Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Tevhid Ve Tağut

M Çevrimdışı

morueqq

لا إله إلا الله
İslam-TR Üyesi
TEVHİD - ŞİRK ve TAĞUT KAVRAMI HAKKINDA

+


TVHF_zpsa33c7b31.jpg

Önemli Not: Yazının uzun Olması, konunun daha iyi anlaşılması açısındandır. Lütfen yazının Tamamını okuyun. Her yönden delilleriyle açıklandığından dolayı biraz uzun bir yazı olmuştur...Allah Müminlerden Razı Olsun...
La İlahe illallah (Tevhid nedir?)
Hiç şüphesiz insanoğlunun ilk yaratıldığı günden bu güne kadar Allah'u Teala'nın vahyettiği en muazzam ve en mükemmel kelime, tevhid kelimesi La ilahe illallah'tır. La ilahe illallah kelimesi, küfür ile imanı, kafir ve müşriklerle Müslümanları birbirinden ayıran, Allah'u Teala'nın mü'minlere ilham ettiği bir takva kelimesidir. Kopmak bilmeyen, tutunulacak sağlam bir kulptur. Zikirlerin en faziletlisidir. Nitekim Resulullah (s.a.v) şöyle buyurmaktadır.
"Zikirlerin en faziletlisi la ilahe illallah kelimesidir." (Tirmizi, 3383 - İbn Mace, 3800)
Allah'u Teala tevhid için insanı yaratmış, onun için cenneti süslemiş ve onun için cehennemi kızgınlaştırmıştır. Cihadı ve savaşı tevhid kelimesi için meşru kılmıştır.
La ilahe illallah kelimesi öyle bir kelimedir ki, şirk hariç sahibinin bütün günahlarının Allah'u Teala tarafından mağfiret olunmasına bir vesiledir. Bir kimse ne kadar Salih amel işlerse işlesin tevhid kelimesinden ve onun isteklerinden uzak bir yaşam yaşıyorsa bu amellerin kendisine hiçbir faydası olmayacaktır. Ve bir kimse ne kadar çok günah işlerse işlesin şirkten beri olduğu sürece tevhid kelimesi vesilesiyle mutlaka cennetliklerden olacaktır.
Ubade b. Es-Samid (r.a) Resulullah'ın (s.a.v) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
"Kim la ilahe illallaha şehadet edip Allah'ın tek olup ibadette O'na hiçbir ortak olmadığına, Muhammed (s.a.v)'in O'nun kulu ve Resulü olduğuna, İsa'nın O'nun kulu, resulü ve ondan bir ruh olduğuna, "ol" kelimesinin Meryem'e yöneltildiğine, cennet ve cehennemin hak olduğuna şehadet ederse, ne yaparsa yapsın Allah onu cennete sokar" (Muttefekun Aleyh)
Utban (r.a) diyor ki Resulullah (s.a.v) şöyle buyurdu:
"Allah (c.c) kendi rızasını isteyerek "la ilahe illallah" diyen kimseye cehennemi haram kıldı" (Muttefekun Aleyh)
Ebu Said el-Hudri (r.a) şöyle rivayet ediyor. Resulullah (s.a.v) şöyle buyurdu:
"Musa (a.s) dedi ki: "Ya Rabbi! Bana, seni hatırlayıp dua edebileceğim bir şey öğret." Allah (c.c) şöyle buyurdu: "Ey Musa! La ilahe illallah, de." Musa (a.s) dedi ki: "Ey Rabbim bütün kulların bunu diyorlar." Bunun üzerine Allah (c.c) şöyle buyurdu: "Ey Musa! Yedi gök ve içinde bulunanlar ile yedi yer bir kefeye konsa "La ilahe illallah" da bir kefeye konsa "La ilahe illallah" ağır gelir." (Hakim ve ibn-i Hibban rivayet etmişler ve sahih demişler)
Tevhid kelimesi La ilahe illallah'ın bu derece fazilet ve önemine rağmen bu gün içerisinde yaşadığımız şu zamanda akide üzerinde gerçekleşen en büyük sapmalardan bir tanesi yine la ilahe illallah kelimesi üzerinde olmuştur. Tüm esasların ve kavramların büyük bir cehalet karanlığı içerisinde gerçek anlamlarını tamamen yitirmeleri ister istemez saf tevhid inancının da zihinlerde ilk günkü berraklığını kaybetmesine neden olmuştur. Öyle ki inanç dünyasında ve pratik hayatta la ilahe illallah tevhid kelimesi hiçbir anlam ifade etmemektedir. Artık la ilahe illallah, sadece dilde tekrar edilen bir kelimeden öteye geçmemektedir. Dilleri ile defalarca la ilahe illallah diyen ama bu söylemleri ile neleri reddetmeleri gerektiğini ve neleri kabul etmeleri gerektiğini bilmeyen insan toplulukları meydana gelmiş, diğer taraftan da bu bilgisizliği ve cehaleti mazeret kabul eden sözde alimler ve hoca efendiler türemiştir. Bu cehaletin doğal bir sonucu olarak da bir taraftan Allah'tan başka ilah olmadığını devamlı surette tekrar etmelerine karşın, günlük yaşamda Allah'tan başka her şeyi ilah edinen kitleler zuhur etmiştir.
Biz bu yazımızda Allah'ın izni ile bu konu üzerinde hak olan gerçeği Allah'ın kitabı, Resulullah'ın sünneti ve İslam alimlerinin konu üzerindeki yorumları ışığında izah etmeye çalışacağız. Acaba la ilahe illallah ne demektir? La ilahe illallah kelimesini ikrar eden bir kimseye bu kelimenin yüklediği yükümlülükler nelerdir? Kul la ilahe derken neleri reddetmeli, illallah derken neleri kabul etmelidir? Bir kimsenin Müslüman olarak isimlendirilmesi için sadece mücerred bir şekilde la ilahe illallah demesi yeterlimidir. Yoksa bu kelimeyi söylemekle birlikte bir takım şartları da yerine getirmesi gereklimidir? İşte bizler bu yazımızda tüm bu sorulara cevap bulmaya çalışacağız. Gayret bizden takdir ise hiç şüphesiz yüce Allah'tandır.
Tevhid Kelimesi La İlahe İllallah
La ilahe illallah nefiy (red/inkar) ve ispat (kabul) olmak üzere iki kısımdan meydana gelmektedir. La ilahe, ilahlığı canlı cansız ne varsa her şeyden çekip almak, İllallah ise, uluhiyete (ilahlığa) ait ne varsa sadece ve sadece Allah'u Teala'ya tahsis etmektir. Hiç şüphesiz ki "La ilahe" kelimesinin başında bulunan "La" tevhid ve şirk denizleri arasında bir settir. "La ilahe" demek, kişinin apaçık bir şekilde tüm sahte ilahları, beşeri kanun ve yasaları, Allah'ın şeriatından başka kanun ve hüküm koyan sahte ilahları red ve inkar ettiğinin apaçık beyanıdır. Diğer bir anlamıyla tevhid kelimesinin ilk kısmı olan "La ilahe" kelimesi, yeryüzünde egemenliğe soyunan sahte rableri diğer bir anlamıyla tüm tağutları inkardır. Allah'u Teala şöyle buyurmaktadır.
"Dinde zorlama yoktur. Çünkü doğruluk sapıklıktan iyice ayrılmıştır. O halde kim tağutu tanımayıp Allah'a inanırsa, kopmak bilmeyen sapasağlam bir kulpa yapışmıştır. Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir." (Bakara 256)
Burada kısaca tağut kavramı hakkında bilgi vermekte fayda vardır.
Arapça bir kelime olan bu tağut kelimesi, "teğa, yetgi,tuğyanen" kelimelerinden türetilmiştir. Lügatta haddini aşmak, azgınlaşmak anlamına gelmektedir. Lisan'ül Arap'ta bu kelime hakkında şu bilgiler yer almaktadır.
"Tağut; küfürde haddini aşan manasına da gelmektedir. Allah'tan başka ibadet edilen her şey tağuttur. Tağut, putlardan olabildiği gibi cin ve insanlardan da olabilir." (Lisan'ül Arap)
İbn-i Cerir Et'Taberi tağut kelimesi hakkında şöyle demektedir: "Tağut; Allah'a karşı isyankar olup zorla veya gönül rızası ile kendisine tapınılıp mabud tutulan, gerek insan, gerek şeytan, gerek put, gerek dikili taş ve gerekse diğer her hangi bir şey demektir. Bunun tefsirinde şeytan veya sihirbaz, yahut kahin ya da insanların ve cinlerin, inat edip büyüklük taslayanların veya Allah'a karşı mabud tanınıp buna razı olan Firavun ve Nemrud gibiler veya putlar diye çeşitli rivayetlere rastlanır." (Taberi Tefsiri)
Müfessirlerden Kurtubi ise bu kavram hakkında şunları söylemektedir: "Tağutu reddin demek, şeytan, kahin, put ve bunlar gibi Allah'tan başka ibadet edilen ve sapıklığa çağıran her şeyi terk edin demektir." (Kurtubi, El'Camiu Li'Ahkam, 9/10)
Yine Tağut kavramı hakkında mücahid şunları demektedir. "Tağut kendisine muhakeme oldukları ve emirlerine itaat ettikleri insan görünümündeki şeytanlardır." (İbn-i Kesir Tefsiri: 3/1025)
İbn-i Kayyım El'Cevziyye ise şunları söylemektedir: "Tağut; kendisine ibadet edilme, bağlanılma ve itaat edilme noktasında haddini aşan kul demektir. İnsanların tağutu, Allah ve Resulü'nün kanunlarıyla hükmetmeyen, Allah'tan başka kendisine muhakeme olunan, ibadet edilen ve Allah'ın emrine dayanmaksızın, Allah'a itaat etmeksizin kendisine tabii olunanlardır. Bunları düşünür ve insanların durumuna bakarsan, insanların çoğunu Allah'a değil tağutlara ibadet ettiğini, Allah ve Resulü'nün hükümlerine değil tağutların hükümlerine muhakeme olduklarını, Allah ve Resulüne değil, tağuta itaat edip tabii olduklarını görürsün." (İbn-i Kayyim El'Cevziyye, İlam'ül Muvakkiin: 1/50)
O halde bir kimsenin kopmak bilmeyen sağlam bir kulpa sarılabilmesi için öncelikle La ilahe diyerek tüm sahte ilahlardan, yalancı rablerden, yeryüzünde azgınlık yapan tağutlardan beri olması, onları tamamen inkar etmesi gerekmektedir.
Tevhid kelimesinin ikinci kısmını ise "İllallah" oluşturmaktadır ki, bu da sadece ve sadece Allah'ın uluhiyetini kabullenmek, ilah ve rab olarak sadece Allah'tan razı olmak, kişinin hayatı ile ilgili bütün hususlarda sadece Allah'a itaat etmesi, O'nun hükmüne teslim olması ve tüm bu hususlarda Allah'a söz vermesi demektir. Bakınız Seyyid Kutub tevhid kelimesi La ilahe illallah'ın manasına dair şöyle demektedir.
"İslam, Allah'tan başka ilah olmadığına şahitlik etmektir. Allah'tan başka ilah bulunmadığına şahitlik ise, yüce Allah'ı tek başına evrenin yaratıcısı olduğuna ve orada dilediği gibi tasarrufta bulunduğuna, kulların ibadet kastı taşıyan davranışlarını ve hayatla ilgili eylemlerini sadece O'na sunacaklarına, Kulların yasalarını sadece ondan edineceklerine, hayatlarına ilişkin konularda tek başına O'nun hükümlerine boyun eğeceklerine inanmakla somutlaşmaktadır. Kim -bu anlamda- Allah'tan başka ilah bulunmadığına şahitlik etmezse, hiçbir zaman şehadet getirmemiş ve İslam'a girmemiş demektir. Adı, lakabı ve soyu ne olursa olsun…Hangi bölgede -bu anlamda- Allah'tan başka ilah bulunmadığına şahitlik etme gerçeği gerçekleşmezse, o bölge hiçbir zaman Allah'ın dinini din edinmemiş ve asla İslam'a girmemiş demektir." (Seyyid Kutub, Fi'zilal'il Kur'an, 5/234)
Yine İbn-i Receb el-Hanbeli tevhid kelimesini şöyle tanımlamaktadır.
"Kulun La ilahe illallah demesi, onun için Allah'tan başka ibadete layık ilah olmamasını gerektirmektedir. İlah ise: kendisine dua edilen, kendisinden istenilen, kendisine tevekkül edilen, umulan, korkulan, sevilen, yüceliğinden sakınılan, isyan edilmeyen, itaat edilen demektir. Bunlar ilahlığın özelliklerindendir. Bunların Allah'tan başkasına verilmesi caiz değildir. Her kim ilahlığın özelliklerinden birisini bir yaratılmışa vererek Allah'a şirk koşarsa La ilahe illallah sözündeki ihlasını bozmuş olur ve tevhidini gerçekleştirmemiş olur." ( İbn-i Receb El-Hanbeli, Kelimetü'l İhlas, sy:11)
Sonuç olarak bir kimse La ilahe diyerek ilahlığa ait tüm bu hususları canlı cansız ne varsa her şeyden çekip almalı, İllallah diyerek ilahlığa air tüm bu hususiyetleri sadece Allah'u Tealaya tahsis etmelidir.
Bilindiği üzere bu gün içerisinde yaşadığımız ülkenin idaresi, tamamen beşeri esaslı bir yönetim sistemine haizdir. İnsanlar yine kendileri gibi insanları belirli zaman aralıklarında kendilerini sevk ve idare etmeleri için meclise vekil olarak göndermekteler. Vekiller ise kendilerinden çıkardıkları yasa ve kanunlarla insanları sevk ve idare etmektedirler. Kendi deyimleri ile hakimiyet kayıtsız ve şartsız milletin elinde yani insanların tekelindedir. İslam'a göre ise, hakimiyet ve egemenlik ancak Allah'ındır. İslam hakimiyet ve otoriteyi sadece Allah'u Tealaya tahsis ederek O'na ibadet etmeyi emretmektedir. Bu noktada fertlere düşen ise La ilahe illallah diyerek öncelikle bu parlamenter sistemin reddetmeli, onların çıkardığı yasa ve kanunlara itaat etmemelidir. Hiçbir probleminde beşer esaslı mahkemelere yetki hakkı tanımamalıdır. Çoğunluğun görüşünü doğru ve hak kabul etme esasına dayanan demokrasi dinini reddetmeli, bunu açıkça ikrar etmelidir. Sadece Allah'a yönelmeli, O'na dayanmalı ve O'na tevekkül etmelidir. Beşeri sistemlere itaat edenleri, beşeri sistemlerin muhakemelerine tabi olanları, her üç-beş yılda beşeri sistemlere iman tazeleyen cahilleri dost ve sırdaş edinmemelidir. Tüm bu anlattıklarımızın delili ise La ilahe illallah tevhid cümlesidir.
La ilahe illallah kelimesinin onu ikrar eden kimse üzerine yüklediği bir takım sorumluluklar vardır. Bunlar kişinin öncelikle Allah'u Tealayı rububiyetinde, uluhiyetinde, isim ve sıfatlarında birlemesi, ibadetlerini sadece Allah'u Tealaya tahsis etmesi daha sonra da tevhid kelimesinin ahlakıyla ahlaklanmasıdır. Rububiyet tevhidi demek, Allah (c.c.)'nun bu kainatı tek başına yarattığına, yarattıklarının sahibi olduğuna, hükmünde takipçisi olmadığına, dirilten, yaşatan ve öldürenin O olduğuna, bütün canlıların rızıklandırıcısı, her şeyin yöneticisi olduğuna, Allahtan başka hiç kimsenin ve hiçbir şeyin ne kendi nefsine ne de başkasına O'nun izni ve dilemesi olmadıkça zarar ve fayda veremeyeceğine, dualara yalnızca O'nun icabet edeceğine inanmaktır. Allah'ın kaza ve kaderine inanmakta bu tevhidinin kapsamına girer. Burada özellikle hatırlatılması gereken husus şudur: Rububiyet tevhidi Müslümanlarla müşrikler arasında kabul bakımından ortak bir tevhiddir. Yani müşriklerde Allah'ın rububiyetine inanmaktadırlar. Bundan dolayı sadece Allah'ı rububiyet noktasında tevhid etmek kişinin Müslüman olması için kafi değildir. Allah'u Teala şöyle buyurmaktadır.
"(Resulüm!) De ki: Size gökten ve yerden kim rızık veriyor? Ya da kulaklara ve gözlere kim malik (ve hakim) bulunuyor? Ölüden diriyi kim çıkarıyor, diriden ölüyü kim çıkarıyor? (Her türlü) işi kim idare ediyor? "Allah" diyecekler. De ki: Öyle ise (O'na asi olmaktan) sakınmıyor musunuz? (Yunus 31)
"Andolsun ki onlara: Gökleri ve yeri yaratan, güneşi ve ayı buyruğu altında tutan kimdir? Diye sorsan, mutlaka Allah derler. O halde nasıl (haktan) çevrilip döndürülüyorlar? Allah rızkı kullarından dilediğine bol bol verir, dilediğine de kısar. Şüphesiz Allah her şeyi hakkıyla bilendir. Andolsun ki onlara: Gökten su indirip onunla ölümünün ardından yeryüzünü canlandıran kimdir? Diye sorsan, mutlaka Allah derler. De ki: (öyleyse) hamd da Allah'a mahsustur. Fakat onların çoğu (söyledikleri üzerine) düşünmezler. (Ankebut 61-63)
"Andolsun ki onlara, "Gökleri ve yeri kim yarattı?" diye sorsan, mutlaka "Allah…" derler. De ki: (öyleyse) övgü de yalnız Allah'a mahsustur, ama onların çoğu bilmezler." (Lokman 25)
Bu konu üzerine Şeyh Muhammed Sultan El'Hucendi şöyle demektedir: "Ey kardeşim bil ki! Resulullah (s.a.v)'in imana ve tevhide davet ettiği, savaştığı, öldürdüğü müşrikler Allah'u Teala'nın biricik rab olduğuna, bir olan Allah'tan başka bir yaratanın, rızık verenin, dirilten ve öldürenin, işleri tanzim edenin olmadığına inanıyorlardı. Dikkat et ki bu mesele gerçekten çok önemli bir meseledir. Bu meselede en önemli şey ise, senin kafirlerin ve müşriklerin yukarıda izah ettiğimiz rabb'liğe dair hususları kabul ettiklerini bilmendir. Bu imanları ile beraber onlar Müslüman kabul edilmemiş, bu şekilde iman etmeleri onların canlarını ve mallarını emniyet altına almamıştır. Bunun sebebi ise onların rububiyet tevhidini kabul etmelerine binaen, uluhiyet (ilahlık) tevhidini kabul etmemeleridir." (Muhammed Sultan El'Hucendi, Miftah'ul Cenneh, Sy: 41-42)
Tevhidin diğer bir kısmı ise uluhiyet tevhididir. Uluhiyet tevhidi; ibadeti eşi ve benzeri olmayan Allah'a has kılmak, O'na kayıtsız şartsız itaat etmek ve boyun eğmektir. İlah da kendisine ibadet edilen demektir. Uluhiyet tevhidi ilahlığı sadece Allah'u Teala'ya has kılmaktır. Tüm sahte ilahların, yetki ve otorite sahibi olduğunu iddia eden tüm sahte Rabb'lerin yetki ve otoritesini inkar etmektir. Çünkü hakim, otorite ve yetki sahibi ancak Allah'u Teala'nın bizzat kendisidir. Hüküm ve yasa vaaz eden, helal ve haram sınırlarını tayin eden, insanları sevk ve idare etme yetkisine tek başına haiz yegane ilah O'dur. İbadet ancak O'na, itaat ancak O'nun indirdiği hükümlerledir. Hiçbir kulun O'nun indirdiği hükümlerin dışında bir hükme itaat etmesi caiz değildir. Bilakis böyle bir davranış kişinin itaat ettiği hükmün sahibine ibadet etmesi olacak ve sahibini Allah'tan başka ilah edinen müşrikler seviyesine düşürecektir. Çünkü la ilahe illallah; Allah'ın düzeni ile çatışan tüm tağuti sistemleri reddetmek, onlara itaat etmemektir. La ilahe illallah, kendi heva ve hevesince kanun ve yasa vaaz eden beşeri parlamentoları, onların yasama, yürütme ve yargı organlarını oluşturan meclislerini, kendi küçük beyinlerinin bir ürünü olan anayasalarını, Allah'ın vahyinden kaynaklanmayan beşeri sistemlerin kurallarını tanımamaya dair Allah'a verilmiş bir sözdür. Çünkü La ilahe illallah, egemenliği, hakimiyeti, insanları sevk ve idare etme yetkisini kullardan alıp sadece ve sadece Allah'u Teala'ya vermektir.
İsim ve sıfat tevhidi ise; Allah'ın kendini Kur'an'da vasfettiği, Resulullah'ın (s.a.v) sahih sünnetlerinde bizlere açıkladığı üzere, bütün noksanlıklardan uzak, yani kemal sıfatlara sahip olduğuna, mahlukata benzemediğine ve bu sıfatların varlığına iptal etmeksizin inanmaktır.
La İlahe İllallah'ın Şartları
La ilahe illallah tevhid kelimesi cennetin anahtarıdır. Fertlerin ya da toplumların kurtuluşu ancak bu söze bağlıdır. Ne var ki; La ilahe illallah sadece mücerred bir şekilde de söylenen sözden ibarettir. La ilahe illallah kelimesinin, fertleri ve toplumları kurtuluşa sevk edebilmesi ancak bir takım şartları da beraberinde gerekli kılmaktadır. Nasıl ki; namaz, oruç, hac…vs. gibi tüm ibadetlerin Allah katında makbul olabilmesi için yine Allah tarafından sınırları kesin bir şekilde bildirilmiş şartları mevcut ise, La ilahe illallah kelimesinin de söyleyen kimseye yüklediği yükümlülükler ve şartlar mevcuttur. Bakınız bu konuda Hanbeli alimlerinden İbn-i Recep şöyle demektedir.
"La ilahe illallah'ı söyleyip de ona şehadet etmekten maksad cehennemden kurtulmayı ve cennete girmeyi gerektiren bir sebep olmasıdır. Bu gereklilik ise söylenen sözün şartlarının hepsinin bir arada bulunması ve onu ortadan kaldıracak bir durumun olmaması halinde geçerlidir. Tevhid kelimesini söyleyen kişide bu kelimenin şartlarından bir tanesi eksik olursa yahut da tevhid kelimesini söyleyen kimse bu kelimeyi ortadan kaldıracak bir söz veya amelde bulunursa artık bu tevhid kelimesi, söyleyeni cehennemden kurtulmasını ve cennete girmesini sağlamaz. Bu görüş Hasan ve Vehb bin Münebbih'ten nakledilmiştir. Bu konu hakkında söylenenlerin en güzel ve en kuvvetlisi bu görüştür." (İbn-i Receb El'Hanbeli, Kelimetü'l İhlas, sy:7)
Başka bir rivayette ise, Vehb bin Münebbih kendisine "La ilahe illallah cennetin anahtarı değil midir? Diye soran bir kimseye şu cevabı vermiştir:
"Elbette öyledir. Ancak o açacak anahtarın dişleri var ise. Bilindiği gibi hiçbir anahtar dişsiz değildir. Şayet sen dişleri olan bir anahtar getirebilirsen o senin için cennetin kapısını açacaktır. Aksi takdirde ise açılmayacaktır." (Buhari, Cenaiz, 3/109)
La ilahe illallah tevhid kelimesini şartlarını maddeler halinde şu şekilde kısaca belirtebiliriz:
1- Manasını Bilmek

Allah'u Teala şöyle buyuruyor:
"Bil ki Allah'tan başka ibadete layık hiçbir ilah yoktur." (Muhammed 19)
"O'nu bırakıp çağırdıkları kimselerin şefaat etme imkanları yoktur. Bilerek hak ile şehadet edenler müstesna." (Zuhruf 86)
"Allah kendisinden başka ibadete layık ilah olmadığına adaleti ayakta tutarak şahitlik etti. Melekler ve ilim sahipleri de buna şehadet ettiler. O'ndan başka ibadete layık ilah yoktur. O, Aziz'dir, Hakim'dir." (Al-i İmran 18)
Resulullah (s.a.v) şöyle buyurdu:
"Kim; La ilahe illallah'ın manasını bilerek ölürse cennete girer." (Müslim)
İmam Nevevi bu hadisin şerhinde şöyle demektedir: "Ehli sünnetin mezhebine göre iki şehadet kelimesi ile kalbin Allah'ı bilmesi birbirine bağlıdır. Biri bulunurda diğeri olmazsa (yani ikrar veya bilgiden biri bulunmazsa) o imanın bir faydası yoktur." (İmam Nevevi, Sahihi Müslim Şerhi 2/166)
Yine aynı şekilde İmam Kurtubi, Sahihi Müslim üzerine yazmış olduğu "El'Müfhim Ala Sahihi Müslim" isimli kitabında "Sadece iki şehadet kelimesini sözle söylemek yeterli değildir" diye bir başlık atarak şöyle demiştir. "Aksine kesin olarak kalben iman etmesi gerekmektedir." (Said El'Kahtani, El'Vela Ve'l Bera, sy:40)
2- Şeksiz ve Şüphesiz Manasını Kabul Etmek:
Allah'u Teala şöyle buyurmaktadır:
"Allah' ve resulüne iman eden sonra imanında asla şüpheye düşmeyen, Allah yolunda mallarıyla canlarıyla cihad eden kimseler ancak hakkıyla iman edenlerdir. Samimi olanlar da işte bunlardır." (Hucurat 15)
Resulullah (s.a.v) şöyle buyurdu:
"La ilahe illallah Muhammedun Resulullah'a şehadet ederim. Şüphe etmeyerek Allah'a bu iki şehadetle kavuşan kul asla cennetten men olunmaz" (Müslim)
Resulullah (s.a.v) şöyle buyurdu:
"Ey Eba Hureyre! Bu bostanın arkasında kalbi yakinen şeksiz inanarak La ilahe illallah'a şehadet eden her kim rastlarsan onu cennet ile müjdele!" (Müslim)
İmam Nevevi, Müslim şerhinde de Kadı Iyaz'dan şu şekilde bir alıntı nakletmektedir:
"Bütün Ehli sünnet mezhebine mensup selefi salihin ile muhaddis, fukaha ve ehli sünnet olan Eş'arilere göre kalben gelen bir ihlasla ve samimiyetle iki şehadet kelimesini söyleyen kimse cennete girecektir." İmam Nevevi vu açıklamanın son derece mükemmel ve yerinde olduğunu söylemektedir." (İmam Nevevi, Sahihi Müslim Şerhi 2/167)
3- Bu Kelimenin Gerektirdiği Manayı Kalbiyle ve Diliyle Kabul Etmek:
Allah'u Teala şöyle buyurmaktadır:
"Onlara 'La ilahe illallah' denildiği zaman kibirlenirlerdi. Deli olan bir şair için ilahlarımızı mı terk edeceğiz derlerdi." (Saffat 35-36)
4- Hareketlerini, Davranışlarını ve Yaşantısını La İlahe İllallah'ın Manasına Uygun Düşecek Şekilde Düzenlemek:
Allah'u Teala şöyle buyurmaktadır:
"Azab size gelmeden önce Rabbinize yönelin ve O'na teslim olun. Sonra yardım da göremezsiniz." (Zümer 54)
"İyilik yaparak kendisini Allah'a teslim eden ve İbrahim'in hanif dinine tabi olandan din bakımından daha iyi kim olabilir? Allah İbrahim'i dost edinmiştir." (Nisa 125)
"İyilik yaparak yüzünü Allah'a çeviren kimse muhakkak sapasağlam bir kulpa sarılmıştır. Bütün işlerin sonu Allah2a döner." (Lokman 22)
"Hayır! Rabbine andolsun ki aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem tayin etmedikçe iman etmiş olmazlar. Sonra haklarında verdiğin hükümden dolayı içlerinde bir sıkıntı duymadan kendilerini tamamen teslim etmedikçe iman etmiş olmazlar." (Nisa 65)
İbn-i Kesir bu ayetin tefsirinde şöyle diyor: "Allah (c.c) kendi şerefli mukaddes zatına yemin ederek buyuruyor ki, bütün işlerde Allah ve Resulünü hakem tayin etmedikçe hiç kimse gerçekten iman etmiş olmaz. Onun verdiği hüküm gizli ve açık her zaman bağlanılması farz olan hak ve gerçektir. Bunun içindir ki Allah (c.c.); "Sonra aralarında verdiğin hükümden dolayı içlerinde bir sıkıntı duymadan kendilerini tamamen teslim etmedikçe iman etmiş olmazlar" buyurmuştur.
Yani seni hakem tayin ettiklerinde gönüllü olarak sana itaat ederler. İçlerinde senin verdiğin hükme karşı herhangi bir sıkıntı duymazlar. İç ve dışlarıyla bu hükme uyarlar. Bir karşı koyma, bir müdafaa ve münakaşa olmaksızın bütünüyle bu hükme teslim olurlar. Nitekim bir hadisi şerifte şöyle buyrulmuştur.

"Nefsim elinde olan Allah'a yemin ederim ki arzusu benim getirdiğime tabi olmadıkça hiçbiriniz gerçekten iman etmiş olmaz." (İbn-i Kesir Tefsiri)
5- Yalanlamayıp Kalbiyle ve Diliyle Tasdik Etmek:
Allah'u Teala şöyle buyurmaktadır:
"Bir kısım insanlar vardır ki: "Biz Allah'a ve ahret gününe iman ettik" derler. Halbuki onlar mü'min değillerdir. Allah'ı ve iman edenleri aldatmaya çalışırlar. Oysa sadece kendilerini aldatırlar. Fakat bunun farkında değillerdir. Onların kalplerinde hastalık vardır. Allah'ta onların hastalıklarını artırmıştır. Yalan söylediklerinden dolayı onlar için can yakıcı bir azab vardır."(Bakara 8-10)
Resulullah (s.a.v) şöyle buyurdu:
"Her kim La ilahe illallah Muhammedun Resulullah'a kalbiyle tasdik ederek şehadet ederse Allah (c.c) ona cehennemi haram kılar." (Müttefakun Aleyh)
Resulullah (s.a.v) şöyle buyurdu:
"Benim şefaatim La ilahe illallah! İhlaslı olarak ve kalbinde olanı lisanı tasdik ederek, lisanında olanı kalbi tasdik ederek söyleyen kimse içindir." (Hakim)
6- İhlaslı Olmak
Yani yapılan bütün amelleri sadece Allah rızası için yapmak ve şirkten temizlenip uzak kalmak. Allah'u Teala şöyle buyuruyor:
"İyi bilinmelidir ki halis din Allah'ındır. Allah'ı bırakıp O'ndan başka dostlar edinenler: "Biz onlara ancak bizi daha çok Allah'a yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz" derler. Muhakkak ki Allah aralarında ihtilaf ettikleri hususlarda hüküm verecektir. Şüphesiz ki Allah yalancı ve kafir olan bir kimseyi hidayete erdirmez." (Zümer 3)
"Oysa onlar doğruya yönelip her türlü şirkten temizlenmiş olarak (yani ihlaslı olarak) Allah'ın dininde O'na kulluk etmek, namazı kılmak ve zekatı vermekle emrolunmuşlardı. Dosdoğru olan dinde budur." (Beyyine 5)
İmam el-Fadl İbn İyad diyor ki: "Allah rızası için, fakat Allah'ın istediği şekilde yapılmayan amelleri Allah (c.c) kabul etmez. Aynı şekilde Allah'ın istediği şekilde fakat Allah rızası için yapılmayan amelleri de Allah (c.c) kabul etmez. Allah (c.c) ancak kendi rızası gözetilerek ve Resulullah'ın sünnetine uygun olarak yapılan amelleri kabul eder."
7- Tevhid Kelimesini Sevmek
Yani kişinin La ilahe illallah kelimesini ve bu kelimeye şahitlik edenleri sevmesi, tevhide düşman olanlara da buğz etmesi, onları düşman edinmesi ve dost edinmemesi gerekir. Allah'u Teala şöyle buyurmaktadır.
"İnsanlardan bazıları Allah'tan başka varlıkları ona eşler koşarlar. Onları Allah'ı sevdikleri gibi severler. Mü'minler ise en çok Allah'ı severler." (Bakara 165)
"Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse, bilsin ki Allah; onların yerine, kendisinin onları, onların da kendisini sevdiği, mü'minlere karşı alçak gönüllü, kafirlere karşı ise güçlü ve şerefli olan, Allah yolunda cihad eden ve kınayanın kınamasından korkmayan bir kavim getirir, işte bu Allah'ın lütfüdür. Onu dilediğine verir. Allah geniş ihsan sahibidir. Her şeyi çok iyi bilendir." (Maide 54)
Resulullah (s.a.v) şöyle buyurdu:
"Kimde şu üç şey bulunursa imanın tatlılığını tatmış olur. Allah ve Resulü'nün kendisine her şeyden daha sevgili olması, bir kimseyi yalnız Allah için sevmesi ve Allah onu küfürden kurtardıktan sonra yine küfre dönmekten ateşe atılacakmışçasına korkması." (Muttefekun Aleyh)
Şeyh Muhammed Sultan el-Hucendi "Cennetin anahtarı La ilahe illallah" isimli kitabında La ilahe illallah kelimesinin faziletlerini zikrettikten sonra La ilahe illallah kelimesinin şartlarına dair şöyle demektedir:
"Ancak La ilahe illallah ile murad edilen onu sadece dil ile söylemek değildir. Yine manasından habersiz söylemek hiç değildir. Ancak La ilahe illallah kelimesinin manasını bilerek ve sadece ona inanarak ikrar ederse (söylerse) İslam dairsi içine girer, selamet yurdu cennet ehlinden olur. Ancak kim de La ilahe illallah derken Allah'tan başka yaratıcı yoktur, Allah'tan başka Rabb yoktur, Allah'tan başka rızık verici yoktur, Allah vardır ve birdir gibi cümleleri kastederse bu kelimeler onun Müslüman olması ve selamet yurdu ehlinden olması için yeterli değildir. Yukarıdaki kelimeler (Allah'tan başka yaratıcı yoktur, Allah'tan başka Rabb yoktur…vs) hiç şüphesiz doğru kelimelerdir. Ancak bu kelimeleri söylemekte müşrikler, Mecusiler, hristiyanlar, Yahudiler ve diğer insanlar ortaktır." (Muhammed Sultan El'Hucendi, Miftah'ul Cenneh, sy:38-39)
La ilahe illallah'ı Bozan Haller
İbadetlerin geçerli ve makbul olabilmesi için onları iptal eden hallerden uzak durulması gerektiği gibi, tevhidinde geçerli olabilmesi için onu bozan hallerden uzak durmak gerekir. Nasıl ki abdest, namazı ve orucu bozan haller varsa tevhid kelimesi La ilahe illallah'ı da bozan bir takım haller vardır. İbadetler onları bozan hallerin mevcudiyetiyle iptal olurlar ve geçersiz sayılırlar. Özellikle tevhid kelimesini bozan halleri bilmek kişinin imanını muhafaza etmesi için gereken en önemli bilgilerdendir. Zira tevhidin iptali demek kişinin dünya ve ahrette ebedi olarak azaba maruz kalması demektir. Bu tevhidi bozan halleri kısaca başlıklar altında sıralamakta fayda vardır.
1- Allah'a Ortak Koşmak (Geniş bilgi için Şirk Kavramı Başlığına Bakınız)
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
"Allah kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz. Bundan başkasını dilediğine bağışlar." (Nisa 116)
"Kim Allah'a ortak koşarsa muhakkak ki Allah ona cenneti haram eder. Varacağı yer ateştir. Zulmedenlerin yardımcıları yoktur." (Maide 72)
2- Teşride Bulunmak
Allah'u Teala şöyle buyuruyor:
"O kendi hükmünde kimseyi ortak kabul etmez." (Kehf 26)
"Yoksa onların, Allah'ın dinde izin vermediği şeyi kendilerine meşru kılacak ortakları mı vardır? Eğer azabın ertelenmesine dair kesin yargı sözü olmasaydı, aralarında hemen hüküm verilir, işleri bitirilirdi. Gerçekten zalimler için acı bir azab vardır."(Şura 21)

3- Allah'ın İndirdiği Hükümlerle Hükmetmemek
Allah'u Teala şöyle buyuruyor:
"Allah'ın indirdiği hükümlerle hükmetmeyenler kafirlerin ta kendileridir." (Maide 44)
4- Tağuta Muhakeme Olmak
Allah'u Teala şöyle buyurmaktadır:

"Şunları görmüyormusun? Kendilerinin sana indirilene ve senden önce indirilene inandıklarını ileri sürüyorlar da tağuta inanmamaları kendilerine emrolunduğu halde, tağut önünde muhakemeleşmek istiyorlar. Şeytan da onları bir daha dönemeyecekleri kadar iyice sapıklığa düşürmek istiyor." (Nisa 60)
5- Müşriklere İtaat Etmek
Allah'u Teala şöyle buyuruyor:
"Üzerlerine Allah'ın ismi anılmamış olanlardan yemeyin, çünkü onu yemek yoldan çıkmaktır. Şeytanlar, dostlarına sizinle mücadele etmeleri için telkinde bulunurlar. Eğer onlara uyarsanız, muhakkak ki, Allah'a ortak koşanlardan olursunuz." (En'am 121)
"Gerçekten doğru yol kendilerine açıkça belli olduktan sonra gerisin geri küfre dönenlere şeytan, kötülüklerini güzel göstermiş ve onları uzun emellere düşürmüştür. Çünkü onlar Allah'ın indirdiğini beğenmeyen kimselere: "Bazı işlerde biz size itaat edeceğiz." Demişlerdi. Oysa Allah onların gizlediklerini biliyordu." (Muhammed 25-26)
6- Kafir ve Müşrikleri Dost Edinmek
Allah'u Teala şöyle buyurmaktadır:
"Ey iman edenler, Yahudileri de Hıristiyanları da veliler edinmeyiniz. Onlar birbirlerinin dostlarıdırlar. İçinizden kim onları veli edinirse, muhakkak o da onlardandır. Şüphesiz Allah zalimler topluluğunu hidayete erdirmez." (Maide 51)
7- Dinin Hükümlerini Hafife Almak
Allah'u Teala şöyle buyurmaktadır:
"Münafıklar, kalplerinde olanı kendilerine açıkça haber verecek bir surenin tepelerine indirilmesinden çekiniyorlar. De ki: "Siz alay edin bakalım! Şüphesiz Allah çekindiğinizi açığa çıkarandır. Andolsun onlara soracak olsan elbette şöyle diyeceklerdir: "Biz sadece şakalaşıp eğleniyorduk." De ki: "Allah ile, O'nun ayetleri ile ve Resulü ile mi alay ediyordunuz? Özür dilemeyin. Siz iman ettikten sonra gerçekten kafir oldunuz. İçinizden bir grubu affetsek bile, günahkar kimseler oldukları için diğer grubu azablandıracağız." (Tevbe 64-66)
Taberi ve başkaları Katade'den şöyle dediğini nakleder: "Resulullah (s.a.v) Tebuk gazvesinde yolda giderken münafıklardan bir kesim de önden yol alıyorlar ve şöyle diyorlardı: "Şu Şam saraylarını fethedecek ve Bizanslıların kalelerini zapt edecek kimseye bir bakın!" Allah'u Teala kalplerinde olanı ve aralarında konuştuklarını Resulüne haber verince şöyle buyurdu: "Şu önde gidenleri ben yanlarına gelinceye kadar alıkoyun." Daha sonra yanlarına varıp: "Siz şöyle şöyle dediniz." Diye söyleyince yemin ederek: "Biz ancak şakalaşıyor ve eğleniyorduk" dediler ve bununla söylediklerinde ciddi olmadıklarını anlatmak istediler. Bunun üzerine Allah'u Teala bu ayeti indirdi.
Bu ayetler, Allah ile, ayetleri ile ve Resulü ile alay eden kimsenin, bunu oyun, eğlence ve şaka maksadıyla yapsa dahi küfre düştüğü hususunda açık bir nasstır.ümmet arasında küfür olan bir söz veya amel ile eğlenilmesinin küfür olduğu konusunda ihtilaf yoktur.
İbnu'l Arabi şöyle der: "Onların bu söyledikleri sözler ciddi de olabilirdi, şaka da olabilirdi. Ancak ne olursa olsun bu sözler küfürdür. Çünkü küfür sözleri şaka yolu ile söylemenin de küfür olduğu hususunda ümmet arasında görüş ayrılığı yoktur. Tahkik ve ilim, hakkın; şaka ve ciddiyetsizlik ise batıl ve cehaletin kardeşidir." (el-Ahkam, 2/976)
Ebu Bekirel-Cassas şöyle der: "Bir zorlanma olmaksızın küfür kelimesini söylemek konusunda ciddi kimse ile şaka yapan kimsenin arasında fark olmadığı dalalet eder. Zira o münafıklar söyledikleri sözün oyun amaçlı olduğunu söylemişlerdi. Allah'u Teala onların alay ederek küfre girdiklerini haber verdi. Hasan ve Katade'den rivayet edildiğine göre onlar, "Şu Şam saraylarını fethedecek ve Bizanslıların kalelerini zapt edecek kimseye bir bakın!" demişlerdi. Allah'u Teala, Resulüne, onların bu sözlerini ve bu sözün ciddi ya da şaka olsun onları küfre düşürdüğünü bildirdi. Bu ayet aynı zamanda Allah'ın ayetleriyle ve dininin hükümlerinden bir hükümle alay eden kimsenin kafir olduğuna da delalet eder." (Ahkamu'l-Kur'an, 4/348)
8- Söylediklerini Reddetmeksizin ve Yanlarından Uzaklaşmaksızın Din ile Alay Edenlerle Birlikte Oturmak
Allah'u Teala şöyle buyurmaktadır:
"O size kitapta şunu indirdi: Allah'ın ayetlerinin inkar edildiğini ve onlarla alay edildiğini işittiğiniz vakit onlar başka bir söze dalıncaya kadar yanlarında oturmayın. Çünkü o zaman sizde onlar gibi olursunuz. Doğrusu Allah münafıkları da kafirleri de cehennemde bir araya toplayacaktır." (Nisa 140)
İbn-i Cerir et-Taberi (rahimehullah) şöyle der: "Allah'u Teala'nın ayetlerini inkar eden ve onlarla alay eden kimseler ile oturur ve onların bu küfür ve alay etmelerini dinlerseniz, onların Allah'ın ayetlerini alaya alarak isyan etmeleri gibi bir suç ile Allah'a isyan etmiş olursunuz."
İbn-i Kesir (rahimehullah) şöyle der: "Size ulaştıktan sonra nehyedileni işlediğinizde, Allah'ın ayetlerinin küfredilip alaya alındığı, noksan görüldüğü bir yerde onlarla birlikte oturmaya razı olduğunuzda ve bu konuda onlara ses çıkarmadığınızda; onların içinde bulunduğu duruma onlarla birlikte siz de ortak olmuşsunuz demektir. Bunun içindir ki Allah'u Teala, "Çünkü o zaman sizde onlar gibi olursunuz" buyurmaktadır."
9- Kişinin Allah ile Arasına Aracılar Koyması, Onlara Dua Etmesi, Onlardan Medet ve Yardım Beklemesi
Allah'u Teala şöyle buyuruyor:
"Bizi Allah'a daha çok yaklaştırsınlar diye onlara ibadet ediyoruz" derler. Doğrusu Allah ayrılığa düştüğü şeylerde aralarında hüküm verecektir. Allah şüphesiz yalancı ve kafir olan kimseyi doğru yola eriştirmez." (Zümer 3)
"Onlar Allah'tan başka kendilerine fayda da zarar da veremeyen şeylere taparlar ve: "Bunlar Allah katında şefaatçilerimizdir" derler. Ey Muhammed! De ki: "Göklerde ve yerde Allah'ın bilmediği bir şeyi mi O'na haber veriyorsunuz?" Allah onların ortak koşmalarından münezzeh ve yücedir." (Yunus 18)
İbn-i Kesir (rahimehullah) şöyle der: "Allah'u Teala putlara ibadet eden müşriklerin, "Biz bunlara ancak bizleri Allah'a yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz" dediklerini haber verir. Onlar kendi kanılarına göre melek şeklini verdikleri putlara yönelerek bu suretlere tapmaktadırlar. Bu suretlere tapınmalarını meleklere tapınma derecesinde tutmaktadırlar. Güya onlar Allah katında kendilerine yakın olan dünya işlerinde, rızıklarında ve muzaffer kılınmalarında Allah katında kendilerine şefaatçi olacaklardır. Bu akideleri onları bu putlara tapınmaya sevk etmektedir. Ahiret yurduna gelince; onlar zaten ahret gününü inkar etmekteydiler. Zeyd bin Eslem ve ibn-i Zeyd'den naklen Katade, Süddi ve Malik; "Biz bunlara ancak bizleri Allah'a yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz" ayetine dair şöyle demektedirler: "Onlar bize şefaat etsinler ve Allah katında derece bakımından bizi O'na yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz"
Beğavi şöyle der: "Katade der ki: "Onlara: Rabbiniz kim, sizi kim yarattı, yeri ve göğü kim yarattı? Diye sorulduğunda "Allah" diye cevap verirler. Yine onlara: O halde putlara ibadet etmenizin sebebi nedir, diye sorulduğunda "Bizi Allah'a yaklaştırmaları için" diye cevap verirler."
Bilinmelidir ki La ilahe illallahı bozan haller sadece bu saydıklarımızla sınırlı değildir. Ancak biz burada kısaca bu hallerin bu gün insanlar arasında yayılmış olanlarına dikkat çekmek istedik.
Yazımızın girişinde de belirttiğimiz gibi bu gün üzerinde yaşadığımız şu zamanda en büyük sapmalardan bir tanesi hiç şüphesiz tevhid kelimesi La ilahe illallah üzerinde olmuştur. Bu gün Allah'ın kitabını ve Resulullah'ın (s.a.v) sünnetini kendi hevalarınca tahrif etmeyi adet haline getirmiş bir takım kimseler Resulullah'tan (s.a.v) sahih olarak rivayet edilen bazı hadisleri dillerine dolayarak, La ilahe illallah tevhid kelimesini sadece dille ifade edilen kuru bir söz haline getirmişlerdir. Bu gün mürcienin günümüzde temsilciliğine soyunan bazı kimseler Resulullah'tan (s.a.v) "Kim La ilahe illallah derse cennete girer" şeklinde nakledilen sahih senetli rivayetler delil kabul edilerek La ilahe illallah diyen herkesin Müslüman olarak isimlendirileceğini iddia etmişlerdir. Bu kimselere göre bir kimsenin Müslüman olarak isimlendirilmesi sadece La ilahe illallah tevhid kelimesini ikrar etmesine bağlı olup, bir kişi La ilahe illallah dediği zaman ister içeriğinden tamamen habersiz olsun, isterse de La ilahe illallah kelimesini bozan fiillerde bulunsun, tevhid kelimesini ikrar ettiği için Müslüman olarak isimlendirilir. Allah'ın indirdiği hükümleri terk eden, kendi yanlarından kanun ve hüküm koyan tağutlar bu kimselere göre La ilahe illallah dedikleri için müslümandırlar. Allah'ın indirdiği kitaba değil de beşerin koyduğu yasalara itaat eden toplumlar La ilahe illallah dedikleri için Müslümandırlar. Yine bu kimselerce, La ilahe illallah dediği halde Allah'ın indirdiklerini terk eden beşeri anayasaların sahiplerini ve onlara itaat eden cahili halk kitlelerini müşrik ve kafir olarak isimlendiren davetçilerde harici ve tekfircidir. Muasır Mürcie'nin bu hususta en çok ileri sürdüğü delil Resulullah'ın (s.a.v) "Kim La ilahe illallah derse cennete girer" şeklindeki rivayet edilen hadisleridir.
Öncelikle belirtmekte fayda var ki; İslam'ın esasları ve ibadet şekilleri hakkında hüküm belirtmek, nihai bir söz söyleyebilmek için öncelikle Kur'an, sünnet ve bu iki kaynağın ışığı altında ehli ilmin, selef alimlerinin yorumları bir çerçeve de değerlendirilmelidir. Sadece tek bir hadis ile bir değerlendirme yapmak ve bir sonuca gitmek kesinlikle meşru değildir. Öncelikle konu hakkında gelen sahih rivayetlerin değişik yanıtları toplanmalı, genel olarak ele alınıp bir görüş belirtilmelidir. Üzerinde durduğumuz konu hakkında sadece Resulullah'tan (s.a.v) nakledilen "Kim La ilahe illallah derse cennete girer" şeklinde bir hadisi ele alıp fertleri ya da toplumları sadece mücerret bir şekilde anlamını bilmeden, gerekleri ile amel etmeden Müslüman olarak isimlendirmek asla mümkün değildir. Evet Resulullah (s.a.v) La ilahe illallah tevhid kelimesini ikrar eden kimseleri cennetle müjdelemiştir. Ama bu konu hakkında gelen diğer rivayetleri ve bu rivayetlere dair hadis alimlerinin ve fakihlerin görüşlerini bir kenara atarak "Sadece La ilahe illallah demesi kişinin Müslüman olarak isimlendirilmesi için yeterlidir" şeklinde bir vehimde bulunmak bizce büyük bir cehaletten başka bir şey değildir. Alimler La ilahe illallah kelimesi hakkında gelen rivayetleri yazımızın devamında da görüleceği üzere hep bir bütün olarak değerlendirmişlerdir. O halde bizler bir kimsenin Müslüman olarak isimlendirilebilmesi için bu kimsenin tevhid kelimesini söylerken hangi şartları da yerine getirmesi gerekli olduğunu izah ederken ehli ilmin bu değerlendirmelerini göz önünde tutmamız gerekmektedir. Bakınız imam Nevevi, "Kim La ilahe illallah derse…" şeklinde gelen rivayetler hakkında şu yorumu yapmaktadır.
"Said İbn-i Müseyyeb ve seleften bir grup -bu hadisler farzlar ve yasaklar nazil olmadan önce idi- demişlerdir. Bazıları bu hadislerin manası kapalıdır. Açıklamaya ve izah edilmeye muhtaçtırlar demişlerdir. Bazı alimler her kim şehadet getirirde onun hakkını ve farzlarını yerine getirirse demişlerdir. Hasan el-Basri ise bu hadisler pişman olarak tevbe eden bu halde ölen kimse hakkındadır demiştir." (İmam Nevevi, Sahihi Müslim Şerhi 2/167)
Ebu Amr İbn-i Salah, sadece La ilahe illallah demekle cennete girileceğini ifade eden hadisler hakkında şöyle demektedir.
"Bu hadislerin, zahiri manalarını tevil hususunda rivayetler ravilerden dolayı kusurlu ve eksik olabilir. Bununla beraber Resulullah (s.a.v) putperest kafirlere hitap ederken bir kısaltma yapmış olması da caizdir." (İmam Nevevi, Sahihi Müslim Şerhi 2/168)
Genel olarak bu hadisler hakkında bir çok tevil yapılmış ancak kesinlikle bugünün tahrifçileri gibi La ilahe illallah kelimesi sadece kuru bir söylem olarak telakki edilmemiştir.
Bu konuda Resulullah'tan (s.a.v) sahih olarak nakledilen hadislerden bir tanesi şu şekildedir:
"İnsanlarla Allah'tan başka ilah yoktur deyinceye kadar savaşmakla emrolundum. Şimdi kim Allah'tan başka ilah yoktur derse malını ve canını benden korumuş olur. Hakkıyla olması müstesna ve hesabı Allah'a kalmıştır." (Sahihi Müslim, 2/8 Hadis No:32)
Bu hadiste fertlerin ya da toplumların üzerlerinden kılıcın kaldırılması, mal ve can emniyetlerinin sağlanması bir başka ifadeyle Müslüman olarak isimlendirilmeleri La ilahe illallah kelimesini ikrar etmelerine, söylemelerine bağlanmıştır. Ancak burada Resulullah (s.a.v) Allah'tan başka ilah yoktur deyinceye kadar… sözünden kasıt La ilahe illallah'ın manasını öğrenip söyleyinceye kadar demektir. Hadiste geçen -deyinceye kadar…- kelimesinden kasıt, sadece telaffuz etmek değil, öğrenip söyleyinceye kadar demektir. Çünkü kavletmek (söylemek) bilerek söylemeyi gerektirir.
Bakınız bu hadis hakkında Müslim şarihlerinden kadı Iyaz şöyle demektedir:
"Mal ve can dokunulmazlığının La ilahe illallah diyenlere mahsus oluşu imana icabetin ifadesidir. Bu sözle kastedilenler Arap müşrikleri olan putperestler ve bir Allah'ı tanımayanlardır. İlk defa İslam'a davet olunanlar ve bu uğurda kendileri ile harp edilenler bunlardır. La ilahe illallah kelimesini telaffuz edenlere gelince onların dokunulmazlığı için yalnız La ilahe illallah demeleri kafi değildir. Çünkü onlar bu kelimeyi küfür halinde ike söylemektedirler. Zaten Allah'ı birlemek onların itikadları cümlesindendir." (İmam Nevevi, Sahihi Müslim Şerhi 2/156)
Yine Müslim şarihlerinden Hattabi bu hadis üzerine şöyle demiştir:

"Malumdur ki bununla ehli kitap değil putperestler kastedilmiştir. Çünkü ehli kitap olanlar Allah'tan başka ilah yoktur derler de yine de tepelerinden kılıç inmez." (İmam Nevevi, Sahihi Müslim Şerhi 2/156)

İmam Kurtubi Tevbe suresi'nini 5. Ayetinde geçen "…O haram aylar çıkınca müşrikleri bulursanız öldürün" ibaresini tefsir ederken bu hadisi zikrederek şöyle demektedir.
"Asıl kaide şudur: Öldürme eğer şirk sebebiyle söz konusu ise, şirkin son bulmasıyla öldürme fiilde ortadan kalkmaktadır. Tevbe suresinin 5. Ayeti kerimesi tevbe ettim diyen bir kimsenin fiilleri arasına tevbenin hakiki bir tevbe olduğunu ortaya koyan hususları da eklemedikçe bu sözü ile yetinilmeyeceğine delildir." (Kurtubi, el'Camiu Li'Ahkam, 8/135)
Yine Ebu Bekir İbn'ül Arabi Tevbe Suresi'nin 5. Ayeti ile yukarıda zikrettiğimiz hadisi kastederek "Bu şekilde Kur'an ile Sünnet birbirini desteklemektedir" demektedir.
Görüleceği üzere kişinin La ilahe illallah demesi ile birlikte şirke de tevbe etmesi gerekmektedir. Nitekim Tevbe suresinde ifade edilen "(O müşrikler) eğer tevbe ederlerse…" ayetini müfessirlerin hemen hemen tamamı şirkten tevbe ederlerse şeklinde yorumlamışlardır. O halde La ilahe illallah diyen bir kimsenin öncelikle üzerinde bulunduğu şirk fiillerini, şirk itikadını değiştirmesi, bundan beri olduğunu itiraf etmesi gerekmektedir. Nitekim Kadı Iyaz'dan yaptığımız alıntı açık bir şekilde göstermektedir ki; La ilahe illallah'ın ilk şartı ferdin üzerinde bulunduğu şirk itikadını reddetmesidir. Fertler ya da toplumlar La ilahe illallah kelimesini zikretmelerine rağmen küfür ve şirk içerisinde iseler bu kelimeyi defalarca söylemeleri onları Müslüman kılmayacaktır. Şayet bir kimse Allah'ın varlığına iman etmeme ve Allah'ı inkar etme gibi bir küfür inancına sahip ise öncelikle La ilahe illallah diyerek bu inancından beri olduğunu itiraf etmesi gerekmektedir. Başka bir kimse, Allah ile kendisi arasına vasıtalar, vesileler koymak suretiyle bu vasıtaların kendisine fayda ve yarar verebileceğine inanıyorsa bu inancının aksine belirten bir söz sarf etmedikçe La ilahe illallah demesi kendisine Müslüman ismini vermeyecektir. Yine aynı şekilde fertler ya da toplumlar günümüzde olduğu gibi Allah'ın yeryüzündeki hakimiyeti noktasında O'na şirk koşuyorlar, Allah'tan başka hakim ve otorite sahibi kabul ediyorlar, beşeri kaynaklı ideolojilere göre hayatlarını tanzim ediyorlarsa, bu şirk fiillerinden beri olmadıkça ya da beri olduklarını ikrar etmedikçe Müslüman olarak adlandırılmayacaklarıdır. Kısacası kişi La ilahe illallah kelimesini söylemeden önce ne tür bir şirk küfür inancında sahip ise, La ilahe illallah diyerek bu itikadını reddettiğini, sahip olduğu küfür ve şirk inancından beri olduğunu açık bir şekilde dile getirmesi gerekmektedir. Eğer bir kimse La ilahe illallah demesine rağmen rağmen üzerinde şirk ve küfür itikadını bulunduruyorsa, lafzi ve ameli olarak küfür ve şirk itikadına sahipse La ilahe illallah kelimesini günde binlerce kez ikrar etmesi, söylemesi hiçbir anlam ifade etmemektedir. Nitekim Kadı Iyaz'ın "La ilahe illallah kelimesini telaffuz edenlere gelince onların dokunulmazlığı için yalnız La ilahe illallah demeleri kafi değildir. Çünkü onlar bu kelimeyi küfür halinde iken söylemektedirler" sözü ve Hattabi'nin "Çünkü ehli kitap olanlar Allah'tan başka ilah yoktur derler de yine de tepelerinden kılıç inmez" sözü, bunu açıkça ortaya koymaktadır. Çünkü kitap ehli olan Yahudi ve Hıristiyanlar La ilahe illallah sözünü söylemelerine rağmen küfür ve şirk inancına sahip oldukları için Müslüman olarak isimlendirilmemişlerdir. Yine Hz.Ebu Bekir La ilahe illallah demelerine rağmen Beni Hanife kabilesi ile savaşmış canlarını ve mallarını helal saymıştır. Aynı şekilde Hz. Ali La ilahe illallah demelerine rağmen şirk ve küfürde aşırı giden bazı kimseleri yaktırmıştır. Bakınız kişinin Müslüman olabilmesi için bilinen şirk itikadını terk etmesine dair İmam Muhammed Hasan eş'Şeybani şöyle söylemektedir:
"Bir kimse İslam'dan önceki inancını reddeden bir şey söylerse ona zahiren Müslüman hükmü verilir. Kalbindeki gerçek inancı öğrenmemiz mümkün değildir. Bu yüzden dili ile ikrar ettiği şeye göre muamele ederiz. Bu kimsenin İslam'dan önceki inancına zıt bir şey ikrar etmesi eski inancını değiştirdiğini gösterir." (Şerhi Siyer'ül Kebir, 1/150)
Sonuç olarak diyoruz ki, Allah'ın kulları üzerindeki yegane hakkı, kulların Allah'ı tevhid etmeleri, La ilahe illallah diyerek her türlü ilahtan, yeryüzünde azgınlaşan tağutlardan, Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyen zalimlerden beri olması ve sadece Allah'a ibadet etmesi, O'na yönelmesi ve itaat etmesidir. Kim ki bu şekilde Allah'ı birlerse kendisi için ebedi bir cennet vardır. Ancak kim La ilahe illallah dediği halde Allah'a şirk koşarsa, tevhid kelimesini bozan hallerden bir hal ile Allah'a kavuşursa o kişi için ancak ebedi bir cehennem vardır. Rabbimizden bizleri cehennem azabından korumasını dileriz. Allahumme Amin…
Abdullah PALEVİ
anlami_zps1570a47b.jpg


risale1_zpsf0884a11.jpg
risale2_zps67406235.jpg
risale3_zps574dd46b.jpg
risale4_zps6d792cd2.jpg

mvhhid_zps84b025ef.jpg



dstklyntnm1310_zps685395f6.jpg

TÂĞUT VE TÂĞUTU DESTEKLEYENİN TANIMI
Şüphesiz ki hamd Allah'a aittir. O'ndan yardım diler ve O'na istiğfar ederiz. Nefislerimizin şerlerinden ve amellerimizin kötülüklerinden Allah'a sığınırız. Allahu Teala kime hidayet ederse onu saptıracak ve kimi de saptırırsa ona hidayet edecek yoktur. Allah'tan başka ilah olmadığına, tek olup ortağının bulunmadığına, Muhammed'in Sallallahu Aleyhi ve Sellem O'nun kulu ve Rasulü olduğuna şehadet ederim.


Kişi tâğutu inkar etmedikçe imanı sahih olmaz. Allahu Teala şöyle buyurmaktadır:
"Kim tâğutu inkar eder ve Allah'a iman ederse, şüphesiz en sağlam kulpa tutunmuş olur." (Bakara/256)
Bu âyet-i kerime, nefiy ve isbatı kapsayan "La İlahe İllallah" şehadetini açıklamaktadır. Nefiy; uluhiyyeti, Allahu Teala'dan başka ibadet edilen şeylerin tümünden kaldırmaktır. Kişi bunu; Allah'tan başkasına ibadetin batıllığına inanmakla, bu ibadeti terk etmekle, bundan nefret etmekle, bunu yapanları tekfir etmekle ve onlara düşmanlıkta bulunmakla gerçekleştirir. Tâğutu inkardan amaç da budur. İsbat ise; kulun tüm ibadet türlerini yalnızca Allahu Teala'ya yönelterek, uluhiyyeti sadece O'na has kılmasıdır. Âyette geçen Allah'a imandan amaç budur.
İbn-i Kesîr Rahimehullah "Kim tâğutu inkar eder ve Allah'a iman ederse, en sağ lam kulpa tutunmuştur; onun kopması yoktur" âyeti hakkında şöyle der: "Kim Allah'a denk tutulan şeyleri, putları ve şeytanın davet etmiş olduğu Allah'tan başkasına yapılan ibadeti bütünüyle terkederek Allah'ı birler, yalnızca O'na ibadet eder ve O'ndan başka ilah olmadığına şehadet ederse "En sağlam kulpa tutunmuştur" yani işinde sabitleşmiş, en ideal yola ve sıratu'l-mustakîme yönelmiştir." Yine İbn-i Kesir Rahimehullah Allahu Teâlâ'nın, "Sana indirilene ve senden önce indirilenlere iman ettiklerini söyleyenleri görmedin mi? Onlar tâğuttan hüküm almak istiyorlar; halbuki onu tanımamakla emrolundular.." (Nisa/60) ayeti hakkında da şöyle der: "Bu ayet-i kerime, Kitap ve Sünnet'ten yüzçeviren, bu ikisi dışında batıl şeylerin hükmünü isteyen herkesi kınamaktadır. Buradaki tâğuttan amaç da budur." (Tefsîru İbn-i Kesîr, 1/519)
İbnu'l-Kayyım Rahimehullah şöyle der: "Tâğut, kulun kendisiyle haddi aştığı, ibadet edilen, tâbi olunan ve itaat edilen herşeydir. Her toplumun tâğutu, Allah ve Rasulü'nü bırakarak kendisinden hüküm aldıkları, Allah'a değil de kendisine ibadet ettikleri, Allah tarafından herhangi bir delil olmaksızın tâbi oldukları, yahut Allah'a itaat olmadığını bildikleri bir hususta kendisine itaat ettikleri kimsedir. İşte yeryüzünün tâğutları bunlardır. Bunlara ve insanların bunlarla olan ilişkilerine bakıldığında, insanların çoğunun Allah'a ibadetten yüzçevirerek tâğuta ibadete, Allah ve Rasulü'nden hüküm istemekten yüzçevirerek tâğuttan hüküm istemeye, Allah'a ve Rasulü'ne uymaktan yüzçevirerek tâğuta uymaya yöneldikleri görülecektir." (İ'lâmu'l-Muvakkıîn, 1/50)
Şeyh Muhammed bin Abdilvehhab Rahimehullah ise şöyle der: "Tâğutun anlamı geneldir. Allah'tan başka kendisine ibadet edilen ve bundan razı olan her mabud, kendisine tâbi olunan ya da Allah ve Rasulü'ne değil de kendisine itaat edilen her varlık tâğuttur. Pek çok tâğut vardır; bunların önde gelenleri ise beş tanedir. Şöyle ki: Allah'tan başkasına ibadete çağıran şeytan. Allahu Teala şöyle buyurur:
"Ey ademoğulları, ben size and vermedim mi ki; şeytana ibadet etmeyin, gerçekten O sizin için apaçık bir düşmandır." (Yâsîn/60)
Allah'ın hükümlerini değiştiren zorba yönetici. Allahu Teala şöyle buyurur:
"Sana ve senden önce indirilenlere iman ettiklerini iddia edenleri görmedin mi? Onlar tâğuttan hüküm almak istemekteler. Halbuki onu tanımamakla emrolundular. Şeytan ise onları uzak bir sapıklığa sürüklemek ister." (Nisa/60)
Allah'ın indirdiklerinden başkası ile hükmeden. Allahu Teala şöyle buyurur:
"Allah'ın indirdikleri ile hükmetmeyenler; işte onlar kâfirlerin ta kendileridir." (Maide/44)
Allah dışında kendisinin de gaybı bildiğini iddia eden. Allahu Teala şöyle buyurur:
"O, gaybı bilendir. Gaybını kimseye açmaz." (En'âm/59)
"Ancak rasulleri içinden razı olduğu müstesna. Çünkü O, önüne ve arkasına gözetleyiciler dizer." (Cin/27)

Allah dışında kendisine ibadet edilen ve kendisi de bu ibadetten razı olan kimse. Allahu Teala şöyle buyurur:
"Onlardan her kim; 'Gerçekten ben O'nun dışında bir ilahım' diyecek olsa, bu durumda biz onu cehennemle cezalandırırız. Zalimleri işte böyle cezalandırırız." (el-Enbiya/29. Mecmuatu't-Tevhîd, 260)

Şeyh Muhammed Hâmid el-Fakî tâğutun tarifinde şöyle der: "Selefin Radıyallahu Anhum sözlerinden özetle tâğutu şöyle tanımlayabiliriz: "Kulu Allah'a ibadetten, dini ve itaati yalnızca Allah'a ve Rasulü'ne has kılmaktan çeviren ve alıkoyan her şeydir. Bu, cinlerden olan şeytan da olabilir, insanlardan olan şeytan da olabilir; ağaçlar, taşlar ve diğer başka şeyler de olabilir. Şüphesiz buna kanlar, mallar ve ırzlar hususunda insanların koymuş olduğu, İslam'a ve İslam Şeriatı'na uymayan kanunlarla hükmetme de dahildir. Bu yolla hadlerin ikamesi, faizin, zinanın, içkinin haram kılınması gibi Allah'ın Şeriatı'ndan olan şeyler geçersiz kılınmış olur ve insanların koymuş oldukları bu kanunlar, kendi yaptırım güçleri ve onları uygulayanların yetkisi ile yasallaşarak korunurlar. Dolayısıyla kanunların kendisi bizzat tâğuttur, bu kanunları koyanlar ve propagandasını yapanlar tâğutturlar, gerek kasıtlı gerekse kasıtsız olarak Rasulullah'ın getirmiş olduğu gerçeklere uymaktan insanları alıkoymak için insan aklının icad etmiş olduğu her türlü yazılı metin ve buna benzer şeylerin tamamı tâğuttur." (Fethu'l-Mecîd Şerhu Kitabi't-Tevhîd, 287)
Yukarıdakileri özetleyecek olursak, "Allah dışında ibadet edilen her şey tâğuttur" ve "Tâğut şeytandır." Bu ikisi dışındaki ifadeler ise bunları açıklayıcı mahiyettedir. Bu iki ifade, bir zahirî bir de hakikî anlam taşıyan bir tek asılda birleşirler. Zahirî anlam açısından tâğut; "Allah dışında ibadet edilen her şey"dir. Hakiki anlam açısından ise tâğut; "şeytan"dır. Bunlar bir tek asılda birleşirler dedik. Çünkü her türlü küfre çağıran şeytan olduğu gibi, Allah'tan başkasına ibadete çağıran da şeytandır. Allahu Teala şöyle buyurur:
"Bizim, şeytanları kâfirler üzerine gönderdiğimizi görmedin mi? Onları tahrik ederek kışkırtırlar." (Meryem/83)
Küfürde bulunan ve Allah'tan başkasına ibadet eden herkes b unu şeytanın aldatması ile yapar ve Allah'tan başkasına ibadet eden kimse gerçekte şeytana ibadet etmektedir. Allahu Teala şöyle buyurur:
"Ey ademoğulları, ben size and vermedim mi ki; şeytana ibadet etmeyin. Çünkü o,sizin için apaçık bir düşmandır." (Yâsîn/60)
Allahu Teâlâ İbrahim'den Aleyhisselâm naklen şöyle buyurur:
"Ey babacığım, şeytana ibadet etme." (Meryem/44)
Halbuki babası putlara ibadet ediyordu. Zira Allahu Teala bunu şöyle haber vermektedir:
"Hani İbrahim babası Âzer'e şöyle demişti: Putları kendine ilahlar mı ediniyorsun?" (En'âm/74)
En büyük tâğut şeytandır. Gerek taş, gerek ağaç, gerek insan olsun, puta tapan herkes aslında sadece şeytana ibadet etmektedir. Allah'ı bırakıp herhangi bir insana, kanuna veya anayasaya hüküm almak için başvuran herkes aslında şeytandan hüküm almaktadır. Tâğuttan hüküm almanın anlamı işte budur. Tâğutu zahirî açıdan ayrıntılı olarak açıklayan İbnu'l Kayyım'ın şu sözüdür: "Allah dışında ibadet edilen, tâbi olunan, itaat edilen yahut kendisinden hüküm alınan herkestir." Bu sözdeki ifadelerin hepsi ibadetin anlamına dönüktür. Tâbi olma (uyma), itaat ve hüküm alma, Allah'tan başkası için yapılmaması gereken ibadet çeşitleridir. Tâbi olma hakkında Allahu Teala şöyle buyurur:

"Rabbinizden size indirilene uyun, O'nun dışında veliler edinip de onlara uymayın." (A'raf/3)
İtaat konusunda ise şöyle buyurur:
"De ki: Allah'a ve Rasul'e itaat edin. Eğer yüz çevirirlerse muhakkak ki Allah kâfirleri sevmez." (Âl-i İmran/32)
Hüküm alma konusunda da şöyle buyurur:
"O, hiç kimseyi hükmünde ortak kılmaz." (Kehf/26)
Allahu Teâlâ'yı tâbi olmada, itaat etmede ve hüküm almada birlemek, O'nu ibadette birlemek demektir ki, bu ulûhiyyet tevhîdidir. Aynen namaz, dua ve kurbanda olduğu gibi. Bunların tümü ibadettir. Nitekim Allahu Teâlâ şöyle buyurmuştur: "Senden önce gönderdiğimiz her bir peygambere mutlaka şunu vahy ederdik: "Benden başka ilah yoktur, o halde yalnız Bana ibadet edin." ( Enbiya/25)
İbadet, Allah'ın sevdiği ve razı olduğu zahirî ve batınî amellerin tümünü kapsayan bir kavramdır. "Tâğut Allah dışında ibadet edilen her şeydir" tanımı, tâğutun anlamıyla ilgili en kapsamlı sözdür. Bunu açacak olursak; Kitap ve Sünnet'teki nasslar, ibadette ve hükümde olmak üzere iki tür tâğuttan bahsetmektedir. İbadette tâğut, şu âyette bahsedilendir: "Tâğuta ibadetten kaçınanlar.." (Zümer/17)
Tâğut ise, Allah dışında ibadet edilen şeytan, diri veya ölü insan yahut hayvan ya da ağaç, taş veya herhangi bir yıldız gibi cansız varlıklardır. Bunlara kurbanlar sunularak, dua edilerek, namaz kılınarak ibadet edilmiş olması ile, Allah'ın Şeriatı'na aykırı olan şeylerde onlara itaat etmek ve tâbi olmak suretiyle ibadet edilmiş olması arasında herhangi bir fark yoktur. "Allah dışında ibadet edilen her şey" ifadesi, "İbadet edilen bu varlığın kendisi bundan razı olduğu halde" ifadesi ile kayıtlanmıştır. Böylece İsa bin Meryem Aleyhisselam, diğer peygamberler, melekler ve salihler bunun dışında kalır. Zira bunlar kabullenmedikleri halde Allah dışında kendilerine ibadet edilen kimselerdir ve hiçbirisi tâğut olarak isimlendirilmemiştir. Allahu Teâlâ şöyle buyurur:
"O gün onların hepsini bir arada toplar sonra meleklere şöyle der: 'Size ibadet etmekte olanlar bunlar mıydı?' Derler ki: 'Seni tenzih ederiz, bizim velimiz onlar değ il sensin. Bilakis onlar cinlere ibadet etmekteydiler; onların çoğ u onlara iman etmişlerdi." (Sebe/40-41)
Yani onlara bunu melekler emretmemiş, farklı şeylerde şekillenen şeytanlara ibadet etmeleri için cinler emretmiştir. Örneğin putların şeytanları olduğu gibi, yıldızlara tapan ve onları gözetleyen bazı kimseler üzerine de şeytanlar iner; bunlara bir şekil görünür ve onlarla konuşur. İşte bu herhangi bir şeytandır. Bu nedenle Allahu Teâlâ şöyle buyurur:
"Ey Ademoğuları 'Şeytana tapmayın, O sizin için apaçık bir düşmandır' diye tavsiye etmedim mi? Bana kulluk edin işte dosdoğru olan yol budur. And olsun O sizden bir çok kuşağı saptırmıştı. Yine de aklınızı kullanmıyor musunuz?" (Yâsîn60-62)
"Beni bırakıp onu ve onun soyunu veliler mi edineceksiniz? Oysa onlar sizin düşmanlarınızdır." (el-Kehf/50. Mecmuu'l-Fetâvâ, 4/135-136)

Hükümde tâğut ise, "Tâğuttan hüküm almak istiyorlar" (Nisa/60) âyetinde bildirilmiştir. Allah'ı bırakıp kendisinden hüküm alınan beşeri anayasalar ve kanunlar hükümde tâğut kapsamına girdiği gibi, devlet başkanı, hâkim veya bunların dışında Allah'ın indirdiklerinden başka kanunlarla hükmeden herkes de tâğutun bu türüne dahildir.
Tâğuta iman, herhangi bir ibadet türünü onun için yapmakla veya ondan hüküm almakla olur. Tâğutu inkar ise, tâğuta kulluğu terk etmek ve bu kulluğun geçersizliğine inanmak, ondan hüküm almayı terk etmek ve onun hükmünün geçersizliğine inanmak ve tâğuta kulluk edenlere düşmanlık ederek onları tekfir etmekle olur.
Tâğutu inkar ve Allah'a iman, tüm peygamberlerin Aleyhimisselam getirmiş oldukları Tevhid' in ta kendisidir. Onların ilk çağırdıkları şey bu olmuştur. Allahu Teala şöyle buyurur:

"Biz her ümmete, 'Allah'a ibadet edin ve tâğuttan sakının' diye bir rasul gönderdik."(Nahl/36)

İnşaallah bizim burada sözünü edeceğimiz tâğut, hükümde tâğuttur ki bunlar, Allah dışında kendilerinden hüküm alınan beşeri anayasalar, kanunlar ve Allah'ın indirdiklerinden başkasıyla hükmeden kâfir yöneticilerdir. Bu tâğutların destekçileri ise sözle ve fiille onların uğruna savaşmaya varana dek onları savunup destekleyenlerdir. Sözlü olarak ya da fiilen onları destekleyen herkes tâğutların yardımcılarından sayılır. Çünkü savaş (kıtal) sözle veya fiille olur. İbn-i Teymiye aslî kâfirlerle savaş hakkındaki sözlerinde bunu belirterek şöyle der: "Savaşma iki çeşittir: El ile olan savaşma ve dil ile olan savaşma. Aynı şekilde ifsad da bazen el ile bazen dil ile olur. Dinlerin dil ile tahrifi el ile tahrifinden kat kat fazla olmuştur." (Es-Sârimu'l-Meslûl, 385)
Buna göre burada bizim sözünü ettiğimiz tâğutların yardımcıları şunlardır:
Sözlü Olarak Destekleyenler: Bunların başında kâfir yöneticilere meşruluk kılıfı giydiren ve onlardan kâfirlik suçlamasını bertaraf eden, onlara karşı çıkan mücahid Müslümanları küçümseyerek dinden çıkma ve sapıklıkla suçlayan, yöneticileri onlara karşı kışkırtan sapık alimler ve alim geçinenler gelmektedir. Ayrıca bizzat bu işi yürüten bazı yazar, gazeteci ve yayıncılar da buna dahildir.
Fiilen Destekleyenler: Bunların başında ise, kâfir yöneticilerin askerleri gelir. Bu noktada asker ile polis arasında ve bunların bizzat savaşanları ile destekleyenleri arasında herhangi bir fark yoktur. Bunlar, bu ülkelerin anayasaları gereğince birtakım görevleri yerine getirmek için oluşturulmuşlardır.
Bu görevlerden bazıları şunlardır: Devlete ait genel sistemi korumak; yani beşeri ve küfrî anayasa ve kanunların işlerliğinin devamını sağlamak, bunlara karşıt olan veya bunları değiştirmeye çalışan herkesi cezalandırmak. Yasal iktidarı koruma. Bu da bizzat kâfir yöneticiyi korumadan ibarettir. Zîra onlara göre anayasa gereğince bu yönetici meşru bir yöneticidir. Çünkü onun bu makama yerleşmesi beşeri anayasa ile açıklanan uygulamalar çerçevesinde gerçekleşmiştir. Kanun otoritesini sağlamlaştırmak. Bu da, anayasa ve kanunların gereğini uygulamakla olur. Beşerî tâğutî mahkemelerden çıkan hükümlerin uygulaması da bunun içerisine girer. Burada bahsettiklerimizin dışında sözlü ve fiili olarak tâğutları destekleyen herkes, onların yardımcıları arasına girer. Hatta bu destekçi bir diğer devletin yönetimi de olsa aynı hüküm, onun için de geçerlidir.
soumlzleri_zpsf50c8aa9.jpg

İbni Kayyım şöyle dedi:

"Tagut; kendisine ibadet edilme, bağlanılma ve itaat edilme konusunda haddini aşan kul demektir.

İnsanların tagutu; Allah-u Teâlâ ve rasulünün kanunlarıyla hükmetmeyen, Allah-u Teâlâ'dan başka kendisine muhakeme olunan, ibadet edilen ve Allah-u Teâlâ'nın emrine dayanmaksızın ve Allah-u Teâlâ'ya itaat etmeksizin zatı için tabi olunanlardır. İşte alemlerin tagutu bunlardır.

Bunları düşünür ve insanların durumuna bakarsan, insanların çoğunun Allah-u Teâlâ'ya değil, tagutlara ibadet ettiğini, Allah-u Teâlâ ve rasulünün hükümlerine değil tagutların hükümlerine muhakeme olduğunu, Allah-u Teâlâ ve rasulüne değil, taguta itaat edip tabi olduklarını görürsün." (A’lamu’l Muvakkiin c: 1 s: 50)

İbni Cerir Taberi şöyle dedi:

"Bana göre taguta verilecek en doğru mana; Allah-u Teâlâ'ya karşı haddini aşan ve Allah-u Teâlâ'dan başka kendisine zorla veya gönüllü itaat edip bağlanılarak ibadet edilendir. Kendisine ibadet edilen bu varlık bir insan olabileceği gibi şeytan, put veya herhangi bir şey de olabilir." (Taberi Tefsiri)


İmam Kurtubi şöyle dedi:

"Tagut; kahin, şeytan ve sapıklıkta öncü olan kimselerdir." (Kurtubi Tefsiri c: 3 s: 282)

Kurtubi bir başka yerde şöyle dedi:

"Tagutu reddedin", demek; "şeytan, kahin, put ve bunlar gibi Allah-u Teâlâ'dan başka ibadet edilen ve sapıklığa çağıran her şeyi terkedin" demektir." (Kurtubi tefsiri c: 9 s: 10)


İbni Teymiye şöyle dedi:

"Tagut Fa’lut kalıbında olup tugyandan türemiştir. Tugyan ise haddi aşmaktır. Bu ise zulüm ve haksızlıktır. Allah-u Teâlâ'dan başka kendisine ibadet edilen kişi, eğer buna razıysa tagut olmuştur.

(Tagutun tarifiyle ilgili burada sınır konulmasının sebebi Allah-u Teâlâ'dan başka kendilerine ibadet edilen nebi ve salih kişileri istisna etmek içindir. Zira onlar, hiç bir şekilde kendilerine ibadet edilmesine razı değildirler. Bu sebeble onlar tagut olarak isimlendirilmezler. Fakat bu kimselere ibadet eden kimseler reddedilir ve tekfir edilirler.)

Bu sebeble Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem, putları tagutlar olarak isimlendirmiştir. Sahih bir hadiste Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle dedi:

"Tagutlara ibadet edenler (ahiret gününde) tagutların peşine düşerler."

- Allah-u Teâlâ'ya isyan konusunda,

- Hidayet ve hak dinin dışında,

- Kitab ve sünnete muhalif olarak; kendisine itaat edilip, bağlanılan her yol taguttur.

Bu sebeble Allah-u Teâlâ'nın kitabı dışında hüküm veren ve kendisine muhakeme olunan kişiye tagut ismi verilmiştir. Firavun’a da işte bu sebeble tagut denilmiştir." (Fetvalar c: 28 s: 200)

Burada şunu ifade etmeden geçmeyeceğim:

İbni Kayyım’ın, zamanındaki yani 700 sene önceki insanların çoğu hakkındaki görüşü böyleyse, bizim zamanımızın insanlarını görseydi acaba onlar hakkındaki görüşü nasıl olurdu?


İmam Şankıtiy şöyle dedi:

"Özet olarak; Allah-u Teâlâ'dan başka ibadet edilen her şey taguttur ve bu konuda en büyük payı şeytan alır. Allah-u Teâlâ'nın şu ayette buyurduğu gibi:

"Ey Adem oğlu! Ben size, şeytana ibadet etmeyin diye bildirmedim mi?" (Yasin: 60) (Edva’ul Beyan c:1 s: 228)


İmam Abdurrahman el Batin şöyle dedi:

"Tagut; Allah-u Teâlâ'dan başka ibadet edilenlerin, sapıklıkta öncü olanların, batıla çağıran ve onu iyi gösterenlerin hepsidir.

Allah-u Teâlâ ve rasulüne zıd olan hükümlerle insanlar arasında hüküm verenler, kahin ve sihirbazlar, sapık ve yalan hikayeler uydurarak insanları mezarlara ibadet etmeye çağıran mezar bekçileri, hizmetçileri ve koruyucuları aynı şekilde birer taguttur.

Bu tagutların aslı ve en büyüğü ise şeytandır. Şeytan en büyük taguttur. Allah-u Teâlâ daha iyi bilir." (Ed-Durerus Seniye c: 2 s: 103)


Şeyh Muhammed Hamid el Fıkhi şöyle dedi:

"Selef alimlerinin tagut hakkındaki sözlerinden şu anlaşılır:

Tagut; Allah-u Teâlâ'ya ibadet etmeyi, dinde ihlaslı olmayı, Allah-u Teâlâ ve rasulüne itaat etmeyi engelleyerek başka yönlere sevk edendir. Bu, cin ve insanlardan şeytanlar olabileceği gibi, ağaç, taş ve başka şeyler de olabilir.

İslam şeriatine muhalif kanunlarla hükmetmek, insanın kan, mal ve ırzları konusunda hüküm vermek için konulan bütün kanunlar, Allah-u Teâlâ'nın şeriati olan hadleri kaldıran, faizin, zinanın ve içkinin haramlığını iptal eden bütün beşeri kanunlar tagut kavramına girerler. Zaten böyle kanunların her biri başlı başına birer taguttur.

Aynı şekilde yazan kişinin niyeti ne olursa olsun, ister bilerek yazsın isterse bilmeden yazsın, haktan ve Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’İn getirdiği şeriatten yüz çevirmek için yazılan her kitap da birer taguttur." (Fethül Mecid kitabında dipnot s: 282, Dar’el Kutubil İlmiyye)


Süleyman b. Sehman tagut hakkında şöyle dedi:

"Tagut;

- hüküm tagutu,

- ibadet tagutu ve

- itaat ve tabi olma tagutu olmak üzere üç türlüdür.." (Ed-Durerus Seniye c: 8 s: 272 mürtedin hükmü bölümü)

(Süleyman b. Mısli b. Sehman b. Hamdan b. Malik b. Amir El Hat’ami: Hat’am kabilesindendir. Essekka köyünde doğmuştur. Sekka Ebhe’ye bağlı bir köydür. Suudi Arabistan’ın güneyinde bulunan Asir vilayetine bağlıdır. Hicri 1266 yılında doğdu. Meşhur olan hocaları; Abdurrahman b. Hasen, Abdullatif b. Abdurrahman, Hamed b. Atik, Abdullah b. Abdullatif. Hicri 1331’de kör oldu ve 1349’da vefat etti.)


Yazılanların özeti olarak şöyle diyorum:

"Tagut; ibadetle ilgili en basit meselelerde bile olsa, Allah-u Teâlâ dışında rızası sebebiyle kendisine ibadet edilendir.

Sevgi, dostluk, düşmanlık, itaat, bağlanma, muhakeme olma, dua, korku, adak, namaz ve uluhiyyetle alakalı herhangi bir konuda kendisine ibadet edilen Allah-u Teâlâ dışındaki her varlık taguttur.

Allah-u Teâlâ'nın şeriatine muhalif olan bütün kanun ve şeriatlerin her biri birer taguttur.

Küfür, fesat ve sapıklıkta öncü olan herkes birer taguttur."
suc_zps54604022.jpg

TÂĞUTLARI DESTEKLEYENLER NASIL BİR SUÇ İŞLEMEKTEDİRLER
Şu bir gerçektir ki, hiçbir kâfir, zulmünde ve ifsâdında kendisine destek olacak, kendisini cezalandırmak isteyenlere engel olacak yardımcıları olmaksızın yeryüzünde bozgunculuk yapamaz ve herhangi bir insan topluluğuna zulmedemez. Kâfir, destekçileri ve yardımcıları olmaksızın ne ayakta kalabilir, ne de ifsâdına devam edebilir. Bu nedenle Allahu Teâlâ şöyle buyurmuştur:

"Zulmedenlere sakın meyletmeyin; yoksa size de ateş dokunur." (Hûd/113)

Alimler demişlerdir ki, âyette geçen meyletme (rükûn); azıcık meyletme anlamındadır. "Rivâyette şöyle geçer: "Kıyamet günü geldiğinde; 'Zulmedenler ve onların yardımcıları neredeler?' yahut 'Onların benzerleri neredeler?' denilir ve ateşten tabutlar içerisinde toplanırlar. Ardından da ateşe atılırlar." Seleften bazıları şöyle demişlerdir: "Zalimlerin yardımcıları, hokkalarına mürekkep doldurmak yahut kalemlerini yontmak kadar bir şey dahi olsa onlara yardım edenlerdir." Bazıları da şöyle demişlerdir: "Onların elbiselerini yıkayan dahi yardımcılarından sayılır."
Bir iyilik ve takvada yardımlaşanlar, bir de günah ve düşmanlıkta yardımlaşanlar vardır. Allahu Teala şöyle buyurur:

"Kim güzel bir şefaatte (yardımda) bulunursa, bundan kendisine de bir pay vardır. Kim de kötü bir şefaatte (yardımda) bulunursa, bundan kendisi için bir pay vardır." (Nisa/ 85)

"Güzel bir yardım" mü'minlere cihadda yardım, "kötü bir yardım" ise, mü'minler ile savaşta kâfirlere yardım olarak açıklanmıştır." (Mecmuu'l-Fetâvâ, 7/64) Bu tâğutları sözlü olarak destekleyerek insanları saptıran, onları hakla batılı ayıramaz hale getiren destekçilerle, onları fiilî olarak destekleyerek onları ve yasaları koruyan, cezalandırmak isteyenlere karşı onları savunarak, bu kimseler aleyhine onlara yardım eden kimseler arasında hiçbir fark yoktur. Bu nedenle Allahu Teâlâ'nın, kâfir yöneticilerin askerlerini "kazıklar" olarak isimlendirmesine şaşmamak gerekir. Çünkü bu askerler, onun egemenliğini ve hâkimiyetini sağlamlaştırmaktadırlar. Küfrün ayakta kalmasını sağlayanlar da onlardır. Bunun için Allahu Teâlâ âyetinde "Ve kazıklar sahibi Fir'avn'a" (Fecr 10) buyurmuştur.
Fesadın devamlılığını sağlayan gerçek sebep, tağutların destekçileri olan bu kimselerdir. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, "Ben, müşriklerin ortasında duran her Müslümandan beriyim" demişken, onların küfürlerine destek verenin, Müslümanlara eziyet etmede ve Müslümanlarla mücadelede onlara yardım edenin durumu acaba nasıl olur? Olaya doğru bir açıdan baktığımızda görmekteyiz ki; Müslümanların onları bulundukları yerden indirmek ve yerine Müslüman bir yönetici geçirmek için tâğut yöneticilere karşı vermiş oldukları savaş, aslında onların askerlerine ve diğer yardımcılarına karşı yapılan bir savaştır. İşte bu nedenle tâğutlara yardım edenlerin hükmünün bilinmesi Müslümanlar üzerine vaciptir.
oykllnmk_zpse9362baa.jpg

Seçimlerde Oy Kullanmak - Cahiliyye Düzenlerine Iştirak Etmek
https://www.islam-tr.org/konu/secim...hiliyye-duzenlerine-istirak-etmek-kitap.7213/



sapmalar_zps7e62b366.jpg

Tevhid ve Sapmalar


1. Konunun Önemi:

İnsan bu dünyaya imtihan için gönderilmiştir. İmtihanı kazananlar sonsuz bir mükafatla mükafatlandırılacaklar, kaybedenler ise sonsuz bir cezayla cezalandırılacaklar. Merhametli olan Allah insanlara akıl vermiş, onlara Kitap ve Peygamber göndermek suretiyle imtihanı nasıl kazanacaklarını göstermiştir. Kitabında insanları kendi yolundan sapmalara karşı uyarmış ve Tevhid'den Sapmaları bağışlamayacağını açık bir şekilde belirtmiştir. "Allah kendisine ortak koşma suçunu bağışlamaz. Bunun dışındaki suçları dilediğine bağışlar. Kim Allah'a ortak koşarsa gerçekten koyu bir sapıklığa düşmüş olur." (Nisa, 116) Bu yüzden müslümanlar Tevhid üzerinde titizlenmeliler, her türlü sapmalara karşı uyanık olmalılar ve bu sapmaları çok iyi tanımalılar ki, ayakları farkında olmadan kaymasın.

2. Tevhidin Öğrenileceği Kaynak

Ahiretteki hesabı insanlar değil Allah görecektir. Şayet insanlar Allah'a verecekleri hesaptan temiz çıkmak istiyorlarsa mutlaka Allah'ın Kitab'ına göre inançlarına çeki düzen vermelidirler. Aksi helakine sebep olacaktır insanların. Allah'a nasıl inanılır? Allah nasıl razı edilir ? Bu soruların geçerli cevabını yine Allah vermeli, açıklamalı. Zira bunları tesbit etmek insanlara bırakılmış olsa idi, Allah insanlara sürekli elçiler göndermezdi. Allah'a nasıl inanılacağı ve teslim olunacağı Kur'an'da belirtilmektedir. Öncelikle bunu öğrenmeli, bilmelidirler. Insanların haklarında iyi zan besledikleri büyükleri, alimleri, ataları, nice düşünce ve davranışlarıyla doğruluklarını göstermiş olsalar bile, yürüdükleri yol itibariyle kendilerini bağlamaz. Müslümanım diyenleri şüphesiz bağlayıcı tek şey vardır; o da Allah'ın Kitabıdır. Zaten Kur'an'ın korunması da , her yeni olayda muhtemel bir sapmayı önlemek içindir. Her konuda olduğu gibi insanların önce doğru düşünebilmesi-inanabilmesi, sonra da doğru düşüncelerini hayata geçirmeleri ancak bir disiplin ile mümkündür. Bu da işi ciddiye alarak her şeyi yerli yerinde kullanmak, yerli yerinde işlemekle gerçekleşir.

3. Sapma Nedir?

Sapma hidayetin karşıtıdır. Bu kelimeyi ifade için kullanılan dalalet sözcüğü lügatte 'doğru yoldan sapma' olarak belirtiliyor. Dalalet, Kur'an'da vahiyden habersiz yaşadığı için küfür isnadı yapılamayana "Allah, müminlere kendi özlerinden bir peygamber göndermekle onlara karşı lütufta bulundu. Bu peygamber onlara Allah'ın ayetlerini okuyor, onları arındırıyor, kendilerine kitabı ve hikmeti öğretiyor. Oysa onlar daha önce açık bir sapıklık içinde idiler. (Al-i imran /164)", "Şaşırmış bulup da yol göstermedi mi?" (Duha /7), bilmeyene "Ey müminler, birbirinize belirli bir süre sonra ödenmek üzere borç verdiğiniz zaman bunu yazın. İçinizden biri bunu dürüst bir şekilde yazsın. Yazan kimse onu Allah'ın kendisine öğrettiği gibi yazmayı ihmal etmesin. Bu hesabı yazıcıya borçlu taraf yazdırsın. Ama Rabbi olan Allah'tan korksun da bu hesabı yazdırırken hiçbir şeyi eksik bırakmasın. Eğer borçlu taraf aptal, zayıf ya da nasıl yazdıracağını bilmeyen biri ise yazdırma işlemini onun yerine dürüst bir şekilde velisi yapsın." (Bakara /282), şaşana "Yanındakiler, Hz. Yakub'a; "Vallahi, sen halâ o eski şaşkınlığının pençesindesin" dediler." (Yusuf /95), kaybolana "Kendileri aleyhinde nasıl yalan söylediklerini ve uydurma ilâhları tarafından nasıl yüzüstü bırakıldıklarını görüyor musun?" (En'am /24), boşa gidene "Dünya hayatında bütün emekleri boşa gittiği halde çok iyi işler yaptıklarını sananların kimler olduğunu size söyleyelim mi?" (Kehf /104), isyan edene "Allah'a güven, dost ve dayanak olarak Allah yeter." (Ahzab /3) ve küfredene/gerçeği inkar etmek suretiyle örtene "Yoksa vaktiyle Musa'yı sorguya tuttukları gibi siz de peygamberinizi sorguya tutmak mı istiyorsunuz? Müminliği kâfirlik ile değiştirenler hiç kuşkusuz doğru yoldan sapmış olurlar." (Bakara/108) kullanılır.

4. İnsan Niçin Sapar ?

Hidayete eren de sapan da insanın kendisidir. Kur'an'ı Kerim'e göre insanın sapma sebepleri şöyledir:
Aklı kullanmamak: Bir ayette Allah (c.c.) şöyle buyuruyor: "Rabbin isteseydi yeryüzündekilerin hepsi mutlaka inanırdı. O halde sen mi insanları inanmaları için zorlayacaksın. Allah'ın izni olmadan kimse inanmaz ve O pisliği akıllarını kullanmayanlara verir."(Yunus /99-100). Şu ayette de 'sapma sebebi' olarak aklı kullanmamak gösterilir: "(Şeytan) sizden bir çok nesli saptırdı. Aklınızı kullanmıyor musunuz?"(Yasin /62).
Bugünün insanları akletmeyi iyi müslüman olmanın gereği olmaktan çıkardıkları için sapmalar yaşanıyor.
Toplumda şeytanın 'akletmekten' dolayı saptığı hakkında yanlış bir inanç var. Gerçekte ise Iblis'in sapma sebebi akletmek değil, belki akletmemek ve kıyas yapmamaktır. Iblis, Allah'ın 'Ademe secde etmene engel olan nedir?' sorusunu şöyle cevaplandırır: 'Beni ateşten, onu çamurdan yarattın. Ben ondan iyiyim.'(Sad /76). Halbuki 'akıl' her varlığın kendi yaratılışında iyi olduğunu söyler. Ateşin çamurdan üstün olduğunu iddia ederek isyan etmek Hani meleklere "Adem'e secde ediniz " dedik. Hepsi secde etti, yalnız İblis emrimize karşı geldi ve "Ben çamurdan yarattığın bir canlıya hiç secde eder miyim " dedi. (İsra /61) akletmek değil, olsa olsa gurur ve kibre dayalı bir ırkçılıktır. Şeytanın sapmasında sebep 'akletmek' değil, istikbar(büyüklenme) Rabb'im Meleklere demişti ki; ben çamurdan bir insan yaratacağım. Onu biçimlendirip ona ruhumdan üflediğim zaman derhal ona secde edin. Meleklerin hepsi birden secde ettiler. Yalnız İblis secde etmedi, büyüklük tasladı ve kafirlerden oldu. Allah: `Ey İblis, iki elimle yarattığıma secde etmekten seni alıkoyan nedir? Böbürlendin mi, yoksa yücelerden mi oldun?" (Sad /71-75) ve istiğnadır. Yani tepeden bakmak ve kendini yeterli görmek.

2. Vahyi unutmak ve terketmek:

Furkan suresi 17. ve 18. ayetlerde şöyle buyuruluyor:
"Onları (müşrikleri) ve Allahtan başka taptıklarını bir araya getirip toplayacağı ve:'Şu kullarımı siz mi saptırdınız, yoksa kendileri mi yoldan saptılar' diyeceği gün; derler ki:'Sen yücesin; senin dışında başka veliler edinmemiz bize yakışmaz, ancak onları ve atalarını sen meta verip yararlandırdın, öyle ki (senin) zikrini(vahyini) unuttular ve böylece yıkıma uğrayan bir kavim oldular.'"

Başka bir ayette şöyle denmektedir:

"Ona ayetlerimiz okunduğunda, sanki onları işitmiyormuş ve kulaklarında bir ağırlık varmış gibi, büyüklük taslayarak sırtını çevirir. Artık sen ona acı bir azap ile müjde ver."(Lokman /7)

Kur'an'ın terkedilmesiyle ilgili ise şöyle buyuruluyor:

"Hesap günü, zulme sapan, ellerini ısırarak şöyle der:'Ah keşke, elçiyle birlikte bir yol edinmiş olsaydım. Vah yazıklar bana, ne olurdu da filanı dost edinmeseydim. Çünkü o, gerçekten bana geldikten sonra beni zikirden(Kur'an'dan) saptırmış oldu. Şeytan da insanı 'yapayalnız ve yardımsız' bırakandır. Ve elçi dedi ki:'Rabbim gerçekten benim kavmim, bu Kur'an'ı terketti.''(Furkan /27-30)

3. Hevaya uymak:

"Ey Davud, gerçek şu ki, biz seni yeryüzünde bir halife kıldık. Öyleyse insanlar arasında hak ile hükmet, istek ve tutkulara(hevaya) uyma; sonra seni Allah'ın yolundan saptırır. Şüphesiz Allah'ın yolundan sapanlar, hesap gününü unutmalarından dolayı onlar için şiddetli bir azap vardır."(Sad /26)

4. Zanna uymak:

"Yeryüzünde olanların çoğunluğuna uyacak olursan, seni Allah'ın yolundan saptırırlar. Onlar ancak zanna uyarlar ve onlar ancak 'zan ve tahminle yalan söylerler'"(En'am /116)

5. Kendini yeterli görmek (istiğna):

"Hayır, gerçekten insan kendini yeterli gördüğünden azar."(Alak /6-7)

6. Tepeden bakmak (istikbar):

"Hayır, benim ayetlerim sana gelmişti, fakat sen onları yalanladın, büyüklüğe kapıldın ve kafirlerden oldun."(Zumer /59)
"Ademe meleklerin hepsi topluca secde etti. Yalnız Iblis hariç. O büyüklük tasladı ve kafirlerden oldu."(Sad /73-74)
7. Haset:


"Kitap Ehlinden çoğu, kendilerine gerçek apaçık belli olduktan sonra, nefislerini kuşatan kıskançlıktan dolayı, imanınızdan sonra sizi inkara döndürmek arzusunu duydular."(Bakara /109)
8. Şımarmak-refah içinde olmak:
"Biz, yaşama biçimleriyle 'refah içinde çımarıp azmış' nice şehri yıkıma uğrattık. Işte meskenleri; çok az (bir zaman) dışında (onlarda) kendilerinden sonra oturulabilmiş değildir. (Onlara) Varis olanlar biziz."(Kasas /58)
"Gerçek şu ki, Karun, Musa'nın kavmindendi, ancak onlara karşı azgınlaştı. Biz, ona öyle hazineler vermiştik ki, onun anahtarları birlikte (taşımaya) davranan güçlü bir topluluğa ağır geliyordu. Hani kavmi ona demişti ki:'Şımararak sevinme, çünkü Allah, şımararak sevince kapılanları sevmez.'"(Kasas /76)
9. Beylere ve büyüklere körü körüne bağlanmak:
"Onların yüzlerinin ateşte evirilip çevrileceği gün, derler ki:'Eyvahlar bize, keşke Allah'a itaat etseydik ve elçiye itaat etseydik. Ve dediler ki: 'Rabbimiz, gerçekten biz, efendilerimize ve büyüklerimize itaat ettik, böylece onlar bizi yoldan saptırmış oldular. Rabbimiz onlara azabtan iki katını ver ve büyük bir lanet ile lanet et.'"(Ahzab /66)
10. Toplumsal Değer Yargılarının Yönlendiriciliği, Etkileme Gücü, Yaygın Kanaat veya Çoğunlukçu Düşünce:


Bir fikri takip edenlerin çokluğunun onun doğruluğuna delalet etmediği gibi azlığının da geçerliğini ortadan kaldırmadığı açıktır. Kur'an, çoğunluğa karşı olumsuz bir bakışa sahiptir. Çoğunluğu nadiren meşrulaştırıcı bir faktör olarak aldığı; zanna ve hevese uyanlar "Eğer sen yeryüzünde yaşayan insanların çoğuna uyacak olursan, bunlar seni Allah'ın yolundan saptırırlar. Onlar sadece zanların, sanıların peşinde giderler, sırf tahmin yürütürler. " (En'am /116), bilgi ve anlayıştan yoksun olanlar Sana kıyamet anı hakkında sorarlar, ne zaman gelip çatacak diye. De ki, onun bilgisi rabbimin tekelindedir. Vakti gelince, onu gerçekleştirip açığa çıkaracak olan O'dur. Göklerin ve yerin ağırlığını kaldıramayacağı bu olay başınıza ansızın gelecektir. Sanki sen bu konuyu sürekli kurcalıyormuşsun gibi, sana onu soruyorlar. De ki; onun bilgisi Allah'ın tekelindedir, fakat insanların çoğu bu gerçeği bilmezler. " (Araf /187) , Havariler O'na dediler ki, "İstiyoruz ki, o sofranın yemeklerinden yiyelim, kalplerimiz güven bulsun, bize doğru .söylediğini kesinlikle bilelim ve olayın tanıklarından olalım. (Maide/103), müşrikler "Onların çoğu, Allah'a ortak koşmaksızın O'na inanmazlar. " (Yusuf /106), nankörler Biz Nuh'tan sonra gelen nice milletleri yokettik. Kulların günahlarından haberdar olucu ve onları görücü merci olarak Rabbin yéterlidir. (İsra /17) , "Onun yerine atalarım İbrahim'in, İshak'ın ve Yakub'un dinlerine bağlandım. Allah'a herhangi bir şeyi ortak koşmak bize yakışmaz. Bu inanç Allah'ın, gerek bize ve gerekse tüm insanlara yönelik bir lütfudur. Fakat insanların çoğu Allah'a şükretmezler. "(Yusuf/38) ve birbirinin hakkına tecavüz edenler Davud: "And olsun ki, senin dişi koyununu kendi dişi koyunlarına katmak istemekle, sana büyük haksızlık etmiştir. Doğrusu ortakların çoğu birbirlerinin haklarına tecavüz ederler. İnanıp yararlı iyi iş yapanlar bunun dışındadır ki, sayıları ne kadar azdır. " demişti. Davud kendisini denediğimizi sanmıştı da, Rabb'inden mağfiret dileyerek eğilip secdeye kapanmış, tevbe etmiş, Allah'a yönelmişti. (Sad /24) olarak niteler.

"Yeryüzünde olanların çoğunluğuna uyacak olursan, seni Allah'ın yolundan saptırırlar. Onlar ancak zanna uyarlar ve onlar ancak 'zan ve tahminle yalan söylerler'"(En'am /116)

11. Mevcud Din ve Gidişatı Koruma (Atalar Dini):

Geleneğin dokularına örülen' her bilgiyi sağlam olarak görmek de sapma sebeplerindendir. Mevcudun korunmasında ısrar eden anlayış, "Allah'ın indirdiğine uyun" Onlara; "Allah'ın indirdiklerine uyun" denilince; "Hayır, biz atalarımızdan gördüklerimize uyarız" derler. - Peki, ya onların ataları hiçbir şeyi düşünemeyen, doğru yolu bulamamış kimseler idiyse de mi öyle yapacaklar? (Bakara /170), Onlara Allah'ın indirdiği Kur'an'a ve Peygambere uyunuz denildiğinde, "Atalarımızın miras bıraktığı düzen bize yeter" derler. Peki ya, ataları hiçbir şey bilmeyen, doğru yoldan uzak kimseler idiyse?(Maide /104) çağrısına karşılık, "atalar dininin izleyicileri" Onlara; "Allah'ın indirdiklerine uyun" denilince; "Hayır, biz atalarımızdan gördüklerimize uyarız" derler. - Peki, ya onların ataları hiçbir şeyi düşünemeyen, doğru yolu bulamamış kimseler idiyse de mi öyle yapacaklar? (Bakara /170), olduklarını öne sürmektedirler. Bu anlayışın geçmişteki temsilcileri "bunu bize Allah emretti" "Onlar bir kötülük işlediklerinde `Biz atalarımızdan böyle gördük, böyle yapmamızı emreden Allah'dır' derler. Onlara de ki; ,Allah kötülük işlemeyi emretmez. Allah adına bilmediğiniz bir şeyi mi söylüyorsunuz?" (Araf /28) diyerek Allah'a karşı, bilmedikleri şeyleri söylemekteydiler.

12. Ayrıca insana özgü olumsuzluklarda sapmalara sebebiyet verebilir:

Bunlardan bazıları şunlardır: İnsan cedelcidir Biz bu Kur'an'da insanlara her türlü örneği verdik. Fakat insan, tartışmaya son derece düşkün bir varlıktır (Kehf /54), cahildir "Biz emaneti, göklere, yere ve dağlara sunduk; onu yüklenmekten kaçındılar, sorumluluğundan korktular. Pek zalim ve cahil olan insan onu yüklendi." (Ahzab /72), acelecidir, bir şeyin doğruluğunu bilmeden hareket eder Ey inananlar! Size fasık (yoldan çıkmış) bir adam bir haber getirirse onun doğruluğunu araştırın. Yoksa bilmeyerek bir topluluğa karşı kötülük edersiniz de sonra yaptığınıza pişman olursunuz. (Hucurat /6). Bilgisi olmadığı şeyleri konuşur Diyelim ki, hakkında bilgi sahibi olduğunuz İsa konusu üzerinde tartıştınız. Peki hiç bilmediğiniz bir konu üzerinde ne diye tartışıyorsunuz? Allah bilir fakat siz bilmezsiniz. (Al-i imran /66), Bilmediğin şeyin ardına düşme. Çünkü kulak, göz, kalp var ya, bunların hepsi konusunda sorguya çekileceksiniz (İsra /36). Anlamadan bir şeyi yalanlar Hesaplaşma yerine geldiklerinde Allah, onlara der ki; "Ayetlerimi anlamadığınız halde yalanladınız, değil mi? Yoksa yaptığınız, başka neydi ki?" (Neml /84). Anlatılanı, doğru delile dayandırmama özelliklerine sahiptir.

5. Tevhid'den Belli Başlı Sapmalar:

Tevhidden sapmalardan kasıt insanı şirke bulayan her türlü sapmadır. İnsanlar eskiden olduğu gibi günümüzde de Allah'ı hak bir ölçüye göre değerlendiremediklerinden tevhidden sapıttılar. İnsanlar ellerinde hak bir ölçü olmadan, bir hüccete sahip bulunmadan Allah hakkında değerlendirmelerde bulunduklarından, birçok yanlış ve yalanın kurumlaşmasına sebep oldular.
Kur'an'da şöyle buyuruluyor:
"Sana ve senden öncekilere şöyle vahyedildi: Andolsun, eğer ortak koşarsan amelin boşa çıkar ve ziyana uğrayanlardan olursun. Hayır yalnız Allah'a kulluk et ve şükredenlerden ol. Allah'ı hak ölçüye göre değerlendiremediler. Halbuki kıyamet günü yer, tamamen onun avucu içindedir. Gökler de sağ elinde dürülmüştür. O onların ortak koştuklarından uzak ve yücedir." (Zumer /65-67)
Yalnızca Allah'a ait olan yetki ve sıfatların bazı insan ve kurumlara devredilmeye çalışılması müslümanların Allah inançlarında çok büyük yaralar açmıştır. Burada bunların en yaygın olanlarından bahsedilecek.

1. Hüküm Koymada

Hüküm ve buyrukta "tek ve mutlak söz sahibi" yerine "söz sahiplerinden" bahsedildiği anda tevhidin yerini şirk alır. Allah kendisine yaratıcılık sıfatında ortak kabul etmediği gibi hüküm koymada da ortak kabul etmiyor. Bir ayette şöyle buyuruluyor: "Dikkat edin, yaratmada emir de Allah'ındır." Göklerin ve yerin sahibi Allah olduğu için, bunlar üzerinde tasarruf(hükmetme) yetkisi de elbette Allah'ın olacaktır. Bundan daha aklî ve tabiî bir şey olmaz.

Tarihteki sapma:
Daha İslamın ilk yıllarından itibaren hüküm Allah'ın olmaktan çıkmış, insanlar kendi adlarına insanları yönetir olmuşlar, onlara kurallar koymuşlar, cezalar vermişler. Allah'ın nerede kullanılacağını belirttiği beytülmal çarçur edilmiş, sultanların zevkleri için harcanır olmuştur. Allah'ın hüküm sıfatının yürürlükte olması için verilen mücadeleler tarihte sanıldığı kadar çok değildir. Bu konuda vahy anlayışı çerçevesinde mücadelesini veren toplumların sayısı çok azdır...
Bugünkü sapma:
İnsanlar bügün Tevhidi açıklamaya çalışırken, genellikle Allah'ın var olması esası çerçevesinde döner dururlar. Elbetteki Allah'ın İlah, Rabb, Melik olduğundan ismen bahsederler. Ama muhtevada bireysel ve sosyal hükümlerin, ölçülerin(esasların) sahibinin yalnızca Allah olduğu (olması gerektiği) esası yer almaz. Böylece Hüküm Koyma ve Kaynağı konusu, Tevhidi esasların dışında düşünülmeye başlanır. Sosyal yapıdaki ilahi irade askıya alınmış olur. Tevhid'in bir yönünü de oluşturan, sosyal ve devlet yapısındaki mutlak otoritenin Allah'a ait olması esası, unutulur. Yani ticaret hukukundan ceza yasalarına, miras-aile hukukundan medeni hukuka kadar toplumsal hayatın her yönünü belirleyen yasaların Allah'ın koyduğu yasalar olması gerektiği esasını kabul etmezler.
Bugünkü demokratik vd. beşeri sistemlere baktığımızda, bunların İlahlığı(yani hükmetme yetkisini) sadece kendilerine ait kılan ve uygulamalarıyla da bunu insanlara kabul ettirmeye çalışan kurumlar olduğu görülür. Kendi dünya görüşlerini gereğince bilmeyen ve sahiplenemiyen müslümanlar bu sistemlerin estirdiği ideolojik rüzgarların etkisi altında kalarak tevhidden sapabilmişlerdir. Böyle kişiler Allah'ın hükümlerine şartsız itaat anlamına gelen İslam'ın siyasi boyutunu ihlal edip, itaatlerini sadece kişisel bazı ibadetlerle gerçekleştirirler. Kanun koymada beşer iradesini mutlak irade olarak kabul eden demokrasi, müslümanın Kur'an'a dayanması gereken tevhid akidesini kirletiyor ve şirke buluyor. Kur'an ilk ayetinden son ayetine kadar insanları hevalarına uymaktan sakındıran bir kitaptır. Hevaya uymanın bir diğer adı da demokrasidir. Hüküm ve söz sahibini Tek ve Bir olmaktan çıkarmak şirk adını alıyor. Kur'an'da şöyle buyuruluyor:
"De ki: .. Göklerin ve yerin gaybı O'nundur. O, ne güzel görmekte ve ne güzel işitmektedir. O'nun dışında onların velisi yoktur. Kendi hükmünde hiç kimseyi ortak kılmaz."(Kehf /26)
2. Allah ile kendi arasına aracı koyma


Allah ile kendi arasında aracı koymak şeklinde gerçekleşen şirk, masum gözüken, ama tevhidin temel amacını, Allah'tan başkasına kulluğu engelleme amacını içten içe yok etmeye yönelik bir özelliğe sahiptir.
İnsanlar aracıları benımseyerek Allah'ın yanına ortaklar koyarken, Allah'a güçsüzlük, yetersizlik isnat etmediklerini söylerler. Bunlara yer vermelerini Kur'an'da da geçen şu gerekçeyle açıklarlar: "Allah'dan başka veliler edinenler şöyle derler:'Bizim bunlara ibadet ve kulluk etmemiz, bunlar bizi Allah'a yaklaştırsınlar diyedir."(Zumer /3)
Arap müşrikleri de Yaratıcı olarak bir tek Allah'a inanıyorlardı. Ancak tıpkı bugünde aynısının yapıldığı gibi Allah'a daha çok yaklaşmak niyetiyle o Lat, Menat adlı evliyalara sığınıyorlarda. İslam Tarihçileri Lat, Menat, Uzza gibi putların, zamanında yaşamış salih insanlar adına dikilmiş birer put olduğunu yazarlar. Günümüzde değişen bir tek şey var. Lat, Menat yerine Gavsı Azam, Hacı Bektaş, Mevlana Celaleddin, Kutb-i Irşad, Mürşid-i Kamil vb. isimlerinin gelmesi. Şirkte Allah'ın yanına ortak olarak konan kişinin seçkin, salih, evliya veya peygamber olması şirkin doğuşunu ne engeller ne de geciktirir. Kullanılan ortağın Firavun olması ile Musa olması arasında fark yoktur. Insanların kendilerini yanılttıkları noktalardan biri de budur.
Tevhid dininde ise kul ile Allah arasına hiç kimse giremez. Yani aracı yoktur. Aracı şirk dininin özelliğidir. Allah bize o kadar yakındır ki, şah damarımızdan daha yakın olduğunu kitabında söylüyor ve bize hiç aracısız ibadet etmemizi, sadece kendisinden yardım istememizi emrediyor. Bunu bütün namazlarımızda, Fatihalarımızda söylüyoruz. Fakat bunlardan tamamen gafil bazı kimseler, bu aracılık müessesini asırlardır yaşatmakta devam ediyorlar.
İnsanların yakınında onlara yardım edecek güçlü biri var; onlar ise ondan yardım istemeyip ta uzaklarda ve kendilerine hiç bir yardımı olamayacak birini arayıp bulmaya çalışıyorlar. Bu şu demektir; ya onlar yanlarındaki varlığın gücüne inanmıyorlar veya aracıları O'nun kadar üstün görüyorlar!
Bütün bunlar insanların Allah'ı gereği gibi tanımamalarından, Allah anlayışlarındaki çarpıklıklardan ileri geliyor. Allah kapalı kapılar ardında bir vali değil ki, önce sekreterden, sonra yardımcısından O'na varalım. O bize bizden daha yakındır. Kur'an'ın tanıttığı Allah hiç kimseye muhtaç değildir. Affedeceği ya da cezalandıracağı kimseyi hiç kimseye sormadan, danışmadan halledebilir. Aracılık düşüncesindeki anlayışta ise Allah sanki tek başına karar veremiyor. Bütün işler özellikle sonsuz kurtuluş asla tek imza ile olmuyor. Aracılarında birinin veya birkaçının daha imzası gerekiyor. Tevhid dininde ise hüküm ve tasarrufların tümü, bu arada cennet belgesi, bir tek imza taşır. Bu, Allah'ın imzasıdır. Allah'tan başka 'yetkililerin' de imzasına ihtiyaç duyulan din, adı ne olursa olsun, tevhid olamaz. Çünkü tevhid hiçbir alanda ikilik kabul etmez.
Konuyla ilgili ayetlerden bir kısmında şöyle buyuruluyor:
Allah, kuluna yeterli değil mi ? Seni O'ndan başkalarıyla korkutuyorlar. Allah kimi saptırırsa, artık onun için bir yol gösterici yoktur. Allah kimi de hidayete eriştirirse, onun için bir saptırıcı da yoktur. Allah, intikam sahibi, güçlü ve üstün olan değil midir?
Andolsun, onlara:' Gökleri ve yeri kim yarattı?' diye soracak olsan, elbette 'Allah' diyecekler.
De ki:' Gördünüz mü haber verin; Allah'tan başka tapmakta olduklarınız, eğer Allah bana bir zarar dileyecek olsa, O'nun zararını kaldırabilir mi? Ya da bana bir rahmet vermeyi istese, O'nun rahmetini tutup-önleyebilecekler mi?' De ki:' Allah bana yeter, tevekkül edecek olanlar, O'na tevekkül etsinler.' (Zümer; 36-38)
Allah ile birlikte başka bir (batıl) ilahı çağırma. O takdirde azap görenlerden olursun. (Şuara-213)
Ancak sana ibadet eder ve yalnızca senden yardım dileriz. (Fatiha-5)
Allah'ı bırakıpta kıyamet gününe kadar cevap veremeyecek olan, kendisine yapılan dualardan habersiz kalan şeylere ibadet(dua ederek ibadet eden) edenlerden daha sapık kim olabilir. (Ahkaf-5)
Kim Allah'tan başka bir şeye çağırıp (ondan medet beklediği halde) ölürse, ateşe girer. (Sahih-i Buhari)
Birşey istediğinde Allah'tan iste. Yardım istediğinde yine Allah'tan iste. (Tirmizi rivayet ediyor ve sahihtir diyor)
Islahatçı bir İslam alimi olan İmam Birgivi aracılığı savunan insanlara şöyle cevap veriyor:
"Allah ile kendi arasında bir aracı/vasıta ve şefaatçiyi kabule eden kimse, ya zanneder ki, Allah, kulunun istediğini bilmiyor.. Yahut kendi uzaklarda olduğundan işitmiyor da böyle bir vasıtaya muhtaç oluyor.. Bir hükümdarın, kabul etmek istemediği dileği vezir ve memurlarının tesiriyle kabul ettiği gibi Dünya büyüklerinin idarelerinde vasıtaya mecbur oldukları gibi. Böyle bozuk ve yanlış zanlara kapılan adam bilmiyor ki, padişah bu aracılara ve müşavirlere muhtaçtır."
2.1 Kur'an'a göre Peygamberin aracılığı/elçiliği:
Kur'an, Yaratıcı ile yaratılan arasında aracı/elçi olan seçkin kişilerin nebi(çoğulu, enbiya) resul(çoğulu rüsül) diye anmaktadır. Bunların ilki haberci, ikincisi de mesaj getiren elçi anlamındadır. Müslümanlar Hz. Muhammed'i bu anlayışa bağlı olarak Resulullah (Allah'ın Elçisi) Nebiyullah (Allah'ın habercisi) ve yine Kur'an'ın bir ifadesine dayanarak Hatemülenbiya (Nebilerin sonuncusu) diye anarlar.
Bu aracılık meselesinde Kur'an'ın sergilediği tavır, kendine has bir tavırdır. Kur'an'a göre, Peygamberin aracılığı, insanların Allah'a gidiş konusunda kaderlerine hükmetmek değildir. Kur'an'ın tabiriyle, bu aracılık sadece bir tebliğ(mesajı açıklama) keyfiyetinden ibarettir. Peygamber bunun ötesinde ne bir yükümlülük, ne de bir hak taşımaktadır. Başka bir deyimle, Peygamber(Farsçadan dilimize geçmiş olan bu tabir de haber getiren anlamındadır.) yola ışık tutar; fakat yolu yürüyecek olan bizleriz. Peygamber, bizi sırtına alıp götüremeyeceği gibi, yürüdüğümüz yoldan geri dönmemize de sebep olamaz. Biraz daha açık söylersek, Kur'an, vaftiz ve aforoz kavram ve kurumlarını reddeder. İnsanoğlunun kaderi başkalarının denetimine verilmemiştir.
Tevhidden sapmalar bu konularla sınırlı değil. Salih ve alim insanlara hürmette, saygı ve sevgide aşırı gitmek onlara kutsallık izafe etmek, dokunulmaz kabul etme, sözlerini körü körüne tasdik ederek yanılgı payı bırakmamak suretiyle yalnız Allah'a has olan yanılmazlık sıfatına ortak kabul etme, şifa maksadıyla iplik halka takmak, türbelere çaput bağlamak, Allah'tan başka kimselerin de gaybı bileceğine inanmak, müridlerin rızıklarına şeyhlerinin kefil olduğuna inanmak, velilerin kainatta tasarrufta bulunma ve dualara icabet etme yetkisiyle donatıldığını kabul etmek, onlara adak adamak ve kurban kesmek.
Asrı Saadetteki müslümanların bu konularda ne kadar hassas olduğunu göstermek için bazı örnekler vermek istiyorum. Hurafeye asla yer vermeyen Hz. Ömer, altında Rasulullaha (a.s) biat edilen ağacı, halkın bölük bölük ziyarete gittiklerini duyunca kökünden kestirmişti. Çünkü bu ağaçta bir kutsiyetin varlığına inanarak ziyaret ediyorlardı. Hz. Ömer, ağacı hemen kestirmekte tereddüt etmemiştir.
Ebu Bekril Hallaf diyor ki: "Kolunda, sıtmadan kurtarır inancıyla bir şey bağlı olan adamı Ebu Hüzeyfe görünce: Eğer bu bağ kolunda iken ölürsen, cenaze namazını kılmaktan vazgeçerim, dedi." Ebu Bekri Tarsusi şöyle diyor: "Bakınız ey Allah'ın rahmetine nail olan müminler! İnsanların iyilik, kötülük, şifa, medet umdukları taşları, ağaçları görürseniz kırınız."

6. Sonuç:
Tüm bu ve benzeri sapmalardan kurtulmanın yolu ise inanç esaslarını yalnızca Kur'an'a dayandırmaktır. Peygamberimiz(a.s.) de inancını yalnızca Kur'an'dan almıştır.
İslam'ın temel esaslarını oluşturan inanç konularındaki Kur'an ayetleri şüpheye ve bulanıklığa yol açmayacak derecede açıktır. Yeter ki, insanlar sağlıklı bir yaklaşım ve metotla Kur'an'a yaklaşsınlar ve sadece O'na teslim olsunlar. Akidelerini Allah'ın koruma teminatı altında olmayan sözlerle kapalı, şuna göre, buna göre değişir hale getirmesinler.

yntcler_zps776a5838.jpg

YÖNETİCİLER VE MECLİS ÜYELERİ:
Bugün varolan yöneticiler Allah’ın kanunlarına muhalif kanun yaptıklarından ve varolan küfür anayasasıyla insanlara hükmettiklerinden dolayı ayetin nassıyla Tağutturlar. Ve bu yöneticileri inkâr edip onlardan ve onların kanunlarından uzak durmayanlar Tağutu inkâr etmemişlerdir. Bunlar namaz da kılsalar, oruç da tutsalar, iman ettiklerini zannetseler de, Allah’ın yanında bu imanları zandan ibaret kalan, hakikatten bir şey yansıtmayan, sahibinin kendini avuttuğu bir imandır. Çünkü kanun yapma ve yönetme yetkisi Allah (cc)’a aittir. O, İlahlığı ve Rabliği gereği insanlara hükmeder, kanunlar yapar. Bu Kur’anı Kerim’de o kadar açıktır ki bunu anlamayanlar bir islam âliminin belirttiği gibi, Allah’ın kendilerini vahyin nuruna karşı kör et-tiği insanlardır.
“Yoksa onların, Allah’ın izin vermediği konularda onlara kanunlar yapan ortakları mı vardır?” (Şura 21)
“O, kendi hükümranlığına kimseyi ortak etmez.” (Kehf 26)
“Hüküm sadece Allah’a aittir. O, size, kendisinden başkasına ibadet etmemenizi emretmiştir. İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.”(Yusuf 40)
“(Yahudiler) Allah’ı bırakıp bilginlerini (hahamlarını); (hıristiyanlar) da rahiplerini ve Meryem oğlu Mesih’i (İsa’yı) rabler edindiler.” (Tevbe 31)

Bu ayetin tefsirinde daha önce geçtiği gibi Resulullah (sav) şöyle buyurmuşlardı; “Onlar, yani din adamları, Allah’ın helallerini haram, haramlarını helal kıldılar yani kanunlarını değiştirdiler, siz de buna uydunuz. İşte bu sizin onlara ibadetinizdir.” Evet, Allah (cc)’ın kanunlarını değiştiren insanları inkâr etmeyip, onlara uyan insanlar veya onlara oy vererek bu fiillerini meşrulaştıranlar, bu kanun yapanları Allah’ın dışında Rabler edinmişlerdir. Eğer derseniz ama bunlar namaz kılıp, oruç tutan kelime-i tevhidi nutkeden insanlardır diye biz de deriz ki; konu başındaki ayette geçtiği gibi “Nisa 60” bunlar iman etmiş insanlar değil, iman ettiklerini zanneden insanlardır. Allah (cc) bunlara böyle hüküm koymuştur. Allah (cc)’ın konu hakkında hükmü budur. Bu insanların iman etmediğini beyan etmiştir. Allah’ın hükmüne razı olmayan veya aşırı bulanlar(!) cahiliyyenin hükmünü mü istiyorlar?
“Yoksa onlar cahiliyyenin hükmünü mü istiyorlar? İyi anlayan bir topluma göre, hükmü Allah’tan daha güzel kim vardır?” (Maide 50)
asd_zps78e1a92f.png

 
M Çevrimdışı

morueqq

لا إله إلا الله
İslam-TR Üyesi
>> GÜNCEL << SİZDE BEĞENDİĞİNİZ KİTAP VE DÖKÜMANLARI EKLEYEBİLİRSİNİZ BÖYLECE KAYNAK OLUŞMUŞ OLUR
 
M Çevrimdışı

morueqq

لا إله إلا الله
İslam-TR Üyesi
buradan güncellemeye devam edeceğim inşaAllah kitap,resim,video önerisi olan varsa ekleyebilirim
 
hamza01 Çevrimdışı

hamza01

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
taguta örnekler

Tağutu daha iyi anlayabilmek için şöyle örnekler verebiliriz:


1 - Allah-u Teâlâ hırsızlık hakkında şöyle buyuruyor:

"Hırsızlık yapan erkek ve kadının Allah’ tan bir ceza olmak üzere yaptıklarına karşılık olarak ellerini kesin." (Maide: 38)

Allah-u Teâlâ bu ayette hırsızlık yapanın elinin kesilmesi için emir veriyor. Bir kişi çıkar da:

"Hırsızlık yapan kişinin elinin kesilmesi doğru değildir. Hapse atılması gerekir." Veya

"boynunun kesilmesi lazım." derse bu kişi açık bir şekilde:

"Ben Allah’ın koyduğu kanunları kabul etmiyorum, beğenmiyorum" demese bile Allah’ın kanunlarından başka kanunlar çıkardığı için sadece ve sadece Allah-u Teâlâ'ya ait olan hüküm koyma yetkisini kendisine vermiş, ilahlık taslamış ve böylece tağut olmuş olur.

Her kim buna itaat ederse, desteklerse veya tekfir etmezse veya buna itaat edip destekleyenleri tekfir etmezse kafir olur.

Bu kişi müslüman olduğunu söylese, namaz kılsa, oruç tutsa, hacca gitse yine de kafirdir. Çünkü bu kişi Allah katında imanın geçerli olması için gerekli olan tağutu inkar şartını yerine getirmemiştir.



2 - Allah-u Teâlâ faiz hakkında:

"Allah alış-verişi helal faizi haram kıldı." (Bakara: 275) buyurarak faizi kesin olarak haram (yasak) kıldığını bildiriyor.

Bir kişi çıkar da Allah’ın yasakladığı faizi serbest bırakırsa, faizle çalışan bankaların açılması için kanun koyarsa bu kişi açık bir şekilde:

"faiz helal" demese bile Allah’ın haram kıldığı faizi helalleştirmiş olur. Bu kişi kendisinde bu yetkiyi gördüğü için:

"Ben ilahım" demese bile ilahlık taslamış ve tağut olmuş olur.

Kim buna itaat ederse, desteklerse veya tekfir etmezse veya buna itaat edip destekleyenleri reddetmeyip tekfir etmezse veya onları tekfir etmeyenleri tekfir etmezse kafir olur.

Bu kişinin kafir oluşunun nedeni tağutu inkar etmemesinden dolayıdır.



3 - Allah-u Teâlâ başörtüsü hakkında:

"(Ey Muhammed!) Mü’min kadınlara söyle! Başörtülerini omuzlarına ve göğüslerinin üzerine indirsinler." (Nur: 31) buyurarak mü’min kadınların örtünmeleri için emir veriyor.

Bir kişi çıkar da:

"Bu şekilde giyinmek şart değildir, isteyen istediği gibi giyinebilir" diye bir kanun koyarsa bu kişi Allah’ın koyduğu ölçüler dışında bir ölçü koyduğu ve yalnızca Allah-u Teâlâ'ya aid olan bir sıfatı, yetkiyi kendisine verdiği için ilahlık taslamıştır. Bu kişi açık bir şekilde "ben ilahım" demese bile, namaz kılsa, oruç tutsa, hacca gitse yine de tağut olmuş olur.

Kim buna itaat ederse, desteklerse veya tekfir etmezse veya buna itaat edip destekleyenleri reddetmeyip tekfir etmezse veya onları tekfir etmeyenleri tekfir etmezse kafir olur.

Bu gibi kişiler müslüman olduğunu söyleseler, namaz kılsalar, oruç tutsalar, hacca gitseler bile yine de kafirdirler. Çünkü bunlar; Allah katında imanın geçerli olması için gerekli olan tağutu inkar şartını yerine getirmemişlerdir.



4 - Allah-u Teâlâ gayb hakkında şöyle buyuruyor:

"Gaybın anahtarları O’nun katındadır. O’ndan başkası onu bilemez. Karada ve denizde olanı yalnız O bilir." (En'am: 59)

Yine bu konuyla ilgili bir başka ayette Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:

"Görülmeyeni bilen Allah görülmeyeni kimseye muttali kılmaz (göstermez). Ancak elçileri (nebi ve rasulleri) içinde razı olduğu, seçtiği kimseler müstesna. Çünkü O, bunların önüne ve arkasına izleyiciler (gözetleyiciler) dizer." (Cin: 26-27)

Allah-u Teâlâ bu ayetlerde gaybı ve gayb ile ilgili tüm gerçekleri sadece kendisinin bildiğine ve bu konuda hiç kimsenin söz sahibi olamayacağına işaret ediyor. Ancak bazı gaybi bilgileri de seçmiş olduğu rasullerine sürekli olmamak suretiyle vahiyle bildirmiştir. Ve onlara inen vahyi de şeytanın etkisinden korumuştur. Yani rasullere gelen vahiy ve onlara bildirilen birtakım gaybi olayların gerçekliği muhakkaktır. Çünkü o, bizzat Allah tarafından bildirilmedir.

Öyleyse günümüzde her kim kalkıp da gaybi bir takım gerçekleri örneğin; kalplerden geçeni bilebildiğini veyahut ileride olacak birtakım olayları bilebileceğini öne sürerse işte bu kimse (kendisine vahiy geldiğini iddia etmiş olacağından) her ne kadar:

"Ben ilahım" demese de Allah-u Teâlâ'ya ait olan bir sıfatı kendisinde gördüğü için ilahlık taslamış ve dolayısıyla tağut olmuş olur. Çünkü bu kişi Kur’an`ın vahyin kesildiğine dair haberini yalanlamakla kalmamış, aynı zamanda da Allah-u Teâlâ'ya ait olan gaybı bilme yetkisini kendisinde görmekle Allah-u Teâlâ'ya asi olmuş ve böylece kendisini ilah konumuna getirmek suretiyle tağutlaşmıştır. İşte bu kişiler her ne kadar müslüman olduklarını söyleseler, namaz kılsalar, oruç tutsalar, hacca gitseler, zekat verseler de Allah-u Teâlâ'ya karşı iftira atmak suretiyle tağutlaşmış ve dolayısıyla kafir olmuşlardır.

Kim bunlara itaat ederse, desteklerse veya tekfir etmezse veya bunlara itaat edip destekleyenleri reddetmeyip tekfir etmezse veya onları tekfir etmeyenleri tekfir etmezse o da kafir olmuş olur.

Bu şekilde inanmayıp amel etmeyen kişi de müslüman olduğunu söylese, namaz kılsa, oruç tutsa, hacca gitse yine de kafirdir. Çünkü bu kişi Allah katında imanın geçerli olması için gerekli olan tağutu inkar şartını yerine getirmemiştir.



Yukarıdaki örneklerde bir mü’minin Allah’ın koyduğu ölçüleri değiştiremeyeceğini ve bu ölçüleri değiştirenlere de mü’min diyemeyeceğini net bir şekilde gördük.

Allah-u Teâlâ mü’mini bir başka ayette şöyle tarif ediyor:

"Hayır! Rabbine andolsun ki aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem tayin etmedikçe ve sonra haklarında verdiğin hükümden dolayı kalplerinde hiçbir sıkıntı bulunmadan teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar." (Nisa: 65)

Allah-u Teâlâ kendi nefsine yemin ederek diyor ki:

"Bir kişi herhangi bir konuda Rasulullah’ın getirdiği hükümlere başvurmazsa hatta başvurduğu halde verilen hükümden dolayı kalbinde bir sıkıntı duyarsa bu kişi mü’min değildir. İnsanın mü’min ve müslüman olabilmesi için insanlar arasında vuku bulan ihtilaflarda Kur’an ve sünnetin hükmüne başvurması ve o hükümlere zahiren ve batınen tam bir teslimiyet göstermesi gerekir."
 
M Çevrimdışı

M HSN

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
İslam-TR Üyesi
@Morueqq
Videolar, YouTube tarafından yada videoları yükleyen tarafından silinmiş olmalı. Düzenleme yapar mısınız?
 
Üst Ana Sayfa Alt