alpsanli;190552' Alıntı:
Tamam diyelimki senin dediğin doğru. Ama hindular falan doğa üstü haller sergiliyormış. Uçmaya kaçmaya ışınlanmaya son diyorsunuz ama Ladikli Hacı Ahmet diye birisi tayyimekan yapıyormuş. Zaten tayyimekan kelimesini sıklıkla duyuyoruz. Evliyalar tayyimekan yapabiliyormuş?
Alpsanli ; bu yazıyı çok iyi oku ve düşün , hala sorunda ısrar edersen bana sorunu delillendirmen gerekecek
Sonra böyle bir şeyi kabul etmeyip reddedenler, daha sonra benzer bir şeyi gözleriyle gördükleri zaman, bu durumun kendi başına geldiği kimseye itaat eder, ona boyun eğer ve onun Allah'ın velî kullarından olduğuna inanıverirler; halbuki onlar bir taraftan da bilmektedirler ki, bu kişi Allah'ın farizalarını, hattâ beş vakit namazını dahi eda etmemekte, ne Allah'ın haram kıldığı şeylerden, ne rezîletlerden, ne de zulümden sakınmamakta, aksine Cenâb-ı Hakkın :
«İyi bilin ki, Allah'ın dostlarına korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir de. Onlar iman edip takva üzere olanlardır» ( Yûnus 62- 63) âyetinde velî kullarını kendisiyle vasıflandırdığı, insanlar içinde îman ve takvadan en uzağı durumunu arzetmektedirler.
Böylece bunlar, îman ve takva bakımından insanların en aşağısında olan bu kişilerin, Allah'ın takva sahibi velî kullarına has kerametlerden olduğuna inandıkları keşifleri ve harikulade tasarrufları bulunduğunu sanırlar.
Bunlar arasında, İslâm'dan irtidât edip yüz-geri dönenler, namaz kılmayan, hattâ peygamberlere dogru-dürüst inanmayan, onlara hakaretler edip noksanlık nispet edenler için «Allah'ın muttekî velîlerinin en büyüklerinden» diye inanç besleyenler vardır.
Bunlardan bir kısmı da şaşkın, mütereddit, şüpheli, endişeli bir durumda kalmıştır; küfre doğru bir adım ilerler, sonra diğer adımını İslâm'a doğru atar-, ama çoğu zaman küfre, îmandan daha yakın durumdadır.
Bunun sebebi, aslında onların velilik şartlarına hiç de uymayan şeyleri bu hususta delil kabul etmelerindendir. Oysa kâfirler, müşrikler, sihirbazlar ve kâhinlerin yanında onlara bunun kat kat fazlasını yapan şeytanlar vardır. Nitekim Cenâb-ı Hak buyurur:
«Size haber vereyim mi, şeytanlar kimler üzerine inerler? Onlar her günahkâr yalancının üzerine inerler» ( Şuarâ 221- 222).
وَلِسُلَيْمَانَ الرِّيحَ غُدُوُّهَا شَهْرٌ وَرَوَاحُهَا شَهْرٌ وَأَسَلْنَا لَهُ عَيْنَ الْقِطْرِ وَمِنَ الْجِنِّ مَنْ يَعْمَلُ بَيْنَ يَدَيْهِ بِإِذْنِ رَبِّهِ وَمَنْ يَزِغْ مِنْهُمْ عَنْ أَمْرِنَا نُذِقْهُ مِنْ عَذَابِ السَّعِيرِ
Gündüz estiğinde bir aylık mesafeye gidip, akşam da bir aylık mesafeden gelen rüzgarı Süleyman'ın buyruğu altına verdik. Onun için su gibi erimiş bakır akıttık. Rabbinin izniyle, yanında iş gören cinleri onun buyruğu altına verdik ki, bunlar içinde buyruğumuzdan çıkan olursa ona alevli ateşin azabını tattırırdık. Sebe suresi 12.ayet
Gördüğümüz gibi Allah peygamberine bile Rüzgarı emrine vermesine rağmen 1 aylık mesafeye 1 günde aldırırken , Hz. Muhammed s.a.s. ise Mekke'den Medine'ye hicretini günlerce çileli yürüyüş ile ulaştırıken bunları idrak edemeyen ehl-i sofiyye ise bu durumu "Allahın sevgili kulu , Allah istese ulaştırmaz mı" ya da "şeytanın aynı anda her yerde olabiliyor , Allahın velisi ise ondan aşağı mıdır" diyerek bu ışınlanmayı savunmaktadır .
Kişinin ruhu farklı yerlerde olsa da görülmez. Zira Rüyada konuştuğumuz arkadaşlarımız gündüzleyin yanımıza gelip senin ruhunu gördüm beraber şunu yapıyorduk derlerdi .
Açtığım konu başlığı , aynı kişinin bedeniyle farklı farklı yerlerde görüldüğünün iddia edilmesi üzerinedir.
Misal olarak sofiyye ehlince anlatıla anlatıla mütevatir palavraya dönüşen bazı cemaat adamlarının bir iyilik yapması üzerine hem evinde hem kabede (mekkede) aynı anda görüldüğünün iddia edilmesidir. Bu kişiler nedense mekkede gördükleri yakınlarına oradayken gidip konuşup hal hatır sormazlar, geri döndükten sonra ben seni orada gördüm diyerek işin tılsım yönünü vurgularlar.
Birde şu sözlerle sakat itikatlerini savunurlar :
"Şehidler her yere gidip yardım edebilmektedirler , Allahın velileri mi gidemiyecekmiş".
Bunlar Kuranın ruhunu anlayamamış , hadislerle tanışmamış sevgide şirke düşen cahillerdir. Şimdi konuyla ilgili hadis ve ayetleri inceleyerek konuyu izah edelim.
33- Şehid Ruhlarının Cennette Olduğunu ve Şehidlerin Rableri Katında Diri Olup Rızıklandıklarını Beyan Babı
(1887) Bize Yahya b. Yahya ile Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ikisi birden Ebû Muâviye'deıı rivayet ettiler.
Bize İshâk b. İbrahim de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Cerîr ile İsâ b. Yûnus hep birden A'meş'den naklen haber verdiler.
Bize Muhammed b. Abdillâh b. Nümeyr dahî rivayet etti. Lâfız onundur. (Dedi ki): Bize Esbât ile Ebû Muâviye rivayet ettiler. (Dediler ki): Bize A'meş, Abdullah b. Mürra'dan, o da Mesrûk'dan naklen rivayet etti. Şöyle demiş:
Abdullah'a —ki İbni Mes'ûd'dur— şu âyeti(n hükmünü) sorduk:
Allah yolunda öldürülenleri asla ölü sanma! Bilâkis onlar Rabbleri katında diri olup rızıklanmaktadırlar. [ Âl-i İmrân, : 169]
Abdullah şu cevabı verdi: Bakın buraya! Biz bunu (vakti ile Peygamber efendimize sorduk da :
«Onların ruhları yeşil bir takım kuşların karnmdadır. Onların Arş'a asılı kandilleri vardır. Cennette istedikleri yerde dolaşır; sonra bu kandillere inerler. Rabbleri onlardan öyle bir haberdâr olur ki!.. Ve kendilerine : Bir şey arzu eder misiniz? diye sorar. (Onlar) :
— (Daha) ne isteyelim, işte cennette dilediğimiz yerde dolaşıyoruz! Derler.
Bunu kendilerine üç defa tekrarlar. Sorulmaktan âzâde bırakılmayacaklarını görünce :
—Yâ Rabb! Ruhlarımızı bedenlerimize iade buyurmanı dileriz! Tâ ki senin yolunda bîr defa daha Öldürülelim! Derler. Ve bir hacetleri olmadığını görünce bırakılırlar.» buyurdular.
( Muslim hadisi )
Bu masallar itikadini bilmeyen Türk toplumunda şahid olmayanlar bile , günaha girerim endişesiyle "Allahın her şeye gücü yeter istese olmaz mı ? , Allahın gücü yetmez mi ? , Şeytan aynı anda istediği yerde oluyor da veli kul neden olmasın" gibi seviyesiz ve ilimsiz vehimler öne sürmektedirler. Bilmezler ki şeytan yeyip içmez ama bizim veli dediklerimiz bir oturuşta sofrayı çökertmeden kalkamamaktadır .
***
Türk halkının ağzında dolaşan efsanevi ve ütopik bazı meşhur rivayetler bizlerin de kulaklarına gelmiştir. Bunlar genellikle insanları İslama ısındırmak , sevdirmek ve inandırmak gibi maksatlarla yanlış yöntemlerle çıkmış hikayelerdir . Onlardan bir kaçını sayacak olursak ; Kıbrıs (1974 Laik Türk/ Hırıstiyan Rum) harbinde bir çavuş yeşil sarıklı bir adamın düşman askerleriyle savaştığını görmüş, onunla tanışmış. O adam kendisinin Hakkari’de falanca mezarda yatan adı soyadı şu, şu olan biri olduğunu söylemiş.
Savaştan sonra Çavuş Hakkari’ye gitmiş mezarlığı bulmuş ve o adamın üzerinde adı yazılı mezarını da bulmuş. Hatta mezarı açtırıp bakmış, o adammış!
Belki savaşta hatıra fotoğrafı da çektirmiş mezardakinin o olduğunu bununla isbat etmiş bile denilebilir.
Dinleyen kişiye, inanmamaya çıkış noktası bırakmayacak kadar ustaca uydurulmuş bu hikayeler, memleketimizde 7 kapıya dağıtılmazsa evin yanar, canın yanar yazılı kağıtlar kadar ürkütücüdür.
Bir başka örnek (Şanlı demeyi aman ihmal etmeyelim
) Urfa’daki balıklı gölde yüzen hayvanların Kıbrıs harbine iştirak ettikleri, o günlerde gölde hiç balık kalmadığı, savaş bittikten sonra da göle dönen balıkların yaralı olduğu, hatta o günden sonra balıkların eğri büğrü ve yanık izli oldukları gibi safsatalardır.
O balıkların İbrahim aleyhisselamı yakmak için toplanan odunlar olduğuna inanmak gibi ve hatta o balıkların haram olup yenilemeyeceği gibi batıl birçok hikaye mevcuttur. Basit bir hikaye gibi gözükmesine, inansan ne olur inanmasan ne olur zannedilmesine rağmen Allah’ın kullarına helal kıldığı bir nimeti (balık) haram etmeye yol açan bu sapkınlıklar Müslümanların birileri tarafından aptal yerine konmasına ve İslâm dininin böyle acaipliklerden ibaretmiş gibi algılanmasına sebep olmaktadır.
Hatta durum o kadar kritik bir noktaya gelmiştir ki Allah’ın hükümlerini inkar eden adam dinden çıkacağından korkmaz da bu tür hikayelere inanmazsa dinden çıkacağını zanneder olmuştur. Bu acaiplikleri inkar ederse sanki vatan haini gibi memleket haini olacağını sanan pek çok urfalı gördüm. Bu işin arka planında şöhret ile birlikte turistik ve ticari kaygıları olduğu da göz ardı edilemez.
Bir başka balık hikayesi daha sunacağım ama bizim meşhur balıkçı Temel'in memleketi trabzon bu konuda hayli geri kalmıştır(!)
Kayseri’nin Taçın Köyü'nde bir tepenin köye bakan yamacından çıkan su Sıvgın’a doğru akar. Burada yaşayan bir köylü dedesinden dinlediğini söyleyerek şunları anlatmıştır:
Bu kaynaktaki balıklar 2. Dünya harbinde savaşmaya gitmişler ve suda hiç balık kalmadığı gibi kaynak da kurumuş, sular çekilmiş. Harp bittikten sonra suyun kaynamasıyla birlikte balıklarda kimi şehid kimi gazi memlekete dönmüşler!
Halbuki o köylü 2. Dünya harbinin, Almanya'lı Hıristiyan Hitler’in, Rusya ve diğer Avrupa’lı Hıristiyan'larla yaptığı Hırıstiyanlar arası bir savaş olduğunu bilse idi bu hikaye başlamadan biterdi.
Daha önce şehid olmuş birilerinin de tekrar savaşmaya geldiğini anlatan hikayeler çoktur. Bu tür rivayetlerin ağızdan ağıza yaygın olması, anlatanların çokluğu vesaire gibi durumlar, onlara inanmadan önce araştırmayı daha da kaçınılmaz kılmaktadır.
Konu müslümanlara savaşta Allah’ın yardım göndermesi olarak kabul gördüğüne göre bunun İslâm diniyle sahih yönden bir alakası var mıdır yok mudur araştırmak gerekir. Bu araştırmanın yapılacağı alan da elbette Kur’an ve sahih sünnettir.
Türkiye'de son yıllarda Başta Nurcu diye isimlendirilen tarikatler olmak üzere , pek çok tasavvuf ehli tarafından Çanakkale'de v.s. yapılan savaşta şehidler geldi savaştı" gibi sözler batıl olmasına rağmen reklamı yapılarak reyting elde edilmeye çalışılmaktadır.
Çünkü ölmeden şehidlik olmaz. Ehl-i Sünnet inancına göre ise ölen kişi bir daha dünya ya dönemez.
Onların diriliği , müslümanın iki kaynağından biri olan Rasulullah'ın (s.a.v.) sünnetinde şöyle ifade edilmiştir:
" Abdullah İbni Abbas (ra)dan; demiştir ki:
Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
"Uhud'da kardeşlerinize (şehidlik) isabet edince Allah onların ruhlarını yeşil kuşların içine yerleştirdi. (Bu ruhlar yeşil suretindeki taşıyıcılarına binerek) cennet nehirlerine uğrar meyvelerinden yerler (sonra), arşın gölgesinde asılı olan altından kandillere dönerler. (Şehidler)Yediklerinin, içtiklerinin ve kaldıkları yerin güzelliğini görünce,
"Bizim cennette diri olup da (Şehadetten dolayı cennet nimetleriyle)rızıklandırıldığımızı, cihada yönelmeleri ve harbden korkup kaçmamaları için (dünyada bulunan) kardeşlerimize iletecek kim var? derler.
(Bunun üzerine)Her türlü noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah: (bunu) sizden onlara ben eriştireceğim" buyuracak. (Nitekim) Allah: "Allah yolunda öldürülenleri ölü zannetmeyin...." (Âl-i İmrân, 169) (mealindeki) ayeti kerimeyi sonuna kadar indirdi."
(Ebu Davud (9/513-514) K. Cihad Bab: 25 Hadis no: 2520)
Bu hadisin zahirinden de anlaşıldığı gibi Şehidlerin kendilerine has bir kabir hayatları vardır. Şehidler şehadetlerinin ardından dünyaya dönmek isteseler bile bu olmaz.
Cabir bin Abdullah (ra) dan rivayet edilmiştir; diyor ki:
Rasulullah (s.a.v.) bana rastladı ve "ya Cabir!" buyurdu, "neden seni kırgın görüyorum?
Bunun üzerine "Ya Rasulullah! babam şehid düştü ve geride ıyâl ve borç bıraktı." dedim.
Rasul-u ekrem, "Babanın Allah Tarafından nasıl karşılandığını sana müjdeleyeyim mi?" buyurdu.
"Evet, ya Rasulullah!" dedim. Buyurdu ki:
"Allah, bir kimse ile ancak perdesinin arkasından konuşmuştur. Fakat babanı diriltmiş ve onunla yüzyüze (perdesiz elçisiz)konuşarak" dile benden, sana (dilediğini) vereyim!" buyurmuştur.
O da "Ya Rabbi!" dedi, "Beni diriltirsin ve senin uğrunda ikinci kez öldürülürüm!"
Allah(cc) şöyle buyurdu:
"Ne var ki onların tekrar (dünya hayatına) dönmeyeceklerine dair benim sabık (önceden aldığım) hükmüm vardır." Ve şu ayet indirildi: "Allah yolunda öldürülenleri birer ölü sanma..".
(Tirmizi(5/128-9) K. Tefsirul Kur'an bab.4 hds no: 3196 Hasen-garib)
Hadisten de anlaşıldığı gibi, şehid olan her ne kadar Allah yolunda ikinci bir kez daha ölmek için dünyaya dönmek istese de onun bu isteği yerine getirilmez, çünkü ölenlerin bir daha dünyaya dönmeyeceğine dair Allah'ın hükmü vardır.
Kur'anı Kerim'de Ölülerin tekrar dünyaya dönmeyeceğine dair Allah c.c. şöyle buyurmuştur :
Onların her birine ölüm geldiğinde: "Rabbim, beni döndürün!"der.
"Belki geride bıraktıklarımla salih amel işlerim."
Asla! Bu onun söylemiş olduğu bir sözden ibarettir. Onların önünde de dirilecekleri güne kadar bir berzah vardır." (Mu'minûn 99-100)
Şehidlerin öldüğünde bulunacağı ortamı Rasulullah'ın başka bir hadis-i şerifinden görelim:
Mesrûk (r.a) Abdullah'a bu âyette zikredilen şehidlerin halini sormuş, o şöyle cevap vermiştir:
Biz de bunu Hz. Muhammed (s.a.s)'e sormuştuk. Bize şu cevabı vermişti:
"Şehidlerin ruhları yeşil kuşların karnındadır. Onların arşa asılı kandilleri vardır. Diledikleri gibi cennette serbestçe dolaşır, sonra o kandillere geri dönerler"
(Muslim, İmâre, 121; Ebû Davûd Cihâd 25; Tirmizî, Tefsiru Sure, 3/19; Ibn Mâce, Cenâiz, 4; Cihâd, 16).
***
(Alıntı)
Soru: Özellikle tarikat çevresinde çokça konuşulan, velinin kerameti olarak lanse ettirilmeye çalışılan tayy-i mekân konusunu sormak istiyorum. Şeyh efendi hem hacda hem de memleketindeki bir kişinin cenazesinde bulunabiliyor! Bulunduğum yerde yemin ederek bunu anlatıyorlar ve görenleri şahid gösteriyorlar. Bir başka konu da bu şeyhlerin insanların içinden geçenleri bilmesi… Arkadaşım, “şeyh benim içimden geçeni bildi” diye iddia ediyor. Ben bunun şeytanın bir oyunu olduğunu anlatsam da inandıramadım. Gerçekten şeytan bunları yapabilir mi? Onların kılığına girip saptırabilir mi?
Cevap: “İçinde bulunulan mekânla birlikte aynı anda başka yerlerde de görünmek” manasına gelen tayy-i mekân diye bir şey olamaz. Şahid dedikleri adamlarla görüşmek istediğinizi söyleyin, hiç biri bunu gördüğünü ifade etmeyecektir. Eden olursa yemin teklif edin. Çünkü bu tür şeyler organize yalanlardır. Bir şeyin olmadığı değil, olduğu ispat edilir. Bu sebeple ispat bize değil, iddia sahiplerine düşer. Siz onlardan bunu ayet ve hadislerle ispat etmelerini isteyin. Bir kişide olağanüstü bir hal görülmüş ise, velev ki onu biz görelim, o durumun şeriate göre hükmüne bakmak lazımdır. Aksi taktirde göz yanılması, ya da şeytanın (cinnin) o kişinin yerine girme veya büyüde olduğu gibi sağtırdığı kimseye o işinde yardım da edebilir.
Şeyhlerin insanların içinden geçen şeyleri bilmesine gelince: Allah Teâlâ üzerimizde görevlendirdiği meleklerle ilgili olarak şöyle buyuruyor:
“Üzerinizde koruma görevlileri vardır; onlar değerli yazıcılardır. Ne yapsanız bilirler.” (İnfitâr, 82/10–12)
“Şurası bir gerçek ki, insanı yaratan biziz. Ona şahdamarından da yakın olduğumuzdan biz, içinin ona ne fısıldadığını biliriz.
Sağında ve solunda oturmuş iki kayıt memuru bulunur.
Bu sebeple ağzından çıkan her sözü kayıt için hazır bekleyen bir gözcü mutlaka vardır”. (Kaf 50/16–18)
Dikkat ederseniz bu melekler sadece “yaptıklarımızı” bilirler; içimizde olanları değil. Demek ki, Allah kişinin içini bildiği halde melekler ancak ağızdan çıkan sözü bilebilirler.
İnsanların içinden geçenler gaybtır ve gaybı ne insan, ne melek, ne cin, ne de Allah’ın Elçileri bilebilirler.
Allah Teâlâ şöyle buyurur: “De ki, göklerde ve yerde, hiç kimse gaybı bilmez, onu sadece Allah bilir.” (Neml 27/65)
Birçok ayette “insanların kalplerinde/içlerinde olanı sadece Allah’ın bildiği” özellikle vurgulanmaktadır. Diğerleri ise sadece tahmin edebilirler; tahminleri bazen tutar, bazen tutmaz. Zaten böyleleri öyle genel şeyler söylerler ki, biri tutmazsa diğeri tutar ve bağlılarını kandırmayı başarırlar.