Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Tevhidi Yaşamların Büyük Kahramanları

E Çevrimdışı

ebuhasanelmakdisi

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
İbn Kayyim el-Cevziyye

(Bu biyografisi er-Risale adlı müessesenin basmış olduğu "Zâdul Meâd" adlı eserin biyografisinden alınmıştır. Konu ile ilgili kaynaklar:

"Zeylu Tabakâtil-Hanabile", 2/447-452;

"el-Bidaye ven-Nihaye", 14/234-235;

"Ed-DÜrerul-Kamine", 5/137-140;

"el-Vafi bil-Vafiyet", 2/270;

"Şuzurâtüz- Zeheb", 6/168-170;

"er-Reddu'l Vafir", 68-69; "

Bağiyyetul-Vuati", 1/62-63;

"en-Nücûmu'z-Zâhira", 10/ 249;

"el-Bedrüt-Tali"': 2/143/146;

"Celâül- Ayneyni fi Muhakeme-ti'l Ahmedeyni", 30-32.)

Kendisi, muhakkik imam, usulcü bir hafız, fakih ve gramer konusunda otoriter Şemsüddin Ebû Abdullah Muhammed b. Ebû Bekir b. Eyyub b. Sad b. Hariz-ez-Zar'i ed- Dımaşkî'dir.

Birçok fayda içerikli önemli eserlerin sahibidir.

"İbn Kayyim el-Cevziyye" diye meşhurdur. İsmi, Muhyiddin Ebül-Mahasin Yusuf b. Abdirrahman b. Ali b. el- Cevziyye'nin (Ö.691 h.) yılında vefat etmiştir. İnşa ettirdiği medreseye nisbet edilmiştir. Nitekim babası o medresede Kayyim (hizmetli) idi.

İbn Kayyim ilim ve faziletin bulunduğu bir ev ortamında Safer ayının yedisinde, hicri 691 senesinde, Dımaşk kentinin elli beş mil güneydoğusunda kalan Havran köylerinden olan Zar'i köyünde dünyaya gelmiştir. Kendisi sonradan Dımaşke yerleşmiştir. Birçok önder âlimlere talebelik yapmıştır. Bizzat babasından Miras Hukuku dersi almıştır. Çünkü babası bu ilimde oldukça öne çıkmış bir şahsiyetti.

Hadis ilmini, Şihab en-Nablus, el-Kadi Takiyuddin b. Süleyman, Ebû Bekir Abduddaim, İsa el-Mutam, İsmail b. Mektum, Fatıma binti. Cevher ve daha başkalarından almıştır.

Arapça'yı İbn Ebû el-Feth el-Baalli'den öğrenmiş ve kendisine Ebül Beka'nın "el-Mulahhas" adlı eserini okumuştur. Sonra da "el-Cürcaniyye" ve İbn Malik'in "Elfiye"sini, çoğu kez de "el-Kafiyetuş-Şafiye" adlı eseri ve "et-Teshil" adlı eserinin bazı yerlerini okumuştur.

İbn Usfur'un "el-Mukarrab" adlı eserinden bazı bölümleri de Mecduddin et-Tunusi'ye okumuştur.

Usul ve fıkıh ilimlerini de Şeyh Safiyuddin el-Hindi, Şeyhülislam İbn Teymiyye, Şeyh İsmail b. Muhammed el-Harrani'den almıştır. Kendilerine İbn Kudame el-Makdisi'nin "er-Ravda", Âmidi'nin "el-İhkam" adlı eserini, er-Razi'nin "el-Muhassal", "el-Mahsul" ve "el-Erbain" adlı eserlerini ve İbn Teymiyye el-Cedd'in "el-Muharrar" adlı eserini okumuştur.

İbn Teymiyye'nin hicri 712 yılında Mısır'a dönüşünden vefat tarihi olan hicri 728 yılma kadar İbn Kayyim, gençliğinin başlangıcından itibaren, kuvvet ve idrak'in tam doruğunda iken İbn Teymiy'ye ye büyük bir bağlılık göstermiştir. O'nun derin ilminden istifade etmiş, doğru ve tatminkâr görüşlerini dinlemiş ve ona karşı sevgisi oldukça artmıştı. Öyle ki onun birçok içtihadını almış ve ona katılıp yardımcı olmuştu. Görüşlere deliller getirmek konusunda otoriterleşmiş, muhalif görüşlere de galip çıkmıştı. Nitekim onun kitaplarını da kontrol edip derlemiş ve hem kendi ilmini hem de onun ilmini de neşretmiştir.

TALEBELERİ

Hocalığı zamanından vefatına kadar olan sürede, ilim ve fazilette ilerlemiş birçok meşhur ilim adamı İbn Kayyim'den dersler almış ve kendisinden her halükarda faydalanmanın yollarını aramışlardır. Bu âlimlerden bazıları şunlardır:

* İmam Hafız Zeyünddin Ebül-Ferec Abdurrahman b. Ahmed b. Recep el-Bağdadi. Kendisi daha sonra Şam'a yerleşmiştir. Hanbelîdir. Gerek hadis, gerek fıkıh ve tarih konularında oldukça yararlı telifleri bulunmaktadır. Vefat edene değin İbn Kayyim'in meclisine devam etmiştir. Hicri 795 yılında vefat etmiştir.

* Hafız İmaduddin İsmail b. Ömer İbn Kesir ed-Dımaşkî. Meşhur "İbn Kesir Tefsiri" ve "el-Bidaye ven-Nihaye" eserlerinin sahibi. Hicri, 774 senesinde vefat etmiştir.

* Şeyh, imam, hafız ve muhaddislerin bel kemiği olan Şemsüddin Ebû Abdilllah Muhammed b. Ahmed b. Abdülhadi el-Makdisî el-Cemmailî es-Salihî. Hafız ez-Zehebî onun hakkında der ki: "Allah'a yemin olsun ki, onunla toplandığım her defasında istifade etmediğim olmamıştır." Hicri, 744 senesinde vefat etmiştir.

* Şemsüddin Ebû Abdullah Muhammed. Abdulkadir b. Muhyiddin Osman b. Abdurrahman en-Nablusî. Hanbelidir. Kendisinde çokça ilim bulunduğu için kendisine "Meyveli Bahçe" denilirdi. Hicri, 797 yılında vefat etmiştir.

* (İbn Kayyim'in) oğlu İbrahim. İbn Kesir der ki: "Nahiv ve fıkıh ilimlerinde tıpkı babasının yolu üzereydi." Hicri, 767 yılında vefat etmiştir.

ÂLİMLERİN İBN KAYYİM HAKKINDAKİ GÖRÜŞLERİ

O'nun hakkında yazan herkes, onu, yüce fazileti, mertebesinin üstünlüğü ve ilminin genişliği ile vasf etmişlerdir.

Hafız İbn Recep der ki:

"Şunda yanılma olmaz: Gerçekten o, tefsir ve usûlüddin konularında çokça bilgili bir şahsiyetti. Bu her iki ilim dalında çok ileri bir konuma sahipti. Hadis ve hadis fıkhı konularında da öyle olmakla beraber bunlardan deliller çıkartmakta mahir idi ve derecesine neredeyse ulaşılamazdı. Fıkıh ve fıkıh usûlü ile Arapça konularında ise; ilmi gerçekten pek fazlaydı. Kelam ilmini de iyi bilirdi. Ehl-i tasavvufun kelamını, işaret ve inceliklerini de iyi bilmekteydi. Allah rahmet etsin, kendisi ibadet ve teheccüd ehli birisiydi. Gece namazlarını sonuna dek ifa ederdi ve zikir konusuna çok düşkün bir kimseydi. Allah'a muhabbet ve yakınlık konularına aşık olan birisiydi. Kendisini Allah'a karşı çok fakir ve mahzun ve Allah'ın önünde yaptığı ibadetinde de kendisini yaratanına karşı oldukça aciz sayardı. Ben hakikaten onun gibisini görmedim. Yine kadar ilmi geniş olan kimse de görmedim. Kur'an ve Sünnet'in mânalarını ve iman hakikatlerini onun gibi bilen de görmüş değilim. Elbette ki o masum değildir; ancak bu manasıyla onun gibisini görmedim."

Hafız ez-Zehebî der ki:

"Hadis metinlerini ve bazı hadis ricaline olan bilgisiyle çok meşhur olan birisidir. Fıkıh konusunda da gayretli çalışması vardır. Yeni görüşleri ortaya koyardı. Nahiv ilmi dalında otoriteydi. Usûller konusunda mahirdi. Çalışıp didinerek kitaplarını çıkarır ve ilmini neşrederdi."

Hafız İbn Kesir der ki:

"Çeşitli birçok ilim dallarında ilim sahibi bir kimseydi. Özellikle de tefsir, hadis ve bunların usûlleri dalında. İbn Teymiyye hicri 712'de Mısır'dan döndüğü zaman İbn Kayyim, o vefat edene değin kendisine çok önem ve bağlılık göstermiştir. Ondan dersler almıştır. Gece ve gündüz olmak üzere Rabbine yakarması ile birlikte birçok ilim dallarında da tek başına öncülük yapmıştır. Kur'an okuması ve ahlâkı çok güzel ve sevecenliği oldukça fazla bir şahsiyetti. Hiç kimseye haset etmez ve eziyet vermezdi. Kimseye gaddarlık beslemezdi. Şu âlemde bu zamanda onun gibi çok ibadet eden kimse görmedim."

İbn Nasır ed-Dımaşki der ki:

"Birçok ilim dallarında söz sahibi bir şahsiyetti. Özellikle tefsir konusunda ve mantuk ile mefhum konularında otoriteydi.

"Ebû Bekir Muhammed b. el-Muhib kendisine ait bir yazıyı görünce şöyle dedi:

"Hocamız İmam el-Mezzi'ye:

"İbn Kayyim tıpkı İbn Huzeyme gibidir" deyince, o kendisi: "Kendi zamanında İbn Huzeyme nasıldıysa, İbn Kayyim de bu zamanda öyledir." dedi."

el-Kadi Burhanüddin ez-Zur'a der ki:

"Şu gökyüzü altında ondan daha geniş ilmi olan yoktur. Çokça dersler almış ve Cevziyye'de imam olmuştur. Kendi birçok eser yazmış ki, sayısı neredeyse bilinmez. Birçok ilim dalında kitaplar telif etmiştir. Gerek ilme, gerek yazmaya ve gerekse kitaplarına düşkündü. Bunlara çok bağlı birisiydi. Bunlara olan düşkünlüğü başka şeylere olan düşkünlüğünden oldukça fazlaydı."

Hafız b. Hacer der ki:

"Kalplere hitap eden, ilmi çok geniş olan ve selefin görüş ve ihtilaflarını oldukça iyi bilen bir kimseydi."

Şevkânî de der ki:

"Sadece sahih olan delillere bağlılık gösteren, bunlarla amel etmeyi isteyen, delilsiz görüşlerden kaçınan, hakkı haykıran ve kimseyi felakete sürüklemeyen bir kimseydi."

ESERLERİ

Merhum İbn Kayyim, çeşitli ilim konularında altmış küsur kitap tasnif etmiştir. Bunlardan bazısı ciltler halindedir. Kimisi de tek bir ciltten oluşmaktadır. Hepsi de kendi konumunda çok faydalı eserlerdir.

Fıkıh ve usûle dair yazdığı;

"İ'lamül-muvakkiîn an Rabbîl-Alemin",

"et-Turuku'l Hükmüyye Fis-Siyasetiş-Şerîyye",

"İğasetül-Lehfan Fi Masaidiş-Şeytan",

"Tuhfetûl-Mevdud Fi Ahkâmil-Mevlud",

"Ahkamu Ehli'z-Zimme" ve

"el-Furusiyye" adlı eserleri;

Hadis ve siyere dair yazdığı:

"Tehzibu Süneni Ebî Davud ve İdahu İlelihi ve Müşkilatihi" ve

"Zâdu'l-Meâd Fi Hedyi Hayri'l- İbad" adlı eserleri;

Akaide dair yazdığı:

"İctimaîl Cuyûşi'l İslâmiyyeti Ala Gazvil-Muattileti ve'l-Cehmiyyeti",

"es-Savaiku'l-Mürsele Ale'l Cehmiyyeti vel Muattile",

"Şifau'l Alil Fi Mesailîl Kadai vel-Kaderi ve'l Hikmeti vet-Ta'lil",

"Hidayetül-Hayarâ Minel Yahudi ven-Nasara",

"Hadi'l Ervah İla Biladi'l-Efrah" ve

"Kitabu'r- Ruh" adlı eserleri;

Ahlâk ve takvaya dair:

"Medaricus-Salikin",

İddetüs-Sabirîn ve Zahîretûş-Şakirîn",

"ed-Dâu ved'- Deva" ve

"el-Vabilu's-Sayyibu Mine'l Kelimît-Tayyib" adlı eserleri;

Diğer konularda ise:

"et-Tîbyan Fi Aksamîl Kur'an",

"Bedai-u'l-Fevaid",

"el-Fevaid",

"Cilau'l-Efham Fi's-Salati ves-Selami Ala Hayri'l-Enam",

"Ravdatu'l-Muhibbin",

"Tariku'l Hicreteyni ve Babu's-Saadeteyn" ve

"Miftahu Dari's-Saâdeti" ve diğer eserler...

VEFATI
Müellif (rah.a) hicri 751 senesi Recep ayının 23'ünde Perşembe günü yatsı vakti vefat etmiştir. Ertesi gün Büyük Dımaşk Camii'nde cenazesi kılındı. Daha sonra defnedildiği Küçük Kapı mevkiindeki kabrine yakın yerde bulunan Cerrah Camiî'nde kılındı. Kabri hâlen günümüzde bilinen bir yerde bulunmaktadır
 
E Çevrimdışı

ebuhasanelmakdisi

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
MUHAMMED B. ABDULVEHHAB

Muhammed b. Abdulvehhab b. Süleyman b. Ali b. Muhammed b. Raşit Temimi, 1703'te Riyad'ın kuzeyinde bulunan Uyeyne'de dünyaya geldi. Hanbeli mezhebindendir.

Henüz on yaşına basmadan Kur'an ve Kur'an ilimlerini, tefsir ve hadis ilimlerini, ayrıca babasından da Hanbeli fıkhını öğrenmiş, bu arada daha çok Şeyhul İslam Ahmed b. Teymiyye ile İbn Kayyım'ın kitaplarını okuyup incelemiştir.

Medine'ye giderek, burada Şeyh Abdullah b. İbrahim'den ilim öğrenmiş, Muhaddis Şeyh Muhammed Hayat Sündi ile tanışmıştır.

Bu arada Basra, Tebriz ve Şam gibi yerleri ziyaret ederek, buraların önde gelen ilim adamlarından ilim öğrenmiştir. Ancak geçim sıkıntısı nedeniyle, "Ahsa" denilen yere tekrar dönüp, Şeyh Abdullah b. Abdullatif'in yanında kalmıştır. Bu zat Şafii mezhebinden bir alimdi. Daha sonra da, Necid köylerinden Hureymila'ya giderek burada bulunan babası Şeyh Abdulvehhab'a katılmış, ilminin artmasına vesile olan babasına yardımcı olarak burada kalmıştır.

Muhammed b. Abdulvehhab gittiği yerlerdeki insanların, dinin asıl prensiplerine dönmeleri için uğraştı, bid'atlerle hiç durmaksızın mücadele etti. Velilerin takdis edilmesini, onların Allah ile kul arasında vasıtalar tayin edilmesini tenkid etti. Bu arada, türbelerin, mukaddes tanınan mezarların yıkılmasını, bunlara meydan verilmemesini, istedi. Bu uğurda bir çok sıkıntılara maruz kaldı. Fakat sonunda yüce Allah dalalet ehline karşı onu üstün çıkardı, başarıya ulaştırdı. Böylece ıslah ve yenileme hareketini yayarak gerçek anlamda ıslahatçı ve müceddit sıfatını almaya hak kazandı.

Muhammed b. Abdulvehhab, M. 1791 yılı zilkade ayında Rabbine kavuştu.
 
E Çevrimdışı

ebuhasanelmakdisi

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
HAYATI
Türkçeye Çevrilen Eserleri


FIZILAL'IL KUR'AN SEYYID KUTUB "İNDİR


*Yoldaki İşaretler
*İslamda Sosyal Adalet,
*Din Budur,
*İslam Düşüncesi,
*İstikbal İslamındır,
*İslamda Sosyal adalet,
*Kadın ve Aile


Seyyid Kutub'un Kısaca Hayatı


Seyyid Kutub 1906 yılında Mısır'ın Asyut kasabasına bağlı köylerden birisinde, muhafazakar, varlıklı fakat cömertçe harcamalarda bulunan bir babadan dünyaya geldi. Babasının geçim kaynağı, geniş sayılabilecek arazilerinin gelirleri idi. Bu arazilerinde ücretle çiftçi çalıştırırdı ama giderleri gelirlerine hiçbir zaman denk olmazdı. Fazla harcamaları dolayısıyla biriken borçlarını ödemek amacıyla arazisini azar azar satıp duruyordu.

Seyyid'in anesi gittikçe eksilen arazilerinin bir gün ellerinden tamamen çıkmasından korkuyor ve oğlunun gelecekte eli iş tuttuğunda babasının satmakta olduğu arazi parçalarını geri alacağını umuyordu.

Seyyid Kutub'un kullandığı ifadeye göre babası, kültüre düşkün, aydın bir kimse idi. Ulusal Parti'ye mensup ve bu partinin resmi gazetesine abone idi. Bu sebeple oğlunu yeni açılan okula verdi. O sıralarda henüz altıyı aşmayan küçük yaşına rağmen açık ve belirgin üstünlükler, başarılar gösterdi. Bu okulda dört yıl geçirdi. On yaşına gelince de Kur'an'ın tamamını ezberledi. Bundan üç yıl sonra Kahire'ye lise tahsilini dayısının gözetiminde yapmak için gitti. Daha sonra da Dar'ul Ulum'a girip oradan mezun oldu. Köyde geçirdiği dönemlerden beri okumayı severdi. Eline geçen her şeyi okurdu. Hatta, çocukluğunda, her dönemde halkın sığındığı hurafe dolu büyü kitaplarını bile okudu. Bu bakımdan yazmaya erken dönemlerde başlaması doğaldır.

Mısır edebiyatının yenilikçilerinin en ünlülerinden olan Abbas Mahmud el-Akkad ile ilişki kurup uzun bir süre öğrencisi oldu. Onun görüşlerini benimsiyor, savunuyor ve bu uğurda edebi tartışmalara giriyordu. Otuzlu yılların ikinci yarısında ve daha sonraki yıllarda yayınlanmış edebi dergilere göz atanlar, bu tür mücadelelerin çokça örneklerini görebilir.

Seyyid her ne kadar Akkad'ın öğrenciliğini yapıp ondan yararlanmışsa da yine de bağımsız bir ruha sahipti. Onun bu bağımsızlığı edebiyatta adeta kendine has yeni bir üslub ortaya koydu. Halbuki onun hocası Akkad, felsefi-edebi üsluba daha yakın bir kimse idi. Belki de Seyyid Kutub'un bu durumu, köyde yetişmesinden, duygu ve hayallerle dolup taşan psikolojik bir yapıya sahip olmasından kaynaklanıyordu. Ayrıca o hürriyeti seven ve zulmün hiçbir türünden hoşlanmayan bir kişiliğe sahipti.

Edebiyat konusunda yabancı kültürlerle ve özellik-e İngiliz kültürü ile ilişkisi büyüktü. Bu konuda Akkad'ın büyük etkisi oldu.

Batı edebiyatının her zaman için felsefi bir takım görüşleri yansıttığı bilinen bir şeydir. Fakat eski Arap edebiyatı böyle değildir. Eski Arap edebiyatının bir bölümü bazı fikir gelişmeleri yansıtırken, bazısı da hiçbir şey yansıtmamaktadır. Bu da refahın, zevkin, zevke dalmanın veya dünyevi nimetlerden yararlanmanın bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır.


Seyyid Kutub'un düşünce hayatını genel olarak üç ayrı aşamaya ayırabiliriz:

1 - İslam'a yönelişten önceki aşama.

2 - İslam'a genel olarak yöneliş aşaması.

Bu iki aşama bir dereceye kadar iç içedir. Çünkü ikinci aşama birincisinin bir takım tohumlarını taşımakla birlikte, birinci aşama da tümü ile İslam'dan kopuk bir aşama değildi.

3 - Sınırları belli İslama yöneliş aşaması.


1 - İslam'a Yönelişten Önceki Aşama

Seyyid Kutub'un bu dönemde yazmış olduğu eserlere göz atanlar, bunları daha sonra İslami olgunluk döneminde yazmış olduğu eserleri ile karşılaştıracak olurlarsa bu büyük insanın hayatındaki büyük değişimi daha iyi anlarlar.

Yabancı kültürü tanıması, Akkad'ın düşünceleri, maddi durumu ve alabildiğine ince ruhluluğu, onun bu dönemini renklendiren ya da renklenmesinde büyük payı bulunan etkenler olmuştur.

18, 19 ve 20. asır Avrupa edebiyatının belirgin özelliği: ferdiyetçiliğe doğru yol alışı, fikri ve psikolojik bağımsızlığı geliştirmesi, özel bir takım değerler icat etmesi, mevcut değerlere karşı çıkmasıdır. Bu dönem edebiyatı bu nitelikleri ile diğer edebiyatlardan ayrılır. Bu nedenle elinde değişmez bir ölçü bulunmaksızın bu çağların edebiyatından yararlanmak isteyen bir kimse onun bilinmez alanlarında kaybolur ve sapık akımlarında kendisini yitirir.

Seyyid Kutub, bu kültürü yudumlamıştı. O bakımdan hayatının bu dönemlerinde bu etkiyi görebiliriz. Bir bakarsınız umutsuz, üzgün ve huzursuz bir adam olarak, hayata değersiz bir şeymiş gibi bakar. Hayatta herhangi bir iyilik veya belirli bir hedef olmadığını hayatın içinde taşıdığı değer, düşünce , ölçü, duygu ve çabalarla birlikte en sonunda yok olacağını kabul eder...

Mesela şöyle der:

"Biz veya o, yeryüzünde gölge mi?

Peşpeşe yok olup giden hayaller...

Yok oluş için varlığın girdaplarında,

Kumların üstündeki kayak izleri gibi;

Yok olmak içindir... Herşey yok olmak için."



Şu beyit de bu duyguları andırıyor:

"Olan ve olacak her ne varsa,

Sessizliğin içinde ses veren bir nağmedir."



Bu beyitler bize Ömer Hayyam'ın yok oluş düşüncesini hatırlatmaktadır.

Bu anlamların Seyyid Kutub'un ruhunda kökleşmesine, Akkad'ın düşüncesi, felsefesi, edebiyatı ve Seyyid Kutub'un içinde bulunduğu büyük maddi sıkıntılar yardımcı olmuştur. Onun hassas ruhu, oldukça bereketli bir arazi gibiydi. Tohumu alıyor ve bunları geliştirip büyütüyordu.

Seyyid Kutub, bu dönemindeki şaşkınlık ve kayboluş durumuna ve ateizm düşüncesiyle içiçe olmasına rağmen Yüce Yaratıcı'nın varlığını inkar anlamında olan bu fikre hiçbir zaman sapmadı. Çünkü ateizm akli değil, psikolojik bir takım nedenlerden ortaya çokar; bundan sonra insanı fikri gerekçeleri araştırmaya iter. Akkad'ın bu konuda kesin bir rolü ve fonksiyonu vardı. Seyyid Kutub ile materyalist düşünce arasındaki engel oydu. Nitekim Seyyid Kutub'un kendisi Üstad Ebu'l Hasan en-Nedvi'ye bunun böyle olduğunu açıklamıştı.

Akkad yalnızca Seyyid Kutub'un materyalizme kaymasını önlemekle kalmamış, aynı şekilde onun Marksist sosyalizmi kabul etmesini de önlemiştir. Çünkü Marksist sosyalizmin bütün şekilleri hürriyete tamamen zıttır.

Seyyid Kutub'un bu aşaması tekdüze bir aşama değildir. Onda son derece keskin dönemler olduğu gibi, dengeli ve yumuşak dönemler de vardır. İşte bu dönemde yazmış olduğu "Kur'an'da Kıyamet Sahneleri" adlı eseri onun bu dengeli dönemlerine rastlar. Söz konusu bu kitap, onun dindar ailesinde geçirmiş olduğu İslami geçmişine zaman zaman döndüğünün de ayrı bir delilidir.


2 - İslam'a Genel Olarak Yöneliş Aşaması

Seyyid Kutub'un İslami yönelişi bir anda olup bitmemiştir. Bu da doğaldır. Daha önce bunu hazırlayan bir takım olayların varlığı kaçınılmazdır.

Aslında bu fikir onda zaten vardı. Çünkü o dindar bir ailede ve hayatının büyük bir kısmını dinin etkilediği bir ortamda yetişmişti. Bu din, her ne kadar pek çok hurafe, bilgisizlik ve cahili düşüncelerle karışmışsa da onun çevresi yine de dindar bir çevre sayılırdı. Daha o zamanlar Kur'an'ı ezberlemişti

Seyyid Kutub'un İslama yönelişinde Akkad'ın rolünün olduğunda şüphe yoktur. Çünkü Akkad, dinin emirlerine riayet eden birisi olmasa da İslam'a hücum edildiğini görmeye tahammül edemeyen bir kimse idi. Bu bakımdan çoğu zaman Akkad, son derece soylu ve şerefli bir şekilde İslam'ı savunurdu. Hatta onun yalnızca İslami incelemeleri adeta bir kitaplık oluşturacak kadar çoktur.

İslama yönelişinde Muhammed Reşid Rıza tarafından temsil edilen Muhammed Abduh ekolünden de etkilenmiştir. Bu etkilenmenin Seyyid Kutub üzerinde olumsuz yanları vardır.

İslami yönelişinin ne zaman netlik kazandığını kesinlikle bilemiyoruz. Ancak 1948 yılında İslami yönelişe sahip, İslam'ı savunan, hayatın her alanında İslam'ı hakim kılmaya çağıran, İslam'ın üstünlüğünü açıkca ortaya koymak isteyen birisi olduğunu görüyoruz. Onun "İslam'da Sosyal Adalet" adlı eseri düşünce bakımından bu aşamanın zirvesini temsil eder.

Ancak burada onun henüz geçmişin etkilerinden tümüyle kurtulamadığına dikkat çekmek isteriz. Bu Seyyid Kutub'un hayatının aşamalarını detaylı olarak etüd etmek için zorunludur. İnsanlar bu şekilde kendilerini şaşırtabilecek bir takım problemlerden uzak kalabilirler.

Bu aşamanın her iki döneminde Seyyid'in dile getirdiği en önemli problemler; feodalizmin zulmü ve paşaların sömürüsü karşısında Mısır köylüsünü savunmaktır. Bu aşamada birinci dönemine dair akla gelen örnek eseri; "Köyden Bir Çocuk" ikinci dönemine örnek ise; "Kapitalizm ile İslam Arasındaki Çatışma" adlı eseridir.

Çiftçiyi son derece sıcak ve derinden gelen bir duyguyla savunuyordu. Bu savunma onun aralarında çocukluğunu geçirdiği ve fakirliklerini, sıkıntılarını gözleriyle görmüş olduğu çiftçilerin gerçek durumlarını bilmesinin bir sonucudur. Onları savunurken kullandığı üslup, onlara zulmedenlere karşı kullandığı keskin ve amansız bir hücum üslubu idi. Zaten bu amansız üslubunu hayatı boyunca aynı şekilde sürdürmüştür. Allah ona rahmet etsin.


3 - Sınırları Belli İslam'i Yöneliş Aşaması

Sınırları belli İslami yönelişten maksadımız; onun Müslüman Kardeşler Cemaati'ne girmesiyle kendisinde oluşan yöneliştir.

Ancak onun Müslüman Kardeşlerle birlikte çalışması, fikri ve diğer hatalarının sona erdiği anlamına gelmez.

Müslüman Kardeşlerle birlikteki düşünce hayatı iki devreye ayrılır:

Birinci Devre: Onun kırklı yılları sonlarında Müslüman Kardeşlere girmesiyle başlar ve 1954 yılında hapse girdiği tarihe kadar devam eder. Bu dönem de olumlu ve kabul edilebilir şeyler olduğu gibi kabul edilemeyecek şeyler de vardı. Bu dönemi en iyi şekilde inceleyen eser, onun "Dirasatun İslamiyye" adlı eseridir.

İkici Devre: Onun hapse girmesiyle veya "Din Budur" ve "Gelecek İslamındır" kitaplarının yayınlanmasıyla başlar, 1966 yılında idam edilmesine kadar devam eder. Bu dönem tam olgunluk dönemi olarak değerlendirilir.

Bazı kitaplarının kendisiyle artık ilgisinin kalmadığını ilan ettiği zaman, hapse girmesi ile idam edilmesi arasında kalan sürede yazmış olduğu kitapları bunun dışında tutmuştur. Bunun sebebi Allah'ın yardımı ve kendi gayretiyle düşünce yapısının gelişmesinden ve saflaşmasındandır.

Bu, Müslüman Kardeşler hareketinin onun üzerindeki olumlu etkisinin büyük olmadığı anlamına gelmez. Onda İslam Devleti'ni yeniden kurmak için çalışma düşüncesini canlandıran bu hareket olmuştur. Bu hareket kendisiyle birlikte büyük bir düşünce atmosferini de canlandırmış ve bu atmosfer şu veya bu şekilde Mısır'daki düşünürlerin tümünü etkilemiştir. Bu hareket Seyyid Kutub üzerinde cemaat ile birlikte çalışmayan diğer düşünürlere oranla daha büyük bir etki bırakmıştır.

Burada bizim anlatmak istediğimiz, bu saf düşünüş üzerinde yükselen düşünce ve ölçü unsurlarının netlik kazanmasıdır. Düşünce saflığı ve kullandığı ölçünün hassasiyeti bakımından isim yapmış çağdaş hiçbir düşünürün Seyyid Kutub ile boy ölçüşemeyeceğini kabul etmeyecek insaflı bir kimse düşünemiyorum. Yine aynı şekilde Seyyid Kutub'un ilk dönemlerinde bu saf düşünüş ve hassas ölçüye sahip olmadığını kabul etmeyecek kimse de düşünemiyorum.

Seyyid Kutub, İmam Hasan el-Benna'ya gerçekten hayrandı. Ona hayranlığı özellikle Benna'nın iki noktadaki dehası üzerinde odaklaşıyordu:

1 - Bir taraftan ilim, ruh ve hareket arasında, diğer taraftan sufilik, selefilik gibi özelleşmiş İslami ekoller arasında son derece dengeli bir oranlamayı, hareket üyeleri arasında yaygınlaştırarak nefsi bir denge kurdurmasıdır.

2 - Cemati organize etmek konusundaki başarısı. "İslami Bir Hizip" şeklinde beliren toplumsal bir yapılanma, İslam dünyasında henüz ilk olarak ortaya çıkmaktaydı.

Fikir açısından konuya yaklaştığımızda, Seyyid Kutub'un eşsiz olduğunda hiç şüphe yoktur Bizim görüşümüze göre Seyyid Kutub Müslüman Kardeşlerin fikri olgunluğunun zirvesidir. Öyle ki bu zirve ayırıcı belirgin özelliklere sahip ve özel bir olay olarak değerlendirilebilir. Üstat Gazi et-Tevbe'nin dediği gibi onu Hasan el-Benna'nın düşünce ekolünün bir devamı veya bu okuldan çıkmış bir öğrenci olarak kabul etmek mümkün değildir.

Evet, gerçekten Seyyid Kutub, el-Benna'nın besleyip geliştirdiği Müslüman Kardeşler düşüncesinden yararlanmıştır. Şayet Müslüman Kardeşler ve el-Benna olmamış olsaydı, "Müslüman düşüce adamı" olarak Seyyid Kutub'u bulamayacağımız büyük bir ihtimal dahilindedir.

Fakat bu, onun yalnızca değerli bir öğrenci olarak kaldığı anlamına gelmez. Bilakis o gerçek bir yenileyicidir. Kendisine has bağımsız metodu vardır. Hapis dönemi ile idam edildiği tarihler arasında yazmış olduğu eserleri okunduğunda bu açıkça görülebilir. Yine onun bu bağımsız metodu, bu dönem içerisinde yazdıklarını, Hasan el-Benna'nın yazdıkları ile ve Müslüman Kardeşler hareketinin başlangıcından, ellili yılların başlarına kadar Müslüman Kardeşler'e mensup yazarların yazmış olduğu eser ve makalelerin karşılaştırılması ile de farkedilebilir.

Şehidin hayatı ile ilgili başka bir kimsenin sözünü ettiğimiz eseri yazması söz konusu olmasaydı, İmam Hasan el-Benna'nın okulunda yenileyici bir düşünce adamı olarak Seyyid Kutub'u ortaya çıkartan yönler ile ilgili geniş bir bölüm ekleyebilirdik Şayet bu sözünü ettiğimiz biyografiyi yazacak şahsiyet bunu yapmayacak olursa o zaman Allah'ın izniyle biz bu konuda bütün gücümüzü ortaya koyarız. Çünkü onun hayatının bu yönü, birbirini izleyen fikri aşamalarının en önemli özellikleri arasında yer alır.


Seyyid Kutub'un üslubu son şeklini, idamından yaklaşık yirmi yıl önce almıştır. Bu üslubun ayırıcı bir takım nitelikleri vardır:

Onun üslubunun ayırıcı özellikleri arasında açık ve net ifade, güzel ve kolay anlatım başta gelir. Hiçbir zaman onun üslubu aşağı düzeydeki gazetecilik basamağına inmiş değildir. Üslubunda kullanmış olduğu kelimelerin tek ve belirgin anlam taşımaları yanında anlamı çeşitlendirmekle birlikte tekrarlanmayan redifli sözler kullanmaya da dikkat gösterir.

Üslubunun ayırıcı özelliklerinden bir tanesi de teşhistir. Teşhis; anlamları hareketli bir şekilde sunmak demektir. Tek anlamlı kelimelerle teşhise dayalı anlatımı, Kur'an-ı Kerim'in üslübundan etkilenmesinin bir sonucudur.

Onun üslubunun ayırıcı bir diğer özelliği, vurgularındaki içtenliktir. Her zaman için duygusu ile düşüncesini birlikte sunar. Belki de onu okuyan ve dinleyenler üzerinde güçlü etki bırakmasının önemli nedenlerinden biri de budur.

Seyyid Kutub'un redifli sözler kullanmış olması ve anlatımındaki duygusallık, onu eleştirenlerin kullandıkları bir malzemedir. Bu eleştirmenler, onu bir düşünürden çok bir edebiyatçı olarak kabul ederler.

Bu eleştirmenlere göre, düşünürün soyut bir zihni usulle konuşması gerekir; edebiyatçının özelliğinin ise yalnızca duygularıyla konuşması olduğunu sanırlar.

Ancak bu, bizim görüşümüze göre basit bir yaklaşımdır. Çünkü düşünürün kullandığı dil zengin, duyguları coşkun ise daha dengeli, anlatımı ve bıraktığı etki daha güzel olur. Dolayısıyla bu, şehidin güzel yanlarından sayılmalıdır, kusur olarak kabul edilemez. Özellikle gerçekleri en güzel, en açık ve en net bir şekilde anlatmak için Kur'an'ın kullandığı en üstün üslubun bu olduğunu bilecek olursak ve Kur'an-ı Kerim'in bu özelliği ile insanın sadece zihnine seslenmekle yetinmeyip tüm yapısına seslendiğini hatırlayacak olursak, şehidin bu güzel yanını daha iyi kavrarız.

Seyyid Kutub'un çalışmalarında çoğunlukla izlediği yol; önce problemi açık bir şekilde ortaya koymak, arkasından İslam dışı diğer değişik çözümleri inceleyip çürüttükten sonra da bu problemlerin çözümünü meydana çıkarmaktır. Meselelerin düğüm noktası her zaman edebiyatçıların usulü gibi bir hareket noktası belirlemek şeklinde idi.

Seyyid Kutub, başkalarının görüşlerini reddedip çürütürken izlediği metod iki özellik taşır:

a - Karşıt görüşü savunanlardaki temel meseleleri alıp tartışır fakat bunların detaylarına inmez.

b - Onlarla tartışırken, savunma konumundayken bile hücum üslubunu kullanır.

Onun keskin bir eleştirici olarak ortaya çıkmasının nedenleri arasında bu hücum metodunun da etkisi vardır. Bu keskinlik aynı zamanda onun üslubuna üstün bir güç ve oldukça tatmin edici bir güzellik kazandırmaktadır. Özellikle, bu keskinliği her zaman için bir akli tartışma ile dizginliyordu.


Seyyid Kutub benzerine az rastlanır, hayret verici ruhi bir dirence sahipti. 1954 yılında hapse girdi ve onbeş yıl hüküm giydi. Türlü türlü işkencelere maruz kaldı. Ancak Avrupa'daki engizisyon mahkemelerinde, Eritre ve Komünist ülkelerde müslümanım diyenlerin gördükleri işkenceler onun gördüğü işkencelerin benzeri olabilirdi. İşkence dönemi oldukça uzadı.

İşkence döneminden sonra Seyyid Kutub'un tekrar İslami Harekete ve çalışmalara dönerek yazmaya başladığını görüyoruz. En önemli kitaplarını hapishane döneminde yayınladı. Fi-Zilal'inin ise en az onüç cüzünü yeniden gözden geçirip yazdı. Bunun dışında oldukça önemli bir takım kitaplarının planlarını hazırladı. Ancak tağuti zulüm, bu kitapları tamamlamasına fırsat vermedi.

Psikolojik bakımdan bütün bunlardan daha önemlisi, hapishanelerin içinde olsun, dışında olsun, Müslüman Kardeşlerle ilişkilerini yeniden kurması, gizlilik ve etkinlik itibariyle Mısır'da İslami örgütlenme şekillerinin en gelişmiş yapısını ortaya koymasıdır. Aslında böyle bir çalışma şayet ifade yerinde ise, o dönemlerde Mısır topraklarına egemen olan ürkütücü şartlar altında bir intihardan başka bir şey değildi.

1964 yılının sonlarına kadar hapiste kaldı. Nihayet, bu sıralarda o dönemin Irak cumhurbaşkanı Abdüsselam Arif, dönemin Mısır yöneticileri ile ilişki kurdu ve kendisine verilen hüküm tamamlanmadan önce serbest bırakıldı.

Fakat birkaç ay sonra silahlı bir devrim hazırlamak ithamı ile ikinci defa tutuklandı. Bu tutuklanmaya gerekçe olan ithamlar arasında, onun oldukça geniş bir takım tahribatlarda bulunmak için bazı hazırlıklar yaptığı da vardı. Söz konusu bu ithamları alçak istihbarat örgütleri aklı başında olmayanları aldatmak ve ayak takımını harekete geçirmek maksadıyla uydurmuştu.

Şekli muhakeme melodramları peşpeşe birbirini izledi ve bunlar İslami Hareket önderlerinden üç kişinin idam kararının verilmesiyle bitti: Seyyid Kutub, Yusuf Havvaş ve Abdulfettah İsmail.


Benim bu sözlerimden Seyyid Kutub'un gerçekten de büyük olan rolünü abartmak amacı güttüğüm anlaşılmasın. Ancak burada her şeyin yerli yerine konulması, her hak sahibine hakkının verilmesini arzu ediyorum. Gerçek ecir ve sevap ise Yüce Allah'ın kendi katında dostları için hazırladığı ecir ve sevaptır.

Durum her ne olursa olsun, Seyyid Kutub'un üzerinde durduğu ve varlığını ortaya koyduğu saf düşünce ve hassas ölçüler, kendisine ancak şu anlamda bağlanabilir:

Seyyid Kutub, çağımızda yaşayan bir düşünce adamının gerçek anlamı ile etkilerinden kurtulabileceği, psikolojik ve fikri çeşitli etkenlerden kendisini kurtarabilmiştir. Diğer taraftan bu konuda en büyük yardım hiç şüphesiz onu bu yola ileten Alemlerin Rabbi olan Allah'a aittir.

Seyyid Kutub'un ulaştığı bu noktalar, kendisinin yaratılışından onüç asırdan fazla bir süreden beri Allah'ın kitabında ve hidayet önderi Rasulullah'ın sünnetinde zaten mevcuttu
 
E Çevrimdışı

ebuhasanelmakdisi

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
بســـم الله الرحمن الرحيم

Şeyhu'l-İslam İmam İbn-i Teymiyye
(Rahimehullah)

Nesebi ve Doğumu

Adı Ahmed olan İbn Teymiyye’nin babasından itibaren geriye doğru atalarının adı şöyledir:

Abdu’l-Halim, Abdu’s-Selâm, Abdullah, el-Hıdır, Muhammed, el-Hıdır, Ali, Abdullah, Teymiyye el-Harrânî.

"Teymiyye" lakabı ile ilgili olarak şöyle denilmiştir: Onun beşinci dedesi olan Muhammed b. el-Hıdır, Teyma yolu üzerinden hacca gitmişti. Orada küçük bir kız çocuğu görmüştü. Geri döndüğünde ise hanımının bir kız doğurmuş olduğunu da görünce, Tebûk yakınlarındaki bir belde olan Teyma’ya nisbetle ey Teymiyye; Ey Teymiyye diye seslenince, ona bu lakab verilmiş oldu.

İbnu’n-Neccar dedi ki:

"Bize nakledildiğine göre dedelerinden Muhammed’i, annesi Teymiyye diye adlandırırdı. Teymiyye ise vaize bir kadın olup, daha sonra ona nisbet edildi ve onun adıyla tanınır oldu." (Bk. İbn Abdu'l-Hadî, el-Ukûdu'd-Durriyye, s. 4)


İbn Teymiyye 661 Rebiulevvel ayının onuna rastlayan bir pazartesi günü Şam topraklarından sayılan Harran’da dünyaya geldi. Şeyhu’l-İslam Takuyu’d-Din lakabı ile anıldı, künyesi Ebu’l-Abbas’dır.

Şeyhu’l-İslam lakabının anlamı ile ilgili olarak çeşitli açıklamalar yapılmıştır:

Bu açıklamaların en güzeli, müslüman olarak yaşlanmış (şeyh, ihtiyar olmuş) kişi demektir. O bu lakabı ile daha önce geçmiş benzerlerinden farklı bir özelliğe sahip ve bu hususta esenliğe kavuşacağı belirtilen müjde vaadini elde etmiş gibidir:

"Her kimin müslüman olarak bir saçı ağarırsa, bu onun için kıyamet gününde bir nur olacaktır." (Sahih bir hadis olup, Ahmed, Tirmizî ve Nesaî bunu, Amr b. Abse'den rivayet etmiştir. İbn Kesir Tefsirde (VIII, 429) hadisin çeşitli senedlerini kaydettikten sonra: "Bunlar ceyyid ve kavî isnadlardır" demektedir. Ayrıca bk. Sahihu'l-Camî, 6183.)

Diğer bir açıklamaya göre şeyh, avamın örfünde dayanak ve destek olan kişi yani yüce Allah’tan sonra her türlü sıkıntıda başvurdukları kişi demektir.

Bir diğer açıklamaya göre o kendi yakınlarının yolundan gitmekle Şeyhu’l-İslam’dır. Yani gençlerin kötü ve cahilce davranışlarından kurtulmuş kimsedir. O farz ve nafile bütün amellerinde sünnete uygun hareket eden bir kişi demektir. (Bu husustaki çeşitli açıklamalar için bk. er-Reddu'l-Vâfir, s. 50)


Bu isimlendirme eskiden beri kullanılmıştır. Bunu İmam Şafîi, İmam Ahmed b. Hanbel ve başkaları da kullanmıştır. (Bk. er-Reddu'l-Vafir, s. 55. dipnot.)

Ailesi

Ailesi olan Teymiyye hanedanı Harran’da köklü bir ailedir. İlim ve dine bağlılığı ile ün salmıştır.

Dedesi Ebu’l-Berekât Mecdu’d-Din Hanbelî ileri gelen ilim adamlarının büyüklerindendir. eş-Şevkanî’nin "Neylu’l-Evtar" adı ile şerhettiği "el-Munteka min Ahbari’l-Mustafa" adlı eser onun te’liflerinden birisidir.

Babası Şihabu’d-Din Abdu’l-Halim Ebu’l-Mehasin babasından sonra meşihat makamını üstlenmiş ve Ebu’l-Abbas ile Ebu Muhammed adındaki oğullarına ilim öğretmiştir.

Kardeşi Ebu Muhammed Şerefu’d-Din, Hanbelî mezhebinde oldukça ileri derecede fıkhî bir seviyeye ulaşmıştı.


Hocaları

Öğrencisi İbn Abdu’l-Hadî şöyle demektedir:

"Kendilerinden ilim dinleyip, bellediği hocaları ikiyüzden daha fazladır." (el-Ukudu'd-Durriyye, s. 4)

Bunların en ünlülerinden:

1 - Şemsu’d-Din Ebu Muhammed Abdu’r-Rahman b. Kudame el-Makdisî. 682 h. yılında vefat etmiştir.

2- - Eminu’d-Din Ebu’l-Yemen Abdu’s-Samed b. Asâkir ed-Dımeşkî eş-Şafîi. 686 h. yılında vefat etmiştir.

3 - Şemsu’d-Din Ebu Abdillah Muhammed b. Abdi’l-Kavi b. Bedran el-Merdavî. 703 h. yılında vefat etmiştir.


Öğrencileri

Şeyhu’l-İslam İbn Teymiyye köklü bir ekolün temsilcisidir.

Onun hayatta olduğu dönemde pekçok ilim adamı bu ekolün öğrenciliğini yapmış, günümüze kadar onun pekçok eseri vasıtası ile de hala bu ekole mensub olup, öğrenciliğini yapanların varlığı sürmektedir.

İbn Teymiyye’ye öğrencilik yapanların meşhurlarından bazıları:

1 - Şemsu’d-Din b. Abdi’l-Hadî. 744 h. yılında vefat etmiştir.

2 - Şemsu’d-Din ez-Zehebî. 748 h. yılında vefat etmiştir.

3 - Şemsu’d-Din İbnu’l-Kayyim. 751 h. yılında vefat etmiştir.

4 - Şemsu’d-Din İbn Müflih, el-Fûru’ ve el-Âdâbu’ş-Şer’iyye adlı eserlerin müellifi. 763 h. yılında vefat etmiştir.

5 - Ünlü tefsirin müellifi İmâdu’d-Din İbn Kesir. 774 h. yılında vefat etmiştir


Mezhebi

Hanbeli mezhebine mensub bir kişi olarak yetişti. Daha sonra hakkında ez-Zehebî’nin sözünü ettiği şu noktaya ulaştı:

"Şu ana kadar pek çok yıldan bu yana muayyen bir mezhebe bağlı olmaksızın, aksine delile dayalı olan görüşe göre fetva vermektedir.

Katıksız sünnetin ve selef yolunun zaferi için çalışmıştır. Bu yolun lehine birçok delil, önerme ve daha önce başkasının göstermediği hususları delil olarak kendisi ortaya koymuş, öncekilerin ve sonrakilerin kullanmaktan çekindikleri ifade ve sözleri kendisi cesaretle dile getirmiştir." (Bk. er-Reddu'l-Vâfir, s. 7)



Akidesi

Akidesinin ne olduğu hakkında bizzat kendisinin yazmış olduğu şu kaside ile bize şöylece cevab vermektedir:

"Ey mezhebimi ve akidemi soran kişi! Doğru yolu bulmak için soru sorana, doğru yolda gitmek ihsan edilsin.

Sözünü tahkik ederek söyleyen, bundan yan çizmeyen ve değiştirmeyenin sözüne kulak ver.

Bütün ashabı sevmek benim yolumdur, bu sevgiyle onlara yakın olmayı, Allah’a yakın olmaya bir vesile (yol) sayarım.

Herbirisinin pek açık-seçik kadri ve fazileti vardır, fakat aralarından es-Sıddiyk daha da faziletlidir.

Kur’an hakkında âyetlerinde geçenleri söylerim, o kadimdir, Allah tarafından indirilmiştir.

İlahi sıfata dair bütün âyetleri ilk tarzda nakledildiği şekilde hak olarak kabul ederim.

Bunun mesuliyetini de bu nakli yapanlara havale ederim ve bu hususta hertürlü tahayyüle karşı onu korurum.

Kur’ân’ı bir kenara itip de söylediği söze: el-Ahtal dedi ki... diye delil getiren ne çirkin iş yapmış olur!

Mü’minler Rablerini hak olarak göreceklerdir. Ve keyfiyetsiz olarak (hadiste belirtildiği üzere) semaya iner.

Mizanı ve kendisinden içip, susuzluğumu gidereceğimi ümit ettiğim Havzı ikrar ve kabul ederim.

Aynı şekilde cehennemin üstünde uzatılacak sıratı da. Muvahhid olanları kurtulacak, diğerleri ise terkedileceklerdir.

Cehennem ateşine bedbaht olan bir kimse ilahi hikmet gereği girecektir, takva sahibi olan kişi de aynı şekilde cennete girecektir.

Canlı ve aklı başında herkesin kabrinde ameli kendisiyle birlikte olacak ve ona kabirde soru sorulacaktır.

İşte Şafîi’nin de, Malik’in de, Ebu Hanife’nin de sonra da Ahmed’in de nakledilegelen akidesi budur.

Eğer onların izledikleri yola uyarsan, ilahi tevfike mazhar olursun. Eğer bid’at bir yol ortaya koyarsan, kimse senin bu yolunu dayanak kabul etmez." (Bk. Cilâu'l-Ayneyn fi Muhakemeti'l-Ahmedeyn, s. 58)


Eserleri


Eserleri hakkında ez-Zehebî şunları söylemektedir:

"Şeyhu’l-İslam Takıyu’d-Din Ebu’l-Abbas Ahmed b. Teymiyye -Radıyallahu anh-’ın te’lif ettiği eserleri topladım, bunların bin esere vardıklarını tesbit ettim. Daha sonra da onun başka eserlerini de gördüm." (Bk. er-Reddu'l-Vâfir, s. 72)

Onun değerli öğrencisi İbn Kayyim el-Cevziyye de "Esmâu Müellefâti İbn Teymiyye" adını verdiği ve Salahu’d-Din el-Müneccid’in tahkiki ile Beyrut Daru’l-Kutubi’l-Cerdîe’de basılmış, te’lif ettiği eserlere ait bir eser de yazmıştır.

Güzel bir tasnif, güzel bir ibare, düzenleme, taksim ve açıklama noktasında oldukça yetkin idi. Bu hususa onun hasmı İbnu’z-Zemelkanî bile tanıklık etmiştir. (Aynı eser, s. 105)

İbn Teymiyye ibranice’yi, latince’yi konuşur idi. (Evraku'n-Mecmuatun min Hayati Şeyhi'l-İslam, s. 66)


Bunu şu sözlerinden anlamaktayız:

"İbranice lafızlar bir dereceye kadar Arapça lafızlara yakınlaşmaktadır. Nitekim isimler büyük iştikak noktasında birbirine oldukça yaklaşmaktadır. Ben kitab ehli arasında müslüman olmuş birtakım kimselerden Tevrat’ın İbranice lafızlarını dinledim. Her iki dilin birbirine oldukça yakın olduklarını gördüm. Öyle ki sonunda sırf Arapça bilgime dayanarak onların İbranice konuşmalarının birçoğunu anlar oldum. (Nakdu'l-Mantık, s. 93)

Ahlakî Nitelikleri ve Yaratılışı


Ahlâkî niteliklerinden birisi de cömert bir şahsiyet oluşu idi. Bu onun fıtri bir özelliği idi. Cömertlik için kendisini ayrıca zorlamazdı. Yiğitti, dünyaya karşı zahid idi. Hiçbir şekilde dünyaya bağlı değildi. Haramlara düşmek korkusuyla pekçok mübahı terkederdi.

Yaratılışı itibariyle taşıdığı niteliklere gelince beyaz tenli, saç ve sakalları siyah, ağarmış saçları azdı. Saçları kulaklarının yumuşaklarına kadar ulaşırdı, gözleri adeta konuşan iki dil gibi idi. Orta boylu, omuzları geniş, yüksek sesli, fasih süratle okuyan bir kişi idi. Sertleştiği olurdu ama hilm özelliği ile o sertliğini bastırabiliyordu. (Bk. İbn Hacer, ed-Dureru'l-Kâmile, I, 151 ez-Zehebî'den naklen.)

Cihadı

Allah ona rahmet etsin hem diliyle, hem kalemi ile hem de eliyle cihad etmiş, tatarlara karşı savaşmış, müslümanları onlara karşı harekete getirmeye çalışmıştır.

702 h. yılında Şekhab vakasında ön saflarda çarpışmış, Merc es-Suffer günü diye bilinen çarpışmada onlara karşı sebat göstererek, yerinden ayrılmamıştı.

Tatarların hükümdarı Kazan’ın huzuruna girip, onunla cesareti dolayısıyla hazır bulunanları dehşete düşürecek şekilde konuşmuştur.

Aynı şekilde müslüman toprakları Tatarlara teslim etmek noktasına gelen Mısır Sultanını da tehdit etmiştir.



 
E Çevrimdışı

ebuhasanelmakdisi

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
İlim Adamlarının Onun Hakkındaki Sözleri




Arkadaş ve öğrencilerinden çok, onun düşmanları ve onun seviyesinde olan ilim adamları Şeyhu’l-İslam’dan övgüyle söz etmişlerdir. Hatta İbn Nâsıru’d-Din ed-Dımeşkî ondan övgüyle söz eden çağdaşlarından seksen ilim adamından daha fazlasını saymış ve bu hususa dair ünlü kitabı "er-Râddu’l-Vâfir” adlı eserini yazmıştır. Bu eserde 841 yılında vefat eden ve İbn Teymiyye hakkında "Şeyhu’l-İslam" diyen bir kimsenin kâfir olacağını iddia eden el-Alâ el-Buharî diye ün salmış, Muhammed b. Muhammed el-Acemî’nin görüşlerini red etmektedir.

İşte ben sözü geçen bu eserden gerek İbn Teymiyye’nin çağdaşı, gerek müellif İbn Nasiru’d-Din’in çağdaşı olan en ünlü ilim adamlarının birtakım sözlerini seçtim. Bizzat ona öğrencilik etmiş bulunan İbnu’l-Kayyim, İbn Kesir ve İbn Abdi’l-Hadî gibi öğrencilerinin ona dair övgü dolu sözlerini ayrıca kaydetmedim. Çünkü bunlar pekçok ve bilinen şeylerdir.

Ondan hayırla söz edip, onu öven ve müslümanlar arasındaki konumunu açıklığa çıkartanların bazıları:

1 - "Uyûnu’l-Eser fi’l-Meğâzîl ve’ş-Şemaili ve’s-Siyer" adlı eserin müellifi olan İbn Seyyidi’n-Nas (v. 734 h.) hakkında şunları söylemektedir:

"Ben onu bütün ilimlerde pay sahibi gördüm. Nerdeyse sünnete dair bütün rivayetleri ezberlemişti. Tefsire dair söz söyledi mi bu işin sancağını yüklenmiş olduğu görülürdü. Fıkha dair fetva verdi mi en ileri noktaya ulaşmış olduğu, hadise dair konuştu mu hadis ilim ve rivayetinde oldukça ehil olduğu, mezheb ve fırkalar hakkında konuştu mu bu hususta ondan daha etraflı bilgi sahibi kimsenin görülemediği, onun ilerisinde bu hususların kimse tarafından idrâk edilemediği anlaşılırdı. Kısacası bütün ilim dallarında akranlarından ileri idi. Onu gören hiçbir göz onun benzerini görmemiştir. Hatta kendisi bile kendisi gibisini görmüş değildir."

2 - "Siyer-u A'lami’n-Nubelâ"nın müellifi Şemsu’d-Din ez-Zehebî (v. 748) dedi ki:

"Benim gibi bir kimsenin onun niteliklerine dair söz söylemesinden çok daha büyüktür. Eğer Kâbe’de Hacer-i Esved’in bulunduğu rükün ile Makam-ı İbrahim arasında bana yemin ettirilecek olsa, hiç şüphesiz benim gözüm onun gibisini görmemiştir, diye yemin ederim. Allah’a yemin ederim bizzat kendisi bile ilim bakımından kendi benzerini görmüş değildir."

Bir başka yerde de şunları söylemektedir:

"Henüz buluğa ermeden Kur’an ve fıkıhı okudu, tartıştı, delilleriyle, görüşlerini ortaya koydu. Yirmi yaşlarında iken ilim ve tefsirde oldukça ileri dereceye ulaştı, fetva verdi ve ders okuttu. Pek çok eserler yazdı, daha hocaları hayatta iken büyük ilim adamları arasında sayılır oldu. Develere yük teşkil edecek kadar pek büyük eserler yazdı. Bu sırada onun yazdığı eserler belki dörtbin defter, belki de daha fazla tutar. Cuma günlerinde seneler boyunca herhangi bir kitaba başvurmaya gerek görmeksizin yüce Allah’ın kitabını tefsir etti. Fışkıran bir zeka idi, pekçok hadis dinlemiştir. Kendilerinden ilim bellediği hocalarının sayısı ikiyüzü aşkındır. Tefsire dair bilgisi en ileri noktadadır. Hadis, hadis ravileri (Ricâli), hadisin sahih olup olmamasına dair bilgisine hiçbir kimse ulaşamaz. Fıkhı, nakli -dört mezheb imamının da ötesinde- ashab ve tabîin’in görüşleri eşsizdi. Mezheb ve fırkalara dair, usul ve kelâma dair bilgisine gelince, bu hususta onun seviyesinde bir kimse bilmiyorum. Dile dair geniş bir bilgisi vardı, Arapçası oldukça güçlü idi. Tarih ve siyere dair bilgisi şaşırtıcı idi. Kahramanlık, cihad ve atılganlığı ise nitelendirilemeyecek kadar, anlatılamayacak kadar ileri idi. Örnek gösterilecek derecede çok cömert idi. Yemekte ve içmekte az ile yetinir, zühd ve kanaat sahibi bir kimse idi."

3 - "Tabakatu'ş Şafîiyye el-Kübrâ" adlı eserin müellifi Tacu’d-Din’in babası Takıyu’d-Din es-Subkî -Allah’ın rahmeti üzerine olsun- şunları söylemektedir:

"Aklî ve şer’î ilimlerdeki geniş bilgisi, üstün kadri ve kaynayıp coşan denizi andıran hali ile ileri zekası, içtihadı ile bütün bu alanlarda anlatılamayacak ileri dereceye ulaşmıştı..." dedikten sonra şunları söylemektedir:

"Bana göre o bütün bunlardan daha büyük, daha üstündür. Bununla birlikte yüce Allah ona zühd, vera, dindarlık, hakka yardımcı olmak, hakkı yerine getirmek gibi özellikleri vermişti; bütün bunları da yalnızca Allah için yapardı. Bu hususta selef-i salihin izlediği yolu izlerdi. Bu konuda çok büyük bir pay sahibi idi. Bu dönemde hatta uzun dönemlerden beri onun benzeri görülmüş değildir."

4 - Muhammed b. Abdi’l-Berr eş-Şafîi es-Sübkî (v. 777)’de şunları söylemektedir:

"İbni Teymiyye’ye cahil bir kimse ile yanlış kanaat ve görüşlere sahib bir kimseden başkası buğzetmez. Cahil bir kimse ne söylediğini bilmez, yanlış kanaat sahibi kimseyi ise sahib olduğu yanlış kanaat onu bilip tanıdıktan sonra hakkı söylemekten alıkoyar."

5 - Hasımlarından birisi olan Kemalu’d-Din b. ez-Zemelkanî eş-Şafîi (v. 727) Şeyhu’l-İslam İbn Teymiyye hakkında şunları söylemektedir:

"Herhangi bir ilim dalına dair kendisine soru sorulacak olursa, onu gören ve onu dinleyen bir kimse, onun bu ilim dalından başka bir şey bilmediğini zanneder ve bu seviyede kimsenin o ilmi bilmediğine hükmederdi. Diğer mezheblere mensub fukaha onunla birlikte oturduklarında kendi mezhebleri ile ilgili olarak daha önceden bilmedikleri şeyleri ondan öğrenirlerdi. Herhangi bir kimse ile tartışıp da hasmı tarafından susturulduğu bilinmemektedir. İster şer’î ilimler olsun, ister başkaları olsun herhangi bir ilim hakkında söz söyledi mi mutlaka o ilim dalının uzmanlarından ve o ilmi bilmekle tanınanlardan üstün olduğu ortaya çıkardı. Beşyüz yıldan bu yana ondan daha ileri derecede hadis hıfzetmiş kimse görülmüş değildir."

6 - Mâlikî ve (sonraları) Şafîi mezhebine mensub İbn Dakîk el-Iyd (v. 702 h.) onun hakkında şöyle demektedir:

"İbn Teymiyye ile biraraya geldiğimde bütün ilimlerin onun gözü önünde bulunduğunu, bu ilimlerden istediğini alıp, istediğini bırakan bir kişi olduğunu gördüm."

7 - Aslen İşbilyeli, Dımaşk’lı (v. 738 h.) el-Birzâlî Ebu Muhammed el-Kasım b. Muhammed, İbn Teymiyye hakkında şunları söylemektedir:

"Hiçbir hususta arkasından yetişilemeyecek bir imamdı. İçtihad mertebesine ulaşmış ve müçtehidlerin şartları kendisinde toplanmıştı. Tefsirden söz etti mi aşırı derecedeki ezberleri dolayısıyla, güzel sunması ile herbir görüşe tercih zayıflık ve çürütmek gibi layık olduğu hükmü vermesiyle ve herbir ilme dalabildiğine dalması ile insanları hayrete düşürürdü. Huzurunda bulunanlar onun bu haline şaşırırlardı. Bununla birlikte o zühd, ibadet, yüce Allah’a yönelmek, dünya esbabından uzak kalıp, insanları yüce Allah’a davet etmeye de kendisini büsbütün vermiş bir kimse idi."

8 - Şafîi mezhebine mensub Dımaşk’lı ve Tehzibu’l-Kemâl adlı eserin sahibi Ebu Haccac el-Mizzî de (v. 742 h.) Şeyhu’l-İslam İbn Teymiyye hakkında şunları söylemektedir:

"Onun benzerini görmedim, kendisi de kendi benzerini görmüş değildir. Allah’ın kitabı ve Rasûlünün sünneti hakkında ondan daha bilgilisini, her ikisine ondan daha çok tabi olanı görmüş değilim."

Bir seferinde de şöyle demiştir:

"Dörtyüz yıldan bu yana onun benzeri görülmemiştir."

9 - Fethu’l-Barî adlı eserin müellifi İbn Hacer el-Askalânî (v. 852 h.) onun hakkında şunları söylemektedir:

"En hayret edilecek hususlardan birisi de şudur: Bu adam Rafızî, Hulûlcüler, İttihatçılar gibi bid’at ehline karşı bütün insanlar arasında en ileri derecede duran bir kimse idi. Bu husustaki eserleri pekçok ve ünlüdür. Onlara dair verdiği fetvaların sınırı yoktur."

Yine onun hakkında şunları söylemektedir:

"Şeyhu’l-İslam Takıyu’d-Din’in, kanaatlerini kabul edenin de, etmeyenin de çokça istifade ettiği ve herbir yana dağılmış eserlerin müellifi ünlü öğrencisi Şemsuddin İbn Kayyim el-Cevziyye dışında eğer, hiçbir eseri bulunmasaydı dahi, bu bile İbn Teymiyye’nin ne kadar yüksek bir konuma sahib olduğunu en ileri derecede ortaya koyardı. Durum böyle iken bir de gerek akli, gerek nakli ilimlerde Hanbeli mezhebine mensup ilim adamları şöyle dursun, çağdaşı olan Şafîi ve diğer mezheblere mensup en ilerideki önder ilim adamları akli ve nakli ilimlerde oldukça ileri ve benzersiz olduğuna da tanıklık etmişlerdir."

10 - "Umdetu’l-Karî Şerhu Sahihi’l-Buharî" adlı eserin müellifi Halefî Bedru’d-Din el-Aynî (v. 855 h.) Şeyhu’l-İslam hakkında şunları söylemektedir:

"O, faziletli, maharetli, takvâlı, tertemiz, vera’ sahibi, hadis ve tefsir ilimlerinin süvarisi, fıkıh ve hadis usulü ve fıkıh usulü ilimlerinde gerek anlatımı ve gerek yazımı itibariyle ileri derecede idi. Bid’atçilere karşı çekilmiş yalın kılıçtı. Dinin emirlerini uygulayan büyük ilim adamı, marufu çokça emreden, münkerden çokça alıkoyandı. Son derece gayretli, kahraman ve korku ve dehşete düşüren yerlerde atılgan, çokça zikreden, oruç tutan, namaz kılan, ibadet eden bir kimse idi. Geçiminde kanaatkarlığı seçmiş, fazlasını istemeyen bir kimse idi. Oldukça güzel ve üstün şekilde sözlerine bağlı kalır, çok güzel ve değerli işleriyle vaktini değerlendirirdi. Bununla birlikte aşağılık dünyalıktan da uzak kalırdı. Meşhur, kabul görmüş ve tenkid edilebilecek bir kusuru bulunmayan, nihaî sözü kestirip atan fetvaları vardır."

Onun şan ve şerefine dil uzatan kimselere karşı savunarak ve bu gibi kimseleri yeren bir üslubla da şunları söylemektedir:

"Ona dil uzatan kimse ancak gülleri koklamakla birlikte hemen ölen pislik böceği gibidir. Gözünün zayıflığı dolayısıyla ışık parıltısından rahatsız olan yarasaya benzer. Ona dil uzatanların tenkid edebilme özellikleri de yoktur, ışık saçıcı, dikkate değer düşünceleri de yoktur. Bunlar önemsiz şahsiyetlerdir. Bunlar arasından onu tekfir edenlerin ise ilim adamı olarak kimlikleri belirsizdir, adları, sanları yoktur.

En yaygın bilinen hususlardan birisi de şeyh, imam, büyük ilim adamı Takıyu’d-Din İbn Teymiyye’nin en faziletli ve üstün şahsiyetlerden, eşsiz ve pek kapsamlı belge ve delillerden birisi olduğudur. Onun sahib olduğu edep ve terbiye, ruhları besleyen bir ziyafeti andırırdı. Onun seçkin sözleri adeta duyguları harekete getiren hoş bir içkiyi andırırdı. Oldukça ileri derecede düşünürlerin olgun meyveleri gibi idi. Onun bu alandaki tabiatı çiğlikten ve çirkinlikten son derece uzaktı. Üzerleri örtülü pekçok hususun örtüsünü açan kişi idi ve böylelikle kapalılıkları gideren zındıkların, inkârcıların dine dil uzatmalarına karşı dinin savunucusu, peygamberlerin efendisinden gelen rivayetleri ilmi tenkide tabi tutan ashab ve tabîinden gelen rivayetleri de tenkid süzgeçinden geçiren bir şahsiyet idi." "er-Râddu’l-Vâfir”


Ona Yapılan İftiralar


Şeyhu’l-İslam İbn Teymiyye’ye çağdaşı, mutasavvıf, kelamcı ve bid’atçi düşmanlarından çokça iftiralarda bulunulduğu gibi, çağından sonra günümüze kadar da (bu durum)devam etmiştir. Ancak bu iftiralar arasında en şaşırtıcı olup hasım bid’atçilerin dayanak kabul ettikleri iftira ise gezgin İbn Batuta’nın, "Rihletu İbn Batuta (İbn Batuta Seyehatnamesi)" diye tanınıp meşhur olmuş "Tuhfetu’l-Enzar..." adını taşıyan eserinde -Allah’tan layıkı ile muamele görmesini dileriz- söylediği şu sözlerdir:

"726 yılı muazzam ramazan ayı 9’una tesadüf eden perşembe günü Şam’ın Dımaşk şehrine vardım... Dımaşk’ta Hanbeli fukahasının büyüklerinden Şam’ın büyüğü ve çeşitli ilim dalları hakkında söz söyleyen Takıyu’d-Din İbn Teymiyye vardı. Ancak aklı pek yerinde değildi. Dımaşk’lılar onu çokça ta’zim eder, o da minbere çıkıp, onlara vaazlar verirdi..." diye sözlerini sürdürür ve daha sonra şunları söyler:

"Caminin minberinde insanlara vaaz ederken cuma gününde huzurunda bulundum. Onlara öğüt veriyordu, söylediği sözler arasında şu da vardı:

Allah dünya semasına benim şu inişim gibi iner, dedi ve minberin basamaklarından bir basamak indi. İbnu’z-Zehra diye bilinen Malikî mezhebine mensup bir fakih ona karşı çıktı ve onun söylediği bu sözü reddetti. Fakat herkes bu fakihe karşı çıktı, elleriyle, ayakkabılarıyla onu alabildiğine vurdular ve nihayet sarığı da düştü..." Ve daha başka yalan ve iftiraları bunların akabinde sıralamaya devam etmektedir. (bk. er-Rıhle, I, 102, 109, 110, Tahkik: Dr. Ali el-Muntasır el-Kettanî, Müessesetu'r-Risale baskısı. )

İbn Batuta’nın sözleri bunlar, iftirası bu. Bundan dolayı Şeyh Ahmed b. İbrahim b. İsa "el-Kasidetu’l-Nüniyye" (Bk. Şerhu'l-Kasidetü'n-Nüniyye,1, 497. ye yazdığı şerhinde şu sözleri söylemektedir:

"Böyle bir yalandan Allah’a sığınırız. Bu yalanı söyleyen Allah’tan korkmaz, bu iftirada bulunan utanmaz mı?

Nitekim hadis-i şerif’te: "Eğer utanmazsan dilediğini yapabilirsin" diye buyurulmuştur. (Sahihtir. Buharî, Edeb Babu iza lem testehi... da rivayet etmiştir. Fethu'l-Barî, X, 523. Hadisin baştarafları da şöyledir: "Nubuvvet kelâmından insanlara erişenlerden birisi de şudur...")

Bu yalan o kadar açıktır ki ayrıca bunu uzun boylu reddetmeye gerek yoktur. Bu iftiracı ve yalancıya karşı Allah yeter. Çünkü bu şahıs Dımaşk’a 726 yılı 9 Ramazan tarihinde girdiğini söylemekte. Şeyhu’l-İslam İbn Teymiyye ise o sırada el-Kal’a’da hapsedilmiş bulunmakta idi. Nitekim onun öğrencisi Hafız Muhammed b. Ahmed b. Abdu’l-Hadi "Tabakatu’l-Hanâbile" adlı eserinde ile Hafız Ebu’l-Ferac Abdu’r-Rahman b. Ahmed b. Receb'in belirttikleri gibi güvenilir ilim adamları bunu böylece zikretmişlerdir. Hafız Ebu’l-Ferac sözü geçen "Tabakat"ında İbn Teymiyye’nin biyografisini yazarken şunları söylemektedir:

"Şeyh (İbn Teymiyye) 726 yılı, Şa’ban ayından, Zü’lkade’nin 28. gününe kadar el-Kal’a’da (hapis) kaldı." (Bk. ez-Zeyl alâ Tabakati'l-Hanâbile, II, 405.)

İbn Abdi’l-Hadî ayrıca onun oraya altı Şa’ban’da girdiğini de ekler. (Bk. İbn Abdi'l-Hadî, el-Ukudu'd-Dürriyye, s. 218.)

Şimdi bu iftiraya bir bakalım. Bu şahıs onun huzurunda bulunduğundan ve bu sırada minberde insanlara vaz-u nasihatte bulunduğundan sözetmektedir. Bunun gerçekle ilgisini bir bilebilseydik! Acaba caminin minberi Dımaşk Kal’asının içlerine mi intikal etti?

Halbuki İbn Teymiyye belirtilen tarihte sözü edilen kaleye girdiğinde ancak naşı üzerinde dışarı çıkmıştı. Hafız İmadu’d-Din İbn Kesir "Tarihinde bunu böylece kaydetmektedir. (Bk. el-Bidaye, XIV, 123.)

İbn Kesir'in el-Birzalî'den naklen zikrettiğine göre İbn Teymiyye'nin ikindi sonrası 16 Şaban Pazartesi günü girdiği şeklindedir. Durum ne olursa olsun, bu Mağrib'li yalancının Şam'a girişinden önce onun hapse girdiği muhakkaktır. O ise 9 Ramazan'da Şam'a girmiştir. el-Birzalî ile İbn Kesir'in ondan naklen zikrettiğine göre İbn Teymiyye'nin Kal'a hapsine girişi ile İbn Batuta'nın Dımaşk'a girişi arasında yirmiüç gün, İbn Abdu'l-Hadî'nin zikrettiğine göre ise ikisinin girişi arasında otuzüçgünlük bir fark vardır.)

Böylelikle bu hususta yapılacak açıklamalar nihaî maksadına ulaşmış bulunuyor.

İbn Batuta’nın çokça yalan söylediğinin delillerinden birisi de onun bu seyahatnamesinde naklettiği çok acaib hikâyeleridir. O kadar ki İbn Haldun bu seyahatnameden bir miktar nakillerde bulunduktan sonra şunları söylemektedir:

"...Onun anlattığı şeylerin çoğunluğu Hint ülkesinin hükümdarı ile ilgili olup onu dinleyenlerin çokça garib karşılayacağı halleri ile ilgili anlattıklarıdır... Nihayet o bu kabilden hikayeler anlattı, bu sefer insanlar kendi aralarında onun yalancı olduğunu söylemeye koyuldular. O günlerde Sultan Faris b. Vardar’ın veziri ile karşılaştım. Bu hususta onunla konuştum ve ben bu adamın insanlar tarafından yaygın bir şekilde yalanlanmış olması dolayısıyla vermiş olduğu haberleri kabul etmediğini gördüm." (İbn Haldun, Mukaddime, II, 565, Tahkik: Ali Abdu'l-Vahid Vafi)

O halde İbn Haldun rivayet ettiği haberlerin çokça garib oluşları sebebiyle İbn Batuta’nın doğruluğunda şüphe etmektedir. İbn Teymiyye’ye dair naklettiği rivayetten daha garibi de yoktur.

Diğer taraftan İbn Batuta’nın Hindistan’ı ziyareti esnasında naklettiği garib hadiselerden birisi de şu sözleriyle anlattıklarıdır:

"Nihayet Beşay dağına vardık, orada salih Şeyh Ata Evliya'nın zaviyesi de vardır. "Ata" türkçede baba demektir, "evliya"da Arapça bir kelimedir. Anlamı evliyaların babası demek olur. Aynı şekilde ona "si sad sale" de denilir. Farsça’da "si sad" üçyüz "sale" de yıl anlamındadır. Onların belirttiklerine göre o üçyüzelli yaşında imiş. Onlar bu kişi hakkında güzel inançlara sahibtirler..."

Daha sonra şunları söyleyinceye kadar sözlerini sürdürür:

"Yanına girdik, ona selam verdim, boynuma sarıldı. Cismi nemli idi, ondan daha yumuşak bir cisim görmedim. Onu gören kişi ise elli yaşında olduğunu zanneder. Bana naklettiğine göre herbir yüz yaşında saçları ve dişleri (yeniden) çıkar..." (Rihle, 1, 466.)

Bu seyahatnamede ne kadar uydurma, yalan ve iftira bulunduğunu ancak Allah bilir.

Allah, İbn Teymiyye’ye geniş geniş rahmetini ihsan etsin, zalimlerin tuzakları ise mutlaka boşa çıkar.

Mihneti ve Vefatı


İbn Teymiyye’nin hasımları onun birçok mihnetlere düşmesine sebeb teşkil etmişlerdir ki; bunlar fetvalarına ve görüşlerine muhalefet etmesi kendilerine çokça ağır gelen fukaha, mutasavvıf ve kelamcılar arasındandır.

Defalarca hapse atıldı. Bunlardan birisi de 26 Ramazan cuma gününe tesadüf eden 705 h. yılındadır. Bayram gecesi el-Cub'de bir başka yere nakledildi ve tam bir yıl orada mahpus kaldı. Daha sonra 23 Rebiulevvel 707 hicri yılında hapisten çıktı.

Arkasından bir başka sefer sufilerden birisinin davası dolayısıyla bir daha hapse atıldı ve ramazan bayramı günü 709 yılında çıktı. 726 yılında bir defa daha mihnete uğradı, fetva vermesi yasaklandı ve tutuklandı. Bu da 10 Şaban Cuma gününe tesadüf ediyordu. İki yıl ve birkaç ay hapiste kaldı. Pazartesi gecesi de 20 Zülkade 728 yılında vefat etti. Cenazesine gelenlerin haddi hesabı yoktu.

İmam Ahmed’in şu sözlerine canlı bir örnekti.

"Bid’at ehline deyiniz ki: Bizim ve sizin aranızda fark cenazelerde bulunmalar olsun."

İşte bu şekilde davet, cihad, ders vermek, fetva, te’lif, tartışma, selef’in metodunu savunmakla dopdolu bir hayattan sonra vefat etti. Ne evlendi, ne cariye edindi, ne de geriye mal mülk bıraktı.

Yüce Allah ona bol bol rahmetini ihsan etsin, cennetin geniş yerleri makamı olsun. Bize, İslam’a ve müslümanlara yaptığı hizmetlerin karşılığında Allah onu en hayırlı şekilde mükâfatlandırsın.

Biyografisinin Bulunabileceği Yerler

(Burada zikrettiklerimiz, biyografisinin bulunduğu en önemli yerlerdir. Bunları Şeyhu'l-İslam'ın biyografisini inceleme işini ilim talebelerine teşvik olsun ve bu hususta onlara kolaylık olsun diye kaydettim.)

a- Genel Kaynaklar:

1- İbn Kesir, el-Bidaâye ve’n-Nihâye (XIV, 4, 7-23, 36-39, 44, 48, 53-55, 67, 97, 123, 135-140, 143)

2- İbn Hacer, ed-Duraru’l-Kâmine, 1, 144

3- eş-Şevkanî, el-Bedru’t-Talî’, 1, 63

4- ez-Zehebî, Tezkiratu’l-Huffâz, IV, 1496

5- İbn Receb, ez-Zeylu alâ Tabakati’l-Hanabile, II, 387

6- Tabakatu’l-Müfessirîn, 1, 45.

7- Suyutî, Tabakatu’l-Huffâz, 520

8- el-Kütübî, Fevâtu’l-Vefeyât, I, 74

9- es-Seh'avî, el-I’lânu bi’t-Tevbih limen Zemme’t-Tarih, Tahkik Rovental, Kontrol Salih el-Ali, s. 111, 136, 137, 294, 307, 352.

10- Sıddiyk Hasen Han, et-Tacu’l-Mükellel, s. 420, 431.



b- Özel Kitablar:

Eskiden de, günümüzde de onun için özel biyografiler de yazılmıştır. Bunların en önemlileri:

1- İbn Nasıru’d-Din ed-Dımaşkî, er-Reddu’l-Vâfir.

2- İbn Abdi’l-Hadî, el-Ukud'u-l Durriyye fi Menakibi İbn Teymiyye.

3- Mer’î el-Keramî, el-Kevakihlu’d-Durriyye fi Menakibi İbn Teymiyye.

4- Mer’î el-Keramî, eş-Şehâdetu'z - Zekiyye fi Senai’l-Eimmeti ale'bni Teymiyye.

5- el-İstanbulî, İbn Teymiyye Batalu’l-İslahi’d-Dinî.

6- Selim el-Hilalî, İbn Teymiyye el-Müfterâ aleyh.

7- Muhammed Ebu Zehra, İbn Teymiyye Hayatuhu ve Asruhu.

8- Ebu’l-Hasen en-Nedvî, Ricalu’l-Fikr adlı dizinin İbn Teymiyye’nin biyografisine ait bölümü.

9- Abdu’r-Rahman Abdu’l-Halik, Lemahatun min Hayati İbn Teymiyye.

10- el-Fevezan, Min Alami’l-Müceddidin: Şeyhu’l-İslam İbn Teymiyye.

11- eş-Şeybanî, Evraku’n-Mecmuatun min Hayati Şeyhi’l-İslam İbn Teymiyye.


Muhammed Halil Herrâs
(Ubeyde_Süfyan_i_Sevri)

 
Üst Ana Sayfa Alt