DEMOKRASİ VE PARTİ KURMA TEHLİKESİ
بِسْــــمِ اللهِ الرَّحْمَـنِ الرَّحِيـم
Hamd, âlemlerin rabbi Allah içindir. Salât ve selam peygamberimiz hz. Muhammed’e (sallallâhu aleyhi ve selem),O’nun âli’ne, ashabına ve kıyamete kadar O’nun yolunu takip eden şehidler, sıddıklar ve sâlihlerin üzerine olsun. Rabbim bizleri de sâlih kullar zümresine katsın. Allah azze ve celle ayağımızı sırat-i mustakimde sabit kılsın. Allah bizlere hakkı hak olarak bilip anlamayı ve hakka teslim olmayı batılıda batıl bilip ondan uzaklaşmayı nasip etsin. Allah basiretimizi arttırsın, İslam’ı bütün incelikleri ile anlayip kavramayı nasip etsin (Âmin!)
Allah’ın şeriatı olmayan ve Allah’ın şeriatı ile taban tabana zıt olan demokrasiyi bazı kimseler kısımlara ayırmış ve ; küfür olan demokrasi,haram olan demokrasi ve caiz olan demokrasi demişlerdir. Bu yaklaşım biçimi benim aklıma şu hadis-i şerifi getirdi;‘Ümmetimden yetmiş bin başı sarıklı kişi (ya da alim) deccale tabi olacaktır.
Bakın bir başka hadiste de şöyle buyuruluyor; İbn-i Ömer radıyallahu anhu anlatıyor: "Rasûlullah aleyhissalâtu vesselâm Veda haccı sırasında (bir ara): "Halk susup dinlesin!" buyurdular. Sonra Allah'a hamd ve senâda bulunup, arkadan Mesih ve Deccal'den uzun uzun söz ettiler ve buyurdular ki: "Allah'ın gönderdiği her peygamber, ümmetini onunla inzar etti. Nuh aleyhisselam ümmetini onunla inzar etti, ondan sonra gelen peygamberler de. O, sizin aranızdan çıkacak. Onun hali sizden gizli kalmayacak. Rabbinizin tek gözlü olmadığı size kapalı değildir. O ise sağ gözü kör birisidir. Onun gözü, sanki (salkımdan) dışa fırlamış bir üzüm dânesi gibidir. (İki gözünün arasında ke-fe-re yani kâfir yazılmış olacaktır. Bunu her müslüman okuyacaktır."Buhari, Fiten 27; Müslim, Fiten 100-103, (169)-(2933).
Enes b. Mâlik (r.a)'ten rivayet edilmiştir: “Rasulullah (s.a.v.):
“Deccâl, gözünün nuru silinmiş olandır. iki gözünün arasında “Kafir” ya¬zılıdır” buyurdu. Sonra “Kafir” kelimesini:
“Ke fe re” şeklinde heceleyip: “Bunu her müslüman okuyacaktır” buyurdu.
Hadisi şerifin son kısmına dikkat edelim!Ne deNiyor… İki gözünün arasında ke-fe-re yani kâfir yazılmış olacaktır. Bunu her müslüman okuyacaktır.
Deccalin alnındaki kefere yazısını,okur-yazar olmasa dahi müslüman olan okuyabilecek ama diğer hadiste başı sarıklı alimlarin deccalin peşine takılacağı bildiriliyor.Halbuki okuma yazma bilmeyenin bile okuyabileceği kadar açık olan kefere hükmünü,yazısını okur-yazar olan alimlerin okuyabilmeleri lazım;okuyamamaları aslında sözkonusu bile değil. Öyleyse bu iki hadis arasında bir çelişki mi var?
Aslında hadisi iyi anlayan için çelişki yok. Bakın şu demokrasiye!Aslında alnının ortasında ke, fe, re yazıyor.Nasıl mı!İzah edelim;Demokrasi sistemi,kaynağını ya da kanunlarını Kur’an’dan mı almıştır? hayır, sünnetten mi almıştır?hayır.Allah rasulu demokrasi ile mi hükmetti?hayır.Dört büyük halife ya da ondan sonra gelen İslam devletlerinin imamları demokrasi ile mi hükmetti?HAYIR!
Öyleyse demokrasi Kur’an’dan ve sünnetten de olmadığına ve raşid halifelerin de kabul ettiği bir sistem olmadığına göre nedir?Allah’ın sistemi dışında bir sistemdir ve kanunları da kaynağı da Kur’an’a ve sünnete muhaliftir. Bu demokrasi sistemi kendi başına batıl bir dindir bu hali ile hangi müslümana sorarsanız “demokrasi islam mıdır yoksa küfür müdür” diye,vereceği cevap elbette “küfürdür” olacaktır.Okur-yazar olsun ya da olmasın her müslüman demokrasinin Allah’ın sistemi dışında küfür bir sistem olduğunu bilir. Ama demokratların elindeki askeri,maddi vs. güç sebebi ile onların karşısında bir varlık gösteremeyenler,demokratların telkin ve fitnesi ile demokrasinin İslam nazarındaki hükmünü yumuşatmave İslam’la demokrasiyi barıştırıp bağdaştırma gafletine düşmüşlerdir. Bugün İslam dininin hükümlerini çok iyi bildiği zannedilen başı sarıklı binlerce kişi demokrasinin İslam’la bağdaşacağını iddia edip demokratik kurallar doğrultusunda demokrasinin partilerini kuruyor ve bu partileri destekliyor;işte böylece demokrasinin alnındaki “k f r” yazısını okuyamamış ya da anlamamış olarak demokrasi deccalinin peşine takılıyorlar. Allah bilir ya demokrasi sistemi deccalin sistemidir. En iyisini bilen Allah’tır. Allah bizleri hak yoldan,sırat-ı müstakimden ayırmasın.
Huzeyfe b. el-Yemân'dan (Radıyallahuanh)
Rasûlullah (Sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdu ki:
'Her ümmetin Mecusîleri vardır. Ümmetimin Mecusîleri, 'kader yoktur' diyenlerdir. Onlar hastalandığında ziyaretlerine gitmeyin ve öldüklerinde de cenazelerine iştirak etmeyin! Onlar deccal taraftarlarıdır ve Allah'ın bu kişileri deccal ordusuna ilhak etmesi de hakkıdır.”
Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Ümmetimin sonunda yalancı Deccaller olacak. Onlar, ne sizin ne de atalarınızın hiç işitmediği şeyleri anlatacaklar. Onlardan sakının!"Müslim, Mukaddime
Bugünkü demokrasiyi de,demokrasiyi meşrulaştıranların sözlerini de daha öncekiler işitmemişlerdir. Bu demokratlar deccalin askeri olabilirler mi acaba!!!
Demokratlar,demokrasinin vazgeçilmez unsurlarından parti kurmak isteyenlere bazı şartları kabul edip bağlı kalmadıkça parti kuramayacaklarını,bu şartları kabul ederlerse parti kurabileceklerini şart koşuyorlar. İslam dinini devlet yapma iddiasında olan bazı kimseler de bu şartları kabul edip parti kuruyor. Bu particiler parti kurar,seçime giderler;seçimde de halk kendilerini seçerse ve bu seçim sonucunu dünya demokratları ve hasseten gayri islami ülkelerdeki askerler de kabul ederlerse bu ülkeye başbakan olabilirler ama demokratik devletlerin liderleri bu seçilen kimseleri beğenmezlerse o seçilen kimselerin kendi ülkesinin askerlerinin eli ile bu seçilenleri iktidardan uzaklaştırırlar,hatta ya öldürür ya da zindana atarlar. Dikkat edelim!Deccalin sistemi olan demokrasinin deccalleri,kral olmak değil, cumhur başkanı olmak değil, başbakan ve hatta milletvekili olmak ta değil, sadece milletvekili olmaya aday olmanın yolunu açan parti kurmaya izin vermek için bazı şartlar getiriyorlar, bunu kabul edene parti kurmaya izin veriyorlar. Halbuki Allah rasulüne parti kurmak değil;milletvekili,başbakan ya da cumhurbaşkanı olmak ta değil,ülkenin tek lideri,kral olmayı teklif ettiler ama O onların şartlarına uymadı,bu şartları kabul edip onların şartları doğrultusunda onların başına kral olmayı, din davasından vazgeçmek olarak kabul etti. Bu sebeble onlara ‘ayı bir elime güneşi de diğer elime verseniz asla davamdan vaz geçmem’ dedi.
Allah rasulu (s.a.s) peygamber olarak gönderildiği zaman Mekke’liler Allah’ın hükmü ile hükmetmeyen ama bazı meselelerde İbrahim (a.s) dini hanif dinine uygun ya da hanif dinin hükümlerini kabul edip uygulayan müşrik bir topluluktu. Aslında İbrahim’in torunları olan Kureyşliler önceleri İbrahim’in şeriatına bağlı hanif dini mensupları idi. İbrahim ve İsmail’den (Allah ikisine de rahmet etsin) uzun yıllar sonra Mekke’lilerin reisi olan Amır ibn Luhey adında biri Mekke’ye putperestliği getirdi. Bu adam öldükten sonra da Kureyşliler evini parlamento yaptılar ve adına “Darul Nedve” dediler.Bu mecliste alınan hükümler Allah’ın hükümleri doğrultusunda değildi;mecliste söz sahibi olan kabile reislerinin istek ve arzularına uygun çıkarılırdı. Bu meclise kabileler büyüklük oranında vekil seçerlerdi yani küçük kabile bir vekil,biraz daha büyük kabile iki vekil,daha büyüğü üç vekil seçerdi.Kabilenin büyüklüğüne göre o kabilenin meclise yolladığı vekil sayısı da çok olurdu. Bu mecliste yani darunnedve’de vekil olabilmek için belli başlı şartlar,kurallar vardı.Kabileler de bu şart ve kurallara uygun vekil seçip göndermek durumunda idi.Mesela yaş sınırlaması gibi. Yine bu mecliste kanunlar belli kurallar doğrultusunda çıkarılırdı;misal; kanunlar mecliste bulunan vekillerin oy çokluğu ile çıkardı ve bu oy çokluğu ile çıkan kanunlara her kabilenin uyma zorunluluğu vardı.Bu meclise giren vekiller meclise girmeden önce bu mecliste oy çokluğu ile çıkan kanun ne olursa olsun kabul etmesi gerektiğini biliyor ve bunu kabul edip meclise giriyordu. Darun nedveye vekil olarak giren bu vekiller oy çokluğu ile çıkan bu kanunları,inançlarına ya da çıkarlarına ters düşüyor diye reddetme hakkına sahip değillerdi.
İşte Rasulullah’ın peygamber olarak gönderildiği Kureyş topluluğunun meclis kanunları ve kanun çıkarma yöntemleri bu şekilde idi. Günümüzde tüm dünyanın,hasseten Mısır’ın kanunları da bu şekilde çıkıyor.Çok önceleri İslam devleti,şeriat devleti olan Mısır’a, daha sonra bir “Amır ibn Luhey” geldi;İslam’ın hükümlerinin çoğunu kaldırdı, meclis kurdu.Bu mecliste kanunlar Allah’ın hükmüne göre değil,birilerinin heva ve hevesine göre çıkarılmaya başlandı.
Bu mecliste de kabile temsilcisi mahiyetinde bölge temsilcileri belli şartlar,kurallar doğrultusunda seçiliyor,buraya seçilen vekillerin oy çokluğuna göre hükümler çıkıyor, bu meclise seçilen vekillerin de burada oy çokluğu ile çıkarılan kanunlara,inançlarına ya da çıkarlarına ters düşmesi durumunda itiraz etme hakkı olmuyor. Bu meclise seçilen vekiller de mecliste oy çokluğu ile çıkan kanunlara itiraz haklarının olmadığını bilerek dolayısı ile bunu kabul ederek seçilip meclise giriyorlar. Bu kısa karşılaştırmaya göre bakıyoruz ki darun nedve ile bu meclis bire bir aynı. Madem darun nedve ile bu meclis bire bir aynı o zaman bu meclisin ve mensuplarının da hükmü darunnedve meclisi ve mensublarının hükmü ile aynı olması gerekiyor. Allah rasulu,darun nedve ve mensuplarına ne hüküm verdi,onlara nasıl muamele etti ise bizim de bunlara aynı hükmü verip aynı muameleyi yapmamız gerekiyor.
Bu noktada rasulullahın o meclis ve mensuplarına karşı takındığı tavra kısaca göz atalım. Allah rasulu sav, peygamber olduktan sonra darun nedveye bir defa,hakkı tebliğ için gitti,başka da hiç gitmedi. Mekke müşrikleri,rasulullaha darunnedvede (vekil değil) kral olması için iki şart getirdiler ve eğer kabul etseydi şimdikiler gibi vekil değil,kral olacaktı. Neydi müşriklerin şartları?O müşrikler rasulullah’a diyorlardı ki “sen inancında hürsün,nasıl inanıyorsan inan ama bizim akıllılarımızı akılsızlıkla itham etme ve putlarımıza da dil uzatma” .Bu teklif karşısında rasulullah sav, “hele şimdilik kabul edeyim ya da bu bir maslahattır,maslahat gereği kabul edeyim daha sonra güçlenirsek bakarız bu müşriklerin icabına” falan demedi ve “ayı bir elime,güneşi de bir elime verseniz asla davamdan vazgeçmem” dedi. Dikkat edin aslında müşrikler rasulullaha davandan vazgeç,dinini terk et falan demediler;aksine “sen inancında hürsün,istediğin gibi inan” dediler ama “bizim şu iki şartımızı kabul et” dediler.Bu teklifi rasulullah sav,din davasından vazgeçmek olarak anladı ve onlara -bırakın basit,küçük teklifleri-ayı bir elime güneşi de diğer elime verseniz ben bu davadan asla vazgeçmem dedi.Ama şimdiki müslümanlık iddiasında bulunanlar,rasulullah’ın ümmeti olduğunu hatta selefi olduğunu söyleyenler,rasulullah’ın sünnetini korumak pahasına çok basit şeylerde bile çok hassas davranma pozları vererek “aman şunu yapmayın bid’attır,bunu demeyin bid’attır” diyerek dinde hassasiyet gösterir gibi görünenlere krallık değil,vekillik de değil,vekil olmaya aday olabilmek için demokrasinin vazgeçilmez unsurlarından olan parti kurabilmenin şartları sunuluyor, bu sözde selefiler de hiç tereddüt etmeden kabul ediyorlar.
Neymiş parti kurmak için uyulması gereken şartlar,bakalım; Mısır anayasasının dördüncü maddesinin ikinci bendi ve devamında şöyle geçer:
A- Partinin üzerine kurulmuş olduğu esasları, hedefleri, programları, siyaseti ve dusturu beraberliğindeki uslupları vatanın birlik ve beraberliğine ve toplumsal güvenliğine ve de demokrasi düzenine karşı olmaması.
B- Partinin siyasi hayatta, programlarının hedefler ve sınırlı usluplar doğrultusunda olması.
C- Partinin kurulması: esaslarında, programlarında, direkt olan vaatlerinde, önderleri ve milletvekillerini seçmede, dinin esasları, kavmiyetçilik gruplaşma, ırkçılık, dini şuurların üzerine kurulmaması,veya cinsiyetten, asıldan veya akideden dolayı tefrikaya düşmemesi.
Demokrasi İslam dışı bir sistemdir,İslamdan başka bir dindir.
Demokrasi ya da bunun gibi dinleri,sistemleri ortadan kaldırmak,bu din ve sistemler ortadan kaldırılıncaya kadar o kafirlerle mücadele etmek Allah’ın emridir.Allah c.c. şöyle buyuruyor:
“Hiçbir fitne kalmayıp din bütünüyle Allah için oluncaya kadar onlarla savaşın; vazgeçerlerse elbette Allah yaptıklarını hakkıyla görendir.” (el-enfal 39)
Allah c.c. din yalnız Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşmayı emrediyor,bunlar batıl bir din olan demokrasiye muhalefet etmeme teminatı ile demokrasinin vazgeçilmez unsurlarından olan partiyi kurup demokratik seçime gidiyorlar.
Allah,İslam dinini yeryüzüne hakim kılmak için mücadele etmeyi,savaşmayı emrediyor;bu particiler vaatlerinde, önderleri ve milletvekillerini seçmede, dinin esasları, veya akideden dolayı tefrikaya düşmeme garantisi veriyorlar ya da bu şartları kabul ediyorlar.
Yani Allah rasulu kendi inancında serbest olduğu halde onların akıllılarını akılsızlıkla itham etmeme ve putlarına dil uzatmama karşılığında krallığı kabul etmezken,bunlar demokrasi dininin kurallarına aykırı davranmama,itikad,inanç ayrımı yapmama karşılığında krallık değil,vekillik te değil,vekil olmaya aday olmanın yolunu açan bir parti kurmayı kabul ediyorlar.
Bir başka örnek Kafirun suresinin nüzul sebebi; Mekke müşriklerinin rasulullah’a teklifleri.
İbn İshak ve başkalarının İbn Abbas'tan naklettiklerine göre bu sûrenin nüzul sebebi şudur: el-Velid b. el-Muğire, el-As b. Vail, el-Esved b. Abdu'l-Muttalib ve Umeyye b. Halef Rasûlullah (sav) ile karşılaşmışlar ve: Ey Muhammed, demişler, haydi biz senin taptığına tapalım. Sen de bizim taptığı-mıza tap. Böylelikle sen de, biz de bütün işlerimizde ortak olmuş olacağız. Eğer senin getirdiklerin bizim elimizde bulunanlardan hayırlı ise böylelikle o hayırda sana ortak olmuş olacağız. Biz de o hayırdan payımızı alacağız. Yok eğer bizim ellerimizdeki senin elindekinden hayırlı ise o vakit sen de bizim işimizde bize ortak olacak ve ondan payını almış olacaksın. Bunun üzerine yüce Allah: "De ki: Ey kâfirler" (sûresin)i indirdi.
Ebû Salih, İbn Abbas'tan şöyle dediğini nakletmektedir: Onlar Rasûlullah (sav)'a şöyle dedi: Eğer ilahlarımızdan birisine olsun el değdirsen dahi hiç şüphesiz seni tasdik ederiz. Bunun üzerine Cebrail Peygamber (sav)'a bu sû¬reyi indirdi. Onlar da ondan ümid kestiler, ona ve ashabına eziyetler, işken-celer etmeye koyuldular.(Kurtubi)
Bakın rasulullah sav onların putlarına el sürse idi Mekkedeki konumu lider konumunda olacakken,O bunu kabul etmedi,eza ve işkenceye sabretti. Daha doğrusu bunu Allah kabul etmedi,yasakladı ve onların bu teklifine “ey kafirler” diye cevap vermesini peygamber efendimize ve onun şahsında bizlere emretti. İşte bu tavır bid’attan,hurafeden,küfür ve şirkten uzak müslümanın tavrıdır. Müslüman onların aldatıcı teklifi karşısında onlara “ey kafirler” demek durumundadır.
Bir başka örnek,İsra suresinin şu ayetlerinin nuzul sebebi:
73- Onlar (müşrikler) sana vahyettiğimizden başkasını ya¬lan yere bize isnad etmen için neredeyse seni saptıracaklardı. İşte o takdirde seni dost edinirlerdi.
74- Eğer seni sebatkar kılmasaydık, andolsun ki onlara bi¬razcık meyledecektin.
75- İşte o zaman, sana hayatında, ölümünde kat kat (sı¬kıntılarını) tattırırdık. Sonra bize karşı (seni savunan) bir yardımcı da bulamazdın!
Nüzul Sebebi
"Neredeyse sana vahyettiğimizden... seni fitneye düşüreceklerdi." mealindeki 73. ayet -i kerimenin nüzulü ile ilgili olarak İbni Merdüveyh, İbni Ebî Hatim, Ibni İshâk ve başkaları İbni Abbas'tan şöyle dediğini nakletmektedirler: Umeyye b. Halef, Ebu Cehil b. Hişâm ve Kureyş'ten bazı kimseler çıkıp Rasulullah (s.a.)'ın yanına vardılar. Ona ya Muhammed dediler, gel ilâhlarımıza bir dokun, seninle birlikte biz de senin dinine girivereceğiz. Hz. Peygamber kavminin İslama girmesini arzu ediyordu. Bu isteklerine karşı biraz yumuşaklık gösterir gibi oldu. Bunun üzerine Yüce Allah: "Neredeyse sana vahyettiğimizden başkasını bize karşı uydurman için seni fitneye düşüreceklerdi... yardımcı olacak birisini de bulamazdın." buyruğuna kadar (75. ayet) indirdi.
Ebu'ş-Şeyh İbni Hayyân el-Ensarî de Said b. Cübeyr'den şöyle dediğini rivayet etmektedir: Rasulullah (s.a.) Hacer-i esved'i istilâm ediyordu. Mekkeli müşrikler ona "Bizim putlarımızı ziyaret etmedikçe senin Hacer-i esved'i istilâm etmene fırsat vermeyeceğiz" dediler. Hz. Peygamber kendi içinden şöyle dedi: Hacer-i esved'i istilâm etmeme karışmayacak olduktan sonra, benim de onların putlarını ziyaret etmemde ne sakınca vardır? Allah da bilir ki ben o putlardan hoşlanmıyorum. Ancak Yüce Allah bunu kabul etmedi ve bu ayet -i kerimeyi indirdi. İbni Şihâb ez-Zührî de buna yakın bir rivayet kaydetmektedir.
Bir diğer görüşe göre ayet -i kerime Hz. Peygamberden kendi vadilerini haram (himaye altına alınmış, korunmuş) bir vadi olarak ilân etmesini isteyip bu konu üzerinde ısrar eden Sakîfliler hakkında nazil olmuştur.( Tefsirul Munir )
Burada müşriklerin Peygambere -salât ve selâm üzerine olsun- karşı hazırladıkları oyunlar dile getiriliyor. Bu oyunların ilki,onların peygamberimizi Allah'ın kendisine vahyettiği gerçeklerden saptırıp O'nun adına iftirada bulunmasını sağlamaktı. Halbuki Peygamber doğru sözlü ve güvenilir bir kimseydi.
Onlar çeşitli metodlar deneyerek bu amaçlarına varmak istediler... bu tekliflerden biri "Sen bizim ve atalarımızın bağlı bulundukları ilahları eleştirme, biz de senin ilahına kulluk yapalım."
Bu tekliflerden biri de bazılarının: "Allah nasıl Kâbe'yi kutsal saymışsa, sen de bizim yurdumuzu kutsal sayarsan sana uyarız" demeleridir.
Bu tekliflerden bir diğeri ise: "Onlardan bazılarının fakirlerin katıldığı oturumdan ayrılarak kendilerine bir oturum ayırmasını istemeleridir... (Fizilalil Kur’an-Seyyid Kutub)
73- Ey Muhammed!Müşrikler, sana vahyettiğimizin dışında başka şeyleri bize karşı iftira etmen için, nerdeyse seni, vahyettiğimiz hakkında şüpheye düşüreceklerdi. İşte o zaman seni dost edinirlerdi.
Müşrikler, Rasulullah (s.a.v.)i dâvasından alıkoymak ve onu, üzerinde bulunduğu hak yoldan saptırmak için çeşitli yollara başvurmuşlardır. Bazen Rasûlullah'tan, müslüman olmaları için kendilerine mühlet vermesini ve bu sıra¬da da putlarına tapmalarına ses çıkarmamasını istemişler, bazen, Rasulullah’ın, onlara ait putları eleştirmekten vazgeçmesini, böylece İslâm'a ısınabileceklerini söylemişler, zaman olmuş Rasulullah’ın, kendi putlarına tapması halinde kendi¬lerinin de Allah'a ibadet edeceklerini teklif etmişler, hattâ mal ve kadın teklif ederek peygamberlik iddiasından vazgeçmesini istemişler bazen de Allah'a iman eden zayıf insanları yanından kovması halinde iman edeceklerini söyle¬mişlerdir.
Bütün bu teklifler karşısında Allah’u Teala,peygamberini uyarmak için âyetler indirmiştir. Bu hususta diğer âyetlerde şöyle buyuruluyor. "De ki: Ey kâfirler!Ben, sizin taptıklarınıza ibadet etmem. Siz de benim ibadet ettiğime ta¬pacak değilsiniz…”
"Kâfirlerden bir kısmına verdiğimiz çeşitli dünya nimet¬lerine heveslenip göz dikeyim deme. Onların akıbetlerine üzülme.”
"Sırf Allah'ın rızasını dileyerek sabah akşam rablerine dua edenleri huzurundan kov¬ma... “
74-75- Eğer seni azimli ve sebatlı kılmasaydık, nerede ise onlara az da olsa meyledecektin. Eğer onlara biraz olsun meyletseydin, dünya ve âhiretin azabını sana kat kat tattırırdık. Sonra kendin için bize karşı bir yardımcı da bulamazdın.
“Ey Muhammed!Şayet seni müşriklerin davet ettikleri fitneden koruyup hak yolda kararlı kılmasaydık, onlara neredeyse az da olsa meyledecektin. Eğer onlara, az da olsa meyledecek olsaydın, o takdirde sana, dünyanın da âhiretin de kat kat azabını tattırırdık. Bu takdirde seni, bizim azabımıza karşı savunacak hiçbir kimse de bulamazdın.
Katade diyor ki: "Bu âyet-i celile inince Rasulullah (s.a.v.) şöyle de¬miştir: "Ey Allah'ım!Sen beni, bir an bile olsa kendi halime bırakma".
Yani “Allah rasulü sav, onların tekliflerini bir süreliğine kabul etseydi de onlara rahat tebliğ etme imkanı bulsaydı,daha sonra da onlar İslam’ı anlayıp kabul ettikten sonra bu yapılan tekliflerin yanlış olduğunu söyleseydi olmaz mıydı” denilemez.Bu teklifleri kabul etmemesini Allah cc emrediyor ve bunların herhangi birini kabul etmenin bu dinden uzaklaşıp ebedi cehenneme girmek olduğunu yine Allah azze ve celle haber veriyor.Bu teklifleri Allah rasulü kabul etseydi,bu dünyada da ahirette de iki kat azaba çarptırılacaktı da bu tekliflerden daha şedit,direkt demokrasi dinine bağlılık olan,akideden vazgeçme teklifini kabul edenlerin durumu nedir acaba?!!!
Allah c.c. Bakara suresinde şöyle buyuruyor:
“Dinde zorlama yoktur. Gerçekten doğruluk ile sapıklık apaçık meydana çıkmıştır. Her kim Tâğût'u inkâr eder ve Allah'a iman ederse, muhakkak o kopması olmayan sapasağlam kul¬pa yapışmış olur. Allah Semî'dir, Alîmdir.”(el bakara 256. )
Dikkat edelim!Bu ayette,tağutu inkar etmeden Allah’a iman olmayacağı bildiriliyor. Demokrasilerde hakimiyet ve kanun koyma yetkisi milletindir.İslam’da ise hakimiyet yani kanun koyma yetkisi Allah’ın dır. Demokrasinin emrine,hükmüne kulak verenler bu hükmü kabul ettikleri için hüküm koymaya kalkışırlar ama herkes ayrı ayrı hüküm koyarsa da bir düzensizlik olur. Demokrasi der ki “ey insanlar kendinize vekil seçin”.Bu talimat gereği bölgelerde vekil adayları aday olurlar;bu adayları da halk seçer yani bir yönü ile halk bizzat tağut olur,kendi tağutluklarını yerine getirmesi için içlerinden birini vekil tağut yaparlar.Bir başka yönü ile halk seçimlerde sahte ilahlar,tağutlar seçer.
İşte bu ayetin zahirinde,demokratik seçime giderek oy verenlerin reddedilip inkar edilmesi yani tekfir edilmesi gerektiği açıkça anlaşılıyor. Bu vekilleri ya da oy verenleri reddetmeden iman olmuyor!Bunları reddedip tekfir edeceksin ve Allah’a da iman edeceksin ki imanın makbul olsun.
Demokrasinin emrine kulak verip onu veli edinenlerin halini de,Allah’ın emrine kulak verip Allah’ı veli edinenlerin halini de Allah azze ve celle bize şöyle haber veriyor;
“Allah iman edenlerin velisi (dostu ve destekçisi)dir. Onları karanlıklardan nura çıkarır; inkâr edenlerin velileri ise tağut'tur.O da onları nurdan karanlıklara götürür. İşte onlar, ateşin halkıdırlar, onda süresiz kalacaklardır.” (el bakara 257).
EBU MUHAMMED