Birışık'ın söyledikleri Mustafa Sabri Efendi'nin
Mevkifu'l Beşer tahte Sultani'l Kader eserinde açıkladıklarıyla örtüşüyor, bilmiyorum belki de o kitabı okumuş da değişmiştir kader inancı. Mustafa Sabri Efendi insanların iradesiz olsalar dahi yaptıklarından (fillerin gerçekleştiği mahal olmaları itibariyle) sorumlu olduklarını söylüyor ve Cebriye'nin sorumluluğu inkar ettiğini ekleyerek kendi çizgisini Eş'arilerin "Cebriyye Mutavassita" anlayışına benzetiyor, bununla birlikte Eş'arilerin bu inançtan saptıklarını ileri sürüyor.
Ehl-i sunnet itikadına göre evet Allah (c.c.) kullarının başına gelecek (rızk, ecel, amel ve cennetlik ya da cehennemlik oluşu) şeyleri kaderine yazması, Allah'ın İlm sıfatının gereği o kulun dünyada yapacaklarını bilmesinden dolayı yazmasıdır.
Yazının bu kısmı farklı yönlere çekilebilir, çünkü yazının başka yerlerinde de belirtildiği üzere, Allah kullarını dilediği şekilde rızıklandırır ve bunda kulların ne irade üzere olduklarının önemi de olması gerekmez; rızıklandırmayı dilediğinde Allah kulların fillerini de (iradeleri üzerinden) tevfik ve fazlıyla (veya aksini dilediğinde terk veya kahrıyla) o tarafa yönlendirebilir.
Birışık'ın ilim konusundaki itirazına (cüzi iradeyi reddetmesi bir yana) ben bu yönüyle anlam verebiliyorum, çünkü kader anlatımında (sizleri kastetmiyorum, benim tecrübe ettiklerime binaen söylüyorum) iradeyi ispata odaklanıldığında, rızık, ecel, musibetler, tevfik gibi bir çok şeyin Allah'ın kaderiyle gerçekleştiği unutuluyor. Allah'ın birisini başarısız kılması veya rızkını azaltması ilmi dahilinde gerçekleşiyor tabii ki, ama böyle söylendiğinde Allahu tealanın bunları aynı şekilde kendi gücüyle takdir ettiği gerçeği arka planda kalıyor. Demek istediğim, Maturidilerin, Selefilerin ve başkalarının dediği gibi fiiller insanların iradesiyle gerçekleşiyor olsa da, Allah türlü şekillerde (dolaylı dolaysız önemi yok) bu fillere tesir eder ve neticede insan başarısız olabilir, musibete uğrayabilir, rızkı azalabilir. Tabi bunda Allah'ın tesiri ne kadardır, kulun kendi suçu ne kadardır, onu bilemeyiz ve bu yüzden her daim sebepleri araştırarak kendimizi muhasebe etmeliyiz. Ancak her şey (külliyen) kulun iradesiyle gerçekleşiyor dediğimizde, insanı haddinden fazla yüceltmiş oluruz.
Ayrıca yazıda muhaddislerin meseleye nass ekseninde baktığı, kelamcıların ise akıl ve mantığı devreye sokarak cedelleştiği öne sürülmüş, oysa cüzi irade kavramı da kelamcılardan gelmektedir ve bunu yanlış inançları ret amaçlı kullanmışlardır. Kelamcıların (özellikle de
efali ibad konusunda) arzettikleri nazariyeler kaderi anlamada oldukça yardımcı oluyor ve Birışık'ın şüphelerini giderme konusunda da bunlardan yararlanılabilir.
Bu konuda kesin sözler söylemek karşı tarafa yardımcı olur. Mesela kediyi gömme misali reddedildiği zaman, o insanların kediyi tamamiyle kendi iradeleri ile gömdüğünü düşündüğümüz izlenimi ortaya çıkıyor. Oysa o insanları oraya getiren, kediyle karşılaştıran ve hatta kediyi gömmelerini kalbine ilham eden fazlıyla Allah tealadır.
İmam Begavi Tekvir suresi 29'uncu ayeti şöyle açıklıyor:
وَمَا تَشَاءُونَ إِلَّا أَن يَشَاءَ اللَّهُ رَبُّ الْعَالَمِينَ (29)
" وما تشاؤون إلا أن يشاء الله رب العالمين "، أي أعلمهم أن المشيئة في التوفيق إليه وأنهم لا يقدرون على ذلك إلا بمشيئة الله، وفيه إعلام أن أحداً لا يعمل خيراً إلا بتوفيق الله ولا شراً إلا بخذلانه.
Hakim misalinde de yine hakimin hüküm vermesi kendine bırakılmış değildir. İradesinin fiilde payı olması, fiilin tamamen kendisinden olmasını gerektirmez. Bâkıllâni'nin nazariyesine göre mesela filler Allah'tan gelir, ancak kulların o fiili işlerken ki tavrı, kastı vs. gibi içindeki mevcut iradeleri onları sorumlu kılar. Bu misale uygulandığında, hakim Allah'ın takdiri ile hüküm veriyor, ancak aynı zamanda zulüm niyeti ve haliyle yapıyor bunu ve bu yüzden kınanmaya layıktır.
Hülâsa, kader sırdır, Allah en iyisini bilendir. Cüzi iradeyi inkar etmek aklen ve şeran batıldır. Allah'ın kulları üzerindeki tasarruf kudretini unutmak da aynı şekilde yanlıştır.