Sözler Ve Notlar - Ömer Öngüt
Beyazıd-ı Bestami'nin “Ben ilmimi haktan aldım.” Yalanı (S.21)
Bu iç ilimler Hakk'tan gelir, bunlar Hazret-i Allah'ın ihsanıdır. Çalışmakla elde edilecek şeyler değildir. Mevlâ dilediğine verir dilerse İhsan eder. Bunu böyle bilelim. Bâyezid-i Bestâmi (k.s) Hazretlerimiz «Ben ilmî Hakk'tan aldım» buyururlar. Arifin kelâmı da ken dinden gelmez.
“Batıni tevbe mürşide bağlanmakla kaimdir” yalanı (S.27)
Batıni tevbe inâbe ile kâimdir. Hakk'tan gelen feyz-i îlâhi sayesinde kalpteki mâsivâ otları kurutulur. Kalp ekilmeye hazır bir tarla hâline gelir. Kemal bulmuş bir elden kalbe tevhici tohumu düştüğü zaman hemen filiz verir ve ağaç olur. Yerlerin dibine kök salar, dalları ise semâlara yükselir. O tohumu kemal bulmuş bir elden almak şarttır.
Rüya ile peygamberimizin ölmediğine hüküm vermesi yalanı (S.48)
Rüya:
Cenâb-ı Peygamber (s.a) Efendimiz hayatta oluyorlarmış, Mübarek ellerini öpmeye giderken uyanıyorum.
Buyrulduki:
«Bizim ruhumuz ölü olduğu için, O'nları ölü zannediyoruz, öteki âleme gitti, bu âlemden haberleri yokmuş gibi zannediyoruz. Bu da tabliki cehaletimizin eseri ve asandır.
Meselâ bir odanın içinde bulunuyoruz. Camdan baktığımız zaman dışarıda olmadığımız halde, dış âlemi olduğu gibi görebiliyoruz. Kabirde incecik bir tül perde gibidir. O perde camdan daha şeffaftırki, her peyi, her tarafı görürler. O perde bize mahsustur, biz içeriyi göremiyoruz. Görenler yine içeriyi de görürler.
Binaenaleyh Cenâb-ı Fahr-i Kâinat (s.a) Efendimizi ölü zannetmeyelim.»
Şeyh Esat efendi ile sapık iddiaları (S.53-54)
Şeyh Es'ad Efendi (ks) Hazretlerimiz Onlar hakkında «Eylemiş nesr-i hakikat Bayezid-i rehnüma » bu yürüyor. Bir çok veliler kapalı tutmuşlar, fakat o birçok hakikatleri ifşa etmiştir.
Nitekim bir defasında evlerine gelip seslenen kimseye soruyor. “Kimi arıyorsun.” «Bayezid-i anyonum»' " Kalk git, Allah'dan başka kimse yok burada» diyor.
Bu gibi ifşaatlar vermişlerdir. Bu söz görünüşte bâtıl gibi görünür, ehlince çok mühim bir sözdür. Bir ifşaatdır.
“Nakşi tarikatı ilim irfan mektebidir.” yalanı (S.63)
Tarikat-ı aliyye ilim - irfan mektebidir. Mektebe girdikten sonra, artık hakikati tahsil etmek gerekiyor. Hakikât tahsili zannettiğimiz gibi değil, icâb ettiği gibidir. Zan insanı aldatır, ancak hakikat insanı kurtarır. Bu ise bilmekle olmaz, Hazret-i Allah'ın duyurması İle olur. Yani Arifin kelâmı hiçbir zaman anlatılan şeylerle husule gelmez. Bir Arife Mevlâ lütfunu akıtmadıkça onda hiçbir şey olmaz. Ona hakikati bildirmedikçe o da hiçbir şey bilemez. Şu halde boş bir kutu olduğumuzu bilelim. Mevlâ bir nesne ihsan ediverir mi diye gözetliyelim. ikram edince de artık onu benimsemeyelim. O'nun lütfü böylece ziyadeleşir. Kendimize mâl edersek, o verdiğini de alır, bomboş kalırız, işlerimiz hep varlıkla olur. Çünkü içerde artık Rahman kalmadı, hep şeytan doldu. Rahman olursa «Var» İte konuşulur, şeytan olursa "ene" ile konuşulur.»
Tasavvuf dininde vahdet-i vücut, vahdet-i şuhud inancı ve sapıklığı (S.111)
Meselâ Bayezid-t Bestami (ks) Hazretlerimiz mest halinde
«— Kendimi teşbih ederim, şanım ne kadar yücedir.» buyurmuştur. Bu hâl haber verilince «Şayet bir daha böyle birşey olursa batta ile bıçakla üzerime yürüyün» diye emir veriyor. Ayni hâl zuhur ettiğinde, müridan balta ve bıçaklarla üzerine yürüyorlar, hiçbir şey olmuyor. Asli haline döndüğü zaman «Efendim, yine böyle bir söz söylediniz, üzerinize yürüdük, hiç bir şey olmadı.» diyorlar.
Eline bir iğne alıp batırıyor ve görüyorlar ki kan çıkıyor. «Bayezid odur ki bir iğnenin acısına tahammül edemez, o Bayezid değildi.» buyuruyor.
Ömer Öngüt Beyazıd'ın bir küfür sözünü peygamber söyledi diyerek Allah'a, resulüne, kitabına iftira ediyor (S.116)
(Yine Sultan Veled'den nakledilmiştir; Bir gün iler gelen sofiler babam Hüdavendigardan : “Ebu yezid (Tanrı rahmet etsin), Ben tanrımı daha sakalı bitmemiş çocuk suretinde gördüm, buyuruyor. Bu nasıl olur ?” diye sordular . Babam: Bunun iki hükmü vardır : ya Beyazıd tanrıyı sakalı bitmemiş genç şeklinde görmüş yahut Beyazıd'dın meylinde ötürü Tanrı onun gözüne genç çocuk suretinde görünmüştür.” Dedi yalanı;
ŞARK İSLAM KLASİKLERİ ---ARİFLERİN MENKIBALERİ--- AHMET EFLAKİ
İSTANBUL 1989 S. 56 CİLT-2 )
Cenâb-ı Fahr-i Kâinat (s.a) Efendimiz de «Ben Rabbimi güzel bir genç, suretinde gördüm.» buyurmuşlardır .
“Yakın kullarına farkında olmadan Allah tecelli eder.”iddiası (S.116-117)
Yakîn olan kullarına Hakk Celle ve Âlâ Hazretleri Kendileri farkında olmayarak, matluptan İçinde tecelli eder.
Hallacı Mansur'un bu tecelli karşısında “Ene'l Hakk” demesi küfrü (S.117)
Ha!lâc-ı Mansûr (k.s), «Ene'l-Hakk=Ben Hakk'ım» derken
Cüneyd-i Bağdadi'nin bu tecelli ile “Sırtımdaki cübbenin içinde Allah'tan gayrısı yok “ küfrü(S.117)
Cüneyd-i Bağdadî (ks) Hazretleri bu tecelli ile karşılaştığı zaman; «Sırtımdaki cübbenin içinde Hakk'tarı gayrisi yoktur.» sözünü söylemiş.
c)Beyazıd-ı Bestami “Kendimi tesbih ederim . Şanım ne yücedir.”küfrü (S.117)
Bayezid-i Bestâmf (k.s) Hazretleri ise;
" Kendimi teşbih ederim, fânim ne kadar yücedir"
buyurmuş. O tecelli o kaba sığmadığı için, taşkınlık alâmetleri zuhur etmiştir.
”Resulullah'a tam varis olanlar onu görebilir.” Yalanı (S.117)
Cenâb-ı Fahr-i Kâinat (s.a) Efendinizin görülmesi de aynı şekildedir. Görenin istidadına göre muhtelif şekillerde görülür. O'nu gördüm sanılmasın. Ancak her hâlinde Ona tam vâris olanlar O'nu görebilir. Başka hiç kimse hiçbir zaman aslını göremez.
“Allah dilediği zaman letafetini işletir .Yani mürşid-i kamil olrak görünüyor, fakat hiç alemini kimse bilmez” iftirası(S.117-118)
Şunu da çok iyi bilmek gerekiyorki, bu tecellilere mazhar olmak için mutlaka bir Rehber-i Sâdık'a ihti yaç vardır. Çünkü onun Sebeb-i mevcudat (s.a) Efen dimizle münâsebeti var, vekili olduğu için onu bizzat O destekliyor.,Aynı zamanda Mürsid-i Kâmili geçmiş Pirân-ı İzam da destekler. Bilhassa şeyhi dâima ya nında bulunur. Hakk Celle ve Âlâ Hazretleri dilediği zaman letâfâtını işletir. Yani Mürşîd-i kâmil olarak görünüyor, fakat iç âlemini hiçkimse bilmez. Hareketlerinin birçoğundan belki kendisi bile haberdar olmaz. Intisab etmedeki esrar bu olmuş oluyor. Hazret-i Allah ve Habib-i Ekrem'i başka kimsede ' tecelli etmez Onu onlar destekler.Kimse Onları görmez de Mürsid-i Kâmili görür. Halbuki Mürşid-i kâmil latiftin de bir insandır. Hep ordan hep Onlardan geliyor. Cenâb-ı Hakk öyle murad etmiş, müridân da ordan alı yor. Böylece şeyhte terbiye gördükten sonra Fenâ'fir- râsul'e, daha sonra da Fena' fillah'a geçsin.
“Geylani'nin nefsi açlığa dayanamayıp burnundan çıkmış bir tası yalamaya başlamış” yalanı (S.152)
Abdülkâdir Geylâni (k.s) Hazretlerimiz o derece aç kalmışlar riyazet yapmışlar ki, nefsi tahammül edem eyerek, sinek şeklinde burnundan çıkmış, bir tası yalamaya başlamış, içeriye gireceği zaman «Koymam içeriye» buyurmuşlar. «Mücadelen kaçtığın için mi beni sokmuyorsun?» deyince «Hayır, lâkin kendini beğenirsin diye çekiniyorum." cevabını vermişler.
«Biz seni onunla seviyoruz» hitabı karşısında ise, izin verip içeriye almışlar.
Nefse zerre kadar paye vermemişler. Ne haddelerden süzülmüşler de tekâmül etmişler.»
Şeyh'in eşiğinde kula kul olup , izzetini yitiren Şah-ı Nakşibend (S.160-161)
Şah-ı Nakşibend (k.s) Hazretlerimizin bir hâli ve Eyüb aleyhisselâmın da bir hâli gözümün önüne geleli şu ânda. Efendimiz Sultanimiz, şeyhi Emir Külâl Hazretlerinin kapısına yalın ayak, dikenler batmış, yor gun olarak varıp, içeriye girdiği zaman, kim o? buyurdular. Bahaüddin denince-, «Atın dışarıya.» buyurdular. Dışarıya atıldığında, nefsi serkeşlik etmek istedi «Ey nefis, şeyh ne yaparsa haklıdır, ben bu yolu Allah için kabul ettim.» diye kulağını çektiler ve sabaha kadara mübarek başlarını kapının eşiğinden kaldırmadılar. Ertesi günü şeyh hazretleri dışarıya çıkarken ayağını atdılar, boynuna bastılar, «Kim bu?» dediler. «Bahaüddin »denince, elinden tuttular, içeriye aldılar, su ısıtdılar, dikenlerini elleriyle çıkardılar. Sonra hilâtlarını çıkarıp sırtına giydirdiler. «Oğlum bu hilât sana yakışır" buyurdular.
Şah-ı Nakşibend Hazretlerimiz buyururlar ki Şeyhi min o hâli ile benim o hâlim hiç gözümün önünden gitmiyor. Şimdi biz de her sabah evden çıkarken, böyle mürid arıyoruz amma. şimdi zaten mürid kalmadı ki, hepsi şeyh hâlife oldu.»
Efendi Hz. ölmüş oğlunu eve çağırarak anasına göstermesi yalanı (S.163-164)
Hakk'tan gelenin hepsi güzeldir. Nefsimize acı gelir. Yoksa hepsi tatlıdır. Hep takdire dayanıyor bu işler.
Tasavvur, buyurun ki, Efendi Hazretleri rahmetli vâlidanımdan neler çekti de, hiçbir gün hiç kimseye şikâyet etmedi. Vâlidanım çok sertdi, çok celalli idi, ihvan girip çıkarken çok dikkatli olurdu. Bütün müridan vâlidanımdan çok korkardı. Biz yalnız müstesna idik. Bizi çok severdi. Allah'ım nur içinde yatırsın, sevdiği için de ne desek hoş görürdü.
Efendi Hazretlerinin başına gelen ibtilâya bakın ki bir oğlu çok sevdiği diğer oğlunu vurdu.
İnsan düşünürse, şu ibtilâya bakın efendim. Ve demiş «Onu vurmaya gidiyorum» diye.
Vâlidanım «Efendi, sana onu vurmaya gidiyorum dedi de niçin mâni olmadın?» dediğinde «Hazret-i Allah takdir ettiği işde kişinin basiretini bağlar.» buyurmuş.
— Efendim, bir kardeşimiz nakletmişdi, oğlunu göstermişler galiba.
«Evet birgün de göstermişler. Vâlidanım bize söylemişdi. Kimseye bir şey demezsen sana Ahmed'i gösteririm buyurmuş. Kimseye demem demiş. Efendi Hazretleri sabah namazından sonra geri dönmüş. Ahmed gelmiş, babasının ve annesinin elini öpmüş. Bir müddet oturduktan sonra «Hadi oğlum kalk git» buyurunca kalkıp gitmiş. Daha gider gitmez Vâlidanım komşuya atlamış «Ben Ahmed'i gördüm» demiş. Ondan sonrada bir daha görememiş.»
“Denizler çeşit çeşittir” yalanı (S.214-215)
«Denizler çeşit çeşittir. Mevlânın deryasından Ha bibi'nin deryasına, Habibi'nin deryasından zamanın kutbunun mürşidinin deryasına ve o deryadan da murad ettiği yerlere taksim olunur. Onlara Feyz-i ilâhiye denir ki o depolardan kişinin Hakk'a karşı muhabbeti nisbetinde kalbe akar. Herkesin muhabbeti nisbe tinde borusu genişler, kalbi de o nisbetine vüs'at bu lur. Bu kalp vüs'at bula bula göl haline gelir. Sonra d a derya haline gelir.»
Tasavvufun kelime-i tevhidi “la mevcuda ilallah”(Allah'tan başka mevcut yoktur) hurafesi (S.218)
«Kelime-i Tevhid'i söyleyebilmek kaide, hâlde, fi lde olur ve çok güçtür. (La mevcûde illallah) merhalesine geçen kimse Hakk'tan başka her şeyin yok olduğunu, varsa O'nun olduğunu görür. Evet görünüşte var, var amma O var etti. Hakk'tan gayri hiçbir şey yok. Şu halde niçin Hakk'tan gayrısına tutunuyonuz? işte o zaman Kelime-i Tevhid'i söyleyemiyoruz denektir. Bu incelikleri söyleyebilmek çözebilmek Cenâb-ı Hakk'ın müyesser ettiği kullar için çok kolaydır,
Ömer Öngüt vahdet-i vücudu işliyor (S.219)
Bazı insanlar da vardır ki, tuzun suda eridiği gibi varlıklarını eritmişlerdir yok olmuşlardır. Bunlar ise Hakk île çekenlerdir. «La mabude illallah. La maksude illallah, La mevcûde illallah...» Tevhitlerine de nâ il olurlar.
“Yolumuzun efendisi Şah-ı Nakşibendi (K.S) 'Ben bir kafirden de aşağıyım'” şerefsizliği (S.248)
«Yolumuzun Efendisi Şah-ı Nakşibend (k.s) Hazretlerimiz o kadara hâkikata nail olmuşlar ve öyle bin ışık tutmuşlar ki «Ben değersiz bir mahlûkum» buyurmuşlar. Çünkü Herşeyjn O'nun olduğunu Onlar gözleri ile görüyorlar. Hattâ bir defasında müridanla beraber bir balçığa rast geldiklerinde «Ben bu balçıktan da aşağıyım» buyuruyorlar. Bunun aksi iddia edildi ğinde ise «Hayır hayır, ben bir kâfirden de aşağıyım» cevabını veriyorlar.
Geylani'nin Allah'a iftira ediyor (S.249)
Hazret-i Allah, Seyyid Abdülkâdir Geylani (k.s) Hazretlerine murakabada :
«Zâhidler yolu nefis içinde, Arifler yolu kalp içinde. Vâkıflar yolu ruh içinde. Bizim öyle kullarımız var ki, Biz onları sırf kendimiz için yarattık. Onlardan bi ri de sensin yâ Abdülkâdir.» buyurmuşlardır.
Ömer Öngüt İbrahim Ethem hakkında yalan bir rüya uyduruyor (S.251)
"İbrahim Ethem Hazretleri buyuruyorlarki: Rüyada Cebrail Aleyhisselâmı gördüm, gökten iniyordu. Elin de divit kalem vardı. Sordum:
• Yâ Cebrail, Nereye geliyorsun?
• Yeryüzüne geliyorum.
• Ne yapacaksın?
• Hazret-i Allah'ın sevgili kullarını yazacağım.
• Beni de yazacak mısın?
• Hayır, senin için emir almadım.
— Evet. ben biliyorum, ben Onlardan değilim, amma Onları çok seviyorum, dedim.
Cebrail aleyhisselâm durakladı, sonra «Evet seni yazacağım, hem de en başa yazacağım» diye cevap verdi.
Hazret-i Allah'ın sevgililerini sevmek, bu kadara lutfe mazhar olur. Fakat bu arada sevmediğini sevmek de o derece zararlıdır.»
Halkı batıl inançlara sürüklemek için Esat efendi için uydurulan rüyalar (S.256-257)
Şeyh Es'ad Efendi (k.s) Hazretlerimizin camii şerifinde imamlık yapan bîr kardeşimiz, ziyaretleri sırasında tanıdığı Efendi Hazretlerine intisap etmek istediğinde istihare yapması buyuruluyor.
Yaptığı İstiharede şöyle gösteriliyor:
«Çok büyük meyvelik bir bahçe, içersinde çok büyük bir köşk, köşk içinde çok büyük bir zat oturuyor. Yanma gitmek istediğinde kapıda bulunan arabi nöbetçi müsaade etmiyor. Bu zat'a gidebilmeniz için şu zat'a hizmet etmeniz gerekiyor diyerek, ayni bahçe içinde, diğer bir köşkte oturan Efendi Hazretlerini gösteriyor.
Kardeş nöbetçiye İtiraz ediyor, «Bende şeriatın bir imamıyım, o zat'a hizmet etmeden gitmek istiyorum» diyor.
Arabî nöbetçi diyor ki: — Burası hususi bir yol dur. Bu Zat'a gitmek için O zat'a hizmet etmeniz lâzımdır.
• Peki öyleyse bu Zat'ın kim olduğunu söyleyin.
• Menemende iğne ile şehit edilen Es'ad Efendi Hazretleridir.»
Kardeşimiz ertesi gece yine istihare yapıyor. Aynî rüyayı, ayni konuşmalarla, aynen görüyor.
Hayırdır inşaallah diyerek üçüncü gece yine istihare yapıyor. Ayni rüyayı ayni konuşmalarla tekrar görüyor.
Ömer Öngüt'ün yolu şeyh Esat efendi Hz. çizdiği yoldur.(S.257-258)
«Yolumuz o yol olduğunu. Şeyh Es'ad Efendi (k.s) Hazretlerimizin çizdiği yol üzerinde yürüdüğümüzü belirtmek maksadı ile Risale-i Es'adiyyeyi bastırmışızdır.
Çünkü görülüyor ki, farz-ı mahal Efendi Hazretle rinin halifesiyim diye ortaya çıkan nice kimselerin ellerindeki derslerin hepsi ayrı ayrıdır. Hepsinin ders kağıtları bir değildir.
Bu noktada bizim düsturumuz Efendilerimizin izidir. Biz bu yoldan gidince, bu yolda gitmek istiyenlere de bu yolu gösteriyoruz. Bunu ihvan iyiden iyiye bilsin.
Tek kelime ile Hakikatten ayrılmamak, ayrılanları da Onunla bilmek ve bildirmek için Risale-i Es'adiy yeyi bastırmışızdır. O büyük bir ölçüdür.
Hazret-i Allah Efendilerimin yolunu benimsetmiş. Kılı kılına ayrılmamak için, bütün kalıbımızla hareket ediyoruz. Çünkü Ondan fazla birşey bilmiyoruz. Bilmediğimiz için, bilenin izinden yürümeyi kendimize düstur olarak kabul ediyoruz.
Küçücük bir çığır açarsam, kendimi yoldan ayrılmış kabul ederim.
Ve biz bu arada, sırf Onların Yolunun hizmetçisi olarak kabul ediyoruz kendimizi.
Onun için Onlar sahip çıkıyorlar yola. Bütün müridânın üzerindeki himmet ve tasarruf hep Onlarındır.
Biz bunu katiyyen benimsemiyoruz, kabul etmiyoruz. Onlarda bütün kanatları ile müridânın üzerine gelmişlerdir.
Maazallah küçücük bir varlık husule gelse, belki onlar çekiliverecekler ve bütün ihvanın feyzi kesilmiş olacak.
Onların deryası olduğu için, ihvanlar deryâlar içersinde rahat rahat yüzebiliyorlar hamdolsun.»
Ömer Öngüt şeyh Esat efendiye , İlahlık vasıflarını veriyor (S.258-260)
«Şeyh Es'ad Efendi (k.s) Hazretlerimiz çok büyük bir zâttır.
Şöyle arzedelim ki, Hacı Halil Efendi Hazretlerimizın zamanın kutbu olduğunu her haliyle gördüğümüz gibi gözümüzle görmüştük.
Buna rağmen geceleri Şeyh Es'ad Efendi (k.s) Hazretlerimiz abd-i acizle meşgul oldular. Efendi Haz retleri hayatda idi. Bizzat onların huzur-u saadetlerinde idik, sık sık görüşürdük. Gerçi onlar güneş gibidir. Uzaklık yakınlık diye bir mesafe yoktur. Buna rağmen Şeyh Es'ad Efendi (k.s) hazretlerimiz geceleri meşgul oldular.
Hana yatdığımız manevi hastahane dahî Şeyh Es'ad Efendi (k.s) Hazretlerimize ait idi. Birçok esrar ları bildirirlerdi.. Bir noktada da onları biraz gücen dirdik. Başka sırlar ifşa ederlerdi. «Oğlum bunu kimse ye söyleme» buyurdukları da vaki idi.
Demek istediğimiz, zamanın kutbu ve mutasarrıfı olduğu halde, Onlar ilgi gösterirdi. Tek kelime ile, çok büyük olduklarını anlatabilmek için bunu arz ediyoruz.
Şeyh Es'ad Efendi (k.s) Hazretlerimizi biz bilmezdik. Intlsab ettiğimiz anda onlara sonsuz bir muhab betimiz uyandı. Bir hafta sonra tecelli ettiler, ve bir daha da bırakmadılar. O muhabbeti bahşeden de Onlar.
Ama ne kadara muhabbet. Halen bu an dahi Efendi Hazretleri ile Şeyh Es'ad Efendi (k.s) Hazretlerinin ; muhabbetin; bir teraziye koysalar, bir gelir. Hiç eksilmedi. Bu da onların lütfü.
Allah'ımız istifade etmek nimetini bizlere ihsan buyursun.
Bazan Onların yolunda bulunduğumdan da cidden haya ediyorum. Onların âlî hâllerini görünce, kendi halimizi kıyas ediyoruz, kendimizi bu yola bile lâyık görmüyoruz. Kıyas ettiğimiz zaman, bir mahcubiyetden başka birşey göremeyiz. Hazret-i Allah ne büyük kemaliyet bahşetmiş.»
«Efendi Hazretlerinin manevî sehaveti o derece idi ki, bunu size şöyle arzedelîm: Her gördüğüne «Beraber... Beraber...» buyururlardı.
Onlara, kemâliyeti nisbetinde sehavet verilir. Ne büyük bir iütuf...
Onlarla beraber olmak bîr ihsan-ı ilâhiyedir. Onlar bu kelimeyi herkes için kullanırdı. Fakat Onların bu sözü boşa değildir. «Beraberiz...» dediği kimse ile beraberdir. Onlar.
Çünkü kal ile beraber, hâl ile ve fiil ile de tasarruf altına alırlar. Bu derece sehavetleri vardı.
O bakımdan, Allah'ımız lütuf beraberliğinden ayır masın»
Bu anlatılan olaya inanan Şeyh Esat Efendi ve Ömer Öngüt en büyük zulmü işliyor . (S.261)
Şeyh Es'ad Efendi (k.s) Hazretlerimiz o kadara ileriye gitmişler ki, herhangi bir hâl kendilerinde tecelli ederse «Şeyhimin himmet ve tasarruflarıdır» buyururlarmış.
Hatta bir defasında bir zât, Şeyh Taha Hazretlerinin kabrini ziyarete gitmiş, istimdat etmiş, cevap gelmemiş. Yanındaki kabirden bir zât «O burada yok, İstanbul'da Şeyh Es'ad Efendi Hazretlerinin yanında» buyurmuş, Yani burada yok ki sana cevap versin.
Pirân-ı izam zamanın mürşidinin muhakkak yanın dadırlar. Onların tasarrufu ile her şey olur. Onu Onlar ihata ederler, bir nevi Onlar idare ederler. Çünkü On lar kınından çıkmış Kılıç gibidirler. Dünyâda iken insan her an nefsinin hile ve desiselerine uyabilir. Nefis insanı anlatılamıyacak kötülüklere duçar eder, hiç umulmayacak yerde maazallah kaydırabilir. Onun için o hilekâr nefsin, tard olunmuş şeytanın şerrinden kurtulmak için, Pirân-ı izam o Mürşidin etrafındadır. Onların tasarrufları bambaşkadır.
Ömer Öngüt Şeyh Esat Efendi'nin Şahsında Allah'a, resulüne, kitabına , İslam'a açıktan açığa iftira ediyor.(S.262-263)
Şeyh Es'ad Efendi Hazretlerimizin Hâne-i saadetinde bulunuyorduk. Kerimesi var, vâlidânım var. O meyanda tecellî buyurdu Şeyh Es'ad Efendi (k.s) Hazretlerimiz öyle tecelli ettiler ki, tecellisini size şöyle arzedelim:
Cennet-i âlâya girdikten sonra, bir ehl-i cenneti makamına doğru götürürlerken birisini görecek ve secdeye kapanacak. Onu götüren melek diyecek ki, " Niçin secdeye kapandın?», «Ben Cenâb-ı Allah'ı gördüm de secdeye kapandım»,,«Hayır o Allah değil. Hazret-i Allah onu sana hizmetçi, olarak vermiştir.» buyuracak.
O kadara güzel ki, onu Hazret-i Allah zannıyla secde etmiş.
İşte Hazret-i Allah'ın verdiği büyüklük ile, bir velî insanlara tecelli etse, hafsalası almaz. Onu Hazret-i Allah sanır.
Öyle bir tecelli ettiler , hafsalamız almadı. Ne büyükmüş ne büyükmüş dedik. Ya Cenâb-ı Fahr-i Kâinat Efendimiz tecelli etseydi?
Vekili tecelli ettiği zaman hafsalamız durdu. Onlar tecelli etseydi acaba orada ne kalırdı?
Bizi hıfsetmesi için Allah'ımıza sığınmalıyız. Hıfzı himayeye, tasarruf-u ilâhiyeye alınanların yüzü suyu hürmetine bizim de alınmamızı niyaz etmemiz gerek.»
Emir Sultanın şahsında Allah'a iftira (S.263)
«Dün Emir Sultan (k.s) Hazretlerini okuyorduk. Bir noktasında hayret ettik, hayran kaldık. Şöyle ki, Yıl dırım Beyazıd Han Ondan kızı Hundi Sultan için kırk deve yükü altın istemişti. O da çuvallara kum doldurdu. Hazret-i Allah'ın kudreti ile kumlar altın oluverdi.
Allah adına uydurulan batıl inançlar ve iftiralar (S.266)
«Kabrini ziyaret ettiğimiz zât eğer uyanık ise sizin ne maksatla geldiğinizi, ne yaptığınızı, ne okuduğunuzu bile bilir. Halbuki biz onu ölü zannederiz.
Bir zât-ı muhterem, Allah dostlarından bir zâtın kabri başına gelmiş. «Yarabbi demiş, araplarda bir âdet var, köle âzad edecekleri zaman bir sevgilinin kabri başında âzad ederler. Ben senin âciz bir kölenim, nolur bu zâtın yüzü suyu hürmetine beni affet, beni âzad et.» ilham vâsıtası ile kendisine denmiş ki «Bu duayı yalnız kendin için mi yapıyorsun?»
Dua Hazret-i Allah'ın o kadara hoşuna gitmiş ki, bütün insanların affını dileseydi demekki affedecekti.
Cenâb-ı Fahr-i Kâinat (s.a) Efendimiz buyururlar ki, «Sıkıştığınız zaman ehl-i kuburdan istimdat edin.»
Bu bakımdan ehl-i kemâl kimselerin ziyaret edilmesinden büyük kârlar husule gelir, oradan boş dönülmez.»
“Hatta bir ara perde hafif aralandı.” yalanı (S.267)
Hatta bir ara perde hafif aralandı. Değil geleni âdeta gelenin ne maksatla geldiğini dahi bilecek kadara Hazret-i Allah'ın onlara bilgi verdiği müşahade edildi.
Onun için imanla göçen kâmil insanların ölmediğini ve Rabbimizin onları herşeyden haberdar ettiğini bilmemiz lâzım. Diğerleri de herşeyden haberdardır, fakat hiçbir şeyle mukabele edecek durumda değildirler. Yunus Emre Hazretleri «ölenler hayvandır, âşıklar ölmez.» buyururlar. Allah'ımız cümlemizi âşıklar dan etsin.»
Şeyhe tapınma olan Rabıta'nın sırrı (S.272-273)
Râbıtanın sırrı şudur: Hakk Celle ve ata Hazretleri'nin lütuf, ihsan, rahmet deryaları vardır. Bu derya su değildir de anlayabilmeniz için su diyelim. Hazret-i Allah'ın bu deryasını hiçbir beşerin hafsalası almaz, hiç kimse bunu anlayamaz, o kadara büyüktür. Bu manevî su, Hazret-i Allah'ın deryasından Habibinin deryasına gelir. Onun deryası da uçsuz bucaksızdır. Çünkü Hazret-i Allah'tan mâda zerreden kürreye yaratılan herşey O'nun nurundan yaratılmıştır. Bunu Cenâb-ı Allah gözümüzle gösterdi, size olduğu gibisini tarif ediyoruz. Onun deryası hiçbir mahlukun idrâki dahilinde değil haricindedir. Bu su oradan zamanın - mürşidinin deryasına gelir. Onun deryası da uçsuz bucaksızdır. Rabıta yapıldığı zaman, muhabbet teslimiyet ve itimat nisbetinde, gönüllere yerleştirilen manevî borular büyür ve kişi o depodan o nisbette çokça su alır. Çok muhabbet eden, çok riâyet eden, çok itimat eden, o feyiz suyunu aldıkça ve o su orda durdukça varlık erimeye başlar. Tâ ki sıfıra indiği zaman mürşidi meydana çıkar, onda tasarruf etmeye başlar. Fena fir'rasul de böyledir, Fenâ'fillâh da böyledir. Bu birinci merhaleyi anlarsak, ötekiler de kendiliğinden anlaşılmış olur.
“Pirlerimin tasarrufu yetişti. Şeytan'nın bir hilesi olduğunu anladık. yalanı (S.277-278)
Bir defasında da gece idi. İbadet ediyorduk. Kıyamda iken «Sen artık en yüksek makama çıktın!...» diye içten ve hâli bir ses işittik. Hemen o anda Cenâb-ı Hâkk'ın lütfü Pirlerimin tasarrufu yetişti, o sesin yabancı olduğu ve şeytandan geldiği bilindi. Biz kıyamda olduğumuzu zannediyorduk. Meğer Mevlâ dilediğini ibâdet esnasında yüksek bir noktaya çıkarıyormuş. Biz bunu bilmiyorduk. Yalnız gayr-i ihtiyari iniş yapmak lüzumunu hissederek derhal harekete geçtik. O kadara bilgili ki, o kadara hilesi çok ki «Şayet bu tuzağı anlarsa sıyrılmak için inişe geçer, bu sefer ben onu burada avlarım.» diye hesaplamış ve iniş yapacağımız yere kendisine ait bir kürsü kurmuş. Ayaklarımız o kürsünün üzerinde durdu, iniş yapamadık. Kursunun şeytana âit olduğunu duyuran Hazret-i Allah, kendisine sığınma lütfunu da bahşetti, istimdat sayesinde istediğimiz yere rahatça inebildik. Cenâb-ı Hakk bu çok büyük tehlikeyi bir anda bertaraf ettirdi. Bunların hepsi an içinde an oluyor.
“Gücdüvani (K.S)'nin asırlar boyu tasarrufları devam etti. yalanı ve şirki (S.279-280)
Abdülhâlik Gücdüvânî (k.s) Hazretlerimizden sonra gelen Pirân-ı izam, hep Onun himmeti altında yetişti. Tasarrufu asırlar boyu devam etti. Hazret-i Allah Ona o selâhiyeti o kuvveti bahşetmiş. Şâh-ı Nakşibend (k.s) Hazretlerimiz de böyledir. O Sultanımızdan sonra birçok Efendilerimiz Pirlerimiz gelmiş geçmiş, fakat hep O'nun manevî himayesinde ve nezâretinde yetişmiş. İmâm-ı Rabbani (k.s) Hazretlerimiz hakeza öyle... Hazret-i Allah'ın çok büyük sevgilileridirler.
Şeyh Es'ad Efendi (k.s) Hazretlerimiz de nadiren gelenler arasındadır. Meselâ intisab eden bir kardeşe, biz hemen Şeyh Es'ad Efendi (k.s) Hazretlerimizi tanıtmaya çalışıyoruz. Ona muhabbet etsin ki, himmet ve tasarruflarını üzerine celbetsin.
“Şeyh Esat Efendi Allah'ın izni ile kişinin hayatının takdir (kader) ilmini değiştirmekle değiştirmek meşguller.”küfrü (S.280-281)
Cenâb-ı Hakk o kadara büyük tasarruf ihsan buyurmuş ki, birgün bakıyoruz Şeyh Es'ad Efendi (k.s) Hazretleri Hazret-i Allah'ın izniyle kişinin hayatının takdir filmini değiştirmekle meşguller. Tasavvur buyurun büyüklüğünü. Zaten Tarikal-l Nâkşibendiye'nin Pirleri hep öyle, hepsi yüksek... Hazret-i Allah öyle murad etmiş. .
Ne yazık ki diğer hulefâsından hiçbiri orayı tarif atmıyor ve o muazzam kaynaktan o muazzam deryâdan müridânı mahrum ediyorlar. Hatta bir kardeşle tanışmıştık «Ben yirmi senedir İzmir'deyim fakat bilmiyorum.» diyor. Bunu müşahede edince hayret ettik.
“Yol sizin evlat da sizin diyoruz . Esat Efendi tasarruflarına alıyor. Mürid bir günde yetiyor.”yalanı (S.281)
Cenâb-ı Hakk'ın sırf bir ihsanından ötürüdür ki, intisab eden bir ihvanı biz ilk ânda Efendi Hazretlerine, Şeyh Es'ad Efendi (k.s) Hazretlerine sevdirmeye çalışırız. Bize gönderileni hemen Efendilerimize havale ederiz. Hiç tutmayız, aradan hemen çekiliriz. Böyle büyük üstadlarımız varken niçin tutayım? Onlar tasarruf etsinler, biz Onlara hizmet edelim. Bizde bu fikir hâkimdir. Çok şiddetlede istendiği için, inşaallah Mevlâ bunu reddetmez. Yol sizin evlâd da sizin diyoruz. Bu surette muhabbet ettikçe, Onlar da ister istemez himayelerine alıp kısa zamanda yetiştiriyorlar. Bir yılda yetişecek mürid bir günde yetişiyor. Çok kestirmeden yol veriyorlar. Bîr tek teveccühleri bakırı altına çeviriyor. Kendimde tutsam, kendimde o hal yok ki.. Yeter ki bir kere tasarruflarına alsınlar.
“Ölmüş bir mürşidin hayatı garantidedir. Tasarrufu O nisbette büyüktür, tehlikesiz hareket eder.”yalanı (S.281)
Ahirete intikal etmiş bir Mürşid-i Kâmilin nefsi yoktur, ruhu kalıptan çıkmıştır. Hayatı garantidedir. Tasarrufu da o nisbette büyüktür, tehlikesiz hareket eder. Fakat zamanın mürşidinde nefis ve şeytan var, önünü göremiyor. Cambaz gibi ipin üzerinde yürüyor. Her ân bir tehlike ile karşı karşıyadır. Binaenaleyh geçmiş Pirân-ı izam daima Ona destek verirler, önünü gösterirler ve hiç yalnız bırakmazlar. Yapacağı iş leri tanzim ettirirler. Çünkü Onun yapacağı iş değil. Onlar daima vazife başındadırlar.
Beyazıd-ı Bestami'nin “Veliler Allah'ın gelinleridir.”yalanı (S.287)
Bâyezid-i Bestâmi (k.s) Hazretlerimizin bir ifşaatları var «Velîler Hazret-i Allah'ın gelinleridir.» buyurmuşlar. Hakikaten de böyledir. O sevdiğini bulmuş, sevdiğine kavuşmuş.
Ömer Öngüt ruhu üç bölümden geçirerek Allah'a iftira ediyor (S.290-291)
Yani Hazret-i Allah (Kudsî ruh) u ahsen-i takvîm üzere yarattıktan sonra, Lâhûd âleminden saldı, berâberinde tevhid tohumu olduğu halde evvelâ (Ceberut âlemi) ne indirdi. Ruhlara o âleme mahsus, o âlemin nurundan kisveler giydirdi. Bu kisveyi giyen ruhlar (Sultanî ruh) oldu.
Sonra o kisve ile (Melekût âlemi)ne indirdi. Orada 'da o âlemin nurundan kisveler giydirdi. Bu kisveyi giyen ruhlar da (Ruhanî ruh) ismini aldı.
Hazret-i Allah ruhları yine saldı (Mülk âlemi)ne indirdi. Emr-i ilâhi ile cesedlere inip mülk kisvesine bürünen ruhlar ise (Cismânî ruh) oldu.
Demek ki ruh üç bölümden geçmiş oluyor. Bir de (Kudsî ruh) var ki, o yeri gelince açıklanacak.
Alemlerden süzüle süzüle gelen ve ulviyattan halk olunan ruh. hissiz ve hareketsiz vücuda sığdırıldı. Vücudda birde nefis var. Nefisle ruh vücudda ayrı ayrı yer tutmuşlardır. Nefis zulmâni bir buhardır, karın boşluğunda bulunur. Hazret-i Allah cesedde ruhların her birine, kendilerine mahsus yerler ayırmıştır. Cismânî ruhun yeri etle kan arasıdır ve bedende terbiye edilir. Ruhanî ruhun yeri kalp, sultanî ruhun yeri fuad, kudsî ruhun yeri ise sırdır. Ruhların terbiyesi ayrı bir husustur.
Sır, Halik ile mahluk arasında bir vâsıtadır, tercüman mesabesindedir. Çünkü Kudsî ruha sahip olan bir kimse Hazret-i Allah iledir ve O'nun mahremi sayılır.
Yani içten içe, âlemden âleme geçiliyor. Bunlar bâtınların da bâtınıdır.
Ömer Öngüt yavaş yavaş böylece zıvanadan çıkmaktadır. (S.292-293)
Peygamber vekili olan bir mürşid merdiven gibidir. Cenâb-ı Hakk'ın ilmi ezelîsinde hidâyet nasip ettiği kulları tasarrufu ile o ulvî âlemlerin yüksek makamlarına tekrar ulaştırır. Nefis de ruha tabi olarak o makamlara çıkar. Tarikat-ı Nakşibendiyenin bir hususiyeti de budur. Mürşid, muhabbet ve teslimiyet nisbetinde tasarrufunu kullanır. Günâ gün nasibini vererek sınıflarını geçirir, mekteplerini değiştirir. Böylece ruh tekâmül edip yükselmeye başlar. Meleküt âlemine çıktığında ruhanî ruh olur. Ceberut âle mine çıkabilirse sultanî ruh ve nihayet lâhut âlemine yükseldiği zaman kudsî ruh olmuş olur. Burası nebilerin velilerin makamıdır, «insan benîm sırrındır, ben de insanın sırrıyım.» Hadis-i kudsî'si bu ruhu tavsif eder.
'Hazret-i Allah kudsî ruhla desteklediği ve lahut alemine kadara çıkmaya fırsat verdiği bu kullarından dilediklerini orda tutan dilediklerini de irşad için tekrar insanların arasına geri gönderir. O her ân Allah iledir. Kendisi istemediği halde emir tahtında döndürülmüştür, insanları irşad için beşeriyet kisvesine bürünmüştür.Görünüşte halk ile, fakat batini Hakk ile meşguldür. Yeryüzünde Cenâb-ı Hakk'ın emriyle tasarruf eder. Fâil-i mutlak'ını fiillerini görür, bir yap rağın tutunduğu kadara bile tutunacak varlığı yoktur. Bir çöp kadara kıymeti olmadığını bilir; kendisini bir resimden hiç fark edemez. Çünkü Fâil-i mutlak o resimde tecellî ediyor. Fakat bu bilinmediği için herkes resmi görür.
“İmam Şarani intisap etmeyenlerin ölü cenaze olacakları” iftirası (S.303)
Hepimiz elhamdülillah müslümanız diyoruz,İslamiyeti yaşamaya gelince, nefse zor geldiği için hiç de oralı değiliz, imanın kemâline nail olmadıkça, kendimizi çok rahat aldatırız. Muhakkak yoluna girmemiz lâzım. Imam-ı Şârânî (k.s) Hazretleri intisab etmeyenlerin ekserisinin mort olarak gideceğini söylemişler, Abdülkâdir Geylânî (k.s) Hazretleri de «Şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır» buyuruyorlar.
Mürşid ilah ,mürid kul . Tasavvuf dininin aslı budur (S.319)
Amma Hazret-i Allah ki onu tayin etmiştir, mürid ondan alır. Bunun temsilini şöyle arzedelim: Bir murşidle müridi bir dereden geçeceklermiş. Müridine dönmüş «Evlâdım köprü çok uzakta, kestirmeden geçiverelim. Ben Allah Allah deyip geçerken, sen de mürşidim mürşidim de ve yürü» demiş. Yürümeye başlamışlar. Biraz gidince mürid içinden «Ben de Allah diyeyim yürüyeyim" diye geçirmiş. 'Niyetini değiştirince batmaya başlamış. Durumu sezen mürşid «Oğlum ben bu Allah lafzını söylemek için kırk senedir uğraşıyorum, bugün söyledimde, O'nun hürmetine yürüyorum. Benim söylediğim Lâfza-i Celâlin yüzü suyu hürmetine şeyhim de de yürü» demiş.
Ömer Öngüt, İmam-ı Rabbani , Muhyiddin Arabi en büyük zulüm içerisindeler (S.341)
İmam-ı Rabbanî (k.s) Hazretlerimiz «Kıyamete kadara bu yola girecek olan kimselerin ismi cismi tek tek bana bildirildi,» buyuruyorlar.
Muhiddin Arabî (k.s) Hazretleri de, gelecek bütün mürşidlerin ismini bildiğini ifşa etmişlerdir.
“Şah-ı Nakşibendi (K.S) ‘in yüz fersah(bir fersah 5 km) mesafede gömülen her Müslümana şefaat edecektir.”(S.341)
Şah-ı Nakşibend (k.s) Hazretlerimizin «Mezarımın yüz fersah mesafesinde ( Yaklaşık 78.500.000 metrekare ) gömülecek her müslümana şefaat etme izni verildi.» buyurmalarından, onlara ne kadara geniş merhamet ve selâhiyet verildiği anlaşılıyor. Nerde kaldı ki müridânın üzerine eğilmiş olmasınlar. Mezarının etrafrnı düşünürde kendi evlâdını düşünmez mi yolun büyüğü? Müridân demek öz evlâdı demek.»
Notlar - Ömer Öngüt, Akyol Matbaası, İzmir-1982
Beyazıd-ı Bestami'nin “Ben ilmimi haktan aldım.” Yalanı (S.21)
Bu iç ilimler Hakk'tan gelir, bunlar Hazret-i Allah'ın ihsanıdır. Çalışmakla elde edilecek şeyler değildir. Mevlâ dilediğine verir dilerse İhsan eder. Bunu böyle bilelim. Bâyezid-i Bestâmi (k.s) Hazretlerimiz «Ben ilmî Hakk'tan aldım» buyururlar. Arifin kelâmı da ken dinden gelmez.
“Batıni tevbe mürşide bağlanmakla kaimdir” yalanı (S.27)
Batıni tevbe inâbe ile kâimdir. Hakk'tan gelen feyz-i îlâhi sayesinde kalpteki mâsivâ otları kurutulur. Kalp ekilmeye hazır bir tarla hâline gelir. Kemal bulmuş bir elden kalbe tevhici tohumu düştüğü zaman hemen filiz verir ve ağaç olur. Yerlerin dibine kök salar, dalları ise semâlara yükselir. O tohumu kemal bulmuş bir elden almak şarttır.
Rüya ile peygamberimizin ölmediğine hüküm vermesi yalanı (S.48)
Rüya:
Cenâb-ı Peygamber (s.a) Efendimiz hayatta oluyorlarmış, Mübarek ellerini öpmeye giderken uyanıyorum.
Buyrulduki:
«Bizim ruhumuz ölü olduğu için, O'nları ölü zannediyoruz, öteki âleme gitti, bu âlemden haberleri yokmuş gibi zannediyoruz. Bu da tabliki cehaletimizin eseri ve asandır.
Meselâ bir odanın içinde bulunuyoruz. Camdan baktığımız zaman dışarıda olmadığımız halde, dış âlemi olduğu gibi görebiliyoruz. Kabirde incecik bir tül perde gibidir. O perde camdan daha şeffaftırki, her peyi, her tarafı görürler. O perde bize mahsustur, biz içeriyi göremiyoruz. Görenler yine içeriyi de görürler.
Binaenaleyh Cenâb-ı Fahr-i Kâinat (s.a) Efendimizi ölü zannetmeyelim.»
Şeyh Esat efendi ile sapık iddiaları (S.53-54)
Şeyh Es'ad Efendi (ks) Hazretlerimiz Onlar hakkında «Eylemiş nesr-i hakikat Bayezid-i rehnüma » bu yürüyor. Bir çok veliler kapalı tutmuşlar, fakat o birçok hakikatleri ifşa etmiştir.
Nitekim bir defasında evlerine gelip seslenen kimseye soruyor. “Kimi arıyorsun.” «Bayezid-i anyonum»' " Kalk git, Allah'dan başka kimse yok burada» diyor.
Bu gibi ifşaatlar vermişlerdir. Bu söz görünüşte bâtıl gibi görünür, ehlince çok mühim bir sözdür. Bir ifşaatdır.
“Nakşi tarikatı ilim irfan mektebidir.” yalanı (S.63)
Tarikat-ı aliyye ilim - irfan mektebidir. Mektebe girdikten sonra, artık hakikati tahsil etmek gerekiyor. Hakikât tahsili zannettiğimiz gibi değil, icâb ettiği gibidir. Zan insanı aldatır, ancak hakikat insanı kurtarır. Bu ise bilmekle olmaz, Hazret-i Allah'ın duyurması İle olur. Yani Arifin kelâmı hiçbir zaman anlatılan şeylerle husule gelmez. Bir Arife Mevlâ lütfunu akıtmadıkça onda hiçbir şey olmaz. Ona hakikati bildirmedikçe o da hiçbir şey bilemez. Şu halde boş bir kutu olduğumuzu bilelim. Mevlâ bir nesne ihsan ediverir mi diye gözetliyelim. ikram edince de artık onu benimsemeyelim. O'nun lütfü böylece ziyadeleşir. Kendimize mâl edersek, o verdiğini de alır, bomboş kalırız, işlerimiz hep varlıkla olur. Çünkü içerde artık Rahman kalmadı, hep şeytan doldu. Rahman olursa «Var» İte konuşulur, şeytan olursa "ene" ile konuşulur.»
Tasavvuf dininde vahdet-i vücut, vahdet-i şuhud inancı ve sapıklığı (S.111)
Meselâ Bayezid-t Bestami (ks) Hazretlerimiz mest halinde
«— Kendimi teşbih ederim, şanım ne kadar yücedir.» buyurmuştur. Bu hâl haber verilince «Şayet bir daha böyle birşey olursa batta ile bıçakla üzerime yürüyün» diye emir veriyor. Ayni hâl zuhur ettiğinde, müridan balta ve bıçaklarla üzerine yürüyorlar, hiçbir şey olmuyor. Asli haline döndüğü zaman «Efendim, yine böyle bir söz söylediniz, üzerinize yürüdük, hiç bir şey olmadı.» diyorlar.
Eline bir iğne alıp batırıyor ve görüyorlar ki kan çıkıyor. «Bayezid odur ki bir iğnenin acısına tahammül edemez, o Bayezid değildi.» buyuruyor.
Ömer Öngüt Beyazıd'ın bir küfür sözünü peygamber söyledi diyerek Allah'a, resulüne, kitabına iftira ediyor (S.116)
(Yine Sultan Veled'den nakledilmiştir; Bir gün iler gelen sofiler babam Hüdavendigardan : “Ebu yezid (Tanrı rahmet etsin), Ben tanrımı daha sakalı bitmemiş çocuk suretinde gördüm, buyuruyor. Bu nasıl olur ?” diye sordular . Babam: Bunun iki hükmü vardır : ya Beyazıd tanrıyı sakalı bitmemiş genç şeklinde görmüş yahut Beyazıd'dın meylinde ötürü Tanrı onun gözüne genç çocuk suretinde görünmüştür.” Dedi yalanı;
ŞARK İSLAM KLASİKLERİ ---ARİFLERİN MENKIBALERİ--- AHMET EFLAKİ
İSTANBUL 1989 S. 56 CİLT-2 )
Cenâb-ı Fahr-i Kâinat (s.a) Efendimiz de «Ben Rabbimi güzel bir genç, suretinde gördüm.» buyurmuşlardır .
“Yakın kullarına farkında olmadan Allah tecelli eder.”iddiası (S.116-117)
Yakîn olan kullarına Hakk Celle ve Âlâ Hazretleri Kendileri farkında olmayarak, matluptan İçinde tecelli eder.
Hallacı Mansur'un bu tecelli karşısında “Ene'l Hakk” demesi küfrü (S.117)
Ha!lâc-ı Mansûr (k.s), «Ene'l-Hakk=Ben Hakk'ım» derken
Cüneyd-i Bağdadi'nin bu tecelli ile “Sırtımdaki cübbenin içinde Allah'tan gayrısı yok “ küfrü(S.117)
Cüneyd-i Bağdadî (ks) Hazretleri bu tecelli ile karşılaştığı zaman; «Sırtımdaki cübbenin içinde Hakk'tarı gayrisi yoktur.» sözünü söylemiş.
c)Beyazıd-ı Bestami “Kendimi tesbih ederim . Şanım ne yücedir.”küfrü (S.117)
Bayezid-i Bestâmf (k.s) Hazretleri ise;
" Kendimi teşbih ederim, fânim ne kadar yücedir"
buyurmuş. O tecelli o kaba sığmadığı için, taşkınlık alâmetleri zuhur etmiştir.
”Resulullah'a tam varis olanlar onu görebilir.” Yalanı (S.117)
Cenâb-ı Fahr-i Kâinat (s.a) Efendinizin görülmesi de aynı şekildedir. Görenin istidadına göre muhtelif şekillerde görülür. O'nu gördüm sanılmasın. Ancak her hâlinde Ona tam vâris olanlar O'nu görebilir. Başka hiç kimse hiçbir zaman aslını göremez.
“Allah dilediği zaman letafetini işletir .Yani mürşid-i kamil olrak görünüyor, fakat hiç alemini kimse bilmez” iftirası(S.117-118)
Şunu da çok iyi bilmek gerekiyorki, bu tecellilere mazhar olmak için mutlaka bir Rehber-i Sâdık'a ihti yaç vardır. Çünkü onun Sebeb-i mevcudat (s.a) Efen dimizle münâsebeti var, vekili olduğu için onu bizzat O destekliyor.,Aynı zamanda Mürsid-i Kâmili geçmiş Pirân-ı İzam da destekler. Bilhassa şeyhi dâima ya nında bulunur. Hakk Celle ve Âlâ Hazretleri dilediği zaman letâfâtını işletir. Yani Mürşîd-i kâmil olarak görünüyor, fakat iç âlemini hiçkimse bilmez. Hareketlerinin birçoğundan belki kendisi bile haberdar olmaz. Intisab etmedeki esrar bu olmuş oluyor. Hazret-i Allah ve Habib-i Ekrem'i başka kimsede ' tecelli etmez Onu onlar destekler.Kimse Onları görmez de Mürsid-i Kâmili görür. Halbuki Mürşid-i kâmil latiftin de bir insandır. Hep ordan hep Onlardan geliyor. Cenâb-ı Hakk öyle murad etmiş, müridân da ordan alı yor. Böylece şeyhte terbiye gördükten sonra Fenâ'fir- râsul'e, daha sonra da Fena' fillah'a geçsin.
“Geylani'nin nefsi açlığa dayanamayıp burnundan çıkmış bir tası yalamaya başlamış” yalanı (S.152)
Abdülkâdir Geylâni (k.s) Hazretlerimiz o derece aç kalmışlar riyazet yapmışlar ki, nefsi tahammül edem eyerek, sinek şeklinde burnundan çıkmış, bir tası yalamaya başlamış, içeriye gireceği zaman «Koymam içeriye» buyurmuşlar. «Mücadelen kaçtığın için mi beni sokmuyorsun?» deyince «Hayır, lâkin kendini beğenirsin diye çekiniyorum." cevabını vermişler.
«Biz seni onunla seviyoruz» hitabı karşısında ise, izin verip içeriye almışlar.
Nefse zerre kadar paye vermemişler. Ne haddelerden süzülmüşler de tekâmül etmişler.»
Şeyh'in eşiğinde kula kul olup , izzetini yitiren Şah-ı Nakşibend (S.160-161)
Şah-ı Nakşibend (k.s) Hazretlerimizin bir hâli ve Eyüb aleyhisselâmın da bir hâli gözümün önüne geleli şu ânda. Efendimiz Sultanimiz, şeyhi Emir Külâl Hazretlerinin kapısına yalın ayak, dikenler batmış, yor gun olarak varıp, içeriye girdiği zaman, kim o? buyurdular. Bahaüddin denince-, «Atın dışarıya.» buyurdular. Dışarıya atıldığında, nefsi serkeşlik etmek istedi «Ey nefis, şeyh ne yaparsa haklıdır, ben bu yolu Allah için kabul ettim.» diye kulağını çektiler ve sabaha kadara mübarek başlarını kapının eşiğinden kaldırmadılar. Ertesi günü şeyh hazretleri dışarıya çıkarken ayağını atdılar, boynuna bastılar, «Kim bu?» dediler. «Bahaüddin »denince, elinden tuttular, içeriye aldılar, su ısıtdılar, dikenlerini elleriyle çıkardılar. Sonra hilâtlarını çıkarıp sırtına giydirdiler. «Oğlum bu hilât sana yakışır" buyurdular.
Şah-ı Nakşibend Hazretlerimiz buyururlar ki Şeyhi min o hâli ile benim o hâlim hiç gözümün önünden gitmiyor. Şimdi biz de her sabah evden çıkarken, böyle mürid arıyoruz amma. şimdi zaten mürid kalmadı ki, hepsi şeyh hâlife oldu.»
Efendi Hz. ölmüş oğlunu eve çağırarak anasına göstermesi yalanı (S.163-164)
Hakk'tan gelenin hepsi güzeldir. Nefsimize acı gelir. Yoksa hepsi tatlıdır. Hep takdire dayanıyor bu işler.
Tasavvur, buyurun ki, Efendi Hazretleri rahmetli vâlidanımdan neler çekti de, hiçbir gün hiç kimseye şikâyet etmedi. Vâlidanım çok sertdi, çok celalli idi, ihvan girip çıkarken çok dikkatli olurdu. Bütün müridan vâlidanımdan çok korkardı. Biz yalnız müstesna idik. Bizi çok severdi. Allah'ım nur içinde yatırsın, sevdiği için de ne desek hoş görürdü.
Efendi Hazretlerinin başına gelen ibtilâya bakın ki bir oğlu çok sevdiği diğer oğlunu vurdu.
İnsan düşünürse, şu ibtilâya bakın efendim. Ve demiş «Onu vurmaya gidiyorum» diye.
Vâlidanım «Efendi, sana onu vurmaya gidiyorum dedi de niçin mâni olmadın?» dediğinde «Hazret-i Allah takdir ettiği işde kişinin basiretini bağlar.» buyurmuş.
— Efendim, bir kardeşimiz nakletmişdi, oğlunu göstermişler galiba.
«Evet birgün de göstermişler. Vâlidanım bize söylemişdi. Kimseye bir şey demezsen sana Ahmed'i gösteririm buyurmuş. Kimseye demem demiş. Efendi Hazretleri sabah namazından sonra geri dönmüş. Ahmed gelmiş, babasının ve annesinin elini öpmüş. Bir müddet oturduktan sonra «Hadi oğlum kalk git» buyurunca kalkıp gitmiş. Daha gider gitmez Vâlidanım komşuya atlamış «Ben Ahmed'i gördüm» demiş. Ondan sonrada bir daha görememiş.»
“Denizler çeşit çeşittir” yalanı (S.214-215)
«Denizler çeşit çeşittir. Mevlânın deryasından Ha bibi'nin deryasına, Habibi'nin deryasından zamanın kutbunun mürşidinin deryasına ve o deryadan da murad ettiği yerlere taksim olunur. Onlara Feyz-i ilâhiye denir ki o depolardan kişinin Hakk'a karşı muhabbeti nisbetinde kalbe akar. Herkesin muhabbeti nisbe tinde borusu genişler, kalbi de o nisbetine vüs'at bu lur. Bu kalp vüs'at bula bula göl haline gelir. Sonra d a derya haline gelir.»
Tasavvufun kelime-i tevhidi “la mevcuda ilallah”(Allah'tan başka mevcut yoktur) hurafesi (S.218)
«Kelime-i Tevhid'i söyleyebilmek kaide, hâlde, fi lde olur ve çok güçtür. (La mevcûde illallah) merhalesine geçen kimse Hakk'tan başka her şeyin yok olduğunu, varsa O'nun olduğunu görür. Evet görünüşte var, var amma O var etti. Hakk'tan gayri hiçbir şey yok. Şu halde niçin Hakk'tan gayrısına tutunuyonuz? işte o zaman Kelime-i Tevhid'i söyleyemiyoruz denektir. Bu incelikleri söyleyebilmek çözebilmek Cenâb-ı Hakk'ın müyesser ettiği kullar için çok kolaydır,
Ömer Öngüt vahdet-i vücudu işliyor (S.219)
Bazı insanlar da vardır ki, tuzun suda eridiği gibi varlıklarını eritmişlerdir yok olmuşlardır. Bunlar ise Hakk île çekenlerdir. «La mabude illallah. La maksude illallah, La mevcûde illallah...» Tevhitlerine de nâ il olurlar.
“Yolumuzun efendisi Şah-ı Nakşibendi (K.S) 'Ben bir kafirden de aşağıyım'” şerefsizliği (S.248)
«Yolumuzun Efendisi Şah-ı Nakşibend (k.s) Hazretlerimiz o kadara hâkikata nail olmuşlar ve öyle bin ışık tutmuşlar ki «Ben değersiz bir mahlûkum» buyurmuşlar. Çünkü Herşeyjn O'nun olduğunu Onlar gözleri ile görüyorlar. Hattâ bir defasında müridanla beraber bir balçığa rast geldiklerinde «Ben bu balçıktan da aşağıyım» buyuruyorlar. Bunun aksi iddia edildi ğinde ise «Hayır hayır, ben bir kâfirden de aşağıyım» cevabını veriyorlar.
Geylani'nin Allah'a iftira ediyor (S.249)
Hazret-i Allah, Seyyid Abdülkâdir Geylani (k.s) Hazretlerine murakabada :
«Zâhidler yolu nefis içinde, Arifler yolu kalp içinde. Vâkıflar yolu ruh içinde. Bizim öyle kullarımız var ki, Biz onları sırf kendimiz için yarattık. Onlardan bi ri de sensin yâ Abdülkâdir.» buyurmuşlardır.
Ömer Öngüt İbrahim Ethem hakkında yalan bir rüya uyduruyor (S.251)
"İbrahim Ethem Hazretleri buyuruyorlarki: Rüyada Cebrail Aleyhisselâmı gördüm, gökten iniyordu. Elin de divit kalem vardı. Sordum:
• Yâ Cebrail, Nereye geliyorsun?
• Yeryüzüne geliyorum.
• Ne yapacaksın?
• Hazret-i Allah'ın sevgili kullarını yazacağım.
• Beni de yazacak mısın?
• Hayır, senin için emir almadım.
— Evet. ben biliyorum, ben Onlardan değilim, amma Onları çok seviyorum, dedim.
Cebrail aleyhisselâm durakladı, sonra «Evet seni yazacağım, hem de en başa yazacağım» diye cevap verdi.
Hazret-i Allah'ın sevgililerini sevmek, bu kadara lutfe mazhar olur. Fakat bu arada sevmediğini sevmek de o derece zararlıdır.»
Halkı batıl inançlara sürüklemek için Esat efendi için uydurulan rüyalar (S.256-257)
Şeyh Es'ad Efendi (k.s) Hazretlerimizin camii şerifinde imamlık yapan bîr kardeşimiz, ziyaretleri sırasında tanıdığı Efendi Hazretlerine intisap etmek istediğinde istihare yapması buyuruluyor.
Yaptığı İstiharede şöyle gösteriliyor:
«Çok büyük meyvelik bir bahçe, içersinde çok büyük bir köşk, köşk içinde çok büyük bir zat oturuyor. Yanma gitmek istediğinde kapıda bulunan arabi nöbetçi müsaade etmiyor. Bu zat'a gidebilmeniz için şu zat'a hizmet etmeniz gerekiyor diyerek, ayni bahçe içinde, diğer bir köşkte oturan Efendi Hazretlerini gösteriyor.
Kardeş nöbetçiye İtiraz ediyor, «Bende şeriatın bir imamıyım, o zat'a hizmet etmeden gitmek istiyorum» diyor.
Arabî nöbetçi diyor ki: — Burası hususi bir yol dur. Bu Zat'a gitmek için O zat'a hizmet etmeniz lâzımdır.
• Peki öyleyse bu Zat'ın kim olduğunu söyleyin.
• Menemende iğne ile şehit edilen Es'ad Efendi Hazretleridir.»
Kardeşimiz ertesi gece yine istihare yapıyor. Aynî rüyayı, ayni konuşmalarla, aynen görüyor.
Hayırdır inşaallah diyerek üçüncü gece yine istihare yapıyor. Ayni rüyayı ayni konuşmalarla tekrar görüyor.
Ömer Öngüt'ün yolu şeyh Esat efendi Hz. çizdiği yoldur.(S.257-258)
«Yolumuz o yol olduğunu. Şeyh Es'ad Efendi (k.s) Hazretlerimizin çizdiği yol üzerinde yürüdüğümüzü belirtmek maksadı ile Risale-i Es'adiyyeyi bastırmışızdır.
Çünkü görülüyor ki, farz-ı mahal Efendi Hazretle rinin halifesiyim diye ortaya çıkan nice kimselerin ellerindeki derslerin hepsi ayrı ayrıdır. Hepsinin ders kağıtları bir değildir.
Bu noktada bizim düsturumuz Efendilerimizin izidir. Biz bu yoldan gidince, bu yolda gitmek istiyenlere de bu yolu gösteriyoruz. Bunu ihvan iyiden iyiye bilsin.
Tek kelime ile Hakikatten ayrılmamak, ayrılanları da Onunla bilmek ve bildirmek için Risale-i Es'adiy yeyi bastırmışızdır. O büyük bir ölçüdür.
Hazret-i Allah Efendilerimin yolunu benimsetmiş. Kılı kılına ayrılmamak için, bütün kalıbımızla hareket ediyoruz. Çünkü Ondan fazla birşey bilmiyoruz. Bilmediğimiz için, bilenin izinden yürümeyi kendimize düstur olarak kabul ediyoruz.
Küçücük bir çığır açarsam, kendimi yoldan ayrılmış kabul ederim.
Ve biz bu arada, sırf Onların Yolunun hizmetçisi olarak kabul ediyoruz kendimizi.
Onun için Onlar sahip çıkıyorlar yola. Bütün müridânın üzerindeki himmet ve tasarruf hep Onlarındır.
Biz bunu katiyyen benimsemiyoruz, kabul etmiyoruz. Onlarda bütün kanatları ile müridânın üzerine gelmişlerdir.
Maazallah küçücük bir varlık husule gelse, belki onlar çekiliverecekler ve bütün ihvanın feyzi kesilmiş olacak.
Onların deryası olduğu için, ihvanlar deryâlar içersinde rahat rahat yüzebiliyorlar hamdolsun.»
Ömer Öngüt şeyh Esat efendiye , İlahlık vasıflarını veriyor (S.258-260)
«Şeyh Es'ad Efendi (k.s) Hazretlerimiz çok büyük bir zâttır.
Şöyle arzedelim ki, Hacı Halil Efendi Hazretlerimizın zamanın kutbu olduğunu her haliyle gördüğümüz gibi gözümüzle görmüştük.
Buna rağmen geceleri Şeyh Es'ad Efendi (k.s) Hazretlerimiz abd-i acizle meşgul oldular. Efendi Haz retleri hayatda idi. Bizzat onların huzur-u saadetlerinde idik, sık sık görüşürdük. Gerçi onlar güneş gibidir. Uzaklık yakınlık diye bir mesafe yoktur. Buna rağmen Şeyh Es'ad Efendi (k.s) hazretlerimiz geceleri meşgul oldular.
Hana yatdığımız manevi hastahane dahî Şeyh Es'ad Efendi (k.s) Hazretlerimize ait idi. Birçok esrar ları bildirirlerdi.. Bir noktada da onları biraz gücen dirdik. Başka sırlar ifşa ederlerdi. «Oğlum bunu kimse ye söyleme» buyurdukları da vaki idi.
Demek istediğimiz, zamanın kutbu ve mutasarrıfı olduğu halde, Onlar ilgi gösterirdi. Tek kelime ile, çok büyük olduklarını anlatabilmek için bunu arz ediyoruz.
Şeyh Es'ad Efendi (k.s) Hazretlerimizi biz bilmezdik. Intlsab ettiğimiz anda onlara sonsuz bir muhab betimiz uyandı. Bir hafta sonra tecelli ettiler, ve bir daha da bırakmadılar. O muhabbeti bahşeden de Onlar.
Ama ne kadara muhabbet. Halen bu an dahi Efendi Hazretleri ile Şeyh Es'ad Efendi (k.s) Hazretlerinin ; muhabbetin; bir teraziye koysalar, bir gelir. Hiç eksilmedi. Bu da onların lütfü.
Allah'ımız istifade etmek nimetini bizlere ihsan buyursun.
Bazan Onların yolunda bulunduğumdan da cidden haya ediyorum. Onların âlî hâllerini görünce, kendi halimizi kıyas ediyoruz, kendimizi bu yola bile lâyık görmüyoruz. Kıyas ettiğimiz zaman, bir mahcubiyetden başka birşey göremeyiz. Hazret-i Allah ne büyük kemaliyet bahşetmiş.»
«Efendi Hazretlerinin manevî sehaveti o derece idi ki, bunu size şöyle arzedelîm: Her gördüğüne «Beraber... Beraber...» buyururlardı.
Onlara, kemâliyeti nisbetinde sehavet verilir. Ne büyük bir iütuf...
Onlarla beraber olmak bîr ihsan-ı ilâhiyedir. Onlar bu kelimeyi herkes için kullanırdı. Fakat Onların bu sözü boşa değildir. «Beraberiz...» dediği kimse ile beraberdir. Onlar.
Çünkü kal ile beraber, hâl ile ve fiil ile de tasarruf altına alırlar. Bu derece sehavetleri vardı.
O bakımdan, Allah'ımız lütuf beraberliğinden ayır masın»
Bu anlatılan olaya inanan Şeyh Esat Efendi ve Ömer Öngüt en büyük zulmü işliyor . (S.261)
Şeyh Es'ad Efendi (k.s) Hazretlerimiz o kadara ileriye gitmişler ki, herhangi bir hâl kendilerinde tecelli ederse «Şeyhimin himmet ve tasarruflarıdır» buyururlarmış.
Hatta bir defasında bir zât, Şeyh Taha Hazretlerinin kabrini ziyarete gitmiş, istimdat etmiş, cevap gelmemiş. Yanındaki kabirden bir zât «O burada yok, İstanbul'da Şeyh Es'ad Efendi Hazretlerinin yanında» buyurmuş, Yani burada yok ki sana cevap versin.
Pirân-ı izam zamanın mürşidinin muhakkak yanın dadırlar. Onların tasarrufu ile her şey olur. Onu Onlar ihata ederler, bir nevi Onlar idare ederler. Çünkü On lar kınından çıkmış Kılıç gibidirler. Dünyâda iken insan her an nefsinin hile ve desiselerine uyabilir. Nefis insanı anlatılamıyacak kötülüklere duçar eder, hiç umulmayacak yerde maazallah kaydırabilir. Onun için o hilekâr nefsin, tard olunmuş şeytanın şerrinden kurtulmak için, Pirân-ı izam o Mürşidin etrafındadır. Onların tasarrufları bambaşkadır.
Ömer Öngüt Şeyh Esat Efendi'nin Şahsında Allah'a, resulüne, kitabına , İslam'a açıktan açığa iftira ediyor.(S.262-263)
Şeyh Es'ad Efendi Hazretlerimizin Hâne-i saadetinde bulunuyorduk. Kerimesi var, vâlidânım var. O meyanda tecellî buyurdu Şeyh Es'ad Efendi (k.s) Hazretlerimiz öyle tecelli ettiler ki, tecellisini size şöyle arzedelim:
Cennet-i âlâya girdikten sonra, bir ehl-i cenneti makamına doğru götürürlerken birisini görecek ve secdeye kapanacak. Onu götüren melek diyecek ki, " Niçin secdeye kapandın?», «Ben Cenâb-ı Allah'ı gördüm de secdeye kapandım»,,«Hayır o Allah değil. Hazret-i Allah onu sana hizmetçi, olarak vermiştir.» buyuracak.
O kadara güzel ki, onu Hazret-i Allah zannıyla secde etmiş.
İşte Hazret-i Allah'ın verdiği büyüklük ile, bir velî insanlara tecelli etse, hafsalası almaz. Onu Hazret-i Allah sanır.
Öyle bir tecelli ettiler , hafsalamız almadı. Ne büyükmüş ne büyükmüş dedik. Ya Cenâb-ı Fahr-i Kâinat Efendimiz tecelli etseydi?
Vekili tecelli ettiği zaman hafsalamız durdu. Onlar tecelli etseydi acaba orada ne kalırdı?
Bizi hıfsetmesi için Allah'ımıza sığınmalıyız. Hıfzı himayeye, tasarruf-u ilâhiyeye alınanların yüzü suyu hürmetine bizim de alınmamızı niyaz etmemiz gerek.»
Emir Sultanın şahsında Allah'a iftira (S.263)
«Dün Emir Sultan (k.s) Hazretlerini okuyorduk. Bir noktasında hayret ettik, hayran kaldık. Şöyle ki, Yıl dırım Beyazıd Han Ondan kızı Hundi Sultan için kırk deve yükü altın istemişti. O da çuvallara kum doldurdu. Hazret-i Allah'ın kudreti ile kumlar altın oluverdi.
Allah adına uydurulan batıl inançlar ve iftiralar (S.266)
«Kabrini ziyaret ettiğimiz zât eğer uyanık ise sizin ne maksatla geldiğinizi, ne yaptığınızı, ne okuduğunuzu bile bilir. Halbuki biz onu ölü zannederiz.
Bir zât-ı muhterem, Allah dostlarından bir zâtın kabri başına gelmiş. «Yarabbi demiş, araplarda bir âdet var, köle âzad edecekleri zaman bir sevgilinin kabri başında âzad ederler. Ben senin âciz bir kölenim, nolur bu zâtın yüzü suyu hürmetine beni affet, beni âzad et.» ilham vâsıtası ile kendisine denmiş ki «Bu duayı yalnız kendin için mi yapıyorsun?»
Dua Hazret-i Allah'ın o kadara hoşuna gitmiş ki, bütün insanların affını dileseydi demekki affedecekti.
Cenâb-ı Fahr-i Kâinat (s.a) Efendimiz buyururlar ki, «Sıkıştığınız zaman ehl-i kuburdan istimdat edin.»
Bu bakımdan ehl-i kemâl kimselerin ziyaret edilmesinden büyük kârlar husule gelir, oradan boş dönülmez.»
“Hatta bir ara perde hafif aralandı.” yalanı (S.267)
Hatta bir ara perde hafif aralandı. Değil geleni âdeta gelenin ne maksatla geldiğini dahi bilecek kadara Hazret-i Allah'ın onlara bilgi verdiği müşahade edildi.
Onun için imanla göçen kâmil insanların ölmediğini ve Rabbimizin onları herşeyden haberdar ettiğini bilmemiz lâzım. Diğerleri de herşeyden haberdardır, fakat hiçbir şeyle mukabele edecek durumda değildirler. Yunus Emre Hazretleri «ölenler hayvandır, âşıklar ölmez.» buyururlar. Allah'ımız cümlemizi âşıklar dan etsin.»
Şeyhe tapınma olan Rabıta'nın sırrı (S.272-273)
Râbıtanın sırrı şudur: Hakk Celle ve ata Hazretleri'nin lütuf, ihsan, rahmet deryaları vardır. Bu derya su değildir de anlayabilmeniz için su diyelim. Hazret-i Allah'ın bu deryasını hiçbir beşerin hafsalası almaz, hiç kimse bunu anlayamaz, o kadara büyüktür. Bu manevî su, Hazret-i Allah'ın deryasından Habibinin deryasına gelir. Onun deryası da uçsuz bucaksızdır. Çünkü Hazret-i Allah'tan mâda zerreden kürreye yaratılan herşey O'nun nurundan yaratılmıştır. Bunu Cenâb-ı Allah gözümüzle gösterdi, size olduğu gibisini tarif ediyoruz. Onun deryası hiçbir mahlukun idrâki dahilinde değil haricindedir. Bu su oradan zamanın - mürşidinin deryasına gelir. Onun deryası da uçsuz bucaksızdır. Rabıta yapıldığı zaman, muhabbet teslimiyet ve itimat nisbetinde, gönüllere yerleştirilen manevî borular büyür ve kişi o depodan o nisbette çokça su alır. Çok muhabbet eden, çok riâyet eden, çok itimat eden, o feyiz suyunu aldıkça ve o su orda durdukça varlık erimeye başlar. Tâ ki sıfıra indiği zaman mürşidi meydana çıkar, onda tasarruf etmeye başlar. Fena fir'rasul de böyledir, Fenâ'fillâh da böyledir. Bu birinci merhaleyi anlarsak, ötekiler de kendiliğinden anlaşılmış olur.
“Pirlerimin tasarrufu yetişti. Şeytan'nın bir hilesi olduğunu anladık. yalanı (S.277-278)
Bir defasında da gece idi. İbadet ediyorduk. Kıyamda iken «Sen artık en yüksek makama çıktın!...» diye içten ve hâli bir ses işittik. Hemen o anda Cenâb-ı Hâkk'ın lütfü Pirlerimin tasarrufu yetişti, o sesin yabancı olduğu ve şeytandan geldiği bilindi. Biz kıyamda olduğumuzu zannediyorduk. Meğer Mevlâ dilediğini ibâdet esnasında yüksek bir noktaya çıkarıyormuş. Biz bunu bilmiyorduk. Yalnız gayr-i ihtiyari iniş yapmak lüzumunu hissederek derhal harekete geçtik. O kadara bilgili ki, o kadara hilesi çok ki «Şayet bu tuzağı anlarsa sıyrılmak için inişe geçer, bu sefer ben onu burada avlarım.» diye hesaplamış ve iniş yapacağımız yere kendisine ait bir kürsü kurmuş. Ayaklarımız o kürsünün üzerinde durdu, iniş yapamadık. Kursunun şeytana âit olduğunu duyuran Hazret-i Allah, kendisine sığınma lütfunu da bahşetti, istimdat sayesinde istediğimiz yere rahatça inebildik. Cenâb-ı Hakk bu çok büyük tehlikeyi bir anda bertaraf ettirdi. Bunların hepsi an içinde an oluyor.
“Gücdüvani (K.S)'nin asırlar boyu tasarrufları devam etti. yalanı ve şirki (S.279-280)
Abdülhâlik Gücdüvânî (k.s) Hazretlerimizden sonra gelen Pirân-ı izam, hep Onun himmeti altında yetişti. Tasarrufu asırlar boyu devam etti. Hazret-i Allah Ona o selâhiyeti o kuvveti bahşetmiş. Şâh-ı Nakşibend (k.s) Hazretlerimiz de böyledir. O Sultanımızdan sonra birçok Efendilerimiz Pirlerimiz gelmiş geçmiş, fakat hep O'nun manevî himayesinde ve nezâretinde yetişmiş. İmâm-ı Rabbani (k.s) Hazretlerimiz hakeza öyle... Hazret-i Allah'ın çok büyük sevgilileridirler.
Şeyh Es'ad Efendi (k.s) Hazretlerimiz de nadiren gelenler arasındadır. Meselâ intisab eden bir kardeşe, biz hemen Şeyh Es'ad Efendi (k.s) Hazretlerimizi tanıtmaya çalışıyoruz. Ona muhabbet etsin ki, himmet ve tasarruflarını üzerine celbetsin.
“Şeyh Esat Efendi Allah'ın izni ile kişinin hayatının takdir (kader) ilmini değiştirmekle değiştirmek meşguller.”küfrü (S.280-281)
Cenâb-ı Hakk o kadara büyük tasarruf ihsan buyurmuş ki, birgün bakıyoruz Şeyh Es'ad Efendi (k.s) Hazretleri Hazret-i Allah'ın izniyle kişinin hayatının takdir filmini değiştirmekle meşguller. Tasavvur buyurun büyüklüğünü. Zaten Tarikal-l Nâkşibendiye'nin Pirleri hep öyle, hepsi yüksek... Hazret-i Allah öyle murad etmiş. .
Ne yazık ki diğer hulefâsından hiçbiri orayı tarif atmıyor ve o muazzam kaynaktan o muazzam deryâdan müridânı mahrum ediyorlar. Hatta bir kardeşle tanışmıştık «Ben yirmi senedir İzmir'deyim fakat bilmiyorum.» diyor. Bunu müşahede edince hayret ettik.
“Yol sizin evlat da sizin diyoruz . Esat Efendi tasarruflarına alıyor. Mürid bir günde yetiyor.”yalanı (S.281)
Cenâb-ı Hakk'ın sırf bir ihsanından ötürüdür ki, intisab eden bir ihvanı biz ilk ânda Efendi Hazretlerine, Şeyh Es'ad Efendi (k.s) Hazretlerine sevdirmeye çalışırız. Bize gönderileni hemen Efendilerimize havale ederiz. Hiç tutmayız, aradan hemen çekiliriz. Böyle büyük üstadlarımız varken niçin tutayım? Onlar tasarruf etsinler, biz Onlara hizmet edelim. Bizde bu fikir hâkimdir. Çok şiddetlede istendiği için, inşaallah Mevlâ bunu reddetmez. Yol sizin evlâd da sizin diyoruz. Bu surette muhabbet ettikçe, Onlar da ister istemez himayelerine alıp kısa zamanda yetiştiriyorlar. Bir yılda yetişecek mürid bir günde yetişiyor. Çok kestirmeden yol veriyorlar. Bîr tek teveccühleri bakırı altına çeviriyor. Kendimde tutsam, kendimde o hal yok ki.. Yeter ki bir kere tasarruflarına alsınlar.
“Ölmüş bir mürşidin hayatı garantidedir. Tasarrufu O nisbette büyüktür, tehlikesiz hareket eder.”yalanı (S.281)
Ahirete intikal etmiş bir Mürşid-i Kâmilin nefsi yoktur, ruhu kalıptan çıkmıştır. Hayatı garantidedir. Tasarrufu da o nisbette büyüktür, tehlikesiz hareket eder. Fakat zamanın mürşidinde nefis ve şeytan var, önünü göremiyor. Cambaz gibi ipin üzerinde yürüyor. Her ân bir tehlike ile karşı karşıyadır. Binaenaleyh geçmiş Pirân-ı izam daima Ona destek verirler, önünü gösterirler ve hiç yalnız bırakmazlar. Yapacağı iş leri tanzim ettirirler. Çünkü Onun yapacağı iş değil. Onlar daima vazife başındadırlar.
Beyazıd-ı Bestami'nin “Veliler Allah'ın gelinleridir.”yalanı (S.287)
Bâyezid-i Bestâmi (k.s) Hazretlerimizin bir ifşaatları var «Velîler Hazret-i Allah'ın gelinleridir.» buyurmuşlar. Hakikaten de böyledir. O sevdiğini bulmuş, sevdiğine kavuşmuş.
Ömer Öngüt ruhu üç bölümden geçirerek Allah'a iftira ediyor (S.290-291)
Yani Hazret-i Allah (Kudsî ruh) u ahsen-i takvîm üzere yarattıktan sonra, Lâhûd âleminden saldı, berâberinde tevhid tohumu olduğu halde evvelâ (Ceberut âlemi) ne indirdi. Ruhlara o âleme mahsus, o âlemin nurundan kisveler giydirdi. Bu kisveyi giyen ruhlar (Sultanî ruh) oldu.
Sonra o kisve ile (Melekût âlemi)ne indirdi. Orada 'da o âlemin nurundan kisveler giydirdi. Bu kisveyi giyen ruhlar da (Ruhanî ruh) ismini aldı.
Hazret-i Allah ruhları yine saldı (Mülk âlemi)ne indirdi. Emr-i ilâhi ile cesedlere inip mülk kisvesine bürünen ruhlar ise (Cismânî ruh) oldu.
Demek ki ruh üç bölümden geçmiş oluyor. Bir de (Kudsî ruh) var ki, o yeri gelince açıklanacak.
Alemlerden süzüle süzüle gelen ve ulviyattan halk olunan ruh. hissiz ve hareketsiz vücuda sığdırıldı. Vücudda birde nefis var. Nefisle ruh vücudda ayrı ayrı yer tutmuşlardır. Nefis zulmâni bir buhardır, karın boşluğunda bulunur. Hazret-i Allah cesedde ruhların her birine, kendilerine mahsus yerler ayırmıştır. Cismânî ruhun yeri etle kan arasıdır ve bedende terbiye edilir. Ruhanî ruhun yeri kalp, sultanî ruhun yeri fuad, kudsî ruhun yeri ise sırdır. Ruhların terbiyesi ayrı bir husustur.
Sır, Halik ile mahluk arasında bir vâsıtadır, tercüman mesabesindedir. Çünkü Kudsî ruha sahip olan bir kimse Hazret-i Allah iledir ve O'nun mahremi sayılır.
Yani içten içe, âlemden âleme geçiliyor. Bunlar bâtınların da bâtınıdır.
Ömer Öngüt yavaş yavaş böylece zıvanadan çıkmaktadır. (S.292-293)
Peygamber vekili olan bir mürşid merdiven gibidir. Cenâb-ı Hakk'ın ilmi ezelîsinde hidâyet nasip ettiği kulları tasarrufu ile o ulvî âlemlerin yüksek makamlarına tekrar ulaştırır. Nefis de ruha tabi olarak o makamlara çıkar. Tarikat-ı Nakşibendiyenin bir hususiyeti de budur. Mürşid, muhabbet ve teslimiyet nisbetinde tasarrufunu kullanır. Günâ gün nasibini vererek sınıflarını geçirir, mekteplerini değiştirir. Böylece ruh tekâmül edip yükselmeye başlar. Meleküt âlemine çıktığında ruhanî ruh olur. Ceberut âle mine çıkabilirse sultanî ruh ve nihayet lâhut âlemine yükseldiği zaman kudsî ruh olmuş olur. Burası nebilerin velilerin makamıdır, «insan benîm sırrındır, ben de insanın sırrıyım.» Hadis-i kudsî'si bu ruhu tavsif eder.
'Hazret-i Allah kudsî ruhla desteklediği ve lahut alemine kadara çıkmaya fırsat verdiği bu kullarından dilediklerini orda tutan dilediklerini de irşad için tekrar insanların arasına geri gönderir. O her ân Allah iledir. Kendisi istemediği halde emir tahtında döndürülmüştür, insanları irşad için beşeriyet kisvesine bürünmüştür.Görünüşte halk ile, fakat batini Hakk ile meşguldür. Yeryüzünde Cenâb-ı Hakk'ın emriyle tasarruf eder. Fâil-i mutlak'ını fiillerini görür, bir yap rağın tutunduğu kadara bile tutunacak varlığı yoktur. Bir çöp kadara kıymeti olmadığını bilir; kendisini bir resimden hiç fark edemez. Çünkü Fâil-i mutlak o resimde tecellî ediyor. Fakat bu bilinmediği için herkes resmi görür.
“İmam Şarani intisap etmeyenlerin ölü cenaze olacakları” iftirası (S.303)
Hepimiz elhamdülillah müslümanız diyoruz,İslamiyeti yaşamaya gelince, nefse zor geldiği için hiç de oralı değiliz, imanın kemâline nail olmadıkça, kendimizi çok rahat aldatırız. Muhakkak yoluna girmemiz lâzım. Imam-ı Şârânî (k.s) Hazretleri intisab etmeyenlerin ekserisinin mort olarak gideceğini söylemişler, Abdülkâdir Geylânî (k.s) Hazretleri de «Şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır» buyuruyorlar.
Mürşid ilah ,mürid kul . Tasavvuf dininin aslı budur (S.319)
Amma Hazret-i Allah ki onu tayin etmiştir, mürid ondan alır. Bunun temsilini şöyle arzedelim: Bir murşidle müridi bir dereden geçeceklermiş. Müridine dönmüş «Evlâdım köprü çok uzakta, kestirmeden geçiverelim. Ben Allah Allah deyip geçerken, sen de mürşidim mürşidim de ve yürü» demiş. Yürümeye başlamışlar. Biraz gidince mürid içinden «Ben de Allah diyeyim yürüyeyim" diye geçirmiş. 'Niyetini değiştirince batmaya başlamış. Durumu sezen mürşid «Oğlum ben bu Allah lafzını söylemek için kırk senedir uğraşıyorum, bugün söyledimde, O'nun hürmetine yürüyorum. Benim söylediğim Lâfza-i Celâlin yüzü suyu hürmetine şeyhim de de yürü» demiş.
Ömer Öngüt, İmam-ı Rabbani , Muhyiddin Arabi en büyük zulüm içerisindeler (S.341)
İmam-ı Rabbanî (k.s) Hazretlerimiz «Kıyamete kadara bu yola girecek olan kimselerin ismi cismi tek tek bana bildirildi,» buyuruyorlar.
Muhiddin Arabî (k.s) Hazretleri de, gelecek bütün mürşidlerin ismini bildiğini ifşa etmişlerdir.
“Şah-ı Nakşibendi (K.S) ‘in yüz fersah(bir fersah 5 km) mesafede gömülen her Müslümana şefaat edecektir.”(S.341)
Şah-ı Nakşibend (k.s) Hazretlerimizin «Mezarımın yüz fersah mesafesinde ( Yaklaşık 78.500.000 metrekare ) gömülecek her müslümana şefaat etme izni verildi.» buyurmalarından, onlara ne kadara geniş merhamet ve selâhiyet verildiği anlaşılıyor. Nerde kaldı ki müridânın üzerine eğilmiş olmasınlar. Mezarının etrafrnı düşünürde kendi evlâdını düşünmez mi yolun büyüğü? Müridân demek öz evlâdı demek.»
Notlar - Ömer Öngüt, Akyol Matbaası, İzmir-1982