Bu konuda Şeyh Ebu Muhammed el Makdisi'nin Tekfirde aşırılıktan sakındırma konusunda otuz risalesinden alıntı yapayım.
“YÖNETİCİLERİN KÜFRÜNE KARŞI SESSİZ KALMAK, ONLARIN KÜFRÜNE RAZI OLMAYI İFADE EDER" GEREKÇESİYLE TEKFİR ETMEK VE MUSTAZ'AF OLMA DURUMUNU GÖZÖNÜNDE BULUNDURMAMAK
(...)
Bu konuda Rasulullah’ın
Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurduğunu görmekteyiz: “Sizden kim bir münkeri görür ise eli ile değiştirsin, buna gücü yetmez ise dili ile değiştirsin, buna da gücü yetmez ise, kalbi ile yapsın (yani bunu kalbi ile reddetsin). Bu ise imanın en zayıf derecesidir.”
[14]
Bu açıklama iki şeye delalet etmektedir: Birincisi, münkeri değiştirmeye çalışmanın vacip olması, güç yetirme şartına bağlıdır. Bu münkere karşı ses çıkarmayan kişiye söylemediği şeyi söyletmek veya değiştirmeye güç yetiremediği münkere karşı sessiz kaldığına hükmetmek, söz veya amel ile o münkerden razı olduğunu belirtmediği sürece, caiz olmaz. Çünkü hadis, ses çıkaramayan kişinin kalbi ile karşı çıkması gerektiğini belirtmektedir. Böylece imanı en zayıf olanlardan da olsa, kalbi ile karşı çıkan kişi iman ehlinden sayılmaktadır. Çünkü imanın zayıflığı, küfür değildir.
Şüphe yok ki iman zayıflığı ve hareketsizlik pek çok Müslümanda yayılmış bulunmaktadır. Tağutların ve kafirlerin onların başına musallat olmasının birinci sebebi budur. Ancak tekfirin tespit edilebilen ve açık olan sebepleri vardır.
Rasulullah’ın
Sallallahu Aleyhi ve Sellem bu meseleye daha da açıklık getirdiğini başka bir hadiste görüyoruz. Abdullah bin Mes’ud’dan şöyle rivayet edilmektedir: “Benden önce Allah'ın gönderdiği her peygamberin mutlaka ümmetinden havarîleri ve ashabı olmuştur. Bunlar onun sünnetiyle amel ederler, emirlerini de yerine getirirlerdi. Sonra, bu peygamberlerin ardından öyle kötüler zuhûr etmişti ki, yapmadıklarını söyleyip, kendilerine emredilmeyeni de yapmışlardır. Onlara karşı eli ile cihad eden mü’mindir, dili ile cihad eden mü’mindir, kalbi ile cihad eden mü’mindir; bunun ötesinde ise hardal tanesi kadar iman yoktur.”
[15]
Bu da gösteriyor ki tağutların batılından uzak duran ve kalbi ile karşı çıkan kişi mücahid olup, söz veya amel ile onlardan razı olduğunu göstermediği sürece, eli ve dili ile cihad edememesi sebebi ile, bu kişinin tağutlardan ve onların yönetimlerinden razı olduğunu söyleyerek, zan ve tahmin ile tekfir etmek caiz değildir.
Rasulullah
Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurur: “Başınıza bazı yöneticiler gelecek. Bazılarınız bunları kabul edecek ve beğenecek, bazılarınız ise bunları reddedecek. Bunları kötü gören onlardan uzaklaşmış, reddeden ise kurtulmuştur. Bu yöneticilerden razı olanlar ise müstesna.”
[16]
Nevevi
Rahimehullah, Müslim Şerhi’nin “el-İmara” bölümünde bu hadisi açıklarken şöyle der: “Bunları kötü gören onlardan uzaklaşmıştır” sözü, o münkeri beğenmeyen kişi günah ve cezasından kurtulmuş, anlamındadır. Bu ise, eli ve dili ile karşı çıkmaya gücü olmayıp kalbi ile bu kötülüğü kabul etmeyen kişi hakkındadır. Ancak bu kötülükten razı olup ona uyan kişi günah kazanır ve ceza görür...” Bu ise göstermektedir ki eli ile münkeri değiştirmekten aciz olan kişi, sadece sessiz kalması sebebi ile günahkar olmaz. Kişi ancak o münkerden razı olduğu veya kalbi ile karşı çıkmadığı ya da o münkere uyması sebebi ile günah kazanır.
Bu, münkeri kalbi ile kötü gören ve kalbi ile karşı çıkan Müslümanın, zulüm ve küfürden beri olduğunu, tağutların batıl şeylerinden uzak durduğu, küfürlerine bulaşmadığı veya onlara destek olmadığı ve onlara uymadığı sürece, kalbi ile buğzeden kişinin zalim ve kafir olmadığını ortaya koymaktadır.
Ayrıca bu, kötülenen ve helak olan kişinin, tağutların yaptığını beğenen, ona uyan ve destekleyen kişi olduğunu da göstermektedir. Razı olmak, küfrün sebeplerinden olsa da, tespiti mümkün olmadığından dolayı, Rasulullah’ın
Sallallahu Aleyhi ve Sellem hadiste belirttiği tabi olmak gibi, onların safında yer almak, Allahu Teala’ya olan düşmanlıklarında onlara katılmak, mü’minlere olan düşmanlıklarını paylaşmak, şeriata aykırı otorite ve kanunlarına sığınmak şeklinde, sahibi tarafından söz veya amel ile izhar edilmedikçe, dünya ahkamında mücerred olarak tekfirin sebeplerinden değildir. Yukarıda sayılan eylemleri işleyenlerin hükmü, tabi olduğu tağutların hükmü gibidir. Söz ile açıklamasa bile, onların küfür yönetimi ve eylemlerinden razı olduğu ve paylaştığı söylenebilir. Çünkü eylemlerin lisanı, çoğu zaman dilin ikrarından daha açıktır. Bu nedenle alimler, savaşçı ve mümteni konumunda olan zümrenin, yardımcı ve destekçilerinin de savaşçı hükmünde olduğunu belirtmişlerdir. İlk dönemde Müslümanların savaşı ve kitlelere karşı olan cihadı buna göre olmuştur. Destekçi olanların sessiz olduğu, dolayısıyla razı olduklarını söylemenin doğru olmadığı söylenemez. Çünkü bunlar, savaşçıların tarafındadırlar ve onların yardımcıları konumundadırlar. Allahu Teala’nın dinine karşı savaşanların ortağıdırlar. Bu ise kişiyi küfre götüren amellerdendir. İkrah bulunmadığı halde, onların küfrüne söz, amel veya başka bir şekilde tabi olan kişi, küfre bağrını açmış olur.
“Kalbi iman ile mutmain olduğu halde (dinden dönmeye) zorlanan hariç, kim, iman ettikten sonra Allah’ı inkar ederse, (ona Allah’ın gazabı vardır). Kim, kafirliğe göğüs açarsa, onların üzerine Allah’tan bir gazap ve onlar için büyük bir azap vardır”
[17] ayetinin açıklamasında İbn-i Teymiye
Rahimehullah şöyle der: “İkrah olmadan kafir olan kişi, küfre bağrını açmış demektir... Kendi isteğiyle küfür sözü söyleyen kişi, küfür olan şeye bağrını açmış demektir.”
[18] Ancak münkerden razı olduğu, söz veya amel ile zahiri olarak ortaya çıkmış olan herhangi bir küfür sebebi bulunmayan kişiyi sadece sessiz kaldığı için küfre nisbet etmek helal olmaz. Bu nedenle fakihler şöyle bir kural belirtmişlerdir: “Susan kişiye, söz nisbet edilmez.”
[19]
Sonuç olarak; Allahu Teala şöyle buyurur: “Andolsun ki, biz, ‘Allah’a kulluk edin ve tağutlardan kaçının’ diye (emretmeleri için) her millete, bir peygamber gönderdik. Allah, onlardan bir kısmını doğru yola iletti. Onlardan bir kısmı için de sapıklığa düşmek hak oldu. Yeryüzünde gezin de görün. Küfredenlerin sonu nasıl olmuştur.”
[20] İmanın aslını izhar eden, küfürden uzak olup ona uymayan ve küfrü desteklemeyen herkes, bize göre dünya ahkamında Allahu Teala’nın hidayet verdiği kimselerdendir. İçi ile dışı bir olup kalbi ile de küfürden nefret ederse, aciz olduğu veya taksir ettiği için küfre karşı cihad etmeye ve onu değiştirmeye çalışmasa da, hakiki manada da (Allah katında) küfürden beri olmuştur.
Bir de bugün Müslümanların içinde bulunduğu mustaz’aflık ve imkansızlık durumu buna ilave edilirse ve Müslümanın kafirlere düşmanlığını gizleyip takiyye yapmasının mümkün olduğu yahut yüz çevirme ve sabretme ile ilgili olan nasslar ile amel etmesinin caiz olduğu gözönünde bulundurulursa, küfürden uzak olabileceği daha açık görülür.
İbn-i Teymiye
Rahimehullah şöyle der: “Sabretmeyi, kafir ve münafıklardan yüz çevirmeyi belirten ayetler, eli ve dili ile Allahu Teala’nın dinine yardım etme imkanı bulamayan, mustaz’af konumundaki bütün Müslümanlar için geçerlidir. Bu kişi kalbi ile veya gücünün yettiği başka bir şekilde Allahu Teala’nın dinine yardım eder. Ancak eli ve dili ile Allahu Teala’nın dinine yardım etme imkanı ve gücüne sahip olduğu halde bundan geri duran her mü’min için ise aşağılama ve alt tabakadan olduğu bildirilen ayet geçerlidir. Rasulullah’ın
Sallallahu Aleyhi ve Sellem hayatının sonlarına kadar ve Raşid halifeler döneminde Müslümanlar bu ayete göre amel ederlerdi. Bu, kıyamet saatine kadar da böyle olacaktır. Bu ümmetten bir zümre hakka bağlı olmaya, Allahu Teala’ya ve Rasulü’ne
Sallallahu Aleyhi ve Sellem tam destek vermeye devam edecektir. Kim mustaz’af olduğu bir yerde veya memlekette yaşıyorsa, kitap ehli ve müşriklerden Allahu Teala’ya ve Rasulü’ne
Sallallahu Aleyhi ve Sellem eziyet verenler ile ilgili sabır ve onlardan yüz çevirmeyi emreden ayetler ile amel eder. Güç ve kuvvet sahibi olanlar ise, dini kötüleyen küfür önderleriyle savaşmayı öngören savaş ayeti ve mağlup olarak kendi elleriyle cizye verinceye kadar kitap ehli ile savaşmayı emreden ayet ile amel ederler.”
[21]
[14] Müslim
[15] Müslim
[16] Müslim
[17] 16 Nahl/106
[18] Mecmuu’l-Fetava, 7/140
[19] Suyuti, El-Kavaidu’l-Fıkhıyye, 266
[20] 16 Nahl/36
[21] Es-Sarimu’l-Meslul, 221