Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

İlmi Konu Şirk

Tihame Çevrimdışı

Tihame

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
ŞİRK VE ÇEŞİTLERİ

Büyük şirkte cehaletin hükmü konusuna girmeden önce meselenin daha kolay anlaşılması için şirk ve çeşitlerini açıklamak istiyorum.

Şirk üç türlü olup başlıca şunlardır:

1 - Büyük Şirk

2 - Küçük Şirk

3- Gizli Şirk.

1 - Büyük Şirk: Allah (c.c)’ı ibadette (nusukta), hükümde, teşride, velayette ve sevgide birlemeyip O’na ortak koşmaktır.

Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

“De ki: “Namazım, kestiğim kurban, hayatım ve ölümüm Alemlerin Rabbi olan Allah içindir. O’nun hiç-bir ortağı yoktur. Müslümanların ilki olarak bununla emrolundum.” (En’am: 162 –163)

“Onlar, hahamlarını, rahiblerini ve Meryem oğlu Mesih’i Allah’tan başka rabler edindiler. Oysa tek olan Allah’a ibadet etmekle emrolunmuşlardı. O’ndan başka ibadete layık ilah yoktur. O, onların ortak koştuklarından münezzehtir.” (Tevbe: 31)

“Hüküm vermek yalnız Allah’a aittir. Kendisinden başkasına değil, sadece O’na ibadet etmenizi emretti. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.” (Yusuf: 40)

Büyük Şirkin Türleri:

1) Dua Yapmada Şirk: Dua yalnız Allah (c.c)’a yapılır. Başkasına yapıldığı zaman şirktir. Ölüden yardım istemek gibi...

Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

“Gemiye bindikleri zaman dini yalnız Allah’a has kılarak O’na yalvarırlar. Ama Allah onları karaya çıkararak kurtarınca O’na hemen eş koşarlar.” (Ankebut: 65)

2) Niyet ve İstemede Şirk: Yani; hayırlı bir iş yaparken Allah (c.c)’ın rızasından başka birşey için yapmaktır.

Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

“Dünya hayatını ve güzelliklerini isteyenler orada işlediklerinin karşılığını eksikliğe uğratılmadan veririz. İşte ahirette onlara ateşten başka birşey yoktur. İşledikleri şeyler orada boşa gitmiştir. Zaten yapmakta oldukları da batıldır.” (Hud: 15-16)

“İstiyor” sözü; salih ameliyle istiyor demektir. Dola-yısıyla salih olmayan ameller, dünya için yapılan ameller, bunun dışındadır.

Örneğin; bir insan güzel bir ev yapar, onu dünya için güzel yapar ve bu yaptığı amel salih amelden sayılmaz ve bunda bir beis yoktur. Salih amele örnek olarak; namaz, cihad, hac gibi amelleri verebeliriz.

3) İtaatte Şirk: Allah (c.c)’ın itaat etmeyi yasakladığı bir konuda birisine itaat etmek veya kendisine itaat edilmeyi yasakladığı birisine itaat etmek demektir.

Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

“Onlar, hahamlarını, rahiblerini ve Meryem oğlu Mesih’i Allah’tan başka rabler edindiler. Oysa tek olan Allah’a ibadet etmekle emrolunmuşlardı. O’ndan başka ibadete layık ilah yoktur. O, onların ortak koştuklarından münezzehtir.” (Tevbe: 31)

Ayetteki “hahamlar”dan kasıt; alimler” manasındadır.

“Rahipler”den kasıt; ibadetkarlar manasındadır.

“Allah’tan başka rabler”den kasıt; Allah (c.c)’ın ha-ram kıldığını helalleştiren, Allah (c.c)’ın helal kıldığını haramlaştıranlara itaat ettiler. Böylece onları, onların rububiyetlerine itikat etmedikleri halde, rabler edindiler. Bilakis derler ki: “Rabbimiz ve onların rabbi Allah (c.c)’tır.”

O halde alim olsun, ibadektar olsun veya başkası olsun, her kim Allah (c.c)’ın haram kıldığını helal, helal kıldığını haram kılması konusunda bir kimseye itaat ederse işte o kimse onu rab edinmiştir. Tıpkı “hahamlarını ve rahiple-rini Allah (c.c)’tan başka rabler edinenler gibi.”

Birgün Rasulullah (s.a.s) bu ayeti kerimeyi okuduğu sı-rada içeriye daha evvel hristiyan iken İslam’la şereflenen Adiyy İbn Hatem (r.a) girdi ve bu ayeti kerimeyi duyunca Rasulullah (s.a.s)’e:

“Onlara ibadet etmiyorlar ki” dedi.

Bunun üzerine Rasulullah (s.a.s):

“Onlar Allah (c.c)’ın helal kıldığı bir şeyi haram, haram kıldığı bir şeyi helal kıldıkları zaman onlara ita-at etmiyorlar mı?” diye sorunca Adiyy b. Hatem:

“Evet” diye cevap verdi. Rasulullah (s.a.s) de:

“İşte böylece onlara ibadet ediyorlar” buyurdu.(Tirmizi,Ahmed b. Hanbel, İbni Hazm)

İbni Teymiye (r.a) şöyle dedi:

“Ebu’l Bahteri bu ayet hakkında şöyle dedi:

“Onlar din adamlarına, rahiplerine namaz kılmadılar. Şayet din adamları ve rahipleri, kendileri için rüku ve secde yapılmasını onlara emretseydiler elbette bu konuda onlara itaat etmezlerdi. Fakat Allah (c.c)’ın haramını helal, helalini haram yapmalarını onlara emrettiklerinde bu emre itaat ettiler. İşte onların, din adamlarını ve rahiplerini Allah (c.c)’tan başka rabler edinmeleri böyle olmuştur.”

Rebi b. Enes dedi ki:

“Ebi Ali’ye’ye dedim ki: “İsrail oğullarında şu rab edinme meselesi nasıldı?” Dedi ki: “Rab edinme şöyledir: “Onlar Allah (c.c)’ın kendilerine kitaplarında neyi emredip neyi yasakladığını buldular ve dediler ki: “Biz hahamlarımızın hiçbir zaman önüne geçmeyeceğiz. Bize neyi emrederlerse uyarız, neyi de yasaklarlarsa onların sözlerine karşı çıkmaz, vazgeçmeyiz. Böylece adamlara tabi olup Allah (c.c)’ın kitabını arkalarına attılar. Rasulullah (s.a.s) onların, onlara ibadetlerinin; haramı helalleştirmeleri, helali haramlaştırmaları konusunda olduğunu açıklamıştır. Yoksa onlar onlara namaz kılmadılar, onlar için oruç tutmadılar, Allah (c.c)’tan başka onlara dua etmediler. Bu sebeple onların ibadetleri bu meselelerde olmayıp haramı helalleştirme, helali haramlaştırma konusunda idi.” (İbni Teymiye Fetvalar c: 7 s: 76)

4) Sevgide ve muvalatta şirk:

Her kim, sadece Allah (c.c) için sever ve buğzeder, dost ve düşman olursa; Allah (c.c)’ın sevdiğini sever, sevmediğini sevmezse; Allah (c.c) ve rasulüne dost olana dost, düşman olana düşman olursa; Allah (c.c)’ın razı olduğu şeylerden razı olur, buğzettiği şeylere buğzederse, işte o kimse sadece Allah (c.c)’a kul olmuş ve imanı tamamlanmıştır. Her kim de şekli ve resmi ne olursa olsun Allah (c.c)’dan başkası için sever ve buğzederse veya dostluk ve düşmanlık gösterirse, işte o kimse de ister kabul etsin veya kabul etmesin, bunlara kul olmuş ve ibadet etmiştir.

Rasulullah (s.a.s) şöyle demiştir:

“Allah (c.c) için seven, Allah (c.c) için buğzeden, Allah (c.c) için veren, Allah (c.c) için vermeyen kimsenin imanı tamamlanmıştır.” (Ebu Davud sahih senedle)

Rasulullah (s.a.s) şöyle demiştir:

“İmanın en sağlam kulpu; Allah (c.c) için dost ol-mak, Allah (c.c) için düşman olmak, Allah (c.c) için sevmek, Allah (c.c) için buğzetmektir.” (Ahmed sahih senedle)

Allah (c.c) için dost ve düşman olmanın, sevmek ve buğzetmenin imanın en sağlam kulpu olmasının sebebi; Allah (c.c)’a kulluğun en yüksek mertebesini gösterdiği içindir. Bu sebeple kim, Allah (c.c)’dan başkası için dost veya düşman olursa, o kişiye en yüksek seviyede kulluk ve ibadet etmiş olur.

Zatı için sevilen sadece Allah (c.c)’dır. O’ndan başkaları ise ancak O’nun için sevilirler, O’nunla beraber sevilmezler. Allah (c.c)’dan başkası, şekli ve mertebesi ne olursa olsun, doğruya ister isabet etsin ister isabet etmesin, ister hak ister batıl üzere olsun zatı için veya Allah (c.c) ile beraber sevilirse, onun zatı için dostluk veya düşmanlık gösterilirse Allah (c.c)’dan başka rab ve ilah edinilmiş olur.

Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

“İnsanlardan, Allah’tan başka edindikleri denkleri Allah gibi sevenler vardır. Oysa iman edenlerin Allah’ı sevmeleri daha şiddetlidir.” (Bakara: 165)

5) Korku şirki:

Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

“Muhakkak şeytanlar dostlarını korkuturlar. Eğer inanmışsanız onlardan korkmayın benden korkun.” (Ali İmran: 175)

Yalnız Allah (c.c)’ın elinde olan şeyler hakkında Allah (c.c)’tan başkasından korkmak büyük şirklerdendir.

Örneğin; neslini kesebileceği endişesiyle insan veya cinden korkmak gibi... Çünkü bu, sadece Allah (c.c)’ın elindedir.

Hastalık, fakirlik veya sakatlık verebileceği zannıyla in-sanlardan veya cinlerden korkmak da böyledir.

Ölüden veya cansız bir varlıktan zarar geleceği zannıyla korkmak büyük şirktir. Velev ki bu, ölünün hayatta iken yapabileceği şeylerden olsun.

Örneğin; bir ölünün kendisini dövebileceğinden korkması gibi... Bu, büyük şirktir. Çünkü ölünün bunu yapma-ya kudreti yoktur.

Bir mahlukattan korktuğundan dolayı ona ibadet etmek büyük şirktir. Örneğin; korktuğundan dolayı bir kişi için kurban kesmek gibi...

Oturacağı yeni bir evde cinler kendisine zarar verme-sinler diye, onların şerrinden korunmak amacıyla cinler için kurban kesmek de büyük şirktendir.

6) Tevekkül şirki:

Tevekkülün şer’i manası; hayrı elde etmek veya şerri defetmek için Allah (c.c)’a güvenmektir.

Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

“Eğer mü’min iseniz yalnız Allah’a tevekkül edin.” (Maide: 23)

“Kim Allah’a tevekkül ederse Allah ona yeter.” (Talak: 3)

Yalnız Allah (c.c)’a güvenmek, O’na gönülden bağlanmak, tevhiddir.

Tevekkül aşağıdaki durumlarda büyük şirk olur:

- Sadece Allah (c.c)’ın yapabildiği konularda yaratılanlara güvenmek.

Örneğin; yağmur yağması, rızık elde etmek, çocuk sahibi olmak, hastalıktan korunmak ve hastalıktan kurtulmak gibi sadece Allah (c.c)’ın elinde olan meselelerde Allah (c.c)’tan başkasına güvenmek gibi...

- Ölülere ve cansız varlıklara herhangi bir konuda tevekkül etmek, güvenmek.

7) Teşri koyma şirki:

Teşri koymak, helal veya haram, iyilik veya kötülük ölçülerini tayin etmek sadece Allah (c.c)’a ait olan uluhiyyetin en önemli özelliklerindendir.

Bu nedenle kim, bu özelliklerden herhangi birisinin kendisinde olduğunu iddia ederse, yani; Allah (c.c)’a muhalefet ederek teşri koyma, helal (serbest) ve haram (yasak) ölçülerini tayin etme, bir şeye iyi veya kötü deme yetkisinin kendisinde bulunduğunu iddia ederse kendisini ilah ilan etmiş ve Allah (c.c)’a denk kılmış olur. Her kim de onun bu iddiasını kabul ederek bu yetkiyi ona verir ve ona bağlanırsa onu kendisine ilah edinmiş olur.

Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

“Hüküm vermek yalnız Allah’a aittir. Kendisinden başkasına değil, sadece O’na ibadet etmenizi emretti. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.” (Yusuf: 40)

“Yoksa onların Allah’ın izin vermediği şeyi kendilerine dinden bir şeriat koyan ortakları mı vardır?” (Şura: 21)

“De ki: “Biliyor musunuz, Allah size rızık olarak her ne indirmişse, onun kimini haram kıldınız, kimini helal...” Yine de ki: “Allah mı bunun için size izin ver-di, yoksa Allah’a iftira mı ediyorsunuz?” (Yunus: 59)

2 - Küçük şirk: İbadet seviyesine çıkmamış amellerin Allah (c.c)’tan başkasına veya Allah (c.c)’la birlikte bir başkasına yapılmasıdır.

Riyanın azlığı, Allah (c.c)’tan başkasına yemin etmek gibi...

Rasulullah (s.a.s) şöyle buyurdu:

“Kim Allah (c.c)’tan başkasına yemin ederse şirk işlemiştir.” (Tirmizi)

“Allah ve sen dilersen”, “bu, senden ve Allah’tandır”, “sadece Allah ve sen benim için varsın”, “ben Allah’a ve sana tevekkül ettim”, “sen olmasa idin bu olmazdı” gibi sözler küçük şirktir.

Bir adam Rasulullah (s.a.s)’e şöyle dedi:

“Allah ve sen dilersen.” Bunun üzerine Rasulullah (s.a.s) ona:

“Beni Allah’a denk mi tutuyorsun? Sadece “Allah dilerse” de!” dedi. (Nesei, İbn Mace)

Her söz veya amel veya inanç büyük şirke ulaşmadığı halde büyük şirke vesile oluyorsa küçük şirk olur.

Rasulullah (s.a.s) şöyle demiştir:

“Sizin için en çok korktuğum şey küçük şirktir.” Bunun üzerine sahabeler şöyle sordular:

“Küçük şirk nedir? Ya Rasulallah!”

Rasulullah (s.a.s) de şöyle cevap verdi:

“Riyadır. Cenabı Hak insanları amellerine karşılık cezalandıracağı zaman riyakarlara: “Dünyada gösteriş yaptığınız kimselerin yanına gidin. Onların yanında bir mükafat bulabilecek misiniz?” diyecektir.” (Ahmed b. Hanbel)

Sahabeler: “Rabbine kavuşmayı uman kimse salih amel işlesin ve Rabbine ibadette hiçbir şeyi ortak koşmasın.” (Kehf: 110) ayetini küçük şirk için delil gösterdiler. Halbuki bu ayet zahirine göre büyük şirk hakkındadır. Çünkü Allah (c.c) ayette; “Rabbine ibadette hiçbir şeyi ortak koşmasın” buyuruyor. Yani; ibadette şirk yapma-sın, demek istemektedir.

İbadet şirki hiçbir zaman küçük şirk olmaz. Her zaman büyük şirktir.

Ayet her ne kadar büyük şirk hakkında ise de sahabeler bu gibi ayetleri küçük şirk hakkında delil getiriyorlardı. Bu ise küçük şirkin büyük şirk olduğunu belirtmek için değil, insanları küçük şirkten de çok sakındırmak içindir.

3 - Gizli şirk: Bilinmeyen şirk, demektir.

Bazı alimler gizli şirki; gizli şehvet şirki olarak isimlendirdiler.

Şehvet ise; nefsin bir şeyi arzulaması, bir şeye meyletmesidir.

Bazı alimlere göre şehvet; nefsin hoşuna giden ve onu sevindiren şeye meyletmesidir. Yani; insan, nefsin arzuladığı şeyi yapar ve bunu Allah (c.c)’a itaat etmek için yaptığını söyler. Halbuki bunu nefsi istediği için yapmaktadır. Nefsi istemeseydi yapmazdı. İşte bu gizli şirktir.

Heva ile şehvet arasında fark vardır. Heva, aynen şehvet gibi bir şeye meyletmektir. Aralarındaki benzerlik sadece budur. Fakat heva, caiz olmayan bir şeye meyletmektir. Onun için insan bunu hissedebilir. Şehvet ise yapılması gereken şeylere meyletmektir. Fakat bunu yaparken Allah (c.c) istediği için değil, nefis istediği için yapar, sonra üzerine şeriat elbisesini giydirir.

Rasulullah (s.a.s) şöyle buyuruyor:

“Bu ümmetin şirki karanlık bir gecede dümdüz bir kayanın üzerinde yürüyen siyah bir karıncanın ayak sesinden daha gizlidir.” Bunun üzerine Ebu Bekir (r.a) Rasulullah (s.a.s)’e:

“Bundan nasıl kurtulabiliriz?” dedi.

Rasulullah (s.a.s):

“Şu duayı okursan ondan kurtulursun: “Allah’ım! Bildiğim şeylerde şirk koşmaktan sana sığınırım. Bilmediğim şirkten de senin affını dilerim” de.” buyurdu. (Hakim, Ebi Hatim sahih senedle rivayet etti)

Büyük şirk insanı İslam dininden çıkarır, kafir yapar. Küçük şirk ise İslam dininden çıkartmayıp büyük günahlardan daha günahtır.

Şirkin küçüğü ve büyüğü ancak ölmeden önce ondan tevbe etmekle affolunur. Küçük şirki ahiret gününde ancak çokça haseneler siler. Küçük şirk sadece karıştığı ameli bozar. Büyük şirk ise bütün amelleri bozar.

Büyük Şirk İşleyen Kimse, İster Cahil, İster Taklitçi, İster Tevilci, İsterse Hatalı Olsun İşlediği Fiil Sebebiyle Müşrik Olarak İsimlendirilir:

Allah (c.c)’ın dininde insanlar ya mü’min ya da kafir olmak üzere iki kısımdır. Bu durumda insanlar için iki din söz konusu olup bir üçüncüsü söz konusu değildir. Bu sebeple her kim birinden çıkarsa mutlaka diğerine girer. Bu iki din ise; İslam dini ile şirk ve küfür dinidir. Bu sebeple İslam dininden çıkan küfür ve şirk dinine girer, küfür ve şirk dininden çıkan İslam dinine girer. Kısaca hiç kims-nin “dinsiz” olması söz konusu olamaz. Zira hiçbir dine inanmayanların bile dini “küfür ve şirk dinidir.”

Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

“Sizi yaratan O’dur. Sizden kafir olanlar da vardır, mü’min olanlar da vardır.” (Tegabun: 2)

“Kim İslam’dan başka bir din ararsa bilsin ki (o din) ondan kabul edilmeyecek ve o kimse ahirette kay-bedenlerden olacaktır.” (A-li İmran: 85)

İslam; Allah (c.c)’ı, ibadetinde ve birliğinde birlemektir. Bu gerçek Kuran-ı Kerim’de ve sahih sünnette defalarca tekrarlanan sözlerle apaçık bir şekilde belirtilmiştir.

Küfür dini ise; Allah (c.c)’a şirk koşmak ve Allah (c.c)’ ın tevhidini her çeşit ve şekliyle bozan her şeydir.

O halde her kim Allah (c.c)’ı tevhid etmeyi bir din edi-nirse işte o kimsenin Müslümanlardan olduğunu biliriz. Her kim de Allah (c.c)’ı tevhid etmeyi bozar ve ibadetlerine şirk karıştırırsa, o kimsenin de Müslüman olmadığını ve İslam dinini bozan yani; Yüce Allah (c.c)’a şirk koşan bir müşrik olduğunu biliriz. İşte bu, inatçı ve büyüklenen hariç kimsenin inkar edemeyeceği birinci derecede kesin bir delildir. Sadece Allah (c.c)’ı birleyen kişi Müslümandır. Her kim Allah (c.c)’ı birlemezse işte o kimse de müşriktir. Bu kimse ister inat eden bir alim, ister sapık bir cahil, ister müşrik bir kimseye tabi olan bir mukallit olsun, ister bu amellerini rasul gelmeden önce isterse sonra yapmış olsun, ister kendisine davet ulaşmış, isterse ulaşmamış olsun bir şey değişmeyip genel hüküm olarak, zahirindeki hale göre şirk işlediğine ve müşrik olduğuna, tevhidi sağlamadığı için muvahhid olmadığına hüküm verilir. İşte insanları İslam dininine göre bu şekilde ayırt edebiliriz.

Şirki sebebiyle kıyamet gününde azap görecek veya cehaleti sebebiyle affedilecek kimseyle ilgili meseleye gelince… İşte bu başka bir meseledir. Azap meselesi ayrı bir meseledir. Bu mesele Allah (c.c)’ın izniyle ileride gelecektir.

Ehli sünnet ve’l-cemaatin üzerinde ittifak edilen inancına göre, her kim büyük şirk işlerse, apaçık olan fiili sebebiyle anında müşrik olarak isimlendirilir. Bu sebeple ister cahil, ister taklitçi, ister hatalı tevil yapan, ister hata eden, ister kendisine tebliğ ulaşan, ister kendisine tebliğ ulaşmayan kimse olsun şirk işlediğinde hüküm aynıdır, değişmez. İşte bu, Selefi Salihin inancıdır ve bu konuda bir çok delil vardır.

Bu delillerden bazıları şöyledir:

BİRİNCİ DELİL:

“Eğer müşriklerden biri senden eman dilerse, Allah’ın kelamını işitip dinleyinceye kadar ona eman ver. Sonra onu güven içinde bulunacağı bir yere ulaştır. İşte bu, onların bilmeyen bir kavim olmalarından dolayıdır.” (Tevbe: 6)

Bu muhkem olan ayet; Şeriatlerin unutulduğu, hakka giden yolların karanlıklar içinde kaldığı bir dönemde bile, şiddetli cehalete rağmen şirk koşanlara müşrik hükmü verildiğini ispat etmektedir. Bu ayete baktığımızda, söz konusu şahısta aynı anda iki sıfat bulunduğunu görüyoruz. Bunlar ise; şirk ve Rasulullah (s.a.s)’ın risaletini bilmemektir. Görülüyor ki Rasulullah (s.a.s)’ın risaletini bilmemek, şirk işleyen kişiye “müşrik” sıfatının verilmesine engel olmamıştır.

İmam Taberi dedi ki:

“Allah (c.c) ayeti kerimede nebisine şöyle buyuruyor:

“Ey Muhammed! Haram aylar geçtikten sonra sana öl-dürülmelerini emrettiğim müşriklerden biri Allah (c.c)’ın kelamı olan, Allah (c.c)’ın sana indirdiği Kur’ an’ı din-lemek için senden eman isterse “fe’ecirhu” yani; Allah (c.c)’ın kelamını dinleyinceye ve sen ona Kur’an’ı oku-yuncaya kadar ona eman ver. “Sonra onu, güven içinde olacağı bir yere ulaştır.”

Yani; O, Allah (c.c)’ın kelamını dinledikten sonra şayet kabul etmekten kaçınır ve ona okuduğundan öğüt almaz ise güvenlik içinde olacağı bir yere ulaştır.

“Bu onların bilmeyen bir kavim olmalarından dolayıdır.”

Yani; onlara istedikleri emanı vermen, Kur’an’ı dinlemeleri içindir. Onlar İslam’ı kabul etmedikleri taktirde onları güvenlik içinde olacakları bir yere ulaştırman da; onların cahil bir topluluk olmalarından ve Allah (c.c) katın-dan gelen delillere iman ettiklerinde Allah (c.c) katında ne mükafatlar bulacaklarını, Allah (c.c)’a imanı terk ettiklerinde ne kadar sorumluluk ve günah altında kalacaklarını bilmemelerinden dolayıdır.” (Taberi Tefsiri)

İmam Begavi şöyle demiştir:

“Allah’ın kelamını dinleyinceye kadar...”

İslam’ı kabul ettiklerinde Allah (c.c) katında nasıl mükafatlar kazanacaklarını, İslam’ı kabul etmediklerinde de Allah (c.c) katında onları nasıl bir azabın beklediğini öğreninceye kadar...

“Bu onların bilmeyen bir kavim olmalarından dolayıdır.”

Yani; onlar Allah (c.c)’ın dinini ve tevhidini bilmezler. Bundan dolayı Allah (c.c)’ın kelamını dinlemeye muhtaçtırlar.

Hasan şöyle demiştir:

“Bu ayet kıyamet kopuncaya kadar muhkemdir.” (Begavi Tefsiri)

Ben şöyle diyorum:

Bu kişiye müşrik ismi verilmiştir ve müşriklerden sayılmıştır. Halbuki ayetin bildirdiği gibi henüz Allah (c.c)’ın kelamını dinlemiş değildir ve yine ayetin bildirdiği gibi cahil bir kimse idi.

İşte bu apaçık olan bir delildir.

Bu delil apaçık bir şekilde gösteriyor ki; bilerek ya da bilmeyerek; inat ederek ya da inat etmeyerek; taklit ederek ya da taklit etmeyerek şirk işleyen kişiye şirk işlediği anda müşrik sıfatı verilir.

Böylece bu delil bize; Muhammed (s.a.s) gönderilme-den önceki Mekke ehlinin; kendilerine nebi rasuller gön-derilmeden önce geçmiş kavimlerin; “Allah üçün üçüncüsüdür”, “Allah, Mesih’tir” veya “Uzeyr’ Allah’ın oğlu-dur”, “bizler Allah’ın sevgilileri ve çocuklarıyız” “Allah’ ın eli sımsıkıdır”, “Allah fakir biz ise zenginiz” diyenlerin; Allah (c.c)’tan başkasına ibadet edenlerin; Allah (c.c)’ın şeriatinden başka şeriat koyanların da müşrik olduklarını çok açık bir şekilde öğretti.

Bunların hepsi müşriktir. İster yaptıkları şeyleri bilme-den yapsınlar, ister bilerek yapsınlar, ister taklit ederek yapsınlar, ister taklit etmeden yapsınlar farketmez, bu ve benzeri şirkleri işlediklerinde müşrik sıfatını alırlar.

İKİNCİ DELİL:

“Rabbin Adem oğullarının sırtlarından onların zürriyyetlerini aldı ve: “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” (sorusuna karşılık) onlar: “Evet (Rabbimizsin). Biz (buna) şahid olduk” demeleriyle onları kendilerine şahit tuttu. Kıyamet gününde muhakkak ki biz bundan habersizdik” dersiniz diye (bunu yaptık)... Ya da: “Muhakkak ki babalarımız da önceden şirk koşmuşlardı. Biz ise onlardan sonraki zürriyetiz. Batıla dalanların yaptıkları sebebiyle bizi helak mı edeceksin?” dersiniz diye (bunu yaptık). İşte ayetleri böyle ayrıntılı olarak açıklıyoruz ki belki (hakka) geri dönerler.” (A’raf: 173 -174)

Bu ayet bu meselede Kur’an’ın en büyük delillerindendir. Zira bu ayet meseleyle ilgili hükmü belirlemekte, onu ayrıntılı olarak açıklamakta, tevhid üzere misak alınmasını ve şahitlikle huccetin ikame edilmesini anlatmakta, cehalet ve taklit özrünün kesildiğini bildirmektedir.

Allah (c.c) şöyle buyurdu :

“Kıyamet gününde muhakkak ki biz bundan habersizdik” dersiniz diye…” Yani; cahillerden olduğunuzu söylersiniz diye…

“Ya da: “Muhakkak ki babalarımız da önceden şirk koşmuşlardı. Biz ise onlardan sonraki zürriyetiz.”

Yani; taklitçilerden olduklarınızı söylersiniz diye.

Bu durumda her iki halde de celahet ve ilmin yokluğu söz konusudur. İşte böylece bu ayet, Adem oğluna “bu şahitlik ile” ikamei huccetin yapıldığını, böylece özrün kesildiğini isbat etmektedir.

Bundan sonra öğrenmiş olduk ki her Adem oğlu bu fıtrat, bu misak ve bu din üzere doğmaktadır. Onu değiştirdikleri ve bozdukları zaman ise gerek cehalete, gerek taklide, gerek inada ve gerekse bunlardan başkalarına yönelmeleri sebebiyle şirklerini yakinen öğrenmiş olduk.

Bu açıklama ve genişçe izahatla ilgili olarak gönderilen rasullerin seyidi olan Rasulullah (s.a.s) şöyle buyurmuştur:

“Her doğan fıtrat üzere doğar.” (Başka bir rivayette: (Bu millet üzere doğar.) Sonra anne ve babası onu Yahudileştirir veya hristiyanlaştırır veya Mecusileştirir. İşte bu, hayvanın yavrusunu, uzuvları eksiksiz olarak doğurması gibidir. Hiç uzuvları eksik olarak doğan bir hayvan gördünüz mü?” (Buhari, Müslim)

İşte böylece onlara, taklitçi veya ince düşünmeyen ve-ya ölçüp biçemeyen veya bilmeyen olmalarına rağmen şirk işledikleri için müşrik hükmü verilmiştir.

İbni Kesir şöyle demiştir:

“Allah (c.c), ademoğullarının bellerinden zürriyetlerini çıkararak onları; “Allah (c.c)’ın onların Rabbi ve Meliki olduğuna, O’ndan başka ibadete layık ilah olmadığına şahit tuttuğunu haber vermektedir. İşte Allah (c.c), onları bu fıtrat üzerine yaratmıştır.

Bazı sahabe ve alimler:

“Ayette geçen “şahitlik”ten kasıt; Allah (c.c)’ın onları tevhid fıtratı üzerine yaratmasıdır, demişlerdir.” (Bu görüşün daha kuvvetli olduğunu ispat etmek için delillendirmeye başladı.)

Allah (c.c)’ın, adem oğluna şahitlik ettirme olayını, şirk koşanların aleyhine delil kılması, Adem oğlunun tevhid fıtratı üzere yaratıldığına delalet eder. Eğer bu olay, bazılarının dediği gibi gerçekten meydana gelmiş olsaydı (yani Adem oğlunun sulbünden zürriyetinin çıkarılıp kendilerine şahit tutulması ve Allah (c.c)’ın onlardan ahid ve misak alması), o taktirde her insanın kendi aleyhine delil ola-bilecek bu olayı hatırlaması gerekirdi.

Denilebilir ki:

Rasulullah (s.a.s)’ın bunu haber vermesi, bunun gerçek olduğunu ispat etmek için yeterlidir.

Bu itiraza şöyle cevap verilir:

Müşriklerden inkar edip yalanlayanlar, ister bu olay olsun, ister başka bir olay olsun rasullerden gelen her şeyi yalanlarlar. O halde ahid ve misak olayı başlı başına on-ların aleyhine nasıl bir delil olabilir?

Bu gösteriyor ki, bu ahid ve şahitlikten kastedilen; ademoğlunun tevhid fıtratı üzerine yaratılmış olmasıdır. Bunun için Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

“Dersiniz diye (bunu yaptık)...” Yani; “kıyamet gününde demeyesiniz diye”, “biz bundan” yani; tevhitten… “gafildik” (demeyesiniz diye)...

“Ya da; “muhakkak ki babalarımız da önceden Allah’a ortak koşmuşlardı” dememeniz için...” (İbni Kesir Tefsiri)

İmam Taberi dedi ki:

“Allah (c.c), kitabında buyuruyor ki:

“Şahit olduk.” yani; “Allah (c.c)’ın Rabbiniz olduğunu ikrar edenler üzerine kıyamet gününde “biz bundan habersizdik”, böyle bir şey bilmiyorduk ve biz bundan habersizdik demeyesiniz diye...

““Ya da: “Muhakkak ki babalarımız da önceden şirk koşmuşlardı. Biz ise onlardan sonraki zürriyetiz.” dersiniz diye (bunu yaptık). Yani; “biz hakkı bilmediğimiz için onların yoluna uyduk.” (Taberi Tefsiri)

İmam Kurtubi şöyle demiştir:

“Tartuşi dedi ki: “İnsanoğlu dünya hayatında bu olayı hatırlamasa bile onları bağlar ve verdiği sözü yerine getirmesi gereklidir. Tıpkı hanımını boşayıp da boşadığını unutan kişiye, bu hatırlatıldığı halde hatırlamasa bile hanımının boş sayılması gibi...

İbn Abbas ve Ubey b. Ka’b dediler ki:

“Ayette geçen “şahit olduk” sözü, Adem (a.s)’ın oğul-larının söylediği bir sözdür. “Şahit olduk” sözünün manası ise; “senin, bizim Rabbimiz ve İlahımız olduğuna şahit olduk” demektir.

“Batıla dalanların yaptıkları sebebiyle bizi helak mi edeceksin?” Yani; sen böyle yapmazsın demektir. Fakat tevhidde taklitçinin özrü yoktur.” (Kurtubi Tefsiri)

Şevkani bu ayetin tefsirinde şöyle dedi:

“Böyle yapmamızın sebebi; bilmediğinizi bahane etme-meniz ve işlediğiniz şirklerden dolayı babalarınızı suçlamamanız içindir.”

Onlar iki şeyi mazeret olarak öne sürerler:

“Daha önce” yani; bizim zamanımızdan önce babalarımız Allah (c.c)’a ortak koştu. “Biz ise onlardan sonraki zürriyetiz.” Yani; bu sebeple biz, doğruyu bilemediğimiz için hak yolu bulamadık.

“Batıla dalanların yaptıkları sebebiyle bizi helak mı edeceksin?” Batıl işleyen babalarımız yüzünden bizi he-lak mı edeceksin? Halbuki cahilliğimizden, hakkı bulama-makta ki acizliğimizden ve bizden öncekilere uymamızdan dolayı suç bizde değildir.

Bu ayette Allah (c.c), ademoğlunun belinden zürriyetini çıkarıp, Allah (c.c)’ın onların Rableri olduğuna kendilerini şahit tutmasının hikmetini açıklamaktadır. Allah (c.c)’ın böyle yapmasının sebebi; onların kıyamet gününde bu sözleri söylememeleri, böyle geçersiz ve boş şeyleri bahane olarak öne sürmemeleri içindir.” (Şevkani Fethül Kadir Tefsiri)

İmam Begavi dedi ki:

“Eğer kişi verdiği sözü hatırlamıyorsa, nasıl bundan dolayı sorumlu tutulabilir” denilirse, buna şöyle cevap verilir:

Allah (c.c) vahdaniyyetine ait delilleri açıklamış, rasullerinin haber verdiği şeylerin doğru olduğuna dair deliller vermiştir. Bundan sonra kim bu gerçekleri, Allah (c.c)’a verdiği sözü bozarak, bile bile, inadından dolayı inkar ederse bu yaptığından sorumlu tutulur. İnsanların Allah (c.c)’a verdikleri sözü unutup hatırlamamaları, mucize sahibi olan güvenilir rasulden (onun gelip hatırlatmasından) sonra artık onları sorumluluktan kurtarmaz. Allah (c.c)’ın:

“Ya da: “Muhakkak ki babalarımız da önceden şirk koşmuşlardı. Biz ise onlardan sonraki zürriyetiz dersiniz diye (bunu yaptık) sözünden kasıt şudur:

Ey müşrikler! Sizin; “daha önce babalarımız ortak koşarak Allah (c.c)’a verdikleri sözü bozdu. Biz de onlardan sonra gelen nesildik.” Yani; onlara uyup tabi olduk deyip bunu kendinize bahane ederek; “batıla dalanların yaptıkları sebebiyle bizi helak mı edeceksin?” yani; sapık babalarımızın işledikleri günahlar yüzünden bize azab mı edeceksin? dememeniz için Allah (c.c) sizden bu sözü almıştır.

Allah (c.c)’ın, Adem oğlundan tevhid üzere söz aldığını hatırlatmasından sonra müşrikler artık böyle sözleri bahane edemezler. “İşte ayetleri böyle ayrıntılı olarak açıklıyoruz.” Yani; biz kulların ibret alması için ayetleri açıklarız. “Ki belki (hakka) geri dönerler” yani; küfürden tevhide dönerler.” (Begavi Tefsiri)

İbni Kayyım şöyle demiştir:

“(Allah) onları, kendilerine şahit tutarak; “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” dedi. Onlar da: Evet (buna şahit olduk) dediler. İşte! Onların bu şekilde Allah (c.c)’ ın rububiyyetini ikrar etmeleriyle, kendilerine huccet ikame edilmiş oldu. Allah (c.c)’ın rasulleri vasıtasıyla bu ayetin-de buyurduğu ikrar, onlar aleyhine bir delildir. Aşağıdaki ayetler gibi...

“Rasulleri onlara dedi ki: Allah’ın varlığında şüphe var mı?” (İbrahim: 10)

“Eğer onlara gökleri ve yeri kim yarattı diye soracak olsan “Allah” derler.” (Lokman: 25)

“Yeryüzünü ve içindekileri kim yarattı biliyorsanız söyleyin, de! “Allah” diyeceklerdir.” (Mü’minun: 84-85)

Kur’an’ı kerimde, insanların Rablerini ikrar fıtratı üzere yaratıldıklarını hatırlatıp onları sadece Allah (c.c)’a ibadete ve O’na hiç bir şeyi ortak koşmamaya davet eden bunlara benzer bir çok ayet vardır. Bu, Kur’an’ın metodudur. Bu yüzden A’raf suresindeki ayette Allah (c.c): “Rabbin Adem oğullarının sırtlarından onların zürriyetlerini aldı ve...” diyerek ayete başlamış ve sonunda da “Kıyamet gününde “muhakkak ki biz bundan habersizdik” der-siniz diye” buyurmuştur. Allah (c.c), bu ayette onlara, şirklerinden ve kendisinden başkalarına ibadetten vazgeçmeleri gerektiğine delil olarak, kendisinin Rububiyyetini ikrar etmelerini hatırlatıyor ve kıyamet gününde, hakkı bilmemeyi veya batılı taklit etmeyi mazeret olarak ileri sürmemelerini bildiriyor. Çünkü hak yoldan sapmanın, yani dalaletin iki sebebi vardır:

Birincisi; gaflet sebebiyle hakkı bilmemek, ikincisi ise; sapıkları taklid etmektir.” (Ahkamu Ehli’z-Zımme c:2 s: 553-557)

Allah (c.c) ayette şöyle buyurdu:

“Hani Adem’in sulbünden söz alındığını, sonra Rablerinin Allah olduğuna kendilerini şahid tutarak, kendilerini yaratanı itiraf eden bir fıtrat üzere yaratıldıklarını hatırla! İşte bu ikrar kıyamet gününde onların aleyhlerine bir delildir.”

“Dersiniz diye….” Yani; dememeniz için veya demeyeseniz diye….

“Biz bundan habersizdik” yani; Allah (c.c)’ın rububiyyetini ikrar etmemiz gerektiğinden ve ibadeti sadece Allah (c.c)’a has kılıp ona hiçbir şeyi eş koşmamamız gerektiğinden habersizdik.

“Ya da: “Muhakkak ki babalarımız da önceden şirk koşmuşlardı. Biz ise onlardan sonraki zürriyetiz.”

Allah (c.c), bu şahitliğe karşı onların öne süreceği iki bahaneyi zikrediyor.

İlk olarak şöyle diyecekler:

“Biz bundan habersizdik”.

Allah (c.c) ise bundan habersizliğin mazeret olmadığını, çünkü her insanın bunu bilmesi gereken bir fıtrat üzere yaratıldığını bildirmektedir. İnsanların, kainatın yaratıcısının varlığına iman fıtratı üzere yaratılması, aynı zamanda Allah (c.c)’ın varlığını inkar edenlerin aleyhinde bir delildir.

Onlar ikinci olarak şöyle diyecekler:

“Muhakkak ki babalarımız da önceden şirk koşmuşlardı. Biz ise onlardan sonraki zürriyetiz. Batıla dalanların yaptıkları sebebiyle bizi helak mi edeceksin?”

Bizim babalarımız müşrikti, yani; bize başkalarının günahları yüzünden azab mı edeceksin?

Müşriklerin düşüncesine göre; eğer Allah (c.c) onların hidayet üzere olmalarını dileseydi babalarını müşrik olarak bulmazlardı. Çünkü onlar babalarından sonra gelen nesildi ve onlara uymaları gayet tabi idi.

Normalde kişi, babası tarafından yetiştirilmişse işinde, evinde, giyim ve yemek tarzında babasının alışkanlıklarını taklid eder. Bunun için eğer ana babası yahudi, hristiyan veya mecusi ise o da onlar gibi olur. İnsan adet ve tabiatı gereği, fıtratı ve aklıyla çelişmedikçe ana, babasını taklid eder.

Onlar derler ki: “Biz ve müşrik babalarımız mazeretliyiz. Çünkü biz müşrik bir soydan türemiş bir nesildik ve bizim onların hatalı olduğunu anlayabileceğimiz bir delilimiz de yoktu.”

Oysa, tek olan Allah (c.c)’ın, kendilerinin Rabbi olduğuna şehadet ederek yaratıldıkları fıtratı bozmazlarsa içinde bulundukları şirkin batılllığını açıkça görebilirler.

Onlar babalarına tabi olmalarının normal ve kaçınılmaz bir davranış olduğunu iddia edecek olurlarsa, aslında kendi aleyhlerine bir delil sunmuş olurlar. Çünkü asıl ve kaçınılmaz olan fıtratlarının gereğine göre hareket etmeleridir. Çünkü, İslam’ı kabul etmelerini gerektiren fıtrat üzere yaratılmaları, onların uymak zorunda olduklarını iddia ettikleri terbiyeden çok daha önce olmuş bir olaydır.

Allah (c.c)’ın, bu kainatın tek yaratıcısı olduğunu bil-dikleri akılla, aynı zamanda şirkin batıllığını da görmeleri gerekir. Bunun için rasule ihtiyaç yoktur. Çünkü Allah (c.c) önceden bunu onlara bildirirken, rasul yoktu. Bu, Allah (c.c)’ın şu ayetine ters değildir:

“Biz, rasul göndermedikçe asla azap edecek değiliz.” (İsra: 15)

Rasul insanları tevhide davet eder. Fakat fıtratları gereği akıllarıyla kainatın tek bir yaratıcısı olduğunu bilirler. Kainatın tek bir yaratıcısı olduğunu bilmede fıtrat akli bir delildir. Bu sebeble risalet, onlar için tek huccet değildir. Rablerinin Allah (c.c) olduğunu kabul edip Allah (c.c)’ı bilmeleri, bütün Adem oğullarının rasulleri de tasdik etmelerini gerekli kılar.

Hiç kimsenin kıyamet gününde:

“Suçlu olan müşrik babamdır. Çünkü o, Allah (c.c)’ ın, Rabbi olduğunu ve O’nun hiç bir şeriki bulunmadığını bilirdi” demesi, Allah (c.c)’ı inkar etmede ve şirk koşmada kendisine mazeret sayılmayacaktır. Bilakis, hakettiği azaba uğratılacaktır. “Ben bundan habersizdim, benim suçum yok” diyemez.

Sonra Allah (c.c), rahmet ve ihsanının kemali gereği, kişi her ne kadar azabı haketse de rasul göndermeden azab etmez. Allah (c.c) iki delil gerçekleşmedikçe kuluna azab etmeyeceğini bildirmiştir:

Birincisi: Kulunu; Rabbi, meliki ve yaratıcısının Allah (c.c) olduğunu ve O’nun hakkını yerine getirmesinin gerekli olduğunu ikrar eden bir fıtrat üzere yaratması.

İkincisi: Kuluna, fıtratı üzere yaratıldığı tevhidi tafsilatlı bir şekilde açıklayan, ikrar eden ve tamamlayan rasuller göndermesi.

Kıyamet gününde fıtrat ve risalet, insan aleyhinde delil olur ve kişi daha önce kafir olduğunu kendisi de kabul eder. Tıpkı Allah (c.c)’ın şu ayetinde buyurduğu gibi:

“Ve kafir olduklarına dair kendi aleyhlerine şahitlik ettiler.” (En’am: 130)

Allah (c.c), kafirin cezasını ancak, kul kendisinin kafir olduğunu kabul ettikten ve kuluna iki hücceti; fıtrat ve risalet hüccetlerini ikame ettikten sonra verir. İşte bu, adaletin en üstün seviyesidir.” (Ahkamu Ehli’zZimme c: 2 s: 523-557)

İbni Teymiyye dedi ki:

“Allah (c.c)’a hamd olsun! Rasulullah (s.a.s): “Her doğan çocuk İslam fıtratı üzerine doğar, sonra anne ve babası onu yahudileştirir, hristiyanlaştırır veya mecusileştirir” buyurmuştur.

Doğru olan; Allah (c.c)’ın, insanların fıtratını üzerinde yarattığı şeydir. Bu ise İslam fıtratıdır. Bu fıtrat; Allah (c.c)’ın Adem oğluna:

“Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” sorusuna karşılık onların da:

“Evet” dediği gün yaratıldıkları fıtrattır.

Bu fıtrat batıl itikatlardan uzak olan ve doğru inançları kabul eden bir fıtrattır. Zaten İslam; teslimiyeti Allah (c.c)’tan başkalarına değil, sadece Allah (c.c)’a yapmaktır. Bu, la ilahe illallah’ın manasıdır.

Rasulullah (s.a.s) buna bir örnek vererek şöyle buyurmuştur:

“İşte bu, hayvanın yavrusunu, uzuvları eksiksiz olarak doğurması gibidir. Hiç uzuvları eksik olarak doğan bir hayvan gördünüz mü?”

Rasulullah (s.a.s), kalbin hatalardan uzak olmasının, bedenin ayıplardan uzak olması gibi olduğunu açıklamıştır. Çünkü bozulma doğuştan değil, sonradan olan bir şeydir.

Müslim’in sahihinde İyad b Hamar, Rasulullah (s.a.s)’ın bir hadisi kudsiyi şöyle rivayet ettiğini haber vermiştir:

“Ben, kullarımı hanifler olarak yarattım. (Sonra) Şeytan onlara hakim oldu. Onlara helal kıldığım şeyleri haram kıldı ve hakkında hiçbir delil indirmediğim halde bana şirk koşmalarını emretti.”

Şöyle devam ediyor:

“Ademoğlunun İslam fıtratı üzerine yaratılması demek; doğduğu andan itibaren gerçekten İslam’a inanan kişiler olarak yaratılması demek değildir. Çünkü Allah (c.c), annemizin karnından hiç bir şey bilmez halde doğduğumuzu bildirmiştir.

Fakat İslam fıtratından kasıt; kalbin şirk ve küfürden uzak olması, hakkı kabul etmeye ve hakkı, yani İslam’ı istemeye meyilli yaratılması demektir. Öyle ki, eğer onu değiştiren hiç bir etken olmasaydı, mutlaka müslüman olurdu.

İşte! Bu pratik ilmi kuvvetin, onu engelleyen bir şey olmadıkça insanı İslam’a sevketmesi gerekir. Bu da Allah (c.c)’ın fıtratıdır ki, insanları bu fıtrat üzerine yaratmıştır.” (Fetvalar c: 4 s: 245)

Ben şöyle diyorum:

Biz yakinen biliyoruz ki yahudilerin, hristiyanların ve mecusilerin çoğunluğunun şirki, cehalet ve taklit şirkidir ve bunda asla mazeretli değildirler. Böylece şirk hükmü onlar için sabit olmuştur. Çünkü bunun aksi bir hüküm vermek İslam ve tevhid hükmü vermektir ki bu tamamiyle ve asıl itibariyle batıldır.

Zira her kim tevhidden çıkar ve şirke bulaşırsa işte o kimse hak olan dinden şirk dinine çıkmıştır. İster cehaletle, ister bilerek; ister inat ederek ister inat etmeyerek; ister taklit ederek, ister durup düşündükten sonra olsun fark etmez…

Rasulullah (s.a.s) şöyle buyurmuştur:

“Kıyamet gününde cehennem ehlinden bir adama şöyle denir: “Şayet senin yeryüzünü dolduracak kadar altının olsaydı şu azaptan kurtulmak için feda eder miydin?” O da: ”Evet!” der. Bunun üzerine Allah (c.c): “Fakat Adem’in sulbünde iken senden, daha kolay olan bir şeyi istemiştim de sen bundan çekinip bana şirk koş-muştun” diyecek.” (Müslim)

ÜÇÜNCÜ DELİL:

“Ey İman edenler! Seslerinizi nebinin sesinden daha fazla yükseltmeyin! Birbirinize yüksek sesle seslendiğiniz gibi O’na da aynı şekilde seslenmeyin! Yoksa siz hissetmeden amelleriniz boşa gider.” (Hucurat: 2)

Bu ayet apaçık bir şekilde gösteriyor ki amelleri tam olarak yok eden şirke, insan bilmeden de düşebilir. Çünkü ayette Allah (c.c): “siz hissetmeden” demektedir. Yani insan hissetmeden büyük şirke girebilir. Ve amelleri boşa gidebilir. Bu sebeple “hissetmeden” demek “bilmeden” demektir.

Bu ayet apaçık gösteriyor ki şirk işleyen kişi ister bilerek, ister bilmeyerek, ister taklit ederek, ister taklit etmeyerek işlesin farketmez, müşrik ismini ve sıfatını alır.

İbni Kayyım (r.a) şöyle diyor:

“Sahabeler seslerini Rasulullah (s.a.s)’ın sesinin üzeri-ne çıkarttıkları zaman, onların amelleri boşa gider de görüşlerini, akıllarını, arzularını, siyasi görüşlerini ve bilgilerini Rasulullah (s.a.s)’ın getirdiği şeylerin üzerine çıkaranların amelleri boşa gitmez mi? Şüphesiz bunların durumu, seslerini Rasulullah (s.a.s)’ın sesinin üzerine çıkaranlardan daha kötüdür. Böyle yapanların amellerinin boşa gitmesi muhakkak daha önceliklidir.” (İ’lam’ul Muvakiin c: 1, s: 51)

Bazıları bu delile şöyle itiraz ettiler:

“Rasulullah (s.a.s)’in yanında sesini O’nun sesinden yüksek tutmak şirk değildir. Çünkü bu ayet Ebu Bekir (r.a) ve Ömer (r.a) hakkında inmiştir. Böyle bir itiraz geçerli değildir. Çünkü ayette “amelleriniz boşa gider” deniyor. Burada apaçık olarak amellerin boşa gideceği bildiriliyor. Bütün amelleri yok olan, ancak büyük şirk ve büyük küfür işleyen kişidir. Ayette “siz hissetmeden” deniyor. Bu da gösteriyor ki kişi amellerinin tamamını boşa çıkaracak bir şirk içerisine girebilir. Yine buradan anlaşılıyor ki bir amelin bilmeden işlenmesi, o amelin şirk olmaması için mazeret değildir.

Ebu Muhammed b. Hazm bu ayeti delil alarak zikret-tiklerimizin aynısını söylemiştir. Fakat “cehalet şirk konusunda mazerettir” diyenler, İbn Hazm’ın söylediklerini tahrif ettiler. Zaten hep böyle yapıyorlar. Onların görüşlerini destekleyen bir imamın sözünü gördüklerinde o sözleri yüceltebildikleri kadar yüceltirler. Ancak kendi inançlarına aykırı bir alim sözüne rastladıklarında da onu sapık teviller ile tevil ederler. Aynı İbn Hazm’ın bu mesele ile ilgili sözüne yaptıkları gibi. Bazen kendi görüşlerine aykırı alim görüşlerini tevil edecek bir kapı bulamadıklarında da şöyle derler: “Bu bir alimin zellesidir.” Tıpkı imam San’ani hakkında söyledikleri gibi.

İmam İbn Hazm bu ayeti zikrettikten sonra şöyle dedi:

“Bu apaçık bir nastır ve mü’minlere çok net bir hitaptır. Seslerini Rasulullah (s.a.s)’ın sesinin üstüne yükseltenlerin bütün amelleri Rasulullah (s.a.s)’ı inkar etmeseler bile boşa gidebilir. Bunlar Rasulullah (s.a.s)’ı inkar etmediler. İn-kar etmiş olsalardı, amellerinin boşa gittiğini mutlaka hissederlerdi. Halbuki Allah (c.c) ayette bize onların hissetmiyor olduklarını haber veriyor. Bu ise bazı amellerin küfür olduğunu ve imanı yok ettiğini, bazı amellerin ise küfür olmadığını göstermektedir.” (El-Fasl c: 3 s: 220)

Ben tekrar meseleye dönüyor ve bu mesele üzerinde tekid ile duruyorum: Bu ayet apaçık bir şekilde gösteriyor ki büyük şirkte cehalet mazeret değildir. Şer’i hüküm olarak cehalet büyük şirkte mazeret değildir. Ve kişinin bütün amellerini boşa çıkarır.

DÖRDÜNCÜ DELİL:

Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

“Allah’ın ipine hep birlikte sımsıkı sarılın. Ayrılığa düşmeyin. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın: Bir zamanlar düşmandınız, kalblerinizi birbirine ısındırdı ve O’nun bu nimeti sayesinde kardeş oldunuz. Bir ateş çukurunun kenarındaydınız, sizi oradan kurtardı. İşte bu şekilde Allah doğru yola erişesiniz diye ayetlerini size açıklamaktadır.” (A-li İmran: 103)

Bu ayet apaçık bir şekilde gösteriyor ki Rasulullah (s.a.s) gelmeden önce Arap müşrikleri azabı haketmişler-dir. Huccet onlara ulaşmamasına rağmen azabı haketmiş-lerdir. Azabı haketmeyenler ise Rasulullah (s.a.s)’ın biseti ile Rasulullah (s.a.s)’ın getirdiği hakka tabi olarak kurtu-lan kimselerdir. Ancak bunlar cehennem azabından kurtu-lacaklardır.

Ben şöyle diyorum:

“Bu delil sadece bu konuda bir nas değildir. Bu aynı zamanda genel, şer’i bir kaidedir. Allah (c.c)’ın nebi (a.s)’yi göndermesiyle ilgili rahmetini bildiren bütün naslar bu kaidenin altında değerlendirilir. İşte bu rahmetiyle onları apaçık bir helaktan kurtarmış, böylece onları ateşten ve bu gibi hallerden kurtarmıştır. İşte bu, hem teorik, hem akli, hem şer’i olan apaçık bir delildir.

Öyleyse rasul gönderilmeden önceki Araplar mademki müşrik değil idiler, cehaletleri sebebiyle affedilecek özür sahibi ve böylece Allah (c.c)’ın azabından kurtulacak kimseler idiler bu durumda acaba onlara hangi rahmet gelmiştir ve hangi kurtuluş onları kurtarmıştır, hangi yardım onlara yardım etmiştir?

Oysa onlar Allah (c.c)’ın azabını ve yakalamasını hak eden müşrik kimselerdi. İşte Allah (c.c), onlara nebi (a.s)’yi gönderek rahmet etti. O rasul onlara Allah (c.c)’ı, O’nun hidayetini ve O’nun azap ve mükafatını bildirdi. O halde her kim o rasule tabi olursa hidayet bulur ve kurtulur. Her kim de şirkini ve sapıklığını sürdürürse hüsrana uğrar ve zelil olur. İşte bu, her sahih fıtratın idrak edebileceği apaçık bir gerçektir.”

BEŞİNCİ DELİL:

Allah (cc) şöyle buyuruyor.

“İşte böylece, onların ortakları, müşriklerin çoğuna onları helak etmek ve dinlerini aleyhlerine olacak şekilde bozup karmakarışık etmek için, çocuklarını öldürmeyi süslü gösterdi. Şayet Allah dileseydi, bunu ya-pamazlardı. Sen, onları ve uydurdukları iftiraları bir kenara bırak!” (En’am: 137)

Bu ayet basiret sahibi kimsenin kendisinden ilgisini kesmeyeceği apaçık bir delildir. Bu ayettte kıymetli kati iki delil vardır.

Birincisi: Allah (c.c) ayette söz konusu olan kişileri, kendilerine risalet hucceti ulaşmaması ve fetret ehli olmalarına rağmen müşrikler olarak isimlendirmiştir. İşte bu, en açık delildir.

İkincisi: Allah (c.c)’ın “süslü gösterdi” ve “dinlerini aleyhlerine olacak şekilde bozup karmakarışık etmek için” sözleri; söz konusu kavmin işlemiş oldukları amelleri hak olarak gördüklerini ve şirk olmadığını zannettiklerini, ileri gelenlerinin ise onları saptırmak için şirki hak olarak gösterdiklerini ortaya koymaktadır. Buna rağmen Allah (c.c) onların bu cehaletlerini mazeret olarak değerlendirmedi ve ortaya koydukları amellere göre onlara hükmetti. Yani; onları müşrik olarak vasıflandırdı.

Bu ayete benzer şöyle bir ayet daha vardır:

“İlimsiz olarak sefihlikle (kız) çocuklarını öldürenler ve Allah’ın kendilerine (helal olarak) rızık verdiği şeyleri Allah’a iftira ederek haram yapanlar, muhakkak ki (dünya ve ahirette) ziyana uğradılar. Onlar ger-çekten saptılar ve doğru yolu da bulacak değillerdir.” (En’am 140)

Bu bizatihi apaçık olan bir delildir. Ona ek olarak Allah (c.c)’ın; “bigayri ilm” yani; ilimsiz, sözünün gelmesi bu meseleyi daha ziyadesiyle izah etmektedir.

Bu gösteriyor ki; bir ferdin bizatihi o meseleyi bilmesi ve bütün şüpheleri ortadan kaldırması söz konusu değildir. Yani kişiye huccet ikame edilebilmesi için huccetin bizzat ona ulaşması, ilim sahibi olması, öğrenmesi ve kafasındaki bütün şüphelerin kalkması şart değildir. Bu mesele zaten baştan beri böyle açıktı. Fakat ayet sapıklığı isteyen kişi, artık sesini çıkartmasın diye kesin bir tekid ortaya koy-muştur. Böylece hiç kimse ses çıkarmasın, sapıklık ve yamukluk isteyen kimse susturulsun diye “ilimsiz olarak beyinsizce” sözü tekid olarak gelmiştir

Bu durumda ayetteki söz konusu kimselerin bunu sefihlikle ve ilimsiz olarak yaptıkları açıktır.

Allah (c.c)’ın şu sözü de bu delile eklenebilir:

“Onlar, ilmini kavrayamadıkları ve henüz yorumu da kendilerine bildirilmemiş olan şeyi yalanladılar. Onlardan öncekiler de böylece yalanlamışlardı. Zalimlerin sonunun nasıl olduğuna bir bak.” (Yunus: 39)

Allah (c.c)’ın şu ayeti de bu şekildedir:

“Nihayet (hesap yerine) geldikleri zaman (Allah) buyurur: “Ayetlerimi, (evet) onları hiçbir bilgiyle kavramadığınız halde (körü körüne) yalan mı saydınız? Yoksa ne idi o yaptığınız?” (Neml: 84)

ALTINCI DELİL:

“Kitap ehlinden ve müşriklerden inkar edenler ken-dilerine apaçık bir delil gelinceye kadar küfürlerinden ayrılacak değillerdi. (İşte o delil) Allah’dan gönderilmiş bir elçidir ki tertemiz sahifeleri okumaktadır.” (Beyyine: 1-2)

İşte bu ayeti kerime, Rasulullah (s.a.s)’ın gönderilip Kur’an’ı insanlara açıklamasından önce, insanların küfür ve şirkle vasıflandırıldığını açık bir şekilde ispat etmektedir.

Ayette geçen “münfekkiin” kelimesini Kurtubi şöyle açıklamıştır:

“Yani küfürlerini bırakacak değillerdir.” (Kurtubi Tefsiri)

İbn Kesir şöyle dedi:

“Mücahid dedi ki:

“Munfekkiine” yani hak kendilerine açıklanıncaya kadar küfürlerini bırakacak değillerdir.”

Katade de böyle demiştir. Onlara “beyyine” yani Kur’ an gelinceye kadar küfürlerini bırakacak değillerdir.” (İbn Kesir Tefsiri)

İbn Teymiye dedi ki:

“Ebi’l Ferec el-Cevzi şöyle demiştir:

“Kitap ehlinden inkar edenler...”

Bunlar, yahudi ve hristiyanlardır.

“Müşrikler” ise; putlara tapanlardır.

“Münfekkiin” yani bırakanlar, ayrılanlar demektir.

Ayetin manası ise şöyledir:

“Onlara apaçık bir delil gelinceye kadar küfürlerini ve şirklerini bırakacak değillerdir.”

Burada; “Te’tiyehum” lafzı müstakbel kalıbındadır. Fakat mana olarak geçmişi ifade eder.

“Beyyine” ise rasuldur. O rasul ise Muhammed (s.a.s)’ dir ve onlara sapıklıklarını ve cehaletlerini açıklamıştır.

İmam Begavi’nin tefsirinde de böyle geçmektedir.

İmam Begavi şöyle dedi:

“(Onlara apaçık bir delil gelinceye kadar) Küfürlerini ve şirklerini bırakacak değillerdir..” sözü gelecek kalıbındadır, manası ise geçmişi ifade etmektedir. Yani; ta ki onlara beyyine (apaçık deliller) gelinceye kadar...

“Beyyine” yani “apaçık deliller”, Muhammed (a.s)’ dir. Onlara Kur’an’la gelmiş ve içinde bulundukları sapık-lığı ve cehaleti açıklayıp onları imana davet etmiştir. Böylece Allah (c.c), rasulü vasıtasıyla onları cehalet ve sapık-lıktan kurtarmıştır.” (Mecmuat’ul Fetava c: 16, s: 483-486)

Şevkani şöyle demiştir:

“Vahidi dedi ki:

“Ayetin manası; Muhammed (a.s) Kur’an’la gelerek, içinde bulundukları sapıklık ve cehaleti açıklayıp onları imana davet edinceye kadar kafir ve müşriklerin küfürlerini ve şirklerini bırakmayacaklarını Allah (c.c)’ın haber vermesidir.

Bu; Allah (c.c)’ın, rasulü vasıtasıyla kafir ve müşrikleri, içinde bulundukları cehalet ve sapıklıktan kurtarma nime-tinin açıklanmasıdır.” (Fethu’l-Kadir Tefsiri)

Bu delil bizim doğru söylediğimizi apaçık bir şekilde ortaya koymaktadır. Allah (c.c) bu ayette risalet hucceti gelmeden önce şirk işleyen araplara ve ehli kitaba müşrik hükmü vermiştir. Bu ise bizim söylediğimizin doğru olduğunu gösterir. Yani bir kişi şirk işlerse müşrik olduğuna hüküm verilir. Bu hüküm zahire göre verilen bir hüküm-dür ve insanlar bu zahiri durumlarına göre dünyadan ayrılırlar. Tabi ki bu hüküm verilirken; kişinin ilmine, kendi-sine ilmin ulaşıp ulaşmadığına, inat edip etmediğine, cehaletine, taklidine, kendisine huccet ikame edilip edilmediğine bakılmaksızın verilen bir hükümdür. Zira ister huccet kendisine ikame edilsin ister edilmesin, ister cahil olsun ister olmasın, ister inat ederek yapsın, ister inat etmeyerek yapsın, kim şirk işlerse dünyada zahire göre müşrik hükmünü alır. Fakat bu durumu sebebiyle kıyamet gününde azap görecek mi görmeyecek mi, Allah (c.c) onu affedecek mi affetmeyecek mi, cehaletini mazeret görecek mi görmeyecek mi meselesini ise ilerde açıklayacağız.

YEDİNCİ DELİL:

“Bizzat kendi yaptıklarından dolayı başlarına bir musibet geldiğinde: “Rabbimiz! Ne olurdu bize bir rasul gönderseydin de, ayetlerine uysak ve mü’minlerden olsaydık!” diyecek olmasalardı (seni göndermezdik).” (Kasas: 47)

İmam Taberi dedi ki:

“Allah (c.c) ayeti kerimesinde şöyle buyuruyor:

“Ey Muhammed! Eğer seni kendilerine rasul olarak gönderdiğim o kimselere, seni onlara rasul olarak gön-dermeden önce Rablerini inkar etmeleri, aşırı günah kazanmaları ve isyanda ileri gitmeleri yüzünden ceza verseydik ya da azaba uğratsaydık:

”Rabbimiz! Bize gazab edip azabınla zelil etmeden önce bir rasul gönderseydin; şüphesiz biz de senin rasulüne indirdiğin delillerine yani kitabına uyar, senin uluhiyyetine iman edip emrettiğin ve yasakladığın şeylerde rasulünu tasdik edenlerden olurduk” diyecek olmasalardı, seni onlara rasul olarak göndermeden önce işledikleri şirkler yüzünden onları azaba uğratırdık. Fakat biz seni onlara rasul olarak gönderdik ki küfürlerine karşı onları uyarasın ve böylece rasullerden sonra insanların Allah (c.c)’a karşı öne sürebilecekleri bir delili olmasın.” (Taberi Tefsiri)

İbn Kesir dedi ki:

“Biz seni onlara rasul olarak gönderdik ki onlara hucceti ikame edesin. Böylece işledikleri küfürler sebebiyle başlarına bir azab geldiğinde kendilerine bir rasul ve uyarıcı gelmediğini bahane edemesinler.” (İbn Kesir Tefsiri)

İmam Begavi dedi ki:

“Başlarına bir musibet geldiğinde...” yani; bir ceza veya kötülük geldiğinde; “Bizzat kendi yaptıklarından dolayı...” yani; işledikleri küfür ve günahlar yüzünden; “Rabbimiz! Ne olurdu bize bir rasul gönderseydin de, ayetlerine uysak ve mü’minlerden olsaydık!” diyecek olmasalardı.” Yani; eğer onlar kendilerine rasul gönderilmemesini mazeret olarak öne sürecek olmasalardı, onlara azab etmede acele ederdik.

Denildi ki:

“Ayetin manası şudur:

“Eğer onlar kendilerine rasul gönderilmemesini mazeret olarak öne sürecek olmasalardı onlara seni rasul olarak göndermezdik. Fakat biz seni onlara rasul olarak gönder-dik ki rasullerden sonra insanların Allah (c.c)’a karşı öne sürebilecekleri mazeretleri kalmasın.” (Begavi Tefsiri)

Ben şöyle diyorum:

“Bu ayeti kerime açıkça gösteriyor ki; Muhammed (s.a.s) rasul olarak gönderilmeden önce de Allah (c.c)’a şirk koşanlar müşrik sıfatıyla vasfedilmiştir. Fakat onların işledikleri şirk yüzünden azab görmeleri meselesine gelince; bunun için onlara rasul gönderilip Kur’an-ı kerim vasıtasıyla huccetin ikame edilmesine ihtiyaç vardır ki, ancak o zaman onların Allah (c.c)’a karşı sunacak mazeretleri kalmaz. Bununla birlikte selef, kendilerine huccet ikame edilmeden önce de onların müşrik ve kafir olduklarında, müslüman olmadıklarında ittifak etmiştir. Fakat kendilerine huccet ikame edilinceye ve rasul gönderilinceye kadar işlemiş oldukları küfür ve şirk sebebiyle azaba uğratılıp uğratılmayacakları konusunda selef alimleri ihtilaf etmiştir.

SEKİZİNCİ DELİL:

“Bu; Rabbinin, halkı habersizken zulümlerinden dolayı ülkeleri helak edici olmamasındandır.” (En’am: 131)

İmam Kurtubi dedi ki:

“Yani; bizim onlara böyle davranmamızın sebebi şudur:

Ben ülkeleri, işledikleri zulümlere karşılık helak edici değilim. Yani; kendilerine rasul ve uyarıcı gelmemesini bahane etmesinler diye, rasul gönderilmeden önce işlemiş oldukları şirkler sebebiyle azaba uğratılmazlar.”

Yine denildi ki:

“Onlardan şirk koşanların işledikleri şirkler yüzünden ülkeleri helak edici değilim. Bu, şu ayete benzer:

“Kimse başkasının günahını yüklenmez.”

Eğer Allah (c.c), rasul göndermeden önce de şirk ve küfürleri sebebiyle onları helak etseydi yine bunda haklı olur ve onlara zulmetmiş olmazdı.” (Kurtubi Tefsiri)

İmam Begavi dedi ki:

“Yani; bizim sana kıssalarını anlattığımız rasuller ve onları yalanlayanların başına gelen azab, Rabbinin ülke-lere haksız yere zulümlerinden dolayı azab edici olmamasındandır (yani; onlar uyarıldılar ve azabı hakettiler).

“Zulümlerinden” kasıt; işledikleri şirktir.

“Halkı habersizken” yani; onlara rasul gönderilip uyarılıncaya kadar uyarılmadılar.” (Begavi Tefsiri)

İmam Taberi dedi ki:

“Allah (c.c)’ın “zulümlerinden” sözünün iki manası olabilir:

Birincisi: Bu, ülkelerin halkı habersizken, şirk ve ben-zeri şeyleri sebebiyle Rabbinin haksız yere onları helak edici olmaması sebebiyledir. Yani; Allah (c.c) onlara, Allah (c.c)’ın ayetlerini bildirip onları uyaran ve kıyamet gününde Allah (c.c)’ın azabıyla korkutan bir rasul göndermeden önce azab etmede acele etmez. Onlar; “bize müjdeleyici ve uyarıcı bir rasul gelmedi” demesinler diye, habersizken onlara azab etmez.

İkinci ise: “Bu; Rabbinin, halkı habersizken zulümlerinden dolayı ülkeleri helak edici olmamasındandır.” Yani; onları rasulü vasıtasıyla uyarıp, hatırlatmadan, ibretler ve ayetleri göstermeden önce helak edecek ve böylece onlara zulmedecek değildir. Allah (c.c) kullarına asla zulmetmez.”

(Sonra meselenin birinci yönünün daha kuvvetli olduğunu söyleyerek açıklamalarına devam etti.) (Taberi Tefsiri)

Bu naslar ve selefin anlayışı da ispat ediyor ki; rasul gönderilmeden önce de cehalete rağmen şirk işleyene müşrik sıfatı verilir. Fakat azab, ancak rasul gönderildikten sonra söz konusu olur.

DOKUZUNCU DELİL:

Yeryüzünde ilk şirk, Nuh (a.s)’un kavminde ortaya çıkmıştır. Çok iyi bilindiği üzere Adem (a.s) zürriyetini halis tevhid üzere bırakmıştı. Daha sonra, ümmetin büyük alimi İbn Abbas (r.a)’ın hadisinde bildirildiği gibi, şirk yavaş yavaş şeytani metotlarla Nuh (a.s)’un kavmine gir-meye başladı. Sonra da müşrik oldular. Bunun üzerine Al-lah (c.c), şefaat hadisinde geçtiği gibi, Nuh (a.s)’u yeryüzü halkına ilk rasul olarak gönderdi.

Yine bilindiği üzere, Nuh (a.s) kavmiyle konuşup onları uyarırken onların müşrik olduklarını, müslüman olmadıklarını söylüyordu .

Acaba Nuh (a.s)’dan önce onlara hucceti ikame edip şirkin vasfını ve hükmünü bildiren bir rasul gelmiş midir?

Bakınız Allah (c.c) aşağıdaki ayeti kerimesinde ne buyuruyor:

“İnsanlar tek bir ümmetti. Sonra Allah insanların aralarında anlaşmazlığa düştükleri konularda hüküm vermeleri için müjdeleyici ve uyarıcı rasuller gönderdi. Onlarla birlikte hak yolu gösteren kitapları da indirdi.” (Bakara: 213)

İbn Kesir şöyle dedi:

“İbn Cerir dedi ki:

“İbn Abbas (r.a) şöyle dedi:

“Nuh (a.s) ve Adem (a.s) arasında on asır vardır. Bu süre içinde bütün insanlar hak olan bir şeriat üzere idi. Sonra ihtilafa düştüler. Allah (c.c) da müjdeleyici ve uyarıcı nebiler gönderdi.”

İbn Kesir dedi ki:

“İnsanlar, putlara tapmaya başlayıncaya kadar Adem (a.s)’ın milleti üzere idiler. Sonra Allah (c.c) yeryüzü halkına ilk rasul olarak Nuh (a.s)’u gönderdi.” (İbn Kesir Tefsiri)

İbn Teymiye dedi ki:

“İnsanlar, Adem (a.s)’den Nuh (a.s)’a kadar, tüm in-sanların babası olan, babaları Adem (a.s) gibi tevhid ve ihlas üzere idiler. Ta ki kendi kendilerine bid’atler uydurarak şirk koşmaya başlayıp putlara tapıncaya kadar... Halbuki onların bu konuda hiç bir delilleri yoktu. Allah (c.c) böyle yapmaları için ne bir kitap indirmiş ne de bir rasul göndermişti. Şeytan bozuk kıyaslar yaptırarak onlara şüpheleri süslü gösterdi.

Bazıları putlarda, tılısımlarda, gökyüzündeki yıldızlar-da, felek derecelerinde, yüce ruhlarda(!) bir takım güçler olduğunu iddia ediyorlardı. Onlardan bazıları ise kendilerini Allah (c.c)’a daha çok yaklaştıracağı inancıyla daha önceki nebi ve salih kimselerin resimlerini edindi. Bazıları da cinlere ve şeytanlara taptı. Toplumun kalan kısmı ise değişik inançlara sahipti. Halkın çoğunluğu ise haktan yüz çevirerek liderlerine uymuştu. Nihayet Allah (c.c) nebisi Nuh (a.s)’u, insanları tek olan ve ortağı olmayan Allah (c.c)’a ibadete davet etmesi ve O’ndan başkasına ibadet etmekten sakındırması için gönderdi. Çünkü onlar, Allah (c.c)’dan başka şeyleri şefaatçi edinip onlara tapıyor ve bu yaptıklarının kendilerini Allah (c.c)’a yaklaştıracağına inanıyorlardı.” (Mecmuatu’t-Tevhid c: 28 s : 603-604)

Sahihi Buhari’de İbn Abbas (r.a)’dan rivayet edildiğine göre;

“Nuh (a.s)’un kavminin putlara tapma sebebi, salih kişiler hakkında aşırı gitmeleridir. Heykeller yapıp daha ön-ce ölmüş salih kimselerin isimlerini onlara verdiler. Şeytan bu salih kimselerin heykellerini, onların daha önce oturdukları meclislere koyup onlara isimler vermelerini fısıldadı. Onlar da bunu yaptılar. (İlk başlangıçta bu putları salih kişileri hatırlamak için yapmışlardı ve) onlara tapmıyorlardı. Fakat zamanla ilim unutuldu ve onlara tapmaya başladılar.” (Fethu’l-bari c: 8 s: 535)

Allah (c.c) sana ve bize merhamet etsin.

İbn Abbas’ın sözüne dikkatle bak!

Onlar başlangıçta hiç bir puta tapmıyorlardı. Tabii ki asıl önemli olan onlara tapmaktır. Fakat zamanla ilim zayıflamış ve cehalet yaygınlaşmıştır. Zaten müşrikler nerede olurlarsa olsunlar üzerinde bulundukları dinin kendilerini Allah (c.c)’a yaklaştıracağına inanırlar. Zaten kul, boş ve geçersiz olduğuna inandığı bir şeyle nasıl Allah (c.c)’a yaklaşmaya çalışabilir?

Görülüyor ki şirkin kaynağı ve meydana geliş sebebi inançtır. Günahın kaynağı ve meydana geliş sebebi ise şehvetlerin insana galib gelmesidir.

Zina eden, hırsızlık yapan, içki içen kimseler bunun çirkinliğini ve haramlığını bilirler. Fakat şehvetleri galeyana gelince onları bu haramları işlemeye sevkeder.

Bunun tersine, Allah (c.c)’dan başkasına kurban kesen, adak adayan, dua eden, yardımına çağıran kimseleri buna iten şey ise şehvetleri değil, inançlarıdır.

İşte bu yüzdendir ki şirkin çirkinliğini, haramlığını ve şirk işleyenin ebedi olarak cehennemde kalıp bütün amellerinin boşa çıkacağını bilen hiçbir kul, bu amelin kendisini Allah (c.c)’a yaklaştıracağını umarak şirk olan bir ameli asla işlemez.

Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

“Andolsun ki biz Nuh’u kavmine gönderdik. (Onlara) Dedi ki: “Ben sizin için apaçık uyarıcıyım. Allah’ dan başkasına kulluk etmeyin. Ben size (gelecek olan) acı bir günün azabından korkarım.” (Hud: 25-26)

İbn Kesir dedi ki:

“Allah (c.c) bu ayeti kerimede Nuh (a.s)’un kavminden haber veriyor. O, Allah (c.c)’ın yeryüzü halkına ve müşriklerle puta tapanlara göndermiş olduğu ilk rasulüdür. O kavmine şöyle dedi:

“Ben sizin için apaçık uyarıcıyım.”

Yani; ben sizi Allah (c.c)’ın azabına karşı uyaran apaçık bir uyarıcıyım.

Yine kavmine dedi ki:

“ Ben size (gelecek olan) acı bir günün azabından korkarım.”

Yani; eğer bulunduğunuz halde kalmaya devam ederseniz Allah (c.c) size ahiret gününde acıklı, can yakıcı ve yürek parçalayıcı bir şekilde azap eder.”

İbn Abbas’ın, Nuh (a.s)’un kavminde şirkin ortaya çık-masına sebep olarak ilmin ortadan kalkmasını göstermesi onun ne kadar büyük bir alim olduğunu gösterir.

İbn Abbas şöyle dedi:

“Başlangıçta onlar bu putlara tapmıyorlardı. Fakat putların gerçek yapılış sebebini bilen kimselerin ölmesi ve ilmin ortadan kalkması sonucu putlara tapılmaya başlandı. Bu insanlar başlangıçta tevhid üzere olan, muvahhid kimselerdi. Daha sonra cahillikleri sebebiyle, Allah (c.c) katından hiçbir delilleri olmamasına rağmen kendilerini Allah (c.c)’a daha çok yaklaştıracağını umarak bir takım batıl teviller sonucu şirke düşüp, müşrik oldular. İşte o zaman Allah (c.c), karşı gelen kişiye dünya ve ahiret azabını gerekli kılan hucceti ikame etmesi için müjdeleyici ve uyarıcı olarak Nuh (a.s)’u gönderdi.” (İbn Kesir Tefsiri)

Nuh (a.s)’un kavmi hakkında söylenenler, iki rasul arasında geçen zaman diliminde yaşamış her kavim hakkında söylenilebilir. Çünkü rasuller, müşrik ve cahil olan toplumlara İslam’la gönderilmiştir. Toplumun çoğunluğu onları inkar eder, Allah (c.c)’ın hidayete muvaffak kıldığı kimseler ise onlara inanır. Sonra da Allah (c.c) onlarla inkarcı kavimlerinin arasını ayırır. Risaleti inkar eden kafirlerin helak olmasından sonra ise muvahhidler Allah (c.c)’ ın dilediği bir zaman tevhid üzere kalırlar. İlmin unutulup cehaletin yayılmasıyla da yavaş yavaş şirke düşerler ve cahillikleri sebebiyle Allah (c.c)’a, zatına yakışmayan şeyler isnad ederler, Allah (c.c) hakkında delilsiz konuşurlar. İşte o zaman Allah (c.c) onları karanlıklardan aydınlığa, şirk-ten tevhide, cehaletten ilme çıkarması için rasuller gönderir. Rasuller de onlara, risalet kendilerine ulaştıktan sonra hala şirk ve küfürlerinde devam edecek olurlarsa, dünya ve ahiret azabına uğrayacaklarını bildirirler.

Allah (c.c) şöyle buyuruyor :

“Rasullerden sonra insanların Allah’a karşı hucceti olmaması için, müjdeleyici ve uyarıcı rasuller gönderdik.” (Nisa: 165)

Anlatılanlardan anlaşılıyor ki; şirk işleyenlere, risalet ulaşmadan önce de müşrik sıfatı verilmiştir. Fakat müşriklerin dünya ve ahirette azaba uğratılmaları ise ancak onlara risaletin ulaşmasından sonra söz konusu olur.

İbni Teymiye (r.a) şöyle dedi:

“Allah (c.c) Hud (a.s)’un, kavmine şöyle dediğini haber veriyor :

“Siz ancak iftiracılarsınız.” (Hud: 50)

Hud (a.s) onlara hüküm vermiş ve onlar hükmü reddetmeden önce onları iftiracılıkla vasfetmiştir. Çünkü onlar, Allah (c.c)’la beraber başka bir ilah ediniyorlardı.

Görülüyor ki müşrik sıfatı, risalet gelmeden önce de verilmiştir. Çünkü müşrik; Rabbine şirk koşmuş, O’nun koyduğu sınırı aşmış, risalet gelmeden önce O’ndan başka ilahlar edinmiş, O’na ortak koşmuştur.

Bu gösteriyor ki, risaletten önce de şirk işleyene müşrik ismi verilir.

Cahillik ve cahiliye isimleri de böyledir. Rasul gelmeden önce de cehalet ve cahiliye denilirdi. Fakat onlar, rasul gönderilmeden önce azaba uğratılmazlar.

İtaatten yüz çevirmek de Allah (c.c)’ın şu ayetinde buyurduğu gibi, rasul gönderildikten sonra söz konusu olur.

“Ne doğruladı, ne namaz kıldı. Fakat yalanladı ve yüz çevirdi.”(Kıyame: 31-32) (Mecmuatu’l Fetava c: 20 s: 37)
 
Üst Ana Sayfa Alt