-leyle, 1/87)
للهم رب هذه الدعوة التامة، والصلاة القائمة، آت سيدنا محمد الوسيلة والفضيلة، والدرجة العالية الرفيعة، وابعثه اللهم المقام المحمود الذي وعدته، إنك لا تخلف الميعاد
"Allahumme Rabbe hâzihi'd-da'veti't-tamme. Vesselatil kâimeti âti seyyidene Muhammedenil vesilete vel fadilete ve'd-dereceter- âliyetete'r rafîate. vebashu mekâmen Mahmudenillezi veadteh. İnneke lâ tuhlifu'l-mîâd
Ezan duasındaki bu fazlalığın sıhhati hakkkında ulema şöyle demişlerdir:
İmam Sahavi; “ والدرجة العالية الرفيعة Ve’d-deracete’r- âliyetete'r rafîate" fazlılığının “mudrec” olduğunu (fazladan hadisin metninin içine katıldığını), bununla ilgili herhangi bir hadis rivayeti görmediğini belirtmiştir. (Ebu’l-Hayr Şemsuddîn Muhammed b. Abdirrahmân b. Muhammed es-Sehâvî, el-Makasıdu’l-Hasene, 1405/1985, 1/343; Aliyyu’l-Kari, Mirkatu’l-Mefatih, Beyrut, 1422/2002, 2/561)
İbn Hâcer; İlgili rivayetlerin hiç birinde “ والدرجة العالية الرفيعة Ve’d-deracete’r- âliyetete'r rafîate" ifadesinin bulunmadığını söylemiştir. (İbn Hâcer, et-Telhisu’l-habir, Daru’l-Kutubi’l-İlmiye, 1419/1989, 1/518)
BİD'AT İLAVELİ EZAN DUASI
ORJİNAL SAHİH EZAN DUASI