Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

ESHAB-I KİRAM'DAN, EVLİYALARDAN, TARİHİMİZDEN HİKÂYELER

M Çevrimdışı

Muhamed Dolaku

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
İBRAHİM EDHEM'İN BİNEKLERİ

İbrahim Edhem Hazretleri, yaya olarak hacca gitmek üzere yola çıkmıştı. Bir müddet gittikten sonra, arkadan bir atlı yetişti. Adam, ıssız çöllerde yalnız başına yola giden ihtiyarın kim olduğunu bilmiyordu. «Nereye böyle ey ihtiyar?» diye seslendi. İbrahim Edhem:

— Hacca gidiyorum! dedi. Adam:

— Yanına ne bir binecek ne bir yiyecek almışsın, kaç senede varacaksın böyle, dedi.

İbrahim Edhem:

— Sen yoluna devam et evlât. Benim bir değil hem de birkaç tane bineğim var, deyince, adam şaşkın şaşkın:

— Ne bineceğinden bahsediyorsun. Baksana yaya olarak yoluna devam ediyorsun, dedi.

Adam, bir türlü o büyük velînin ne demek istediğini anlamıyordu.

İbrahim Edhem Hazretleri: «Benim bineklerimi merak ediyorsun. Bana belâ isabet etse, sabır benim bineğimdir, bir nimet isabet etse bineğim şükür atı olur. Bir kaza isabet etse, rıza atına binerim. Eğer nefsim beni aldatmak isterse, bilirim ki, geçen ömrüm kalanından daha çoktur. Nefsimin isteğinden vazgeçerim. Bunlardan daha iyi bir emniyet olur mu ey yolcu!?» deyince adam, karşısındakinin kim olduğunu anladı:

— Meğer, asıl yaya olan sen değil benmişim, Allah yardımcımız olsun, deyip yoluna devam etti.

* * *
 
M Çevrimdışı

Muhamed Dolaku

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
IMAM-I BİRGİVİ VE HANIMI

Büyük İslâm alimlerinden Imam-ı Birgivî Hazretleri, ömrünün çoğunu ilim yolunda geçirdiği için, bir hayli yaşlandıktan sonra evlenmişti. Bu sebepten kendisi yaşlı olmakla beraber, hanımı daha genç ve çok da güzeldi.

O yıllarda Aydınoğullarının beylik merkezi de İmam-ı Birgivî hazretlerinin bulunduğu Birgi nahiyesi idi. Aydınoğullarının beylerinden biri, İmam'ın genç ve güzel hanımının ismini duymuş ve birçok yerde' onu beğendiğini söylemişti. Beyin kalben kendisine yakınlık beslediğini duyan Birgivî Hazretlerinin hanımı da, içten içe böyle bir evliliğin olmasına arzu duyuyor fakat kimseye sezdirmemeye de gayret ve dikkat ediyordu.

Manevî radarlarla hanımmın bu halini sezen Birgivî, bir gün helaya abdest bozmaya gittiği zaman, tuvaletteki su testisini kasten kırıyor ve heladan ağlayarak çıkıyor. Hocanın ağlayarak heladan geldiğini gören hanımı: «Hoca hazretleri niye ağlıyorsun?» diye soruyor.

O, tuvalette kullandığı testinin kırıldığını ve onun için ağladığını söylüyor.

Hanımı:

— Hoca efendi bu da ağlanacak şey mi? O kırıldı ise yenisini alırız! dediğinde İmam-ı Birgivî: -

— Ben testinin kırıldığına ağlamıyorum. Beni ağlatan asıl şey, bu zamana kadar avret yerimi hep o testi görürdü. Şimdi o kırılmakla başkasını almak lâzım olacak ve o da benim mahremime muttali olacak. Ben işte bunun için ağlıyorum, diyor.

Hocanın sözlerindeki inceliği derhal anlayan ve kızım sana söylüyorum, gelinim sen dinle kabilinden, sözün kendisi ile alâkalı olduğunu farkeden hanım, hocanın, kalbindeki vesveseyi sezdiğinin farkına varıp derhal tevbe istiğfar ediyor ve niyetinden vazgeçiyor.

* * *
 
M Çevrimdışı

Muhamed Dolaku

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
MÜNAFIĞIN HİLESİ

İçten münkir, dıştan müslüman olarak gözüken münafıklardan biri, Peygamberimizin azatlı kölesi ve evlâtlığı Zeyd bin Haris hazretlerine ortaklık teklifinde bulundu. O da onun hakiki müslüman olduğunu zan edip beraber ticaret yapmayı kabul etti. Para münafıktan olmak kaydiyle, beraber mal getirip satmak üzere anlaşıp Taif şehrine gitmek üzere yola çıktılar. Yolda münafık, Hazreti Zeyd'e:

— Yorulduk. Şu mağaraya girelim de bir müddet istirahat edelim, dedi. O da kalbinde hiçbir kötülük olmadığı için, bu teklifi kabul edip mağaraya girdiler.

Münafık, Hazreti Zeyd'e suikasd hazırlamıştı. Orada uyutup, elini ayağını bağladıktan sonra öldürecekti. Biraz sonra Zeyd uyudu, Münafık da plânını tatbike başladı. Zeyd'in ellerini ve ayaklarını sıkıca bağladıktan sonra, onu uykudan uyandırdı. Zeyd uyandı ki, elleri ve ayakları bağlanmış. Kendisini niçin bağladığını sordu.

O:

— Siz bundan birkaç sene evvel Muhammed'le Taif'e gitmiştiniz. Orada O'nu öldürmek istediler. Fakat sen kendini siper yaparak O'nun hayatını kurtardın. Ama şimdi ben seni öldüreceğim. Çünkü sen o zaman Muhammed'i kurtarmasaydın, bugün aramıza bu fitne girmiyecekti ve Arap milleti bu zamana kadar îman edegeldiği putlarına ibadet etmeye devam edeceklerdi, dedi ve hançerini çekip Zeyd'in üzerine yürüdü.

Hazreti Zeyd canından çok sevdiği Resûlüllah'tan ayrılacağını ve bir daha dünya gözüyle göremeyeceğini düşünerek çok üzülüyor ve göz yaşları ile, «Ya Rahman!» -diye nida ediyor. O anda gaipten bir ses:

— «Dokunma!»

Bu sesi duyan münafık, mağaranın ağzında kendilerini gören birisi olduğunu zannederek, dışarı çıkıp baktı ki, kimse yok. Her halde bana öyle gelmiştir. Kimse yokmuş diye düşünerek, tekrar içeri girip Zeyd'in üzerine yürüdüğünde, Zeyd yine: «Ya Rahman!» diye nida ediyor, O ses bu sefer daha gür bir şekilde: — «Dokunma!» diye bağırıyor.

Daha fazla heyecana kapılan münafık, tekrar dışarı çıkıp bakıyor ki, kimse yok. Allah Allah!.. Üçüncü defa öldürmek için hamle yaptığında bu sefer: «Dokunma!» nidası mağaranın ağzında duyuluyor. Heyecanla mağaranın dışına çıkan münafık, tam teçhizatlı bir adamla karşılaşıyor. Neye uğradığını şaşıran münafığın dili boğazına akıyor ve silahlı zat, münafığın kellesini sorgusuz sualsiz kesiyor.

Silâhlı zat, bu sefer içeri girip Hazreti Zeyd'in ellerini ayaklarını çözüp bir isteği olup olmadığını soruyor. Zeyd bin Haris, Ona:

— Sen kimsin,'nereden geliyorsun? Sesin birincide, çok uzaklardan geliyordu, ikincide ve üçüncüde daha yaklaştın ve beni kurtardın! dediğinde, O:

— Ben seni kurtarmak için vazifelendirilmiş bir meleğim. Sen birinci defa nida ettiğinde, ben yedinci kat semada idim. İkinci nida ettiğinde ikinci kat semada idim. Üçüncüde ise, mağaranın ağzına gelmiştim. Kafirin kellesini kesip canını cehenneme yollamakla, benim vazifem bitmiş oldu. Allaha ısmarladık, Muhammed'e selâm söyle, deyip ayrılıyor.

Zeyd, bu hadiseyi Peygamberimize ve eshaba anlattığı zaman, bütün müminler göz yaşlarını tutamayıp ağlaşıyor ve Allah'a şükürler ediyorlar.

* * *
 
M Çevrimdışı

Muhamed Dolaku

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
70 HAC SEVABINA KÖPEĞİ SULADI

Beyazıd-ı Bestamî Hazretleri 70. haccını ifa ediyordu. Arafat'a çıktığı zaman, insanların bir kuyu başına toplanmış su alabilmek için uğraştıklarını gördü. Kendisi de kuyunun başına vardığında baktı ki, bir köpek susuzluktan bitap düşmüş, çaresiz bir halde solumakta. Beyazıd-ı Bestamî Hazretlerine bu köpeği sulaması için ilâhî bir ilham geldi. O da kuyunun başına varıp hacılardan köpeği kim sularsa 69 haccının sevabını vereceğini ilân edip, bir miktar su vermelerini istedi. Amma kimse O'nun bu teklifine iltifat etmiyordu. Bu sefer Beyazıd-ı Bestamî 70 haccının da sevabını vereceğini ilân edip biraz su vermelerini isteyince, hacıların içinden birisi zorlukla aldığı suyu verdi.

Beyâzıd-ı Bestamî Hazretleri, suyu köpeğin önüne koyup içmesini beklemeye başladığı bir anda; içinden: «Ben ne yaptım, hiç bir köpek için yetmiş hacc sevabı verilir mi?» diye geçirdi. Bütün içtiyakıyla suyu içmeye koşan köpek bu hal üzerine gerisin geriye dönüp suyu içmekten vazgeçti. Beyazıd-ı Bestamî Hazretleri anlamıştı hata ettiğini... Allah tarafından şu hitab-ı izzet geldi:

— «Ey kulum Beyazıd! Sen yetmiş hacc sevabı vererek, hayır yaptım sanıyorsun. Halbuki, görüyor musun senin hayrını köpek bile kabul etmedi.»

Beyazıd-ı Bestamî Hazretleri, Cenab-ı Allah'tan günahının affı için yalvarmaya ve göz yaşı dökmeye başladı. Kızgın kumların üzerinde perişan bir halde kalan Beyazıd'ın hatasını, Cenab-ı Allah affetti ve köpek de ondan sonra, ancak kendisi için konan suyu içip rahata kavuştu.

* * *
 
M Çevrimdışı

Muhamed Dolaku

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
BAKMASIYLA GÜNEŞ KARARDI

Hazreti Ömer, sırtından elbisesini çıkarmış yürüyordu. Üzerinde başka elbisesi de olmadığından güneşin sıcaklığı sırtını yakmıştı. Canı yanan Hazreti Ömer, başını kaldırıp güneşe hiddetle baktığında güneşin bir anda ziyası kayboldu ve ortalık gölge haline geldi.

Bu hal Resûlüllah'ın dikkatini çekmişti. Biraz sonra Hazreti Cebrail gelip:

— Ya Muhammed! Söyle Ömer'e güneşe merhamet nazarıyla baksın. Aksi takdirde kıyamete kadar güneş bu hal üzere kalacak, diye haber verdi.

Peygamberimiz durumu Hazreti Ömer'e bildirdi ve Hazreti Ömer de güneşe merhamet ile bakınca güneş eski haline avdet etti.

* * *
 
M Çevrimdışı

Muhamed Dolaku

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
SİNEKTEN KURBAN

Peygamber Efendimiz şöyle anlattılar:

— Geçmiş ümmetlerden iki kişi, bir beldede müşriklerin muazzam bir put yaptıklarını duyup görmeye gitmişlerdi. Putperestler gelen Mü'minlere mutlaka putları için bir kurban kesmeleri lâzım geldiğini söylediler.

Onlar:

— Allah'tan başkasına kurban kesilmez, diyerek bunu reddettiler. Fakat müşrikler dâvalarında ısrar ediyorlar, aksi takdirde kendilerini öldüreceklerini söylüyorlardı. En sonunda:

— Hiç olmazsa bir sinek bari kesin, yoksa öldürürüz, dediler, îki mü'minden biri:

— Sinek kesmekten ne olur, ölmektense bir sinek keser kurtulurum, dedi ve kesti.

öbürü ise:

— Allah'tan başkasına sinek de olsa kesilmez, diyerek onların isteklerini yerine getirmedi. Müşrikler kesmeyeni öldürdüler. Ama, sinek kesen îmanından, kesmeyen ise, canından oldu, fakat îmanını kurtardı, Cennete gitti.

* * *
 
M Çevrimdışı

Muhamed Dolaku

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
ÜLÜLEMRE İTAAT VE İSLÂM

İran Seferi, Hazreti Ömer'in hilâfeti zamanında yapılmış ve bol miktarda ganimet elde edilmişti. Ganimetler arasında kıymetli kumaşlar da vardı. Harpten dönüldükten sonra kumaş vesair ganimetler eshap arasında dağıtılmış ve herkes hissesine düşeni almıştı.

Hazreti Ömer, kendisininki ile oğlu Abdullah'ın hissesini birleştirerek üzerine bir hırka diktirdi.

Bir Cuma günü üzerindeki yeni hırkasıyle hutbe irad etmeye çıkıp:

— Ey mü'minler beni dinleyin ve bana itaat edin! diye hutbe okumaya başladığı zaman, eshaptan biri ayağa kalktı ve:

— Üzerindeki elbisenin hesabını vermedikçe seni dinlemiyor ve sana itaat da etmiyoruz. Çünkü ganimetten bize düşenle bir elbise yapmak imkânsızdı. Sen nasıl oluyor da elbise olabilecek kumaş alabiliyorsun!.. dedi.

Hazreti Ömer o eshabın konuşmasını dinledikten sonra, oğlu Abdullah'a:

— Ey Ömer'in oğlu kalk cevap ver! Dedi. Abdullah bin Ömer, ayağa kalkdı:

— Allah'a yemin ederim ki, babamın üzerindeki kumaşın yarısı benim hisseme düşen kumaştır. Babam ikimizinkini birleştirdikten sonra elbise yaptı, diyerek meseleyi izah etti.

Hazreti Ömer'in oğlunu dinleyen sahabî tekrar ayağa kalkarak:

— Ya Ömer, şimdi konuş. Hem seni dinliyor ve hem de itaat ediyoruz, dedi. Hazreti Ömer de ancak ondan sonra hutbesini okumaya devam etti.

* * *
 
M Çevrimdışı

Muhamed Dolaku

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
İLİM VE HOKKABAZLIK

İmam-ı A'zam, medreseden çıkıp evine giderken yol kenarında bir canbazın ip üstünde bir takım numaralar yaparak halkı meşgul ettiğini görüp kendisi de seyretmeye başladı. Talebeler Imam'ın bu hareketine hayret etmişlerdi. Onlar da hocalarının etrafını sardılar.

Talebelerinin başına toplanmasını bekleyen İmam-ı A'zam:

— Hepiniz beni dinleyin. Gelmeyenler de gelsin, dedikten sonra onlara şu konuşmayı yaptı:

— Şüphesiz ki, bu cambazların yaptığı iyi bir şey değildir. Bunlar halkı kandırarak onlardan para topluyorlar ve böylece daha iyi yoldan rızık temin etmek varken, kötü yoldan rızıklarını bulmaya çalışıyorlar. Fakat bunlar, kötü olan bir sanatı, adî bir varlık olan dünya malı ve para-pul için yaptıklarından bunların yaptıkları yine bir dereceye kadar günahtır.

Ama, siz ulvî olan ilâhî ilmi, dünya malı ve para - pul için kullanır, halkı bu yolla aldatır, zengin olmanın yoluna bakarsanız hiç şüpheniz olmasın ki, sizinki bunlarınkinden daha adî bir hareket olur. Çünkü siz kıymetli bir şeyi, kötü bir şeyin kazanılmasında kullanmış olacaksınız.

* * *
 
M Çevrimdışı

Muhamed Dolaku

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
İMAM-I MUHAMMED'İN YEMEK YEYİŞİ

İmam-ı A'zam'ın en kıymetli talebelerinden İmam-ı Muhammed, son derece alim ve fazıl bir zat olmakla beraber, dünyalık bakımından da tam aksine fakir bir kimse idi.

Arkadaşı İmam-ı Ebu Yusuf ise, ilmiyle beraber varlıklı ve zengin bir kimse idi. Bir gün İmam-ı Ebu Yusuf, İmam-ı Muhammed'i evine davet etti. Evde aile efradına gelen zatın faziletlerinden bahsedip alim ve fazıl bir kimse olduğunu söylemişti. İmam-ı Muhammed eve geldi, onu misafir odasına aldılar ve Allah ne verdi ise ikram ettiler. Bu arada İmam-ı Ebu Yusuf'un kızı babasının medhettiği adamın nasıl yemek yediğini merak etmiş, anahtar deliğinden bakmaya karar vermişti. Baktı ki, babasının üstün faziletlerinden bahsettiği adam, önündeki yemekten avurdu patlarcasına yiyor ve tabaklarda yemek bırakmıyor. Kız, babası dışarı çıktığında:

— Baba, efendi ve fazıl bir zat dediğin adam bu mu? Nasıl yemek yiyor o öyle? Diye sordu. >

Her nasılsa İmam-ı Muhammed, bu konuşmayı içerde duymuştu.

—' Kızım Kûfe'de babanızın yemeğinden başka helâl olduğuna inandığım yemek bulamadığımdan günlerden beri aç geziyordum. Şimdi ise gönül rahatlığı içinde yediğim için fazla yiyorum, dedi.

* * *
 
M Çevrimdışı

Muhamed Dolaku

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
MÜNAFIĞIN DUASI

Hz. Musa zamanında müthiş bir kuraklık başgöstermişti. Musa peygamber ve ümmeti günlerce yağmur duasına çıktılar. Fakat duaları kabul olmuyor ve gökten yağmur inmiyordu.

Hz. Musa Tur'a çıkıp münacatta bulundu:

— Ya Rabbi! Halimiz, sana malûm. Bizim duamız neden kabul olunmuyor, dediğinde, Allah tarafından şu îlâhî hitap geldi:

— Ya Musa! İçinizde nemmam (Lâf taşıyıcı) var. Duanız o sebepten kabule şayan olmuyor.

Bu sefer Hz. Musa:

— Ya Rabbi bize bildir de, o nemmamı aramızdan çıkaralım ve Sana öyle yalvaralım. Bizim duamızı kabul buyur, diye niyaz ettiğinde, Cenab-ı Allah:

— Ya Musa o kulumu sana haber veremem. Duanızın kabul olunmasını istiyorsanız onu siz bulup aranızdan çıkarın, buyurdu.

Hazreti Musa, gelip kavmine durumu bildirdi ve hep beraber tevbe ettiler. Bunların içinde nemmam da bulunuyordu, o da hulusu kalb ile tevbe etmişti. Günahlarının affını dileyenlerin tevbesini kabul eden Cenab-ı Allah kısa zamanda yağmur inzal etti.

* * *
 
M Çevrimdışı

Muhamed Dolaku

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
ZEYNEB VALİDEMİZİN DUASI

Ümmü Mü'minin Zeyneb b. Cahş (r.a.) validemize hilâfeti zamanında Hazreti Ömer'den bir miktar hediye para gönderilmişti. Zeyneb validemiz yalnız başına yaşadığı halde halifenin kendisine hediye göndermesi ağrına gitti. Gelen parayı kendisi menfaatına kullanmak şurda dursun, eline bile almadan tamamının fakir - fukaraya dağıtılmasını istedi ve peçelerinden birini yırtarak içine sardırdı, hizmetçisi vasıtasıyle yoksullara dağıttırdı.

Halife tarafından gelen paranın Beyt-ül Maldan geldiğini hesap ederek şöyle dua etti:

— Ya Rabbi! Bana bundan sonra Ömer'in ihsanda bulunmasını nasip etme!..

Bu duadan sonra Cenab-ı Allah ona daha başka yerlerden bolluk ihsan ederek yokluk çekmeden, ömrünün sonuna kadar halifenin yardımına muhtaç olmadan yaşadı ve bir cömertlik timsali olarak ahirete göç etti

* * *
 
M Çevrimdışı

Muhamed Dolaku

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
ALTINLARI ALMADI

Hazreti Osman, kölesi ile bir yerden geçiyordu. Bir ağacın altında herkesten uzak vaziyette yatan Ebu Zerri Gıfarî Hazretlerini gördü. Ebu Zerr, Eshabın maddeten en fakirlerinden biri idi. Hazreti Osman yanındaki kölesine bir kese altın verdi:

— Git bunu şu ağacın altında yatan adama ver. Eğer dediğimi yaparsan seni azad edeceğim, dedi. Hazreti Osman'ın bu müjdesine sevinen köle, mutlaka parayı verebileceği ümidiyle uyuyan adamın yanına varıp uyanmasını bekledi. Bir müddet sonra Ebu Zerr Hazretleri uyanmıştı.

Köle:

— Al bu keseyi... diye rica ettiyse de Ebu Zerr, kabul etmiyordu.

Köle ısrar ederek:

— Eğer bu altınları alırsan kölelikten kurtulacağım. Sen benim azad olmamı istemez misin, diye yalvardığında O:

— Senin kölelikten kurtulmanı ben de isterim ama, ben onu alırsam, sen hür olacaksın, ben köle olacağım. Sen benim köle olmamı ister misin? Diyerek parayı almayı kabul etmedi.

* * *
 
M Çevrimdışı

Muhamed Dolaku

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
HİÇ YEMEDEN ÜÇ GÜN ORUÇ

Hazreti Hasan ve Hüseyin (r. anhüma) hastalanmışlardı. Hazreti Ali ve Fatıma validemiz, çocuklarının iyileşmesi halinde üç gün oruç tutmayı adadılar. Çok geçmedi hastalar şifaya kavuştu, baba ve anne de oruçlarına başladılar.

Birinci gün sahura kalkıp niyet ettiler ve akşama arpa ekmeğinden iftarlıklarını hazırladılar. Akşam oldu, tam iftar edecekleri sırada, bir fakir gelip:

— Allah için bana bir yiyecek verin. Açım, dedi. Onlar yemeye hazırlandıkları yemeklerini, hiç başlamadan tamamını o fakire verdiler. Tabii bu durumda gece yiyecekleri bir şey bile kalmamıştı. Akşam bir şey yemedikleri gibi, sahura da kalkmadan oruçlarına devam ettiler. Sabahtan akşama kadar iftarlık bir şeyler hazırlamışlar ve iftara hazırlanıyorlardı. Bu sefer de bir yetim gelip:

— Şey'en lillah - Allah için bir şey, dedi. Onlar yine ağızlarına almadan önündekilerinin tamamını yetime verip, su ile iftar ettiler.

İftarsiz, sahursuz, oruçlarına devam ediyorlardı. Üçüncü günün akşamı olup yine iftara hazırlandıkları bir sırada, bu sefer de bir esir geldi. O da aç olduğunu söyleyip onlardan bir miktar yiyecek istedi. Hazreti Ali ve Fatıma validemiz, yiyeceklerinden bir lokma bile almadan tamamını saile verip gönderdiler. İftarlarını yine su ile yapmışlardı ama, oruçları da bitmişti artık.

Onların bu hali, yani yokluk içinde cömert olmaları Cenab-ı Allah'ın çok hoşuna gitti. Haklarında ayet inzal ederek, Hak Teâlâ onlardan razı olduğunu bildirdi.

* * *
 
M Çevrimdışı

Muhamed Dolaku

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
PEYGAMBERİMİZİN İKİ MU'CİZESİ

Hazreti Ömer'in oğlu Abdullah anlatıyor:

— Ensardan bir sahabî, Hazreti Peygamberin huzuruna gelip bazı şeyler sormak istediğini söyledi.

Resûlüllah ona:

— Otur! dedi. Biraz sonra Sakîf Kabilesinden bir zat geldi, o da bazı şeyler öğrenmek istediğini söyledi.

Resûlüllah ona da:

— Otur! dedi. O da oturdu. Hazreti Peygamber, Ensara:

— Evvelâ sen geldiğin için, önce senin suallerine cevap vereceğim, dedi.

Ensar:

— Ben sıramı Sakif'li kardeşime veriyorum ya Resûlallah! dediğinde, Efendimiz, Sakafi'ye:

— Ne söyleyeceğini sen mi söyleyeceksin, ben mi söyleyeyim? buyurdu.

Sakafî:

— Siz buyurun ey Allah'ın Resulü, dedi.

Peygamber Efendimiz:

— Namazdan, secdeden, rükudan soracaktın, buyurdu.

O:

— Seni hak peygamber olarak gönderen Allah'a yemin ederim ki, evet! Dedi.

Peygamberimiz, ona namaz hakkında lüzumlu malûmatı verip gönderdiler.

Sakafî ayrıldıktan sonra, bu sefer Resûlüllah, Ensara:

— Sen de hac eden, vakfe yapan, tavaf edip evine dönen bir kimsenin kazancı ne olur, diye soracaktın, buyurdular.

Ensar:

— Seni Hak peygamber olarak gönderen Allah'a yemin ederim ki, evet! Dedi.

— Hac için evinden ayrılan kimsenin her adımına bir sevap yazılır, bir günah silinir, bu Arafat'a çıkıncaya kadar devam eder. Arafat'a çıktığı zaman ise, Allah (c.c.) birinci kat semaya kadar iner ve meleklerine:

— Ey meleklerim, şahid olunuz ki, ben bu kullarımın günahlarını affettim. Bunlar son tavaflarını yaptıkları zaman ise, analarından yeni doğmuş gibi olurlar, buyurur, diye anlattı.

* * *
 
M Çevrimdışı

Muhamed Dolaku

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
SÖZÜNDE DURMAK

Peygamberimize henüz peygamberlik gelmemişti. Mekke'de Muhammed-ül Emin olarak bilinirdi. Bir gün bir arkadaşıyla buluşmak üzere bir mahal tesbit etmişlerdi. Tayin edilen yere Muhammed-ül Emin tayin edilen saatte vardı. Fakat arkadaşı verdiği sözü unutmuştu. İki gün sonra arkadaşı sadece verdiği sözü yerine getirmek için tayin edilen yere geldiğinde, Muhammed-ül Emin'i orada bekler vaziyette bulup hayretler içinde kaldı. Adam Hazreti Muhammed (s.a.s.) den özür dilemek istediğinde, O:

— Ben sadece vazifemi yaptım. Seni burada bekleyeceğimi söylemiştim ve bekledim. Ben senin başına bir hal gelmiştir diye üzülmüştüm, diyerek onun gönlünü aldı ve ismine lâyık olduğunu bir kere daha ispat etti.

* * *​
 
M Çevrimdışı

Muhamed Dolaku

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
ABDÜLKADÎR GEYLANİ İLE KIRK EŞKİYA

Gavs-ül Vasilin Abdülkadir Geylânî, küçük yaşta ilim tahsiline başlamıştı. Daha dokuz yaşında iken annesinden izin alıp Bağdat'a ilim tahsiline gitti. Giderken annesi oğlunun beline kırk altın bağlamış ve bazı nasihatlarda bulunarak:

— Oğlum sakın, ne olursa olsun yalan söyleme! diye tenbihte de bulunmuştu.

Abdülkadir'in de içinde bulunduğu kervan, Bağdat yolunda devam ediyordu. Bir vadiden geçerken kervanın önünü kırk kişilik bir eşkiya kesti. Eşkiyalar kervanda işlerine yarayan ne varsa aldılar. Ayrılacakları zaman, içlerinden biri Abdülkadir Geylânî'ye:

— Senin neyin var? diye sordu. O hiç tereddüt etmeden:

— Belimde kırk tane altınım var!., dedi. Eşkiyalar üzerini bile aramaya lüzum görmedikleri çocuğun öyle söylemesine hayret etmişlerdi. Onu alıp reislerinin yanına götürdüler.

Reis:

— Evlâdım biz seni aramayacaktık. Sen niye bende altın var dedin ve başını derde soktun, dediğinde, Abdülkadir:

— Ben dünya malı için anneme ve Allah'a verdiğim sözümü bozamam! diye cevap verdi. Henüz dokuz yaşında bulunan bir çocuktan bu sözleri duyan eşkiya reisinin kalbi yumuşamaya başladı.

Bir müddet karşısındaki çocuğu ve kendi halini düşünen eşkiyabaşı:

— Arkadaşlar, ben şu andan itibaren bu zamana kadar yaptığım bütün günahlarımdan dolayı pişman oluyor ve tevbe ediyorum, bundan sonra da bir daha kötülük işlemeyeceğime söz veriyorum. Eğer siz bu işe devam etmek istiyorsanız, başınıza başka bir reis bulun, dedi ve bütün alınan malların geri verilmesini emretti.

Reislerini dinleyen diğer eşkiyalar:

— Biz bu işe seninle başladık, seninle bitireceğiz. Madem sen vaz geçtin, biz de tevbe-istiğfar ediyoruz, dediler.

Abdülkadir Geylânî'nin , ihlâslı ameli semerisini verdi, eşkiyalar kervandan aldıkları bütün malları geri verdiler. Ve o zamana kadar o muhitin korkulu rüyası iken oralarda bir kötülüğün bile işlenmesine müsaade etmez oldular.

* * *
 
M Çevrimdışı

Muhamed Dolaku

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
BİR ÇUVAL TOPRAK VE ARSA

Eski Endülüs Hükümdarlarından biri fakir bir kadının arsasına yeni bir saray yapılmasını emretti. Arsa hükümdarın sarayına alındı ve hükümdar arsanın bedelini de ödemiyordu. Müşkül durumda kalan kadın, çareyi, hükümdarı, kadıya şikâyet etmekle buldu.

Zamanın Şeyhü'l îslâmı, kadını dinleyip haklı olduğuna hükmettikten sonra, hükümdara hiç bir şey söylemeden bir çuval ve bir de kazma kürek alıp kadının arsasından toprak doldurmaya başladı. Padişah sarayından Şeyhü'l îslâmı seyrediyor kendi kendine:

— Herhalde Şeyhü'l İslâm aklını oynatmış olsa gerek, diyordu. Şeyhü'l İslâm çuvala bir miktar toprak doldurdu ve sırtına alıp götürmek istedi. Fakat ihtiyar olduğundan ve toprak da ağır olduğundan kaldıramamıştı. Biraz daha toprak koyup çuvalı ağzına kadar doldurdu. Tekrar kaldırmak istediğinde tabi ki, kaldıramaz! Şeyhü'l İslâmın bu acaip halini seyreden hükümdar daha fazla sabredemeyip huzuruna çağırdı ve:

— Hocam, sen bu zayıf halinle bu çuvalı nasıl kaldıracaksın? Bir de çuvalı boşaltacağına habire dolduruyorsun. Bunu kaldıramayacağını nasıl düşünemiyorsun? diye sordu.

Şeyhü'l îslâmın istediği olmuştu:

— Peki Sultanım, siz benim omuzlarımın o çuvalı' kaldıramayacağını biliyorsunuz da yarın huzur-u İlâhîde o arsayı kaldıracak güce sahip olamayacağınızı neye düşünemiyorsunuz? Sizin omuzunuz benim omuzlarımdan çok mu kuvvetli? diye konuşmaya başlayınca hükümdar hata ettiğini, hocanın kendisini ikaz için böyle yaptığını anladı ve kadının arsasını gasbetmekten vazgeçti.

* * *
 
M Çevrimdışı

Muhamed Dolaku

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Hz. MUSA VE ÜÇ KİŞİ

Hazreti Allah (C.C.) Musa Aleyhisselâm'a:

— Ya Musa sana acaibattan bir sır bildireyim mi? buyurdu. Musa Kelimullah:

— Göster ya Rabbi! diye iltica etti. Allah tarafından:

— Ya Musa! Git filân yerdeki çeşmenin başına, kimse görmeyecek şekilde bir yere gizlen ve bekle!, emri geldi.

Musa Aleyhisselâm gitti, tarif edilen çeşmeyi buldu ve beklemeye başladı.

Biraz sonra atlı bir adam geldi, atından indi, kendisi su içip atını suladı ve zarurî ihtiyaçlarını tamamlayıp atına bindi gitti. Fakat giderken para kesesini çeşmenin başında unutup da gitti. Çok geçmeden bir çocuk geldi, o da su içti ve yolcunun unuttuğu altın kesesi bağlı olan kemeri alıp gitti. Aradan çok zaman geçmeden bu sefer bir âmâ geldi.

abdest aldı ve bir kenara çekilip ibadete başladı. Hazreti Musa gizlendiği yerden manzarayı buraya kadar takip etti.

Biraz sonra altın keseli kemeri unutan atlı adam geri geldi. Kemerini çıkarıp bıraktığı yere baktı ki, orada yok. Doğru âmânın yanına vardı ve ona kemerini unuttuğunu, bulduysa vermesini söyledi.

Âmâ:

— Görüyorsun ki, iki gözüm de görmüyor. Hem ben keseyi almış olsam yanımda olması lâzım. Bende böyle bir şey olmadığına göre almış olmam imkânsız, diyerek adamı iknaya çalıştı ise de, adam bir türlü inanmadı ve:

— Bu altını sen aldın, vermiyorsun, diyerek âmâyı vurup öldürdü. Adam keseyi bulamamıştı ama, âmâyı da öldürmüştü.

Hazreti Musa, sırrına vakıf olamadığı bu hâdisenin mahiyetini öğrenmek için Cenab-ı Hakka ilticada bulundu. Allah-ü Teâlâ meseleyi şöyle izah buyurdu:

— Ey kelimim Musa! Kemeri alan çocuğun babası daha evvel o atlı ağanın hizmetinde çalıştı ve ağa da onun hakkını vermemişti. Şimdi hakkını almış oldu.

Âmâ ise, daha evvel o ağanın babasını öldürmüştü. Sonra gözleri kör olduğu için onü tanıyan çıkmadı ve unutuldu gitti idi. Ama ben unutmadım ve âmânın ölümünü o adam vasıtasiyle yaparak kısası yerine getirmiş oldum.

Bu hâdise karşısında Musa Aleyhisselâm secde-i Rahman'a vardı ve Allah'a şükürler etti.

* * *
 
M Çevrimdışı

Muhamed Dolaku

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
BEHLÜL DÂNA'NIN EVLENMESİ

Behlül Dânâ'yı annesi ve kardeşi Harun er-Reşid, evlenmesi için ikna etmişler ve düğün yapıp gelin getirmişlerdi. Onların hatırı için evlenen Behlül, zifaf gecesi hanımıyla başbaşa kaldığı zaman, başını hanımının karnına koydu ve bir müddet dinledi. Dânâ, hanımını karşısına alıp şunları söyledi:

— Şu ana kadar seninle evli idik, fakat şu andan itibaren seni üç talakla boşadım. Bundan sonra benim dünya - ahiret kardeşimsin.

Sabah oldu. Damadı görmeye hazırlananlar, onu gelinle bulamadılar. Halife Harun er-Reşid, telâş içinde kalmıştı. Behlül'ü dergâhında buldular:

— Suçsuz bir kadını bir gecede niçin boşadın? diye sordular. O:

— Sizden ayrılıp da içeri girdiğim andan itibaren, içerde bir kısim sesler duymaya başladım. Ben bu sesler nereden geliyor diye araştırmaya başlayınca, gelinin karnından geldiğini anladım. Kulağımı verip iyice dinledim ki, ilerde gelecek olan çocuklar, kapının ağzına toplanmışlar bağrışıyorlar. Onlardan kimi elbise, kimi tahsil, kimisi de mal-mülk diye feryad ediyorlardı. Ben bunlarla uğraşıp da ibadetimden mahrum olmaktansa kapıyı açmayayım daha iyi dedim ve çareyi onu boşamakta buldum, dedi.

Behlül Dânâ bir kere denemişti artık, ondan sonra ne kadar ısrar ettilerse de evlenmeyi kabul ettiremediler.

* * *
 
M Çevrimdışı

Muhamed Dolaku

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Hz. MUSA'NIN CENNETTEKİ KOMŞUSU

Hazreti Musa:

— Ya Rabbi! Bana Cennetteki komşumu bildir, diye ilticada bulunmuştu.

Hak Teâlâ Musa Aleyhisselâma:

— Falan yere git! Senin komşun falan yerdeki kasaptır, diye talimatta bulundu.

Hazreti Musa tarif edilen yere gitti, kasabı buldu ve evine misafir oldu.

Kasap akşam eve gelirken yanında bir miktar et getirmişti. Eve geldikleri zaman misafirden izin istedi ve onları pişirdi, bir zembil içinde tavanda asılı olan annesini indirdi, altını kuruladı ve eti parçalara bölerek onun ağzına vermeye başladı. Musa Aleyhisselâm Cennet komşusunun kim olduğunu öğrenmeye başlamıştı, sinek vızıltısı gibi bir sesin geldiğini farkedip:

— Ne diyor? diye sordu.

Kasap annesini yerine astıktan sonra misafire:

— Bu benim annemdir. Ben bunu senelerden beri bu şekilde yedirir, içirir ve bütün ihtiyaçlarını temin ederim. O da bana her zaman: «Oğlum Allah seni Cennette Musa (a.s.)'ya komşu eylesin», diye duâ eder, dedi.

O zamana kadar kendisinin kim olduğunu gizleyen Musa Peygamber, kendisinin Musa (a.s.) olduğunu söyledi ve Cennet komşusunu müjdeledi.

* * *
 

Benzer konular

Üst Ana Sayfa Alt