L
Çevrimdışı
Selamun aleykum kardeşlerim. Aşağıdaki yazı ihyadan alıntıdır.
Kendi irademizle yaptığımız herşey Allah'ın nimetlerinden bize verilmiş bir nimettir; zira bizim azalarımız, kudretimiz, irademiz, hayra doğru iteleyici güçlerimiz ve hareketimizin sebeplerinden ibaret olan diğer şeylerimiz, Allah'ın yarattığından ve nimetindendir. Bu bakımdan nasıl olur da biz bize verilen nimetle nimetin şükrünü yaparız? Biz padişaha bir bineği verip başka bir bineği ondan alır, o bineğe binersek veya padişah bize başka bir bineği verirse, ikinci binek Bizim birinci bineğimize şükür olmaz.
-O'nun zâtı hariç herşeyin helâk olacağını ve bu durumun her hal için ezelen ve ebeden doğru olduğunu bilenin görüşüdür! Çünkü gayr, müstakil bir varlığı düşünülebilen demektir! Bu gayrın benzerinin varlığı yoktur. Aksine böyle bir gayrın mevcut olması muhaldir; zirâ mutlak var olan mevcut, nefsiyle kâim olan mevcuttur. Nefsi istiklâle sahip olmayan, nefsi itibariyle var sayılmaz, çünkü o başkasına bağlı ve başkasıyla varolmuştur.
Mevcut ancak ve ancak nefsiyle kâim olandır. Nefsiyle var olanın eğer gayrinin yokluğu takdir olunursa, kendisi yine var olarak kalır. Eğer nefsiyle kâim olmakla beraber onun varlığıyla başkasının varlığı kâim olursa, bu takdirde o, Kayyum olur. Oysa Bir den başka kayyum yoktur. Onun gayrisinin oluşu düşünülemez. Madem durum budur o halde, varlıkta Hayy ve Kayyum'dan başkası yoktur. O, vahid ve samed'in ta kendisidir. Sen bu makamdan baktığın zaman her şeyin kaynağının O'nda ve dönüşün de O'na olduğunu anlarsın. Bu bakımdan şükredici, şükredilen, seven ve sevilen O'dur.
İşte İbn Ebî Habîb bu makamdan bakmıştır.
Gerçekten biz onu sabreden (bir kul) bulmuştuk. Ne güzel kuldu, o daima (bize) başvururdu.(Sâd/44)
Allah Teâlâ'nın bu ayetini okuduğunda Habib dedi ki: 'O'nun sanatına hayran kalmamak elde değildir. O vermiş, o övmüştür'.
Bu sözünü şuna işaret için söylemiştir: Allah Teâlâ, bir kulunu övdüğü zaman, O'nun övgüsü kendi nefsine aittir. Bu bakımdan öven de övülen de O'dur.
Şeyh Ebu Said Mihinî bu makamdan bakmıştır.
(O) onları sever ve onlar da O'nu severler.(Mâide/54)
Senin kalbine gelen bu mânâ, Dâvud'un (a.s) kalbine de gelmiştir. Musa'ya (a.s) da böylece vâki olmuştur. Nitekim Musa (a.s) şöyle demiştir: 'Yarab! Ben sana nasıl şükredeyim? Çünkü ben sana şükretmeyi ancak senin nimetlerinden ikinci bir nimetle yapabilirim'.
Başka bir lâfızda 'Sana şükrüm, senden gelen başka bir nimettir ki o nimette sana şükretmeyi gerektirir!' Bunun üzerine Allah Teâlâ Musa'ya vahiy göndererek şöyle buyurmuştur:
'Sen bu durumu bildiğin zaman bana şükretmiş olursun!' Başka bir haberde 'Sen nimetin benden olduğunu bildiğin zaman onu şükür olarak senden kabul ederim' denmiştir.
Herşeyi katıksız tevhid gözüyle görmek gerekir. Bu görüş sana, Allah'ın şükreden, şükrolunan, seven ve sevilen olduğunu tanıtır.
Malûmundur ki yazar, yazdığını sevdiği zaman kendi nefsini sevmiş olur. Sanatkâr, sanatını sevdiği zaman kendi nefsini sevmiş olur. Ressam resmini sevdiği zaman kendi nefsini sevmiş olur. Baba evlat olmak hasebiyle evladını sevdiği zaman kendi nefsini sevmiş olur.
Allah'tan başka âlemde her ne varsa, hepsi Allah'ın tasviri ve sanatıdır. Eğer Allah onu severse, ancak kendisini sevmiş olur. Anlaşıldı ki Allah esasta kendisinden başkasını sevmez. Bu takdirde hakkıyla sevdiğini sevmiş olur. Bütün bu söylediklerimiz, tevhid gözüyle bakıştır.
alıntı burada bitti.
Evet arkadaşlar yukardaki yazıya yorumlarınızı getirir misiniz?
Kendi irademizle yaptığımız herşey Allah'ın nimetlerinden bize verilmiş bir nimettir; zira bizim azalarımız, kudretimiz, irademiz, hayra doğru iteleyici güçlerimiz ve hareketimizin sebeplerinden ibaret olan diğer şeylerimiz, Allah'ın yarattığından ve nimetindendir. Bu bakımdan nasıl olur da biz bize verilen nimetle nimetin şükrünü yaparız? Biz padişaha bir bineği verip başka bir bineği ondan alır, o bineğe binersek veya padişah bize başka bir bineği verirse, ikinci binek Bizim birinci bineğimize şükür olmaz.
-O'nun zâtı hariç herşeyin helâk olacağını ve bu durumun her hal için ezelen ve ebeden doğru olduğunu bilenin görüşüdür! Çünkü gayr, müstakil bir varlığı düşünülebilen demektir! Bu gayrın benzerinin varlığı yoktur. Aksine böyle bir gayrın mevcut olması muhaldir; zirâ mutlak var olan mevcut, nefsiyle kâim olan mevcuttur. Nefsi istiklâle sahip olmayan, nefsi itibariyle var sayılmaz, çünkü o başkasına bağlı ve başkasıyla varolmuştur.
Mevcut ancak ve ancak nefsiyle kâim olandır. Nefsiyle var olanın eğer gayrinin yokluğu takdir olunursa, kendisi yine var olarak kalır. Eğer nefsiyle kâim olmakla beraber onun varlığıyla başkasının varlığı kâim olursa, bu takdirde o, Kayyum olur. Oysa Bir den başka kayyum yoktur. Onun gayrisinin oluşu düşünülemez. Madem durum budur o halde, varlıkta Hayy ve Kayyum'dan başkası yoktur. O, vahid ve samed'in ta kendisidir. Sen bu makamdan baktığın zaman her şeyin kaynağının O'nda ve dönüşün de O'na olduğunu anlarsın. Bu bakımdan şükredici, şükredilen, seven ve sevilen O'dur.
İşte İbn Ebî Habîb bu makamdan bakmıştır.
Gerçekten biz onu sabreden (bir kul) bulmuştuk. Ne güzel kuldu, o daima (bize) başvururdu.(Sâd/44)
Allah Teâlâ'nın bu ayetini okuduğunda Habib dedi ki: 'O'nun sanatına hayran kalmamak elde değildir. O vermiş, o övmüştür'.
Bu sözünü şuna işaret için söylemiştir: Allah Teâlâ, bir kulunu övdüğü zaman, O'nun övgüsü kendi nefsine aittir. Bu bakımdan öven de övülen de O'dur.
Şeyh Ebu Said Mihinî bu makamdan bakmıştır.
(O) onları sever ve onlar da O'nu severler.(Mâide/54)
Senin kalbine gelen bu mânâ, Dâvud'un (a.s) kalbine de gelmiştir. Musa'ya (a.s) da böylece vâki olmuştur. Nitekim Musa (a.s) şöyle demiştir: 'Yarab! Ben sana nasıl şükredeyim? Çünkü ben sana şükretmeyi ancak senin nimetlerinden ikinci bir nimetle yapabilirim'.
Başka bir lâfızda 'Sana şükrüm, senden gelen başka bir nimettir ki o nimette sana şükretmeyi gerektirir!' Bunun üzerine Allah Teâlâ Musa'ya vahiy göndererek şöyle buyurmuştur:
'Sen bu durumu bildiğin zaman bana şükretmiş olursun!' Başka bir haberde 'Sen nimetin benden olduğunu bildiğin zaman onu şükür olarak senden kabul ederim' denmiştir.
Herşeyi katıksız tevhid gözüyle görmek gerekir. Bu görüş sana, Allah'ın şükreden, şükrolunan, seven ve sevilen olduğunu tanıtır.
Malûmundur ki yazar, yazdığını sevdiği zaman kendi nefsini sevmiş olur. Sanatkâr, sanatını sevdiği zaman kendi nefsini sevmiş olur. Ressam resmini sevdiği zaman kendi nefsini sevmiş olur. Baba evlat olmak hasebiyle evladını sevdiği zaman kendi nefsini sevmiş olur.
Allah'tan başka âlemde her ne varsa, hepsi Allah'ın tasviri ve sanatıdır. Eğer Allah onu severse, ancak kendisini sevmiş olur. Anlaşıldı ki Allah esasta kendisinden başkasını sevmez. Bu takdirde hakkıyla sevdiğini sevmiş olur. Bütün bu söylediklerimiz, tevhid gözüyle bakıştır.
alıntı burada bitti.
Evet arkadaşlar yukardaki yazıya yorumlarınızı getirir misiniz?