Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Tebliğ Mektubu

I Çevrimdışı

ibn_teymiyye

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
İMTİHAN DÜNYASI

“Bilin ki dünya hayatı ancak bir oyun, bir eğlence, bir süs, aranızda bir övünme, mal ve evlat çoğaltmada bir yarışmadan ibarettir. Bu, bir yağmur gibidir ki, bitirdiği bitki çiftçilerin hoşuna gider. Sonra kurur da sen onu sapsarı bir halde görürsün. Sonra da çerçöp olur. Ahirette ise şiddetli bir azap da vardır, Allah’ın bağışlaması ve rızası da vardır. Dünya hayatı aldatıcı bir geçimlikten başka bir şey değildir.” (Hadid Sûresi 20.Âyet)

“Biz gökleri yeri ve ikisi arasındakileri bir oyun ve eğlence olsun diye yaratmadık.” (Duhan Sûresi 38)

Niçin yaratıldığınızı, dünyada niçin bulunduğunuzu, sayılı seneler önce bir hiç olduğunuzu belli bir zaman sonra öleceğinizi, aslında üzerinde yaşadığınız şu dünyanın sadece bir imtihan alanı olduğunu hiç düşündünüz mü? Yoksa dünyaya dalıp, boş amaçlar peşinde koşan insanlar gibi, Allah’a kulluğu bırakıp sadece hevâ ve heveslerinizin peşinde koşarak mı yaşamaktasınız? Kendi varlığınıza, şu dünyaya, kâinata bir bakın, Allah’ın bizler için yarattığı sayısız nimetlerini bir düşünün.

“Allah, sizi annelerinizin karınlarından hiçbir şey bilmediğiniz bir halde çıkardı. Size şükredesiniz diye kulaklar, gözler ve kalpler verdi.” (Nahl Sûresi 78)

Evet, bundan sayılı seneler önce hepimiz birer hiçtik. Allah bizi yoktan varetti. Yoktan var olmak, bir hiçken yaratılmak… Bu sözleri söylemek dile kolaydır. Ama çoğu insan bu sözleri gerçek manada düşünmez. Düşünün ki eğer Allah bizleri yaratmayı dilemeseydi, yine bir hiç olarak kalacaktık ve buna ben neden hala yaratılmadım diye itiraz dahi edemeyecektik. Ne insan, ne hayvan, ne hava, ne su, ne uzay hiçbir şeyden haberimiz olmayacaktı. Adı sanı anılır olmayan bir hiçken var edilmek ne büyük bir lütuftur. Gerçekten bu konu düşünülüp ibret alınması gereken bir konudur.

“Ben, cinleri ve insanları ancak Bana ibadet etsinler diye yarattım.” (Zariyat Sûresi 56)

Bu kısacık ayet varoluşumuzun amacını muazzam bir şekilde belirtmektedir. Allah’a ibadet, kulluk. Oysa bugün insanların çoğu amaçsız bir şekilde ya da boş amaçlar peşinde yaşamaktadırlar. İnsanın adı sanı anılır bir şey değilken kendini bu imtihan dünyasında bulmasına rağmen hayatın akışına kapılıpda ben neyim, niçin varım, benden istenen ne? Neden ölüyoruz diye düşünmemesi ne hayret verici bir olaydır. Oysa kendisinden istenen sadece Allah’a kulluk etmesidir. Ey Allah’a kulluktan kaçanlar! Yoktan var edilmenizin karşılığını bu şekilde, nankörce yaşayarak mı vereceksiniz? Gelin Allah’a kulluk edin, boş amaçlar peşinde koşmayı bırakıp yaratılış amacınıza uygun yaşayın.

“Öyle ise Beni anın ki, Ben de sizi anayım. Bana şükredin, nankörlük etmeyin.” (Bakara Sûresi 152)

“Şüphesiz ki senin Rabbin, insanlara karşı lütuf sahibidir. Fakat onların çoğu şükretmezler.” (Neml Sûresi 73)






Düşünün insan kendisine birisi ufak bir hediye verdiğinde bile nasıl teşekkür etsem de bu iyiliğin altında kalmasam diye düşünür. Kimisi de kendisine bir iyilik yapan kişiye hayat boyunca minnettar kalır. Ama bakıyorsunuz ki aynı insan kendisini bir hiçken yaratan Allah’a iman ve kulluktan kaçınmaktadır. İnsana hayat vermekten daha büyük bir hediye olabilir mi? Ve bu büyük hediye karşısında teşekkür etmemek nankörlük değil de nedir? Hem de nankörlüklerin en büyüğüdür.

“Her canlı ölümü tadacaktır. Yaptıklarınızın karşılığı da kıyamet günü size tam olarak verilecektir. Kim cehennem ateşinden uzaklaştırılıp, cennete konulursa işte o kurtuluşa ermiş olur. Dünya hayatı ise aldatıcı bir menfaatten başka bir şey değildir.” (Ali İmran Suresi 185)

Evet hepimizin sonuçta ölecek olması ve dünyanın gelip geçiciliği hayatımızın tartışmasız bir gerçeğidir. Ama çoğumuz ölümü pek düşünmeyiz. Neredeyse her gün başka insanların ölüm haberlerini alırız. Ama kendi ölümümüzü pek düşünmeyiz. Hep bu şekilde başkalarının ölüm haberlerini alacağımızı zannederiz. Ama ölüm gerçeğine rağmen çoğu insan dünyayı ahirete tercih eder. Oysa burası sadece bir imtihan alanıdır. Düşünün imtihanlardan birine giren bir kimse, sınava girdiği imtihan salonunu çok sevdiğini söylese ve oradan hiç çıkmak istemese ne kadar garip ve aptalca olurdu değil mi? İşte ahiretini ihmal edipte dünyaya bağlanan insanın yaptığı da böyle bir aptallıktır.

“Kim azgınlık edip, dünya hayatını tercih ederse, şüphesiz ki onun varacağı yer cehennemdir. Kim de Rabbinin huzurunda duracağından korkar ve nefsini kötü arzulardan menederse, şüphesiz ki onun varacağı yer de cennettir.” (Naziat Sûresi 37-41)

Önemli olan dünyayı, hayatımızın amacı haline getirmemektir. Hüsrana uğrayacaklar, ana gayeleri olarak dünya yaşamını seçip, sadece onun için yaşayanlardır.

“Şüphesiz ki Allah, iman edip salih amel işleyenleri, altlarından ırmaklar akan cennetlere koyar. İnkâr edenler ise dünyada zevk edip geçinirler. Hayvanların yediği gibi yerler. Onların varacakları yer ateştir.” (Muhammed Sûresi 12)

Evet iman ve kulluktan uzak yaşamlar hayvani bir yaşam değildir de nedir. Her gün yiyip içip yatıp zevk edipte Allaha iman ve kulluktan kaçanın bir hayvandan ne farkı vardır. Yoksa hayvanlarda yiyip içip yaşarlar ama onlar imtihanda değillerdir imtihanda olan insandır. Bu yüzden hayvanlar yaptığından sorumlu değildir ama insan sorumludur.

“…İnsanlardan: “Ey Rabbimiz! Bize dünyada ver” diyen kimseler vardır. Onların ahirette hiçbir nasibi yoktur. Onlardan bazıları da: “Ey Rabbimiz! Bize dünyada da iyilik ver, ahirette de iyilik ver ve bizi ateş azabından koru” derler. İşte onların kazandıklarından nasipleri vardır. Allah, hesabı çok çabuk görür.”
(Bakara Sûresi 200-202)







İslam tamamen dünyaya bağlanmayı tasvip etmediği gibi tamamen onu terk etmeyi de tasvip etmez. Hepimiz hayatımızı idame ettirmek için çalışmalı ve başka insanlara yük olmamalıyız. Yani İslam’ın ön gördüğü dünya ve ahiret dengesidir. İslam’ın en temel özelliklerinden biri, onun dünya-ahiret ve madde-mana dengesini esas alan bir din olmasıdır. İslam her türlü aşırılığa, ifrat ve tefrite kapılarını kapatmıştır. O, orta yoldur. Ne batı uygarlığı gibi madde eksenli ve dünyevidir, ne de doğu uygarlıkları gibi dünya hayatını dışlayan bir anlayışa sahiptir. İslam’ın dünya görüşü dünya-ahiret dengesine dayalı, gerçekçi, berrak ve iki cihan saadetine dayalı bir yapıya sahiptir.

“Hanginizin daha güzel amel işleyeceğini denemek için ölümü ve hayatı yaratan O’dur. O çok güçlüdür, çok bağışlayıcıdır.” (Mülk Sûresi 2)

Hayat bir imtihan, dünya ise imtihan salonudur. Tüm mesele bu imtihanı kazanmak ya da kaybetmekten ibarettir. Bu imtihanı kazananlar ebedi kurtuluşa ererken, kaybedenler ise hüsrana uğrayacaklardır. Dünya insanın asıl konağı, asıl yurdu değildir. İnsanın asıl hayat mekanı ahirettir. İnsanın yapması gereken, dünya hayatının geçici olduğunu ve buranın sadece ahiretteki konumunun belirlendiği bir imtihan alanı olduğu gerçeğini unutmaması ve ona göre hazırlığını yapmasıdır.

“Asra yemin ederim ki, insan mutlaka hüsran içindedir. Ancak iman edip salih amel işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler, birbirlerine sabrı tavsiye edenler müstesna.” (Asr Sûresi)

Kurtuluşun iman-amel bütünlüğü içerisinde İslam’ı yaşamakla mümkün olduğunu bildiren Asr suresi kolay cennet beklentisi içinde olanlar için bir cevap teşkil etmektedir. Bugün insanların çoğu hiçbir şey yapmadan cennete gitmek istemektedirler. Müslümanım demekle veya sadece lafla kelime-i şehadeti dile getirmekle, yaşam tarzları ya da dine karşı tutumları ne olursa olsun, cennete gitmeyi garanti ettiğine inanan milyonlarca insan vardır bugün dünyada. Tabi bu boş beklentide şeytanın ve nefsin etkisi de büyüktür. Şeytan Allah’ın merhametiyle insanları aldatır. Nasıl olsa Allah affeder bir şey olmaz deyip insanları günah batağına sokar. İşte insan bu tuzağa düşmemelidir.

KIYAMET-MAHŞER

“O gün gök erimiş bir maden gibi olur. Dağlar da atılmış renkli yün gibi olur. Hiç bir dost diğer bir dostunun halini sormaz. Onlar birbirlerine gösterilirler. Suçlu kimse o günün azabından kurtulmak için oğullarını, ailesini, kardeşini, kendisini barındırmış olan sülalesini ve yeryüzünde bulunan herkesi feda etmek ve böylece kendisini kurtarmak ister. Fakat ne mümkün! O cehennem alev alev yanan bir ateştir.” (Mearic Sûresi 8-15)

“O muazzam gürültü, kıyamet kopup geldiği zaman; İşte o gün kişi kardeşinden, annesinden ve babasından, eşinden ve evlatlarından bile kaçar. O gün onlardan her birinin başından aşkın derdi ve tasası vardır.” (Abese Sûresi 33-37)

O günün dehşetinden herkes kendi derdine düşmüş bir durumdadır. İnsan en yakınlarından bile kaçabiliyorsa o günün dehşetini bir düşünün! Annenizin sizden kaçtığını düşünebiliyor musunuz? O halde cennete giden yol araştırılmalı ve o yolda ölünceye kadar sebat göstermelidir.





Son pişmanlık fayda vermez…

“İşte o gün insan hata işlediğini anlar, ama artık bu anlamanın ona ne faydası olacak? O zaman insan: “Keşke bu hayatım için ben önceden salih ameller işleyip gönderseydim” diyecektir. Artık o gün Allah’ın edeceği azabı, hiçbir kimse edemez.” (Fecr Sûresi 23-25)

Cehennemlikler ateşin kenarında ona atılmak için bekletilirken pişmanlıklarından dolayı yalvarırlar yakarırlar tek temennileri dünyaya geri dönmektir. Dünyaya dönüp hatalarını telafi etmek isterler. Ama bu olanaksızdır öğüt alma yurdu dünya artık geride kalmış, fırsatlar kaçmıştır. Defalarca özür beyan ederler ama bugün özür dileme günü değildir. Geçmiş amellere göre karşılık görme günüdür.

“Ey inkâr edenler! Bugün artık özür beyan etmeyin. Siz ancak yaptığınız şeylerle cezalandırılacaksınız.” (Tahrîm Sûresi 7)

Hatta kişi o gün azaptan kurtulmak için en çok sevdiği; dünyadayken uğruna hayatını feda etmeye hazır olduğu, onlar için mücadele ettiği, onlar için yaşadığı oğlunu, karısını, kardeşini, içinde yetiştiği kendisini barındıran ailesini fidye vermek ister. Daha doğrusu kurtuluş çırpınmaları, kendisinden başkasını düşünme duygusunu ortadan kaldırmıştır. Bu yüzden yeryüzünde bulunan her şeyi vermek ister, tek kendisi kurtulsun diye. Ama bu istekleri de bir sonuç vermez.

“O gün onlar birbirlerine gösterilirler. Suçlu olan kimse ister ki, o günün azabından kurtulmak için oğullarını, karısını, kardeşini, kendisini barındıran tüm ailesini ve yeryüzünde bulunanların hepsini fidye olarak versin de, sonra kendisini kurtarsın. Ama hayır, bu asla olmaz. Cehennem gerçekten derileri kavurup soyan alevli ateştir.” (Meâric Sûresi 11-16)
-Cehennemdeki bazı azap türleri-

Allah iman etmeyenlere çok büyük bir azap hazırlamıştır. O da ebedi olarak cehennemde yanmaktır. Bu işin ciddiyetini anlamayanlar birkaç saniyeliğine ellerini ateşte tutabilirler. Düşünün bu bile insana ne kadar acı vermektedir. İnsan iman etmediği takdirde bu ateşin daha şiddetlisinde birkaç saniye, dakika veya gün değil sonsuza kadar kalacağını düşünürse, kendisini bekleyen tehlikenin boyutunu anlayabilir. Dünyadaki sıcaklardan, hatta sineğin uğultusundan rahatsız olup şikayetçi olan insan, o azaba nasıl dayanacak?

Ebu Hüreyre(r.a.)’den rivayet edilmiştir: Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurdu: “Yaktığınız şu ateşiniz cehennem ateşinin yetmiş cüz’ünden bir cüzdür.
Ya Rasûlullah! Vallahi (böyle) olsaydı bile (azaba) yeterdi” dediler.
“Cehennem (bu) ateşin üzerine, altmış dokuz derece daha fazla kılındı. Her birinin harareti, dünya ateşinin harareti gibidir.” buyurdu. Hadis (Buhari, Müslim, Tirmizî)

Zincirlere vurularak ateşe sürülürler…

O gün günahkârların bir arada zincirlere vurulmuş olduklarını görürsün. (İbrahim Sûresi 49)





Allah’ın dünyada lütfuyla kendilerine verdiği rızık, mal ve eşyada cimrilik yapıp, zekat vermeyip, o mallardan Allah yolunda harcamayanların vücutları o mallarla dağlanır ki onlar bunları kendi evlerinden, cimrilik edip tuttukları şeylerden getirmişlerdir. Bu korkunç bir sahnedir!

“…Altın ve gümüşü biriktirip, Allah yolunda harcamayanlara acı veren bir azabı müjdele! Bunlar kıyamet günü cehennem ateşinde kızdırılır. Onların alınları, böğürleri ve sırtları bunlarla dağlanır. Onlara: “İşte kendiniz için biriktirdiğiniz; biriktirdiklerinizi tadın!” denir.” (Tevbe Sûresi 34-35)

Derileri yanıp kavruldukça azaplarının devamı için yeni derilerle değiştirilir…

“Âyetlerimizi inkâr edenleri yakında bir ateşe sokacağız. Derilerinin her yanışında azabı tatsınlar diye onları başka derilerle değiştireceğiz. Şüphesiz ki Allah çok güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Nisâ Sûresi 56)

Ateşten başka kaynar su azabı da vardır…

“…İnkâr edenler için ateşten elbiseler kesilmiştir. …Başlarının üzerinden de kaynar su dökülür. O su ile karınlarındaki (organlar) ile derileri eritilir.” (Hac Sûresi 19-20)

Ebu Hüreyre (r.a.)’den rivayet edildiğine göre Hz.Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Kaynar su onların başlarının üzerine dökülecek ve bu su onların karınlarına ulaşıncaya kadar nüfuz edecek ve ayağından çıkıncaya kadar da, içinde ne varsa parçalayıp dışarı çıkaracaktır. İşte bu sahrdır (sıcaktır). Sonra olduğu gibi (geri eski hallerine döndürülürler).” Hadis (Tirmizî-Beyhaki)

Onlara azap için kamçılar, zincirler, halkalar ve türlü türlü azap aletleri vardır…
“Onlar için demirden kamçılar vardır.” (Hac Sûresi 21)

Doğrusu biz kâfirler için zincirler, demir halkalar ve alevli bir ateş hazırladık. (İnsan Sûresi 4)

Kimileride cehennemin dar bir yerine atılır üzerlerine ateş kapatılır. Oradan çıkmak için azap içinde kıvranıp dururlar.

“Onlar elleri boyunlarına bağlı olarak oranın dar bir yerine atıldıkları zaman, orada yok olup gitmeyi isterler. O durumdayken onlara: “Bugün bir kere yok olmayı istemeyin, bir çok kere yok olmayı isteyin!” denir.” (Furkan Sûresi 13-14)

Onların üzerlerine bir ateş bastırılıp kapıları kapanacaktır. (Beled Sûresi 20)

Kimileri de direklere bağlanarak yakılırlar ve cehennemlikler için bunlar gibi daha bir çok azap türleri vardır.

“Onlar, uzatılmış direkler arasında bağlı oldukları halde, o ateş onların üzerine sımsıkı kapatılacaktır.” (Hümeze Sûresi 8-9)






-Cennetliklerin ihtişamlı yaşamı-

“Şüphesiz ki iyiler mutlaka cennette, nimet içindedirler.
Tahtlar üzerinde oturup, kendilerine verilen nimetleri seyrederler.
Sen onların yüzlerinde nimete kavuşmanın sevinç pırıltısını görüp, kendilerini tanırsın.” (Mutaffifîn Sûresi 22-24)

“Onların etrafında sanki sedeflerinde saklı inciler gibi tertemiz, kendilerine ait hizmetçiler dolaşır.” (Tûr Sûresi 24)

“Onların etrafında altın tepsiler ve kadehler dolaştırılır. Orada canlarının çektiği ve gözlerinin hoşlandığı her şey vardır. Siz orada ebedi olarak kalacaksınız.” (Zuhruf Sûresi 71)

Cehennemlikler azap içinde kıvranırken, aşağılık bir yaşam sürerken, cennetlikler dünyadaki kralların sürdüğü yaşamdan bile kat kat üstün ve ihtişamlı müreffeh bir yaşam sürerler. İşte onların yüzünde nimet belli olur. Yüzlerinden memnuniyet taşar. Bulduklarıyla ferahlayan yüzler. O yüzler, işlediği amellerle övülür de neticesini ve hayrını bulurlar tahtlar üzerine kurulup kendilerine verilen mükafatları izlerler. Etraflarında emirlerine amade Allah’ın kendilere hizmet için yarattığı tertemiz pırıl pırıl hizmetçileri dolanır. Cehennemlikler hakaret ve kınama ile çağrılırlarken bunlar merhabalarla, izzet ve ikramlarla çağırılacaklardır. Cennetliklere korku yoktur. Bir de bakarsın ki aralarında altından tabaklar ve bardaklar dolaştırılır. Bir de ne göresin cennette onlar için canlarının istediği her şey vardır.

Ebu Hüreyre (r.a.)’den rivayet edilmiştir. Hz.Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Her kim cennete girerse nimet ve naz içinde müreffeh ve hoş hali olur. Kendisine hiçbir sıkıntı ve darlık dokunmaz. Elbisesi eskimez ve gençliği geçmez. Cennette hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği ve hiçbir insan kalbine gelmeyen nimetler vardır.” Hadis (Müslim)
Cennet Ehlinin Mekanları
“Biz, iman edip salih amel işleyenleri, mutlaka altlarından ırmaklar akan ve içlerinde ebedi olarak kalacakları cennet köşklerine yerleştireceğiz. İyi amel işleyenlerin mükâfatı ne güzeldir! Onlar, sabreden ve yalnız Rab’lerine dayanıp güvenen müminlerdir.” (Ankebût Sûresi 58-59)

“…Onlar cennet köşklerinde güven içindedirler.” (Sebe Sûresi 37)

“Fakat Rablerinden korkan kimseler için üst üste bina edilmiş ve altlarından ırmaklar akan köşkler vardır. Bu, Allah’ın vaadidir. Allah vaadinden caymaz.” (Zümer Sûresi 20)

Cennet ehli cennetin çok güzel konutlarında sonsuza kadar yaşayacaklardır. Asla yok olmayacak konutlarda sonsuza kadar yaşamak… Düşüncesi bile inanılmaz. Şu gelip geçici dünyanın konutları onlarla kıyaslanamaz. Biri gelip geçici diğeri ise kalıcı. Aklı olan kalıcıyı tercih eder. Cennetteki küçücük bir yer bile dünyadan değerlidir.

Ebu Hüreyre(r.a.)’den Hz.Muhammed (s.a.v.)’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
“Cennetteki bir yay miktarı (yer), üzerine güneşin doğduğu veya battığı (her şeyden) daha hayırlıdır.” Hadis (Tirmizî)

“Orada sürekli akan bir pınar vardır. Orada yükseltilmiş tahtlar, Önlerine konulmuş kadehler, Dizilmiş yastıklar, Ve serilmiş kıymetli halılar vardır.” (Ğaşiye Sûresi 12-16)

“Onlar orada örtüleri parlak atlastan olan yataklara yaslanırlar…” (Rahmân Sûresi 54)

Cennetin konutlarında güzel mobilyalar, döşekler vardır. Rahatça yaslanmak için yastıklar, halılar… İster süs için, ister istirahat için fark etmez şuraya buraya serilmişlerdir. Cennetlikler eşleriyle yataklarına yaslanıp zevkü sefa sürerken, cehennemlikler ise ateşten yataklarına yaslanırlar. Birilerinin altlarından ırmaklar akarken, diğerlerini de altlarından ve üstlerinden ateş kaplar.

Azap kendilerini üstlerinden ve ayaklarının altından sardığı gün Allah onlara: “Yaptıklarınızın cezasını tadın!” der. (Ankebût Sûresi 55)

Onların altlarında cehennem ateşinden yataklar ve üstlerinde yine cehennem ateşinden örtüler vardır. Biz zalimleri işte böyle cezalandırırız. (A’râf Sûresi 41)

Onlar için altlarından cehennem ateşinden yatak ki alay için yatak diye isimlendiriliyor. Çünkü o gerçek bir yatak gibi, ne yumuşaktır ve ne de rahatlık verir. Onların üstlerinden de kendilerini kapatacak cehennem ateşinden örtüleri vardır! Yaslanacak ve duracak yer olarak ateş ne kötüdür. Onlar orada yaslanacaklar, oturacaklar ama rahat etmek için değil, perişan olmak, kızarmak ve haşlanmak için.

“De ki: Bu mu daha iyidir, yoksa Allah’tan korkanlara vaad edilen ebedîlik cenneti mi?..” (Furkan Sûresi 15)

Elbette cennet daha iyidir. Hiç cennetle bu dayanılmaz belâ mukayese edilebilir mi? Ey insanlar, seçme elinizdedir. İster bunu, ister onu seçersiniz!
-Cehennemliklerin Yakarışları-
yoktur” der.” (Fâtır Sûresi 36-37)
“İnkâr edenler için de cehennem azabı vardır. Ölümlerine hükmedilmez ki, ölsünler. Kendilerinden cehennem azabı da hafifletilmez. İşte Biz her nankörü böyle cezalandırırız. Onlar cehennemde: “Ey Rabbimiz! Bizi buradan çıkar. Önce yaptığımızdan başka salih bir amel işleyelim” diye feryat ederler. Allah onlara: “Öğüt alacak olanın öğüt alacağı kadar sizi yaşatmadık mı? Size uyarıcı da geldi, Öyleyse şimdi tadın azabı, zalimlerin hiçbir yardımcısı

Tövbe, itiraf ve pişmanlık… Fakat fırsatlar kaçtıktan sonra… İşte biz, sert bir azar taşıyan kesin red cevabını işitiyoruz: “Öğüt alacak olanın, öğüt alacağı kadar sizi yaşatmadık mı?...” Size sağlanan geniş fırsattan yararlanamadınız. O geniş ömürden, o güzel fırsattan faydalanmadınız. Halbuki o ömür öğüt almaya kâfi idi. Oysa bu fırsat, düşünmek isteyenlerin düşünmeleri için yeterli idi. Ömrün bu genişliğinden istifade etmediniz. Hükümde tekrar dönüş yoktur. Şiddetli bir azaptır bu. Onu değiştirip düzeltmenin hiçbir yolu yoktur. İş bitmiştir. Allah kullar arasında hükmünü vermiştir. İşte şu kimseler, Allah’tan yine Allah’a sığınmaktan başka çare olmadığını anladıkları zaman, herkesi kaplayan bir zillet ve küçüklük içerisinde cehennemin muhafızlarına yönelirler. Cehennem bekçilerinden, bu şiddetli musibetin açılması ümidiyle Rab’lerine dua etmeleri için, yardım isterler.

“Ateşte olanlar cehennemin bekçilerine: “Rabbinize yalvarın da bizden bir gün olsun azabı hafifletsin” derler. Cehennem bekçileri de: “Size peygamberleriniz apaçık mucizeler getirmediler mi?” derler. Onlar, “Evet getirdiler” diye cevap verirler. Bekçiler: “Öyle ise kendiniz yalvarın” derler. Kâfirlerin yalvarması ise elbette boşunadır.” (Mü’min Sûresi 49-50)
Bir gün… Sadece bir gün nefeslerini toplayıp istirahat edecekler.. Rahat nefes alacakları ve istirahat edecekleri tek bir gün. Demek ki, bir tek gün dahi yalvarıp yakarmalarına değiyor. Fakat cehennem bekçileri bu hazin, zavallı ve umutsuz yakarışlara gönül rahatlatan bir cevap vermiyorlar. Çünkü onlar ilkeleri biliyorlar. Allah'ın yasalarını ve zamanın çoktan geçtiğini biliyorlar. Bu nedenle onlar azarlamaları ve bu azaba düşüş nedenlerini hatırlatmaları ile azap içindekilerin ıstıraplarını daha da arttırıyorlar.
“Şüphesiz ki suçlular, cehennem azabında ebedi olarak kalacaklardır. Onların azabı hafifletilmez ve onlar azap içinde ümitsizdirler. Biz onlara zulmetmedik, fakat onlar kendileri zalimdirler. Onlar cehennem bekçisine: “Ey Malik! Rabbin artık bizi öldürsün” diye seslenirler. Malik de: “Siz böylece kalacaksınız” der.” (Zuhruf Sûresi 74-77)

Cehennemdekiler, cehennem bekçilerinin en büyüğü ve reisleri olan Malik’e sesleniyorlar ki Rabbine dua etsin. Kendilerini azaptan kurtarması için değil, buna ümitleri yok. Azabı hafifletmesi için de değil, bundan da ümitlerini kesmişlerdir. Kurtulmak için, yardım istemek için bağırmıyorlar. Çünkü bu konuda her şeyden ümitlerini kesmişler, tamamen karamsardırlar. Tek istedikleri yok olmak. Bir an önce yok olup rahat etmek. Bu şiddetli azap karşısında ölüm onlar için bir arzudur! Ancak bu suretle kurtulabileceklerini düşünüyorlar. Başka çare yok. Burada ölmek büyük bir kurtuluştur. Durum ne kadar vahim ki ölüm, gaye oluyor. Bundan ötürü acı bir nara yükseliyor: “Ey Malik! Rabbin artık bizi öldürsün!” Ama cevap umutsuzluğa düşüren, onların yalvarışını hiç umursamayan bir cevap oluyor. “Siz böylece kalacaksınız.” Kurtuluş yok ümit yok. Ölmeniz söz konusu değil. Ölüp rahat etme bile yok. İşiniz bitirilmeyecek, böyle kalacaksınız! İşte Allah’a layıkıyla iman etmeyenler sonsuza kadar bu cehennem hapishanesinde kalacaklardır. Kaçışa imkan olmayan bu hapishanede…

“…Biz cehennemi kâfirler için bir hapishane yaptık.” (İsrâ Sûresi 8)

“Onlar cehennem ateşinden çıkmak isterler ama oradan çıkacak değillerdir. Onlar için sürekli bir azap vardır.” (Mâide Sûresi 37)
-Cehenneme girecek bazı gruplar-

KAFİRLER

“…Kim Allah’ın indirdiği ile hüküm vermezse işte onlar kâfirlerin ta kendileridir.” (Mâide Sûresi 44)

Allah’ın indirdiği kanunlar yerine başka kanunlarla hüküm veren yönetici, hakim vb… kişiler kâfirlerdir. Ey insanlar şunu unutmayın ki Allah bu kitabı evlerinizde süs eşyası yapasınız ve ölülere okuyasınız diye indirmemiştir. Onun kanunlarını tanımamak kişiyi kafir yapar.

“İnkâr edenlere gelince, onlar yüz üstü yıkılsınlar! Allah onların amellerini boşa çıkarmıştır. Bu onların Allah’ın indirdiklerini beğenmediklerinden dolayıdır. Allah da bunun için onların amellerini boşa çıkarmıştır.” (Muhammed Sûresi 8-9)

Allah’ın ayetlerini beğenmemekte kişiyi kâfir yapar. Örneğin bir kişi Allah’ın varlığını, ahiretin varlığını ve daha bir çok şeyi kabul etmesine rağmen Allah’ın bir yasasını eleştirse kafir olur. Mesela Allah’ın yasakladığı faizi helal görse bu devirde böyle yasak mı olur gibi şeyler söylese o kişi kafir olur. Allah’ın şeriati Onun kanunları demektir. Allah’ın şeriatine, hilafete İslami değerlere karşı olmak, onlara çağdışı demek, Allah’ın herhangi bir emrini eleştirmek, küçümsemek kişiyi kafir yapar. Sadece Allah’ın var olduğuna inanmak, Ahmet, Mustafa, Ayşe ve bunlar gibi Müslüman isimlere sahip olmakta kişiyi bu kafirlikten kurtarmaz. Bugün bu tip isimler almalarına rağmen meydanlarda kahrolsun şeriat deme cüretinde bulunup İslama saldıran insanlar bulunmaktadırlar. Bu Allaha düşmanlıktan başka bir şey değildir.
“O, insanı bir damla sudan yarattı. Bir de bakarsın ki o, apaçık bir düşman kesilmiş! (Nahl Sûresi 4.Âyet)
Yoktan varedilen insanın Allah’a düşman kesilmesi ne kadar büyük bir nankörlüktür. Bugün bu düşmanlığı yapanlar arasında namaz kılıp, oruç tutanlar bile bulunmaktadır. Şu unutulmamalıdır ki İslam ibadetleriyle ve yasalarıyla bir bütündür. İslamı namaz, oruç gibi ibadetlerden ibaret görüpte yasalarını tanımamak kişiyi kafir yapar. Yani Kur’anın bir kısmına inanıp bir kısmına inanmayanlar, Bakara suresi 85.ayette belirtilen tehditle karşı karşıyadırlar.

…Siz Kitabın bir kısmına inanıp, bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Sizden bunu yapanın cezası ancak dünya hayatında rezil olmaktır. Onlar kıyamet gününde de en şiddetli azaba itileceklerdir. Allah, yaptıklarınızdan habersiz değildir. (Bakara Sûresi 85.Âyet)

Ayrıca Allah’ın yasalarının geçmişte kaldığı bu devirde artık geçerliliği olmadığı gibi şeyler söylemekte kişiyi kafir yapar. Bu Kuran kıyamete kadar geçerli olan bir kitaptır.Kuranın asırlar önce bildirdiği birçok gerçek, örneğin tatlı ve tuzlu su barındıran denizlerin arasına Allah’ın bir engel koyduğu gibi birçok mucizevi açıklamanın manaları ancak günümüzde ortaya çıkmıştır. Bilimsel bulgular Kuranın bildirdiği birçok gerçeği yeni yeni keşfetmektedir. Bu da bu Kitabın kıyamete kadar geçerli olan son derece aktif bir Kitap olduğunu göstermektedir. Eğer öyle olmasaydı Kuran’ın son Kitap oluşunun bir önemi kalmazdı. İnsanı en iyi, onu yaratan bilir. Bu yüzden insan için gerekli kanunları da ancak Allah belirleyebilir. Onun yasalarının uygulanmadığı ülkelerin hali ortadadır. Ahlaksızlık ve suç patlamasının yoğun bir şekilde yaşandığı bu ülkelerde artık insanların can ve mal güvenliği kalmamıştır.

“Allah’ın kendisine okunan âyetlerini dinleyip, sonra onları hiç duymamış gibi büyüklük taslamakta ısrar eden bütün yalancı ve günahkârların vay haline! İşte böyle kişiyi acı veren bir azapla müjdele.” (Câsiye Sûresi 7-8)

Yeryüzündeki insanlar ve hatta müslüman olduğunu söyleyenler arasında, Allah’ın ayetlerinin kendine okunduğunu işiten, sonra da onları sanki hiç işitmemiş gibi kibrinde ısrar eden ne kadar çok insan vardır?! Çünkü o ayetler, nefsinin arzularına uymuyor, alışkanlıklarına ayak uydurmuyor, batılına yardım etmiyor, şerrini tasdik etmiyor, onun yönünde gitmiyor.







TAĞUTLAR

“Dinde hiçbir zorlama yoktur. Doğruluk, sapıklıktan ayrılıp ortaya çıkmıştır. Kim tağutu tanımayıp Allah’a inanırsa hiç kopmayan sağlam bir kulpa yapışmış olur. Allah her şeyi işitir ve bilir. Allah, iman edenlerin dostudur. Onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. İnkâr edenlerin dostları ise tağuttur. O da onları aydınlıktan karanlıklara çıkarır. İşte onlar cehennemliktirler ve onlar orada ebedi olarak kalacaklardır.” (Bakara Sûresi 256-257)

Tağut, Allah’a başkaldıran, insanlar üzerinde ilahlık, rablik taslayan, yeryüzünde hükümranlık iddiasında bulunan kimselere denmektedir. Allah’ın indirdiği hükümlere mukabil olmak ve onların yerine geçmek üzere hükümler icad eden veya Allah’ın hükümlerinden başka hükümlerle toplumları idareye kalkışan her kimse tağut olarak nitelenmeyi hak eder. Bu kimi zaman bir yönetici olur kimi zaman askeri liderler olur. İlkelerini kurallarını, kanunlarını Allah’ın şeriatına dayandırmayan her sistem, kişi, ideoloji, gelenek tağut kapsamına girer. Günümüzdeki en yaygın tağuti sistemler demokratik ve laik rejimlerdir.

Bugün yeryüzünde insanlar kurdukları meclislerde insanların hayatları için kanunlar koyarlar, anayasalar icat ederler ve bunlara dokunulmazlık zırhı giydirirler. Oysa Allah insanın hayatı için gerekli kanunları koymuştur. Hırsızlığın, cinayetin cezalarını belirlemiş, kumarı, fuhşu, faizi, içkiyi yasaklamış ve daha bunlar gibi bir çok emirler ve yasaklardan oluşan kanunlar belirlemiştir.

Sen kalk kendini yaratana karşı, onun emirlerine kanunlarına karşı uyduruk kanunlar koy. Allah’a karşı bundan daha büyük bir küstahlık yapılabilir mi? Bu tağutları destekleyenler, daha ne kadar bu insanları desteklemeye, alkışlamaya devam edeceksiniz. Oysa hepimizin yaratıcısı olan Allah, bizlerden O’nun yasalarını yani Şeriatini benimseyip desteklememizi istemektedir. Tağutları benimsemek, onları başa geçirip, koydukları kanunlardan hoşnut olmak, onları baş tacı etmek imanı bozar. Yani sadece lafla iman ettim demekle iş bitmez. İster demokratik laik cumhuriyet rejimi olsun ister komünist rejimler veya başka tağuti düzenler olsun bütün bu tağuti düzenlerde, parti, kişi, topluluk iktidarda kim olursa olsun Allah’ın hükümlerini çiğnerler. Tağuti düzenler adeta bir dönme dolaptır, sürekli iktidarları el değiştirir fakat iktidara kim gelse sonuç değişmez ve çarkları döner durur, yine Allah’ın yasaları değil heva ve hevesin ürünü olan yasalar uygulanır. Bütün bunlar kullara kulluk düzenlerinden başka bir şey değildir ve tağuta kullukta imanı bozar.

“Sonra Biz seni de bir şeriat sahibi kıldık. Sen ona uy. Bilmeyenlerin heveslerine uyma!” (Casiye Sûresi 18)

Bu ayette mesele net bir şekilde ortaya konuyor. Ya insanların keyfi arzularının peşinden gideceksiniz, ya da Allah’ın kanunlarının. Bir yanda yaratıcımız Allah’ın sistemi diğer yanda ise aciz ve zavallı insanların sistemi.

“…Allah tarafından gelen doğru bir yol üzere olmayıp, kendi keyfine uyandan daha sapık kim olabilir?...” (Kasas Sûresi 50)

“Kim de Allah’a ve peygamberine isyan eder, O’nun kanunlarını çiğnerse Allah onu içinde ebedi olarak kalacağı cehenneme sokar. Onun için aşağılayıcı bir azap vardır.” (Nisâ Sûresi 14)

“Rabbi tarafından apaçık bir delil üzerinde bulunan kimse, kötü işleri kendisine güzel gösterilen kimse gibi olur mu? Onlar heveslerinin peşine düşmüşlerdir.” (Muhammed Sûresi 14)


“…Kim Allah’ın hükümlerini çiğnerse, kendine yazık etmiş olur…”
(Talâk Sûresi 1)
BEL’AMLAR
(Sahtekar din adamları)

Bel’amlarsa tağutların sağ kollarıdır. Onların vazgeçemediği yardımcılarıdır. Belamlar Allah’ın ayetlerini gizleyen manalarını bozmaya çalışan, tağuti sistemlerle uzlaşan bu görevleri için onlardan maaş alan alim ve din adamı sıfatıyla ortaya çıkan hain kişilerdir. Onlar tağutlarla işbirliği içindedirler. Tağutların Allah’ın kanunlarını çiğnemelerine, onların yerine kendi uyduruk kanunlarını uygulamalarına hiç seslerini çıkarmazlar. Allah’ın dini yerine tağuti sistemlere hizmet ederler. İşte onlar ahiretlerini satıp dünyayı alan, şereflerini satıp ateşi alan kişilerdir. Belamlar da tevbe edip hallerini düzeltmezlerse cehennemi boylayacaklardır.

Allah'ın indirdiği kitaptan bir şeyi gizleyip de bununla biraz para alanlar muhakkak ki, karınlarına ateşten başka bir şey yemezler ve kıyamet günü Allah onlarla ne konuşur, ne de onları temize çıkarır; onlara sadece pek elem veren bir azap vardır. İşte onlar, hidayeti verip sapıklığı, affedilmeyi bırakıp azabı satın alan kimselerdir. Bunlar, ateşe karşı ne kadar da sabırlıdırlar!
(Bakara Sûresi 174-175)
MÜŞRİKLER
“Andolsun ki, sana ve senden öncekilere şöyle vahyedildi: Eğer Allah’a ortak koşarsan mutlaka amelin boşa gider. Zarara uğrayanlardan olursun.” (Zümer Sûresi 65)
“De ki: Ben ancak sizin gibi bir insanım, ancak bana ilahınızın bir tek ilah olduğu vahyediliyor. Artık O’na yönelin ve O’ndan bağışlanma dileyin. Vay O’na ortak koşanların haline!” (Fussilet Sûresi 6)

Müşrik, Allah’ın varlığına inandığı halde O’na şirk yani ortak koşan demektir. Bunun bir çok türü vardır. Allah kendisine ortak koşanları bu hal üzere ölmeleri halinde asla bağışlamayacaktır. Onların bütün iyi amelleri Allah’a ortak koştukları için boşa gidecektir. Onlarda sonsuza kadar cehennemde azap göreceklerdir.

“Allah kendisine ortak koşulmasını elbette bağışlamaz. Bunun dışında kalan şeyleri ise dilediği kimselere bağışlar. Allah’a ortak koşanlar mutlaka derin bir sapıklığa düşmüşlerdir.” (Nisâ Sûresi 116)

“…Kim Allah’a ortak koşarsa şüphesiz Allah cenneti ona haram kılar. Onun varacağı yer cehennemdir. Zalimlerin hiçbir yardımcıları yoktur.” (Mâide Suresi 72)

“Şüphesiz ki kitap ehlinden olsun, müşriklerden olsun, inkâr edenler, içinde ebedî olarak kalacakları cehennem ateşindedirler. İşte onlar, halkın en kötüleridir.” (Beyyine Sûresi 6)

Allah’a ortak koşanların sonsuza kadar cehennemde yanacaklarını bu ayetlerden açıkça gördük. Şimdide Allah’a nasıl ortak koşulabildiğini görmek için Tevbe Suresi 31.Âyete bakalım.
“Onlar Allah’ı bırakıp hahamlarını, papazlarını ve Meryem oğlu Mesih’i rabler edindiler. Oysa kendilerine sadece tek ilâh olan Allah’a kulluk yapmaları emredilmişti. Ondan başka ilah yoktur. Allah, onların ortak koştukları şeylerden münezzehtir.” (Tevbe Sûresi 31)
Bu ayetten insanın insanı nasıl Rab edinebildigini görmekteyiz. Hahamlarını papazlarını Rabler edinen onları ilahlaştıran kitap ehli aslında onlara bizzat tapmıyorlardı ve onları kainatın ilahı olarakta görmüyorlardı. Onları müşrik durumuna düşüren Allah’ın helallerini haram, haramlarını helal kılmalarına rağmen bu din adamlarına itaat etmeleriydi. Aynı şekilde ister yönetici, ister İslam adına çıkmış din adamı, şeyh olsun Allah’ın kanunlarına kurallarına muhalif kanun ve kurallar çıkaranlara itaat edip onları baş tacı edenler onları kendilerine Rabler edinip Allah’a ortak koşmuş olurlar. Hüküm ve hakimiyet yalnızca Allah'a has bir haktır. Allah’tan başka kimsenin kanun koyma hakkı yoktur. Her kim yalnız alemlerin Rabbine mahsus olan ‘’helal ve haram belirleme’’ hakkını kendinde görürse diliyle söylemezse bile kendini ilahlaştırmıştır. Her kim de sadece Allaha mahsus olan bu hakkı oy vererek ve ya başka bir şekilde her hangi bir kişi veya partiye verirse, o kişi veya partiyi ilahlaştırmıştır. Bu yüzden kişi, Allah’ın hükümlerinin çiğnendiği sistemlerde kesinlikle oy vermemelidir.

Diğer bir şirk türü de duada, ibadette yapılan şirktir. Müşriğin Allah’a ait bazı özellikleri, bir başka varlıkta da görmesi, onu Allah’a yakın saymasından kaynaklanır. Ona boyun eğer ki, kendini Allah’a daha çok yaklaştırsın. Oysa bu iyi niyet onları müşriklikten kurtarmaz.
“İyi bil ki, halis din yalnız Allah’ındır. O’ndan başkasını dost edinen kimseler: “Biz onlara sadece bizi Allah’a daha çok yaklaştırsınlar diye tapıyoruz” derler…” (Zümer Sûresi 3)
İşte Allah’a yaklaşmak niyetiyle kimi putları, kimi mezarları, kimi de şeyhleri, duasında ibadetinde Allah’la arasında aracılar kılıp Allah’a ortak koşar. Müşriğin putunun illa tahtadan taştan olmasına da gerek yoktur, kimide kendine etten putlar edinir. Bunu yapanlar yaptıkları şirkleri niyetlerinin iyi olmasına güvenerek mahsurlu bir şey olarak dahi görmezler. Oysa şirklerini inkâr etmeleri onları kıyamet günü azaptan kurtaramaz

Bu tür şirke bulaşanlar şunu unutmamalıdır ki, Allah kullarına yakındır, duanızda ibadetinizde araya kimseyi sokmayın, araya kimseleri karıştırmamanız sizin menfaatinize olacaktır.
“Kullarım sana Beni sorarlarsa, şüphesiz ki Ben, onlara çok yakınım. Dua edenin duasını, bana dua ettiği zaman kabul ederim. O halde onlar da benim davetime uysunlar ve Bana inansınlar ki, doğru yolu bulmuş olsunlar.” (Bakara Sûresi 186)
“Gerçek dua yalnız O’na mahsustur. O’ndan başka dua ettikleri şeyler ise onların hiçbir dileklerine cevap veremezler. Onların hali, ağzına gelmesi için avuçlarını açıp suya uzatan kimsenin hali gibidir. Oysa su avuçlayıp almadıkça ağzına gelmez. Öyle ise kâfirlerin duası sapıklıktan başka bir şey değildir.” (Ra’d Sûresi 14)






İnsanlar arasında Allah'a çeşitli eşler koşanlar ve bu koştukları eşleri Allah'ı sever gibi sevenler vardır. Oysa müminler en çok Allah'ı severler. Zulmedenler, azabı gördükleri zaman bütün kuvvetin Allah'ta olduğunu ve Allah'ın azabının ağır olduğunu anlayacaklarını keşke şimdiden bilselerdi!


DÜNYAPERESTLER

“Bize kavuşmayı ummayan, dünya hayatına razı olup, onunla rahat eden ve âyetlerimizden gafil olanlara gelince, işte onların kazandıklarına karşılık varacakları yer ateştir.” (Yunus Sûresi 7-8)

“Ne dersin, biz onları yıllarca dünya nimetlerinden faydalandırsak, sonra da tehdit edildikleri azap başlarına gelse (ne olurdu?) O nimetlerden faydalanmış olmaları, kendilerine, ne menfaat sağlardı?” (Şuarâ Sûresi 205-207)
“Bizim kendilerine verdiğimiz nimetlere nankörlük etsinler ve zevke dalsınlar bakalım! Onlar yakında bileceklerdir.” (Ankebût Sûresi 66)

“Her kim çabucak geçen dünyayı isterse, burada istediğimiz kimseye dilediğimiz kadar veririz. Sonra da ona cehennemi tahsis ederiz. O, kınanmış ve rahmetten kovulmuş olarak oraya girer. Her kim de ahireti ister ve onun için gereği gibi inanarak çalışırsa, işte onların çalışmaları makbuldür.” (İsrâ Sûresi 18-19)

Dünya hayatını tercih eden ve ahiret üzerine onu seçen herkes sadece onun için çalışır ve herhangi bir şekilde ahireti hesap etmez. Dünyaya endeksli, Allah’a kulluktan uzak yaşam sürenlerin yaşantılarına baktığımızda sadece koltuk, mide, yatak ve eğlence dörtgeninde bir hayat sürdürdüklerini görürüz. Yani tam bir hayvani yaşam. Sırf dünya yaşamını ve onun zevklerini tercih edenler, şunu bilmelidirler ki, bu zevk ve eğlence dolu yaşamlarınızın bir sonu vardır.
İnsan bir gün tıka basa yemek yese bile ertesi gün hiç daha önce yemek yememiş gibi acıkıyor. İşte ahirette ki durumda aynen böyle olacaktır. Onca tadılan zevk kaybolacak insan karşısında azabı bulacaktır. O yüzden Allah’a kulluktan kaçınıp dünyayı gaye edinenler akıllarını başlarına almalıdırlar. Yoksa gerçekten bu gelip geçici dünya menfaatlerine ebedi yaşamınızı feda etmenize değmez. Evet gerçekten buna değmez.
“Size verilen şeyler, dünya hayatının geçim vasıtası ve ziynetidir. Allah katında olanlar ise daha hayırlı ve daha kalıcıdır. Siz hâlâ akıllanmayacak mısınız?
Şu halde kendisine güzel bir vaade bulunduğumuz ve o vaad edilen şeye kavuşacak olan kimse, kendisine sırf dünya hayatının geçici zevkini yaşattığımız, sonra da kıyamet günü cezalandırılmak üzere huzurumuza getirilenler arasında bulunan kimse gibi midir?” (Kasas Sûresi 60-61)

Cehennemlik olacak gruplara daha çok örnekler verilebilir. Şimdilik bu kadarını yeterli görüyoruz. Biraz da insanı cehenneme sürükleyen kötü amellerden örnek verelim.




-Namaz Kılmamak-

İnsanı cehenneme sürükleyen nedenlerden biriside namaz kılmamaktır. Cehennem ehlinin çoğunun özelliği namaz kılmamasıdır. Cennetlikler cehennemliklere sizi bu cehennem ateşine sürükleyen nedir diye sorduğunda onlar namaz kılmadıklarını şu şekilde itiraf edeceklerdir.

“Onlar cennetler içindedir. Günahkârlara: Sizi şu yakıcı ateşe sokan nedir? diye uzaktan uzağa sorarlar. Onlar şöyle cevap verirler: Biz namaz kılanlardan değildik.” (Müddessir Sûresi 40-43)

Namaz kılmamak Allah’a karşı büyük bir nankörlüktür. Yoktan var edilen insanın kendini yaratana karşı bu kadarcık bir teşekkürü bile sunmaması elbette cezasız kalamaz.

“Onların ardından, namazı bırakan, şehvetlerine uyan bir nesil geldi. İşte bunlar azgınlıklarının karşılığını göreceklerdir.” (Meryem Sûresi 59)
-Faizcilik-
“Faiz yiyenler mahşerde ancak şeytanın çarptığı kimsenin kalktığı gibi kalkarlar. Bu, onların, «Zaten alışveriş de faiz gibidir» demelerindendir. Oysa Allah alışverişi helal, faizi haram kıldı. Kime Rabb'inden bir öğüt gelir de faizcilikten geri durursa, geçmişi kendisinedir, onun işi Allah'a aittir. Kim faizciliğe dönerse, işte onlar cehennemliktir, onlar orada temelli kalacaklardır. Allah faizi mahveder, oysa sadakaları bereketlendirir. Allah günahta ve inkârda direnen hiç kimseyi sevmez.” (Bakara Sûresi 275-276)
“Ey iman edenler! Allah'tan korkun. Eğer gerçekten inanıyorsanız mevcut faiz alacaklarınızı terkedin. Şayet böyle yapmazsanız, Allah'a ve Rasûlüne karşı savaş açtığınızı bilin. Eğer tevbe ederseniz, artık sermayeleriniz sizindir. (Böylece) Ne zulmetmiş olursunuz, ne de zulme uğratılmış olursunuz.” (Bakara Sûresi 278-279)
Ayetlerden de açıkça anlaşıldığı üzere faiz haram ve bir pisliktir. Faiz yiyenler ise bencillik ve aç gözlülüklerinin cezasını tevbe edip hallerini düzeltmezlerse çekeceklerdir.

-Örtünme Emrine Aykırı Giyinmek-

Abdullah bin amr bin as (r.a.), Hz.Muhammed (s.a.v)’in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: Ümmetimin son dönemlerinde giyimli fakat çıplak bir takım kadınlar olacaktır, bunlarının başlarının üstü deve hörgücü gibi bulunacaktır. Onlar cennete giremez, cennetin kokusunu bile alamazlar. Hadis (Ahmed-Taberânî)
Hadisten açıkça anlaşıldığı üzere İslam’ın öngördüğü şekilde örtünmek yerine vücut hatlarını belli edecek şekilde giyinen kadınların çıplaklardan bir farkı yoktur. Günümüzde iman iddiasında bulundukları halde kafalarını deve hörgücü gibi bağlayıpta vücut hatları belli bir şekilde etrafta dolaşan çok sayıda kadın vardır. Örtünmede esas amaç bakışlardan korunmak dikkat çekmemek iken bunlarsa daha da çok dikkat çekmek amacıyla dar ve rengarenk giyinmekte-dirler. Saçından başka gizli saklısı olmayan bu kadınlar gösteriş budalası mankenler gibi etrafta hava atma peşindedirler. İşte kıyafetleri bu şekilde bile olanlar cennete giremeyecekken ortalıkta hepten çıplak gezenlerin halini siz bir düşünün.
Bunlar dışında içki içmek, kumar oynamak, zina etmek, haksız yere adam öldürmek gibi helak edici günahlarda vardır. Biz burada bazılarından bahsettik. Bahsetmediklerimizi de İslam’ın kaynaklarından bakıp öğrenebilirsiniz. Örneğin şu hadisi şerifte ki gibi:
Ebû Hüreyre (r.a.), Hz.Muhammed (s.a.v.)’in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
Yedi helâk edici şeyden kaçınınız. Oradakiler: Ey Allah’ın Rasûlü, bunlar nelerdir? dediler. (O da şöyle buyurdu) Allah’a ortak koşmak, sihirle uğraşmak, ölümü hak eden hariç Allah’ın yasaklamış olduğu cana kıymak, faiz yemek, yetim malı yemek, düşmana hücum sırasında geri kaçmak, namuslu ve hiçbir şeyden habersiz mümin kadınlara zina iftirasında bulunmak. Hadis (Buhari)
-Kurtuluş Çaresi-
İnsan nefsine zorda gelse, kendi hevasının peşinden gitmek yerine Allah’a gerçekten iman edip dinine teslim olmalıdır. Kişiyi gerçek bir iman sahibi yapacak olan şey ise şudur: Tağutu reddedip, Allah’ı yegane ilah olarak tanımasıdır. Yani O’nu hem yaratıcı hem de kanun koyucu olarak kabul etmelidir. Kurtuluş ancak Allah’a doğru bir şekilde iman edip salih ameller işlemekle olur. Peki doğru şekilde iman nasıldır? Kişinin la ilahe illallah deyip, Allah’la arasına kimseyi sokmaması, tüm sahte ilahları reddederek sadece ve sadece Allah’ın tek ilah olduğuna, Allah’tan başka ibadet edilecek, yasa koyacak, sözü dinlenilecek, kendisine güvenilecek, teslim olunacak, kendisine dua edilecek hiçbir ilah olmadığına inanmak… Evet Allah’ın kullarından istediği budur işte. İşte Allah’ın en çok sevdiği ve inanılıp pratiğe geçirildiğinde cennet vaat ettiği amel budur işte. La ilahe illallah diyerek kendin ile Allah arasında ki ölü yada diri şeyh falan hazretlerini atıp tüm yardım ve isteklerini Allah’tan bekleyerek ona yönel, tek kanun koyucu olarak onu kabul et. Allah’ın ilahlığıyla beraber kitaplarına, peygamberlerine, meleklerine, ahirete, hayır ve şerrin ondan olduğuna, kadere inanmakla birlikte işte bu gerçek iman tamamlanır. Kişi bu şekilde iman ettikten sonra iyi amelleri geçerli olur.

İman edip de salih amel işleyenlerin, kötülüklerini andolsun ki örteriz. Onları yaptıklarından daha güzeli ile mükafatlandırırız. (Ankebut Sûresi 7.Âyet)

Kur’an’a baktığımızda ayetlerde genellikle iman ve salih amelin yan yana zikredildiğini görürüz. Çünkü bunlar kurtuluşun olmazsa olmaz iki şartıdır. Günümüzdeki bazı insanlar gibi müslümanım, kalbim temiz deyip de Allah’a kulluğu bırakarak zevk peşine düşmek son derece yanlış bir davranıştır. Ölümün varlığı apaçık ortadayken, şu gelip geçici dünya zevkleri için Allah’a iman ve kulluğu terk etmek büyük bir ahmaklıktır. İnsanlığın kurtuluşu Allah’a kulluk etmesindedir. Tabi bu kulluğun doğru şekilde yapılması doğru şekilde iman edilmesine bağlıdır. Bugün insanların büyük bir kısmının yanıldığı nokta Allah’a imanı, sadece O’nun varlığını kabul etme şeklinde algılamalarıdır. Hatta kafirlerin sadece Allah’ın varlığını inkâr edenlerden ibaret olduğunu sanırlar. Oysa azılı çoğu İslam düşmanı, Allah’ın varlığını kabul edenlerden oluşuyor. Bu tarih boyunca da günümüzde de böyledir. Kuranı Kerîm Mekke müşriklerinin de Allah’a inandıklarını apaçık ortaya koyar. Bunların için de Ebu Cehil, Ebu Leheb gibi azılı islam düşmanları da vardır.Hatta bırakalım onları bütün bunların esas lideri şeytan dahi Allah’ı inkar edici değildir. Allah’ın varlığı, cennet ve cehennem, meleklere iman ve daha bir çok konuda insanlardan daha bilgilidir. Yani Allah’ın varlığına inanç tarih boyunca pek problem teşkil etmemiştir. Peki o zaman esas problem nedir? Esas sorun otorite, hakimiyet konusudur. Allah’ın hakimiyetine isyan şeytanla başlamıştır.

Şeytanı şeytan yapan husus, onun Allah’ın emrini küçük aklıyla yorumlayıp beğenmemesi ve O’na isyan etmesidir. Yani Allah’ın varlığını kabul ettiği halde otoritesine baş kaldırmasıdır. İşte Allah’ın hakimiyetini kabul etmeyen herkes artık şeytanlaşmıştır. İnsanların çoğu Allah’a yaratıcı olarak inanır. Onlara göre o göklerin ilahıdır. Tabiat işleriyle uğraşır, yeryüzündeki sosyal hayatla uğraşmaz. İşte bu çok sapıkça bir inançtır.

“Gökte ki ilâh da, yerde ki ilâh da O’dur. O, hüküm ve hikmet sahibidir, her şeyi bilir.” (Zuhruf Sûresi 84)

Allah sadece tabiat olaylarını düzenleyen bir ilâh değildir. Aynı zamanda O, yegane kanun koyuculuğuyla yeryüzünün de ilâhıdır. Bir insan sadece Allah’ın varlığını kabul etmekle O’na iman etmiş olamaz. İman, Allah’ın kanunlarını benimseyip desteklemeyi gerektirir. Allah’ın kanunlarını bırakıp bir takım insanların uydurduğu kanunların peşinden gidenlerin imanları, sadece boş bir iddiadan ibarettir.

Bugün yeryüzünde insanlar kurdukları meclislerde insanların hayatları için kanunlar koyarlar, anayasalar icat ederler ve bunlara dokunulmazlık zırhı giydirirler. Oysa Allah insanın hayatı için gerekli kanunları koymuştur. Hırsızlığın, cinayetin cezalarını belirlemiş, fuhşu, faizi, içkiyi yasaklamış ve daha bunlar gibi bir çok emirler ve yasaklardan oluşan kanunlar belirlemiştir. Ve bu hükümlerle hükmetmeyenlerin ne olduğunu çok açık bir şekilde belirtmiştir.

“…Kim Allah’ın indirdiğiyle hüküm vermezse, işte onlar kâfirlerin ta kendileridir.” (Mâide Sûresi 44)

Düşünün, sizden birinize Allah mı daha iyi bilir, yoksa insanlar mı diye sorulsa, çoğunuz bu nasıl bir soru diyip kızacak tabi ki Allah daha iyi bilir diyeceksiniz. Şüphesiz ki her şeyi en iyi bilen Allah’tır.

“Yaratan bilmez mi hiç? O, her şeyi bütün incelikleriyle bilir, her şeyden haberdardır.” (Mülk Sûresi 14)

Oysa bugün bazı insanların meclislerde uyduruk kanunlar düzenleyip bunları Allah’ın kanunlarının yerine geçirmeleri, ve çoğu insanın bunları oylarıyla, alkışlarıyla desteklemesi hiçte Allah’ın her şeyi en iyi şekilde bildiği gerçeğine insanların layıkiyle inandığını göstermiyor. Soruyoruz sizlere Allah’a karşı küçücük aklıyla bilmişlik taslamaya kalkan şeytandan bu insanların ne farkı var. Onlarda şeytanlaşmış insanlardır.

Sen kalk kendini yaratana karşı, onun emirlerine kanunlarına karşı uyduruk kanunlar koy. Allah’a karşı bundan daha büyük bir küstahlık yapılabilir mi? Bu tağutları destekleyenler, daha ne kadar bu insanları desteklemeye, alkışlamaya devam edeceksiniz. Oysa hepimizin yaratıcısı olan Allah, bizlerden O’nun yasalarını yani Şeriatini benimseyip desteklememizi istemektedir.

“Sonra Biz seni de din işlerinden bir şeriat sahibi kıldık. Sen ona uy. Bilmeyenlerin heveslerine uyma!” (Casiye Sûresi 18)

Bu ayette mesele net bir şekilde ortaya konuyor. Ya insanların keyfi arzularının peşinden gideceksiniz, ya da Allah’ın kanunlarının. Bir yanda yaratıcımız Allah’ın sistemi diğer yanda ise küçük akıllı insanların sistemi. Tercih sizin. Ya imanı ya da imansızlığı tercih edeceksiniz.

“…Allah tarafından gelen doğru bir yol üzere olmayıp, kendi keyfine uyandan daha sapık kim olabilir?...” (Kasas Sûresi 50)

“Yoksa onlar cahiliye devrinin hükmünü mü arıyorlar? İyi anlayan bir kavim için Allah’tan daha güzel hüküm veren kim olabilir? (Mâide Sûresi 50)

Demokrasi, esas itibarıyla, hâkimiyeti Allah'ın bir hakkı olarak kabul etmeyip bu hakkı kayıtsız şartsız olarak halkta ya da millette gören rejimin adıdır. Oysa İslâm, hâkimiyeti mutlak olarak sadece Allah'ta kabul eder; Allah'ın hakkı olarak bilir. Bunun dışındaki diğer bütün sistemler, hâkimiyeti kimde görüyorlarsa ona göre isim alırlar.Demokrasi, hâkimiyetin halkın elinde olmasının adıdır. Krallık, hâkimiyetin kralın elinde olmasıdır. Teokrasi, hâkimiyetin Allah adına konuştuğunu iddia eden din adamı sınıfının ya da kendini ilâh yerine koyanların elinde olmasıdır. Buna benzer diğer bütün sistemler de böyledir. Yani siyasî sistemler, hâkimiyeti elinde bulunduranlara göre tanımlanır ve ona göre isimlerini alırlar. Bu rejimlerde Allah’ın hükmüyle hükmedilmez. Hangi parti iktidara gelirse gelsin sonuç değişmez, yine Allah’ın kanunları değil, insanların heva ve hevesleriyle uydurdukları kanunlar uygulanır. İçki, fuhuş, faiz vb…haramlar serbesttir. Allah’ın helalları haram, haramları helaldir bu sistemlerde. Halbuki Allah kitabı insanlar arasında hükmedilsin diye indirmiştir.

Yalnız İslâm, hâkimiyeti Allah'ta görür, hâkimiyeti Allah'ın bir hakkı olarak kabul eder. Bunun dışındaki diğer bütün beşerî sistemlerin (dinlerin) özelliği ise, hâkimiyeti Allah'ta görmeyip insanda görmeleridir. Hâkimiyeti insanda görmek gibi ortak bir paydaya sahip olduktan sonra, bu insanların "kim veya kimler?" sorusuna verdikleri farklı cevaplara göre isim alsalar da, bütün bunlar tâğutî ideoloji ve şeytanî düzenlerdir. Oysa İslâm'da halkın değil; Allah’ın hükmü önemlidir. Halk Allah’a kul olmalı, O'nun hükmüne teslim olmalıdır. Demokrasi çoğunluk iradesini ölçü alırken İslam da ölçü Kur’an ve Sünnettir. Çoğunluğuk haklıdır doğrudur diye bir kaide İslam’da yoktur.

“Eğer yeryüzünde bulunanların çoğuna uyarsan, seni Allah’ın yolundan saptırırlar. Onlar sadece zanna uyarlar ve ancak tahmin yürütürler.” (En’am Sûresi 116)

Laikliği savunanlar ve destekleyenler açıkça Allah’a şunu demektedirler. Senin bizim hayatlarımız üzerinde kanunların geçmez. Biz dilediğimiz gibi yaşarız. Senin koyduğun hükümler geçmişte kaldı, senin kuralların bu devirde geçmez. Sen git tabiat olaylarıyla uğraş. Yeryüzünü idare etmeyi bizlere ve seçtiğimiz sahte ilahlara bırak. Senin dinin vicdan işidir ve ancak camide geçer. O da ancak laik devletimizin kontrolü altında olur. Senin kitabın Kur’an bizim sistemimizde ancak belirli günlerde okunan bir merasim kitabıdır ama bizim anayasa kitabımız ise günün 24 saati yürürlüktedir. Bizim yaşamlarımızda içkide, faizde, fuhuşta ve senin yasakladığın birçok şeyde serbesttir. Kısacası laiklik kafirlikten başka bir şey değildir.Bir Müslüman asla laik olamaz. Bir laikte laik kaldıkça asla Müslüman olamaz. Yani bir kişi ya laiktir ya Müslüman. Bir kalpte hem iman hem küfür yer alamaz. İkisinin bir arada olabileceğini yani laiklerinde Müslüman olduğunu ancak Allah’a layıkıyla iman etmeyen kişiler iddia edebilir. Müslüman ancak Allah’ın şeriatine teslim olur.









Allah, insanlardan şeriatına iman edip onu benimsemelerini istemektedir. Ve bu maksatla insanlara peygamberler göndermiştir. Örnek alınacak, insanı kurtuluşa götürecek şahsiyetler onlar ve onların takipçileridir. Buna rağmen insanların çoğu geçmişte ve günümüzde onlar yerine atalarına uymayı tercih etmişlerdir.

Ne zaman onlara “Allah’ın indirdiklerine uyun dense Onlar: “Hayır, biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız derler. Ya ataları bir şey anlamayıp, doğru yolu bulamadıysalar? (Bakara Sûresi 170.Âyet)

Ata da olsalar Allah’ın şeriatine aykırı ilke ve yasalar koyan, Allah’ın şeriatine uygun yaşamayanlar kişiler örnek ve lider olarak takip edildiği zaman insanı ahirette kötü sonuca götürür. Allah’ın yolundan gitmeyen atalarına, yöneticilerine büyük gördükleri kişilere uyanlar, ahirette onlara düşman olup lanet okuyacaklardır.

“Yüzleri ateşte yanıp çevrildiği gün: “Keşke Allah’a itaat etseydik” derler. Yine onlar derler ki: “Ey Rabbimiz! Biz yöneticilerimize, büyüklerimize itaat ettik de onlar bizi doğru yoldan saptırdılar. Ey Rabbimiz! Onlara azabı iki kat ver ve onları büyük bir lânete uğrat!” (Ahzab Sûresi 66-68)

Evet bu yüzden insan dünyada izinden gideceği kişileri iyi seçmelidir. Yoksa ayette de belirtildiği üzere sonuç hüsran olur. Allah kullarının bu kötü sonuçla karşılaşmamaları için şu uyarıyı yapmaktadır.

“Rabbinizden size indirilen Kitaba uyun. O’ndan başka dostlar edinip peşlerine düşmeyin. Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz!” (A’râf Sûresi 3)

“İnsanlar sadece “iman ettik” demekle bırakılacaklarını ve kendilerinin imtihandan geçirilmeyeceklerini mi sandılar? (Ankebût Sûresi 2)

Kötü ameller işleyip, sonra ardından tevbe ve iman edenler bilsinler ki, senin Rabbin kötülükten sonra tevbe edenler için çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.” (A’râf Sûresi 153)

Enes (r.a)’den şöyle rivayet edilmiştir: “Rasûlullah (s.a.v) buyurdular ki: İnsanoğlunun her biri hatakârdır. Ancak hatakârların en hayırlısı tevbekâr olanlarıdır.” Hadis (Tirmizi, İbni Mâce)

Allah’a layıkıyla iman etmemiş olanlar haydi Rabbinize iman edip yaptıklarınıza tevbe edin. Gerçekten şu üç günlük dünyaya değmez. İnsanın eceli her an gelebilir. Sonunda ölecek ve mezara gireceğiz. Amellerimiz hariç herkes bizi terk edecek. Zaman hızla geçiyor, haydi çok geç olmadan Rabbinize gerçekten iman edip yaptıklarınıza tevbe edin.

Enes (r.a.) rivayet etmiştir: Rasûlullah (s.a.v.) buyurdular ki: “Ölüyü (mezara kadar) üç sey takip eder: Ailesi, malı ve ameli. Bunlardan ikisi geri döner, biri baki kalır. Ailesi ve malı geri döner, ameli kendisiyle baki kalır.” Hadis (Buhari, Müslim, Tirmizi)
“Ey insanlar! Şüphesiz ki Allah’ın vaadi gerçektir. Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın ve sakın o aldatıcı şeytan Allah’a karşı sizi aldatmasın.” (Fâtır Sûresi 5.Âyet)
 
E Çevrimdışı

Ebu Katade

Guest
ALLAH razı olsun güzel bir çalışma lakin yeşil renk çok göz alıyor ve zor okunuyor....
 
I Çevrimdışı

ibn_teymiyye

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
RABBİM tüm müslümanlardan razzı olsun. ki: O yalnız müslümanlardan razıdır haklısın o renk göz alıyor

DÜŞMANLARIM BANA NE YAPABİLİR; hapsedilmem halvet, sürülmem seyahat, öldürülmem ise şehadettir.
 
E Çevrimdışı

Ebu Katade

Guest
:) düzeltmeyi düşünmüyorsunuz sanırım.....
 

Benzer konular

Üst Ana Sayfa Alt