Hadi Habibullah'a anlatamadık sen Abdulmuizfida nickli arkadaş neden anlamak istemiyorsun ?..........Şu yazıda anlamadığın bir şey varsa sor alakasız deryalarda yüzme boğulmandan korkarım.........
Arkadaşlar Bir takım kimselere şefaat izni verileceği hepimizin ittifak ettiği bir konu değilmidir.Şu an için......
Peygamberimizin şefaat izni verilecekler arasında başı çeken değilmidir...Buraya kadar problem yok....
İddia şu;Allah resülünden (sav) ne hayatttayken ,ne vefatından sonra ne ahirette şefaat ''Şefaat ya resülallah denmez''' yani ''Allahu tealan'ın isteyen kişiyi bağışlaması için Peygamberimizden dua etmesini istemek'' istenmez.Hatta bu şirk 'tir.
(Tabiki emir anlamında olmadan rica etmek ve bununda sonun Muhakkak ki şefaatin zaruri rüknü, Allah’ın (cc) iznine bağlı olduğunu bilerek insiyatif verdiği kişilerden istemek kast edildiğinde,zaten Allahu teala kendisi kullandığında şefaat başka anlama gelir,Konumuzdaki şefaatin anlamı Bir kişinin bir diğer kişi için bağışlanma dilemesi dua anlamında Birincisi; Şefaatçı için Allah'ın izin vermesi, ikincisi ise; Allah'ın şefaat edilecek kişi için izin vermesi."Ey Muhammmed! Kaldır başını; ne diyorsan söyle, sözün dinlenecek; şefaat et, şefaatin kabul edilecek; iste istediğin verilecek" hadisinede ters değildir)
Allah'ın izni ile şefaat edilecek kişiler hadislerde tarif edilmiştir. Şefaat edecek kişiler için Allah'ın izin vermesi olmasaydı zikredeceğimiz hadislerden sonra Allah resülü itiraz ederdi .Ama böyle bir şey vuku bulmamıştr.
Biz burda Allah resülü (sav) yaşarken vefatından sonra ve mahşerde bu sözün söylenebileceğini bir kaç örnek vererek anlatacağız inşeaallah .
İddia'nın aksine Enes (r.anh) ''Ey Allah'ın resülü bana kıyamet gününde şefaat edermisin ? '' (1)sözüyle,İbni Karib(r.anh)'' İbni Karibe şefaat eyle''(2) şiirindeki sözüyle Allah Resülünün önünde kendisinden şefaat istemişlerdir.Yani Allah'tan kendileri için Ahirette bağışlanma taleb etmişlerdir.Eğer ki bu yanlış olsaydı Allah resülü gereken itirazı yapardı.Neden yapmadı?
Allah resülü'nün vefatından sonrada ''Sensin o Nebî ki, umulur şefâati''(3) şiiriyle mezarındaki Bedevi ki ölümünde sonrada Allah resülü kabrinde dirirdir.(4) ,Ahirette ise Mahşer halkının Allah Resülüne gelip gelir: “ Bizim için Rabb’ine şefaat et”(5) diyeceği sahih hadislerle sabittir.
Burada şöyle bir sual geliyor ''neden direk Allah'tan istenmiyor?.''Tevhidi bize en güzel örnekliği sunan Enes ve İbni Karib (r.anhum) gibi Sahabe neden istememişse ve onlara tevhidi öğreten Allah resülü kendisinden şefati istemeyi neden izin vermişse ve ahiret gibi bir zaman diliminde ve ortamında mahşer halkı neden direk Allah'tan şefaat istemiyorlarsa artık bize hesap sormak düşmez.Bütün bu kişiler ve mahşeri gören halk tevhid ilmini bilmiyordu demek inançlarını hadîslere göre ayarlamak yerine, hadîsleri inançlarına göre tahlîle tâbi tutma yolunu seçenlerin işidir.
Hani nerde kaldı itiraz sahpilerinin delili oysa biz daha delil getirebilir ve üzerine nice yorumlar yazabilirdik oysa bu kadarı kafidir.
Dip notlar;
1-Tirmiz bu hadisi sünende ''kıyametin özellikleri ''kitabının ''sırat hakkında varit olanlar ''babında zikretmiş ve ''Hasen garib'' kabul etmiştir.
2-Beyhaki delailünün Nübüvve'de İbni Abdilberr ''İstiabda nakletmişlerdir.İbni Hacer'de Fethul Bari 7/18'de Hz. Ömer'in Müslüman olması başlığı altında zikretmiştirler.Ve hiç biri bu sözü Tevhide aykırı bulmamışlardır.
3-İmâm Ebû Abdillâh Muhammed İbn-i Mûsâ İbn-i Nu’mân el- Mezâlî el Merrâküşî, yine kendi isnâdıyla, Muhammed İbn-i Nu’mân İbn-i Şibl el-Bâhilî’den şöyle dediğini rivâyet etti: Medîneye girdim ve Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem’in kabrine vardım. Bir de gördüm ki, bir bedevî devesini hızlıca sürüyor. Hemen devesini çöktürdü ve bağladı. Sonra kabr-i şerîfe girdi ve güzelce bir selâm verip hoş bir düâ yaptı. Sonra da şöyle dedi: Anam babam hakkı içün yâ Resûlelleh sallallâhu naleyhi ve sellem! Kesinlikle Allah celle celâlühû seni vahyine hâs kıldı ve sana içinde evvelkilerin ve sonrakilerin ilmini topladığı bir kitâb indirdi ve kitâbında, şâyet onlar kendilerine zulmettikler vakit sana gelseler ve hemen Allahtan af isteselerdi, onlar için Resûl de af isteseydi, elbette Allah celle celâlühû’yu tevvâb ve rahîm olarak bulacaklardı buyurdu. Dediği de haktır. Ben sana günahları i’tirâf ederek, seni Rabbine şefaatçı yaparak geldim. O da (şu âyetinde) va’dettiğidir. Sonra kabre döndü ve şöyle dedi:
Ey en hayırlısı, düzlükte kemikleri gömülenlerin!/ Ve güzel koktuğu onların güzel kokusundan düzlüğün ve yüksek tepelerin.
Sensin o Nebî ki, umulur şefâati/ Sıratta, kaydığı zamanda ayaklar.
Canımdır fedâ o kabre ki, sensin sâkini/ Ondadır afâf, ondadır cömertlik, ondadır kerem.
Sonra da bineğine binip gitti. Ancak mağfiretle gittiğinde hiç şübhe etmiyorum İnşâellah.Muhammed İbnü Abdillâh el-Utbî de bu haberi anlattı ve sonuna şu ilâveyi yaptı: “Derken uyuya kaldım ve hemen Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem’i rüyâda gördüm, bana şöyle dedi: Ey Utbî! Bedevî’ye yetiş ve ona Allah celle celâlühû’nün onu bağışladığını müjdele.”
Merhûm Seyyîd Muhammed Alevî Mâlikî şöyle diyor: Bu haberi, İmâm Nevevî, (el-Îzâh:498) İbn-i Kesîr, (“şâyet onlar nefislerine zulmettiklerinde…” âyetini tefsîrinde) Ebû Muhammed İbnü Kudâme, (el-Muğnî:3/556) Ebû’l-Ferec İbnü Kudâme, (eş-Şerhu’l-Kebîr:3/495) Mensur İbn-i Yûnus, (Keşşâfu’l-Kınâ’:5/30) İmâm Kurtubî (Tefsîr:5/265) gibi büyük müfessirler ve muhaddisler nakletmişttir. Hattâ, (büyük fakîh koca muhaddis) İmâm Nevevi,Utbî’nin bedeviden naklettiği bu beytleri, Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in kabrini ziyâret esnasında söylemenin müstehab olduğunu söylemiştir. (Mâlikî’den hulâsa nakil son buldu. Mefâhîm:157-158)
Haberdeki Mühim Noktalardan Bazısı
Bir: Bunca büyük muhaddisler ve müfessirlerce şu rivâyet'in kabûl görmesi ve Kur'an’ın açık âyetlerine ters bulunmaması ve şirk kabûl edilmeyip, güzel bulunarak kitâblarına alınmasıdır. Hattâ, mustehab kabûl edilmesidir.
İki: Bin seneyi aşkındır, hiçbir müctehid, muhaddis, müfessir ve fakîh tarafından şirk olarak görülmemesi, kimsenin Nevevî’ye müşrik damgası vurmaması… İbn-i Kesîr’in meşhûr dediği bu hikâyeye kendisi ve hiçbir âlim tarafından karşı çıkılmaması… Bâtıl olmadığında bir çeşit sükûtî bir icmâın gerçekleşmesi gibi yanlarıdır.
Üç: Bu rivâyetin sıhhat derecesi ise daha sonra gelecek olan başka bir husûstur…
Dört: Bir de bilenler bilir ki, sahîh bir isnâdı yoksa da (müctehid ve muhaddis) insanların kabûl ettiği hadîsin sahîh olduğuna hükmedilir.
([İbn-i Abdi’l-Berr, el-İstizkâr:1/203, Süyûtî, Tedrîbu’r-Râvî: 25, İbn-i Hümâm, Fethu’l-Kadîr:1/217,3/143, Dârekutnî (Mâlik’den):4/40, Süyûtî, Teakkubât: 12,13], Tânevî, İ’lâ Mukaddimesi, Kavâid Fî Ulûmi’l-Hadîs:39-40)
Hattâ, Ümmet’in kabûl ettiği hadîs, bize göre Mütevâtir ma’nâsındadır. Çünki, büyük imâmlarımızdan Cessâs, Ahkâmu’l-Kurân’inda başka bir münâsebetle şöyle dedi: Ümmet bu iki hadîsi her ne kadar gelişi âhâd olan/Mütevâtir ve Meşhûr olmayan yolla olsa da kabûl ile karşılamıştır. Bu yüzden Mütevâtir kapsamında olmuştur. Çünki, insanların kabûl ile karşıladığı Haber-i Vâhidler bizce bir çok yerde açıkladığımız sebeble Mütevâtir ma’nâsındadır. ([Cessâs, Ahkâmu’l-Kur’ân: 1/386], Tânevî, İ’lâ Mukaddimesi, Kavâid Fî Ulûmi’l-Hadîs: 40)
Beş: Utbî kıssası, yukarıdaki nakillerde de görüldüğü gibi âlimlerimizce kabûl gören ve muhtevâsıyla amel etmek müstehab kabûl edilen bir haberdir. O hâlde, bir görüşe göre -senedi zayıf bile olsa- sahîh, hattâ, mütevâtir ma’nâsındadır.
Hâsılı, .Ve siz ey câhil yobazlar!... Hangi İslâm, hangi ilim, hangi irfan ve hangi hayâ ile bu ameli şirk, ve onu kabûl eden ve bununla amel eden bunca büyükleri müşrik ve kula ibâdet eden kimseler olarak kabûl edebilirsiniz?!...(Darusselam)
4-“Benim hayatım sizin için hayırlıdır, (benim sağlığımda bir takım işler) yaparsınız, size (onlarla ilgili hükümler) bildirilir Ben öldüğümde ise vefâtım sizin için hayırlı olur, çünkü amelleriniz bana (kabrimde) arz edilir, hayır görürsem Allâh’a hamdederim, şer görürsem Allâh’tan sizin için af dilerim” Artık “Ben vefatından sonra Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)’in istiğfârından bir şey ummuyorum” diyene, “İnkârcının nasibi ancak mahrûmiyettir” demekten başka ne denebilir? Oysa bu hadîs-i şerîfi Bezzâr gibi bir hadîs hâfızı Müsned’inde zikretmiştir. Hâfız Irâkî“Bu hadîsin isnâdı çok iyidir” demiştir.Heysemî “Bu hadîsi Bezzâr rivâyet etti, ricâli sahihte geçen zevâttır” demiştir. İmam Süyûtî “Bu hadîs sahihtir” demiştir. Kastalânî “Buhârî Şerhi”nde Sahih, Ali el-Kârî “Şifâ Şerhi”nde Sahih, Zerkanî de “Mevâhib Şerhi”nde bu hadîs-i şerîfin sahiholduğunu söylemişlerdir. Abdullâh ibn-i Sıddîk el-Gumarî (Rahi-mehullâh) “Nihâyetü’l-âmâl fî şerhi ve tashîh-i hadîs-i arzi’l-e’mâl” isimli müstakil bir risâleyi sadece bu hadîsin sıhhatini beyâna tahsis etmiştir. Bu hadîsin sahîh olduğuna ve dört mezhep imamı dâhil bir çok imama göre huccet kabul edilen sahîh ve mürsel yollarla rivâyet edildiğine dâir, müstakil kitaplar yazılacak kadar ilim mevcutken, inançlarını hadîslere göre ayarlamak yerine, hadîsleri inançlarına göre tahlîle tâbi tutma yolunu seçen Elbânî gibilerin bu hadîsi zayıf kabul etmeleri, hilekâr tilkilerin, ars-lanların silsilesini koparma teşebbüsü gibi gülünç ve tehlikelidir. Ama elden ne gelir? Hadîs-i şerîfte vârid olduğu üzere: “Dini iyi anlamak ancak Allâh’ın, kendileri hakkında hayır dilediği kimselere nasiptir.”
5-(Buhari, No:4476; 6565; Müslim, No:193, Ahmed, Müsned, III, 116, 244.))