Okuyacağınız metin, Şeyh Ahmed bin Hamud el-Halidi’nin eserinden risalenin sadece bir kısmının özeti niteliğindedir. Bu özet, İslam’da tekfir meselesi ve tağutların küfrü konusundaki temel hükümlere, bu hükümlerde tevakkuf (duraksama) ve şüpheye düşmenin sebeplerine ve sonuçlarına açıklık getirmektedir. Metin, tağutların İslami bazı ibadetleri yapmalarının onları küfürden kurtarmadığı; tağutların küfrüne inananların ve inanmayanların durumlarının farklı şekillerde ele alınması gerektiği; tekfirin ağır bir hüküm olduğu ve kesin delillerle yapılması gerektiği gibi temel ilkelere vurgu yapmaktadır. Dolayısıyla, bu belge risalenin tamamı olmayıp, onun özünü ve temel düşüncelerini yansıtan sınırlı bir kesittir. Bu nedenle, metnin bir risale özeti olarak değerlendirilmesi ve esas kaynağa atfen, metnin bütününü ve kapsamını tam olarak yansıtmayabileceği dikkate alınmalıdır. Böylece, konunun hassasiyeti ve detayları göz önünde bulundurularak, yanlış anlamaların önüne geçilmesi mümkün olur. O yüzden eserin orijinal halini aşağıya ekleyeceğim.
Bu esere,Allame Ali bin Hudayr el-Hudayr’ın takdim yapması, eserin değerini ve itibarını önemli ölçüde artırmıştır. Ali bin Hudayr, İslam ilimlerinde derin bilgi ve sağlam duruşuyla tanınan bir âlimdir. Onun takdimi, eserin sadece teorik bir çalışma olmadığını; aynı zamanda İslam’ın temel esasları olan tevhit ve tekfir konularında ciddi, dikkatle ele alınması gereken önemli bir kaynak olduğunu göstermektedir. Böyle bir âlim tarafından onaylanması, eserin içeriğine güveni artırmakta ve okuyuculara metnin ilmî ve dini ağırlığını vurgulamaktadır. Bu durum, eserin ümmet nezdindeki kabulünü ve yayılmasını kolaylaştırırken, okuyucuların da metni daha dikkatle ve önemseyerek okumalarını teşvik etmektedir.
İslam’da tekfir meselesi, özellikle kendisini Müslüman olarak tanıtan fakat Allah’ın hükmüne karşı gelen ve tağut olarak adlandırılan kişilerin durumu üzerinde derin bir tartışma alanıdır. Bu bağlamda, tağutların küfrü ile ilgili hükümlerde tevakkuf etmek veya şüphe etmek kimi zaman karışıklıklara sebep olabilmektedir. Özellikle tağutların namaz kılmaları, hac yapmaları, mescit inşa etmeleri, Kur’an bastırmaları, sadaka ve bağışları açıkça vermeleri gibi İslami şiarları yerine getirmeleri, onların durumunu değerlendirmede bazı kimseler için anlaşılması zor hale gelmektedir. Bu kişiler, tağutların küfrünü tekfir etmeyenler, genel olarak üç farklı durumda toplanabilirler. Birinci hal, tağuta ve onun verdiği hükümlere yardım eden, Allah’ın hükmüne kayıtsız kalan, Allah’ın nurunu söndürmek için var güçleriyle çalışan kimselerdir. Bu gruptakiler Allah’ın dostlarına savaş açmış, onların hakkını çiğneyen ve tağutların yanında yer alan kişiler olarak değerlendirilir.
Laik, demokrat ve benzeri tağutların yandaşları, onların sözleriyle konuşan tercümanları ve bu tağutlara ibadete çağıranlar, küfürlerinde hiçbir şüphe bulunmayan kesimdir. İkinci hal, tağutların hallerinin hakikatini bilmeyen ancak Allah’ın bu konuda verdiği hükümden habersiz olmayan kimselerdir. Bu grup, tağutların küfrü hakkında itikadı sağlam olup, sadece durumun detaylarını bilmedikleri için bu konuda tevakkuf ederler ve bu basit cehalet onların imanını zedelemez.
Örnek olarak her gaybı iddia edenin kâfir olduğunu bilen ancak belirli bir kişinin gaybı iddia ettiğini bilmeyen kimse gösterilebilir. Üçüncü hal ise tağutların İslam’dan nasıl çıktıklarını ve neyle küfre girdiklerini bilen, ancak onları tekfir etmekten geri duran kimselerdir. Bu grup kendi içinde iki sınıfa ayrılır. Birinci sınıf, tağutların küfürlerine ve sapıklıklarına inanan, onlara buğz eden ama açıkça kâfir olduklarını ifade etmeyenlerdir. Bu sınıf da üç kısma bölünür. Birincisi müstazaf olanlardır, yani tağutlara karşı direnme gücü olmayan, zorlama altında bulunan kimseler. Bu kısma ikrah altında olanlar ve engeller kalkana kadar mazur görülenler dahildir. İkinci kısım, tağutların küfrüne inanan, bunu kabul eden ancak kendilerini koruyacak güçleri olmasına rağmen bunu açıkça ifade etmeyenlerdir.
Bu kimseler iki yüzlü ve yağcı olarak nitelendirilir ve Allah’ın buyruğu gereği onları takdim eden kişilerden sayılırlar. Günahlarının durumu ise onları bu hale getiren sebep ve gerekçeye göre şekillenir. Üçüncü kısım, tağutların dışındakilerin kâfir olduğunu ancak kendilerinin kâfir olmadığını söyleyenlerdir. Bu kimseler, herhangi bir gerekçe göstermeksizin tağutları tekfir etmekten kaçınırlar ki bu da onlara İslam hükmü vermek anlamına gelir. Çünkü küfür ve İslam arasında vasıta yoktur; kim küfre İslam der veya kâfirlere Müslüman derse o kişi kâfir olur. Zira bu durumda kişi Allah’ın hükmünü reddetmiş olur. İkinci sınıf ise tağutların hakikatini, onları İslam’dan çıkaran hal ve eylemleri bilen ama onları kalben reddeden ve nevi kâfir olan kimselerdir. Bu kişilerin belirli bir tağutu tekfir etmeme gerekçeleri ilimsel şüphe, zihinsel karışıklık, bazı âlimlerin ifadelerinin yanlış anlaşılması veya hüsnü zan gibi sebeplerle olabilir. Bu durum onların tekfir edilmemesini gerektirir ve herhangi birini hüccet ikamesi olmadan veya şüphe giderilmeden tekfir etmek icma ile caiz değildir.
İslam alimlerinin ortak görüşü, tekfirin şartlarının çok ciddi ve açık olması gerektiği, şüpheye yer bırakılmaması gerektiği yönündedir. Çünkü tekfir, insanın imanını doğrudan etkileyen ve onun ahiretini belirleyen ağır bir hükümdür. Bu nedenle, tağutların durumu ve küfürleri ile ilgili hükümlerde ihtiyat ve dikkatle hareket etmek esastır. Allah’ın hükümlerine karşı gelen, O’nun dışında taptıkları veya O’nun hükmünü tanımadıkları için tağut olarak nitelenen kişilerin durumları açık ve net olduğunda, bu kimselerin küfürleri sabittir ve onlara iman edenlerin onları tekfir etmeleri gerekir. Ancak, bu hüküm ancak delillerin kesinliği, hüccetin tamamlanması ve şüphelerin giderilmesiyle geçerlidir. Böylece, dinin temel ilkeleri korunur ve masumlara zarar verilmez. Ayrıca, tağutların bazı İslami amelleri yapmaları, onların küfürlerini ortadan kaldırmaz. Çünkü amel, inançla değerlendirilir; küfür ise inançla alakalıdır. Tağutların namaz kılması, Kur’an okuması, sadaka vermesi gibi dış görünüşler, kalplerindeki küfrü ve şirkleri değiştirmez.
Bu nedenle, onların küfürlerine karşı gereken tutumun net olması, İslam’ın safiyetini korumak açısından önemlidir. Tekfir konusunda yanlış hüküm vermek, hem dinin özüne zarar verir hem de fitneye yol açar. Bu yüzden, alimler tekfir meselesinde çok dikkatli davranmış, şartları ağır tutmuş, kesin delillere dayanmayan tekfirleri reddetmişlerdir. İslam toplumunda birlik ve beraberliğin korunması için bu hassasiyet gereklidir. Nihayetinde, tağutların durumunda üç ana grup olduğu söylenebilir: kesinlikle küfür içinde olup onların küfrünü bilerek destekleyenler; tağutların küfründen habersiz veya şüphe içinde olanlar; ve tağutların küfrünü bilen ama çeşitli sebeplerle açıkça tekfir etmeyenler. Bu grupların her biri için farklı hüküm ve muameleler İslam hukukunda belirlenmiştir.
Bu farklılık, tekfir meselesinin ne denli hassas ve önemli olduğunu ortaya koyar tağutların durumunda tevakkuf ve şüphe, ancak gerçek cehalet ve şartlar oluşmadığında caizdir. Ancak açık delil ve hüccet ortaya çıktığında bu kimselerin küfürlerinin kabulü ve tekfir edilmesi gereklidir. Çünkü iman ile küfür arasında bir vasıta yoktur; her kim kâfir olanı mümin sayarsa, kendisi kâfir olur. Bu ilke, İslam’ın temel doğrularından biridir ve dinde barış ve hakikatin korunması için zorunludur. Tekfir meselesinde bu hassasiyetin gözetilmesi, hem hakikatin korunmasına hem de Müslümanların haklarını ve imanını muhafaza etmeye hizmet eder. Bu nedenle, alimlerin görüşleri ve bu meseleyi ele alış biçimleri, tekfirde ihtiyatlı olmayı ve kesin delillerin aranmasını emreder. Böylece hem yanlış tekfirlerin önüne geçilir hem de küfürde ısrar edenler hakkındaki hüküm doğru bir şekilde yerine getirilmiş olur. İslam toplumunun huzur ve güvenliği için bu denge ve hassasiyet son derece önemlidir.
Bu esere,Allame Ali bin Hudayr el-Hudayr’ın takdim yapması, eserin değerini ve itibarını önemli ölçüde artırmıştır. Ali bin Hudayr, İslam ilimlerinde derin bilgi ve sağlam duruşuyla tanınan bir âlimdir. Onun takdimi, eserin sadece teorik bir çalışma olmadığını; aynı zamanda İslam’ın temel esasları olan tevhit ve tekfir konularında ciddi, dikkatle ele alınması gereken önemli bir kaynak olduğunu göstermektedir. Böyle bir âlim tarafından onaylanması, eserin içeriğine güveni artırmakta ve okuyuculara metnin ilmî ve dini ağırlığını vurgulamaktadır. Bu durum, eserin ümmet nezdindeki kabulünü ve yayılmasını kolaylaştırırken, okuyucuların da metni daha dikkatle ve önemseyerek okumalarını teşvik etmektedir.
İslam’da tekfir meselesi, özellikle kendisini Müslüman olarak tanıtan fakat Allah’ın hükmüne karşı gelen ve tağut olarak adlandırılan kişilerin durumu üzerinde derin bir tartışma alanıdır. Bu bağlamda, tağutların küfrü ile ilgili hükümlerde tevakkuf etmek veya şüphe etmek kimi zaman karışıklıklara sebep olabilmektedir. Özellikle tağutların namaz kılmaları, hac yapmaları, mescit inşa etmeleri, Kur’an bastırmaları, sadaka ve bağışları açıkça vermeleri gibi İslami şiarları yerine getirmeleri, onların durumunu değerlendirmede bazı kimseler için anlaşılması zor hale gelmektedir. Bu kişiler, tağutların küfrünü tekfir etmeyenler, genel olarak üç farklı durumda toplanabilirler. Birinci hal, tağuta ve onun verdiği hükümlere yardım eden, Allah’ın hükmüne kayıtsız kalan, Allah’ın nurunu söndürmek için var güçleriyle çalışan kimselerdir. Bu gruptakiler Allah’ın dostlarına savaş açmış, onların hakkını çiğneyen ve tağutların yanında yer alan kişiler olarak değerlendirilir.
Laik, demokrat ve benzeri tağutların yandaşları, onların sözleriyle konuşan tercümanları ve bu tağutlara ibadete çağıranlar, küfürlerinde hiçbir şüphe bulunmayan kesimdir. İkinci hal, tağutların hallerinin hakikatini bilmeyen ancak Allah’ın bu konuda verdiği hükümden habersiz olmayan kimselerdir. Bu grup, tağutların küfrü hakkında itikadı sağlam olup, sadece durumun detaylarını bilmedikleri için bu konuda tevakkuf ederler ve bu basit cehalet onların imanını zedelemez.
Örnek olarak her gaybı iddia edenin kâfir olduğunu bilen ancak belirli bir kişinin gaybı iddia ettiğini bilmeyen kimse gösterilebilir. Üçüncü hal ise tağutların İslam’dan nasıl çıktıklarını ve neyle küfre girdiklerini bilen, ancak onları tekfir etmekten geri duran kimselerdir. Bu grup kendi içinde iki sınıfa ayrılır. Birinci sınıf, tağutların küfürlerine ve sapıklıklarına inanan, onlara buğz eden ama açıkça kâfir olduklarını ifade etmeyenlerdir. Bu sınıf da üç kısma bölünür. Birincisi müstazaf olanlardır, yani tağutlara karşı direnme gücü olmayan, zorlama altında bulunan kimseler. Bu kısma ikrah altında olanlar ve engeller kalkana kadar mazur görülenler dahildir. İkinci kısım, tağutların küfrüne inanan, bunu kabul eden ancak kendilerini koruyacak güçleri olmasına rağmen bunu açıkça ifade etmeyenlerdir.
Bu kimseler iki yüzlü ve yağcı olarak nitelendirilir ve Allah’ın buyruğu gereği onları takdim eden kişilerden sayılırlar. Günahlarının durumu ise onları bu hale getiren sebep ve gerekçeye göre şekillenir. Üçüncü kısım, tağutların dışındakilerin kâfir olduğunu ancak kendilerinin kâfir olmadığını söyleyenlerdir. Bu kimseler, herhangi bir gerekçe göstermeksizin tağutları tekfir etmekten kaçınırlar ki bu da onlara İslam hükmü vermek anlamına gelir. Çünkü küfür ve İslam arasında vasıta yoktur; kim küfre İslam der veya kâfirlere Müslüman derse o kişi kâfir olur. Zira bu durumda kişi Allah’ın hükmünü reddetmiş olur. İkinci sınıf ise tağutların hakikatini, onları İslam’dan çıkaran hal ve eylemleri bilen ama onları kalben reddeden ve nevi kâfir olan kimselerdir. Bu kişilerin belirli bir tağutu tekfir etmeme gerekçeleri ilimsel şüphe, zihinsel karışıklık, bazı âlimlerin ifadelerinin yanlış anlaşılması veya hüsnü zan gibi sebeplerle olabilir. Bu durum onların tekfir edilmemesini gerektirir ve herhangi birini hüccet ikamesi olmadan veya şüphe giderilmeden tekfir etmek icma ile caiz değildir.
İslam alimlerinin ortak görüşü, tekfirin şartlarının çok ciddi ve açık olması gerektiği, şüpheye yer bırakılmaması gerektiği yönündedir. Çünkü tekfir, insanın imanını doğrudan etkileyen ve onun ahiretini belirleyen ağır bir hükümdür. Bu nedenle, tağutların durumu ve küfürleri ile ilgili hükümlerde ihtiyat ve dikkatle hareket etmek esastır. Allah’ın hükümlerine karşı gelen, O’nun dışında taptıkları veya O’nun hükmünü tanımadıkları için tağut olarak nitelenen kişilerin durumları açık ve net olduğunda, bu kimselerin küfürleri sabittir ve onlara iman edenlerin onları tekfir etmeleri gerekir. Ancak, bu hüküm ancak delillerin kesinliği, hüccetin tamamlanması ve şüphelerin giderilmesiyle geçerlidir. Böylece, dinin temel ilkeleri korunur ve masumlara zarar verilmez. Ayrıca, tağutların bazı İslami amelleri yapmaları, onların küfürlerini ortadan kaldırmaz. Çünkü amel, inançla değerlendirilir; küfür ise inançla alakalıdır. Tağutların namaz kılması, Kur’an okuması, sadaka vermesi gibi dış görünüşler, kalplerindeki küfrü ve şirkleri değiştirmez.
Bu nedenle, onların küfürlerine karşı gereken tutumun net olması, İslam’ın safiyetini korumak açısından önemlidir. Tekfir konusunda yanlış hüküm vermek, hem dinin özüne zarar verir hem de fitneye yol açar. Bu yüzden, alimler tekfir meselesinde çok dikkatli davranmış, şartları ağır tutmuş, kesin delillere dayanmayan tekfirleri reddetmişlerdir. İslam toplumunda birlik ve beraberliğin korunması için bu hassasiyet gereklidir. Nihayetinde, tağutların durumunda üç ana grup olduğu söylenebilir: kesinlikle küfür içinde olup onların küfrünü bilerek destekleyenler; tağutların küfründen habersiz veya şüphe içinde olanlar; ve tağutların küfrünü bilen ama çeşitli sebeplerle açıkça tekfir etmeyenler. Bu grupların her biri için farklı hüküm ve muameleler İslam hukukunda belirlenmiştir.
Bu farklılık, tekfir meselesinin ne denli hassas ve önemli olduğunu ortaya koyar tağutların durumunda tevakkuf ve şüphe, ancak gerçek cehalet ve şartlar oluşmadığında caizdir. Ancak açık delil ve hüccet ortaya çıktığında bu kimselerin küfürlerinin kabulü ve tekfir edilmesi gereklidir. Çünkü iman ile küfür arasında bir vasıta yoktur; her kim kâfir olanı mümin sayarsa, kendisi kâfir olur. Bu ilke, İslam’ın temel doğrularından biridir ve dinde barış ve hakikatin korunması için zorunludur. Tekfir meselesinde bu hassasiyetin gözetilmesi, hem hakikatin korunmasına hem de Müslümanların haklarını ve imanını muhafaza etmeye hizmet eder. Bu nedenle, alimlerin görüşleri ve bu meseleyi ele alış biçimleri, tekfirde ihtiyatlı olmayı ve kesin delillerin aranmasını emreder. Böylece hem yanlış tekfirlerin önüne geçilir hem de küfürde ısrar edenler hakkındaki hüküm doğru bir şekilde yerine getirilmiş olur. İslam toplumunun huzur ve güvenliği için bu denge ve hassasiyet son derece önemlidir.
إنجاح حاجة السائل في أهم المسائل | مجلد 1 | صفحة 1 | العقيدة | جامع الكتب الإسلامية
أهم المسائل إنجاح حاجة السائل تقديم: الشيخ العلامة حمودالعقلاءالشعيبي في وفضيلةالشيخ:علي الخضير تأليف:- أحمد بن حمود الخالدي إهداءلكل موحد بسم الله الرحمن الرح
ketabonline.com

إنجاح حاجة السائل في أهم المسائل | مجلد 1 | صفحة 1 | العقيدة | جامع الكتب الإسلامية
أهم المسائل إنجاح حاجة السائل تقديم: الشيخ العلامة حمودالعقلاءالشعيبي في وفضيلةالشيخ:علي الخضير تأليف:- أحمد بن حمود الخالدي إهداءلكل موحد بسم الله الرحمن الرح
