Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Türkiye Islam Gençliğinin Kafa Karişikliği Ve Kaybettiğimiz Dilimiz

Muhammed Yusuf Çevrimdışı

Muhammed Yusuf

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Bir aya yakındır Suriye’den gelen misafirlerimiz ve bu münasebetle Konya ve Bursa’daki programlarımızdan sonra, Trabzon ve Erzurum’daki konuşmalarım sebebiyle uzun zamandır kardeşlerden uzak kaldığımın farkındayım.


Bundan öncesi geçirdiğim üç haftalık rahatsızlığımı da buna eklerseniz, bu zaman zarfında neden bir şeyler yazmadığımı anlarsınız sanırım.


Trabzon’da “Nebevî Sünnet’in Vahiyle Temellendirilmesi” adıyla bir konferansımız oldu. (01 Mart 2013 Cuma) Üniversiteli kardeşlerimizin düzenlediği bu konuşma umduğumdan daha bereketli bir muhteva ile tamamlandı. Yaklaşık iki saat süren konferanstan sonra, katılımcılardan gençlerle ve bazı dinleyicilerle yaptığımızı küçük bir söyleşide Türkiye’nin durumu, Suriye ve Mısır ve Tunus üzerine kısa sohbetimiz oldu.


Ertesi gün Eynesil’de Furkan –Der’in davet ettiği Şükrü Hüseyinoğlu’nun Kur’an Kıssaları” üzerine bir konuşmasını dinledik konuşma anlamlı ve öğretici idi. Konuşmadan sonra Hüseyinoğlu ile tanışma fırsatı bulduk. Konuşmacının yola devam etmesi gerektiğinden bizden izin aldılar ve ayrıldılar.


Ardından bu dernekten olan iki kardeşin nikâhları kıyıldı. Nikâhtan sonra peyce tartışmalı ve canlı bir sohbet oldu. Sohbette; Suriye, İran, Hizbullah ve ABD, İsrail ile diğer batılı devletlerin bu oyundaki yerlerini konuştuk.


Kendileriyle konuştuğum bazı insanlar ciddi bir kafa karışıklığı içindeydiler. Zira bölgemizde olanların sanki değerlendirilmesinin tek sağlıklı yolunun; Hizbullah’tan yana olmak ya da İran’ın İsrail ve ABD düşmanlığı kriter alınarak ifade edilir olmasıydı. Hakeza diğer bir kısım insanlar da bunu sadece Şia ve Sünnet akidesi müntesiplerinin bir savaşı olarak görüyor. Hâlbuki Suriye’deki savaş, ABD ve İsrail’de önce İran ve Rusya’nın bizimle savaşıdır.


Türkiye’de çok az bir kesimin dışında gençlerimiz ve hatta yaşları kırkı aşmış olan bir çok insan medya üzerinden bize ulaşan ve bazen de bizlerin sebep olduğu ve İslami hareket adına yaptığımız ütopik ve hayali bir mücadele veya savaşın Anadolu’daki yansımalarının dünyada olan gerçeklerden ve izlediğimiz ve adları uğruna birbirimizi suçladığımız ve birbirimize gazap besleyip kinlendiğimiz cemaatler ve örgütlerin hakikatını bilmekten fersah fersah uzakta olduğumuz bizim tanıdığımız bu örgütleri ve İslamî yapılanmaları hiç de gerçek yüzleriyle tanımadığımız hakikatıyla; her zaman olduğu gibi bir kez daha Trabzon’da ve gittiğim diğer yerlerde karşılaştığımı söylemekten büyük bir üzüntü duyduğumu ifade edeyim.


Özellikle Eynesil’de duyduklarım insanların samimi duyguları ve ümidlerinin bir ifadesi olmasına rağmen, ne İran’ı, ne İran’ın akidesini ve ne de Hizbullah denen örgütün gerçek kimliği ve sahip olduğu akide hakkında bir bilgileri vardı. Birçok hususta birlikte olduğumuzu gördüğüm bazı insanların tıpkı bana ve Suriye’li misafirlere Suriye ile ilgili olarak; “neden daha önce Suriye’de bir şey yokken iki yıldan bu yana devam eden kanlı olaylar oldu?” Bursa’da da ve Eynesil’de de aynı sorunun sorulması çok ilginçti. Bu konferanslarda kimse bize niçin İran’ı tanıyamadığımızı ve niçin Hizbullah’ın Ortadoğu’da İran ve Hafız Esed sonrası Suriye’de ve Lübnan’da oynadığı rolün Şia akidesi ve Şia tarihiyle bir ilgisi olup olmadığını sormazken, nedense hepsi ağız birliği etmişçesine “neden iki yıl önce” de daha önce değil?


Bu soruyu soranlar tarihimizi ve akidemizi yanlış bildikleri için Suriye’deki olayları iki yıldan önce de başlasaydı, buna yine bir kılıf bulacaklar ve bu sefer de ABD ve yandaşları Irak’ı ve Afganistan’ı işgal etmişken şimdi ayaklanmanın sırası mı diyeceklerdi. Ama bu insanlar hiçbir zaman Suriye ordusunun neden 30 yıl Lübnan’ı işgal atında tuttuğu ve kimin için Lübnan’da (Maronileri korumak için) olduğunu hiç sormuyorlar! Bu sorular aslında Şia tezgâhında hazırlanmış ve Türkiye’de Hizbullah yanlıları ve İran lobisi tarafından gündeme getirilmektedir. Bir bakıma da öğretici olmaktadır.


Gördüğüm gençler içinde Hizbullah’ı savundukları halde ve İran’a toz kondurmayan bazı kimseler arasında; Hadis ve Sünnet hususunda modern ve oryantalist şüphelere müntesip olanların da olmasıydı. Mesela birçok yerde hadisleri Kur’an’a arzetmekten söz ettiği halde, İranı ve Hizbullahı savunanlarla karşılaştım. Çok ilginçtir İsrailiyyata karşı çıkanlar; Hizbullah’ın yanında yer aldıkları halde, İsrailoğulları’nın en çok düşman oldukları Rasûlullah(s.a.v)’ın Sünneti ve Hadisi konusunda da bir kafa karışıklığı yaşıyorlardı. Politika da Suriye savaşında İsrail’e düşman bir tavır sergileyen Hadis kuşkucuları ve kimi de hadis inkârcıları diyebileceğimiz bazı insanların, Yahudilerin en çok düşman oldukları bir insanın (ALLAH’ın Rasulü) Sünneti ve Hadisi konusunda Yahudilerin yüreklerini serinleten bir anlayışa sahip olmasıydı.


Gördüm ki; Türkiye’de taşrada yaşayanlar; haberlerde gündem olan ve afişlere yansıyan ve sermayesi olan hareketlerin ve eylemlerin kurbanı olmuşlar ve çevremizde olanları sadece İsrail’e ve ABD’ye havale ederek anlamaya ve bunun tarihi sonuçlarını konuşmaya hazırlar.


İran, Suriye ve Hizbullah konusunda eleştirel yaklaşımlarımıza; peki sizin çözümünüz ne diye hazır soruları yöneltmekte bu insanların bazısı hiç gecikmiyordu. Sanki şimdi yapılan bir çözümdü?


İslam devleti ve İslam şeriatı’nın Müslüman beldelerde uygulanmasını isteyen kimseler olarak karşımıza çıkan bu insanlar;Hizbullah ve İran söz konusu olduğunda ağız değiştiriyorlar ve hemen İsraili gündeme getiriyorlar. Hâlbuki İsrail, ABD’nin Irak’ın işgalinde de Irak’ta da vardı. Siyonizm ve ABD, Afganistan ve Irak işgalinde el ele çalışmıyor muydu? ABD Irak’ı işgal ederken, Türkiyeli bu İslamcılardan ses çıkmıyordu. Dün Irak’ta ABD ile omuz omuza Sünnet Ehli Müslümanlarla savaşanlar bu gün nasıl oluyor da birden bire İsrail ve ABD düşmanı kesiliyorlar bunu insanın aklı almıyor?


Hadis meselesinde Müsteşrikler gibi, Sahabe meselesinde sahabenin adaletini zayıflatmak için Şia’nın yanında yer alanlar ve adaletten söz edenler, sahabeye layık görmedikleri adaleti -bugün sahabeyi adil görmeyenler aslında Şia gibi düşünüyorlar, ama henüz bunu açıklayacak kadar cesareti kendilerinde bulamıyorlar- İran’da, Nusayrilerde ve Hizbullah ‘da görüyorlar. Yani onlara göre sahabe adil değildi. Fakat Suriye’deki katliama DİN savaşı gibi yaklaşan İran’ı ve Hizbullah ı adaletin timsali görüyorlar.


Sahabe adil değildi..Kırk yıldır ırzları, canları ve özgürlükleri Nusayrilerin elinde rehin olan Müslümanların başlarını kaldırıp Müslüman kardeşlerinden yardım bekledikleri bir zamanda, kaderi inkâr eden kafirlerin ve Sünneti reddeden mülhidlerin her yerden başkaldırması; düşüşünden önce Bizans’şlı Din adamlarının meleklerin cinsiyetini tartıştıkları zamanı hatırlatıyor insan bugün bizim zındıklarımız da melekleri, cenneti ve cehennemi tartışır oldular.


Suriye konusundan kalemimiz ve yüreğimiz kan damlayarak yazdığımız yazılara neden şimdi diyenler; geçmişte olanlara da kör oldukları için bizim i Hama katliamlarına nasıl baktığımızı ve o zamanda neler söyleyip yaptıklarımızı nereden bilsinlerdi? Şimdi ise, bu hadis inkarcıları ve sahabe düşmanı münafıklar kalkmışlar, Suriye’yi daha da kana bulayan Nusayrilerin, İran’ın, Hizbullah’ın ve Rusya’nın uşaklılığını yapıyorlar.


Dinlerinin haysiyetini yitirmiş bir çok genç, salt İsrail ve Siyonizm düşmanlığı üzerinden aldatıldılar.Ama Rasûlullah(s.a.v)’ın ashabına ve O’nun Sünnetine Siyonistlerden daha büyük bir düşmanlık ile yaklaşıyorlar ve onların yapamadığı tahribatı yapıyorlar.


Gelecek yıllarımız; kan ve ölüm taşıyor bizlere ama biz bunun farkında değiliz.


Türkiye’deki İslami gençlik tarihini bilmiyor ve akidesine yabancılaştırılmıştır. Namazın fıkhını bilmeyen gençler, İran ve Hizbullah uzmanı olmuşlar. Parti Bürolarında bir tek Kur’an olmayan partiler kendilerine oy vermediğimiz ve Nusayrilerin yanında olmadığımız için bizi hain görebiliyorlar. ALLAH’ın kitabını omuzlarının ardına atmış olanlar, bize Siyonizm edebiyatıyla tabiri yerindeyse ders vermeye kalkışıyorlar.


Bu Partileri izleyen gençler; bizi ALLAH’ın indirmediği yasalarla yönetmeye davet eden bu partiler acaba neden ALLAH’ın kitabına sırt çevirmişler diye kendilerine soramıyorlar.


Söylemlerinde Millici ve İslamcı görünen bu partiler; tam bir Bâtınilik sergileyerek apaçık ve sırıtan sahte bir takiyye ile rejimin içine sızmak ve güya rejimi İslamileştirmek istiyorlar. Gördük, rejimin sizi ne kadar Batılılaştırdığını ve daha da Batınî olan düşünce ve rejimlere nasıl yaklaştırdığını!


Türkiye’de İslamcı olduklarını söyleyen laik ve demokrat partiler bile, İslam’dan ve adaletten söz edebiliyorlar. Özellikle Saadet Partisi’nin Suriye meselesinde nasıl Nusayrilerin yanında olduğunu ve İran’ın hatırına nasıl sessiz kaldığına da şahid olduk. Bunlar yeri geldiğinde Osmalı’nın torunları olduklarından dem vururlar ve İstanbul’un göstermelik ve maskaralık olan fetih törenlerini kutlarlar. Peki, sizin ceddiniz Osmanlı; acaba tarihte neden Şah İsmail’in ve Safevîlerin defalarca yıkıp geçtiği halde neden bir kez olsun Bağdad’ın fethini kutlamıyorsunuz ki? İlla kutlayın demiyoruz ama açın tarihinizi bir okuyun ve kim olduğunuzu yeniden keşfedin. Bugün Suriye meselesinde yanında durduğunuz akidenin sahipleri ve onlara yardım edenler; sizin akidenizin ve tarihinizin en büyük düşmanları. Erbakan bu yolda yanlış adım attı diye,siz de ona uayarak bu ümmeti aldatamazsınız.


Şu anda Suriye’de yüzbinleri katleden ABD ve İsrail değil.. Nusayriler İran ve Hizbullah.. Bu gerçeği görmemek diye bir iddiayı tamamen reddediyorum. Bu olayları görenler gerçeğin tamamını olmasa da büyük bir kısmını biliyorlar. Fakat Bâtınilik akidesinin etkisiyle; Türkiye’den bakıp neden Ehl-i Sünnet geçinip Nusayriler ve Şia gibi düşündüğümüzü izah etmek mümkün değil. Bunu en iyi izah edecek olan M. S. Ramazan el-Buti gibi bir akideye mensup olunmadan Suriye gerçeklerine bu kadar kör bakmanın imkânı olduğunu sanmıyorum.


Türkiye’deki ilim adamları ve İslamî yapılar; önderlerinin konumlarının gerçekten sahih bir Kur’an ve Sünnet akidesi üzere olup olmağına bakmak ve bunu yeniden sorgulamak zorundadırlar. Çünkü Türkiye’de ve çevremizde cereyan eden bunca olaylara rağmen, geçmişten gelen bir liberalleşme hastalığının kurbanı olmamız sebebiyle, İslamî olan bir dili geliştiremedik. Bu meseleyi sadece bu fakir değil birçok kimse dile getiriyor. Peki, bu İslamî dil neymiş nasıl oluşturulmuş, Kur’an’a ve Sünnet’e dayanan bir akide ile dil asla birbirinden ayrılmaz. Ancak bugün Kur’an ile Sünneti birbirinden ayıranlar; Türkiye’de bir özgürlük mücadelesi verdiklerini söyleye söyleye kulaklarımızı sağır ettiler. Fakat kullandıkları Dil; ne Kur’an’la, ne de Sünnet’le barışık ve ne de ondan ilham ve ahkâm alıyor.


İslamî dil demek; fıkhın, hadisin ve akidenin diliyle konuşmaktır. İslamî dil demek, İslamî hüküm ve yaklaşım demektir. Batılı bir zihniyet ve Sünnet’e düşman laik bir duruş, liberal ve demokratik bir yapı içinde İslamî bir dil olamaz.


Taassup sahibi bir fıkıhçı ve hadisçi de islamî bir dili geliştiremez. Dil’den maksad; akidenin, amelin, duruşun ve hüküm vermenin İslamî olmasıdır.. Mesela Ğannuşi’’ye Maosnluk ,yani riddet ödülü verildiği halde Tunus’a gidenlerden bu konuda doyurucu bir kelime çıkmadı. Bunlar siyasi İslamcılardır. İslamı da ancak siyasi olarak dillendirmek davaları olduğundan; ne yazık ki Kur’an’a iman ettiklerini söyledikleri halde Kur’an’ın bu konuda neler dediğini söylemediler. Bunu Tunus’ta söylemeyemediniz hiç olmazsa burada da söyleyin..!


İslamî bir “Dil” radikalizm olarak algılanıyor. İslami bir “Dil” mezhepçilik olarak algılanıyor ya da algılansın isteniyor. Halbuki Şia ile Ehli-Sünnet arasında mesele mezhep meselesinin de üzerindedir.


Türkiye İslamî dili olmayan ürkeklerle doldu. İslamî dil meselesinin fıkhının ve akidesinin tesbit edilmeden dillendirildiğini iyi bilmeliyiz.Akide ve Kur’an ilminden nasibi olmayan birçok akademisyen İslam’ın dilinden söz ede dursun. Hareketleri duruşu ve daveti İslamileşemeyen bir kimsenin ve kitlenin islamî dil iddiası sadece kuru bir gürültüden ibarettir.


İslamî bir dilimiz olsaydı ,bu bugün Suriye’ye bu dilin fıkhıyla bakmamızı sağlayacaktı. Eğer bu dile sahip olsa idik, Suriye’de Batılı güçlerin Müslümanların cesedleri üzerine Batılı emperyalist bir demokrasiye giden inşa etmesine izin vermeyecektik. İslam’ın kendisi söz konusu olacaktı. Suriye’de İslam ve demokrasi meselesinin gündeme gelmesi bizim olmadığımızdandır. Biz olsa idik, bizim bir irademiz ve dilimiz olsa idi, bu böyle olmayacaktı. Nusayri ve Batıcılar; bugün Suriye’de -daha önce de yazmıştım- Müslümanların kanlarıyla iktidarlarını kurmaya çalışıyorlar.


Gördüğümü söylüyorum: Türkiye İslami gençliği; siyasilerin basiretsizliği ve Kur’an ilminden yoksunluğu ve bu ilmi politikada hayata geçirememelerinin imkânsızlığı sebebiyle geliştirdikleri dil takiyye ve Batıniliğin kurbanı olmaktadır.


Türkiye’de İslamî gençliğin ve dilinin ne kadar batınileştirildiğini en iyi Suriye savaşında gördük.


“Vahdet” adına İran’ın otuz yıldan fazladır sürdürdüğü, derin diploması ve propaganda meyvesini vermiş durumda. Ansızın, Nusayriler ile Nusayrilerin yıllardır zulmettikleri ve halkın çoğunluğunu temsil eden Ehl-i Sünnet mazlum Müslümanlar kardeş oldular!?. Kardeşliğin nelere tercüme edilebildiğini biz ancak bu takiyye ve Batınî dilden öğrendik.


“Vahdet” meselesi, gençlerimiz için çok etkileyici ve büyüleyici idi. Ama ne ile vahdet ve ne için ve kiminle vahdet? Ebu Bekr ile Ömer düşmanlığını din haline getirmiş olanların bizimle vahdetinden söz edecektik. Acaba bunlar beşyüz yıl önce neden aynı yalana başvuramıyorlardı? Yüz yıl önce neden aynı kardeşlikten söz edemiyorlardı? Fakat ne ilginçtir, Suriye’de Müslümanların namusları kirletilirken, hâlâ İsrail düşmanlığıyla kafalar bulandırılıyor. Ben de onlara soruyorum; Peki bundan iki yıl önce neden Colan tepelerinin kurtarılmasının Suriyeliler için bir namus ve vahdet meselesi olduğundan söz etmiyordunuz? İki yıl önce, İsrail orada değil miydi? İki yıl önce Nusayri rejimi ayakta iken, İsrail Irak’ta değil miydi? ABD Irak’ta değil miydi?


Kimileri de utanmadan ve ALLAH’tan korkmadan Suriye’de Müslümanların özgürleşmesi için yazdıklarımıza; ABD’den ve İsrail’den bir kılıf bulmaya çalışırken, kendileri Türkiye’de demokrasinin kurbanı oldular ve demokrasinin oyununa geldiler.


Suriye savaşında ebetteki Rusya ne kadar aktif bir aktör ise, ABD de o kadar aktif bir siyasi aktördür Fakat Irak’ın işgali zamanında İran’ın ve Irak’ın ABD ile olan anlaşmaklarından kimse söz etmiyor. O gün İran’ı ve Şia’yı hain ilan edemeyenler bugün hemen Suriye’deki Müslümanları ABD ve İsrail ajanları ilan ediyorlar. Hatta laftan İslamcı bir Partinin genel Başkanı Suriye’de on bin İsrail ve ABD ajanının fitne çıkardığından söz etmiş. Beşşar bu kadar ajanın Suriye’de olduğunu bilmiyor muydu acaba? Beşşar denen katil, İran’ın Irak’ı işgalinde nasıl ABD ile ittifak ettiğini bilmiyor muydu? Şimdi Suriye’de direnişin yanında duranları hain diye suçlamak çok kolay ama, Irak’ın ABD tarafından işgali için milyarlarca dolar alan kutsal (!) Ayetullahlardan ve onların hiyanetinden söz eden yok.


Suriye’de İsrail düşmanlığından söz edenler bilsinler ki; onlar İsraille değil Müslümanlarla ve Suriye halkıyla savaşıyorlar. Bu Suriye lokması aldatılmış ”Türkler”e çok tatlı geldi bu zokayı İslamcı olduğunu söyleyip de yemeyen kalmadı adeta. Türk Müslüman, Kur’an ve Rasul’e iman ediyor ama İran ve Beşşar’ı savunuyor. Kim olduklarını saklamak isteyenler, ABD ve İsrail düşmanlığı simidine sarılıyorlar.


Tıpkı Irak’taki direnişi kırmak ve gölgede bırakmak için Nasrullah’ın bile sonradan pişman olduğu iki İsrailli askeri kaçırma sebebiyle İsrail’in yaptığı yıkımdan pişman olmasına rağmen, zafer ilan ettikleri taktik ve siyasi savaşın asıl hedefinin ne olduğunu bilmediğimiz gibi.


BU savaşın Irak’ta ABD’ne neler kazandırdığını bilebilir miyiz?


ABD ve İsrail düşmanları ;Irak’ta ABD’ne karşı savaşanları acaba neden terörist ilan ediyorlardı (İran Dışişleri Bakanı) Bunun gerçekten ABD ve İsrail düşmanlığını iddia etmekle nasıl bir ilgisi vardır?


Türkiye’deki siyasallaştırılmış İslam gençliği, maalesef korkunç ve hain bir propagandanın kurbanı olmaktadır. Şia propagandası, Hadisi esastan reddedenlerin ve Hadisi Kur’an’a arzedenlerin siyasi dili nerdeyse Şia’nın kullandığı benzeşiyor.



Dilini düzeltmek isteyen bir İslami hareket; Fıkhı (Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat Fıkhı)nı, akidesini ve özellikle selefin anlayışını bilmeden ve ALLAH’ın Rasulü’nden gelen Sünneti inkar eden kafirler ve mürtedlere karşı ALLAH’ın kitabındaki ve Ümmetin alimlerinin hükümlerinde ve fetvalarında kullandıkları dili bilmeden bunu başaramaz.


Demokrasi hilelerine ve tuzaklarına düşenler; ALLAH’ın Dininin dilini kullanamazlar. Bu dili kullanamayan; ALLAH’ı isimlerinde ve sıfatlarında gerçek manasıyla tanıyamaz. ALLAH’ın isim ve sıfatlarını bilmeyen ya da tahrif eden de tevhidi kavrayamaz. Tevhid’de şirk olmayacağına göre, Tevhid’de demokrasi ve liberalizm ve masumiyet olmayacağına göre, söz konusu ettiğimizi dilin temelinde sağlam bir akidenin olması gerektiğini hepimiz kolayca anlarız.


Akidesi düzgün olmayan bir cemaat ve hareket asla dilini -oluşturamaz. Dil, akide ve imanın esasıdır. Esası olmayan şey de var olamaz.


Türkiyeli gençler; akide sahibi olmadan siyasi tavır sahibi oldukları için kaybediyorlar ve başkalarının kurbanı oluyorlar. Siyasi söylemler ve Bâtınî nifak dili; Müslüman gençleri ALLAH’ın kitabını anlamaktan ve bu ilmi bize sağlıklı bir şekilde getiren âlimlerden uzaklaştırıyor. Modernite ve Çağdaşçılık adına yürütülen Yeniliçilik hareketi; içinde nifakı barındırıyor, fakat henüz bununun da farkında değiliz.


İslam adına ortaya çıkan yapıların ve eylemlerin kimliğini iyi anlamak isteyen; önce Kur’an’ı ve Sünneti âlimlerinden öğrenmeli. Gazete köşelerinden -bazılarını tenzihe rağmen- derneklerden ve vakıflardan vb. yapılardan aradığımız İslami dili geliştiren bir fıkıh çıkmadı. Bu yapılar, Dilimizi elimizden alarak Kur’an ve Sünnet esasına dayanan bir dili geliştirmemize engel oldu. Kur’an ve Sünnet’e sağlıklı ve halis bir akide ile bağlanan bir iradenin dili, elbette Kur’an’ın ve Sünnet’in terazisinden tartılmış olacaktır. Bu dil; gençliği savrulmalara ve İslam adına liberal Batınî ve Mu’tezili sapkın yenilikçi akımlardan koruyacaktır.


“Dil”imiz dinimizin adresidir. Yani kullandığımız dil nasıl ve hangi Din’e mensup olduğumuzu; yani nasıl bir Din anlayışına ve fıkhına sahip olduğumuzu gösterir. Hadislere hastalıklı yaklaşım sadece dilimizi tahrif ve tahrip etmekle kalmıyor, aynı zamanda akidemizi ve siyasî İslamî tavrımızı da etkiliyor.


06.03.2013 Çarşamba, 24:00


Mehmet Emin Akın
 
Üst Ana Sayfa Alt