Q
Çevrimdışı
Maalesef Hurrâs ed Din ile aralarında çatışma başlamış.. Allah swt Müslümanların arasını düzeltsin, kâfirleri sevindirmesin, mucâhidlerin aleyhine konuşacak şerîrleri rezîl etsin..
Allahu a'lem yine ma'lûm tâğutların(reis vs) M4 ve ateşkes?! zilleti vb, fitnesi..
Allah swt mucâhidlerin kalblerini ve ayaklarını kaydırmasın, onları kâfirlerin zelîl kuklaları hâline düşmekten muhâfaza buyursun, Allah swt Müslümanlar arasındaki fitneleri hayırla bertaraf etsin ve islâhdan nasibi olmayanların, haddi aşanların şerrinden muvahhidleri emîn kılsın. Allahumme Âmîn Ya Rabb.
HTŞ'nin akidesi ile HAD'in akidesi aynı mıdır yoksa aralarında siyasi bazı fikir ayrılıkları mı var? Niye anlaşamıyorlar merak ediyorum.
Heyet Tahrir el Şam (HTŞ) Nusra Cephesi'nin feshedilmesi sonrası ilan edilen Şam'ın Fethi Cephesi'nin genişletilmiş bir koalisyonu. HTŞ idlib bölgesindeki en güçlü askeri yapı.
Hurrasuddin ise Ceyşu'l Melahim, Ceyşu'l Badiye, Ceyşu'l Sahil, Seraya Kabul ve Seriyeti Guta ve Duma adlı yapılanmalarının birleşimi.
Eskiden Nusra Cephesi ve Heyet Tahriru'ş Şam'da görev alan Ebu Hammam el Şami, Sami El Ureydi, Ebu Culeybib el Ürdüni ve Ebu Hatice el Ürdüni gibi isimler yapılanmanın öne çıkan isimleri. El-Kaide'nin resmi Suriye temsilcisi.
suriyede islami grupların çatışma sebebi ne .hepsi de islam devleti kurmak için savaşmıyor mu.muhalif olmalarının sebebi ne.haberlerden duyuyorduk.vuran da ölen de allahu ekber deyip öyle vuruyordu birbirlerini.
HTŞ'nin akidesi ile HAD'in akidesi aynı mıdır yoksa aralarında siyasi bazı fikir ayrılıkları mı var? Niye anlaşamıyorlar merak ediyorum.
benim merak ettiğim Nusra Htş olduktan sonra itikadında bir değişme oldu mu? Mesela Muhaysini, Erdoğan'ın gücü nispetinde islamı getirmeye çalışmasından ötürü ibn Teymiyye'nin fetvasını delil alarak mücahid ilan etti veya Htş kadılarından Ebu Maria el Kahtani, Erdoğan'ın tekfirini ihtilaflı görüyor halbuki Makdisi'nin otuz risalesinden anladığıma göre muayyen herhangi bir tağutu cehalet ve te'vil sebebiyle tekfir etmeyenleri irca ehli görür ve bu gibi kişilerin cehalet ve te'vil sebebiyle tekfir etmemeyi ehli sünnetin kabul ettiği meşru ihtilaf dairesinde görmez. Hatam varsa düzelt.
Imta el-Nazar, S. 6. (archive.org/details/ad2017_tutanota_20170609_2351)أما إرجاء المنتسبين إلى الدين أو الدعواة الذين نناقشهم فــي هذا الكتــاب فهــو غالبــًا ليــس فــي تعريــف مســمى اليمــان... ًلكنهم عند تنزيل ذلك على الواقع وفي الناحية العملية خصوصا مع نواقض اليمان يظهر لك أن ركن العمل الذي أثبتوه في تعريف الإيمان مهمل عندهم بل يكاد يكون ساقطًا وملغيًا
Erdoğan'ın zaferine neden seviniyoruz? - Abdullah Muhaysini
El Kâide Kadısı Şeyh Ebu Mâria El-kahtanî'nin Tayyib Erdoğan Hakkındaki Sözü
Bu da Şeyh Makdisi'nin bu konuda görüşü:
Günümüzde tağutların ve destekçilerinin tekfiri konusunda tartışma yapan mürcie çömezlerinin durumu da bu şekildedir. Onlar, açıkça şirki savunmamakta ve riddeti hoş görmemektedirler. Ancak yukarıda belirttiğimiz bazı şüphelerden dolayı iman ve küfür isimlerinde ihtilaf etmektedirler. Ne var ki bu ihtilafları, mensuplarından olan bazılarının şirki basit görmelerine, tağutları veli edinmelerine ve küfre götüren birtakım sebepler hakkında gevşek davranmalarına yol açmıştır. Ancak, tekfir hükmünün açık olan sebeplere bina edilmesi zarureti ve dolaylı yönlerden tekfirin doğru olmaması sebebi ile, küfrü açıkça savunmadıkları veya küfre yada ona götüren sebeplerin mübahlığına dair fetva vermedikleri sürece, kimseyi tekfir etmiyoruz. Onların durumu, fukahatu’l- mürcie’den olanların durumu ile aynı kaldığı sürece, onları tekfir etmeme ve sadece cahillik veya bid’atçılık ile nitelemekle yetinme konusunda selefin yolunu izleyeceğiz.
“Rabbimden üç şey istedim. Bana ikisini verdi, birini vermedi. Rabbimden, ümmetimi; açlıkla helak etmemesini istedim. Bunu bana verdi. Ondan, ümmetimi; suda boğmakla helak etmemesini istedim. Buna da bana verdi.
Rabbimden, ümmetimin halkları arasında savaş çıkmamasını, birbirlerine karşı şiddet kullanmamasını istedim. Ancak bunu bana vermedi.” (Müslim: 8/171, hn. 7442; Müsnedi Ahmet: 1/181, hn. 1574)
Burada siyasetin itikad ile bir alakası yok. Onun haricinde tekfir de itikadi bir mesele değildir uygulamada. İtikad bir oyun değil ki her sene değişsin. Bu kaza/hüküm meselesi, ictihad/görüş meselesidir. Tahriuş Şam'ın Türkiye'ye bakış açısı değişti mi diye sorulacak olursa, değişmiş olması muhtemel, çünkü 2016'da Şam'ın Fethi Cephesi'ne geçiş döneminde Nusret Cephesi'nin baş şeriye sorumlusu Sami el-Ureydi istifa etti. Tahriruş Şam'ın şimdi ki baş şeriye sorumlusu Ebu Yusuf el-Hamavi. Onun meseleye bahsettiğin Muhaysini-Kahtani çizgisinde baktığını yazmıştı Telegram'da ismini hatırlamadığım birisi. Ancak buna Erdoğan'ı mücahit ilan etme demenin biraz abartılı olduğunu düşünüyorum. Suriye'dekiler Türkiye'deki duruma vakıf değiller çoğunlukla, meseleye Şam cihadının maslahatı açısından bakıyorlar ve buna göre AKP'nin hükümet olması maslahata daha uygun. Gerisi de tekfir edip etmeme meselesi ve etmeyenlerin çoğunlukta olduğu malum. Bu meseleyi tartışmaya açmak istemiyorum ancak bunun muteber bir ihtilaf olup olmaması konusuna değinmek isterim.
Başta belirttiğim üzere bu mesele itikad meselesi değildir. Laikliğin ve demokrasinin; Allah'ın kati hükümlerini ilga ve tebdil etmenin, bunları tartışmaya açmanın dini inkar dolayısıyla küfür olduğu konusunda herkes müttefiktir ve itikad da işte budur. Makdisi belirttiğin gibi cehaleti, tevili özür olarak kabul etmiyor yöneticilerde, ancak bunun itikat farklılığı değil, uygulama farklılığı olduğunu kendisi belirtiyor kitabının başında:
Imta el-Nazar, S. 6. (archive.org/details/ad2017_tutanota_20170609_2351)
Burada kullandığı ve çevirenlerinin garip çevirmiş oldukları "mürcietul fukaha/ fukahaul mürcie" kavramı amelin imandan olmadığına, imanın tasdik/marifetten ibaret olduğuna inanmaktır. Bu Hanefilerin itikadıdır. İbn Teymiyye bunu "fakihlerin mürciesi" olarak isimlendirmiş, ama buna bir olumsuzluk yüklememiştir zamanındaki alimleri Cehmilikle suçlasa da "kalp amellerini dikkate almadıkları" için. Makdisi burada bu bağlama atıfta bulunuyor, yani tekfirden kaçınanlar "fakihlerin mürciesi" mertebesinde kaldıkları ve "Cehmi mürcie"liğe geçmedikleri sürece diyor. Bu alıntıdan yeterince anlaşılmıyor tekfir etmeyenlere nasıl baktığı. Ancak burada Mürcie ismini kullanması yanlış olmuş, çünkü baştaki alıntaya baktığımızda, İman'ın tarifinde müttefik olduklarını belirtiyor. Mesele mevzu bahis amelin o tarifteki "ameller"e imanı giderici bir şekilde (nevakidul imandan olarak) girip girmiyor olması.
İsimlere fazla takılmamak lazım, özellikle de Mürcie fırkasının tarihi çok tartışmalıdır. Mesela ilk Mürcie fırkası siyasi bir oluşumdu ancak tam olarak ne zaman ortaya çıktı, neden ortaya çıktı, bu konuda tarihçiler farklı görüşler belirtiyor. İtikadi fırka Mürcie de bir çok farklı gruba ayrılır, Abdulkadir Geylani 12 tane sayıyor. Ama bugün herkes kafasına göre bilip bilmeden (Makdisi'yi kastetmiyorum) Mürcie yaftasını savuruyor. IŞİD'e göre buradaki herkes Mürcie. El-Elbani'ye de Mürcie denmişti sahih olarak tasnif ettiği bir hadise dayanarak amel imandan değildir dediği için. Kanımca Mürcie konusunu en insaflı ve açık şekilde ele alan Tarık Abdulhalim olmuştur, bu mesele tarifle alakalı değildir. İbnul Hümam'ın dediği üzere güneşe/puta secde eden kafirdir Müslümanım dese de.
Allah her şeyi en iyi bilendir Allahu teala alimlerimiz başta olmak üzere Müslümanlara rahmet etsin ve mağfirette bulunsun. Moritanyalı Şeyh Muhammed b. Hasen el-Deduw'un güzel bir açıklamasını dinlemiştim geçenlerde: Ehli Sünnet alimleri ameli hükümlerde ihtilaf ettikleri gibi itikadın füru'unda da (kökten türeyen gelişmiş meseleler) ihtilaf etmişlerdir. İsabet edene iki ecir, hata edene bir ecir vardır.
* * *
Suriye'deki ihtilafa gelince bunun itikat ile bir alakası yoktur, tekfir meselesi ile de. Bu sırf strateji-güç meselesidir. Cemaatler büyüyünce ve belirli bir güce ulaşınca daha ihtiyatlı davranmaya yöneliyor ve bünyesine gelecek zararlardan endişeleniyor. HTŞ ateşkes taraftarıyken, El Kaide savaş taraftarı şu anda. Stratejide ayrılığın küfür ile nifak ile, itikad ile hiç bir alakası yok. Çoğu siyasi ihtilaflarda olduğu gibi burada da en temel sorun, Müslümanların bir bünyede toplanmamış olmaları, bir emir üzerine birleşememiş olmaları. Güçlü grupların tegallub'e, kaba kuvvet ile iktidar olmaya yönelmeleridir. Oysa şura ile, ümmetin (yerel olarak da) rızası olmadan yapılan işte hayır yoktur. Meselenin en kötü tarafı ise alimlere gerek ihtiramın gösterilmemesi. Şeyh Muhaysini, Şeyh Abdurrezzak el-Mehdi vb. alimler Tahriruş Şam'dan ayrılalı üç sene oldu. Hiç kimse garipsemedi, üzerinde düşünmedi. Alimlerin parçası olmadığı, şuraya dahil olmadığı hiç bir yapı felaha doğru yürümez. Bana göre en doğru yöntem: tüm siyası yapılar feshedilmeli, mücahid askerler bir orduda toplanmalı. yerel idare ahaliye bırakılmalı. İlim ehlinin başında bulunuğu bir şeriye meclisi kurulmalı. Tüm bu yapıya riyaset edecek tüm gruplardan, alimleri, siyasileri, idarecileri, komutanları bir araya getirecek bir ehli hall vel akd şurası tesis edilmeli. Hedeflerin ve metodun açıklandığı bir misak hazırlanmalı. Bunlara rızadan sonra gerisi beyat ve itaat. Ondan sonra muhalif olan kafasına göre hareket edemez ve meşruiyeti de olmaz, çünkü şuraya itaat ahde sadakat vaciptir. Ancak her grup kendi yönteminin (yöntemin ne olduğu da açık değil çoğu zaman) daha üstün veya hakka daha yakın olduğunu savunarak birleşmeye yanaşmıyor.
Yine de kan dökülmeden çatışmanın son bulması güzel bir gelişme. İç savaş sahabe döneminde de olmuş ve hadiste geçtiği üzere:
Şeyh Makdisi'nin tekfir meselesinde diğer birçok muasır ulemadan farklı düşündüğünü söyleyebilir miyiz[...]Ayrıca HAD'in daha çok şeyh Makdisi'nin çizgisinde olduğunu söyleyebilir miyiz?
Alıntı şu şekilde: "ircaları galibiyetle imanın tanımlamasında değil... lakin bunu gerçeğe uygulamada, ve uygulama açısından da özellikle imanı gideren etkenlerde sana görünür ki tarifte kabul ettikleri amel rüknünü ihmal ediyorlar hatta düşürüyor ortadan kaldırıyorlar neredeyse."
Allahu alem bu doğru. Hurras ed-Din'in baş şeriye sorumlusu (?) Dr. Sami el-Ureydi, Şeyh Makdisi'nin öğrencisidir, dolayısıyla aynı çizgide olmaları gerek.
Burada kullandığı ve çevirenlerinin garip çevirmiş oldukları "mürcietul fukaha/ fukahaul mürcie" kavramı amelin imandan olmadığına, imanın tasdik/marifetten ibaret olduğuna inanmaktır. Bu Hanefilerin itikadıdır.
Akhi bu yukarıdaki “imanın yalnız tasdikten” olduğuna inanmak ve bunun Hanefiler’in itikadı olduğu görüşü sana mı ait yoksa şeyh makdisinin mi görüşü?
Yakın zamanda rahmetli Hasan Karakaya hocanın İslam Akaidi adlı eserinde bu görüşün Maturidilerin ve Eşarilerin çoğunluğunun olduğunu okudum..Ebu Hanife ve onun mezhebinden alimlerin ve bir kısım Eşarilerin “İman kalple tasdik ve dille ikrardır” görüşü olduğunu ve bununda diğer ulemanın görüşü olan “İman kalple tasdik,dil ile ikrar ve organlarla amel etmektir” görüşü ile arasında sadece lafzı bir ihtilaf olduğunu okudum..etrafımızdaki ilim ehli,ilim talebelerine sorduğumuzda da aynen bu cevabı aldık.
Yazdığınız yazıda sanki bir yanlış ifade olduğunu düşünüyorum..Allahualem
Burada siyasetin itikad ile bir alakası yok. Onun haricinde tekfir de itikadi bir mesele değildir uygulamada. İtikad bir oyun değil ki her sene değişsin. Bu kaza/hüküm meselesi, ictihad/görüş meselesidir. Tahriuş Şam'ın Türkiye'ye bakış açısı değişti mi diye sorulacak olursa, değişmiş olması muhtemel, çünkü 2016'da Şam'ın Fethi Cephesi'ne geçiş döneminde Nusret Cephesi'nin baş şeriye sorumlusu Sami el-Ureydi istifa etti. Tahriruş Şam'ın şimdi ki baş şeriye sorumlusu Ebu Yusuf el-Hamavi. Onun meseleye bahsettiğin Muhaysini-Kahtani çizgisinde baktığını yazmıştı Telegram'da ismini hatırlamadığım birisi. Ancak buna Erdoğan'ı mücahit ilan etme demenin biraz abartılı olduğunu düşünüyorum. Suriye'dekiler Türkiye'deki duruma vakıf değiller çoğunlukla, meseleye Şam cihadının maslahatı açısından bakıyorlar ve buna göre AKP'nin hükümet olması maslahata daha uygun. Gerisi de tekfir edip etmeme meselesi ve etmeyenlerin çoğunlukta olduğu malum. Bu meseleyi tartışmaya açmak istemiyorum ancak bunun muteber bir ihtilaf olup olmaması konusuna değinmek isterim.
Başta belirttiğim üzere bu mesele itikad meselesi değildir. Laikliğin ve demokrasinin; Allah'ın kati hükümlerini ilga ve tebdil etmenin, bunları tartışmaya açmanın dini inkar dolayısıyla küfür olduğu konusunda herkes müttefiktir ve itikad da işte budur. Makdisi belirttiğin gibi cehaleti, tevili özür olarak kabul etmiyor yöneticilerde, ancak bunun itikat farklılığı değil, uygulama farklılığı olduğunu kendisi belirtiyor kitabının başında:
Imta el-Nazar, S. 6. (archive.org/details/ad2017_tutanota_20170609_2351)
Burada kullandığı ve çevirenlerinin garip çevirmiş oldukları "mürcietul fukaha/ fukahaul mürcie" kavramı amelin imandan olmadığına, imanın tasdik/marifetten ibaret olduğuna inanmaktır. Bu Hanefilerin itikadıdır. İbn Teymiyye bunu "fakihlerin mürciesi" olarak isimlendirmiş, ama buna bir olumsuzluk yüklememiştir zamanındaki alimleri Cehmilikle suçlasa da "kalp amellerini dikkate almadıkları" için. Makdisi burada bu bağlama atıfta bulunuyor, yani tekfirden kaçınanlar "fakihlerin mürciesi" mertebesinde kaldıkları ve "Cehmi mürcie"liğe geçmedikleri sürece diyor. Bu alıntıdan yeterince anlaşılmıyor tekfir etmeyenlere nasıl baktığı. Ancak burada Mürcie ismini kullanması yanlış olmuş, çünkü baştaki alıntaya baktığımızda, İman'ın tarifinde müttefik olduklarını belirtiyor. Mesele mevzu bahis amelin o tarifteki "ameller"e imanı giderici bir şekilde (nevakidul imandan olarak) girip girmiyor olması.
İsimlere fazla takılmamak lazım, özellikle de Mürcie fırkasının tarihi çok tartışmalıdır. Mesela ilk Mürcie fırkası siyasi bir oluşumdu ancak tam olarak ne zaman ortaya çıktı, neden ortaya çıktı, bu konuda tarihçiler farklı görüşler belirtiyor. İtikadi fırka Mürcie de bir çok farklı gruba ayrılır, Abdulkadir Geylani 12 tane sayıyor. Ama bugün herkes kafasına göre bilip bilmeden (Makdisi'yi kastetmiyorum) Mürcie yaftasını savuruyor. IŞİD'e göre buradaki herkes Mürcie. El-Elbani'ye de Mürcie denmişti sahih olarak tasnif ettiği bir hadise dayanarak amel imandan değildir dediği için. Kanımca Mürcie konusunu en insaflı ve açık şekilde ele alan Tarık Abdulhalim olmuştur, bu mesele tarifle alakalı değildir. İbnul Hümam'ın dediği üzere güneşe/puta secde eden kafirdir Müslümanım dese de.
Allah her şeyi en iyi bilendir Allahu teala alimlerimiz başta olmak üzere Müslümanlara rahmet etsin ve mağfirette bulunsun. Moritanyalı Şeyh Muhammed b. Hasen el-Deduw'un güzel bir açıklamasını dinlemiştim geçenlerde: Ehli Sünnet alimleri ameli hükümlerde ihtilaf ettikleri gibi itikadın füru'unda da (kökten türeyen gelişmiş meseleler) ihtilaf etmişlerdir. İsabet edene iki ecir, hata edene bir ecir vardır.
* * *
Suriye'deki ihtilafa gelince bunun itikat ile bir alakası yoktur, tekfir meselesi ile de. Bu sırf strateji-güç meselesidir. Cemaatler büyüyünce ve belirli bir güce ulaşınca daha ihtiyatlı davranmaya yöneliyor ve bünyesine gelecek zararlardan endişeleniyor. HTŞ ateşkes taraftarıyken, El Kaide savaş taraftarı şu anda. Stratejide ayrılığın küfür ile nifak ile, itikad ile hiç bir alakası yok. Çoğu siyasi ihtilaflarda olduğu gibi burada da en temel sorun, Müslümanların bir bünyede toplanmamış olmaları, bir emir üzerine birleşememiş olmaları. Güçlü grupların tegallub'e, kaba kuvvet ile iktidar olmaya yönelmeleridir. Oysa şura ile, ümmetin (yerel olarak da) rızası olmadan yapılan işte hayır yoktur. Meselenin en kötü tarafı ise alimlere gerek ihtiramın gösterilmemesi. Şeyh Muhaysini, Şeyh Abdurrezzak el-Mehdi vb. alimler Tahriruş Şam'dan ayrılalı üç sene oldu. Hiç kimse garipsemedi, üzerinde düşünmedi. Alimlerin parçası olmadığı, şuraya dahil olmadığı hiç bir yapı felaha doğru yürümez. Bana göre en doğru yöntem: tüm siyası yapılar feshedilmeli, mücahid askerler bir orduda toplanmalı. yerel idare ahaliye bırakılmalı. İlim ehlinin başında bulunuğu bir şeriye meclisi kurulmalı. Tüm bu yapıya riyaset edecek tüm gruplardan, alimleri, siyasileri, idarecileri, komutanları bir araya getirecek bir ehli hall vel akd şurası tesis edilmeli. Hedeflerin ve metodun açıklandığı bir misak hazırlanmalı. Bunlara rızadan sonra gerisi beyat ve itaat. Ondan sonra muhalif olan kafasına göre hareket edemez ve meşruiyeti de olmaz, çünkü şuraya itaat ahde sadakat vaciptir. Ancak her grup kendi yönteminin (yöntemin ne olduğu da açık değil çoğu zaman) daha üstün veya hakka daha yakın olduğunu savunarak birleşmeye yanaşmıyor.
Yine de kan dökülmeden çatışmanın son bulması güzel bir gelişme. İç savaş sahabe döneminde de olmuş ve hadiste geçtiği üzere: