E
Çevrimdışı
Dördüncü Konu
TAĞUTLARIN DESTEKÇİLERİNİN VE ORDULARININ HÜKMÜ
Tağutların destekçilerinden ve ordularından veya onların meclislerine, kortejlerine, toplantılarına ve İslam’a karşı açtıkları savaşa, şekli ne olursa olsun herhangi bir şekilde destek verenler ve iştirak edenlerden öldürülenler, şüphesiz o tağutlardandır.
Onlar ile, mücahidlerin hedef edindikleri tağutlar arasında hiçbir fark yoktur. Burada, tağutların yardımcılarının, kendilerinin masumiyeti hakkında delil olarak kullandıkları bazı bozuk anlayışlar üzerinde duracağız. Genel olarak bu bozuk anlayışlar şunlardır:
Birinci İddia: “Tağutlara tabi olan bu kişiler, yöneticileri tarafından kendilerine verilen emirleri yerine getirmektedirler. Dolayısıyla kendi iradeleri ile işlememeleri sebebi ile, işlemiş oldukları kötülüklerden sorumlu tutulmazlar”
Bu iddia, batıl ehli tarafından, geçmişte ve günümüzde sık sık kullanılmış olan asılsız bir sözdür. Günümüzde bir çok ülkede yayılmış olan bu iddia “Emir kulu” ismi ile kullanılmaktadır.
Onlara göre kişi, emir altında olduğu ve yaptığı kötülükleri, Allah’tan başka kendisine ibadet ettiği efendisinin emri ile yerine getirdiği sürece mazurdur.
Onlar, maaşlarının kullarıdır ve Allahu Teala yerine maaşlarına ibadet ederler. Bu maaş sebebiyle insanlardan bazılarını yüceltip, bazılarını aşağılarlar. Bazı toplulukları severken, diğerlerinden nefret ederler. Bazı toplulukları düşman edinirken, diğerlerini dost edinirler. Bazı topluluklara teslim olurken, diğerleriyle savaşırlar. Maaşı veren kimsenin emri, onlara göre şer’idir, itaat edilmesi gerekir ve bu emre itaat eden herkes, herhangi bir ceza ya da kınamadan uzaktır.
İslam, bu cahili akideyi tamamen reddetmiştir. Kur’an-ı Kerim, bunu söyleyeni rezil etmiş, tağutlara uyan ve onlara destek veren kişilere dünyada ceza, ahirette de hüsran vaad etmiştir.
Allahu Teala, bu kimseleri şöyle nitelemektedir: “O zaman (görecekler ki) kendilerine uyulup arkalarından gidilenler, kendilerine uyanlardan uzaklaşırlar ve o anda her iki taraf da azabı görmüşler, nihayet aralarındaki bağlar kopup parçalanmıştır. Uyanlar şöyle derler: Ah, keşke bir daha dünyaya geri gitmemiz mümkün olsaydı da, şimdi onların bizden uzaklaştıkları gibi biz de onlardan uzaklaşsaydık! Böylece Allah onlara işledikleri bütün işlerini kendilerine hasret, pişmanlık ve üzüntü kaynağı olarak gösterir ve onlar artık ateşten çıkmazlar.” [Bakara/166-167]
“Şu muhakkak ki, Allah kafirleri rahmetinden kovmuş ve onlara çılgın bir ateş hazırlamıştır. Orada ebedi olarak kalacaklar, (kendilerini koruyacak) ne bir dost ne de bir yardımcı bulacaklardır. Yüzleri ateşte evrilip çevrildiği gün: “Eyvah bize! Keşke Allah’a itaat etseydik, Peygamber’e de itaat etseydik!” derler. “Ey Rabbimiz! Biz yöneticilerimize ve büyüklerimize itaat etmiştik, fakat onlar bizi yoldan saptırdılar. Rabbimiz! Onlara iki kat azap ver, onları büyük bir lanetle rahmetinden kov” derler.” [Ahzab/64-68]
Allahu Teala, Firavun ve ordusu hakkında şöyle buyurur: “Firavun: “Ey ileri gelenler! Sizin için benden başka bir ilah tanımıyorum. Ey Haman! Haydi benim için çamur üzerine ateş yak (ve tuğla imal et). Bana bir kule yap ki, Musa’nın ilahına çıkayım; ama sanıyorum, o mutlaka yalan söyleyenlerdendir” dedi. O ve askerleri, yeryüzünde haksız yere büyüklük tasladılar ve gerçekten bize döndürülmeyeceklerini sandılar. Biz de onu ve askerlerini yakalayıp denize atıverdik. Bir bak, zalimlerin sonu nice oldu!
Onları, (insanları) ateşe çağıran öncüler kıldık. Kıyamet günü onlar yardım görmeyeceklerdir. Bu dünyada arkalarına lanet taktık. Onlar, kıyamet gününde de kötülenmişler arasındadır.” [Kasas/38-42]
Rabbimiz şöyle buyurur: “(Kıyamet gününde) hepsi Allah’ın huzuruna çıkacak ve zayıflar o büyüklük taslayanlara diyecekler ki: “Biz sizin tabilerinizdik. Şimdi siz, Allah’ın azabından herhangi bir şeyi bizden savabilir misiniz?” Onlar da diyecekler ki: “(Ne yapalım) Allah bizi hidayete erdirseydi biz de sizi doğru yola iletirdik. Şimdi sızlansak da sabretsek de birdir. Çünkü bizim için sığınacak bir yer yoktur.” [İbrahim/21]
“Kafir olanlar dediler ki: “Biz hiçbir zaman bu Kur’an’a ve bundan önce gelen kitaplara inanmayacağız. Sen o zalimleri, Rabblerinin huzurunda tutuklanmış, birbirlerini suçlayarak söz atarlarken bir görsen! Zayıf sayılanlar, büyüklük taslayanlara: “Siz olmasaydınız, elbette biz iman eden insanlar olurduk” derler. (Dünyada) büyüklük taslayanlar, zayıf sayılanlara (kıyamet gününde): “Size hidayet geldikten sonra sizi ondan biz mi çevirdik? Bilakis siz suç işliyordunuz” derler. Zayıf sayılanlar da büyüklük taslayanlara: “Hayır! Gece gündüz (işiniz) hile ve tuzak kurmaktı.
Çünkü siz daima Allah’ı inkar etmemizi, O’na ortaklar koşmamızı bize emrederdiniz” derler. Artık azabı gördüklerinde, için için yanarlar; biz de o inkar edenlerin boyunlarına demir halkalar takarız. Onlar ancak yapmakta oldukları günahları yüzünden cezalandırılırlar.” [Sebe/31-33]
İbn-i Kesir, bu ayetlerin tefsirinde şöyle der: “Zayıf sayılanlar”, tabi olanlardır. “Büyüklük taslayanlar” ise önderleri ve efendileridir. “Siz olmasaydınız, elbette biz iman eden insanlar olurduk” yani, siz bizi engellemeseydiniz, elbette biz peygamberlere uyan, onların bize getirdiklerine iman eden kimseler olurduk, diyorlardı. Büyüklük taslayan önderleri ve efendileri de onlara derler ki: “Size hidayet geldikten sonra sizi ondan biz mi çevirdik?
Bilakis siz suç işliyordunuz” Biz sizi davet etmekten fazla bir şey yapmadık. Siz de bize delilsiz ve burhansız uydunuz. Peygamberlerin getirmiş olduğu hüccetlere, delillere ve burhanlara, arzu ve keyiflerinize uyarak karşı geldiniz. Bu nedenle de suçlular oldunuz.
Zayıf sayılanlar da büyüklük taslayanlara: “Hayır! Gece gündüz (işiniz) hile ve tuzak kurmaktı. Çünkü siz daima Allah’ı inkar etmemizi, O’na ortaklar koşmamızı bize emrederdiniz” derler. Yani siz aksine gece ve gündüz bize düzenbazlık ediyor ve bizi aldatıp hayallere sevk ediyordunuz. Bizim doğru yolda olduğumuzu söylüyordunuz. Ama bir de baktık ki; bunun hepsi batılmış ve apaçık bir yalanmış. Bizim Allah’a denk ilahlar edinmemizi istiyor ve bize uydurma şüpheler, birtakım deliller ikame ediyordunuz.
Böylece bizi yoldan çıkarmaya çalışıyordunuz. “Artık azabı gördüklerinde, için için yanarlar” Yani hem önderlik edenler, hem de onlara uyanlar azabı gördüklerinde, yaptıkları her şeyden dolayı pişmanlık duyarlar. “Biz de o inkar edenlerin boyunlarına demir halkalar takarız.” Ayette geçen “ağlal” kelimesi, ellerini boyunlarına getirip bağlayan demir halkalardır. “Onlar ancak yapmakta oldukları günahları yüzünden cezalandırılırlar.” Yani Biz, sizi ancak amellerinize göre cezalandırırız. Herkes kendi durumuna göre bir cezaya uğrar. Önderlerin kendi durumlarına göre bir azabı vardır. Nitekim onlara uyanların azabı da kendi durumlarına göredir.” [Tefsir-u İbn-i Kesir, 3/539]
Bu anlamdaki bu ve diğer birçok ayet, tabi olan kimselerin, kıyamet günü Allahu Teala’nın karşısında, kendilerinin mazur olduklarını belirtmek için, dünyada itaat ettikleri o kimseleri delil olarak göstereceklerine delalet etmektedir. Tabi olan kimseler, zorda kalmış zayıf kimseler olduklarını mazeret olarak ileri sürerler.
Onlar, Allahu Teala’ya isyan olan hususlarda efendilerine itaat ediyorlardı. Çünkü efendileri, onları kendilerine itaat etmeye zorluyordu. Bu suçlu kimseler, böylelikle bu azaptan kurtulacaklarını zannediyorlar. Allahu Teala Kur’an’da, tabi olanları, tabi olunanlar ile azapta birleştireceğini açıklamaktadır. Tabi olanla, kendisine tabi olunan arasında fark yoktur; mazeret olarak ileri sürdükleri şeyler onlar için hiçbir fayda sağlamayacaktır.
Şeriat hükümleri, “Kendilerine, efendileri tarafından emredilmesi halinde, bu emirleri yerine getiren kimselerin sorumlu tutulmayacağı” şeklindeki bozuk akideyi şu noktalara binaen reddeder:
Birincisi: Şeriat hükümleri, kafirleri dost edinen, onlara söz ve fiil ile yardım eden, onlarla birlikte Müslümanlara karşı savaşan kimseler hakkındaki hükmün, kafirlerin hükmünün aynısı
olduğunu belirtir.[Muvalat kelimesi yakınlık ve yakınlaşma anlamındadır. Yine iki şeyin arasının ayrılmaması, birbirini takip etmesi anlamına da gelir. Örneğin abdest amellerinde muvâlât kelimesi kullanılır. Yani abdest alırken yapılanların arasını ayırmadan peş peşe yapmak demektir. Muvâlât (dostluk) kelimesinin aslı; yakınlık ve takip etmedir. Zıddı ise Muâdât (düşmanlık)’tır. Bu da; uzak ve karşı olma anlamına gelir. Velî kelimesi şu anlamlara da gelir: Yardımcı, destek, müttefik, seven, arkadaş, soyca yakın olan, köle azad eden, azad edilen, köle ve bir işi üstlenen kimse; örneğin veliyyu’l-emr, kadının nikahta velisi ve yetimin velisi gibi. Dostluğun zıddı, düşmanlıktır. Düşmanlık, uzaklaşma ve muhalefettir. Uzaklaşmak, kurtulmak ve uzak durma anlamındadır. Kurtulduğunda, uzak durduğunda ve berî olduğunda, uzaklaştı denilir. Berâ gecesi, ayın güneşten uzaklaştığı gecedir. (Bkz. İbnu’l-Manzur, Lisânu’l-Arab, Madde: Velâ, 15/406- 415) Şeyhu’l-İslam İbn-i Teymiye Rahimehullah şöyle der: “Dostluk, düşmanlığın zıddıdır. Dostluğun aslı, sevgi ve yakınlıktır. Düşmanlığın aslı, nefret ve uzaklaşmadır. Veli, yakın olan manasındadır. Buna yönel, yani ona yaklaş, denir. Allah veli olduğuna göre sevdiği, razı olduğu, öfkelendiği, nefret ettiği, emrettiği, yasakladığı şeyde hakk sahibi ve izlenmesi gereken de O’dur. Dostuna düşman olan, O’na düşmandır. Allahu Teâlâ şöyle buyurur: “Ey iman edenler! Eğer küfrü imana tercih ediyorlarsa, babalarınızı ve kardeşlerinizi (bile) veli edinmeyin. Sizden kim onları dost edinirse, işte onlar zalimlerin ta kendileridir.” (9 Tevbe/23) (Bkz: İbn-i Teymiye, el-Furkân beyne Evliyâi’r-Rahmân ve Evliyâi’ş-Şeytân, 7) Muhammed Nuaym Yasin şöyle der: “Bil ki, dostluk kelimesi, dosttan, yakınlık ve yakınlaşmadan türemiştir. Dostluk, düşmanlığın; dost, düşmanın zıddıdır. Mü’minler Rahman’ın dostları, kafirler de tağut ve şeytanın dostlarıdır. Bundan, kafirlerin dostluğunun, şeytan ve tağutlara yakınlık ve onlara söz, fiil ve niyetleriyle sevgi gösterdikleri anlaşılır…” Yine şöyle der: “Dostluğun kapsamına, onlara yardım, emirlerine uyma, onlarla birlikte hareket etme, planlarını ve kararlarını uygulama, sistemlerine katılma, onlar için casusluk yapma, Müslümanların ve ümmetin sırlarını onlara bildirme ve onların safında yer alarak savaşa katılma girer.” (Bkz: Muhammed Nuaym Yasin, el-İman, 111)]
Şöyle ki:
• Allahu Teala şöyle buyurur: “Mü’minler, mü’minleri bırakıp da kafirleri dost edinmesinler. Kim bunu yaparsa, artık Allah’tan hiçbir şey beklemesin. Ancak kâfirlerden gelebilecek bir tehlikeden sakınmanız başkadır. Allah, kendisine karşı (gelmekten) sizi sakındırıyor. Dönüş yalnızca Allah’adır.” [Al-i İmran/28]
Müfessirlerin şeyhi İbn-i Cerir et-Taberi Rahimehullah şöyle der: “Bunun manası; Ey iman edenler, kâfirleri destek ve yardımcı edinerek dinleri üzere onlarla dostluk kurmayın, Müslümanlara karşı onlara yardımcı olmayın, Müslümanların zayıf noktalarını onlara göstermeyin. Kim bunu yaparsa, artık Allah ile bağı kopmuştur. Dininden dönerek küfre girmesi dolayısıyla Allah ondan, o da Allah’tan beridir.” [Tefsiru’t-Taberi, 6/313]
• “Ey iman edenler! Yahudileri ve Hristiyanları dost edinmeyin. Zira onlar birbirinin dostudurlar. İçinizden onları dost tutanlar, onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler topluluğuna yol göstermez.” [Maide/51]
İmam Taberi Rahimehullah şöyle der: “Eğer bu böyle ise, doğru olan da âyetin zahir anlamı neyi kapsıyorsa bu kapsadığı şeyleri genel olarak içerdiğini kabul etmektir. Ancak şüphesiz âyet, gelecek endişesiyle korkarak Yahudi veya Hristiyanları kendisine dost edinen bir münafık hakkında inmiştir. Çünkü bundan sonraki âyet buna delalet etmektedir. Şöyledir: “Kalplerinde hastalık bulunanların: ‘Başımıza bir felaketin gelmesinden korkuyoruz’ diyerek onların arasına koşuşturduklarını görürsün” [Maide/52]
Bize göre bu konuda söylenecek en doğru söz şudur: Allahu Teala ayette mü’minlerin, Yahudi ve Hristiyanları mü’minlere karşı yardımcı ve dost edinmelerini yasaklamıştır. Kim onları Allah’ın, Rasulü’nün ve mü’minlerin dışında yardımcı ve dost edinirse; Allah’a, Rasulü’ne ve mü’minlere karşı taraftarlıkta onlardan olmuş olur. Allah ve Rasulü onlardan beridirler.”
Sonra şöyle der: “Allahu Teala: “İçinizden onları dost tutanlar, onlardandır” sözüyle; “Kim Yahudi ve Hristiyanları mü’minlerin dışında dostlar edinirse o onlardandır” demektedir.. Kim onları dost edinir ve mü’minlere karşı onlara yardım ederse, o onların dinindendir. Bir kimseyi dost edinen ancak ondan, dininden ve onun üzerinde bulunduğu şeyden razı ise onu dost edinir. Ondan ve dininden razı olduğunda da, onun muhaliflerine ve onu öfkelendiren şeye düşman olur. Böylece hükmü de onun hükmü gibi olmuştur.” [Tefsiru’t-Taberi, 6/276-277]
Cemaleddin el-Kasımi Rahimehullah şöyle der: “İçinizden onları dost tutanlar, onlardandır”, yani onların topluluğundandır ve onun hükmü de onların ki gibidir. Dininin, onların dini ile aynı olmadığını iddia etse de, onlarla tam bir muvafakat içerisinde olması nedeni ile onlardan sayılır.” [Kasımî, Mehasinu’t-Te’vil, 6/240]
İbn-i Teymiye Rahimehullah şöyle der: “Allahu Teala şöyle buyurmuştur: “Ey iman edenler! Yahudileri ve Hristiyanları dost edinmeyin. Zira onlar birbirinin dostudurlar. İçinizden onları dost tutanlar (yani onlara uyum gösteren ve onlara yardımda bulunanlar) onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler topluluğuna yol göstermez.”
Yine bu ayetin tefsirinde şöyle der: “Müfessirler, bu ayetin, Müslüman olduklarını izhar ettikleri halde, kalplerinde Müslümanların yenilmesi korkusunun bulunması nedeni ile, Yahudi, Hristiyan ve diğer kafirleri dost edinenler sebebiyle nazil olduğu konusunda ittifak etmişlerdir. Onların kafirleri dost edinmeleri, Muhammed’in Sallallahu Aleyhi ve Sellem yalancı, Yahudi ve Hristiyanların ise doğru olduklarına inanmalarından dolayı değil, sadece bu korkularından dolayıdır.” [Mecmuu’l-Fetava, 7/193-194]
Kurtubi Rahimehullah şöyle der: “Allahu Teala’nın: “İçinizden onları dost tutanlar” sözü, kim onlara Müslümanlar aleyhine destek verirse, “onlardandır” demektir. Allahu Teala bu ayeti ile böylesinin hükmünün onların hükmü gibi olacağını beyan etmektedir. Bu da Müslümanın mürtedden miras almasına engel olması anlamına gelir. Bu hüküm, onlarla dostluk ilişkisini koparmak hususunda kıyamet gününe kadar bakidir.”
Yine şöyle der: “Allahu Teala’nın, “Zira onlar birbirinin dostudurlar” sözü ile yardımlaşma hususu kast edilmektedir. “İçinizden onları dost tutanlar, onlardandır” sözü de şart ve cevabıdır. Yani, bunun böyle olmasına sebep, onları veli edinen kimsenin bizzat Yahudi ve Hristiyanların muhalefetleri gibi, Allah’a ve Rasulü’ne muhalefet etmiş olmasıdır. Onlara düşmanlık beslemek vacip olduğu gibi, artık ona da düşmanlık beslemek vacip olmuştur. Onlar için cehennem nasıl vacip olduysa, böylesi için de cehennem vacip olmuştur. Bunun sonucunda o da onlardan, yani onların arkadaşlarından olmuştur.” [Tefsiru’l-Kurtûbî, 6/217]
Süleyman bin Abdullah Alu’ş-Şeyh Rahimehullah şöyle der: “Allahu Teala, Yahudi ve Hristiyanların dost edinilmesini yasaklamış, mü’minlerden onlara dostluk gösterenlerin, onlardan olduğunu bildirmiştir. Aynı şekilde mecusi ya da putperest kafirleri dost edinenler de onlardandır… Allahu Teala, korkması nedeni ile kafirleri dost edinen ile diğerlerini birbirinden ayırmamıştır.
Bilakis, kalplerinde hastalık olan kimselerin, bu suçu etraflarındaki çemberden korkmaları nedeni ile işlediklerini bildirmektedir. İşte bu mürtedlerin durumu böyledir.” [Mecmuatu’t-Tevhid’in Onbirinci Risalesi, 338]
Bu ayet ve bu ayet hakkında ilim ve tefsir ehlinin sözleri, kafirleri dost edinen, mü’minlere karşı onlara yardım eden ya da Müslümanlarla olan savaşlarında onlarla birlikte olan kimsenin küfrü ve dinden çıktığı konusunda açık bir delalete işaret eder.
Tağutların, Allahu Teala’nın dinine karşı açtıkları savaş konusunda önemli bir misyon üstlenmiş olan ordu ve polislerinin durumları, korkuları nedeni ile kafirleri dost edinmiş olanlardan daha açık ve suçları ise daha büyüktür. Kişinin böyle bir konumda olması, büyük bir bela üzere olması demektir. Bu tür kişiler, Müslüman olduklarını iddia da etseler, namaz da kılsalar ve oruç da tutsalar şüphesiz kafirdirler. Allahu Teala’nın düşmanlarına dostlukta bulunmalarının, onlara itaat etmelerinin ve Müslümanlara karşı sürdürdükleri savaşta onlarla birlikte yer almalarının tek nedeni, Allahu Teala’ya itaat etmekten yüz çevirmeleridir.
TAĞUTLARIN DESTEKÇİLERİNİN VE ORDULARININ HÜKMÜ
Tağutların destekçilerinden ve ordularından veya onların meclislerine, kortejlerine, toplantılarına ve İslam’a karşı açtıkları savaşa, şekli ne olursa olsun herhangi bir şekilde destek verenler ve iştirak edenlerden öldürülenler, şüphesiz o tağutlardandır.
Onlar ile, mücahidlerin hedef edindikleri tağutlar arasında hiçbir fark yoktur. Burada, tağutların yardımcılarının, kendilerinin masumiyeti hakkında delil olarak kullandıkları bazı bozuk anlayışlar üzerinde duracağız. Genel olarak bu bozuk anlayışlar şunlardır:
Birinci İddia: “Tağutlara tabi olan bu kişiler, yöneticileri tarafından kendilerine verilen emirleri yerine getirmektedirler. Dolayısıyla kendi iradeleri ile işlememeleri sebebi ile, işlemiş oldukları kötülüklerden sorumlu tutulmazlar”
Bu iddia, batıl ehli tarafından, geçmişte ve günümüzde sık sık kullanılmış olan asılsız bir sözdür. Günümüzde bir çok ülkede yayılmış olan bu iddia “Emir kulu” ismi ile kullanılmaktadır.
Onlara göre kişi, emir altında olduğu ve yaptığı kötülükleri, Allah’tan başka kendisine ibadet ettiği efendisinin emri ile yerine getirdiği sürece mazurdur.
Onlar, maaşlarının kullarıdır ve Allahu Teala yerine maaşlarına ibadet ederler. Bu maaş sebebiyle insanlardan bazılarını yüceltip, bazılarını aşağılarlar. Bazı toplulukları severken, diğerlerinden nefret ederler. Bazı toplulukları düşman edinirken, diğerlerini dost edinirler. Bazı topluluklara teslim olurken, diğerleriyle savaşırlar. Maaşı veren kimsenin emri, onlara göre şer’idir, itaat edilmesi gerekir ve bu emre itaat eden herkes, herhangi bir ceza ya da kınamadan uzaktır.
İslam, bu cahili akideyi tamamen reddetmiştir. Kur’an-ı Kerim, bunu söyleyeni rezil etmiş, tağutlara uyan ve onlara destek veren kişilere dünyada ceza, ahirette de hüsran vaad etmiştir.
Allahu Teala, bu kimseleri şöyle nitelemektedir: “O zaman (görecekler ki) kendilerine uyulup arkalarından gidilenler, kendilerine uyanlardan uzaklaşırlar ve o anda her iki taraf da azabı görmüşler, nihayet aralarındaki bağlar kopup parçalanmıştır. Uyanlar şöyle derler: Ah, keşke bir daha dünyaya geri gitmemiz mümkün olsaydı da, şimdi onların bizden uzaklaştıkları gibi biz de onlardan uzaklaşsaydık! Böylece Allah onlara işledikleri bütün işlerini kendilerine hasret, pişmanlık ve üzüntü kaynağı olarak gösterir ve onlar artık ateşten çıkmazlar.” [Bakara/166-167]
“Şu muhakkak ki, Allah kafirleri rahmetinden kovmuş ve onlara çılgın bir ateş hazırlamıştır. Orada ebedi olarak kalacaklar, (kendilerini koruyacak) ne bir dost ne de bir yardımcı bulacaklardır. Yüzleri ateşte evrilip çevrildiği gün: “Eyvah bize! Keşke Allah’a itaat etseydik, Peygamber’e de itaat etseydik!” derler. “Ey Rabbimiz! Biz yöneticilerimize ve büyüklerimize itaat etmiştik, fakat onlar bizi yoldan saptırdılar. Rabbimiz! Onlara iki kat azap ver, onları büyük bir lanetle rahmetinden kov” derler.” [Ahzab/64-68]
Allahu Teala, Firavun ve ordusu hakkında şöyle buyurur: “Firavun: “Ey ileri gelenler! Sizin için benden başka bir ilah tanımıyorum. Ey Haman! Haydi benim için çamur üzerine ateş yak (ve tuğla imal et). Bana bir kule yap ki, Musa’nın ilahına çıkayım; ama sanıyorum, o mutlaka yalan söyleyenlerdendir” dedi. O ve askerleri, yeryüzünde haksız yere büyüklük tasladılar ve gerçekten bize döndürülmeyeceklerini sandılar. Biz de onu ve askerlerini yakalayıp denize atıverdik. Bir bak, zalimlerin sonu nice oldu!
Onları, (insanları) ateşe çağıran öncüler kıldık. Kıyamet günü onlar yardım görmeyeceklerdir. Bu dünyada arkalarına lanet taktık. Onlar, kıyamet gününde de kötülenmişler arasındadır.” [Kasas/38-42]
Rabbimiz şöyle buyurur: “(Kıyamet gününde) hepsi Allah’ın huzuruna çıkacak ve zayıflar o büyüklük taslayanlara diyecekler ki: “Biz sizin tabilerinizdik. Şimdi siz, Allah’ın azabından herhangi bir şeyi bizden savabilir misiniz?” Onlar da diyecekler ki: “(Ne yapalım) Allah bizi hidayete erdirseydi biz de sizi doğru yola iletirdik. Şimdi sızlansak da sabretsek de birdir. Çünkü bizim için sığınacak bir yer yoktur.” [İbrahim/21]
“Kafir olanlar dediler ki: “Biz hiçbir zaman bu Kur’an’a ve bundan önce gelen kitaplara inanmayacağız. Sen o zalimleri, Rabblerinin huzurunda tutuklanmış, birbirlerini suçlayarak söz atarlarken bir görsen! Zayıf sayılanlar, büyüklük taslayanlara: “Siz olmasaydınız, elbette biz iman eden insanlar olurduk” derler. (Dünyada) büyüklük taslayanlar, zayıf sayılanlara (kıyamet gününde): “Size hidayet geldikten sonra sizi ondan biz mi çevirdik? Bilakis siz suç işliyordunuz” derler. Zayıf sayılanlar da büyüklük taslayanlara: “Hayır! Gece gündüz (işiniz) hile ve tuzak kurmaktı.
Çünkü siz daima Allah’ı inkar etmemizi, O’na ortaklar koşmamızı bize emrederdiniz” derler. Artık azabı gördüklerinde, için için yanarlar; biz de o inkar edenlerin boyunlarına demir halkalar takarız. Onlar ancak yapmakta oldukları günahları yüzünden cezalandırılırlar.” [Sebe/31-33]
İbn-i Kesir, bu ayetlerin tefsirinde şöyle der: “Zayıf sayılanlar”, tabi olanlardır. “Büyüklük taslayanlar” ise önderleri ve efendileridir. “Siz olmasaydınız, elbette biz iman eden insanlar olurduk” yani, siz bizi engellemeseydiniz, elbette biz peygamberlere uyan, onların bize getirdiklerine iman eden kimseler olurduk, diyorlardı. Büyüklük taslayan önderleri ve efendileri de onlara derler ki: “Size hidayet geldikten sonra sizi ondan biz mi çevirdik?
Bilakis siz suç işliyordunuz” Biz sizi davet etmekten fazla bir şey yapmadık. Siz de bize delilsiz ve burhansız uydunuz. Peygamberlerin getirmiş olduğu hüccetlere, delillere ve burhanlara, arzu ve keyiflerinize uyarak karşı geldiniz. Bu nedenle de suçlular oldunuz.
Zayıf sayılanlar da büyüklük taslayanlara: “Hayır! Gece gündüz (işiniz) hile ve tuzak kurmaktı. Çünkü siz daima Allah’ı inkar etmemizi, O’na ortaklar koşmamızı bize emrederdiniz” derler. Yani siz aksine gece ve gündüz bize düzenbazlık ediyor ve bizi aldatıp hayallere sevk ediyordunuz. Bizim doğru yolda olduğumuzu söylüyordunuz. Ama bir de baktık ki; bunun hepsi batılmış ve apaçık bir yalanmış. Bizim Allah’a denk ilahlar edinmemizi istiyor ve bize uydurma şüpheler, birtakım deliller ikame ediyordunuz.
Böylece bizi yoldan çıkarmaya çalışıyordunuz. “Artık azabı gördüklerinde, için için yanarlar” Yani hem önderlik edenler, hem de onlara uyanlar azabı gördüklerinde, yaptıkları her şeyden dolayı pişmanlık duyarlar. “Biz de o inkar edenlerin boyunlarına demir halkalar takarız.” Ayette geçen “ağlal” kelimesi, ellerini boyunlarına getirip bağlayan demir halkalardır. “Onlar ancak yapmakta oldukları günahları yüzünden cezalandırılırlar.” Yani Biz, sizi ancak amellerinize göre cezalandırırız. Herkes kendi durumuna göre bir cezaya uğrar. Önderlerin kendi durumlarına göre bir azabı vardır. Nitekim onlara uyanların azabı da kendi durumlarına göredir.” [Tefsir-u İbn-i Kesir, 3/539]
Bu anlamdaki bu ve diğer birçok ayet, tabi olan kimselerin, kıyamet günü Allahu Teala’nın karşısında, kendilerinin mazur olduklarını belirtmek için, dünyada itaat ettikleri o kimseleri delil olarak göstereceklerine delalet etmektedir. Tabi olan kimseler, zorda kalmış zayıf kimseler olduklarını mazeret olarak ileri sürerler.
Onlar, Allahu Teala’ya isyan olan hususlarda efendilerine itaat ediyorlardı. Çünkü efendileri, onları kendilerine itaat etmeye zorluyordu. Bu suçlu kimseler, böylelikle bu azaptan kurtulacaklarını zannediyorlar. Allahu Teala Kur’an’da, tabi olanları, tabi olunanlar ile azapta birleştireceğini açıklamaktadır. Tabi olanla, kendisine tabi olunan arasında fark yoktur; mazeret olarak ileri sürdükleri şeyler onlar için hiçbir fayda sağlamayacaktır.
Şeriat hükümleri, “Kendilerine, efendileri tarafından emredilmesi halinde, bu emirleri yerine getiren kimselerin sorumlu tutulmayacağı” şeklindeki bozuk akideyi şu noktalara binaen reddeder:
Birincisi: Şeriat hükümleri, kafirleri dost edinen, onlara söz ve fiil ile yardım eden, onlarla birlikte Müslümanlara karşı savaşan kimseler hakkındaki hükmün, kafirlerin hükmünün aynısı
olduğunu belirtir.[Muvalat kelimesi yakınlık ve yakınlaşma anlamındadır. Yine iki şeyin arasının ayrılmaması, birbirini takip etmesi anlamına da gelir. Örneğin abdest amellerinde muvâlât kelimesi kullanılır. Yani abdest alırken yapılanların arasını ayırmadan peş peşe yapmak demektir. Muvâlât (dostluk) kelimesinin aslı; yakınlık ve takip etmedir. Zıddı ise Muâdât (düşmanlık)’tır. Bu da; uzak ve karşı olma anlamına gelir. Velî kelimesi şu anlamlara da gelir: Yardımcı, destek, müttefik, seven, arkadaş, soyca yakın olan, köle azad eden, azad edilen, köle ve bir işi üstlenen kimse; örneğin veliyyu’l-emr, kadının nikahta velisi ve yetimin velisi gibi. Dostluğun zıddı, düşmanlıktır. Düşmanlık, uzaklaşma ve muhalefettir. Uzaklaşmak, kurtulmak ve uzak durma anlamındadır. Kurtulduğunda, uzak durduğunda ve berî olduğunda, uzaklaştı denilir. Berâ gecesi, ayın güneşten uzaklaştığı gecedir. (Bkz. İbnu’l-Manzur, Lisânu’l-Arab, Madde: Velâ, 15/406- 415) Şeyhu’l-İslam İbn-i Teymiye Rahimehullah şöyle der: “Dostluk, düşmanlığın zıddıdır. Dostluğun aslı, sevgi ve yakınlıktır. Düşmanlığın aslı, nefret ve uzaklaşmadır. Veli, yakın olan manasındadır. Buna yönel, yani ona yaklaş, denir. Allah veli olduğuna göre sevdiği, razı olduğu, öfkelendiği, nefret ettiği, emrettiği, yasakladığı şeyde hakk sahibi ve izlenmesi gereken de O’dur. Dostuna düşman olan, O’na düşmandır. Allahu Teâlâ şöyle buyurur: “Ey iman edenler! Eğer küfrü imana tercih ediyorlarsa, babalarınızı ve kardeşlerinizi (bile) veli edinmeyin. Sizden kim onları dost edinirse, işte onlar zalimlerin ta kendileridir.” (9 Tevbe/23) (Bkz: İbn-i Teymiye, el-Furkân beyne Evliyâi’r-Rahmân ve Evliyâi’ş-Şeytân, 7) Muhammed Nuaym Yasin şöyle der: “Bil ki, dostluk kelimesi, dosttan, yakınlık ve yakınlaşmadan türemiştir. Dostluk, düşmanlığın; dost, düşmanın zıddıdır. Mü’minler Rahman’ın dostları, kafirler de tağut ve şeytanın dostlarıdır. Bundan, kafirlerin dostluğunun, şeytan ve tağutlara yakınlık ve onlara söz, fiil ve niyetleriyle sevgi gösterdikleri anlaşılır…” Yine şöyle der: “Dostluğun kapsamına, onlara yardım, emirlerine uyma, onlarla birlikte hareket etme, planlarını ve kararlarını uygulama, sistemlerine katılma, onlar için casusluk yapma, Müslümanların ve ümmetin sırlarını onlara bildirme ve onların safında yer alarak savaşa katılma girer.” (Bkz: Muhammed Nuaym Yasin, el-İman, 111)]
Şöyle ki:
• Allahu Teala şöyle buyurur: “Mü’minler, mü’minleri bırakıp da kafirleri dost edinmesinler. Kim bunu yaparsa, artık Allah’tan hiçbir şey beklemesin. Ancak kâfirlerden gelebilecek bir tehlikeden sakınmanız başkadır. Allah, kendisine karşı (gelmekten) sizi sakındırıyor. Dönüş yalnızca Allah’adır.” [Al-i İmran/28]
Müfessirlerin şeyhi İbn-i Cerir et-Taberi Rahimehullah şöyle der: “Bunun manası; Ey iman edenler, kâfirleri destek ve yardımcı edinerek dinleri üzere onlarla dostluk kurmayın, Müslümanlara karşı onlara yardımcı olmayın, Müslümanların zayıf noktalarını onlara göstermeyin. Kim bunu yaparsa, artık Allah ile bağı kopmuştur. Dininden dönerek küfre girmesi dolayısıyla Allah ondan, o da Allah’tan beridir.” [Tefsiru’t-Taberi, 6/313]
• “Ey iman edenler! Yahudileri ve Hristiyanları dost edinmeyin. Zira onlar birbirinin dostudurlar. İçinizden onları dost tutanlar, onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler topluluğuna yol göstermez.” [Maide/51]
İmam Taberi Rahimehullah şöyle der: “Eğer bu böyle ise, doğru olan da âyetin zahir anlamı neyi kapsıyorsa bu kapsadığı şeyleri genel olarak içerdiğini kabul etmektir. Ancak şüphesiz âyet, gelecek endişesiyle korkarak Yahudi veya Hristiyanları kendisine dost edinen bir münafık hakkında inmiştir. Çünkü bundan sonraki âyet buna delalet etmektedir. Şöyledir: “Kalplerinde hastalık bulunanların: ‘Başımıza bir felaketin gelmesinden korkuyoruz’ diyerek onların arasına koşuşturduklarını görürsün” [Maide/52]
Bize göre bu konuda söylenecek en doğru söz şudur: Allahu Teala ayette mü’minlerin, Yahudi ve Hristiyanları mü’minlere karşı yardımcı ve dost edinmelerini yasaklamıştır. Kim onları Allah’ın, Rasulü’nün ve mü’minlerin dışında yardımcı ve dost edinirse; Allah’a, Rasulü’ne ve mü’minlere karşı taraftarlıkta onlardan olmuş olur. Allah ve Rasulü onlardan beridirler.”
Sonra şöyle der: “Allahu Teala: “İçinizden onları dost tutanlar, onlardandır” sözüyle; “Kim Yahudi ve Hristiyanları mü’minlerin dışında dostlar edinirse o onlardandır” demektedir.. Kim onları dost edinir ve mü’minlere karşı onlara yardım ederse, o onların dinindendir. Bir kimseyi dost edinen ancak ondan, dininden ve onun üzerinde bulunduğu şeyden razı ise onu dost edinir. Ondan ve dininden razı olduğunda da, onun muhaliflerine ve onu öfkelendiren şeye düşman olur. Böylece hükmü de onun hükmü gibi olmuştur.” [Tefsiru’t-Taberi, 6/276-277]
Cemaleddin el-Kasımi Rahimehullah şöyle der: “İçinizden onları dost tutanlar, onlardandır”, yani onların topluluğundandır ve onun hükmü de onların ki gibidir. Dininin, onların dini ile aynı olmadığını iddia etse de, onlarla tam bir muvafakat içerisinde olması nedeni ile onlardan sayılır.” [Kasımî, Mehasinu’t-Te’vil, 6/240]
İbn-i Teymiye Rahimehullah şöyle der: “Allahu Teala şöyle buyurmuştur: “Ey iman edenler! Yahudileri ve Hristiyanları dost edinmeyin. Zira onlar birbirinin dostudurlar. İçinizden onları dost tutanlar (yani onlara uyum gösteren ve onlara yardımda bulunanlar) onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler topluluğuna yol göstermez.”
Yine bu ayetin tefsirinde şöyle der: “Müfessirler, bu ayetin, Müslüman olduklarını izhar ettikleri halde, kalplerinde Müslümanların yenilmesi korkusunun bulunması nedeni ile, Yahudi, Hristiyan ve diğer kafirleri dost edinenler sebebiyle nazil olduğu konusunda ittifak etmişlerdir. Onların kafirleri dost edinmeleri, Muhammed’in Sallallahu Aleyhi ve Sellem yalancı, Yahudi ve Hristiyanların ise doğru olduklarına inanmalarından dolayı değil, sadece bu korkularından dolayıdır.” [Mecmuu’l-Fetava, 7/193-194]
Kurtubi Rahimehullah şöyle der: “Allahu Teala’nın: “İçinizden onları dost tutanlar” sözü, kim onlara Müslümanlar aleyhine destek verirse, “onlardandır” demektir. Allahu Teala bu ayeti ile böylesinin hükmünün onların hükmü gibi olacağını beyan etmektedir. Bu da Müslümanın mürtedden miras almasına engel olması anlamına gelir. Bu hüküm, onlarla dostluk ilişkisini koparmak hususunda kıyamet gününe kadar bakidir.”
Yine şöyle der: “Allahu Teala’nın, “Zira onlar birbirinin dostudurlar” sözü ile yardımlaşma hususu kast edilmektedir. “İçinizden onları dost tutanlar, onlardandır” sözü de şart ve cevabıdır. Yani, bunun böyle olmasına sebep, onları veli edinen kimsenin bizzat Yahudi ve Hristiyanların muhalefetleri gibi, Allah’a ve Rasulü’ne muhalefet etmiş olmasıdır. Onlara düşmanlık beslemek vacip olduğu gibi, artık ona da düşmanlık beslemek vacip olmuştur. Onlar için cehennem nasıl vacip olduysa, böylesi için de cehennem vacip olmuştur. Bunun sonucunda o da onlardan, yani onların arkadaşlarından olmuştur.” [Tefsiru’l-Kurtûbî, 6/217]
Süleyman bin Abdullah Alu’ş-Şeyh Rahimehullah şöyle der: “Allahu Teala, Yahudi ve Hristiyanların dost edinilmesini yasaklamış, mü’minlerden onlara dostluk gösterenlerin, onlardan olduğunu bildirmiştir. Aynı şekilde mecusi ya da putperest kafirleri dost edinenler de onlardandır… Allahu Teala, korkması nedeni ile kafirleri dost edinen ile diğerlerini birbirinden ayırmamıştır.
Bilakis, kalplerinde hastalık olan kimselerin, bu suçu etraflarındaki çemberden korkmaları nedeni ile işlediklerini bildirmektedir. İşte bu mürtedlerin durumu böyledir.” [Mecmuatu’t-Tevhid’in Onbirinci Risalesi, 338]
Bu ayet ve bu ayet hakkında ilim ve tefsir ehlinin sözleri, kafirleri dost edinen, mü’minlere karşı onlara yardım eden ya da Müslümanlarla olan savaşlarında onlarla birlikte olan kimsenin küfrü ve dinden çıktığı konusunda açık bir delalete işaret eder.
Tağutların, Allahu Teala’nın dinine karşı açtıkları savaş konusunda önemli bir misyon üstlenmiş olan ordu ve polislerinin durumları, korkuları nedeni ile kafirleri dost edinmiş olanlardan daha açık ve suçları ise daha büyüktür. Kişinin böyle bir konumda olması, büyük bir bela üzere olması demektir. Bu tür kişiler, Müslüman olduklarını iddia da etseler, namaz da kılsalar ve oruç da tutsalar şüphesiz kafirdirler. Allahu Teala’nın düşmanlarına dostlukta bulunmalarının, onlara itaat etmelerinin ve Müslümanlara karşı sürdürdükleri savaşta onlarla birlikte yer almalarının tek nedeni, Allahu Teala’ya itaat etmekten yüz çevirmeleridir.