Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem’in Tabiatı ile Salgın Hastalıklardan Sakınma ve Hastalardan Uzak Durma da Sahîh İrşâdı Husûsundaki Örnekliği[1]
Sahîh Müslim’de sâbit olduğuna göre Câbir bin Abdillâh’ın rivâyet ettiği hadîse göre:
كَانَ فِي وَفْدِ ثَقِيفٍ رَجُلٌ مَجْذُومٌ فَأَرْسَلَ إِلَيْهِ النَّبِيُّ - صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ - ارْجِعْ فَقَدْ بَايَعْنَاكَ
“Sakîf kabilesi heyetinde cüzzamlı biri vardı. Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem ona haber gönderip şöyle dedi: “Geri dön, çünkü biz senin biatini kabul ettik.” (Müslim, Hadîs no. 2231)
El-Buharî Sahîh’inde Ebû Hureyre’den ta’lîk yoluyla rivâyet ettiği hadîse göre Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu,
فِرَّ مِنَ الْمَجْذُومِ كَمَا تَفِرُّ مِنَ الْأَسَدِ
“Aslandan kaçtığın gibi cüzzamlıdan kaç.” (Buhârî, Hadîs no. 5707)
Sunen İbnu Mâce’de yer alan İbnu Abbâs Radiyallâhu Anhumâ’nın hadîsine göre Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu,
لَا تُدِيمُوا النَّظَرَ إِلَى الْمَجْذُومِينَ
“Cüzzamlıya çokça bakmayın.” (İbnu Mâce, Hadîs no. 3543)
Sahîhayn’da geçen Ebû Hureyre Radiyallâhu Anh’ın hadîsine göre o şöyle demiştir: Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu,
لَا يُورِدَنَّ مُمْرِضٌ عَلَى مُصِحٍّ
“Hasta devesi olan onu sağlıklı devesine kesinlikle uğratmasın.” (Buhârî, Hadîs no. 5771, 5773-5775; Muslim, Hadîs no. 2221)
Yine Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem’in şöyle buyurduğu rivayet edilir:
كَلِّمِ الْمَجْذُومَ، وَبَيْنَكَ وَبَيْنَهُ قَيْدُ رُمْحٍ أَوْ رُمْحَيْنِ
“Senin ve onun arasında bir veya iki mızrak boyu mesafeden cüzzamlıyla konuş.” (Ebû Nu’aym el-İsbehânî, et-Tıbb’un Nebevî, Hadîs no. 292)
Cüzzam, bütün vücuda yayılan siyah salgıdan ortaya çıkan kötü bir ilettir. Bütün organların yapısını, durumunu ve şeklini bozar. Bazen hastalığın sonuna doğru onun bulunduğu organın bağlantısı bozulur, ta ki organlar aşınır ve düşer. Buna yine “Aslan Hastalığı” ismi verilir.
Bu isimlendirmede hekimlerin üç görüşü vardır:
Birincisi: Bu hastalık çokça aslanın başına gelir.
İkincisi: Bu illet, hastayı asık yüzlü yapar ve onu aslan görünümlü kılar.
Üçüncüsü: Ona yakın olanlara veya ona yaklaşanlara hastalığı ile aslanın saldırdığı gibi saldırdığındandır.
Hekimlere göre bu illet, bulaşıcı ve nesilden-nesile geçen bir illettir. Cüzzamlıya yaklaşan ve veremli hastası bulunan, kokusuyla (hava yoluyla) hasta olur. Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem, ümmetine olan kâmil şefkati ve onlara yol göstermesinden dolayı, bedenlerine ve kalplerine bir kusur ve ifsâd getiren sebeplerden nehyetmiştir.
Şüphesiz, bu hastalığı kabul etmek için vücutta gizli bir kabiliyet ve potansiyel olabilir. Vücut çok çabuk etkilenen ve onun yakınında bulunan ve ilişki içinde bulunduğu taşıyıcı kişilerden hastalığı kapan bir tabiatta olabilir. Bu hastalıktan korkmak ve vehim içinde olmak, bu illetin ona isâbet etmesindeki en önemli sebeplerindendir. Çünkü vehim çok aktiftir ve direnci ve tabiatları ele geçirir. Belki illetlinin nefesi, sağlıklıya ulaşıp, onu hasta edebilir. Bu durum, bazı hastalıklarda görülmektedir. Hava ise sirayetinin (bulaşma) sebeplerinden birisidir. Bütün bunlara rağmen, hastalığın bulaşması için elbette vücudun bir kabiliyeti ve bu hastalığı kabul etmeye hazırlığının varlığı şarttır. Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem bir kadınla evlenmişti. Zifafa girmek istediğinde, bağrında bir beyazlık gördü ve kadına şöyle dedi:
الْحَقِي بِأَهْلِكِ
“Ailene dön.” (el-Hâkim, el-Müstedrak, Hadîs no. 6808)
İnsanlardan bazıları bu hadîsler ile onları iptal eden ve aykırılığı bulunan başka bazı hadîslerin çatıştığını zannetmiştir. Bu hadislerden birisi, et-Tirmizî’nin Câbir bin Abdillâh’tan rivâyet ettiği şu hadîstir:
أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ - صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ - أَخَذَ بِيَدِ رَجُلٍ مَجْذُومٍ فَأَدْخَلَهَا مَعَهُ فِي الْقَصْعَةِ، وَقَالَ: "كُلْ بِسْمِ اللَّهِ ثِقَةً بِاللَّهِ، وَتَوَكُّلًا عَلَيْهِ
“Rasûlullah Sallallâhu Aleyhi ve Sellem cüzzamlı bir adamın elini tuttu. Kendi eliyle beraber yemek kabının içine sokarak “Allâh’a dayanarak ve O’na güvenerek Bismillâh deyip ye!” buyurdu.” (et-Tirmizî, Hadîs no. 1817; İbnu Mâce, Hadîs no. 3542)
Bu hadisi İbnu Mâce (de) rivâyet etmiştir.
Yine Sahîh’te Ebû Hureyre’nin rivâyet ettiği bir hadiste sâbit olmuştur ki Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:
لَا عَدْوَى وَلَا طِيَرَةَ
“Sirayet (bulaşıcı/salgın) yoktur, uğursuzluk da yoktur.” (el-Buhârî, Hadîs no. 5707, 5756, 5757; Müslim, Hadîs no. 2220, 2222-2225)
Bizler ise şöyle deriz: Allâh’a hamd olsun ki Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem’in sahîh hadîsleri arasında çatışma yoktur. Çatışma olduğunda bu ya iki hadîs’ten birisi Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem’in sözü olmayıp bazı râviler Sîka (güvenilir) olduğu sâbit olmakla beraber (hadîs’de) hata etmiştir. Çünkü Sîka’lar da hata eder. Veya iki hadîsden biri -neshi kabul edebilecek türden ise- diğerini neshetmiştir, veyahut da çatışma bizzat Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem’in sözünde değil de bu sözü duyanın anlayışındadır. Çatışma mutlaka bu üç durumdan birisindedir.
Her ikisi de sahîh, açık ve her yönden çelişkili olup da biri diğerini neshetmeyen iki hadîse gelince: böyle bir hadîs aslen bulunmaz. Dudaklarından yalnızca hak çıkan, es-Sâdık (doğru sözlü) ve el-Mesdûk (tasdiklenen) Nebî’nin sözünde çelişme bulunmasından Allâh korusun. Yanlışlık, nakledilenin bilinmesi ve sahîh olan ile illetli olanını ayırt edilmesindeki eksiklikten veya Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem’in muradını anlamak ve kasdetmediği bir şekilde yorumlamaktaki kusurdan, yahut da ikisinin bir arada bulunmasından ortaya çıkar. İhtilâf ve fesat da buradan gerçekleşmiştir. Tevfîk Allâh’tandır…
İbnu Kuteybe, “İhtilâf’ul Hadîs” isimli eserinde, hadîs düşmanları ile hadîs ehlinin bu konudaki görüşlerini aktararak şöyle der:
“Derler ki: Sizler Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem’den birbiriyle çelişen iki hadîs rivâyet ettiniz. Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem’in şöyle buyurduğunu rivâyet ettiniz:
لَا عَدْوَى وَلَا طِيَرَةَ
“Sirayet yoktur, uğursuzluk da yoktur.” (el-Buhârî, Hadîs no. 5707, 5756, 5757; Müslim, Hadîs no. 2220, 2222-2225)
Ve Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem’e şöyle denilince:
إِنَّ النُّقْبَةَ تَقَعُ بِمِشْفَرِ الْبَعِيرِ، فَيَجْرَبُ لِذَلِكَ الْإِبِلُ. قَالَ: فَمَا أَعْدَى الْأَوَّلَ
“Uyuzluk, devenin dudağında yer eder ve bundan dolayı develere uyuzluk bulaşır” Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem şöyle dedi: “Peki ilk deveye hastalığı sirayet ettiren nedir?” (Buhârî, Hadîs no. 5717, 5770; Müslim, Hadîs no. 2220)
Sizler daha sonra bunu rivâyet ettiniz:
لَا يُورَدُ ذُو عَاهَةٍ عَلَى مُصِحٍّ
“Hasta devesi olan onu sağlıklı devesine kesinlikle uğratmasın.” (Buhârî, Hadîs no. 5771, 5773-5775; Muslim, Hadîs no. 2221)
Ve şunu rivâyet ettiniz:
فِرَّ مِنَ الْمَجْذُومِ فِرَارَكَ مِنَ الْأَسَدِ
“Aslandan kaçışın gibi cüzzamlıdan kaç.” (Buhârî, Hadîs no. 5707)
Bir de şunu rivâyet ettiniz:
أَتَاهُ رَجُلٌ مَجْذُومٌ لِيُبَايِعَهُ بَيْعَةَ الْإِسْلَامِ، فَأَرْسَلَ إِلَيْهِ الْبَيْعَةَ، وَأَمَرَهُ بِالِانْصِرَافِ، وَلَمْ يَأْذَنْ لَهُ
“Bir cüzzamlı adam Nebî’ye Müslüman olduğuna dair biat etmek için geldi. Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem ona (biatına kabul ettiğine dair) haber gönderdi. Onun ayrılmasını emretti ve ona (girmesine) izin vermedi.” (Farklı lafızlarla Müslim, Hadîs no. 2231)
Yine şöyle buyurdu:
الشُّؤْمُ فِي الْمَرْأَةِ وَالدَّارِ وَالدَّابَّةِ
“Uğursuzluk kadında, evde ve hayvanda olur.” (Buhârî, Hadîs no. 5753; Müslim, Hadîs no. 2225)”
Dediler ki: “İşte bütün bunlar birbiriyle çelişkilidir, bazıları diğerlerine benzememektedir.”
Ebu Muhammed (İbnu Kuteybe) dedi ki: “Biz deriz ki: bunlarda bir çelişki yoktur. Her birinin ayrı zamanı ve yeri vardır. Her birisi kendi yerine konulduğunda çelişki ortadan kalkar.
Sirayet iki çeşittir:
Birincisi: Cüzzamın sirayeti: Cüzzamlının nefesi çok etkili olur, yanında uzun süre oturan ve konuşana hastalığı bulaştırır. Cüzzamlının karısı da böyledir: cüzzamlıyla tek örtü altında bulunur (yatar), eza ona da bulaşır, hatta kadın da cüzzama yakalanabilir. Aynı şekilde çocukları da büyüyünce babalarına benzer. Kendinde verem, sıtma ve uyuz bulunanın durumu da böyledir. Hekimler veremli ve cüzzamlıyla birlikte oturmamayı emrederler. Bununla sirayeti kasdetmezler, aksine havanın değişmesini ve uzun süre onu teneffüs edene hastalığın geçeceğini kasdederler. Hekimler, uğura ve uğursuzluğa insanlar arasında en az inanan kişilerdir. Develerde bulunan uyuzluk da böyledir ki o sulu uyuzluktur. Develer birlikte olur, karışır veya aynı yerde barınırsa, içtiği sudan veya yaradan hastalığı kapar. İşte bu Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem’in şu sözünü sarf ettiği manadır:
لَا يُورَدُ ذُو عَاهَةٍ عَلَى مُصِحٍّ
“Hasta devesi olan onu sağlıklı devesine kesinlikle uğratmasın.” (Buhârî, Hadîs no. 5771, 5773-5775; Muslim, Hadîs no. 2221)
Böylelikle Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem, yaradan bir şey kapmaması için hastanın, sağlıklıyla karıştırılmasını kerih görmüştür.
Sirayetin ikinci cinsine gelince: herhangi bir bölgedeki Tâ’ûn hastalığıdır. Bulaşmaması için insanlar sirayet etmesinden kaçar. Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:
إِذَا وَقَعَ بِبَلَدٍ وَأَنْتُمْ بِهِ فَلَا تَخْرُجُوا مِنْهُ وَإِذَا كَانَ بِبَلَدٍ فَلَا تَدْخُلُوهُ
“Sizin içinde bulunduğunuz bir yerde Tâ’ûn vaki olursa, o yerden çıkmayın ve bir yerde olduğunda o yere gitmeyin.” (Yakın lafızla Buhârî, Hadîs no. 3473; Muslim, Hadîs no. 2218)
“Tâ’ûn bir beldede bulundukça o yerden çıkmayın” sözü ile şunu kastetmiştir: “Sanki siz, Allâh'ın takdîrinden kaçmayı, sizi Allâh’tan kurtaracağını zannediyorsunuz”. “Bir yerde olduğunda o yere gitmeyin” sözüyle ise şunu kastetmiştir: “Tâ’ûnsuz bölgede kalmanız kalpleriniz için daha sekînet verici, yaşamanız için daha güzeldir.”
Kadın veya evin uğursuzluğu işte bundan bilinir. Erkeğin başına kerih gördüğü bir şey veya bir sıkıntı gelince şöyle der: “Uğursuzluğu o kadın getirdi”. İşte, Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem’in hakkında şunu söylediği sirayet budur:
لَا عَدْوَى
“Sirayet yoktur.” (el-Buhârî, Hadîs no. 5707, 5756, 5757; Müslim, Hadîs no. 2220, 2222-2225)”
(İbnu Kuteybe’den alıntı burada sona ermektedir.)
Başka bir grup şöyle der: “Aksine, cüzzamlıdan uzaklaşma ve kaçma emri, müstehap, ihtiyâr (tercih) ve yönlendirme niteliğindedir. Onunla birlikte yemesi ise, beraberce yemenin caiz olup haram olmadığını göstermek için yapmıştır.”
Başka bir grup ise şöyle dedi: “Bu iki hitap, küllî (genel) değil, cüz’î (özel)dir. Her kişiye Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem durumuna göre hitap etmiştir. Bazı insanlar, kuvvetli îmân ve tevekkül sâhibidir ve bu tevekkül kuvveti tıpkı güçlü tabiatın hastalığı defedip yok etmesi gibi sirayet kuvvetini defeder ve onu iptal eder. Bazıları ise buna güç yetiremez. Böylesine de ihtiyatla hitap etmiştir ve korunmayı ele almıştır. Aynı şekilde, Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem ümmetinin her ikisine de uyması için, iki durumu birlikte uygulamıştır ki gücü yeten, (Allâh’a) tevekkül, güç ve O’na güvenme yolunu, onlardan zayıf olanları ise korunma ve ihtiyat yolunu seçebilsin. Bunların her ikisi de doğru yoldur. Biri kuvvetli mü’min için, diğeri ise zayıf mü’min içindir. Böylece her iki grubun durumlarına uygun ve onlara münâsib bir hüccet ve bir model vardır. Bu Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem’in dağlama yapmış fakat dağlama yapmayanı övmüş olması, terk etmeyi tevekküle yaklaştırmış olmasına ve uğursuzluğu terk etmiş olmasına benzer. Bunun benzerleri çoktur. İşte bu ince ve gerçekten güzel bir yoldur. Hakkını veren ve özünü fıkıh etmeyle rızıklanan için sahîh sünnette olduğunu zannettiği birçok çatışma durumu ortadan kalkar.”
Bir başka grup ise şu görüşü seçmiştir: “Cüzzamlıdan kaçma ve uzaklaşma emri tabiî bir durumdur. Bu tabiî durum, hastadaki mikrobun dokunma, birlikte olma ve teneffüs yoluyla sağlıklı kişiye geçmesidir; bu ise sürekli hastayla beraber olma ve dokunmakla olur. Cüzzamlıyla bir râcih maslahat dolayısıyla birlikte az bir süre yemesinin bir sakıncası yoktur. Sirayet bir defada ve kısa bir sürede hâsıl olmaz. Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem bunu kötülükleri önlemek ve sağlığı korumak maksadıyla yasaklamış, ihtiyaç ve maslahat ölçüsünde beraber olmuştur. Bundan dolayı, aralarında bir çelişki yoktur.”
Başka bir grup da şöyle diyor: “Birlikte yediği cüzzamlı cüzzamdan az bir şeye tutulmuş ve kendinden sirayet etmeyecek kadar hasta olabilir. Bütün cüzzamlılar aynı değildir, hepsinden de sirayet etmez. Bilakis, bazı cüzzamlılarla birlikte olmak zarar vermez ve hastalık sirayet etmez. Bu hastalar, hastalık biraz bulaşıp sonra hastalık durup bu şekilde devam eden ve vücudunun diğer kısımlarına bulaşmayan hastalardır ki, onların hastalığının başkasına sirayet etmemesi daha evla ve doğrudur.”
Başka bir grup şöyle diyor: “Câhiliye insanı sirayet edici hastalıkların, Allâh Subhânehu’ya nisbeti söz konusu olmaksızın doğrudan hastalığın kendi özelliğinden bulaşıcı olduğuna inanırdı. Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem onların bu inançlarını iptal etti ve hastalık ve şifâ verenin Allâh Subhânehu olduğunu belirtmek için cüzzamlıyla birlikte yedi. Bunun Allah'ın sebepleri ve sonuçlarına götürücü şekilde yaratmasından ötürü olduğunu anlamaları için cüzzamlıya yaklaşmalarını nehyetti.
Yasaklamasında bu sebepleri isbat etme söz konusu iken fiilinde bu sebeplerin bağımsız olmadığını, bilakis, dilediği takdirde Rabb Subhânehu’nun onların kuvvetini alıp tesirini önlediğini, dilerse de olduğu gibi bırakıp tesir ettiğini açıklaması söz konusudur.”
Bir başka grup ise şöyle dedi: “Bilakis bu hadisler içerisinde nâsih ve mensûh vardır. Târihlerine bakılır. Daha sonra olanı bilinirse, nâsih olduğuna hükmedilir, aksi takdirde bir değerlendirmeye girişmekten kaçınılır.”
Başka bir grup da şöyle dedi: “Bilakis bunların bir kısmı tam olarak tesbît edilmiş, bir kısmı ise tesbît edilememiştir.” Bunlar “Sirayet yoktur” hadisi hakkında şöyle demişlerdir: “Ebû Hureyre Radiyallâhu Anh, önce bu hadîsi rivayet ederdi, sonra bunda şek (şüphe) etti ve onu (nakletmeyi) terk etti. Kendisine başvurup, “Bunu senin tahdîs ettiğini duyduk” dediklerinde, tahdîs etmeye karşı çıktı.” Ebû Seleme şöyle dedi: “Ebû Hureyre bu hadîsi unuttu mu, yoksa hadîslerden biri diğerini nesh mi etti, bilmiyorum.”
Câbir Radiyallâhu Anh’ın rivâyet ettiğine göre:
أَنَّ النَّبِيَّ - صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ - أَخَذَ بِيَدِ مَجْذُومٍ فَأَدْخَلَهَا مَعَهُ فِي الْقَصْعَةِ
“Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem, bir cüzzamlının elini tuttu. Kendi eliyle beraber yemek kabının içine soktu.” (Yakın lafızlarla et-Tirmizî, Hadîs no. 1817; İbnu Mâce, Hadîs no. 3542)
Bu hadîs, sâbit ve sahîh bir hadîs değildir. Et-Tirmizî’nin bu hadîsle ilgili değerlendirmesi, “Garîb bir hadîs olduğu” şeklindedir, bu hadîsi de ne sahîhledi ne de hasenledi.
Şu’be ve başkaları derler ki, “Bu çeşit garîb hadîslerden sakının.”
Tirmizî de diyor ki: “Bu, Ömer Radiyallâhu Anh’ın fiili olarak rivâyet edilir ki bu sâbittir.”
Yasaklama hadîsleriyle çatıştırılan iki hadîsin durumu işte budur: Birincisini Ebû Hureyre rivâyet etmekten vazgeçmiş ve onu inkâr etmiş, ikincisi ise Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem’den sahîh değildir. Allâh en iyisini bilir.
Bu konuyu “el-Miftâh” adlı eserimizde buradakinden daha geniş bir şekilde ele aldık. Tevfîk Allâh’tandır…