Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

ESHAB-I KİRAM'DAN, EVLİYALARDAN, TARİHİMİZDEN HİKÂYELER

M Çevrimdışı

Muhamed Dolaku

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Hz. ÖMERİN OĞLUNA SOPASI

Hazreti Ömer'in oğlu hastalanmıştı. Doktora götürdüler. Doktor ise Yahudi idi. Yahudi 'bakalım halife kendi oğluna da Allah'ın emrini tatbik edecek mi' diye, Hazreti Ömer'in oğluna sarhoş edici bir madde içirdi. Onu ilâç zannederek içen halifenin oğlu kendinden geçtikten sonra, yahudinin teşvikiyle kızına da zina etti. Muradına eren Yahudi sokağa çıkıp:

— Ömer'in oğlu benim kızıma zina etti, diye bağırmaya başladı.

Dedi - kodu her tarafa yayılıyordu. Hazreti Ömer, meseleyi tahkik ettirdiğinde hakikaten oğlunun Yahudinin kızına zina ettiğine kanaat getirdi ve yüz sopa vurulmasına karar verdi.

Hazreti Ömer (r.a.):

— Zina eden benim oğlum olduğu için sopayı ben vuracağım, dedi ve seksen sopa vurunca oğlu öldü.

Yirmi sopa da oğlunun ölüsüne vuran halife, ağlamaya başladı. Diğer ashap:

— Ya Ömer ağlama, şeriatın emridir, diye teselli etmeye başladıklarında O:

—Ben oğlum öldü diye ağlamıyorum. Ben sopayı ona vururken acaba içime babalık merhameti doğdu da, yavaş vurdum mu diye ağlıyorum. Eğer öyle oldu da, yarın Allah bana bunun hesabını sorarsa ne cevap vereceğim diye ağlıyorum, dedi.

O gece Hz. Ömer'in oğlunu rüyada yüksek mertebelere erişmiş görenler, bu mertebeye nasıl eriştiğini sordular. O:

— Babamın ölüme vurduğu yirmi sopa, beni bu mertebeye ulaştırdı, diye cevap verdi.

* * *
 
M Çevrimdışı

Muhamed Dolaku

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
19 YAŞINDA KUMANDAN



Peygamber Efendimiz, irtihaline yakın bir sırada İslâm ordusunun başına Zeyd bin Haris'in 19 yaşındaki oğlu Üsame'yi kumandan tâyin etmişti. O sırada bir sefre çıkılacaktı. Resülüllah:

— «Harbe iştirak etmek isteyenler, Medine dışında Üsame'nin çadırı etrafında toplansınlar», diye emir buyurdu.

Ordu Medine dışına karargâh kurmuştu. Resulüllah'ın hastalığının şiddetlendiği haberi geldi. Hazreti Usame:

— Resülüllah bu kadar ağır hasta iken, sefre çıkmak pek doğru olmaz, dedi ve üç gün orduyu bekletti.

Uç gün içinde de, Efendimiz irtihal-i Darî beka eyledi. Resülüllah vefat edip yerine Hazreti Ebubekir halife olarak geçince, Üsame'nin kumandanlığını yerinde bulmayan ve genç olduğunu ileri süren bazı ashap:

— Ya Ebu bekir! Usame daha çok genç... Onu azledip yerine başka birini nasbetseniz daha iyi olmaz mı? diyerek azlini teklif etmişlerdi.

Hazreti Ebubekir çok hiddetlendi ve:

— Resulüllah'ın tâyin ettiği bir kumandanın azlini, benden nasıl istersiniz? dedi ve kafiyetle yapamıyacağını bildirdi.

Böylece ordu, Üsame'nin kumandasında yoluna devam ediyordu. Hazreti Ebubekir (r.a.) onu ata bindirdi, kendisi ise yerde yürüyordu. Bir müddet gittikten sonra Üsame (r.a.) çok sıkılmıştı:

— Ya Ebabekir! Ya siz binin, ben yürüyeyim, yahut da, benim de inmeme izin verin! dediği zaman, Hazreti Ebubekir, her ikisini de kabul etmedi:

— Siz bineceksiniz, bense yürüyeceğim. Allah için savaşa giden ordunun arkasında biraz yürüyeyim ki, onların ayak tozlarından ayağım şereflensin, buyurdu ve o ihtiyar haliyle ordunun arkasından uzun müddet yürüdü.

İşin en enteresan tarafı; 19 yaşındaki Üsame (r.a.)'nın kumandan bulunduğu orduda Hazreti Ömer bir nefer olarak harbe iştirak ediyor ve bundan şikâyet de etmiyordu. Hazreti Ebubekir (r.a.) orduyu uğurlayıp kendisi ayrılacağı zaman, Usamenin yanına vardı ve:

— Ya Üsame! Görüyorsun ki, Resülüllah vefat etti. Medine'de onun ayrılması ile bir boşluk hâsıl oldu, işler çok fazla. Askerlerinin içinde bulunan Ömer'in, benimle gelmesine ve geri dönmesine müsaade eder misin? dedi.

Hazreti Üsame:

— Memnuniyetle!., diyerek Hazreti Ömer'in geri dönmesine müsaade etti ve ondan sonra Hazreti Ömer geri döndü.

* * *
 
M Çevrimdışı

Muhamed Dolaku

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
DERDİMİN İLÂCI VİRANEDİR



Adaletiyle meşhur İran hükümdarlarından Nuşirevan, hastalanmış, ölüm döşeğine yatmıştı. Evlâtlarını toplayıp onlara vasiyetlerini söylemeye başladığında, içlerinden biri:

— Baba, senin derdine hiçbir çare bulunmaz mı? dedi. Nuşirevan:

— Olmaz olur mu? Her derdin bir çaresi vardır. Benim derdimin devası ise, viranede öten baykuşun etidir. Eğer ülkemde bir harabede öten baykuş bulur, bana getirirseniz derdimin çaresi bulunmuştur, dedi.

Hükümdarın oğulları bu işe sevindiler. Dört yoldan İran'ın her yanında virane aramaya başladılar. Fakat ne kadar aradılarsa bulamadılar. Çünkü hükümdar milletine o kadar hizmet etmişti ki, ülkenin hiçbir yerinde, kendi haline terkedilmiş bir virane bulmak imkânsız hale gelmişti.

Hükümdarın çocukları, babalarına üzülerek bir virane bulamadıklarını söylediler. Nuşirevan, zaten bulamayacaklarını daha önceden biliyordu. Onların haline gülümseyerek ruhunu teslim etti.

Fakat bu hükümdar, Peygamberimizin:

— İmansız gittiğine üzülüyorum, dediği şahıslardan biridir ve kendisine iman nasip olmamıştır.

* * *
 
M Çevrimdışı

Muhamed Dolaku

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
IKİ DARGININ BARIŞMASI



Bir mesele hakkında, Hazreti Hasan ve Hüseyin anlaşamadılar ve darıldılar. Durumu öğrenen eshap araya girip barıştırmak maksadıyla, önce küçük olduğu için Hz. Hüseyin'in yanına geldiler. O:

— Ben dedem Resûlüllah'tan işittim. İki dargından hangisi önce barışırsa Cennete önce o girecek, buyurmuştu. Ben ağabeyimden önce Cennete girmekten hâyâ ederim, dedi ve ağabeyinin kendi yanına gelmesini istedi.

Bu sefer eshap Hz. Hasan'ın yanına gidip durumu bildirdiler. O, hemen ağlayarak kardeşi ile barışmak üzere yola çıktı. Ağabeyinin geldiğini gören Hz. Hüseyin de onu yolda karşıladı ve aralarında hiçbir şey yokmuş gibi kucaklaştılar.

* * *
 
M Çevrimdışı

Muhamed Dolaku

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
9 EVİ DOLAŞAN KELLE



Eshaptan birinin, evine bir yerden bir koyun başı gelmişti. Evde başka yiyecekleri de yoktu. Hanımına onu hazırlamasını söyledi. Pişirdiler, hazırladılar; tam yiyecekleri zaman bir komşu gelip:

— Günlerden beri açız. Bize verecek bir şeyiniz yok mu? dedi. Onlar yemeye hazırlandıkları kelleyi verdiler.

Kelleyi alan sahabi eve götürdü, sevinç içinde çocukları ile yiyeceği bir sırada başka bir komşu bu sefer onlara gelip:

— Günlerden beri açız, bize verecek bir şeyiniz yok mu? dedi Onlar da komşudan aldıkları kelleyi, tadına bile bakmadan verdiler. Bu arada kelleyi ilk veren zat, komşudan bir şeyler almak için başka bir sahabinin evini çaldığında, onlar da önlerine koymuş bir kelle yemeye hazırlanıyorlardı. O gelip de:

— Günlerden beri açız, bize verecek bir şeyiniz yok mu? deyince, önlerindeki kelleyi hiç tereddüt etmeden komşularına verdiler.

Kelleyi ilk veren eve getirip de baktığında, kendisine verilen kellenin, kendisinin verdiği kelle olduğunu anladı. Daha sonra soruşturup öğrendi ki, o koyun kellesi kendisine geri gelinceye kadar dokuz ev dolaşmış.

* * *
 
M Çevrimdışı

Muhamed Dolaku

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
KA'BENİN ANAHTARININ SAHİBİ



Mekke-i Mükerreme fethedilmişti. Peygamber Efendimiz Ka'be'ye girmek istedi. Anahtar ise henüz daha Müslüman olmamış olan Osman bin Talha'da idi. Resûlullah (s.a.v.) Hazreti Ali'yi anahtarı getirmesi için ona gönderdi.

Osman bin Talha:

— Ben Muhammed'in hakiki peygamber olduğuna inanmıyorum ki, Ka'be'nin anahtarını teslim edeyim. Anahtar dedelerimden bana kalmıştır, dedi.

Fakat Hazreti Ali, Resûlüllah'ın emrini yerine getirmek üzere anahtarı halen müşrik olan Osman bin Talha'nın elini sıkarak zorla aldı ve Resûlüllah'a getirdi.

Peygamber Aleyhisselâm ve eshap Ka'be'ye girip putlardan temizlediler ve içerde iki rek'at da şükür namazı kıldılar. Bu arada Hz. Abbas, Ka'be'nin anahtarının kendisine verilmesi için ricada bulunmuştu.

O esnada:

— Emâneti ehline verin, âyeti celîlesi nazil oldu.

Bunun üzerine Efendimiz anahtarı Hazreti Ali ile tekrar eski sahibi Osman bin Talha'ya gönderdi. Osman bin Talha:

— Ya Ali, biraz evvel anahtarı elimden zorla aldın, şimdi ise tekrar getirdin. Bunun sebebi nedir? diye sordu.

Hazreti Ali:

— Bu hususta âyet nazil oldu, dedi ve emânet hakkında nazil olan âyeti sonuna kadar okudu.

O zamana kadar iman nasip olmayan Osman bin Talha:

— Dininizin emânete verdiği ehemmiyete hayran kaldım, dedi ve Resûlüllah'ın huzuruna götürülmesini istedi.

Hazreti Ali ile beraber Huzur-u Saadete geldiler ve Osman bin Talha, şehadet getirerek İslâm şerefiyle müşerref oldu.


* * *
 
M Çevrimdışı

Muhamed Dolaku

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
NECİDLİLERİN İHANETİ



Enes bin Malik (r.a.) anlatıyor:

— Necid'den bir topluluk Resulüllah'ın huzuruna geldiler ve İslâmiyeti kabul etmek istediklerini, fakat hiçbir şey bilmediklerini, kendilerine birkaç tane îslâmiyeti öğretecek muallim verilmesini istediler.

Hazreti Peygamber, Eshab-ı Suffe'den 70 kişiyi Necidlilere Kur'an öğretmekle vazifelendirdi. Necidliler 70 kişi ile beraber yola çıktılar. Yolda niyetlerinin İslâmiyeti kabul etmek olmadığı, asıl niyetlerinin eshabı öldürmek olduğu anlaşıldı. Yolda sakladıkları silâhları çekerek 70 kişiyi de kılıçtan geçirdiler.

Eshab-ı Suffe (Mescidi Nebi'de toplanıp, işleri güçleri Kur'an okuyup öğrenmek ve öğretme olan sahabe) hallerinden pişmanlık duymuyorlar, bilâkis memnun oluyorlardı. Onlar sadece:

— Ya Rabbi! Biz senden razıyız, sen de bizden razı ol. Bizim bu halimizi Resulümüze bildir, diye dua ediyorlardı.

Cebrail Aleyhisselâm gelip durumu Resûlüllah'a haber verdi. Resûlüllah da orada bulunan eshaba durumu anlattı.

Enes (r.a.) dayısı Haram bin Milhan'ın da öldürülen Eshab-ı Suffe'nin içinde olduğunu ve mızrak başına saplandığı zaman:

— Ka'be'nin Rabbine yemin ederim ki, şehadet şerbetini tattım, dediğini rivayet etmektedir.

* * *
 
M Çevrimdışı

Muhamed Dolaku

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
EV SAHİBİNİN YÜZÜNE TÜKÜRDÜ



Büyüklerden biri vefat eden zengin bir dostunun oğlunu ziyarete gitmişti. Evde otururlarken bir ara misafiri karşısında oturan dostunun oğlunun yüzüne «Şap» diye tükürdü.

Çocuk neye uğradığını şaşırmıştı. Bir taraftan yüzündeki tükürüğü silerken bir taraftan da misafirin yüzüne ters ters bakmaya başladı.

Misafir hiç istifini bozmadan:

— Evet kusura bakma, tükürmem icâb etmişti. Bir etrafa halılara, bir de senin yüzüne baktım etraf cenin yüzünden daha temiz geldi. Halıları kirletmektense pis yüzüne tükürmeyi tercih ettim, dedi.

* * *
 
M Çevrimdışı

Muhamed Dolaku

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
EBUBEKİR'İN CİĞERİ



Hazreti Ebubekir'in komşuları:

— Ya Resûlallah! Ebubekir her akşam evinde ciğer kebabı yapıp yediği halde, bize bir lokma bile vermiyor. Biz onun komşuları olarak şikâyetçiyiz, dediler.

Hazreti Resûlüllah:

— Bundan sonra yine ciğer yediğini anlarsanız, bana da haber verin o yemek başında iken baskın yapalım, buyurdu.

Aradan birkaç gün geçmişti ki, bir sahabi gelip:

— Ya Resûlallah! Şu anda evden yine ciğer kokusu gelmeye başladı. Pişiriyor olması lâzım, dedi.

Peygamberimiz meselenin hakikatini eshaba söylemiyor, gözleri ile görmelerini istiyordu. Hep beraber Ebubekir'in evine gittiler. Eve yaklaştıklarında hakikaten evden ciğer kokusu gelmeye başlamıştı. Kapıyı çalıp içeri girdiler, baktılar ki, Hazreti Ebubekir'in evinde ciğer değil, bir parça et bile yok. Eshap hayret içinde kalmıştı.

Resûl-ü Ekrem meseleyi şöyle izah etti:

— Ebubekir'in yediği, sizin bildiğiniz ciğerlerden değildir. Onun kendi ciğeri Allah korkusundan yanıp - tutuşmakta, siz ise onu ciğer pişirip yiyor sanmaktasınız.

Şikâyet eden eshap mahcup, Resûlüllah memnun vaziyette ayrıldılar.

* * *
 
M Çevrimdışı

Muhamed Dolaku

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
İMAN EDENİ ÖLDÜRDÜ



Eshaptan Ebû Katâde'nin kumandanlığında bir harp yapılıyordu, îslâm ordusunda bir de münafık vardı. Bu münafık hakikatte Allah için değil, kan dâvası güttüğü bir adamı öldürmek için harbe iştirak etmişti.

Hakikaten savaş meydanında, hep müşriklerin ordusunda bulunan o kan düşmanının peşini takip ediyor ve her fırsatta onu öldürmek istiyordu. Bir ara tam karşı karşıya geldiler. Münafık daha avantajlı durumda idi. Kılıcını çekip müşriğin üzerine hücum ettiği zaman o:

— Eşhedü enla Ilâle İllallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve Resûlühü, deyip müslüman oldu.

Fakat münafık onun bu sözlerine hiç kulak bile vermeden başını kesti ve yere serdi. Adam ölmüştü. Bunu gören bazı eshap üzüldüler ve durumu harpten döndüklerinde Peygamber Efendimize bildirdiler.

Hazreti Resul:

— İman eden bir kimseyi niçin öldürdün? diye sordu. Münafık:

— Ya Resûlallah! O kalben iman etmemişti, sadece ölümden kurtulmak için dille söyledi, dedi.

Peygamberimiz:

— Hel şakakta kalbehû? (Kalbini yarıp baktın mı?) buyurunca, münafık:

— Kalbini yarsam ne çıkardı? Kalb bir et parçası değil mi? dedi. Bunun üzerine Resûlüllah çok hiddetlendi ve:

— Sen kalbden anlamaz, dile inanmazsın. Nasıl olacak böyle?, buyurdu.

Bu sefer münafık korktu ve:

— Ya Resûlallah! Beni Allah affetsin, dedi.

Peygamber Efendimiz onun hakiki iman sahibi olmadığını bildiği için:

— Allah seni affetmesin, buyurarak huzurundan kovdu.

* * *
 
M Çevrimdışı

Muhamed Dolaku

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Hz. SÜLEYMAN'A HÜDHÜD'ÜN TAVSİYESİ



Hem peygamber, hem Sultan olan ve bütün canlı varlıkların dilinden anlayan Süleyman Aleyhisselâm'a Allah tarafından bir melek gelip:

— Ya Süleyman! Bu su sana Allah tarafından gönderildi. Eğer bu hayat suyundan içersen, kıyamete kadar yaşayacaksın. İçmezsen ecelin geldiği zaman öleceksin. Hangisini tercih edersin? dedi.

Süleyman Aleyhisselâm cevap vermek için melekten biraz mühlet istedi. Melek Hazreti Süleyman'ın isteğini kabul edip gitti.

Süleyman Aleyhisselâm bu meseleyi danışmak için bütün canlılardan heyetler toplayıp hepsinin fikrini sordu. Bütün canlı varlıklar, Hayat Suyundan içmesini ve kıyamete kadar yaşamasını tavsiye ettiler.

Onlar:

— Eğer bu suyu içer de kıyamete kadar yaşarsan, Allah için daha çok amel işlersin ve daha çok sevap kazanırsın, diyorlardı.

Hazreti Süleyman, hayvanların içinden gelip gelmeyen var mı, diye iyice bir kontrol ettiğinde Hüdhüd kuşunun gelmediğini farkedip:

— Onlardan da bir heyet gelsin!, diye emir verdi.

Biraz sonra Hüdhüd kuşu da Süleyman Aleyhisselâmın huzuruna geldi. Mesele ona da sorulduğu zaman Hüdhüd şöyle cevap verdi:

— Benim fikrime kalırsa içmemen ve zamanı gelince ölmen daha hayırlıdır. İçersen kıyamete kadar yaşayacaksın ama, senin sevdiklerin hep ölecekler ve sen kıyamete kadar onların acısını içinde hissedeceksin. İyisi mi, içmeyip ölmek ve Allah'ın ahirette hazırladığı nimetine daha kısa bir zamanda kavuşmak daha iyidir, dedi.

Süleyman Aleyhisselâmın bu fikir daha hoşuna gitmişti. Melek tekrar geldiğinde, içmek istemediğini ve zamanı geldiğinde Ölmeyi tercih ettiğini bildirdi.

* * *
 
M Çevrimdışı

Muhamed Dolaku

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
İMAM EBU YUSUF VE HAMAMCI



Ebû Yusuf fakir bir aile çocuğu idi. Binbir güçlük içinde tahsiline devam ediyor ve tek teselliyi, hocası İmam-ı A'zam'm:

— İlim azizdir, sahibini de aziz eder, sözünde buluyordu.

Talebeliği zamanında bir gün hamama gitmişti. Hamamdan çıkarken üzerinde hamamcıya verecek para çıkmadı. Hamamcı bütün ısrarlarına rağmen parasız göndermiyordu. Her ne kadar:

— Şimdi yanımda yok, bana müsaade et sonra getiririm. Ben talebeyim, istersen sana bir ilmi mesele, öğreteyim dediyse de hamamcıya tesir etmedi.

Hamamcı en sonunda ayakkabısını rehin alıp İmam-ı Ebû Yusuf'u yalın ayak gönderdi. Ancak para bulup getirdiği takdirde ayakkabısını alabilecekti.

Bu hâl İmam'ın çok ağrına gitmişti:

— Bir hamamcıya bile sözümüz geçmiyor, paran olmazsa rezil olursun, diyerek ilim tahsilinden vazgeçti ve para kazanmanın yollarını aramaya başladı.

İmam-ı Yusuf'un bu kararı hocasını çok üzmüştü. Ebû Yusuf'u aradı, buldu ve hamamcının parasını vererek ayakkabıyı da aldırdı.

Aradan zaman geçmiş, Ebû Yusuf, hakikaten İmam-ı Ebü Yusuf olmuştu. Medreselerde talebe okutmakta ve insanlığın bir çok müşkülünü çözmekte idi.

Bu arada hamamcının başı derde girmişti. Çünkü o:

— Bir kızım olur, onu da evlendirirsem paha biçilmeyen bir cehiz hazırlarım, diye va'detmişti.

Allah ona bir kız evlât verdi ve düğün zamanı da gelip çattı. Fakat bir türlü va'dini yerine getiremiyor, dünyada paha biçilmeyen bir şey bulamıyordu. Kime derdini açtı, hangi ilim adamına danıştı ise derdine kimse çare bulamamıştı. Bir gün bir ahbabı:

— Sen git, falan yerde bir alim var, derdini ona anlat. Bu işe bir çare bulursa o bulur, dedi. Hamamcı tarif edilen yere gitti, sordu - soruşturdu, o zatın medresede talebe okuttuğunu öğrenip doğru medreseye gitti. Medreseye varıp kapıyı çalıp içeri girince Ebû Yusuf hamamcıyı tanıdı ama, hamamcı onu tanımamıştı. Derdini anlatıp kendisini kurtaracak fetvayı vermesini istedi.

Ebû Yusuf, hamamcıyı dinledikten sonra:

— Sizin sorunuz çok kolay, yalnız bu talebelere şu kadar yardımda bulunacaksınız, deyince hamamcı derdine çare bulunduğu için sevinçten uçuyordu sanki.

Hamamcı bütün şartları kabul ettikten sonra Ebû Yusuf rahimehullah:

— Kızının çehizine bir Kur'an-ı Kerîm al koy. İşte kıymetine paha biçilmeyen tek şey budur, diye fetvayı verdi.

Daha sonra iş kendisini tanıtmaya gelmişti:

— Sen bir zaman hamamına giren bir talebeden, parasının yerine ayakkabısını almıştın. Fakat şimdi hamam parasının bin mislini vermeye razı oldun. Ondan dolayı ben senden talebelere yardım istedim, deyince hamamcı da karşısındakinin kim olduğunu tanımıştı.

Bu mesele îmam-ı A'zam Hazretlerinin kulağına gitti. Hazreti îmam, talebesinin bu buluşunu çok beğenmişti. «İlim azizdir, sahibini de aziz kılar» sözü ise bir keramet olarak zuhur etmişti.

* * *
 
M Çevrimdışı

Muhamed Dolaku

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
MISIRLI ZÜNNÜN (K.S.)



Mısır'da müthiş bir kuraklık olmuş ve millet susuzluktan müşkül durumlara düşmüştü. Hatta Nil Nehrinin bile kurumasından korkuluyordu. Halk yağmur duasına çıkmaya karar verdi. Fakat günlerce yağmur duası yapıldığı halde yağmur yağmıyordu. Halktan bir zat, zamanın mânevi reislerinin Zünnün-ü Mısrî Hazretlerinin huzuruna çıkıp:

— Ya üstad! Görüyorsun ki, günlerce yağmur duasına çıktığımız halde bir türlü yağmur yağmadı. Bizim duamız kabul olunmuyor, siz bir himmette bulunsanız da yağmur yağsa. Büyüklerin duası her zaman makbuldür, dedi.

Kendisinden yağmur duasına çıkması istenen Zünnün Hazretleri Mısır'ı terkedip Medyen'e gitti. Aradan çok geçmeden yağmur da yağmaya başladı. Mısır'a bol miktarda yağmur yağdığını duyan Zünnün Hazretleri geri geldi.

Kendisinden neden Mısır'ı terkettiği soruldu. O:

— Kötülerin işlediği günahlar yüzünden kurtların, kuşların rızıkları darlaşır, yağmur yağmaz olur, kıtlık başlar. Benden yağmur duasına çıkmam istendi, ben de bu beldede benden daha günahkâr adam yoktur, olsa olsa bu kıtlığa sebep ben olmam lâzım, dedim ve Mısır'i terk ettim, dedi.

* * *
 
M Çevrimdışı

Muhamed Dolaku

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
HAZRETİ HAMZA'NIN İMANI



İslâmın baş düşmanlarından Ebû Cehil, bir gün Hazreti Resûlüllah'ı tenha bir yerde buldu, bir hayli hakaret ettikten sonra hırsını alamayarak başına taşla vurup yardı. Resûlüllah'ı, başının kanlar içinde eve gitmekte olduğunu gören bir Müslüman kadın oturup sokak ortasında ağlamaya başladı.

Hazreti Hamza, o zamana kadar henüz İslâmiyeti kabul etmemişti. Sokaktan geçerken bir kadının ağlamakta olduğunu görüp, niçin ağladığını sordu. Kadın gördüklerini ona bir bir anlattı. Kadını sonuna kadar dinleyen Hazreti Hamza, doğru Ebû Cehil'in bulunduğu meclise gitti. Hazreti Hamza, pehlivan yapılı ve cüsseli bir vücuda sahipti. Onun heybetinden herkes korkar ve saygı duyardı.

Ebû Cehil, Hamza'nın geldiğini görünce şüphelendi ve korkuya düştü. Çünkü Hazreti Hamza'nın yüzü gülmüyordu. Doğru, yaptıklarını avenelerine böbürlenerek anlatan Ebû Cehil'in üzerine yürüdü ve elindeki yayıyla vurmaya başladı. Bir hayli hırpaladıktan, hatta başını kanlar içinde bıraktıktan sonra:

— Bundan böyle Muhammed'e bir kötülük yapayım demeyiniz. Her kim ona bir kötülük yaparsa karşısında beni bulur, dedi.

Oradan ayrıldı.

Ebû Cehil'e niçin Hamza'ya karşı koymadığını sorduklarında, o:

— Sakın ha dokunmayın, bizim tarafımızda bir o kaldı. O da giderss İslâmiyet bir misli daha kuvvetlenir ve biz zarar ederiz, diyor avenelerine...

Ona karşı koymamaları için sık sık tenbihte bulunuyordu. Hazreti Hamza, Ebû Cehil'i kanlar içinde bırakıp doğru Resulüllah'ın yanına vardı ve:

— Ya Muhammed! Hiç üzülme, senin intikamını ondan daha fazlasıyle aldım, dedi.

Resûlüllah'tan:

— İyi etmişsin, diyeceğini bekliyordu. Peygamber Efendimiz:

— öyle yapmakla eline ne geçti? dedi. Hazreti Hamza:

— Benim böyle yapmamdan memnun olmadın mı yoksa? diye sorunca Efendimiz:

— Hayır! Beni memnun etmiş sayılmazsın, diye cevap verdi. O:

— Öyle ise seni ne memnun eder? Ben senin düşmanının başını yardığım halde memnun olmuyorsun, dedi.

Resûlüllah (s.a.v.):

— Beni senin İslâmiyeti kabul etmekliğinden başka hiçbir şey memnun etmez. Ancak sen hidayeti kabul edersen beni memnun edersin, deyince, Hazreti Hamza:

— Ya Muhammed! öyle ise bana îslâmiyeti anlat, ben Müslüman olacağım, dedi.

Peygamber Efendimiz, Şehadet getirdi, o da beraber «Eşhedü enla ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve resûlüh» deyip İslâmiyeti kabul etti.

* * *
 
M Çevrimdışı

Muhamed Dolaku

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
HABBAB'IN İNTİKAMI



Ümmü Ammar isminde bir müşrikin, Habbab isminde bir kölesi vardı. Bu köle îslâmiyeti kabul etmişti. Ümmü Ammar her ne kadar ona dininden dönmesi için baskı yaptı ise de kabul etmiyordu. Hattâ işkencede o kadar ileri gitti ki, başını ateşle dağlamaya başladı. Artık işkenceye dayanamayan Habbab, durumu Resûlüllah (s.a.v.)'e bildirdi.

Hazreti Resul:

— Ya Rabbi Habbab'a yardım eyle, diye dua etti.

Bu duadan sonra çok geçmeden müşrik Ummü Ammar hastalandı. Doktorlar başının ateşle dağlanmasını, aksi takdirde hastalıktan kurtulmasının imkânsız olduğunu söylediler.

Ummü Ammar'ın başka kölesi olmadığı için Habbab'a başını ateşle dağlatmaya başladı...

* * *
 
M Çevrimdışı

Muhamed Dolaku

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
FATİH'İN SÜNNET DÜĞÜNÜ



Fatih Sultan Mehmed Edirne'de büyük bir sünnet düğünü tertiplemiş ve düğüne zamanın ileri gelen ilim adamlarını da davet etmişti. Alimler arasında Fatih'in hocaları; Molla Güranî ve Molla Hüsrev de vardı.

Hazreti Fatih, yemekte Molla Güranî ile beraber sofraya oturdu. Yemek esnasında Hocası Molla Güranî Fatih'e şu nasihatta bulundu

— Haramdan perhiz eyle!..

Bunun üzerine Fatih Sultan Mehmed:

— Hocam, bu sözünle eğer sarayda haram lokma yendiği fikrini söylemek istiyorsanız, şu anda siz de o haramdan yiyorsunuz, dedi.

Molla Güranî cevabı yapıştırdı:

— Benim önüme helâli, sizin önünüze haramı isabet etmiştir! dedi.

Bu söz karşısında diyecek bir şey bulamayan Fatih, bu sefer yemek arasında hocası görmeden önlerindeki tabağı değiştirdi. Hoca yemeğe devam ediyordu ve Fatih'in bu hareketini görmemişti.

Biraz sonra Fatih:

— Hocam, artık haram yediğinizde şüphe kalmadı. Çünkü ben biraz evvel tabakları değiştirmiştim, dedi.

Hoca yine çıkış yolu buldu: -.

— Siz bana haram nasip olmaması için böyle yaptınız. Çünkü sizin önünüzdekinde haram, benim önümdekinde ise helâl lokma kalmadığı bir zamanda siz tabağı değiştirdiniz. Sizin yediğiniz haram, benimki ise helâldir, dedi.

* * *
 
M Çevrimdışı

Muhamed Dolaku

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
KALBİ HURMA İLE MUTMAİN OLUYORMUŞ



Vehb bin Munebbih (r.a.)'den rivayet olundu. Buyurdu ki:

— Beni İsrail'den bir âbid vardı. Uçyüz sene ibadet etmişti. Üçyüz sene sonra:

— Ya Rabbi! Bana vahiy gönder, diye dua etti. Rabbülâlemin o âbid'e bir hurma ağacı ihsan etmiş, bütün rızkını o ağaçtan verirdi. Böyle dua etmesi üzerine Allah tarafından:

— Senin kalbin benden başkasiyle mutmain olduğu için sana vahiy göndermem, diye bir nida geldi.

O âbid, rızkını temin ettiği hurmanın kendisine yettiğini düşünmüştü. Bu yüzden vahiy gelmiyordu.

— Ya Rabbi! Benim kalbim senden başka neyle mutmain oluyor?, diye iltica ettiğinde Allah tarafından şöyle nida geldi:

— Senin kalbin o yediğin hurma ile mutmain oluyor.

Bunun üzerine âbid hurmayı kökünden kesti ve «Ne olursa olsun, isterse aç kalayım» deyip tam tevekkülle ibadete başladı. Ondan sonra da Allah tarafından vahiy gelmeye başladı. Ve bir vahiyde:

— Ey kulum! Benim kullarıma ihsan ettiğim bir kadir gecesi vardır ki, o gecede yapılan ibadet senin yaptığın bütün ibadetlerden efdaldir.

* * *
 
M Çevrimdışı

Muhamed Dolaku

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
KÖLENİN SADAKASI



Mansur bin Hammad (K.S.) Hazretleri bir gün va'zediyordu. Vaaz esnasında bir dilenci gelip:

— Ben dört dirhem isterim, dedi. Mansur Hazretleri:

— Bu kimseye kim dört dirhem verirse, ben de ona dört dua ederim, buyurdu.

O zaman mescidin bir köşesinde oturmakta olan zenci bir köle kalkıp:

— Ya Mansur! Benim için dört dua edersen dört dirhemi veririm, dedi.

Hazreti Mansur:

— Evet! Sana dört dua ederim, dedi.

Köle de çıkarıp dilenciye dört dirhemi verdikten sonra şöyle söyledi:

— Ya Mansur! Benim efendim yahudidir, onun Müslüman olması için dua et, benim kölelikten kurtulmam için dua et, Rabbimin beni kendi fazlından zengin kılması için dua et, Rabbimin günahlarımı affetmesi için dua et, dedi.

Şeyh Hazretleri kölenin istediği gibi dua etti. Şeyhin duasından sonra mescidden ayrılan köle doğru sahibinin yanına varıp meseleyi anlattı. Bu durum sahibinin çok hoşuna gitmişti:

— Şu andan itibaren seni malımdan azad ettim. Bu güne kadar ben senin efendin idim, bu günden sonra sen benim efendimsin, deyip «Eşhedü enla ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve Resûlüh» deyip Müslüman oldu. Bütün malıma seni ortak ettim, fakat senin dördüncü isteğine ben kadir olamam. O Allah'ın bileceği iştir, dedi.

O anda onlara gaipten şöyle bir ilham geldi:

— Müjdeler olsun; ikiniz ve Şeyh Mansur ateşten kurtuldunuz.

* * *
 
M Çevrimdışı

Muhamed Dolaku

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
SALAVATIN EHEMMİYETİ



Bir zahid Efendimiz (Sallallahü aleyhi vesellem)'i rüyada gördü. Peygamberimiz ona dönüp bakmıyordu bile... Zahid:

— Ya Resûlallah! Sen beni tanımıyor musun? dedi. Efendimiz:

— Tanımıyorum, buyurdular.

— Sen bana dargın mısın ya Resûlallah!?, dedi. Efendimiz:

— Dargın değilim, buyurdular. O zaman zahid:

— Ben filân zahidim, dedi. Resûlüllah (s.a.v.):

— Ben seni tanımıyorum, buyurdu.

Zahid:

—- Ya Resûlallah! Ben ulemadan işittim; buyururlar ki, Nebî ümmetini, ana - babanın evlâtlarını tanıması gibi bilir, derlerdi.

Peygamber Efendimiz:

— Ulema doğru söyledi! Nebî ümmetini ana-babadan daha iyi bilir, lâkin Nebiye salavat okuyan ümmetini bilir, buyurdu.

Bu hâdiseden o zahidin Peygamberimize salavat getirmeye lüzum görmediği ve Peygamberimizin onu ikaz ettiği anlaşılmaktadır.

* * *
 
M Çevrimdışı

Muhamed Dolaku

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
ŞEYTAN, ARKADAŞLIĞI KABUL ETMEDİ



Adamın biri sahrada dolaşırken, şeytan ona arkadaş oldu. Adam öğle namazını, ikindi namazını, akşam namazını ve yatsı namazını kılmadı. Uyuma vakti geldi, adam yatıp uyumak istedi. O zaman şeytan adamdan uzaklaşmaya başladı.

Adam:

— Benden niye kaçıyorsun? diye sordu. Şeytan cevap olarak:

— Ben ömrümde bir kere Allah'a asî oldum ve ondan dolayı da Allah'ın huzurundan kovuldum. Sen ise bir günde beş kere isyan ettin. Ben Allah'ın sana gadap edip, senin arkadaşın olmam hasebiyle beni de kahretmesinden korkarım, dedi ve arkadaşlığı kabul etmeyip uzaklaştı.

* * *
 

Benzer konular

Üst Ana Sayfa Alt