Meselenin adil sonuclanmasi icin, mulaka karsilikli ayni Mzrat Gezenler - Ebu Zerka münazarasi gibi bir telefon görüsmesi olmasi lazim.
Abdulhakim Mervanin Hatib bin ebu beltea kissasini anlatma seklini ilk defa böyle olarak duyuyorum ve bunu ehli sünnetin bu konuda böyle düsündügünü ihtimal vermiyorum.
Bakiniz tartusi bu meseleyi nasil ele almis:
Resulullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem), Fetih senesinde,
Hatıb’ın mektubunu Kureys müsriklerine tasıyan kadının öldürülmesini
emretmesi de bu konu ile ilgilidir. Sa’d bin Ebi
Vakkas’dan söyle rivayet edilir: “Mekke’nin fethi gününde,
Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), dört erkek ve iki kadın dısında
herkese eman verdi.”114 Kureys kâfirlerine Hatib’in mektubunu
tasıyan Sara adlı bu kadın, o ikisinden biriydi.
İmam Sahnun söyle der: “Eğer bir Müslüman, harp ehline
(Müslümanların sırları hakkında) mektup yazarsa, öldürülür ve
ona istitabe (tevbe etmeye çağırma) uygulanmaz. Bu kimsenin
malı da varislerine kalır.”
Müstahrec’de, İbn-i Kasım casus hakkında söyle der: “Öldürülür,
onun tevbesi kabul edilmez. O, zındık gibidir.”115
İbn-i Teymiyye söyle der: “Malik ve Ahmed’in ashabından
bazıları, casusun öldürülmesi gerektiği görüsündedirler.”116
Eğer, “Hatıb bin Ebi Belta, Kureys kâfirlerine, Nebi
(sallallahu aleyhi ve sellem) ve onunla beraber olan ordunun
Mekke’yi fetih için yaptığı hazırlığı bildirmek istedi. Ancak
Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) onu tekfir etmedi ve öldürülmesini
de emretmedi.
Buraya kadar aktarılanlar ile Hatıb’ın durumunu nasıl
bağdastıracağız?” denirse, söyle cevap verilir:
Hatib bin Ebi Belta’nın yaptığı fiil bir küfür fiiliydi. Ancak
Hatıb, kendisine küfür hükmünün verilmesine mani olacak bir
takım engellere ve yönlere sahip olduğu için tekfir edilmedi.
Ömer ibnu’l-Hattab’ın, Resulullah’ın (sallallahu aleyhi ve
113 Müttefekun Aleyhi
114 Sahihu Sünen-i Nesei, 3791.
115 Muhammed bin Ferac’ın “Akziyetu’r-Resul” isimli kitabından.
116 Mecmuu’l-Fetava, 28/109.
Müsriklerle Dostluk Kurmak
106
sellem) önünde söylemis olduğu su söz, Hatıb’ın yaptığının küfür
olduğunu göstermektedir: “Ey Allah’ın Resulü, o Allah’a, Resulüne
ve mü’minlere ihanet etmistir. Bırak da bu münafığın boynunu
vurayım.” Baska bir rivayette de söyle geçer: “O küfre düstü,
nifak isledi, ahdini bozdu ve size karsı düsmanlarınıza yardım
etti!”
Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), Ömer’i dinlemis ve
Hatib’in yaptığını müsriklere dostluk, küfür ve nifak olarak nitelendirmesine
karsı çıkmamıstır. Ancak Resulullah (sallallahu aleyhi
ve sellem), Hatib’a nifak ve küfür hükmünün verilmesini
kabul etmedi. Zira Hatıb, asağıdaki yönler nedeniyle nifağa düsmedi
ve tekfir edilmedi.
Birincisi: O, bu isi, te’vili sonucu yaptı. Yaptığı bu fiilin,
küfür ya da kisiyi İslam’dan çıkaran bir amel derecesine ulasacağını
bilmiyordu -veya zannetmiyordu-. Bununla Resulullah’ı
aldatmayı ya da ona ihanet etmeyi de kasdetmemisti. Bu nedenle,
Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ona Kureys kâfirlerine
yazmıs olduğu mektubun nedenini sorduğunda söyle cevap verdi:
“Hakkımda hüküm vermede acele etme ey Allah’ın
Resulü. Ben Kureysli olan fakat onların nesebinden olmayan
birisiyim. Senin çevrendeki muhacirlerin ise, Mekke’de
bulunan yakınlarını ve mallarını koruyan akrabaları
bulunmaktadır. Bende onların arasında nesebim olmadığı
için akrabalarımı korusunlar diye kendilerine bir iyilikte
bulunmak istedim. Bunu ne kâfir olduğum, ne dinimden
döndüğüm ve ne de İslam’dan sonra küfre razı olduğum
için yapmıs değilim.”
Onun bu cevabına karsılık Resulullah (sallallahu aleyhi ve
sellem) söyle buyurdu: “O size doğruyu söylüyor. O, Bedir’de
bulunmustur. Nereden biliyorsunuz; belki de Allahu Tealâ
Bedir ehline baktı ve onlara; “Ne yaparsanız yapın sizi affettim”
dedi.”
İbn-i Hacer (rahimehullah) söyle der: “Hatıb’ın mazereti,
sözünde geçtiği gibidir. O, bunun zarara neden olmayacağını
İslam Dininden Çıkaran Ameller
107
te’vil ederek yaptı.”117 Bilindiği gibi te’vil, kisi hakkında küfür
hükmünün verilmesinin engellerinden biridir. Buna dikkat
edilmesi gerekir.
İkincisi: Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), -vahiy yoluyla-
Hatıb’ın kastının ve batınının bozuk olmadığını öğrenmisti.
Bu nedenle onun hakkında: “O size doğruyu söylüyor”
dedi. Ancak kisinin kastının ve batınının vahiy yoluyla bilinebilmesi,
Resulullah’tan baska kimse için geçerli değildir. Bu nedenle
Ömer, Hatıb’a zahirine göre muamele etti.
Eğer, “Dünya hükümleri zahire göredir. Nasıl oldu da
Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), Hatıb’ın niyetine ve batınına
göre muamelede bulundu?” denirse, söyle cevap verebiliriz:
Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem), had ve tazir cazaları konusunda,
bilse dahi kisinin batınına göre değil ancak zahirine göre
muamelede bulunurdu. Münafıkların batıni durumlarını bilmesine
rağmen, onlara zahiri durumlarına göre muamelede bulunması
bu kabildendir.
İbn-i Teymiye (rahimehullah) söyle der: “Nebi (sallallahu
aleyhi ve sellem) onların münafık olduklarını bildiği halde,
had cezasını gerektiren seyler delil ile sabit oluncaya ya da
kisinin kendisi ikrar edinceye kadar, ne tek kisinin haberi
ile ne mücerred olarak vahiy ile ne de deliller ve sahitler
ile onlara hadleri uygulamıyordu.”118
Ancak Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), özellikle ilklerden
olan, musibetlere maruz kalmıs ve cihada katılmıs olan
ashabının, bir takım hataları konusunda, onların batınlarının
bozuk olmadığına dair vahiy ile kendisine bildirilenlere itibar
ediyordu. Bunun delili, Resulullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem),
Hatıb’a olan tutumudur.
Su olay da bunun örneklerindendir: “Ensar’dan bir adam,
hurma ağaçlarını suladıkları Harre’nin su arkı yüzünden Zübeyr
ile ihtilafa düsüp Resulullah’ın yanına gittiler. Resulullah (ihti-
117 Fethu’l-Bari, 8/503.
118 Es-Sarimu’l-Meslul, 356.
Müsriklerle Dostluk Kurmak
108
laflarını dinledikten sonra) Zübeyr’e: “Ey Zübeyr (önce) sen sula,
sonra da suyu komsuna sal” buyurdu. Ensari bu hükme kızdı ve:
“Halanın oğlunu sevdiğini görüyorum” dedi.”119
Ensari’nin bu sözü, büyük küfürdür. Zira Nebi’nin hükmünü
beğenmeme kabilindendir. Ancak Nebi (sallallahu aleyhi ve
sellem), bu kisinin kastının ve batının bozuk olmadığını bildiği
için, onun bu sözünü tekfiri gerektirmeyen bir hata olarak kabul
etti. Bu sekilde hükmetmek, Nebi’den (sallallahu aleyhi ve sellem)
sonra kimse için geçerli değildir.
İbnu’l-Arabî söyle der: “Hüküm konusunda Resulullah’ı
töhmet altında bırakan herkes kâfirdir. Fakat Ensarinin söylemis
olduğu söz hakkında, bunun kötü bir kasıt olmadan meydana
geldiğini yakıni olarak bildiğinden dolayı Resulullah
(sallallahu aleyhi ve sellem), ona sırtını dönmekle yetindi. Bu sekilde
hüküm vermek, Resulullah’tan sonra kimse için geçerli
değildir.”120
Resulullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) bu Ensariye olan
konumu hakkında ve yine Hatib Ebi Belta’ya olan konumu hakkında
söylenilen budur.
Ancak yukarıda da belirttiğimiz gibi, Resulullah’ın
(sallallahu aleyhi ve sellem) vefatı ile vahyin kesilmesinden dolayı,
insanların batınlarına itibar etmek ve buna göre muamelede bulunmak
kimse için geçerli değildir. Ömer ibnu’l-Hattab’ın su sözünden
kastedilen de budur: “İnsanlar, Resulullah (sallallahu aleyhi
ve sellem) döneminde vahiy alıyorlardı, daha sonra vahiy
kesildi. Simdi ise amellerinizden gördüğümüzü alıyoruz. Kimin
hayırlı bir is yaptığını görürsek, onu korur ve ona yaklasırız,
onun gizledikleri bizi ilgilendirmez. Gizlediklerinden dolayı onu
hesaba çekecek olan Allahu Tealâ’dır. Kimin bir kötülük islediğini
görürsek, gizlediği seylerin iyi olduğunu söylese dahi ona
inanmayız ve onu korumayız.”121
119 Buhari
120 el-Ahkam, 5/267
121 Buhari
İslam Dininden Çıkaran Ameller
109
Bundan dolayı, hakkında muteber bir engel bulunmadığı
sürece, açık bir küfrü izhar eden kisiyi tekfir ederiz.
Üçüncüsü: Hatıb’ın (radıyallahu anh) doğru olduğunun
isaretlerinden biri de, vermis olduğu cevabı, Resulullah’ın
(sallallahu aleyhi ve sellem) doğrulamasıdır. Sorulduğunda, kendisinde
mektup olmadığını söylemeyen kadının yaptığı gibi, islemis
olduğu suçu Resulullah’tan gizlemedi ve bunu inkâr etmedi.
Hatıb münafık olsaydı, olayı mutlaka yalanlardı. Çünkü
münafığın özelliklerinden biri de, yalan söylemesidir. Ancak
Hatıb, doğruyu söyledi.
Yine bunun örneklerinden biri de Ka’b bin Malik’in
(radıyallahu anh) kıssasıdır. Tebük gazvesinden geri kalmasının
nedeni olarak Resulullah’a (sallallahu aleyhi ve sellem) doğruyu
söyledi. Bu nedenle bağıslandı ve Resulullah’a söyle dedi: “Ey
Allah'ın Resulü, biliyorum ki, Allah beni sıdkımdan, doğru sözlülüğümden
dolayı kurtardı. Benim tevbemden biri de artık, yasadığım
müddetçe hep doğru söylemek olacaktır... Allah’a yemin
ederim ki, Allah beni İslam ile sereflendirdikten sonra, bana
göre, Resulullah’a (sallallahu aleyhi ve sellem) söylediğim doğru
sözden daha büyük bir nimet vermemistir. Aksi takdirde, diğer
yalan söyleyenler gibi ben de helak olacaktım. Nitekim
Allahu Tealâ, vahiy indirdiği zaman, yalan söyleyenler hakkında,
bir kimse için söylenebilecek en ağır seyi söylemistir. Allahu
Tealâ söyle buyurmustur:
“Kendilerine döndüğünüz vakit size özür beyan edeceklerdir.
De ki: Özür dilemeyin, size kesinlikle inanmayız. Allah
bize, size dair haberler vermistir. Allah ve Resulü sizin davranısınızı
görecek, sonra görüneni de görünmeyeni de bilene
döndürüleceksiniz. O da size yaptıklarınızı haber verecektir.
Kendilerinden hosnut olmanız için size yemin ederler. Siz onlardan
hosnut olsanız da, süphesiz Allah, o fasıklar topluluğundan
hosnut olmaz.” (9 Tevbe/95-96)
Allahu Tealâ, aralarında Ka’b bin Malik’in bulunduğu doğru
sözlü üç kisi hakkında söyle buyurur:
“Andolsun ki Allah, Peygamberini de, içlerinden bir gruMüsriklerle
Dostluk Kurmak
110
bun gönülleri az kalsın eğrilmek üzere iken dar zamanda ona
tabi olan muhacirle ensarı da tevbeye muvaffak etti. Sonra onların
bu tevbelerini kabul buyurdu. Çünkü O, onları çok esirgeyendir,
çok bağıslayandır. Geri bırakılan üç kisinin de
(tevbesini kabul buyurdu.) Öyle ki, yeryüzü bunca genisliğine
rağmen onlara dar gelmis, vicdanları kendilerini sıktıkça sıkmıstı.
Nihayet Allah’tan –yine O’ndan- baska sığınacak hiçbir
yer olmadığını anlamıslardı. Sonra tevbe etsinler diye onları
tevbeye muvaffak buyurdu. Süphesiz Allah, tevbeyi kabul
edendir, hakkıyla merhamet edendir. Ey iman edenler! Allah’tan
korkun ve sadıklarla beraber olun.” (9 Tevbe/117-119)
Doğru olmaları onların kurtulmalarına neden olduğu gibi,
yalancı olmaları da yalan söyleyenlerin helakına neden olmustur.
Hatıb hakkında konusulduğunda bunların göz önünde bulundurulması
gerekir.
Dördüncüsü: Hatıb’ın, Bedir ehlinden olması da, mazur
kabul edilmesinde etkili olmustur. Bedir, ayak kayması sonucu
meydana gelen hataları ve kötülükleri gideren büyük bir iyiliktir,
katılımcıları hakkında hüsn-ü zannı gerektirir. Hata ettiklerinde
veya ayakları kaydığında, onlar için te’vil dairesini genisletir. Bu
nedenledir ki Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) söyle buyurmustur:
“Nereden biliyorsunuz; belki de Allahu Tealâ
Bedir ehline baktı ve onlara; “Ne yaparsanız yapın sizi affettim”
dedi.”
Yine Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) söyle buyurur:
“Bedir ve Hudeybiye’ye katılanlardan kimsenin –İnsaallah- cehenneme
girmeyeceğini umarım.”122
Hatıb (radıyallahu anh), hem Bedir’de ve hem de
Hudeybiye’de bulunanlardandır.
Buradan anlasılmaktadır ki, iyilikleri artan ve çoğalan ve
Allah yolunda musibetlere katlanmıs olan kimse için, ayağının
kayması veya bir takım hatalara düsmesi halinde te’vil dairesinin
genisletilmesi gerekir. Allahu Tealâ en doğrusunu bilir.
122 Müslim
İslam Dininden Çıkaran Ameller
111
Besincisi: Hatıb’ın (radıyallahu anh) yapmıs olduğu bu fiil,
sürekli olarak yaptığı birsey değildi. Hatıb, hayatında sadece bir
defa bu fiili isledi. Casususun durumu ise böyle değildir. Çünkü
casusluk, bu fiilin daima yapılmasını gerektirir. Yapılan casusluğun
sıfatını ve bu isi yapanın hakikatini belirlemek yönünden,
sadece bir defa bunu yapan ile birçok defa bunu yapan arasında
fark bulunmaktadır.
Dolayısıyla, Hatıb’ın (radıyallahu anh) fiili küfür ve kisiyi
dinden çıkaran dostluk olsa da, yukarıda aktardığımız sebeplerden
dolayı Hatıb’ın tekfir edilmesi caiz değildir. Allahu Tealâ en
doğrusunu bilir.