s.a.
"Abdulmuizz Fida". Umuma açık konu açmışsın, açılan konu istediğin şekilde kabul edilmesini beklememen gerek. "Bunlar konu edildiğinde hemen bitiyorsun" gibisine ithamlar da bulunmak doğru bir yaklaşım olmasa gerek. Konunun aydınlanması bazen kişiye göre değişebilir. Ona hazır olmalısın.
Yukarda Hallacı Mansuru savunan kişi, (mana olarak) "aklı başında iken, ben Allahım demek normal" demiyor. O başka anlamda, belki cezbe gibi bir durumda söylemiş olabileceğini söylüyor.
Konular:
1-Kaza, zahire göre işlediği için doğru olarak Hallacı Mansurun irtidadına hükmedilmiş. Fakat dinen hükmü başka olabilir. Hallacı Mansura verilen cezayı yermek müslümanın haddine değil. Yererse Şeriata balta vurmuş olur. Fakat biri dinen dinden çıkmadığını savunursa onu da hor görmemek gerek. Hallacı mansur kazaen mürteddir.
2-Bir sitede İbni Arabinin o küfürleri işlemediği iddia edilmekte ve el yazmalarından deliller verilmekte. Onu bulunca unutmazsam eklerim inşaAllah.
Bence İbn-i Arabinin başına gelen ibn-i Teymiyye'nin başına gelenler gibi. İkisi de irtidadla suçlanıyor, ikisinin de kitablarında küfür geçmediği iddia ediliyor ve karşılıklı deliller sunuluyor.
Bu olay yeni bir mesele değil, eski Alimler ikisinin de küfrünün subutunda ihtilaf etmişler. İkisinin de hek tekfir edeni, hem savunanı çıkmış. Fakat iki görüş de, sapıklık içeren kitabların okunmamasında birleşmişler. Hiç bir müslüman, müslüman kalarak velinin peygamberden üstün olduğunu, Allahın gökte oturduğunu iddia edemez. Biri kalkıp, ibn-i Arabi ile İbni Taymiyeye, "o küfürleri işlemedi"ğini söyliyerek "müslüman" diyene çıkışırsa usulsüzlük etmiş olacağı ortadadır.
Bu durumda yapılsa-yapılsa, belki tekfir eden Alimlerin ağzından fetva nakli yapılabilir. Fakat bu tebliğ konularına en az iki konu daha ekleteceği için kaçınmak yeğdir. Fakat "arkasından takip edenler var" diyerek illa tekfirde dümdüz gidilecekse ibni Teymiye ile ibni Kayyımı ayırmamak gerek. Çünkü birini tekfir eden Alim öbüründen aşağı değil, o da Muhterem Alimlerden!
Hem sapık tasavvufcular, hem sapık Yeni Selefiler kendi yaptıkları ile yargılanmalı. Yoksa mesele hal olmaz, aradaki ihtilaf körüklenir.
3-Yunus Emre kitabı kendi mi yazmış, başkası mı onun şiirlerini yazıya geçirmiş?.. Kendi yazmış ise, rivayet, şahitlik şartlarına uygun mu gelmiş? Bu soruların cevabı bilinmiyorsa Yunus Emre şahsen tekfir edilemez, şiirler tekfir edilir. Bunlar bilinmeden sahsı tekfir edilirse zulüm olur.
Bugün heryerde Nasreddin Hocaya atfedilen saçma sapan, küfür dolu fıkralar var. Küfür ve haram içermeyen düzgün nükteleri de var. Fakat bu düzgün nüktelerin bile hepsinin ondan geldiği kat'i değil.
Yunus Emrenin şiirlerini İslanbul türkçesine göre (Osmanlıcası da olsa) anlamaya kalkılırsa yanlış olur. Onun İstanbula uğramadığını biliyorum. Bugün İstanbullu biri Konyanın, Karadenizin köylüsünün konuşmasının bazı yerlerini anlayamayabilir. Yöreden yöreye değişen, dile yüklenen mana var, dil örfü var, maneviyat var. Bu meselede müşahhas tekfir yerine "anladığım kadarıyla şiirde küfür var" desem ağzım eğrilmez, imanıma da halel gelmez. Hatta dilbilgisi yetmezliğinden dolayı "ben bu sözün küfür manasında olup olmadığına karar veremem" dese gene bir şey lazım gelmez. Önemli olan, bir kulun, "ben Allahım" demesinin küfür olduğuna itikad etmektir. "Ben Allahım" sözünü ancak Allah söyleyebilir.
Ayrıca, tarihte birbirlerine yakın yaşamış "iki tane" Yunus var. Şiirler karışabilmiş. Bir kitabda ayırt edilsin diye "Aşık Yunus", "Yunus Emre" (Emre=Aşık) denmiş.
4-Ben hep dikkat ediyorum, zamane İslamcı gençlik tarihte takılmışlar, bir çok zamanlarını orada harcıyorlar. Bir biri ardından bir çok şahsı tekfir edip, tekfir etmeyenleri de tekfir ediyorlar. Sonra günümüze geldiklerinde "mevdudi, seyyid Kutup... kafir, sana söylemiş olayım" gibi yersiz sözlerle geliyorlar. Tekfir etmeyince "islamın hükmünü kabul etmedin" diye tekfir etmeyeni tekfir ediyorlar.
Kitabına bakarak bir kişinin küfrüne hüküm verilebilir. Fakat onlar Salman Rüştü gibi ortalıkta değillerki. Salman Rüştünün sapık kitabı batıda basıldı, Salma Rüştünün kitabı olduğuna herkes, ve kendisi de dahil şahitlik ediyordu. Bozulma, zorla yazdırılma, yanlış basılma gibi bir durum yoktu. Lafızların küfre delaletinde hemfikir olundu. Bunun üzerine o dönemde müslümanım diyen herhes (sapıklar hariç) onu tekfir etti, fetvalar neşredildi. Bugün, aynı özelliğe sahib bazı kimseleri tekfir ediyoruz. Bu özelliklere sahib olmayan yad, ölmüş bir kimse, başka bir yerdeki kişinin imanına ya da küfrüne sebeb olamaz!
Zaten bir çok küfür ehli var ki, insan adamın küfür işlediğini unutabiliyor, İslami ameline bakarak müslüman sayabiliyor. Bazen birinin adını duyduğunda "bunda bir şey vardı" diye takılıyor, ne olduğunu hatırlayamıyor. Böyle birinin unuttuğu kimsenin özgeçmişini araştırması üzerine vacib değil. Adamın küfürnü unutarak müslüman demiş ise, hatırladığın da gene tekfir edebilir.
Bir küfür hükmü öyle değildir! Unutarak gerçeğe aykırı bir iddiada bulunmuş olsa, gerçeği hatırladığında imana gelmeli, takıldıysa, "Allah katında hüküm neyse öylece inandım" deyip hemen araştırmaya koyulmalı.
Muhyiddin Arabi-ibni Teymiye gündem edilmeden önce de müslümanlar hulul ve huruc inancının küfür olduğuna inanıyordu, bunu gerektiği yerde tebliğ ettik, ediyoruz.
"Yunus Emre kafir mi" dense banane demeye hakkım var. Benim şahsı tanımak mecburiyetim yok, çünkü alış-veriş imkanım yok. Kitabını okuma mecburiyetim yok. Söyleyenin rivayetini kabul mecburiyetim de yok. İddiasını tashih ettirmek isteyen Kadı'ya gider.
Fakat, "muhatabın anlayacağı" bir cümle sunar da, "şöyle bir sözün hükmü ne", derse o zaman bakılır.
Selamlar.