Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Tağutlarin, Davetçilerin Kalplerinden

E Çevrimdışı

ebuhasanelmakdisi

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Şayet Millet-i İbrahim'i iyice anladıysanız, Millet-i İbrahim'in rasûllerin ve onlara tabi olanların metodu olduğunu fark ettiyseniz ve bu metodun dinde yardım, başarı ve saadetin tek yolu olduğunu idrak ettiyseniz, o zaman şunu da yakînen bilmişsinizdir ki tüm zamanlarda ve mekanlarda tağutlar kesinlikle Millet-i İbrahim'den hoşnut olmamışlardır ve olmayacaklardır da. Onlar bu şerefli hareketten hep çekinmişler ve korkmuşlardır. Bu yüzden de sürekli Millet-i İbrahim bilincini yok etmenin ve onu davetçilerin gönüllerinden söküp atmanın yollarını büyük bir hırsla aramışlar ve tatbik etmişlerdir.
Tıpkı Allahu Teâlâ'nın eskiden beri onlar hakkında bildirdiği Kalem süresindeki haberi gibi: "Onlar senin kendilerine yaranıp uzlaşmanı arzu ettiler ki böylece onlar da sana yaranıp uzlaşacaklardı." (Kalem, 9)
Onlar, davetçilerin bu yoldan başka, çarpık yollara dalmalarını temenni ederler. Nebilerin o sarsılmaz ve dosdoğru davet metodlarını tahrif etmeye çalışırlar. Hâlâ da davetçîleri bu dosdoğru yoldan ayırmak için onları içerisinde batıla, küfre ve şirke karşı suskunluk olan, yaşantılarına rıza gösterilen başka yollara sevk etmeye çalışmaktadırlar. Hatta bazı işlerinde davetçilerden yanaymış, onlarla berabermiş gibi görünmeye çalışmakta ve bu şekilde davranmaya devam etmektedirler. Ta ki davet ölsün, asıl çizgisinden, açık, net, anlaşılır ve dosdoğru olan amacından sapsın. Tağutlar çok iyi bilirler ki ilk bozulma geriye atılacak ilk adımdır. (Yani, davetçinin vereceği taviz onun bozulmasının başlangıcıdır.) Sonra bu basit adımı diğer adımlar izler... Adımlar, adımlar... Öyle adımlar ki davetçi o adımları atarken davanın aslî metodunu yitirir ve büyük bir ayrılığa düşer. Artık o batıl ehliyle birçok noktada veya en azından bazı noktalarda bir araya gelen garip bir metoda sahiptir. İşte davetçînin vardığı bu nokta tağutların ta başından beri varmak istedikleri hedeftir. Bu yüzden eğer onlar davetçilerde bir inişe geçme, bozulma veya yelkenleri suya indirme hali görmüşlerse bu durumdan pek hoşnut olurlar. Bu davetçileri ve böyle bir daveti artık bu noktadan sonra desteklemeye başlarlar. Onlara yakınlaşır, onları Över, çabalarını takdir eder ve onlara karşı muhabbet duyarlar. Allah'u Teâlâ şöyle buyuruyor: "Onlar neredeyse, sana vahy ettiğimizden başkasını bize karşı düzüp uydurman için seni fitneye düşüreceklerdi. O zaman da seni dost edineceklerdi." (İsra, 73)
Seyyid Kutub (rahimehullah) bu ayeti tefsir ederken, müşriklerin Rasûlullah'la (s.a.) din ve davetle ilgili birçok meselelerde pazarlığa girişmelerinden bahsettikten sonra şöyle demektedir: "İlahlarını ve babalarının, atalarının üzerinde bulunduğu dini eleştirmekten vazgeçmesi ve diğer meselelerde pazarlık... Allah'u Teâlâ'nın Rasûlü'nü engelleyip koruduğu bu uğraşı, saltanat ehli ile dava ehli arasında daima olagelmiştir. Müşriklerin bu kışkırtıcı uğraşısı ve girişimleri, bir nebze de olsa davetin yolundan ve kararlılığından sapması içindir. Ve dava adamlarının birçok faydalar ve ganimetler karşılığında aldatabilecekleri bir 'orta yol'dan razı olmalarını sağlamak için.... Bu noktayı önemsiz buldukları için birçok hareket bu fitneye düşmüştür. Saltanat ehli, dava adamından, tamamen davetinden vazgeçmesini istemez. Onların istediği, her İki tarafı yolun ortasında bir yerlerde bir araya getirecek, küçük, önemsiz, metoda ilişkin bir iki tadilattır! İşte şeytan davetçiye bu gedikten yaklaşır. Sanki hayırlı olanın, davanın bir kısmından feragat etme pahasına da olsa, saltanat ehlini ona çekmekmiş gibi gösterir. Fakat yolun başındaki küçük ve değersiz gibi görünen sapmalar yolun sonunda çok büyük sapmalar şekline dönüşebilir. Bu tekliflerin bir parçasına bile olsa mutabakat gösteren davetçi kesinlikle, ilk defa mutabakat gösterdiği bu noktada sabit kalmaya güç yetiremeyecek, tavizler birbirini izleyecektir. Zira bu noktada gösterdiği zaaf geriye doğru attığı her adımın arkasından başka bir adımı hazırlamaktadır.
Saltanat ehli, diğer bir deyişle hükmü elinde tutanlar, davet ehlini ayartmaktadırlar. Davetçiler verecekleri en küçük tavizle birlikte tüm heybetlerini ve o iffetli yüceliklerini kaybetmektedirler. Bu takdirde karşı taraf onları maddî yönden doyurarak faaliyetlerine devam etmek suretiyle davayı tamamen teslim alacaklarına kanaat getirirler ve peşlerini bırakmazlar.
"Hükmü ellerinde tutanları kendi safımıza çeker, davaya kazandırmış oluruz." gibi bir düşünce ile onlara davanın en önemsiz görünen bir yönünü dahi peşkeş çekmek, mağlup olmak demektir. Zira davayı başarıya ulaştırmak için onlara güvenilmiş-tir. Halbuki müminler sadece Allah'a inanır ve O'na güvenirler. Bir kere içten mağlubiyet başladı mı bunu zafere dönüştürmek mümkün olmaz!" (Fî zılâli'l-Kur'an, İsra Suresi 73. ayetin tefsiri)
Evet... Bugün günümüz davetçilerinden birçoğunun, kendilerine ne bir zarar ne de bir fayda sağlamadığı halde tağuttan ve tağutî sistemleri dost edindiğini görmekteyiz. Zira bu davetçiler çevrelerindeki birçok batıla rıza göstermektedirler. Hükmü ellerinde tutanlarla yolun ortasında bir araya gelmekte, birleşmektedirler. Onlarla aynı 'Daru'n-nedve'lerde bir araya gelmekte, aynı kutlamalara katılmakta, aynı helake doğru sürüklenmektedirler.
Peki bu düşüş nasıl bir alçalmadır? Davetçi bu zillete düştüğü zaman insanların gözünde nasıl küçülmektedir? Bu hareket tağutların gözünde davetçiyi nasıl da küçültmekte, onların kalplerinde yer etmiş olan heybetini nasıl da söküp atmaktadır. Tabii ki böyle bir tavırla karşılaşan tağutlar artık davetçiden ve onun davetinden korkmamakta, çekinmemektedirler. Zaten böyle bir gidişat aleyhine hiçbir hesaba girişmeleri de gerekmemektedir. Fakat İş değişirde, davetçide bir sertlik, dağlar gibi bîr sebat, bir ayrılış hareketi, nerede olursa olsun kendi davasını yüceltip onun gereklerini yerine getirmeye azmettiğine dair bir iki işaret görürlerse, işte bu noktada binlerce ince hesabın içine dalarlar. Allah da o zaman o tağutların kalplerine korku verir. Tıpkı Nebî'nin (s.a.) kafirlerin gözündeki heybeti gibi... Dikkat edin! Zamanın kayganlıklarına karşı uyanık olun! Tağutun oyununa düşmeye karşı uyanık olun!
Son olarak şunu diyebiliriz: Allah Azze ve Celle tüm bu habis planlan bize izah etmiştir. Bu habis planlara vakıf olmamızı bize nasip etmiştir. Ve bunlara karşı daima uyanık ve tetikte bulunmamızı öğütlemiştir. Üstelik bunlara karşı koymanın yollarım da öğretmiş, derdin dermanım bizlere vermiştir. Bize dosdoğru olan yolu tarif etmiş ve doğrudan şöyle buyurmuştur: "öyleyse yalancılara itaat etme. İstediler ki sen yağcılık yapasın da onlar da yağcılık yapsınlar. (Sana yumuşak davransınlar)" (Kalem, 8-9)
"Yalancılara itaat etme" (Kalem,
cool.gif

Evet, onlara itaat etme! Onlara güvenme! Onların karşılıklı tavize dayanan çözümlerini kabul etme! Muhakkak Rabbin sana hak dini vermiştir. Ve seni dosdoğru olan yola iletmiş, Millet-i İbrahim'e giden yolu sana göstermiştir.
Allah'u Teâlâ İnsan sûresinde şöyle buyuruyor: "Muhakkak Kur'an'ı sana bir düzen içerisinde indiren Biziz, Biz! O halde Rabbinin hükmüne sabret ve onlardan hiçbir günahkara yahut nanköre itaat etme!" (İnsan, 23-24)
Kur'an'da Allah'ın Nebîsi'ne cömertçe davranarak indirdiği ayetlerinde, kafir ve günahkârlara itaatin nehyinden önce doğru olan davet yolunun açıklanması yer alır. Bu öyle bir yoldur ki davetçiler onu kendiliklerinden ortaya koymamışlardır. Onun üzerinde tasarrufta bulunmaya veya onu yeniden belirlemeye, hudutlarını değiştirmeye yetkileri de yoktur. İşte bu, Millet-i İbrahim'in yolu, nebî ve rasûllerin Kur'an'da tüm detaylarıyla açıklanan mübarek davetidir.
Allah'u Teâlâ Furkan sûresinde de şöyle buyurmaktadır: "Kafirlere boyun eğme ve bu Kur'an ile onlara karşı büyük bir cihad et." (Furkan, 52) 'Onlara karşı O'nun la mücadele et' yani Kur'an-ı Kerîm'le... Kur'an'da emredilen yolun dışında, davetle ilgili metot ve üslûplara kapılma. Onları bu Kur'an'la uyar. İçerisinde kafirlere itaatin veya onların batılları karşısında sükûtun olduğu kaypak ve dengesiz yollardan hiçbirine uyma.
Yine Allah'u Teâlâ Nebî'sine (s.a.) Kitabını tilavet etmesini" emrettikten sonra şöyle buyuruyor: "... Kalbini Bizi anmaktan alıkoyduğumuz, keyfine uyan ve işi hep aşırılık olan kişiye itaat etme. De ki: "Bu gerçek, Rabbinizdendir. Artık dileyen inansın, dileyen inkar etsin..."" (Kehf, 28-29)
Allah'u Teâlâ, Şûra sûresinde, bize ye bizden Önceki peygamberlere, Nuh'a, İbrahim'e, Musa'ya ve İsa'ya emrettiği şeriatı zikrettikten sonra şöyle buyurmaktadır: "Bu yüzden davet et ve emir olunduğun gibi dosdoğru ol, onların nevalarına (keyiflerine) uyma..." (Şûra, 15) Daha sonra da Nebî'sine (s.a.) kafirlere şöyle demesini emrediyor: "Bizim amellerimiz bize, sizin amelleriniz de sizedir!" (Bakara, 139; Kasas, 55; Şûra, 15)
Onlardan, heva ve heveslerinden, sistemlerinden ve kokuşmuş yollarından net bir ayrılış ve uzaklaşma...
Allah'u Teâlâ yine Mekkî olan Casiye sûresinde Nebî'sine şöyle buyurmaktadır: "Sonra sana da buyruğumuzun gereği olan bir şeriatı (hukuk düzenini) verdik. Sen ona uy, bilmeyenlerin arzularına uyma. Çünkü onlar Allah'tan gelebilecek hiçbir şeyi senden savamazlar. Zalimler birbirlerinin velisidirler. Allah ise muttakilerin velisidir." (Casiye, 18-19)
Aynı şekilde, eğer bizler Kur'an ayetlerine tabi olursak onda bu mühim meseleye delil teşkil edecek onlarca, hatta yüzlerce ayet buluruz. Muhakkak ki Allah Azze ve Celle kulunu iş olsun diye yaratmamıştır. Onu avare, başıboş bir şekilde terk etmemiştir de... O halde davetçîlere, davetçiyim, dava ehliyim diyenlere bu metodun yani Millet-İ İbrahim'in açıklığı ve doğruluğu yetmez mi? Yoksa Rasûlullah'ın ve O'ndan önceki nebilerin yolu onlara yeterince geniş gelmiyor mu? Onlar için artık gafletten uyanma zamanı değil midir? Etrafı saran yıkımlara karşı kıyam etme zamanı değil midir? Azgınların azgınlıkları karşısında susmak, hakkı gizlemek, insanları aldatmak, mücadele azmini ve koskoca bir ömrü bu şekilde boşa harcamak niye? Allah'a yemin olsun ki tek seçenekleri var: Ya Allah'ın şeriatı ya da bilmeyenlerin heva ve hevesleri... Üçüncü bir yol yok! Üstelik dosdoğru olan bu şeriat İle kaypak arzulardan oluşan çarpık sistemlerin bir yerlerde birleşmeleri de imkansız! İkisinin ortası bir yol da yok!
İşte bu ayetler, davayı yüklenmek isteyenlerin İzleyeceği yolu ve sakınılması gerekenleri belirtmektedir. Bu izahatlar başka hiçbir söze veya tafsilata gerek bırakmayacak kadar açıktır. Bu, üzerinde yüce vasıflar taşıyan ve o vasıfları hak eden bir şeriattır. Temeli cehalete dayalı hiçbir arzu, neva ve heves buna karşı koyamaz.
Gerçek anlamda dava adamı olmak isteyenler her şeyiyle yalnızca bu şeriata tabî olmalı ve tüm heva-heveslerden uzak durmalıdır. Hiçbir şekilde heva ürünü bir şeyi bu pak şeriatın içine katmaya kalkışmamalıdır. Hevalarına tabi olan güruh, şeriata tabi olanlara karşı, daima birbirlerini desteklemişlerdir. Bu dava yolunda onlardan bir parça bile destek beklemek caiz değildir. Onlar bu davaya kin besleyenlerdir. Ve birbirlerinin velisidirler. Fakat bu davaya zarar vermeye güçleri yetmeyecek kadar da zayıftırlar. Yapabildikleri sadece eziyet etmektir. Allah, davetçilerin velisi ve yardımcı sidir. Bu velayetten sonra hangi velayeti arayacaksınız? Şeriatın sahibi olan Allah'ın velayeti nerede, zayıf, cılız cahillerin birbirlerini veli edinmeleri nerede?...
Allah muttakilerin velisidir.
İşte dosdoğru yol... Kendine güvenen var mı?

ALLAH" IN SELAMI HAKKA TABİ OLANLARIN ÜZERİNE OLSUN
 

Benzer konular

Üst Ana Sayfa Alt