Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

İBNİ TEYMİYYE ÖLÜ İŞİTİR DİYOR İŞİTMEZ DİYEN SUÇ İŞLER DİYOR ZANNI

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
M Çevrimdışı

mucahid_tr

Üyeliği İptal Edildi
Banned
Ölülerin işitmediğini söyleyen Vahhâbî ve benzer düşünceleri olan kendilerine Selefîler diyenlerin görüşlerinin kaynağı olan İbn Teymiyye’nin bu konu hakkındaki görüşleri:
İbn Teymiyye Ölü İşitir Diyor:
İbn Teymiyye, sorulan bir soruya “Ölünün Kur’ân okumak zikir ve duâ seslerini işitebildiği doğrudur.” demektedir.[1]
İbn Teymiyye fetvalarında; ölüler kendilerini ziyaret edenleri bilirler mi, tanıdıklarından biri geldi mi anlar mı? gibi sorulara cevabında: “Evet bilirler ve anlarlar” diyor. Daha sonra ölülerin buluştuklarını, ve dirilerin yaptığı işlerin onlara gösterildiğini bildiren haberleri yazıyor.[2]
İbn Teymiyye, Ölülerin kabirlerde konuştuğunu ve kendisine yapılan konuşmaları işittiklerini, söylüyor.[3]
Ölü işitmez diyenler, âyetin zâhirî manasına göre “Sen ölülere işittiremezsin.” (Rum Suresi 52.) âyetini delil getirirlerse bir sonraki âyet'te Allâh (Celle Celalühü)(Rum Suresi 53) “Sen ancak imân edenlere işittirebilirsin”, demektedir. Allâh (Celle Celalühü) o zaman âyetin zâhir manasına göre mü’minlerin işittiğini bildirdi. Burada “İşitmenin”, “kabul etmek” demek olduğu buradan da anlaşılmaktadır.
“Artık şüphesiz ki sen, o (dinlediklerinden faydalanmayan) ölüler (durumundaki kafirler)e (hak ve hakikati) işittiremezsin, o (kalp kulakları) sağır (olan)lara da, (hele bir de) arka dönenler halinde kaçtıkları zaman daveti(ni) duyuramazsın.!” Rum, 52
“(Kötü tercih yaptıkları için basiretlerini bağladığımız) o körleri, (yoldan) sapmalarından çevirip doğru yola ulaştırıcı biri de asla değilsin! Sen ancak bizim âyetlerimize inanmakta olan kimselere (gerçekleri) duyurabilirsin (işittirebilirsin). Çünkü (sadece) onlar (sürekli hakka boyun eğen ihlaslı) Müslümanlardır.” Rum, 53
“Sen ölülere işittiremezsin” demek, (Sen kâfirleri imâna kavuşturamazsın) demektir. Dirilerden maksat imân edenler kastedilmiştir. Bunun gibi nice kinâye, mecaz ifâde eden birçok âyet vardır. Bazıları şöyledir:
“Kur’ân-ı Kerîm’in indirilmesi diri olanı uyandırmak, nankörlere de azap sözünün gerekmesi içindir.” (Yâsîn, 70) âyetinde (imân/hayat), (mümin/diri) manalarını içerir.
“Biz onu (su bulutunu), (kuraklıktan dolayı) ölü bir memlekete gönderir ve oraya su indiririz.” (A’raf, 57; Yâsîn, 33) âyetlerinde (ölüm/kıtlık, kuraklık) manasını içerir.
“Bir belâ gelmez zannettiler de, kör ve sağır kesildiler. Sonra Allah tevbelerini kabul etti. Fakat çoğu yine kör ve sağır oldu. Allah onların yaptıklarını görmektedir.” (Mâide, 71) âyetinde (kör ve sağırlık/ kâfirlerin küfrü) manasını içermektedir.
“Bu sağırlara (gerçekleri) sen mi işittireceksin? Ya da (görüp görmezden gelen) bu körleri ve pek açık bir sapıklık içerisinde bulunmuş olanları sen mi hidâyet edeceksin?” (Zuhruf, 40) âyetinde kâfirler bildiğimiz kör ve sağır değiller aslında.
عن ابى موسى رضى الله عنه قال النبى صلى الله عليه وسلم: "مثل الذى يذكر ربه والذى لا يذكر مثل الحى والميت
Ebû Mûsâ el-Eş’arî (Radıyallahu Anh)’dan rivâyet edilmiştir ki: Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Selem) şöyle buyurdu: “Rabbini zikredenle zikretmeyenin durumu diri ile ölünün durumu gibidir.” [4]
Buraya kadar zikredilen âyet-i kerîmeler ve hadis-i şeriflerden anlaşılacağı üzere “Sen ölülere işittiremezsin” (Rum, 52) âyetinden maksat; ölüler değil, imânı kabul etmeyerek kalpleri ölü olan kâfirlerin ta kendisidir.
Ölüler işitmez diyenlerin itibar ettikleri âlimlerden biri olan İbn Teymiyye’nin talebesi İbn Kayyım(ö.751/1350) şöyle demektedir: Çünkü bedenleri dağılsa da söylenenleri duyacakları bildirilmiştir. Bu durumda ölülere hitaptan maksat, bedenlere bağlı söz konusu ruhlara hitaptır. “Kabirde olanlara sözlerini duyuramazsın.” (Fatır 22) âyeti celilesinin siyakından kâfir bir kimsenin faydasına olacak bir biçimde hayatta olanın sözünü duyamaması anlaşılmaktadır. Nitekim kabirde bulunanlar da söyleneni işlerine yarayacak biçimde duyamazlar. (Faydalı ve işe yarayacak bir şekilde duymazlar; yani öldüktan sonra sevap ve imân elde etme yönünden işe yaramaz, ama diğer konuşmaları duyarlar.)
Ancak Yüce Allah (Celle Celalühü) ölülerin hiçbir şey duyamayacaklarını ifâde etmemiştir. Bu âyetin benzeri de şudur: “Sen ölülere duyuramazsın, Arkalarını dönmüş kaçarken sağırlara da davetini işittiremezsiniz.”(Neml 80) Ölülerle birlikte sağırlarında daveti duymaması her ikisininde davete ehil kimseler olmadığına delildir. Bu iki kısım insan ölü ve sağır olunca, bunlara bir şey duyurmak anlatabilmek mümtenîdir, demektir. Bu görüş doğrudur ama ölümden sonra bir ölçüde bedenle alakasını kesmemiş ruhlara kötü durumların alçaklıklarını duyurmanın imkansızlığını ifâde etmemektedir.
Ömer b. Hattab, İbn Ömer ve Ebû Talha (Radıyallahu Anh) gibi ondan fazla sahâbeden nakledildiğine göre Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), Bedir savaşından sonra müşrik ölülerine hitaben şöyle seslenmiştir:
.. فجعل ينادى باسمائهم واسماء آبائهم وقد جيفوا: يا ابا جهل بن هشام ويا عتبة بن ربيعة ويا شيبة بن ربيعة ويا وليد بن عتبة! أيسركم انكم اطعتم الله ورسوله؟ فانا قد وجدنا ما وعدنا ربنا حقا، فهل وجدتم ما وعدكم ربكم حقا؟ قال: فسمع عمر قول النبى صلى الله عليه وسلم فقال: يا رسول الله! ما تكلم من اجساد لا ارواح لها؟ وهل يسمعون يقول الله عز وجل (انك لا تسمع الموتى)؟ فقال رسول الله صلى الله عليه وسلم: والذى نفس محمد بيده ما انتم باسمع لما اقول منهم، والله انهم الان ليعلمون ان الذى كنت اقول لهم الحق ، وفى رواية: انهم ليسمعون، غير انهم لا يستطيعون ان يردوا على شيئا.
“.. Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Bedr günü savaştan sonra Kureyş’in ileri gelenlerinden savaşta ölen yirmi dört kişinin cesetlerinin bir araya gömülmesini emretti. Bunun üzerine o cesetler Bedir’deki kör bir kuyuya atıldılar.
Zaferin üçüncü günü Hz. Peygamber o kuyunun başına durdu ve:
–– Ey Hişam’ın oğlu Ebû Cehil, Ey Rabîâ’nın oğlu Utbe, Ey Rabîa oğlu Şeybe, ve Ey Utbe oğlu Velîd! Allah’a ve Rasûlüne boyun eğmiş olsaydınız bu inanç sizi sevindirir miydi? Biz, Rabbimizin bize va’dettiğinin aynısına kavuştuk, siz de Allah’ın va’dettiğinin gerçek olduğunu gördünüz mü?” Hz. Peygamber’in (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bu konuşmasını sahâbe duymuş ve Ömer (Radıyallahu Anh):
––“Ey Allah’ın elçisi! Kendilerinde hiçbir hayat eseri olmayan şu cesetlere ne söylüyorsun, onlar duyabilirler mi? Allah, “Sen ölülere duyuramazsın” [5] buyurmuyor mu?” deyince Hz. Peygmaber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
–– “Muhammed’in hayatı elinde olan Allah’a yemin ederim ki, benim söylediklerimi siz onlardan daha iyi duyamazsınız. Onlar şu anda benim söylediklerimin gerçek olduğunu anladılar. Onlar şu anda beni duyuyorlar ama bana cevap vermeye güçleri yetmiyor.” [6]
Ahmed İbn Teymiyye: (Kitabü’l-intisar-fi’l-İmâm-ı Ahmed) kitabında Bedr’de, çukura doldurulan kâfirlerin işitmelerine, Hazret-i Âişe’nin inanmaması, onun için suç olmaz. Çünkü O hadis-i şerifi Resûlullah’tan işitmemiştir. Fakat başkalarının inanmaması suç olur, diyor.[7]
Peygamberimizin “siz onlardan daha iyi duyamazsınız” sözü ortada iken orda olmayan, Peygamberimizin sözünü işitmeyen Hz. Âişe’nin (radiyallahu anhâ) yorumuna yapışmanız ne derece doğru olur?
Bedir’deki çukura doldurulan kâfirlerin işitmez görüşünde olan Hz. Âişe (Radiyallahu Anhâ) validemiz bu inkârından dönmüştür. Bunu İbnü İshâk Meğâzî’sinde O’ndan ceyyid (iyi), İmâm Ahmed b. Hanbel de (ö.241/855) hasen bir isnâd ile rivâyet etmişlerdir. Âişe (Radiyallahu Anhâ) validemizin bu rivâyetinde “söylemekte olduğumu siz onlardan daha çok işitmiyorsunuz” ifâdesi vardır. [8]
Belki de hadîs, Âişe (Radiyallahu Anhâ) validemizin yanında birçok Sahabînin rivâyetiyle sübût bulunca inkârından döndü ve onlara uyan bir rivâyet yaptı. Bu husustaki mazereti ise Bedr’de bulunmamasıydı.[9]
Âişe (Radiyallahu Anhâ) validemizin inkârından dönmesinin delili şudur:
Tirmizî (ö.279/892), Âişe (Radiyallahu Anhâ) validemizden rivâyet etti: Kardeşi Abdurrahmân’ın kabrinin başında durdu, O’na hitap etti ve “vallahi yanında olsaydım, seni ancak öldüğün yerde gömerdim…” dedi. [10]
İbn Teymiyye; ölülerin görebilmesi ile alakalı Âişe (r.anhâ) ve diğer sahâbelerden birçok rivâyet gelmektedir. Allah’ın dilediği zamanlarda da ruh bedenle bir araya geldiğinde, tıpkı bir meleğin yeryüzüne inmesi, birden bir ışığın parlaması ya da uyuyan bir kimsenin bir anda uyanması gibi bir anlık bir olaydır. Bu mana birçok rivâyette nakledilmektedir. Mücahid şöyle demektedir: “Bazen ruhlar defnedildikten itibaren yedi gün kabir içinde odalarda tutulurlar.” Mâlik İbn Enes şöyle demektedir: “Bana ruhların istediği her yere gidebileceği rivâyeti ulaşmıştır” demektedir. [11]
Hz. Âişe (Radiyallahu Anhâ) validemizden rivâyete göre Resûlüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
“Ruhlar toplu ordulardır. Onlardan (ezelde, Allah yolunda) birbiriyle tanışanlar i’tilâf eder (anlaşır, Allah uğrunda) tanışmayanlar ise ihtilaf eder (dünyada zıtlaşırlar.)” buyurdu. [12]
عن عبد الله بن عمرو بن العاص رضى الله عنه قال: قال رسول الله صلى الله عليه وسلم: "ان ارواح المؤمنين لتلتقيان على مسيرة يوم وليلة ومارأى واحد منهما صاحبه.
Abdullah İbn Amr ibnü’l-Âs (ö.43/663)(Radiyallahu Anh)’tan rivâyet edilen bir hadis-i şerifte Resûl-ü Ekrem (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
“Muhakkak ki mü’minlerin ruhları, daha sahip(ler)i (birbiri)ni görmeden, bir gün ve gecelik yol mesafesinde karşılaşırlar.” [13]
İBN TEYMİYYENİN KERAMETİ KABUL EDİŞİ İLGİLİ GÖRÜŞÜ
İbn Teymiyye’nin Kerâmetler ile İlgili Görüşleri
Allah dostlarının yaptıkları kerâmeti şeytandan sayanların âlimlerinden İbn Teymiyye şöyle diyor:
Allah dostu zannedilen bazı kişiler kendilerinden mukaşefe sadır olur veya çoğunun yapmadığı harikuladelikler gösterirler. Mesela: İşâretle bir şahsı öldürüvermesi, vasıtasız bir şekilde havalarda uçması, olduğu yerde görülmesine rağmen aynı zamanda Mekke’de ve benzeri yerlerde görülmesi, su üstünde yürümesi, tasını boşlukta tutarak içine su doldurması, bilinmeyen yerlerden gıda alması, zaman zaman insanların gözlerinin önünden yok olması, uzaklardan kendisini yardıma çağıranın yardımına, bulunduğu yerden yardım etmesi, çalınan bir malın nereye saklandığını hiç aramadan haber vermesi gibi harikulade şeyler.
Bütün bu saydığımız şeyleri yapmakta olmaları veli olduğunu göstermez, ispatlamaz. Gerçek evliyanın kanaati odur ki; bir kimse havada uçsa su, üstünde yürüse gene de aldatıcı olabilir. Ve arkasından kayıtsız şartsız gidilmez.
Fakat bu fevkalâdelikleri göstermenin yanında Allah (Celle Celalühü) Resülüne itaat ettiği de açıkça görünüyorsa, onun yasak ve emirlerini olduğu gibi yerine getiriyorsa böylesinin bir veli olduğuna inanılabilir ve sözleri yerine getirmeye değer bulunabilir. Gerçekte velinin kerâmetleri yukarıda saydıklarımızdan daha büyüktür. (Havada uçması, bir anda başka yerde gözükmesi, su üstünde yürümesi, yardım isteyenlerin yardımına uzaktanda olsa yetişmesi gibi.)
Yaptıkları ve söyledikleri Kur’ân ve sünnete uygun düşüyorsa ne kadar güzel. Zira veliler, imânlarının nuruyla bâtınî gerçeklerin yüze vurmasıyla, İslâm şeriatına sımsıkı sarılmalarıyla bilinir ve tanınırlar.[1]
Allahu Teâla şöyle buyuruyor:
“Onlar, O’nun velileri değildir. Onun velileri sadece müttakilerdir. Çokları bilmezler.” (Enfal 8/34)
İbn Teymiyye aynı eseri sayfa 96’da şöyle diyor: Kitap ve sünnet ehlinin büyükleri ayân beyân ortadadır. Ve onları hiç kimse inkar edemez. Onlardan bir kısmı şunlardır:
Fudayl bin İyad, (ö.189/804) İbrahim bin Ethem (ö.161/777), Ebû Süleyman Dârânî, Marufu El-Kerhi, Cüneyd bin Muhammed Bağdâdî (ö.297/909), Sehl bin Abdullah El-Tüsteri (ö.273/886) ve benzeri büyükler. Yüce Allah bunların hepsinden razı olsun.
Allah’ın (Celle Celalühü) nebi ve rasüllerinde mucizeler vardır. Velinin kerâmeti zaten Allah’ın (Celle Celalühü) Resülüne tabi olmaktan geçer. Böyle olduğu için de velinin gösterdiği kerâmetler Allah (Celle Celalühü) Resülünün mucizelerine dahil olur.
İbn Teymiyye dedi ki: Bazı kimselerin Peygamber Efendimizden (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) veya ümmetine mensup salih bir şahsiyetten bir şey dilemeleri ve bu dileklerinin yerine getirilmesi çok görülen bir olaydır.[2]
İbn Teymiyye; Böyle bir dileğin yerine gelmesi yanı başında duâ edilen mezarda yatan ölünün kerâmeti olarak sayılabilir.”[3] demiştir.
İbn Teymiyye böyle bir dilekte bulunmayı doğru bulmamakla beraber, böyle dileklerin Allah’ın (Celle Celalühü) izniyle kabul olunduğunu, itiraf etmiştir. Şeytandandır, demiyor, Ölünün kerâmetindendir, diyor. İbn Teymiyye’ye tabi olanlar şeytandandır, diyorlar.
Kudsî hadiste Rasulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur ki: Allah Teala şöyle buyurmaktadır:
عن ابى هريرة رضى الله عنه قال: قال رسول الله صلى الله عليه وسلم: "من عادى لى وليا فقد آذنته بالحرب وما تقرب الىّ عبدى بشئ احب الىّ مما افترضته عليه، وما يزال عبدى يتقرب الىّ بالنوافل حتى احبه فاذا احببته كنت سمعه الذى يسمع به، وبصره الذى يبصر به، ويده التى يبطش بها، وجله التى يمشى بها، وان سألنى لاعطينه ولئن استعاذنى لاعيذنه"
“Her kim benim kullarımdan birine düşmanlık ederse muhakkak ben ona harp açarım. Bir kulum kendisine farz kıldığım şeylerden daha sevgili bir şeyle bana yaklaşmamıştır. Kulum bana nafile ibadetleriyle de durmadan yakalaşır, nihâyet onu severim. Kulumu sevince de onun gören gözü, işten kulağı, tutan eli, yürüyen ayağı olurum. Benden bir şey isterse onu verir, bana sığınırsa kendisini korur himayeme alırım.”[4]
Tevessülü ve meded’i kabul etmeyenlerin itibar ettikleri âlimlerinden İbn Kayyım el-Cevziyye bu hadisi şöyle açıklamaktadır: [5]
Rasulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) buyuruyor ki:
عن ابى سعيد الخدرى رضى الله عنه قال: قال رسول الله صلى الله عليه وسلم: "اتقوا فراسة المؤمن فانه ينظر بنور الله
“Müminin firâsetinden sakının, o Allah (Celle Celalühü) nuru ile bakar.” [6]
Bu firâset, Allah’a yakınlıktan kaynaklanmıştır. Kul Allah’a yaklaşınca hakkı bilmesine, anlamasına engel olan kötü engeller ortadan kalkar. Allah’a yakınlığı ölçüsünde Allah’a yakın bir fener ışığı kula ulaşır. Yakınlığına göre bu ışık onu aydınlatır. Bu nurla, Allah’tan uzak kimsenin göremediği şeyleri görür.
Daha sonra İbn Kayyım yukarıdaki hadisi zikrettikten sonra hadisi şöyle açıklıyor:
Yüce Allah (Celle Celalühü) bu kudsi hadiste, kendisine yaklaşan kuluna olan sevgisinin faydalı olacağını belirtmiştir. Allah kulunu sevince kulağına, gözüne eline ve ayağına yaklaşır. Artık gözü Allah ile görür, kulağı Allah ile duyar, onunla tutar, onunla yürür kalbi eşyaların gerçeklerinin belirdiği saf ayna gibi olur. Firâsetinde oldukça az yanılır. Çünkü kul Allah ile varlığa bakınca onu olduğu gibi görür. Allah (Celle Celalühü) ile işitince onu olduğu gibi işitir. Ancak bu gayb bilgisinden sayılmaz. Yüce Allah’ın hakikatlerin sûretlerini görmeye mani olan vesvese, hayal ve batıl izlerden uzak, nurla kaplı, kendine yakın kulunun kalbine attığı hak ile hakikatlerin sûretlerini görür bilir.[7]
Demek ki Allah (Celle Celalühü) insanların yapamayacağı, Allah’ın (Celle Celalühü) yapabileceği ilimleri istediğine verebilir. Hızır (aleyhisselâm)’a, peygamberlere, cinlere, şeytanlara verdiği gibi insanlara da verebilir. Kimse Allah’a (Celle Celâlühü) ne yapıp yapmayacağı konusunda bir sınırlandırma getiremez.
Allah’ın, “işiten kulağı olurum” demesiyle veli kulların çok uzak mesafelerdeki şeyleri işitmesi, Allah’ın (Celle Celalühü) “yürüyen ayağı olurum” demesiyle bir anda çok uzak mesafelere gidip gelme gücüne sahip olamasını her iki taraf ta kabul eder. Çünkü kudsî hadiste böyle buyurulduğunu kendi âlimleri de söylemektedirler. Geriye, tartışılmakta olan; Allah dostunun uzak mesafeden bir insana yardım edip edemeyeceği meselesi kalıyor.
Her Peygamber’in, yaptığı gibi bir Allah (Celle Celalühü) dostuda insanları korumak ve zor anlarında yardım etmek için Allah’dan “Ya Rabbi! Müslümanların zor anlarında, bana onlara yardım etme gücü ver” derse Allah (Celle Celalühü) bu duâyı ister kabul eder, isterse kabul etmez. Ama Allah (Celle Celalühü) Kudsi bir hadiste “benden bir şey isterse” duâ ederse duâsını kabul ederim diyor.
Nitekim Hz. Ömer (Radıyallahu Anh)’e de binlerce kilometre uzaklıkta ki yenilmek üzere olan ordusunu ve ordudaki komutanı görüp onlara “Cebel, Cebel!” diyerek seslenip uzaktan orduya komuta etmiştir.[8] Alâ b. Hadram’ın sahâbeye “besmele çekip atlarınızla denizde yürüyün” deyip atlarıyla denizin üstünden gitmeleri gibi. Bu delillere dayanarak geçmişte ve günümüzde yaşantısı Kur’ân ve sünnete uyan Allah (Celle Celalühü) dostlarının bu gibi kerâmetlerini gören, okuyan bir Müslüman niyetinde de “ilaç hastalığımı iyi etti” aslında iyi edenin Allah olduğunu bilerek bu sözü söylerken hakîkî fâili kastetmediği gibi Allah (celle celâluhu)’ın izni ile harikulade işleri yapan Allah dostlarından, insanların normalde yapamayacağı bir şeyi isteyebilir. (Bu konu ileride, istiğâse bölümünde daha geniş bir şekilde anlatılacaktır.)
Ancak bu ilmi Allah’ın verdiğine inanıp o insanı, Allah’a ortak koşmadan niyeti sağlam olmak kaydıyla istenebilinir. Niyet önemli.

[1] El-Furkan Beyne Evliyâi’r-Rahmâni ve Evliyâi’ş-Şeytâni, s. 61-62, el-Mektebu’l İslâmî, 4.Baskı, Beyrût, 1397. Trc. İbn Teymiyye, Allah (c.c.)’ın velileriyle şeytanın velileri arasındaki fark. S: 73. Pınar Yayınları, 2003.

[2] İbn Teymiyye, İktizâu’s-Sırâti’l Müstekîm, s: 373-374, Dârul Marife, Beyrut, tsz. Trc. İbn Teymiyye Sırat-ı Mustakîm Kabir Ziyaretleri bölümü tercüme Pınar Yay. s.493, bsk 2004.

[3] İbn Teymiyye, İktizâu’s-Sırâti’l Müstekîm, s: 373-374, Dârul Marife, Beyrut, tsz. Trc. İbn Teymiyye, Sırât-ı Mustakîm Kabir Ziyaretleri bölümü, tercüme Pınar Yay. s.494 bsk 2004

[4] Buhârî, Rikak 38: İbnu Mace, fiten 16

[5] İbn Kayım Ruh kitabı sayfa 304-305. Buhârî, et-Tarihu’l-Kebîr, no: 1529, 7/354. Tirmizî, Tefsir, 16, No: 3127, 5/298.

[6] Buhârî, et-Târîhu’l-kebîr, no:1529, 7/354; Tirmizî, Tefsîr, 16, no: 3127, 5/298.

[7] İbn Kayyim, Kitâbu’r-Rûh, s: 305.

[8] Beyhakî Le’lekaide Şerhus-Sünnette İbn Merde Veyh el-İsabe 2/3 İbn Kesîr Tefsir Bidaye c.7 s. 131


İbn Teymiyye: Peygamberlerin ve örnek davranışları ile tanınmış salih kişilerin mezarlarında zaman zaman görüldüğü söylenen diğer bazı kerâmetler ve olağanüstü tezahürler de böyledir. Mesela bu mezarlara gökten ışık veya melek inmesi, şeytanların veya hayvanların buralara yanaşmaktan kaçınmaları, bu mezarlardan veya çevrelerindeki diğer mezarlardan ateş fışkırması, bu mezarlarda yatanların bazı komşu ölülere şefaâtçi olmaları, bazı kimselerin ölünce onların yanıbaşında gömülmeyi istemeleri, bazı mezarların yanında insanın içinde huzur ve sükun hissetmesi ve bazı ölülere dil uzatanların çeşitli cezalara çarptırılmaları gibi önemli tezahürler, konumuzun kapsamına girmeyen gerçeklerdir.
Başka bir deyimle gerek Peygamberlerin ve gerekse yaşarken iyi davranışları ile tanınmış salih şahsiyetlerin mezarlarında belirebilecek Allah’ın kerâmetleri ile buraların Allah (Celle Celalühü) katında taşıdıkları saygınlık ve değer, çoğu kimselerin tasavvurunun üzerindedir. Fakat ısrarla söylediğimiz şudur ki, bütün bu tezahürler söz konusu mezarları, namaz yeri edinmeyi veya tercihli duâ ve ziyaret yeri olarak seçmeyi gerektirmez, diyor İbn Teymiyye.[14]
Hanefîler: Hanefî imâmlarının bazılarından ölünün işitmeyeceğine dair gelen bazı ifâdeler, meseleyi kavrayamayan bir takım insanların anladıkları gibi değildir. Bu görüş, söylenen sözü kabirdeki ölünün işittiğine dair yapılan yemininin geçerli olmayacağı münasebetiyle söylenmiştir. Mesela buna dair nikah üzerine yemin edilse kadın boş olur. Meselenin aslı şöyledir. Fıkıhta yeminler örf esasına dayalıdır. Örfte ise “işitmek” gereğinin yapılabileceği ve karşılığı verilebilecek işitmelere denir. Halbuki kabirdeki işiten ölüler cevap veremez ve işittiklerinin gereğini muhataplarına yapamazlar. Yoksa bu sözden “onlar hiç bir şekilde işitemezler” manası çıkmaz. Nitekim bu hususu Hanefî müctehidleri ve imâmlarından Muhakkık Kemaleddin İbn Hümam, Fethu’l Kadîr isimli eserinde bunu açıklamıştır.[15]
Hanefî âlimlerinden Abdulhak ed’Dihlevî (ö. 1176/1762) ve Kadı Muhammed Senâullah el-Mazherî’nin de, ölülerin işittiği görüşünde oldukları bildirilmektedir. [16]
Şâfî’ler: İmâm Subki (ö.771/1370) ölülerin işittiği hususunda mezheblerde icma olduğunu söylemiştir.[17]
Hanbelîler: Hanbelî âlimlerinden İbn Receb el-Hanbelî ölülerin işittiğini söylemiştir.[18]
Mâlikîler: Mâlikîlerden İmâm Kurtubî (ö.671/1272) ölülerin işittiğini ve bu konuda mezheb âlimleri arasında icma’ olduğunu söylemiştir.[19]
İnsanın, ruhunu teslim ettikten sonra dünya ile ilişkisinin tamamen kesilmediğini, aksine dirilerin yaptıkları birtakım hareketlerden haberdâr olduğunu Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) haber vermektedir.
Enes b. Mâlik (Radıyallahu Anh) Hz. Peygamber’in (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurduğunu nakletmiştir:
ان العبد اذا وضع فى قبره وتولى عنه اصحابه انه ليسمع قرع نعالهم
“Kul kabrine konulduktan sonra dostları başucundan ayrılırken onların ayak seslerini duyar..” [20]
Ebû Hureyre’den de (Radıyallahu Anh) nakledilen bu hadisin isnadının sahih olduğu hususunda ittifak vardır. [21]
Ölünün işitmediğini savunanlar bu hadisler için “ölülerin kısa bir an duyduğunu” iddia etmişlerdir. Fakat Peygamberimizden “kısa bir an duyarlar” diye bir haber de yokken neye dayanarak böyle bir hüküm veriyorlar?!
ان الميت ليعذب ببكاء الحى
“Dirilerin ağlamasından dolayı ölü azap çeker.” [22]
Buhârî (ö.256/870) ve Müslim (ö.261/875) bildirdikleri bir hadis-i şerifte Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: “Meyyit yakınlarının kendisine bağırarak ağlamalarından azap duyar.”
Ölüler kendileri için ağlayanı nasıl işitip azap duyuyorlar?
İbn Teymiyye ve talebesi İbn Kayyim’in bu sözlerinden sonra ölülerin işitmediğini savunanlar, düştükleri zor durumdan kurtulmak için “Onlar da bir insandı. Hata etmişlerdir. Bizim için önemli olan Âyetin zâhirî manasıdır derlerse? Biz de deriz ki: “Böyle söylemiş olmanız savunduğunuz görüşlerin kaynağı olan İbn Teymiyye ve İbn Kayyım’ın anlaşılması bu kadar basit olan Âyetin zâhir manasını anlayamayıp hata ettiklerini kabul etmiş olursunuz. Böylece âlimlerinizin daha karışık ve zor meselelerde de hata edebileceği manasına gelir”. Siz de onların takipçisi olduğunuzdan dolayı birçok konuda hata edebileceğinizi itiraf etmiş olursunuz.
عن عائشة رضى الله عنها قالت: قال رسول الله صلى الله عليه وسلم: ما من رجل يزور قبر اخيه ويجلس عنده الا استأنس به ورد عليه حتى يقوم
Hz. Âişe’den (Radıyallahu Anhâ) rivâyet edilen bir hadiste Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyuruyor:
“Bir adam kardeşinin kabrini ziyaret edip yanına oturduğunda o kendisini tanıyarak sevinir, verdiği selâma karşılık verir, bu hal kalkıncaya kadar devam eder.[23]
İbnu Abdil Berr (ö.463/1071) Et-Temhid ve El-İstızkar (isimli iki kitabında) İbn-ü Abbas’ın (Radıyallahu Anh) şöyle dediğini rivâyet etmiştir:
“Kim, dünyada tanıdığı bir kardeşinin kabrine uğrar da ve ona selâm verirse mutlaka onu tanır. Ve ona Aleykümus-Selam der.”
Abdül Hakk İşbîlî (ö.852/1185), bu rivâyetin isnadının sahih olduğunu söyledi.[24] Hafız İbnu Recep el-Hanbelî (ö.795/1393) “Bu rivâyetin isnadının sahihliği demek râvîlerinin tamamının güvenilir olduğu demektir, öyledir de. Ancak hadis garib hatta münkerdir” dedi.[25] İbnu Recebe göre İmâm Beyhakî ve Hâkim’in rivâyet ettiği ve sahihtir dediği sınırlandırma getirmeyen rivâyet daha sahihtir. (Yani “tanıdığı” ilavesi bulunmayan hadis.)
İbn Kayyim el Cevziyye (Ruh kitabının 137.) sayfasında: Kabir azabı ve nimetiyle ilgili geçen hadisler ve kabir ehline selâm vermek, onlarla konuşmak ve ölülerin ziyaretçilerini bilmesi ile ilgili geçen bütün hadisler İbnul Abdül Berr’in mütevatir kabul ettiği hadislerdir, demiştir.
Ebû Süleyman b. Bureyde (Radıyallahu Anh) babasından, Resûlüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in onlara kabristana girdiklerinde “Es-Selâmu alâ ehl-i’d-diyâr”[26] denmesini öğrettiğini söyler. Bu hadis, Müslim’in lafzında:
السلام عليكم اهل الديار من المؤمنين والمسلمين وانا ان شاء الله اللاحقون اسأل الله لنا ولكم العافية
“Ey mümin ve Müslümanlar olan diyarın sakinleri! Allah’ın selâmı üzerinize olsun. Bizler de inşâallah sizlere kavuşacağız. Allah bize de size de afiyet versin” şeklindedir.
Âişe (Radıyallahu anhâ) şöyle demiştir: “Resûlüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) benimle olduğu gecenin sonunda Bakî mezarlığına çıkar ve:
السلام عليكم دار قوم مؤمنين واتاكم ما توعدون غدا مؤجلون وانا ان شاء الله بكم لاحقون اللهم اغفر لاهل بقيع الغرغد
“Müminler topluluğunun yurdu! Es-Selâmü aleyküm! Va’dedilen şey size geldi, yarına ertelendiniz. Bizler de inşâallah sizlere kavuşacağız. Allah’ım! Bâki Gargad ehline mağfiret et, derdi.”[27]
Muhammed b. Hımyer anlatıyor: “Ömer b. Hattab (Radıyallahu Anh) Garkad kabristanına uğradı ve:
Ey kabir sakinleri! Bizdeki haberler şunlardır: Karılarınız kocaya vardı, evlerinize başkaları yerleşti, servetiniz bölüşüldü! diye seslendi.
Gaipten gelen bir ses kendisine şu karşılığı verdi: Bizdeki havadisler de şu: Dünyadan gönderdiğimiz hayırları burada bulduk, Allah (Celle Celalühü) yolunda harcadıklarımızın kârlarını aldık, harcamadıklarımızdan ötürü de zarara uğradık.[28]
Ölülerin işitmediğini iddia edenlerin itibar ettikleri âlimlerinden olan İbn Teymiyye’nin talebesi İbn Kayyim el-Cevziyye (v.751/1350) bakın neler diyor:
Rasulüllah, ümmetinin ölülere: “Ey mü’minler Topluluğu Allah (Celle Celalühü)’ın selâmı üzerinize olsun. Esselâmü aleyküm dâra kavmin mü’minin” şeklinde, selâmlarını alıyormuş gibi selâm vermelerini önermiştir. Haddi zatında bu şekilde selâmı duyan, düşünen insanlara verilir. Ölüler kendilerine verilen selâmı duymamış olsalardı (ki yok olana ve cansıza hitap olacağından) abes olurdu. Ölünün ziyaretçileri tanıması tevatüren sabit olduğu gibi selef âlimleri de bu konuda müttefiktirler.[29]
İbn Teymiyye ve talebesi İbn Kayyim’ın fikirlerini alıp savunanlara ve onların yolundan gittiklerini iddia edenlere sorarız;
İbn Teymiyye; ölünün işitmediğini savunanların suç işlediğini söylüyor. Talebesi İbn Kayyim ise ölülerin işittiğini isbatlamak için tafsilatlı bir kitab yazmış, ayrıca dört mezheb âlimleri ölülerin işittiği yolunda icma’ olduğunu söylemişlerdir. Sizin ilminiz İbn Teymiyye, İbn Kayyim ve dört mezheb âlimlerinden daha mı fazla? Bu âlimlerin hepsi hatamı yaptı? Yoksa sizmi hata yapıyorsunuz.
Allah dostu, evliyâ olarak bilinen insanların kabirlerinden “bana çocuk, ev, eş ver” şeklinde istekte bulunmak, kabirlere çaput bağlamak, kurban kesmek elbette sakıncalı ve yanlıştır. Aksi takdirde böyle tutumlar insanı şirke düşürür. Doğru olanı ise;
a) Kabirdeki Peygamberimizden veya bir Allah dostunun ruhundan bizim için Allah’a duâ etmesini istemektir. Böyle yapılabileceğine dair elimizde delil vardır.
İleride geniş olarak anlatılacak olan beşinci hadise kısaca bir bakalım.
Mâlik ed-Dâr anlatıyor: Hz. Ömer (Radıyallahu Anh) zamanında halk kuraklık çekerken bir adam Peygamber’in (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in kabrine gelerek Ya Rasulallah! Ümmetin için yağmur yağmasını iste. Zira onlar helak oldu. Hadis böyle devam ediyor ileride daha geniş anlatılacak (5. Hadiste). [30]
Şimdi Vahhâbîlerin büyük hadis âlimlerinden Aslen Arnavutlu olan Elbânî bakın hadisi nasıl zayıflıyor.
Elbânî, hem metin hem de isnad bakımından rivâyetin sahih olmadığını söylemektedir. Râvî Mâlik ed-Dâr’ın zabt ve adaleti maruf değildir. O mechul bir râvîdir.[31] diyor bakalım öylemi?
Bahse konu olan rivâyetin delil olarak kullanılmasına musamaha göstermeyen Elbânî’nin en önemli gerekçesinin, Mâlik ed-Dâr’ın meçhul bir râvî olduğu görülmektedir. Ancak biz, Elbânî’nin iddia ettiği gibi Mâlik ed-Dâr’ın zabt ve adaleti maruf olmayan (meçhul) bir şahıs değil, aksine onun maruf bir râvî olduğunu tesbit etmiş durumdayız.
İbn Sa’d (ö.230/844), onu şöyle tanıtmaktadır: “Mâlik ed-Dâr, Ömer b. el-Hattab (Radıyallahu Anh)’ın azatlısıdır. Hımyer kabilesinden ve Cüblanlıdır. Ebû Bekir ve Ömer’den hadis rivâyet etmiştir. Kendisinden de Ebû Salih es-Semman rivâyette bulunmuştur. O maruf idi”.[32]İmâm Buhârî, Tarihi Kebir’inde onu zikrettiği halde aleyhine bir şey dememiştir.
İbn Hibban (ö.354/965) onu es-Sikat’ında zikretmekte ve hakkında menfi bir söz söylememektedir.
İbn Hacer (ö.852/1448) ise bunlara ilaveten şu bilgileri vermektedir: “Mâlik ed-Dâr diye bilinen zat, Mâlik b. Iyad’dır ve (asr-ı saadet’e) yetişmiştir. Muaz ve Ebû Ubeyde’den rivâyetleri vardır. Kendisinden iki oğlu; Avn ve Abdullah rivâyette bulunmuştur. Buhârî, Tarih”inde[33] Ebû Salih Zekvan tarikiyle Mâlik ed-Dâr’dan Hz. Ömer (Radıyallahu Anh)’ın kıtlık senesindeki sözünü (muhtasar olarak) rivâyet etmiştir. Aynı rivâyeti tafsilatlı olarak İbn Ebî Hayseme de tahric etmiştir… İbn Sa’d onu Medineli tabiilerin ilk tabakası içinde zikretmiştir. Hz. Ömer (Radıyallahu Anh)ve Hz. Osman (Radıyallahu Anh) onu mali işlerde görevlendirmiş ve bu yüzden de ona Mâlik ed-Dâr adı verilmiştir. Ali İbnu’l-Medini’den rivâyet edildiğine göre O, Hz. Ömer’in haznedarı idi”.[34]
Ebû Ya’la el-Halili el-Kazvini (ö.446/1054)’de, Mâlik ed-Dâr’ın sika oluşunda ittifak edilen kadim bir tabii olduğunu ve tabiinin ondan övgüyle bahsettiklerini ifâde etmektedir.
Hatırlanacağı üzere Elbânî, bahse konu olan rivâyet hakkında ibn Hacer’in “Ebû Salih es-Semman’ın Mâlik ed-Dâr’dan sahih bir isnad ile…” diyerek kullandığı ifâdeden onun, râvi Mâlik ed-Dâr’ın meçhul olduğuna işâret ettiği şeklinde yorumlamıştı. Halbuki İbn Hacer’in Mâlik ed-Dâr’ı tanıtıcı mahiyette verdiği bilgiler, böyle bir yoruma mahal bırakmayacak kadar açıktır. Şüphesiz İbn Hacer’in söz konusu açıklaması, Elbânî’nin yaptığı yorumu anlamsız kılmaktadır.
Hz. Ömer (Radıyallahu Anh)gibi, rivâyet konusunda tesebbüt ve ihtiyat sahibi bir zatın, resmi veya özel mali işlerde onu istihdam etmesi, râvî Mâlik ed-Dâr’ın zabt ve adaletinin bir göstergesi sayılmalıdır. Bu tesbit bize dikkat ederseniz geride geçen hadislerin tahriçlerinde de görüleceği gibi Elbânî bunu hep yapıyor. Elbânî’nin, Mâlik ed-Dâr hakkında İbn Hacer’in verdiği biyografik bilgiyi görmediği veya görmezlikten geldiği kanatine götürmektedir. Bu detaylı bilgiden sonra, Elbânî’nin Mâlik ed-Dâr hakkında Münzirî ile Heysemî’den naklettiği, “onu tanımıyorum” sözünün artık bir kıymet ifâde etmediği de anlaşılmaktadır.
Elbânî hadisi zayıflarken, Mâlik ed-Dâr zabt ve adaleti maruf değildir. Meçhul bir râvîdir demişti. Öyle olmadığı anlaşıldıktan sonra Elbânî’nin diğer hadislerdeki tarafsızlığına ne kadar itibar edilir? Yorumu size bırakıyoruz.
Büyük hadis âlimi Ebû Dâvûd (ö.275/888) et-Tayâlisî’nin Müsned’inde Cabirden rivâyet ettiğine göre Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
إن اعمالكم تعرض على اقاربكم من الأموات فإن كان خيرا استبشروا به وإن كان غير ذلك قالوا اللهم لا تمتهم حتى تهديهم الى ما هديتنا
“Yaptığınız işler, mezardaki yakınlarınıza ve tanıdıklarına gösterilir. İşleriniz iyi ise sevinirler, iyi değilse ya Rabbi iyi işler yapmaları için kalplerine ilham eyle derler.”[35]
Bir hadis-i şerif te Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyuruyor:
“Mezardaki kardeşlerimiz için Allah (Celle Celalühü)’ü Teala’dan korkunuz: Yaptığınız işler onlara gösterilir.”[36]
Ölmüş olan akrabalarımızın bizim hallerimizden haberdar olup, bizim için duâ etmeleri nasıl oluyor? Hadislere zayıf diyerek işin içinden çıkmaya çalışmanız ilmi açıdan doğru değildir.
Hadis ilimlerinden anlayanlar bilir ki; zayıflığı yalancılık ve fâsıklıktan olmayan râvîlerin rivâyetleri değişik isnadlarla zayıflıktan hasenliğe yükselir, hadis usûlü kitablarında araştırabilirsiniz. Hiçbir hadis hafızı yukarıdaki isnadlarda yalancı ve yalancılıkla itham edilen ve fâsık bir râvînin bulunduğunu söylememiştir. O halde yaşayanların yaptıkları amellerin akrabası olan ölülere arz olunacağına dair hadis’in değişik tarikleriyle hasen mertebesine yükselmiştir. Yani delil olmaya elverişlidir.
Üstelik zayıf kaldığı kabul edilse bile bu ehl-i ilimce bir zarar vermez çünkü hadisle farzlık, vaciblik, haramlık veya mekruhluk isbat edilmiyor. Bir haber veriliyor ki bunda fıkhi bir hüküm isbat edilmiyor. Edilseydi bile müstehablık ifâde etmesinde engel yoktur. Zira “mevzu (uydurma) olmayan zayıf hadisle müstehablık sabit olur.” [37]

b) Diğer usulüne uygun isteme şekli de şöyledir:
“Allah’ım! Peygamberlerin (veya) bu mezarda yatan dostunun hatırına bize yardım et!”
İleride (4. Hadis başlığı altında) daha geniş bir şekilde tahric ve değerlendirmesi yapılacak olan şu hadisi örnek olarak gösterebiliriz:
Enes b. Mâlik şöyle demiştir; “Hz. Ali’nin annesi Fatma binti Esed Vefat ettiğinde kabrine defnedilirken Allah Rasulü gelir ve içinde yan yatarak şöyle duâ etmeye başlar:
"الله الذى يحيى ويميت وهو حى لا يموت اغفر لامى فاطمة بنت اسد ولقنها حجتها ووسع عليها مدخلها بحق نبيك والانبياء الذين من قبلى فإنك ارحم الراحمين."
“Allah yaşatan ve öldürendir. O ölümsüz bir hayata sahiptir. Annem Fatma binti Esed’in günahlarını affet, ufkunu aç, Nebi’nin ve benden önceki Enbiyanın hatırı için kabrini genişlet, çünkü ancak sen Erhamür Rahimsin:”[38]
Bizim elimizde geride görüldüğü gibi, ölülerin ruhlarını aracı kılarak istenip duâ edileceğine dair delillerimiz vardır. Getirdiğimiz delili zayıflatmaya çalışmanızı Mâlik ed-Dâr hadisinde gördük. Siz sap ile samanı birbirine karıştırarak, elindeki delillere dayanarak doğru şekilde duâ edip isteyenle, yanlış hatta şirk işleme durumunda olanları aynı kefeye koyup tekfir ediyorsunuz. Bu yaptığınız yanlıştır. Ayrıca Kur’ân-ı Kerîm’de ve Peygamberimiz ile Sahebelerde bulunmayan bir metoddur.


[1] İbn Teymiyye, İktizâu’s-Sırâti’l Müstekîm, s: 378-379, Dârul Marife, Beyrut, tsz. İbn Teymiyye Sıratı’l-Müstakim, kabir ziyaretleri bölümü, Tercüme Pınar Yayınları, s.499, baskı: 2004

[2] İbn Teymiyye, el-Fetâva'l-Kubrâ, Kıyâmet-Ahiret, sayfa, 207, Hakikat Yayınları Ahmed İbn Teymiyye Harraninin vesikalarından.

[3] İbn Teymiyye Külliyâtı, c:4, s:240, 8 ciltlik, Tevhid Yayınları. (1998)

[4] Buhârî, Deâvât: 66, 7/168

[5] En-Neml, 27/80; er-Rûm, 30/52

[6] Müslim, el-Cenne ve Sıfatü Naîmihâ, 76, 77, 78; Buhârî, Megâzî, 8; Nesâî, Cenâiz, 117; İbn Hanbel, c. I, s. 26, 27.

[7] Minhat’ül-Vehbiyye, Fir’reddil ale’l-Vahhabiyye, s. 15, 2000.

[8] Zürkânî, “bu rivâyet yani Yûnus İbnü Bükeyr’in ceyyid senedli rivâyeti sahihse, Suyûtî’nin de dediği gibi Âişe radıyallahu anhâ validemiz sanki kıssayı rivâyet eden Sahabîleri görünce inkârından döndü; çünki O hâdisede bulunmamıştı” dedi. (Şerhu’l-Mevâhib: 1/434).

[9] Buna göre rivâyeti Mürsel olmuş oluyor. Sahâbe’nin irsâli ise (küçük bir şaz topluluk dışında) Mürsel’i kabul etmeyerlerce de makbûldür. Kaldı ki bu irsâl Sahâbe’den olmakla haydi haydi makbûldür.

[10] Tirmizî, Cenâiz, 60; Mu’cem, 139.

[11] İbn Teymiyye, Mecmûu’l-Fetâvâ, 24-362

[12] Buhârî, Enbiya: 3, no: 3158, 3/1213. Müslim, Birr: 49, no: 2638, 4/2031.

[13] Ahmed İbn Hanbel, Müsned, no: 7068, Buhârî, el-Edebü’l-Müfred, no: 263, sh: 89.

[14]İbn Teymiyye, İktizâu’s-Sırâti’l Müstekîm, s: 378-379, Dârul Marife, Beyrut, tsz. İbn Teymiyye, Sırâtı’l Müstakîm, Kabir Ziyaretleri bölümü, tercüme Pınar Yayınları, s.494-495

[15] Kemaleddin İbn Humam, Fethul Kadir’den naklen. Hamdullah Et’Dacvi El Basair, s:25, İhlas Yayınları Vakfı, 1999

[16] Tefsir-i Mazherî, cilt: 2, sayfa: 489’da.

[17] Şifâu’s-Sikâm, 162-172, İhlas Yayınları Vakfı, 1995.

[18] Ehvâlü’l-Kubûr, s. 132, Daru’l-Kitabi’l Arabî, 2001.

[19] Et-Tevkire, s.144-145, Dar’ül-Fikir Yayınevi.

[20] Müslim, “el-Cenne ve sıfatu naîmihâ”, 70; Buhârî, Cenâiz, 67; Ebû Dâvud, es-Sünne, 27.

[21] Begavî, Şerhu’s-sünne, c: 3, s. 279, (h.no.1515)

[22] Müslim, Cenâiz, 18,19; Buhârî, Cenâiz, 33; Ebû Dâvud, Cenâiz, 29; Tirmizî, Cenâiz, 24.

[23] Zebidî, İthafu’s-Saâde. XIV/275

[24] Tezkiretül Kurtubi: 145

[25] İ. Receb, ehval-ul Kubur

[26] Müslim, II, s: 671, h: 975; Cenâiz, Kabre girerken ne denir ve ehline nasıl duâ edilir, babı. Nesâî, IV, s: 94; Cenâiz, Müminlere istiğfar edilmesinin emri, babı.

[27] Müslim, II, s: 669, h: 974; Cenâiz, Kabre girerken ne denir ve ehline nasıl duâ edilir, babı. Nesâî, IV, 4, s: 93-94, Cenâiz, Müminlere istiğfar edilmesinin emri, babı.

[28] İbn Ebîd Dünya es-Sem’anî, Kenz, Hayatu’s-Sahâbe, c: 4, s.290

[29] İbn Kayyım el-Cevziyye, Kitabu’r-Ruh, s. 11, İz Yayıncılık. Not: İbn Kayyim bu kitabı Teymiyye’nin talebesi olduktan sonra yazmıştır. Ruh kitabının 32 (dipnot-7) - 46. sayfalarında böyle olduğu açıklanmıştır.

[30] İbn Ebî Şeybe, Musannef, VII, 482,483; İbn Abdilberr, İstiâb, II, 464.

[31] Elbânî, Tevessül, Arapça sayfa 131

[32] İbn Sa’d, Tabakat, V, 12

[33] Bkz. Buhârî, et-Tarihu’l-kebir, VII, 304-305

[34] İbn Hacer, İsabe, III, 484 Ahmet-el Askalâni

[35] Minhâ, 1/156 dan naklen Hamza Ahmed ez-Zeyn Müsned-i Ahmed Ta’lik-i 10/532 ez-Zeyn hadis sahihdir, diyor. Aynı yer

[36] Hakim-i Tirmizinin ve İbn Ebi’d-Dünya’nın ve Beyhakî’nin (Şu’ab-ül-İmân) kitabında Nûman bin Beşir’den.

[37] İbnu Humam- Fethul Kadir 1/467

[38] Taberânî, Mu’cem-il Kebir, no: 871, 24/351. Ebû Nuaym et-Tabarani yoluyla Hilyetu’l-Evliya’da c.3 sayfa121 KAYNAK SELEFİLER VE TASAVVUFÇULARIN GÖRÜŞLERİ
 
ABDULHAK Çevrimdışı

ABDULHAK

الإذلال هو بعيد عنا
Admin
İbn Teymiyye’nin bu konu hakkındaki görüşleri:
İbn Teymiyye Ölü İşitir Diyor:
İbn Teymiyye, sorulan bir soruya “Ölünün Kur’ân okumak zikir ve duâ seslerini işitebildiği doğrudur.” demektedir.[1]

[1] İbn Teymiyye, İktizâu’s-Sırâti’l Müstekîm, s: 378-379, Dârul Marife, Beyrut, tsz. İbn Teymiyye Sıratı’l-Müstakim, kabir ziyaretleri bölümü, Tercüme Pınar Yayınları, s.499, baskı: 2004


İbadetlerin Karşılıkları
Tekrar vurgulayalım ki, dileği her yerine getirilen kimsenin dileğinin yerine getiriliş sebebinin, mutlaka meşru ve emre uygun bir sebep olması gerekmez. Zira bilindiği gibi Peygamberimiz hayattayken kendisinden her dilekte bulunanın isteğini karşılar, hiç kimseyi boş çevirmezdi. Fakat bu dileklerin bazıları dilek sahipleri hakkında haram nitelikli idi. Nitekim bir defasında Peygamberimiz bu konu ile ilgili olarak:
“Ben bazan öyle dilekleri karşılarım ki, bu dileklerin sahipleri yanımdan koltuklarının altında ateşle çıkarlar” buyurdu.
Sahabilerden birinin:
“Peki, ya Rasûlullah, o halde böylelerinin dileklerini niye yerine getiriyorsun?”şeklindeki sorusunu da:
“Çünkü onlar Ben'den istedikleri şeyleri ısrarla isterler ve öte yandan Allah cimriliği Bana yakıştırmaz”diyerek cevaplandırmıştır.
Öte yandan insan bazan yasak bir hareketi yasak olduğunu bilmeksizin, tersine, iyi bir amel olduğunu sanarak yapar ve hem iyi niyetine karşılık sevap kazanır hem de bilmeyerek işlemiş olduğu söz konusu günahı da affa uğrar. Bu geniş bir konudur.
Şunu iyi bilmeli ki, bid'at nitelikli yasak ibadetlerin büyük bir çoğunluğunu bazı kimseler işleyince bunlardan her hangi bir şekilde yarar sağlayabilirler. Fakat bu durum söz konusu ibadetlerin meşru olduğunu göstermez. Hatta eğer bu ibadetlerin zarar ve yıkımları yararlarından daha çok olmasaydı, yasaklanmazlardı.
Bu arada söz konusu yasak ibadetleri işleyen bazı kimseler, ya belirli bir yoruma ya hatalı bir içtihada veya bir imamı taklit etmeye dayanmaları gerekçesi ile hatalı hareketleri yüzünden affa uğradıkları gibi, gayrı meşru hareketin içerdiği meşru unsur karşılığında sevaba da kavuşabilir. Tıpkı içtihadında yanılan bir müctehid (gerçek araştırıcısı) gibi. Daha önceki sayfalarda bu konuyu ayrıntılı bir biçimde açıklamıştık.
Burada söylemek istediğimiz şudur:
Bilindiği gibi İmam-ı Malik bu tür meseleleri en iyi bilecek durumda olan kimselerdendir. Sebebine gelince Medine'de oturduğu için ikinci ve üçüncü kuşak (Tabiin ve Tebee-i Tabiin) müslümanların bu konularda ne yaptıklarını bizzat görebildiği gibi bu iki kuşak alimlerinin sahabilerden naklettikleri delilleri de işitip öğrenmek imkânına sahiptir. Böyle olduğu halde o, dua etmek amacı ile Peygamberimizin mezarı başında ayakta durmanın doğru olmadığını söylüyor ve ilk müslüman kuşaktan hiç kimsenin böyle yapmadığını belirtiyor.
Öte yandan Hz. Ömer'in (Allah ondan razı olsun) döneminde baş gösteren şiddetli bir kuraklık üzerine Peygamberimizin amcası Abbas vasıtasıyle yağmur dileğinde bulunduğunu biliyoruz.
Buharî'nin Hz. Enes'e dayanarak bildirdiğine göre:
“Bir defasında Hz. Ömer, Abbas b. Muttalib'i vasıta ederek yağmur dileğinde bulunmuş ve şöyle dua etmişti;
“Allah'ım, biz daha önceki yıllarda kuraklığa uğrayınca, Peygamberimizi vasıta ederek Sen'den yağmur dilerdik. Bu defa da Peygamberimizin amcasını vasıta ederek Sen'den yağmur diliyoruz. Bize yağmur ver, ya Rabbi!”
Bu dua üzerine halk yağmura kavuştu.”
(Buhari, Kitab, yağmur isteme, bab: Kuraklık ve kıtlık olduğunda İslam devlet başkanının halkla yağmur duasına çıkması, H. No: 107.)
Görüldüğü gibi, sahabiler vaktiyle hayattayken nasıl Peygamberimizi vasıta ederek yağmur diliyor idiyseler bu defa da aynı şekilde amcası vasıtası ile yağmur dilemektedirler. Yani sahabiler sağlığında Peygamberimizin duasına ve şefaatine başvuruyorlar, o da onlar için dua ediyor ve bu duaya sahabiler de katılıyorlardı. Tıpkı imam ile cemaat gibi. Kim olursa olsun, bir yaratılmışı araya koyup yemin ederek Allah'ı taahhüt altına almaya kalkışmaksızın. Nasıl ki yaratılmışlardan birini araya koyarak aralarında yemin etmeye kalkışmadıkları gibi. Ayni mantıkla Peygamberimiz ölünce amcası Abbas'ın duasına baş vurarak yağmur dileğinde bulunmuşlardır.
Fıkıh alimleri bu olaya dayanarak “Hayırlı ve dindar şahsiyetleri vasıta tutarak yağmur dilemek müstahabdır” demişlerdir. Bunun en iyisi söz konusu şahsiyetlerin Ehli Beyt'den (Peygamberimizin soyundan) seçilmesidir.
Nitekim Muaviye, Yezid b. Esved'i aracı tutarak yağmur dileğinde bulundu ve şöyle dedi:
“Allah'ım, Yezid b. Esved aracılığı ile Sen'den yağmur diliyoruz. Ya Yezid, kaldır ellerini.”
Bunun üzerine Yezid de ellerini kaldırıp dua etmeye başladı ve halk da bu duaya katıldı. Sonunda yağmur yağdı ve halk da dağılıp evlerine döndü.
Dikkat edilecek olursa bu durumlarda hiç bir sahabi ne Peygamberimizin ve ne de bir başkasının mezarına giderek orada veya O'nun aracılığı ile Allah'dan yağmur yağdırılmasını dilemedi.
(Bu olayı İbn Hacer El-İsabesinde nakletmektedir c. 3, s. 673. İbn Hacer şunu eklemiş ayrıca: “Bu haberi Ebu Zer'a ve Yakub b. Süfyan sağlam bir senetle tarihlerinde kaydetmişlerdir.)
(Yezid b. El-Esved el-Ceri, Ebu el-Esved'i bazıları sahabeler arasında zikretmektedir. Ne var ki bu kanıtlanmış değildir. Şamlıların gariplerinden ve ibadete düşkün birisiydi. Hem cahiliye dönemini ve hem de İslam dönemini idrak etmişti. Bkz. El-İsabe, c. 3, s. 673, biy. 9393.)
Ayrıca bilindiği gibi bütün alimler Peygamberimizi selamlamayı müstahab saymışlardır. Çünkü Ebu Davud'un, Ebu Hureyre'ye dayanarak bildirdiğine göre, Peygamber Efendimiz:
“Her hangi bir kimse Bana selâm verince Allah mutlaka ruhumu geri verir ve Bana verilen selâmı alırım” buyuruyor.
Öteyandan Neseî'nin nakletmiş olduğu bir hadise göre Peygamberimiz:
“Allah'ın mezarımda görevlendirdiği bir gurup melek, ümmetimin selâmlarını Bana iletir” buyurmuştur.
Yine bu konuda Peygamberimiz (salât ve selâm üzerine olsun) bir gün sahabilere:
“Cuma geceleri ile cuma günleri Bana çok sayıda salât ve selâm getiriniz. Çünkü sizin salât ve selâmlarınız Bana takdim edilir” buyurmuş ve sahabilerden birinin:
“Ya Rasûlullah, Şen çürüyüp toprak olduktan sonra bizim salât ve selâmlarımız Sana nasıl sunulabilir?” şeklindeki sorusunu da:
“Allah, peygamberlerin etlerini yemeyi (çürütmeyi) toprağa haram kıldı.”diye cevaplandırmıştır.
Demek ki, Peygamberimize (salât ve selâm üzerine olsun ve anam-babam yoluna feda olsun) salât ve selâm getirmek hem Allah'ın ve hem de Rasûlullah'ın emirleri arasındadır.
Nitekim Buharî'de yer alan bir hadise göre:
“Kim üzerime bir kere salât ve selâm getirirse, Allah kendisine on kere rahmet eder” buyurulmuştur.

İbn Teymiyye , Kabir ziyaretleri ; Tevhid yayınları sayfa 135-137






Görüldüğü gibi Rasulullaha özel (peygamberlere) bir yetki-niteliğin tasavvufçular içinde olduğunu söylemek Allaha ve Rasulune iftiradır.


Kabir ziyaretleriyle, işitip işitmemesiyle , yardım edip edememesiyle vs ilgili ehli sünnetin görüşleri aşağıdaki linkte mevcuttur.
İbn Teymiyyenin kitaplarını kendi sapkın itikadınıza yorumlayarak çevirmeniz ibn teymiyyeye hakarettir. İbn Teymiyyeyi yıllarca hapsettirip işkence edenler sizlersiniz !!!






ÖLÜYE KUR'AN
(KABİR BAŞINDA) OKUNMASI
KABİRDEKİ , ÖLÜ MÜ YOKSA DİRİ Mİ ?
İbn'i Hacer el- Askalani'nin meşhur eseri AKAİD KONUSUNDA FETVALAR isimli eserinden deliller


Ölüye Kur'an okunur mu ?
Ölüye Kur'an okumanın sevabı ulaşır mı ?
Ölü , ziyaretçisini tanır mı ?
Ölü , komşu kabirdeki ölüleri tanır mı ?
Ölü , ses işitir mi ?
Ölü , mezarının yanına oturan kimseyi tanır mı?
Ölü , Kur’an okumasını işitir mi?
Kabirdeki bir ölünün yakınına veya uzağına başka bir ölü defnedildiğinde kabirdeki ölü onu tanır mı ve dünyadaki diğer olup biten şeyler hakkında, yeni gelen ölüye soru sorar mı?
ÖLENE FAYDASI DOKUNAN ŞEYLER
https://www.islam-tr.org/tevhid/120...an-okumak-dua-etmek-kabir-ziyareti-kitap.html






KABİR AZABI HAKTIR , HADİSLER MUTEVATİRDİR
KABİR SUALİ
https://www.islam-tr.org/konu/kabir-azabi-suali-daralmasi-haktir-hadisler-mutevatirdir.7803/

ÖLÜDEN YARDIM İSTEMEK VE ÖLÜ ARACILIĞI İLE İSTEKTE BULUNMAK:

TEVESSÜL, İSTİĞASE VE ŞEFAAT
https://www.islam-tr.org/konu/caiz-ve-sirk-olan-tevessul-istigase-ve-sefaat.7356/
 
KavlulFasl Çevrimdışı

KavlulFasl

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
LİNKLERDE YETERLİ ''DELİLLER'' MEVCUTTUR,

TÜRKİYE CUMHURİYETİNİN -RESMİ VE ÜCRETSİZ ,BEDAVA KÖLESİ OLMAK İSTEMİYORSANIZ ''TARİKATLARIN VE SAHTEKAR DİN TÜCCARLARINI TANIMALISINIZ.'' UYSAL KOYUN OLMAK İSTEMEYENLER OKUSUN !!!

ÖLENE FAYDASI DOKUNAN ŞEYLER

https://www.islam-tr.org/tevhid/12058...eti-kitap.html






KABİR AZABI HAKTIR ,
HADİSLER MUTEVATİRDİR
KABİR SUALİ

https://www.islam-tr.org/tevhid/11508...evatirdir.html


ÖLÜDEN YARDIM İSTEMEK VE
ÖLÜ ARACILIĞI İLE İSTEKTE BULUNMAK:
TEVESSÜL, İSTİĞASE VE ŞEFAAT

https://www.islam-tr.org/tevhid/10768...ve-sefaat.html


LİNKLERDE YETERLİ ''DELİLLER'' MEVCUTTUR,

TÜRKİYE CUMHURİYETİNİN RESMİ VE ÜCRETSİZ BEDAVA KÖLESİ OLMAK İSTEMİYORSANIZ ''TARİKATLARIN VE SAHTEKAR DİN TÜCCARLARINI TANIMALISINIZ.'' UYSAL KOYUN OLMAK İSTEMEYENLER OKUSUN !!!
 
M Çevrimdışı

mucahid_tr

Üyeliği İptal Edildi
Banned
Allah dostlarının yaptıkları kerâmeti şeytandan sayanların büyük âlimlerinden İbn Teymiyye şöyle diyor:
Allah dostu zannedilen bazı kişiler kendilerinden mukaşefe sadır olur veya çoğunun yapmadığı harikuladelikler gösterirler. Mesela: işâretle bir şahsı öldürüvermesi, vasıtasız bir şekilde havalarda uçması, olduğu yerde görülmesine rağmen aynı zamanda Mekke’de ve benzeri yerlerde görülmesi, su üstünde yürümesi, tasını boşlukta tutarak içine su doldurması, bilinmeyen yerlerden gıda alması, zaman, zaman insanların gözlerinin önünden yok olması, uzaklardan kendisini yardıma çağıranın yardımına bulunduğu yerden yardım etmesi, çalınan bir malın nereye saklandığını hiç aramadan haber vermesi gibi hârikulâde şeyler.
Bütün bu saydığımız şeyleri yapmakta olmaları veli olduğunu göstermez, ispatlamaz. Gerçek evliyanın kanaati odur ki; bir kimse havada uçsa su, üstünde yürüse gene de aldatıcı olabilir. Ve arkasından kayıtsız şartsız gidilmez.
Fakat bu fevkaladelikleri göstermenin yanında Allah (Celle Celalühü) Resülüne itaat ettiği de açıkça görünüyorsa, onun yasak ve emirlerini olduğu gibi yerine getiriyorsa böylesinin bir veli olduğuna inanılabilir ve sözleri yerine getirmeye değer bulunabilir. Gerçekte velinin kerâmetleri yukarıda saydıklarımızdan daha büyüktür. (Havada uçması, bir anda başka yerde gözükmesi, su üstünde yürümesi, yardım isteyenlerin yardımına, uzaktanda olsa yetişmesi gibi).
Yaptıkları ve söyledikleri Kur’ân ve sünnete uygun düşüyorsa ne kadar güzel. Zira veliler imânlarının nuruyla batini gerçeklerin yüze vurmasıyla İslâm şeriatına sımsıkı sarılmalarıyla bilinir ve tanınırlar.[1]
Demek ki; Allah (Celle Celalühü), istediğine bu güçleri verebilir. Vermiştir de.
Allahu Teâla şöyle buyuruyor:
“Onlar, O’nun velileri değildir. Onun velileri sadece müttakilerdir. Çokları bilmezler.”(Enfal 8/34)
İbn Teymiyye: Bazı kimselerin Peygamber Efendimizden(Sallallahu Aleyhi ve Sellem) veya ümmetine mensup salih bir şahsiyetten bir şey dilemeleri ve bu dileklerinin yerine getirilmesidir. Bu da çok görülen bir olaydır.[2]
İbn Teymiyye; böyle bir dileğin yerine gelmesi yanı başında duâ edilen mezarda yatan ölünün kerâmeti olarak sayılabilir.[3]
İbn Teymiyye böyle bir dilekte bulunmayı doğru bulmamakla beraber, böyle dileklerin, Allah’ın (Celle Celalühü) izniyle kabul olunduğunu itiraf etmiştir.

[1] El-Furkan Beyne Evliyâi’r-Rahmâni ve Evliyâi’ş-Şeytâni, s. 61-62, el-Mektebu’l İslâmî, 4.Baskı, Beyrût, 1397. Trc. Allah (c.c.)’ın velileriyle şeytanın velileri arasındaki fark. S: 73. Pınar Yayınları. 2003.

[2] Sırat-ı Müstakim İbn Teymiyye Kabir Ziyaretleri bölümü tercüme Pınar Yay. s.493 bsk 2004

[3]İbn Teymiyye, İktizâu’s-Sırâti’l Müstekîm, s: 373-374, Dârul Marife, Beyrut, tsz. Sırat-ı Müstakim İbn Teymiyye Kabir Ziyaretleri bölümü tercüme Pınar Yay. s.494 bsk 2004
 
N Çevrimdışı

nureddin_79

Üye
İslam-TR Üyesi
Gerçekte velinin kerâmetleri yukarıda saydıklarımızdan daha büyüktür. (Havada uçması, bir anda başka yerde gözükmesi, su üstünde yürümesi, yardım isteyenlerin yardımına, uzaktanda olsa yetişmesi gibi).
Yaptıkları ve söyledikleri Kur’ân ve sünnete uygun düşüyorsa ne kadar güzel. Zira veliler imânlarının nuruyla batini gerçeklerin yüze vurmasıyla İslâm şeriatına sımsıkı sarılmalarıyla bilinir ve tanınırlar.[1]


Evet maalesef Ehli Tasavvuf (Ehli Şirk) burada kaybediyor, hiçbir şeyleri Kurana ve Şünnete uymuyor:

mezarları kabirleri ibadethane yapanlar
ölülerden yardım isteyenler
Şeyhlere ibadet edenler
Sapık zikir şekillerle raks edenler
Allahın sıfatlarını insanlara verenler
rüyaları şeriatın önüne geçirenler
vahiy iddiasında bulunanlar
veliler nebilerden üstündür diyenler
üssteki sözü kabul etmese bile bunu diyene ''en büyük veli'' diyenler
say say bitmez, siz şeytanın dostlarısınız ve şeytan size vahyeder ve bu olağanüstü haller sizde görülür. Puta tapanlardada bir çok olağanüstü haller mevcuttu, siz ozaman yaşasaydınız onlarada ''evliya'' derdiniz...
 
M Çevrimdışı

mucahid_tr

Üyeliği İptal Edildi
Banned
Eselamu Aleykum nureddin kardeş pes doğrusu kardeş ben en baştaki yazıda ibn teymiyyenin ibn kayyımın alim lerin meshep imamlarının ölülerin işittiğine dair delil kaynak söylüyom ayet hadis delil getiriyom sen bir bak yazılarına bunlara karşı bir delilin varmı yok yorum yorum hakaret görmemezden gelmenle kendini kandırıyon delilleri ayrıca ibn teymiyye alimlerin kerametlerini anlatıyor sahtekarları anlattıktan sonra gerçek allah dostlarının kerameti onlarınkinden daha büuük diyo havada uçmak bir anda başka başka yerde gözükmek insanların gözünden yok olmak uzaktan kendisine yardıma çağıranın yardımına gitmesi çalınan bir malın nereye saklandığını haber vermesi gibi harkuladeyukarda saydıklarımızdan daha büyük diyo sen bütün bunları görmüyon cevaplıya mıyon yorum yorum hakeret yapıyon bide bize taklitçi körü krüne teslimiyetçi dersiniz peki siz kitapçınızdan aldığınız kitaplarda olanlarla burda savunma yapıyon karşı tarafın açıklamalarını dinlemeden kardeş bunu ne maksatla söylüyosun demeden cevap almadan tekfir ediyosun kendini tehlikeye atıyosun bir müslümana kafir diyorsun sana göre kafir dimi ben kafire diyon dimi ya öyle deyilse ne olcak senin halin ben demiyorum burdaki yazılarım hepsi delil kanak üzere cevap vericeksen yazılarıma cevap ver yorumlarla ancak kendini tatmin edersin vessselam saygılar kardeş
 
KavlulFasl Çevrimdışı

KavlulFasl

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Ne ibn-Teymiyye Nede başka bir Alim ; Çocuğunu TAĞUTLARA asker yapılması için Teşvik etmemiştir kendileride yapmamıştır ,

Günümüz Şeyhleri ve Sahtekar Efendileri ise,, bunu Teşvik edici bir Komplo ile ''ŞEHİTLİK MERTEBESİ'' olarak Müslüman halklara söylemektedirler ve Gençleri TAĞUTLARA asker yaptırmakta ve Kafir olarak Öldüklerinde ise Namazlarını Kılmaktadırlar...

Ne-İbn Teymiyye nede Başka Bir Müçtehid Alim ; TAĞUTLARIN Mahkemesinde Onların Önünde ayağa kalkmamış Onların Kanunlarını kabul etmemiştir,

Oysa Günümüz Sahtekar şeyh ve Efendileri ise bu Mahkemelerden çıkmamakta en ufak olaylarında bu Mahkemelere başvurmaktadırlar..

Ne-İbn Teymiyye nede başka bir Alim ; Allah-Subhanahu ve Teala-nın Yerine Kanun koyma yetkisini kendinde gören kafir Yöneticileri desteklememiş ve Onlara Oy vermemişlerdir...

Oysa günümüz sahtekar Şeyh ve Efendileri Bizzat bütün Müridlerine ''OY'' vermenin Allah-ın Hakkı olduğunu ve partilere OY vermeyenlerin büyük Bir ihanetle Vatanına ihanet ettikleri söylemektedirler,,,Oysa bu Yöneticiler Kafirler...

Ne-İbn Teymiyye ne Başka bir Alim ; Kendi Oğlunu ve Kızını ''PUTA'' taptırmamıştır ve Onların Önünde saygı duruşuna durdurmamıştır,

Oysa Günümüz Sahtekar Şeyh ve Efendileri Bizzat kendileri Çocuklarını ve Murdilerini Teşvik etmektedirler Okullarda ''PUTA'' tapmaya ve Kafirlerin inkılaplarını Ezberletmeye bunu yapmaya...

Ne-İbn Teymiyye-nede başka bir Alim nede Sahabe ; RABITA yapmamış ve Şeyhinin Anlından ''NUR'' çıkarıp Ordanda Kalbine Onu aktarmamıştır...

Ancak,Günümüz Şeyh efendileri ''RABITA'' olarak kendi Müridlerine gözünü kapattırıp kendine Rabıta yapmasını ve anlından ''NUR'' çıkartarak Kalbine İndirmesini Müridlerinden istemektedir...

SAHABE -TABİİN VE ETBE-İ TABİİN den hiç Bir PEYGAMBERDEN ''RABITA'' yaptığına dair bir tane ^^DELİL^^ yokken bunu Sahtekar şeyhler yaptırmaktadırlar...

Ne-İbn Teymiyye-nede Başka bir Alim veya Sahabe ; Zor durumda kaldığında ''MEDET YA ABDULKADİR GEYLANİ'' dememişlerdir,

Oysa Günümüzde ve Geçmişteki sahtekar Şeyh ve Hocaefendiler Kendilerinden veya ÖLÜDEN MEDET istemeyi Caiz görtmekte ve Teşvik etmektedirler...

Ne-İbn Teymiyye-nede Başka bir Alim veya Sahabe ; TEVBE ettikten sonra her hangi özel bir Metod uygulamamışlardır,,

Oysa Günümüz Şeyh ve Hocaendiler ise; Müridlerine Özel Tevbe Namazı,Tevbe Banyosu,Rabıta,Ölüm Rabıtası ve Hiç kimse ile konuşmamalarını ve birley yemeyip içmemelerini böylece uyumalarını söylemektedirler....Bunun adı ise Bazen (8 Şart) olur bazen (10 Şart )
olurdu...

Ne-İbn Teymiyye-nede başka bir Alim Müşrik veya Kafir birine Dua etmemişlerdir,,,

Oysa Günümüz Şeyh ve Hocaefendileri Kafir olan Ölmüş veya Yaşayan İslam'ı Yürülükten kaldıran ve ''İDOLOJİLER'' ile Ülkeyi Yöneteceğine ''AND-YEMİN'' içen Yöneticilerine dua etmekte ve yanıbaşından ayrılmamaktadırlar...

Ne-İbn Teymiyye-nede başka bir Alim ; Tarikatlarda ki ''ŞİRK UNSURU'' olan hiçbir Ameli yapmamışlardı ve Kendilerine özel bir ''SÜNNET'' leri yoktu,,,

Oysa Günümüz Tarikatçılarının hemen hepsininin kendilerine ''ÖZEL SÜNNET'' leri vardır...

Gerekirse Devamını yazacağım...

Ancak; AKL-İ MÜKELLEFİYETLERİ OLAN MUVAHHİD ''TEVHİDİ MÜSLÜMAN KARDEŞLERİM'' İÇİN YAZACAĞIM...
 
M Çevrimdışı

mucahid_tr

Üyeliği İptal Edildi
Banned
ibn teymiyye kardeş dedinizki bu sitedekiler hadise şöyle bakarlar selefi salihin bu hadisle amel etmişmi veya sahihlik zayıflık uydurma varmıalimlerin sahih şerhlerini okurlar Bakalım sözünde samimisiniz rabbim ve sizler bunu biliyo olacaksınız
1. HADİS

Mâlik ed-Dâr anlatıyor: “Hz. Ömer (Radıyallahu Anh) devrinde halk şiddetli bir kıtlığa maruz kalmıştı. Derken bir adam Peygamber’in (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) kabrine gelerek:
-Ya Rasulallah! Ümmetin için yağmur yağmasını iste. Zira onlar helak oldular! dedi. Bunun üzerine rüyasında adama şöyle denildi:
Ömer’e git, ona selâm götür, halkın suya kavuşacağını haber ver ve ona şunu söyle: “Senin vazifen, iyi muamelede bulunmak, dengeli ve güzel hareket etmektir”. Adam derhal giderek durumu Ömer’e bildirdi. Bunun üzerine Ömer ağladı ve sonra da:
Rabbim! Üstesinden gelemediğim şeyler hariç, çaba sarfetmekten geri durmuyor ve elimden geleni yapıyorum!” dedi.[1]
İbn Hacer (ö.852/1448), ibn Ebî Şeybe’nin (ö.235/849) rivâyet ettiği bu hadisin isnadının sahih olduğunu zikretmektedir.[2] Hadis, aynı isnadla Beyhakî (ö.458/1065) ve İbn Asâkir (ö.571/1175)[3] tarafından da rivâyet edilmektedir.

Hadise zayıf diyenlerin görüşü:
Elbânî, hem metin hem de isnad bakımından rivâyetin sahih olmadığını söylemektedir. Bu hususta onun ileri sürdüğü üç gerekçeyi burada nakletmek ve sonunda bir değerlendirme yapmak uygun olacaktır:
a) Râvî Mâlik ed-Dâr’ın zabt ve adaleti maruf değildir; o meçhul bir râvîdir. Nitekim İbn Ebî Hâtim[4], senedde adı geçen Ebû Salih’in dışında, ondan rivâyette bulunan bir râvî zikretmemiştir. Bu da onun meçhul olduğunu göstermektedir. Ayrıca hadis ilminde otorite olan İbn Ebî Hatim’in, onun hakkında bir tevsik ifâdesi nakletmemesi de bunu desteklemektedir. O halde râvî Mâlik ed-Dâr meçhul kalmaktadır. Hafız İbn Hacer’in, “Ebû Salih es-Semman’ın Mâlik ed-Dâr’dan sahih bir isnad ile…” tarzındaki ifâdesi, bizim tesbitimizle çelişmez. Çünkü biz İbn Hacer’in söz konusu ifâdesinin, senedin tamamının sahih olduğu konusunda değil, yalnız Ebû Salih’e kadar olan kısmı hakkında bir açıklama olduğunu, kabul ediyoruz. Aksi halde o, isnada Ebû Salih’ten itibaren başlamaz ve doğrudan “Mâlik ed-Dâr’dan… ve isnadı sahihtir” derdi… Böyle yapmakla İbn Hacer, râvî Mâlik’in durumu karşısında dikkatli olunması gerektiğine veya onun meçhul olduğuna işâret etmektedir.
b) Hadisin metni, şeriatta müstehap olarak sabit olan istiska namazına hatta: “Dedim ki, Rabbinizden mağfiret dileyin, çünkü O, çok bağışlayıcıdır. (Mağfiret dileyin ki) O üzerinize bol bol yağmur göndersin!” (Nuh, 71/10-11) gibi âyetlerin ifâde ettiği duâ ve istiğfara aykırı düşmektedir. Bu yüzden Hz. Ömer, Abbas’ın duâsıyla tevessül ve istiskada bulunmuştur. Selef de hep öyle yapmıştır. Onların hiçbirinden, Peygamber’in (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) kabrine iltica ederek yağmur için ondan duâ talep ettiğine dair bir rivâyet gelmemiştir. Eğer böyle bir şey meşru olsaydı, bir defa olsun bunu yaparlardı. Onların böyle bir şeyi yapmamaları, söz konusu rivâyetin meşru/makbul olmadığını göstermektedir.
c) Rivâyetin sahih olduğu farzedilse bile, konu hakkında hüccet olamaz. Çünkü rivâyet, ismi zikredilmeyen bir adama dayanmaktadır. O da meçhuldür. Seyf’in rivâyetine dayanarak onun adının Bilal olduğunu söylemek de hiçbir şey ifâde etmez. Çünkü Seyf b. Ömer et-Temimi’nin zayıf oluşu da ittifak konusudur. Hatta İbn Hibban onun hakkında şöyle demektedir: “O, sebt râvîlerden mevzu hadisler rivâyet ederdi. Ayrıca onlar onun hadis uydurduğunu da söylerlerdi” demiştir. O halde böyle bir adamın rivâyeti, özellikle muhâlefet söz konusu olduğunda kabul edilemez”[5].

Hadise sahih diyenlerin görüşü:
Bahse konu olan rivâyetin delil olarak kullanılmasına musamaha göstermeyen Elbânî’nin en önemli gerekçesinin, Mâlik ed-Dâr’ın meçhul bir râvî olduğu görülmektedir. Ancak biz, Elbânî’nin iddia ettiği gibi Mâlik ed-Dâr’ın zabt ve adaleti maruf olmayan (meçhul) bir şahıs değil, aksine onun maruf bir râvî olduğunu tesbit etmiş durumdayız.
İbn Sa’d, onu şöyle tanıtmaktadır: “Mâlik ed-Dâr, Ömer b. el-Hattab’ın azatlısıdır. Hımyer kabilesinden ve Cüblanlıdır. Ebû Bekir ve Ömer’den hadis rivâyet etmiştir. Kendisinden de Ebû Salih es-Semman rivâyette bulunmuştur. O maruf idi”.[6] İmâm Buhârî, Tarihi Kebir’inde onu zikrettiği halde aleyhine bir şey dememiştir.
İbn Hibban (ö.354/965) onu es-Sikat’ında zikretmekte ve hakkında menfi bir söz söylememektedir.
İbn Hacer ise bunlara ilaveten şu bilgileri vermektedir: “Mâlik ed-Dâr diye bilinen zat, Mâlik b. Iyad’dır ve (asr-ı saadet’e) yetişmiştir. Muaz ve Ebû Ubeyde’den rivâyetleri vardır. Kendisinden iki oğlu; Avn ve Abdullah rivâyette bulunmuştur. Buhârî, Târîh’inde[7] Ebû Salih Zekvan tarikiyle Mâlik ed-Dâr’dan Hz. Ömer (Radıyallahu Anh)’ın kıtlık senesindeki sözünü (muhtasar olarak) rivâyet etmiştir. Aynı rivâyeti tafsilatlı olarak İbn Ebî Hayseme de tahric etmiştir… İbn Sa’d onu Medineli tabiilerin ilk tabakası içinde zikretmiştir. Hz. Ömer(Radıyallahu Anh) ve Hz. Osman (Radıyallahu Anh) onu mali işlerde görevlendirmiş ve bu yüzden de ona Mâlik ed-Dâr adı verilmiştir. Ali İbnu’l-Medini’den rivâyet edildiğine göre o, Hz. Ömer’in haznedarı idi”.[8]
Ebû Ya’la el-Halili el-Kazvînî de, Mâlik ed-Dâr’ın sika oluşunda ittifak edilen kadim bir tabii olduğunu ve tabiinin ondan övgüyle bahsettiklerini ifâde etmektedir.
Hatırlanacağı üzere Elbânî, bahse konu olan rivâyet hakkında ibn Hacer’in “Ebû Salih es-Semman’ın Mâlik ed-Dâr’dan sahih bir isnad ile…” diyerek kullandığı ifâdeden onun, râvî Mâlik ed-Dâr’ın meçhul olduğuna işâret ettiği şeklinde yorumlamıştı. Halbuki İbn Hacer’in Mâlik ed-Dâr’ı tanıtıcı mahiyette verdiği bilgiler, böyle bir yoruma mahal bırakmayacak kadar açıktır. Şüphesiz İbn Hacer’in söz konusu açıklaması, Elbânî’nin yaptığı yorumu anlamsız kılmaktadır.
Hz. Ömer (Radıyallahu Anh) gibi, rivâyet konusunda tesebbüt ve ihtiyat sahibi bir zatın, resmi veya özel mali işlerde onu istihdam etmesi, râvî Mâlik ed-Dâr’ın zabt ve adaletinin bir göstergesi sayılmalıdır. Bu tesbit bizi Elbânî’nin, Mâlik ed-Dâr hakkında İbn Hacer’in verdiği biyografik bilgiyi görmediği veya görmezlikten geldiği kanaatine götürmektedir. Bu detaylı bilgiden sonra, Elbânî’nin Mâlik ed-Dâr hakkında Münzirî (ö.656/1258) ile Heysemî’den (ö.807/1404) naklettiği, “onu tanımıyorum” sözünün artık bir kıymet ifâde etmediği de anlaşılmaktadır.
Elbânî’nin rivâyete yönelttiği tenkitlerden birisi de vakanın, adı zikredilmeyen bir adama dayandığı ve İbn Hacer’in, Seyf b. Ömer’in Futuh’undan naklen söz konusu meçhul adamın Bilal b. El-Haris olduğunu söylemesi[9] idi. Seyf b. Ömer et-Temîmî el-Esedî el-Kûfî (ö.180/796), Elbânî’nin de ifâde ettiği gibi ittifakla zayıf bir râvîdir/ahbaridir[10]. Görebildiğimiz kadarıyla onunla ilgili eniyimser değerlendirme şudur: “Seyf’in bazı hadisleri meşhur (ve maruf)dur. Ekseriyeti ise münkerdir. O, sıdktan ziyade za’fa yakındır.”[11]
Rasulü Ekrem’in kabrine gelen zatın, isim olarak tesbiti konusunda ibn Hacer tarafından Seyf’in kaynak gösterilmesi, kanaatimizce yadırganacak bir durum değildir. Çünkü asıl itibariyle, rivâyetin İbn Hacer’in tesbitine göre sahih bir isnadla sübutu, tamamen Seyf’in dışında meydana gelen bir gelişmedir. Seyf, sadece gelen zatın kim olduğu sualine cevap ararken devreye girmektedir. Bu merhalede Seyf kaynaklı bir bilginin malzeme olarak kullanılması, tenkid mevzuu olmasa gerekir. Üstelik söz konusu malzemeyi kullanan İbn Hacer, Seyf’in zayıf oluşunun farkındadır ve onun hakkında teferruatlı bilgiye sahip bulunmaktadır[12].
İbn Hacer, İbn Hibbân’ın Seyf hakkında konuştuğunu O’nun hadiste zayıf, tarih konusunda ise sağlam dayanıklı olduğunu söylemiştir. Takrib: 262 Bu hadisimizdeki gelen adamın Bilal İbn Hâris el-Muzenî (ö.60/680) olduğunu söylemesi tarihi meselelerden olduğundan İbn Hacer Tahzib-ut-Tehzib’de tarihi meselelerde bilinmeyen bir kişiyi tayin ederken Seyf’e itibar etmiştir.
Kaldı ki, yer ve tarih itibariyle Seyf’in verdiği bilgiyle çelişen bir durum da varid değildir. Çünkü adı geçen Bilal b. El-Haris el Müzeni Medinelidir ve Rasülullah’ın (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Mekke fethi öncesinde Medine’ye gelmelerini temin etmek üzere Müzeyne kabilesine haberci olarak gönderdiği ve Mekke fethine bin kişilik bir kuvvetle katılan Müzeynelilerin üç sancaktarından biri olan sahabidir.[13]
(Yağmur) isteyen kişinin kim olduğu belli olmasa bile mühim değildir. Mühim olan Hz. Ömer (Radıyallahu Anh) ve diğer Ashab radıyallahu anhumun tavrıdır. Hz. Ömer’e (Radıyallahu Anh) haber verildiğinde bu işe karşı çıkmaması, aksine ağlaması ve Yâ Rab'.. Ancak aciz kaldığım şeylerde eksiklik yapmaktayım, demesidir. Ömer ve diğer Sahâbe (Radıyallahu Anhum) efendilerimizin şirk vesilesine veya bir şirk çeşidine sessiz kalmaları düşünebilinir mi?
Diyorlar ki; Sahih olduğu takdirde de (onda bu işin câizliğine dâir) hiçbir hüccet yoktur. Çünkü Sahâbe (Radıyallahu anhum)'un ameli buna ters düşmektedir. Hâlbuki onlar Rasulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'i en iyi bilen kimselerdir. Allah en iyi bilir.
Cevap: Bu delilsiz bir biçimde Sahâbe'yi şirk ile suçlamaktır. Hâlbuki onlar Rasulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'i en iyi bilen kimselerdir denilmesine rağmen, zımmen ben onlardan daha iyi bilirim demektir. Bilal İbnü Hâris ve Hz. Ömer, yaptıkları işin sahâbenin ameline ters düştüğünü anlayamadı ve haşa şirke girdi; ama bunlar anladı. El-Futuh sahibi Seyf'ler ve İbnü Hacer'ler anlayamadı ama bunlar anladı!.. Hasbünallahi ve ni'mel vekil..[14]
Netice itibariyle, vefatından sonra Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ile tevessül ve istiskanın cevazını gösteren ilgili rivâyet [15], İbn Hacer’in de ifâde ettiği üzere sahih olmalıdır. Nakledilen vaka, rüyanın delil olarak kullanıldığı ileri sürülerek tenkid mevzuu da yapılmamalıdır. Çünkü rüya ile ahkamın sabit olmadığı bilinen bir husustur. Bu vakayı önemli kılan nokta, Bilal b. el-Hâris’in uyanık olduğu halde yaptığı tatbikattır. Bu da onun, Ravzayı Mudahharaya gelerek Rasulü Ekrem’den ümmeti için Allah Teala’dan yağmur niyazında bulunma talebidir.
Bazıları, İbn Hacer’in hadisi “Sahih” kabul ettiğini inkâr etmişlerdir. Bu iddiada bulunan bu şahıslar, birde hakikatın tarafında olduğunu iddia ederler. Bu ölçüsüzlüğü, İbn Hacer’in “Fethu’l-Bari”deki sözlerine rağmen yapmaları anlaşılır gibi değildir. İbn Hacer’in bu rivâyeti İbn Ebî Şeybe (ö.235/938) “Sahih bir senetle yapmıştır” şeklindeki sözlerini, sonrasında da aktardığı bu kıssayı acelecilikten mi göremediler acaba?
Sonra İbn Hacer Seyf’in, “Fütüh” adlı eserinde Allah Rasulünü rüyada gören sahâbeden Bilal bin Haris’tir. Sözünü aktarmıştır. İbn Şeybe’den burada aktarılan kıssa ve senet aynıdır. Dolayısıyla bu “bu rivâyetin senedi sahihtir” hükmü hem Beyhakî’nin hem de İbn Ebî Şeybe’nin rivâyetleri için geçerlidir. İnsaf sahipleri artık durumun farkına varmalıdırlar. İbn Hacer’in “isnat sahihtir” sözleri “Hayır! İbn Hacer bu rivâyeti sahih görmemiştir diyenlerin yüzüne bu gerçeği haykırmaktadır.
Bir de kalkıp İbn Hacer’in bazı sözlerini rivâyetin sahih olduğunu ispatlamak için kullanmaya kalkarlar. Bu hususta İbn Hacer’in sözlerinden medet umanlar ne olurdu diğer meselelerde de İbn Hacer gibi düşünseydiler. İbn Hacer, tevessülü ve Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in kabrine ziyaret için yola çıkmayı kabul eden bir kimsedir. Hadis ilminden nasibi olmayanlar inkâr etseler de, İbn Hacer’in “isnat sahihtir” sözleri aynı zamanda “metin sahihtir” anlamına da gelmektedir.
İbn Hacer’in rivâyeti “Sahih” kabul etmediğini iddia eden bu adamlar bir yandan da sanki eğer İbn Hacer hadisi “Sahih” görse idi onu kabul edeceğini ve aslında ona itimat ettiklerini ima etmeye çalışırlar.
Zat ile tevessülü kabul etmeyenler. Ne Peygamber ne de sahâbe böyle duâ etmemiştir. Bize ulaşan bir haber de yok, diyorlardı. İşte haber işte sahâbe sahihliğini zayıflığını tartışıyoruz. Sizin zayıflamadaki eksiklikte ortada. Ama o kadar taklit ediyorsunuz ki; bunları görmemek için gözlerinizi ve kulaklarınızı kapatıyorsunuz. Sizin âlimleriniz hiç hata etmez mi el insaf.
Elbânî diyor ki: Hadis'in sahih olduğunu kabul etsek bile Peygamberin Zâtı ile değil duâsı ile tevessül olur. Hz. Abbas (Radıyallahu Anh)’ta olduğu gibi.
Bu sözle, Elbânî vefat etmiş olan Peygamberimizin mezardan bizim için Allah'a duâ edeceğini kabul etmiş olur.
Ölüden bana çocuk ver, evlendir, iş ver diye, bizzat ölüden istenmez. Ruhlar ölmez ölünün ruhundan bizim için Allah’a duâ etmesi istenir. Kabul edecek veya etmeyecek dileği yerine getirecek olan Allah (Celle Celalühü) dür. Başka türlüsü câiz değildir.

[1] İbn Ebi Şeybe, Musannef, VII, 482-483; İbn Abdilberr, İstiab, II, 464; Halili, İrşad, I, 313-314; Beyhakî, Delâil, VII, 47.

[2] İbn Hacer, Fethu’l-Bari, II, 495.

[3] İbn Asakir, Tarihu Medineti Dımaşk (tercemetü Ömer b. El-Hattab), LIII, 294

[4] İbn Ebi Hatim, Cerh, VII, 213

[5] Elbânî, Tevessül, s. 131-133

[6] İbn Sa’d, Tabakat, V, 12

[7] Bkz. Buhârî, et-Tarihu’l-kebir, VII, 304-305

[8] İbn Hacer, İsabe, Iıı, 484

[9] İbn Hacer, Fethu’l-Bari, II, 496, Kş. Elbânî, Tevessül, s. 131

[10]Bkz. İbn Ebi Hatim, Cerh, IV, 278; İbn Adiyy, Kamil, III, 435-436; Safedi, Vafi, XVI, 66; Zehebî, Kaşif, I, 476; İbn Hacer, Tezhib, II, 470.

[11] İbn Adiyy, Kamil, III, 436.

[12] Bkz. İbn Hacer, Tezhib, Iı, 470

[13] İbn Sa’d, Tabakat, I, 291-292; Hâkim, Müstedrek, Iıı, 592-593; İbn Asâkir, Tarihu Madineti Dımaşk (tercemetü Abdillah b. İmran) XXXVII, 216; İbn Hacer, İsabe, I, 164.

[14] Bu hadisin tahric ve değerlendirmeleri, Zekeriya Güler ve Hüseyin Avni Hocanın a.g.e. ve Seyyid Muhammed el-Alevî el-Mâlikî el-Hasenî’nin Mefâhim adlı eserinden alıntı yapılmıştır.

[15] Kevserî (bkz. Makalat, s. 452-453, 461) bu rivâyetin, vefatından sonra Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ile istiska konusunda sahâbe tatbikatını ortaya koyduğunu, onların hiçbiri tarafından yadırganmadığını ve bunun, tevessülü kabul etmeyen muhâlifleri susturacak kadar kesin bir delil olduğunu zikreder.


 
M Çevrimdışı

mucahid_tr

Üyeliği İptal Edildi
Banned
selamun aleykum ibn teymiiye kardeş konu malik eddar hadisinin tahriçi elbaninin adeletli deyil hafızası zayıf meçhul dediği ravi nin öyle olmadığı ortaya cıkmışken hz ömerin haznadarı olduğunu ibn sad ibn hacer ali ibn medini diyor ben demiyom ya okumadınız yada saptırmaya çalışıyosunuz ikisde kötü sen butun bu yazılara atlayıp cevap vermeyip hadisin tahriçi ile hiç alakası omıyan hadisin tahriçi bitmiş o hadis için görüş bildiren bide şöyle diyosunuz kaynak gösterdiğiniz hadise kaynak göstermedik hadis hakkında görüş beyan edenin karalamaya çalışmıssınız bize hadis hakında cevap yazın her insan hata eder şeyhlerde elbanı de bunu kabul edemiyosan tarikatçilerin durumuna düşersiniz kevseri hakkında ayrıca cevap yazıcam ama bende senin gibi yapım büyük bir aliminizin hz ömer hz ali osman bin huneyf hakkındaki görüşlerini buraya yazmıcam lütfen burdaki insanları ve kendini kandırabilirsin Allah cc kandıramassın samimisen lütfen aşağıda tekrar yazcağım hadisin tahriçi hakkında tek tek yorumsuz cevab yazın saygılar ayrıca burdaki insanlarda görüyo olanları kimin delilleri ne diyo saygılarla konu acamıyom abdulhak yasaklıyo yazılarımın bazılarında cevap vermeden sildi bu şık deyil inancında samimi olan inancına güvenen kimse yapmaz gerçekleri gizlemekle ilgili hadis ayet yazmıcam ama bu yaptığınızı rabbim görüyor ondan gizleyemessinis yazılacak cok şey var şimdiye kadar görmediğiniz savunmalar var
Elbânî, hem metin hem de isnad bakımından rivâyetin sahih olmadığını söylemektedir. Bu hususta onun ileri sürdüğü üç gerekçeyi burada nakletmek ve sonunda bir değerlendirme yapmak uygun olacaktır:
a) Râvî Mâlik ed-Dâr’ın zabt ve adaleti maruf değildir; o meçhul bir râvîdir. Nitekim İbn Ebî Hâtim[1], senedde adı geçen Ebû Salih’in dışında, ondan rivâyette bulunan bir râvî zikretmemiştir. Bu da onun meçhul olduğunu göstermektedir. Ayrıca hadis ilminde otorite olan İbn Ebî Hatim’in, onun hakkında bir tevsik ifâdesi nakletmemesi de bunu desteklemektedir. O halde râvî Mâlik ed-Dâr meçhul kalmaktadır. Hafız İbn Hacer’in, “Ebû Salih es-Semman’ın Mâlik ed-Dâr’dan sahih bir isnad ile…” tarzındaki ifâdesi, bizim tesbitimizle çelişmez. Çünkü biz İbn Hacer’in söz konusu ifâdesinin, senedin tamamının sahih olduğu konusunda değil, yalnız Ebû Salih’e kadar olan kısmı hakkında bir açıklama olduğunu, kabul ediyoruz. Aksi halde o, isnada Ebû Salih’ten itibaren başlamaz ve doğrudan “Mâlik ed-Dâr’dan… ve isnadı sahihtir” derdi… Böyle yapmakla İbn Hacer, râvî Mâlik’in durumu karşısında dikkatli olunması gerektiğine veya onun meçhul olduğuna işâret etmektedir.

[1] İbn Ebi Hatim, Cerh, VII, 213
Hadise sahih diyenlerin görüşü:
Bahse konu olan rivâyetin delil olarak kullanılmasına musamaha göstermeyen Elbânî’nin en önemli gerekçesinin, Mâlik ed-Dâr’ın meçhul bir râvî olduğu görülmektedir. Ancak biz, Elbânî’nin iddia ettiği gibi Mâlik ed-Dâr’ın zabt ve adaleti maruf olmayan (meçhul) bir şahıs değil, aksine onun maruf bir râvî olduğunu tesbit etmiş durumdayız.
İbn Sa’d, onu şöyle tanıtmaktadır: “Mâlik ed-Dâr, Ömer b. el-Hattab’ın azatlısıdır. Hımyer kabilesinden ve Cüblanlıdır. Ebû Bekir ve Ömer’den hadis rivâyet etmiştir. Kendisinden de Ebû Salih es-Semman rivâyette bulunmuştur. O maruf idi”.[1]İmâm Buhârî, Tarihi Kebir’inde onu zikrettiği halde aleyhine bir şey dememiştir.
İbn Hibban (ö.354/965) onu es-Sikat’ında zikretmekte ve hakkında menfi bir söz söylememektedir.
İbn Hacer ise bunlara ilaveten şu bilgileri vermektedir: “Mâlik ed-Dâr diye bilinen zat, Mâlik b. Iyad’dır ve (asr-ı saadet’e) yetişmiştir. Muaz ve Ebû Ubeyde’den rivâyetleri vardır. Kendisinden iki oğlu; Avn ve Abdullah rivâyette bulunmuştur. Buhârî, Târîh’inde[2] Ebû Salih Zekvan tarikiyle Mâlik ed-Dâr’dan Hz. Ömer (Radıyallahu Anh)’ın kıtlık senesindeki sözünü (muhtasar olarak) rivâyet etmiştir. Aynı rivâyeti tafsilatlı olarak İbn Ebî Hayseme de tahric etmiştir… İbn Sa’d onu Medineli tabiilerin ilk tabakası içinde zikretmiştir. Hz. Ömer(Radıyallahu Anh) ve Hz. Osman (Radıyallahu Anh) onu mali işlerde görevlendirmiş ve bu yüzden de ona Mâlik ed-Dâr adı verilmiştir. Ali İbnu’l-Medini’den rivâyet edildiğine göre o, Hz. Ömer’in haznedarı idi”.[3]
Ebû Ya’la el-Halili el-Kazvînî de, Mâlik ed-Dâr’ın sika oluşunda ittifak edilen kadim bir tabii olduğunu ve tabiinin ondan övgüyle bahsettiklerini ifâde etmektedir.
Hatırlanacağı üzere Elbânî, bahse konu olan rivâyet hakkında ibn Hacer’in “Ebû Salih es-Semman’ın Mâlik ed-Dâr’dan sahih bir isnad ile…” diyerek kullandığı ifâdeden onun, râvî Mâlik ed-Dâr’ın meçhul olduğuna işâret ettiği şeklinde yorumlamıştı. Halbuki İbn Hacer’in Mâlik ed-Dâr’ı tanıtıcı mahiyette verdiği bilgiler, böyle bir yoruma mahal bırakmayacak kadar açıktır. Şüphesiz İbn Hacer’in söz konusu açıklaması, Elbânî’nin yaptığı yorumu anlamsız kılmaktadır.
Hz. Ömer (Radıyallahu Anh) gibi, rivâyet konusunda tesebbüt ve ihtiyat sahibi bir zatın, resmi veya özel mali işlerde onu istihdam etmesi, râvî Mâlik ed-Dâr’ın zabt ve adaletinin bir göstergesi sayılmalıdır. Bu tesbit bizi Elbânî’nin, Mâlik ed-Dâr hakkında İbn Hacer’in verdiği biyografik bilgiyi görmediği veya görmezlikten geldiği kanaatine götürmektedir. Bu detaylı bilgiden sonra, Elbânî’nin Mâlik ed-Dâr hakkında Münzirî (ö.656/1258) ile Heysemî’den (ö.807/1404) naklettiği, “onu tanımıyorum” sözünün artık bir kıymet ifâde etmediği de anlaşılmaktadır.
Elbânî’nin rivâyete yönelttiği tenkitlerden birisi de vakanın, adı zikredilmeyen bir adama dayandığı ve İbn Hacer’in, Seyf b. Ömer’in Futuh’undan naklen söz konusu meçhul adamın Bilal b. El-Haris olduğunu söylemesi[4] idi. Seyf b. Ömer et-Temîmî el-Esedî el-Kûfî (ö.180/796), Elbânî’nin de ifâde ettiği gibi ittifakla zayıf bir râvîdir/ahbaridir[5]. Görebildiğimiz kadarıyla onunla ilgili eniyimser değerlendirme şudur: “Seyf’in bazı hadisleri meşhur (ve maruf)dur. Ekseriyeti ise münkerdir. O, sıdktan ziyade za’fa yakındır.”[6]
Rasulü Ekrem’in kabrine gelen zatın, isim olarak tesbiti konusunda ibn Hacer tarafından Seyf’in kaynak gösterilmesi, kanaatimizce yadırganacak bir durum değildir. Çünkü asıl itibariyle, rivâyetin İbn Hacer’in tesbitine göre sahih bir isnadla sübutu, tamamen Seyf’in dışında meydana gelen bir gelişmedir. Seyf, sadece gelen zatın kim olduğu sualine cevap ararken devreye girmektedir. Bu merhalede Seyf kaynaklı bir bilginin malzeme olarak kullanılması, tenkid mevzuu olmasa gerekir. Üstelik söz konusu malzemeyi kullanan İbn Hacer, Seyf’in zayıf oluşunun farkındadır ve onun hakkında teferruatlı bilgiye sahip bulunmaktadır[7].
İbn Hacer, İbn Hibbân’ın Seyf hakkında konuştuğunu O’nun hadiste zayıf, tarih konusunda ise sağlam dayanıklı olduğunu söylemiştir. Takrib: 262 Bu hadisimizdeki gelen adamın Bilal İbn Hâris el-Muzenî (ö.60/680) olduğunu söylemesi tarihi meselelerden olduğundan İbn Hacer Tahzib-ut-Tehzib’de tarihi meselelerde bilinmeyen bir kişiyi tayin ederken Seyf’e itibar etmiştir.
Kaldı ki, yer ve tarih itibariyle Seyf’in verdiği bilgiyle çelişen bir durum da varid değildir. Çünkü adı geçen Bilal b. El-Haris el Müzeni Medinelidir ve Rasülullah’ın (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Mekke fethi öncesinde Medine’ye gelmelerini temin etmek üzere Müzeyne kabilesine haberci olarak gönderdiği ve Mekke fethine bin kişilik bir kuvvetle katılan Müzeynelilerin üç sancaktarından biri olan sahabidir.[8]
(Yağmur) isteyen kişinin kim olduğu belli olmasa bile mühim değildir. Mühim olan Hz. Ömer (Radıyallahu Anh) ve diğer Ashab radıyallahu anhumun tavrıdır. Hz. Ömer’e (Radıyallahu Anh) haber verildiğinde bu işe karşı çıkmaması, aksine ağlaması ve Yâ Rab'.. Ancak aciz kaldığım şeylerde eksiklik yapmaktayım, demesidir. Ömer ve diğer Sahâbe (Radıyallahu Anhum) efendilerimizin şirk vesilesine veya bir şirk çeşidine sessiz kalmaları düşünebilinir mi?
Diyorlar ki; Sahih olduğu takdirde de (onda bu işin câizliğine dâir) hiçbir hüccet yoktur. Çünkü Sahâbe (Radıyallahu anhum)'un ameli buna ters düşmektedir. Hâlbuki onlar Rasulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'i en iyi bilen kimselerdir. Allah en iyi bilir.
Cevap: Bu delilsiz bir biçimde Sahâbe'yi şirk ile suçlamaktır. Hâlbuki onlar Rasulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'i en iyi bilen kimselerdir denilmesine rağmen, zımmen ben onlardan daha iyi bilirim demektir. Bilal İbnü Hâris ve Hz. Ömer, yaptıkları işin sahâbenin ameline ters düştüğünü anlayamadı ve haşa şirke girdi; ama bunlar anladı. El-Futuh sahibi Seyf'ler ve İbnü Hacer'ler anlayamadı ama bunlar anladı!.. Hasbünallahi ve ni'mel vekil..[9]
Netice itibariyle, vefatından sonra Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ile tevessül ve istiskanın cevazını gösteren ilgili rivâyet [10], İbn Hacer’in de ifâde ettiği üzere sahih olmalıdır. Nakledilen vaka, rüyanın delil olarak kullanıldığı ileri sürülerek tenkid mevzuu da yapılmamalıdır. Çünkü rüya ile ahkamın sabit olmadığı bilinen bir husustur. Bu vakayı önemli kılan nokta, Bilal b. el-Hâris’in uyanık olduğu halde yaptığı tatbikattır. Bu da onun, Ravzayı Mudahharaya gelerek Rasulü Ekrem’den ümmeti için Allah Teala’dan yağmur niyazında bulunma talebidir.
Bazıları, İbn Hacer’in hadisi “Sahih” kabul ettiğini inkâr etmişlerdir. Bu iddiada bulunan bu şahıslar, birde hakikatın tarafında olduğunu iddia ederler. Bu ölçüsüzlüğü, İbn Hacer’in “Fethu’l-Bari”deki sözlerine rağmen yapmaları anlaşılır gibi değildir. İbn Hacer’in bu rivâyeti İbn Ebî Şeybe (ö.235/938) “Sahih bir senetle yapmıştır” şeklindeki sözlerini, sonrasında da aktardığı bu kıssayı acelecilikten mi göremediler acaba?
Sonra İbn Hacer Seyf’in, “Fütüh” adlı eserinde Allah Rasulünü rüyada gören sahâbeden Bilal bin Haris’tir. Sözünü aktarmıştır. İbn Şeybe’den burada aktarılan kıssa ve senet aynıdır. Dolayısıyla bu “bu rivâyetin senedi sahihtir” hükmü hem Beyhakî’nin hem de İbn Ebî Şeybe’nin rivâyetleri için geçerlidir. İnsaf sahipleri artık durumun farkına varmalıdırlar. İbn Hacer’in “isnat sahihtir” sözleri “Hayır! İbn Hacer bu rivâyeti sahih görmemiştir diyenlerin yüzüne bu gerçeği haykırmaktadır.
Bir de kalkıp İbn Hacer’in bazı sözlerini rivâyetin sahih olduğunu ispatlamak için kullanmaya kalkarlar. Bu hususta İbn Hacer’in sözlerinden medet umanlar ne olurdu diğer meselelerde de İbn Hacer gibi düşünseydiler. İbn Hacer, tevessülü ve Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in kabrine ziyaret için yola çıkmayı kabul eden bir kimsedir. Hadis ilminden nasibi olmayanlar inkâr etseler de, İbn Hacer’in “isnat sahihtir” sözleri aynı zamanda “metin sahihtir” anlamına da gelmektedir.
İbn Hacer’in rivâyeti “Sahih” kabul etmediğini iddia eden bu adamlar bir yandan da sanki eğer İbn Hacer hadisi “Sahih” görse idi onu kabul edeceğini ve aslında ona itimat ettiklerini ima etmeye çalışırlar.

Zat ile tevessülü kabul etmeyenler. Ne Peygamber ne de sahâbe böyle duâ etmemiştir. Bize ulaşan bir haber de yok, diyorlardı. İşte haber işte sahâbe sahihliğini zayıflığını tartışıyoruz. Sizin zayıflamadaki eksiklikte ortada. Ama o kadar taklit ediyorsunuz ki; bunları görmemek için gözlerinizi ve kulaklarınızı kapatıyorsunuz. Sizin âlimleriniz hiç hata etmez mi el insaf.
Ölüden bana çocuk ver, evlendir, iş ver diye, bizzat ölüden istenmez. Ruhlar ölmez ölünün ruhundan bizim için Allah’a duâ etmesi istenir. Kabul edecek veya etmeyecek dileği yerine getirecek olan Allah (Celle Celalühü) dür. Başka türlüsü câiz değildir.
Vefat etmiş bir Allah dostunun mezarında yapılan duâları doğru bulmayan İbn teymiyye şu gerçeği itiraf ediyor.
İbn Teymiyye: Böyle bir dileğin yerine gelmesi, yanı başında duâ edilen mezarda yatan ölünün kerâmeti olarak sayılabilir.[11] Fakat onunla bunun arasında fark yoktur. Bilmemiz gerekir ki, mezarların başında namaz kılmanın ve buraları mescid edinmenin yasaklanması mezarlarda yatan şahsiyetleri hor ve önemsiz saymaktan kaynaklanmıyor. Tersine bu yasağın gerekçesi, bu yüzden halkın fitneye uğramasıdır. Fitnenin ortaya çıkması da sebeplerinin oluşmasına dayanır. Buna göre mezar başlarında duâ etmek veya buraları mescid edinmekle insanların kafalarını karıştırabilecek, onları fitneye uğratacak sonuçların meydana gelmesi söz konusu olmasaydı, bu davranışlar yasaklanmazdı. [12]
İbn Teymiyye’nin Peygamberimizden (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) veya salih kişilerin vefatından sonra onlar aracılığıyla (ruhların bizim için Allah'a duâ etmelerini veya onların hürmetine Allah'tan istemek şeklinde) dileğin kabul edilmesini şeytandandır demiyor, kerâmet ve salih olmalarından kaynaklandığını söylüyor. İbn Teymiyye böyle olabileceğini itiraf ettikten sonra Peygamberimizin (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) sağlığında kendinden istekte bulunanların haliyle, bağlantı kurup yorum yapıp, yasaklanmış olduğunu söylüyor. bakalım öylemi
“Eğer onlar kendilerine zulmettikleri zaman sana gelseler de Allah’tan bağışlanmayı dileseler, Rasul de onlar için istiğfar etseydi Allah’ı ziyadesiyle affedici, esirgeyici bulurlardı.” (Nisâ, 64)
عن بكر بن عبد الله رضى الله عنه قال: قال رسول الله صلى الله عليه وسلم: "حياتى خير لكم تحدثون ويحدث لكم، فاذا انا مت كانت وفاتى خيرا لكم، تعرض على اعمالكم فاذا رأيت خيرا حمدت الله وان رأيت شرا استغفرت الله لكم."
Bekr İbn Abdillah (Radiyallahu Anh)’dan rivâyet edilen bir hadis-i şerifte Resûlüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
“Benim hayatım, sizin için hayırlıdır (benim sağlığımda bir takım işler) yaparsınız, size (onlarla ilgili hükümler) bildirilir. Ben öldüğümde ise vefatım sizin için hayırlı olur, çünkü amelleriniz bana (kabrimde) arz edilir, hayır görürsem Allah’a hamdederim, şer görürsem Allah’tan sizin için af dilerim.” [13]

[1] İbn Sa’d, Tabakat, V, 12

[2] Bkz. Buhârî, et-Tarihu’l-kebir, VII, 304-305

[3] İbn Hacer, İsabe, Iıı, 484

[4] İbn Hacer, Fethu’l-Bari, II, 496, Kş. Elbânî, Tevessül, s. 131

[5]Bkz. İbn Ebi Hatim, Cerh, IV, 278; İbn Adiyy, Kamil, III, 435-436; Safedi, Vafi, XVI, 66; Zehebî, Kaşif, I, 476; İbn Hacer, Tezhib, II, 470.

[6] İbn Adiyy, Kamil, III, 436.

[7] Bkz. İbn Hacer, Tezhib, Iı, 470

[8] İbn Sa’d, Tabakat, I, 291-292; Hâkim, Müstedrek, Iıı, 592-593; İbn Asâkir, Tarihu Madineti Dımaşk (tercemetü Abdillah b. İmran) XXXVII, 216; İbn Hacer, İsabe, I, 164.

[9] Bu hadisin tahric ve değerlendirmeleri, Zekeriya Güler ve Hüseyin Avni Hocanın a.g.e. ve Seyyid Muhammed el-Alevî el-Mâlikî el-Hasenî’nin Mefâhim adlı eserinden alıntı yapılmıştır.

[10] Kevserî (bkz. Makalat, s. 452-453, 461) bu rivâyetin, vefatından sonra Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ile istiska konusunda sahâbe tatbikatını ortaya koyduğunu, onların hiçbiri tarafından yadırganmadığını ve bunun, tevessülü kabul etmeyen muhâlifleri susturacak kadar kesin bir delil olduğunu zikreder.

[11] İbn Teymiyye, İktizâu’s-Sırâti’l Müstekîm, s: 373-374, Dârul Marife, Beyrut, tsz.

[12] Sırat-ı Müstakim, İbn Teymiyye, Kabir Ziyaretleri bölümü, tercüme, Pınar Yay. s.494, bsk, 2004.

[13] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-Kübrâ: 2/194, İbn Hacer Askalânî, Metâlibu’l-Aliye, no: 3853, 4/22, Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, no: 14250, 8/594.


KAYNAK SELEFİLER VE TASAVVUFÇULARIN GÖRÜŞLERİ

 
M Çevrimdışı

mucahid_tr

Üyeliği İptal Edildi
Banned
Selamun aleykum ibn teymiyye yukarıda yazım duruyo ben kimseye hakeret etmadim kardeş haklsınız biz suzunca siz konuşup bizi hadis ilmini kabul etmeyen veya itibar etmeyip delilsiz alimlerin sözune körü körüne yapışan bir insan sınıfına sokuyosunuz biz hadisten derin acıklaması yapınca o hadis hakında cevap vermeyip başka konuya geçiysunuz şimdide imam malik olayına geçtiniz siz dedinizki bu sitedeki kardeşler hadise bakar zayıfmı sahihmi ben samimi iseniz maik ed dar hadisinde acıklayın dedim tahriç hakında hiç açıklama yapmadan bazıları ise elbani bile hadise uydurma dememişken bir şey demeden nedeni açıklama yapmadan uydurma dedi şimdi İmam Malik olayını ilmi olarak açıklıcam ibn teymiyye kardeş lütfen bu kadar delilden sonra şunu diyelim her iki tarafında delil var bir birimize saygı duyalım özgürsek aslında bu konu başlığı olabilirdi ama abdulhakk konu acmamı yasakladı abdulhak kardeş konu acabilirmiyim musade varmı ibn teymiyye kardeş senden şimdi yazıcağıma ilmi cevap vermeni yorum yapmamanı rica ediyorum konuyu sen açtın konu bu İMAM MALİK TEVESSÜL HAKKINDAKİ GÖRÜŞÜNÜN DEĞERLENDİRMESİ :
İmâm Mâlik: (ö.179/795) İbn Humeyd’in bildirdiğine göre Abbâsi halifesi Ebû Câfer hacca gittiği zaman Hz. Peygamber’in mezarını ziyarete vardığında orada bulunan İmâm Mâlik’e: “Yâ Ebâ Abdillah! Yönümü Kıbleye dönüpte mi duâ edeyim?” dediğinde, İmâm Mâlik “Niçin yönünü ondan çevireceksin? Halbuki o senin baban Âdem’in (a.s) vesilesidir. Bilakis Rasulüllah’a yönünü dön. Onun şefaâtini iste, seni affeder.” dedikten sonra “Eğer onlar kendilerine zulmettikleri zaman sana gelseler de Allah’tan bağışlanmayı dileseler, Rasûl de onlar için istiğfar etseydi, Allah’ı ziyadesiyle affedici, esirgeyici bulurlardı.” (Nisa 4/64) âyetini okudu yani İmâm Mâlik, Hz. Âdem’in (Aleyhisselâm) Peygamberle (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) yaptığı tevessülü kabul edip bir fıkhî meselede delil getirmiştir.
Âdem Peygamber hata işlediği zaman dedi ki: “Ey Rabbim! Muhammed’in hakkı için senden af diliyorum”
İmâm Mâlik’in bu olayı Subkî, (ö.771/1369) Şifâü’s-Sikâm’ında Es’Seyyid Semhûdî, Vefâ’ul Vefâ’sında, El-Kastallânî (ö.923/1330) El-Mevâhibü’l-ledünniyye’sinde, zikretmişlerdir.

İbn Teymiyye adem hadisini kabul etmemekle beraber başka bir yerde Peygamberimizi övdükten sonra diyor ki; 've şöyle dense inkar edilmez. Mahlukatın hepsi onun hürmetine (ecline) yaratıldı. Ve o olmasaydı yaratmazdı.' [1]
İmâm Mâlik’in Şifâ’daki Halife Ebû Mansur Cafer’e dediği, “Seninde, baban Âdem Aleyhisselâm’ında vesilesidir. Bilakis duâ ederken Rasulüllah’ın yönüne dön” dediği geride geçen İmâm Mâlik’in bu sözünü bize bildiren râvîlerin tahriç ve değerlendirmelerini haberin doğruluğunu göstermek için kısaca değinelim.
Kadi İyad, bu haberi, Şifâ-i Şerif’de, Kadi Ebû Abdürrahman el-Eşari, Ebû’l Kasım Ahmet b. Bakıyy el-Hâkim ve bir çoklarından, (Onlar) İbn Dilhas’dan (o), Ebû’l Hasen Abdullah b. Fihr’den (o), Ebû Bekr Muhammed b. Hamad b. Ferec’den, o Ebû’l Hasen Abdullah b. Müntab’dan (o), Ya’kub b. İshak b. Ebî İsrail’den (o), İbn Humeyd’den (o), Mâlik’den rivâyet etti.)
Mâlik’in, Ebû Cafer’e söylediği zikri geçen sözüne gelince… O, Kadi İyad’ın Şifâ’da güzel bir senedle yaptığı rivâyettir. Seneddeki İbn Humeyd, Tekıyy-i Subki’nin zannının aksine, ağır gelen görüşde Muhammed b. Humeyd er-Razi’dir. Lakin, şu Râzî’nin hali, Şems İbn Abdi’l Hâdî’nin tasvir etmek istediği gibi de değildir. Öyle ki, hakkında konuşan herkesin sözlerini topladı, onu övenlerin sözlerini ihmal etti. Bu hoş bir davranış değil.
Bu Muhammed b. Humeyd’den Ebû Dâvûd, Tirmizî, İbn Mâce, Ahmed b. Hanbel ve Yahya b. Main rivâyet yapmıştır.
İbn Ebî Heyseme şöyle dedi: İbn Maîn’e bu kişi hakkında sorulduğunda, “sikadır, zararsızdır, Razi, zekidir”dedi.
Ahmed b. Hanbel şöyle dedi: Muhammed b. Humeyd, var olduğu müddetçe Rey beldesinde ilim devam edecektir.
Buhârî, “hakkında iyi düşünülmeli”, dedi. Sağani ve Zuheli onu övenlerdendir.
Halili, (ö.446/1054) “İrşad”da, “hafız ve bu işi bilen biriydi. Ahmed ve Yahya ondan razı oldu,” dedi, böyle birisi, böyle bir haberde itham edilmez…
Ya’kub b. İshak’da bir beis yok, (Zararsız biridir.) Nitekim Hatib, “Tarih”inde böyle dedi.
Ebu’l Hasen Abdullah b. Müntab, Kadi İsmail’in en büyük talebelerindendir. Bu İbn Müntab’i, Muktedir üç yüz senesi civarında Medine-i Münevvere kadılığına getirmişti. O zamanda ilim sahiblerinden ileri gelen sağlam kişilerden başkası Medine-i Münevvere kadılığına getirilmezdi. İbn Muntab babasının ismidir. İsminde birçokları yanlışa düşmüştür. Talebesi Muhammed b. Ahmed b. Ferec’i Sem’ani, Ensab (isimli kitabında) da Cezairi isimli başka bir şahsı anlatırken “güvenilir” bulmuş ve İbn Esir, Lübab’da onu tasdik etmiştir.
Ebu’l Hasen (b. Ali) el-Fihr (Kevseri, “El-Fihri” şeklinde yazmış veya matbaa hatası var, düzeltme Şifâ’dan ve şerhlerinden yapıldı. Allahu a’lem.) güvenilir ve sağlam kimselerden olub, Zehebî’nin “İber”inde tanıtılmıştır.
İbn Dilhas, İbn Abdi’l Berr’in şeyhlerinin sağlamlarındandır ve İbn Beşküval’ın “Sıle” (isimli eserin) de tanıtılmıştır. Bu kitab Madridde basılmıştır…
(Kevseri, İyad’ın haberi kendilerinden aldığı şeyhlerinin sağlam olub olmadıkları hakkında bir şey dememiş. Ancak aşağıda da geleceği üzere, Hafız Muhaddis Hafacî onların “güvenilir sağlam” kimseler olduğunu söylemiştir.)
İbn Abdi’l Hadi, bu haberi kabul etmekten kaçınmaktadır. Çünki o, çaresiz, şeyhi (İbn Teymiyye)’nin yanlışlıklarına dokunmaktadır.
İbn Müntab bu haberi rivâyet etmekle şeyhi Kadı İsmail’in, Mebsut’undaki, İbn Vehb’in Mâlik’den yaptığı rivâyete zıd olarak yaptığı rivâyeti, reddetmeyi murad etti. İsmail Iraklı âlimlerdendir. Mısır’lı ve Medine’li âlimler Mâlik’in meselelerini (söz ve ictihadlarını) ondan daha iyi bilir.
Üstelik İsmail, (Mâlik’den) zikrettiğini Mâlik’e isnad etmedi, irsal etti. (Kesintisiz sened zinciriyle Mâlik’e dayandırmayıb, ondan rivâyet edeni atlayarak kesik bir senedle ondan rivâyet etti.)
Lakin bu, İbn Abdi’l Hâdî’nin nefsinin arzusuna uyduğundan, bunu İbn Müntab’ın rivâyetinin aksine, senedini araştırıp sormadan kabul etmektedir. Fikrince senedini anmaya ihtiyaç bırakmayacak ölçüde (İsmaili) aşırı bir şekilde medhetmektedir. Dâvûd-Isfehânî’nin onun hakkında söylediğini sanki görmedi…
(Kevserî’nin Makâlât’ındaki Mahku’t Tekavvül isimli makalesinden kısaltılarak aktarılan sözü bitti. Sh:392-393)
Hafız Muhaddis Hafacî, şöyle demektedir: Bu haberde, “Ziyaret esnasında, duâ ederken kabri şerife dönmek (şeriatça) kötü görülen bir iştir. Hiç bir âlim bunu dememiştir. Ancak, Mâlik’e atılmış bir iftirada rivâyet edilmiştir” diyen İbn Teymiyye’ye bir cevab vardır. “Mâlike iftira” sözü ile İyad’ın bu rivâyetini kasdediyor. (İyad’a iftira ediyor.) Allah-u Teâla Kadı İyad’ın hayrını bol etsin, bu olayı sahih bir senedle rivâyet etmiştir ve bunu hocalarının sikalarının (sağlam ve güvenilirlerinin) bir çoğundan aldığını söylemiştir. İbn Teymiyye’nin, “bu yalan ve gelişi güzel söylenmiş bir sözdür” deyişi, batıl sözlerindendir. “Rivâyet edilmemiştir ve nakledilmemiştir” sözü de batıldır. Zira bu (kabri şerife dönerek duâ etmek), Mâlik, Şâfî ve Ahmed’in mezhebidir…
İmâm Sürûcî’nin de anlattığı gibi, Ebû Hanîfe’den, ziyarette kabre dönüleceği, sonra da kıbleye dönülüb duâ edileceği rivâyet edildi.[2] Lakin, İbn Hümam’ın da dediği gibi, Ebû Hanîfe’ye nisbet edilen bu görüş yanlıştır. O, bizzat kendisi Müsned’inde kabri şerife dönülerek duâ edileceğini İbn Ömer’den yaptığı, “Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) kabrine kıble tarafından gelip sırtını kıbleye çevirip yüzünle kabre dönmen ve esselâmu aleyke eyyuhennebiyyü ve rahmetüllahi ve berekatühu demen, sünnettendir” şeklindeki rivâyetle ortaya koymuştur.[3]
Ebû Hanîfe, bunu Nafi’den, O da İbn Ömer’in kendisinden rivâyet etti.[4]
Görüldüğü gibi, isnad sahihdir. Zira Nafi İbn Ömer’in kölesi olup ondan ve başka sahabilerden hadis rivâyet etmiş olan, son derece sağlam bir râvîdir. Ondan Ebû Hanîfe, Mâlik ve diğerleri rivâyetler yapmışlardır. Hicri 117’de ölmüştür.

[1] Mecmû'ul-Fetâvâ, İbn Teymiyye, c.11, s.97

[2] Hafacî, Nesimu’r Riyad:3/398)

[3] Fethu’l Kadir:2/336)

[4] Tensiku’n Nizam Şerhu Müsnedi Ebi Hanîfe:126 KAYNAK SELEFİLER VE TASAVVUFÇULARIN GÖRÜŞLERİ
 
M Çevrimdışı

mucahid_tr

Üyeliği İptal Edildi
Banned
selamun aleykum kardeşim konuyu kapatalım haklısın bir şeyler ispatlamak açıklama ları gelen itirazlara karşı yapmak durumunda kaldım ama samimi olarak tekrar söylüyorum tevessül - ölü iştirmi - ölüye kuran okuma - teberrük konularında her iki taraf uzlaşı sağlaya bilir tasavvuf ehli insanlarda biraz kendilerine yapılan eleştirileri dikkate alıp yaptıklarını yanlış yapanların yanlışları düzeltilip duygusallıktan uzaklaşıp karşı tarafa da hak verirse karşı tarafda tasavvuf ehlinin getirdiği delilleri dikkate alıp anlayışlı olursa bir hoşgörü ortamı olacağına inanıyorum tabi islam düşmanları ajanları veya her iki tarafda olan aşırı radikal koyu tutucu anlayışşıslar devreye girip suyu bulandırmazsa ibn teymiyye kardeş son bir açıklama daha yazıcam sonra bu konuları kapaıcam bunu niçin yazıcam hoş görünün luşması için delilerin mevcut olduğu için TEBERRÜK Yazım silinmişti kısaca yazım KABUL ETMEYENLERİN GÖRÜŞÜ
: Ashab-ı Kiram’ın, Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in saçının, tükürüğünün ve onun bedeninden ayrılan şeylerin bereketini ummaları, Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e ait özel bir durumdur. Bunun delili de Ashab-ı Kiram’ın onun yaşadığı hücresi ve kabri ile vefatından sonra teberrük etmeye kalkışmamış olmalarıdır. Ayrıca onlar Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in namaz kıldığı yahut oturduğu yerleri teberrük etmek gayesiyle de ziyarete gitmemişlerdir.
KABUL EDENLERİN GÖRÜŞÜ
Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ile sahâbe arasında birçok kereler bereketlenmelerin gerçekleştiği, hadis ve siyer kitaplarında çeşitli misaller verilerek anlatılmıştır.

Rasûlüllah (s.a.v.)’in bardağı ve namaz kıldığı yerle teberrük:
Ebû Bürde (Radiyallahu Anh) şöyle anlatıyor: Bir kere Medine-i Münevvere’ye geldiğimde, Abdullah İbn Selâm (Radiyallahu Anh) beni karşılayarak bana: “(Haydi benimle beraber) Ev(im)e yürü de, seni Rasûlüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in içtiği bardaktan içireyim, hem de Rasûlüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in kıldığı mescid (yer)de kılarsın.” dedi.
Ben de onunla beraber gittiğimde bana sevîk (arpa ve buğday unundan yapılan çorba) içirdi, hurma yedirdi. Rasûlüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in mescidinde (namaz kıldığı yerde) de namaz kıldım.[2]
Teberrükün bazı şekillerini kabul etmeyenler, ne diyorlardı? Ashab-ı Kiram, Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in namaz kıldığı yahut bulunduğu yerlere teberrük etmek gayesiyle ziyarete gitmemişlerdir, diyorlardı.

Efendimiz (s.a.v.)’in Namaz Kıldığı Yer ile Teberrük:

Mahmud İbnir-Rabî el Ensârî (Radiyallahu Anh) şöyle anlatıyor: “Rasûlüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in ashabından, aynı zamanda Bedir’de bulunan ensardan olan Itbân İbn Mâlik (Radiyallahu Anh) bir kere Rasûlüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e gelerek:
“-Ya Rasûlüllah! Gözümü beğenmiyorum (gözüm zayıfladı veya kör oldu). Ben kavmime namaz kıldırmaktayım, yağmurlar yağınca benimle onlar arasındaki vadi(de seller) akıyor, o zaman ben onların mescidine gidip kendilerine namaz kıldırmaya imkân bulamıyorum.
-Ya Rasûlallah! İstedim ki sen bana gelesin, evimde namaz kılasın da ben o yeri namazgâh edineyim.” dedi. Bunun üzerine Rasûlüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ona: “İnşallah (dediğini) yaparım.” buyurdu.
Ertesi sabah Rasûlüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), Ebû Bekir (Radiyallahu Anh) ile beraber gün yükseldiği vakit bana geldiler. Rasûlüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) (içeri girmek için) izin istedi, ben de izin verdim. Eve girdiğinde oturmadı sonra: “Evinin neresinde namaz kılmamı istersin?” buyurdu.
Ben evin bir tarafını ona gösterdim, Rasûlüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) namaza durmak üzere tekbir aldı, biz de durup saf olduk, iki rekât kıldırdıktan sonra selâm verdi. [3]
Hadis-i şerifin râvîsi Itban (Radiyallahu Anh) Hazrec’lidir. Sâlim oğullarına imâmlık ederdi, yaşlanmış olduğu halde Muaviye (Radiyallahu Anh)’ın günlerine kadar yaşamıştır. Rasûlüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) hicretin başlangıcında, onu Ömer İbn Hattab (Radiyallahu Anh) ile kardeş yapmıştı. ibn teymiyye kardeş kayak buhari anlatmak istediğim her konuda olmasada bazı konularda anlaşılabilinir sakıncalar anlatılıp yapıcı eklemelerle ben bunun için uğraşıyorum delileri sundum yoksa haklı çıkım karşı tarafı mat edim deyil yemin ederim oyle gözükmem her iki tarafında delillerine saygı göstermesini sağlamak için delilleri sundum hakınızı helal edin kardeşler saygılarla


[2] Buhârî, el-İ’tisam bi’l Kitâbi ve’s-Sünne: 16, no: 6910, 6/2673.

[3] Buhârî, Mesâcid: 14, No: 415, 1/164, Müslim, İman: 10, No: 33, 1/61, İbn Mace, Mesacid: 8, No: 754, Nesâî, İkamet: 46, No: 843, 2/440, Ebû Dâvûd et-Tıyâlesî, No: 1241, sh: 174.


 
ABDULHAK Çevrimdışı

ABDULHAK

الإذلال هو بعيد عنا
Admin

Efendimiz (s.a.v.)’in Namaz Kıldığı Yer ile Teberrük:

Mahmud İbnir-Rabî el Ensârî (Radiyallahu Anh) şöyle anlatıyor: “Rasûlüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in ashabından, aynı zamanda Bedir’de bulunan ensardan olan Itbân İbn Mâlik (Radiyallahu Anh) bir kere Rasûlüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e gelerek:
“-Ya Rasûlüllah! Gözümü beğenmiyorum (gözüm zayıfladı veya kör oldu). Ben kavmime namaz kıldırmaktayım, yağmurlar yağınca benimle onlar arasındaki vadi(de seller) akıyor, o zaman ben onların mescidine gidip kendilerine namaz kıldırmaya imkân bulamıyorum.
-Ya Rasûlallah! İstedim ki sen bana gelesin, evimde namaz kılasın da ben o yeri namazgâh edineyim.” dedi. Bunun üzerine Rasûlüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ona: “İnşallah (dediğini) yaparım.” buyurdu.
Ertesi sabah Rasûlüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), Ebû Bekir (Radiyallahu Anh) ile beraber gün yükseldiği vakit bana geldiler. Rasûlüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) (içeri girmek için) izin istedi, ben de izin verdim. Eve girdiğinde oturmadı sonra: “Evinin neresinde namaz kılmamı istersin?” buyurdu.
Ben evin bir tarafını ona gösterdim, Rasûlüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) namaza durmak üzere tekbir aldı, biz de durup saf olduk, iki rekât kıldırdıktan sonra selâm verdi. [3]
Hadis-i şerifin râvîsi Itban (Radiyallahu Anh) Hazrec’lidir. Sâlim oğullarına imâmlık ederdi, yaşlanmış olduğu halde Muaviye (Radiyallahu Anh)’ın günlerine kadar yaşamıştır. Rasûlüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) hicretin başlangıcında, onu Ömer İbn Hattab (Radiyallahu Anh) ile kardeş yapmıştı. ibn teymiyye kardeş kayak buhari anlatmak istediğim her konuda olmasada bazı konularda anlaşılabilinir sakıncalar anlatılıp yapıcı eklemelerle ben bunun için uğraşıyorum delileri sundum yoksa haklı çıkım karşı tarafı mat edim deyil yemin ederim oyle gözükmem her iki tarafında delillerine saygı göstermesini sağlamak için delilleri sundum hakınızı helal edin kardeşler saygılarla


[2] Buhârî, el-İ’tisam bi’l Kitâbi ve’s-Sünne: 16, no: 6910, 6/2673.

[3] Buhârî, Mesâcid: 14, No: 415, 1/164, Müslim, İman: 10, No: 33, 1/61, İbn Mace, Mesacid: 8, No: 754, Nesâî, İkamet: 46, No: 843, 2/440, Ebû Dâvûd et-Tıyâlesî, No: 1241, sh: 174.




Aktardığın yazıda Rasulullahın diri olduğunu anlıyorsundur değil mi ?
İşte meşru tevessül budur.
Peki Hz. Ömer r.a. kıtlık zamanı yağmur yağması için dua edeceği zaman niye bu sahabe gibi kabrine gidip aracı olmasını istemedi de HAYATTA OLAN AMCASInı alarak onunla vesile ederek, üstelik amcası da birlikte Allaha dua ettiler sen bundaki inceliği kavrayamıyormusun ?
İşte aramızdaki ihtilaf burada . Siz işlerde sıkışıklığa düştüğünüz zaman kabir ehlinden yardım istersiniz uydurma hadis gereği, bizler ise ölüden istemez, devamlı ve ebedi diri olan Allahtan dileriz. Vesile olarakta ya salih bir amel , ya Allah c.c. isimleri veya salih bir kimsenin (hayatta olan) duasııyla birlikte ederiz.
Meşru tevessul bu şekillerin haricinde şirke vesiledir. Bu böyle bilinmelidir.


TEVESSÜL HAKKINDA HERŞEY

https://www.islam-tr.org/tevhid/10768-tevessul-istigase-ve-sefaat.html
 
M Çevrimdışı

mucahid_tr

Üyeliği İptal Edildi
Banned
selamun aleykum Abdulhak kardeş evet Rasulullah o hadiste diri fakat diyer rivayette deyil musade ederseniz açıklım
Rasûlüllah (s.a.v.)’in bardağı ve namaz kıldığı yerle teberrük:
عن ابى بردة رضى الله عنه: قال: قدمت المدينة فلقينى عبد الله بن سلام فقال لى: انطلق الى المنزل فاسقيك فى قدح شرب فيه رسول الله صلى الله عليه وسلم وتصلى فى مسجد صلى فيه النبى صلى الله عليه وسلم فانطلقت معه فاسقانى سويقا واطعمنى تمرا وصليت فى مسجده.
Ebû Bürde (Radiyallahu Anh) şöyle anlatıyor: Bir kere Medine-i Münevvere’ye geldiğimde, Abdullah İbn Selâm (Radiyallahu Anh) beni karşılayarak bana: “(Haydi benimle beraber) Ev(im)e yürü de, seni Rasûlüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in içtiği bardaktan içireyim, hem de Rasûlüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in kıldığı mescid (yer)de kılarsın.” dedi.
Ben de onunla beraber gittiğimde bana sevîk (arpa ve buğday unundan yapılan çorba) içirdi, hurma yedirdi. Rasûlüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in mescidinde (namaz kıldığı yerde) de namaz kıldım.[Buhârî, el-İ’tisam bi’l Kitâbi ve’s-Sünne: 16, no: 6910, 6/2673)
Teberrükün bazı şekillerini kabul etmeyenler, ne diyorlardı? Ashab-ı Kiram, Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in namaz kıldığı yahut bulunduğu yerlere teberrük etmek gayesiyle ziyarete

Hz. Yusuf’un (Aleyhisselâm) Gömleği ile Teberrük:
“Şu gömleği götürün de babamın (Yakub’un) yüzüne sürün. Görücü bir hale gelir.” Yusuf Sûresi, 93
“Vakta ki (gömleği getiren) müjdeci geldi. Onu yüzünün üzerine bıraktı da, O hemen çok iyi gören bir kimse oluverdi.” Yusuf Sûresi, 96.
Bu nasıl oluyor? Yusuf’un (Aleyhisselâm) gömleği, Hz. Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Selem)’in cüppesi (ileride geleceği üzere) gibi şeylerin Allah’ın ancak yapacağı bir şeyde (körü iyileştirmek gibi) bir bez parçası nasıl vesile kılınabiliyor? Buna ne diyeceksiniz? Elbetteki bir bez parçası gibi şeyle bu gibi hadiselerin tezâhürü (körün iyileşmesi vs.) ancak Allah’ın izniyle vesile kılınmasıyla ortaya çıkmaktadır. Allah, bir bez parçasını vesile kılıyorsa kimbilir Allah dostlarını nelere vesile kılar?
Rasûlüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in Cübbesiyle Teberrük:
عن اسماء بنت ابى بكر رضى الله عنهما: انها اخرجت جبة طيالسة كسروانية لها لبنة ديباج وفرجيها مكفوفين بالديباج، وقالت: هذه جبة رسول الله صلى الله عليه وسلم كانت عند عائشة فلما قبضت قبضتها، وكان النبى صلى الله عليه وسلم يلبسها فنحن نغسلها للمرضى يستشفى بها.
Ebû Bekr-i Sıddık (Radiyallahu Anh)’ın kızı Esma (Radiyallahu Anhâ), Kisrâ’ya mensup (Acem hükümdarla-rının giydiği) ipekten yaması bulunan, kenarları dîba (kalın kıymetli ipek) ile geçilmiş, taylasandan olan (iki parmak genişliğinde ipekten uzun şeritleri olan) cübbeyi çıkararak (göstererek):
“İşte bu, Rasûlüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in cübbesidir, bu cübbe vefâtına kadar Âişe (r.anhâ)’nın yanında idi. O vefât edince ben aldım. Rasûlüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) onu giyerdi, biz de onu hastalar için yıkıyoruz, (suyunu onlara içiriyoruz) onunla şifâ talebediliyor.” dedi. (( Müslim, Libas ve Zinet 2 ,no. 2069, 3/ 1641 )) YAĞMUR DUASI HADİSİNE Kısaca açıklık getirelim isterseniz
İbnü Ömer (Radıyallahu Anhümâ), Ebû Talib'in, Nebi sallallahu aleyhi ve sellem'i öven şu şiirini terennüm eder ve şöyle derdi:
(Ve hiçbir kavim), yüzüyle (veya zatıyla) bulutlardan (insanlar tarafından Allah'ın) yağmur (yağdırması) istenen hiçbir beyaz (zat)'ı geriye bırakmadı. 1
يستسقى الغمام بوجهه(Yüsteskâl-ğamemu bi vechihi) deki وجه (vech) yüz, Arab dilinde, (zat)'tan kinaye olarakta kullanılır. Buna göre, (zatıyla bulutlardan yardım istenen her bakımdan ak ve pak bir insan)dan söz ediliyor.
İsteyen tevile gitmeyip, "zatıyla değil, yüzü iledir" de diyebilir.
"Mü'min olmayan Ebû Talib'in şu sözü mü'minleri nasıl bağlar? diyebilecek akıldâneler çıkabilir. Burada mühim olan nokta, İbnü Ömer'in onu terennüm etmesi ve İmâm Buhârî'nin onu sahihine almasıdır. Üstelik Rasulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in duâsıyla değil zatıyla tevessül etmek sûretiyle yağmur istemek vardır.
Şevkânî’de şöyle demektedir: “Gerçekten Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ile hayatında tevessül sabit olmuştur. Ayrıca vefatından sonra ondan başkasıyla da sahâbenin sukuti icmaı ile tevessül sabit olmuştur. Çünkü sahâbeden hiçbiri, Hz. Ömer’in Abbas (Radıyallahu Anh) ile tevessülünü yadırgamamıştır. Bana göre, İzzüddin b. Abdüsselâm’ın iddia ettiği gibi tevessülün cevazını yalnız Peygamber’e (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) tahsis etmenin, şu iki sebepten dolayı bir manası yoktur; Birincisi, söylediğim gibi sahâbe icmaı vardır. İkincisi ise, ilim ve fazilet sahibi bir zat ile tevessül, gerçekte onun salih amelleriyle ve üstün meziyyetleriyle tevessül demektir. Çünkü fazilet sahibi olan kişi, ancak amelleriyle faziletli olur. Bu durumda, “Allah’ım! fülan âlim ile ben sana tevessül ediyorum” diyen kimse, onun sahip olduğu ilim ve amel ile tevessül etmiş olmaktadır.”[3]
“Peygamberimizin amcası ile” şeklindeki izafet terkibinde, muzaf olarak duâ lafzını takdir etmek, isabetli gözükmemektedir. Görebildiğimiz kadarıyla, bu konuda İbn Teymiyye ve Elbânî gibi âlimlerin ısrarlı tutum ve davranışları, zat ile tevessülü kabul edenleri pek de ikna edemememektedir. Çünkü Hz. Ömer, (Radıyallahu Anh) Hz. Abbas’ı (Radıyallahu Anh) yanına alıp onunla tevessül ve teveccühte bulunduktan sonra, “Allah’ım! Bulut da, su da senin katındadır, bulutu gönder ve bize yağmur indir…”[4] diyerek, uzun bir duâ yapmıştır. Gözyaşları içinde ve duygu yüklü bir iklimde gerçekleşen bu uzun duâdan sonra Hz. Ömer (Radıyallahu Anh)’ın, “Vallahi bu, (Abbas) Allah(Celle Celalühü)’a vesiledir[5] ve O’nun nezdindeki yeridir/itibarıdır!” Hasan bin Sabit’te bunun üzerine şu şiiri söylemiştir:
Reisimiz Ömer duâ etti kıtlıkta
Bulutlar yağmur verdi Abbas’ın hürmetine
O Peygamber amcası ve baba yarısıdır
İşte bu yüzden o vesile edildi sadece
Allah onun hürmetine diriltti her tarafı
Yemyeşil oldu her yer, o umutsuzluktan sonra
İbn Abdilberr, “İstiâb” adlı eserinde Hz.Abbas’ın tercüme-i hâlini verirken bu kıssayı aynen nakletmiştir.[6]
Doğrudan zat ile (yani onun Allah nezdindeki mertebesiyle tevessülü kabul edenlerin görüşünü destekler mahiyettedir. Ayrıca, İbn Abdilberr’e göre birçok tarikten gelen şu rivâyet de bu noktada aydınlatıcı rol oynamaktadır. Hz. Ömer (Radıyallahu Anh) istiskada bulunmak üzere Hz. Abbas(Radıyallahu Anh)’ı da yanına alarak (musallaya) çıktı ve şöyle dedi:
“Allah’ım! Biz, Peygamberimizin amcası ile sana yaklaşıyor (tekarrub) ve onun şefaâtçi olmasını diliyoruz (istişfa). Peygamber’in için onu gözet! Nitekim sen, ana babasının iyilik ve salahı yüzünden iki (yetim) çocuğu gözetmiştin.[7]
(Cabir bin Abdullah (radıyallahu anh)tan rivâyetle Rasullüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur.
“Muhakkak Allah, salih bir adamın salihliğinden dolayı çocuğunu ve çocuğunun çocuğunu, beldesini ve çevresindeki beldeleri de salaha erdirir. Ve o aralarında bulunduğu sürece onları muhafaza eder.[8]
İbn Ömer (radıyallahu anh)’den naklen Rasulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
“Muhakkak ki Allah, bir Salih kul vesilesiyle komşularından yüz evden musibet ve belâyı def eder.”)
Biz, istiğfar ve istişfa’ ederek sana geldik!”. Sonra Hz. Ömer (Radıyallahu Anh) insanlara yönelerek şöyle seslendi: “Rabbinizden mağfiret dileyin. Çünkü O çok bağışlayıcıdır. (Mağfiret dileyin ki) üzerinize bol bol yağmur indirsin, mallarınızı ve oğullarınızı çoğaltsın, size bahçeler ihsan etsin, sizin için ırmaklar akıtsın!”(Nuh 71/10-12)
Sonra da Hz. Abbas (Radıyallahu Anh) ayağa kalkarak duâ etti. Hz. Abbas’ın gözleri pınar gibi yaş akıtıyordu. (Bu vesileyle Allah’ın yağmur ihsan etmesinden sonra) halk, “Seni tebrik ediyoruz, ey Harameyn sakisi!” diyerek Hz. Abbas(Radıyallahu Anh)’a dokunmaya başladı.[9]
Netice itibariyle Hz. Ömer’in (Radıyallahu Anh), dilimizde “Peygamberimizin amcası hürmetine” diye duâ etmek şeklinde ifâdesini bulan Hz. Abbas (Radıyallahu Anh) ile tevessülünün, öncelikle onun zatı yani, Peygamber’e (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) olan yakınlığı sebebiyle Allah katındaki mertebesi; değer ve konumu ile tevessül manasına geldiği anlaşılmaktadır.[10] Birden fazla vuku bulan[11] söz konusu vaka’dan, Hz. Abbas (Radıyallahu Anh)’ın fazileti, Hz. Ömer’in (Radıyallahu Anh) tevazu ahlakı, ehl-i beyt ve salih zatlarla istiska ve istişfa’ın müstehap oluşu[12] gibi hükümler çıkarılmış bulunmaktadır.[13]
Başka bir rivâyette Rasulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bir çocuğun babasını sevdiği gibi amcası Hz. Abbası sever ve ona hürmet gösterir ve onun yeminini kendi yemini sayardı. Ey insanlar! Amcası Hz. Abbas (Radıyallahu Anh) hakkında Rasulüllah’ın(Sallallahu Aleyhi ve Sellem) gösterdiği bu saygı ve hürmete sizde riâyet edin. Onu başınıza gelen her türlü musibette Allah’a (duâlarınızda) vesile edinin.[14]
Salih zatların Allah (Celle Celalühü) nezdindeki mertebesiyle tevessülde bulunmanın câiz olduğunu savunanlardan Muhammed Zahid Kevseri bu hadisin görüşlerini desteklediğini ileri sürerek şöyle demektedir. Hz. Ömer’in (Radıyallahu Anh) bu uygulaması, Rasulüllah’ın (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) hayatta olan hısım ve akrabasıyla tevessülde bulunmanın cevazına delil teşkil etmektedir. Hz. Ömer’in (Radıyallahu Anh) Hz. Abbas (Radıyallahu Anh) için: “Başınıza gelen bu (kuraklık) musibet için Hz. Abbas’ı Allah’a karşı vesile edin!” ifâdesi “ondan duâ isteyin” manasına gelmez. Çünkü Hz. Ömer (Radıyallahu Anh) bu cümleyi, Hz. Abbas (Radıyallahu Anh)’dan duâ etmesini istedikten sonra halka söylemiştir.[15]
İbn Hacer ve İbn Ruşeyd, Hz. Abbas’ın “vesile edinin” ifâdesini duâ isteyin manasında olmadığını ifâde etmişlerdir.[16]Burada ancak şöyle bir itiraz gelebilir. Şu anda kıtlık musibeti dışında başınıza gelecek olan musibetlerde Hz. Abbas, duânızda vesile kılın, kastedildiği söylenebilir. Halbuki burda söylenen sözde “Fîmâ nezele aleyküm” geçmiş zaman bildirir. Gelecek zaman bildirmez. Bundan da anlaşılıyor ki Hz. Ömer o an yağmur duâsında bulunan sahâbeye, “Siz de duâ edin duânızda Hz. Abbas’ı vesile kılın” demiştir. Eğer başınıza gelecek musibetler kast edilmiş olsaydı. “Fima yenzilü aleyküm” denmiş olmalıydı. Burada Hz. Abbas’ın zatıyla tevessül olduğu gibi duâsıyla da vesile kılınmıştır.
Şimdi Elbânî’nin bu hadisde duâ ile tevessül kastediliyor demesinin yanlış olduğunu, esas kastedilenin Hz. Ömer’in (Radıyallahu Anh) dediği gibi bu iki yetimi babalarının salih olmasından dolayı korudun. Peygamber’in için onu gözet. Zira onu vesile edinerek sana yaklaşıyoruz, sözü ayrıca Hz. Abbasın da bu insanlar Nebisine yakınlığımdan dolayı bana tevessülde bulunuyorlar” sözü. Ayrıca Hz. Ömer’in halka “Abbas (Radıyallahu Anh) Allah (Celle Celalühü) karşı vesile edinin.” Sözlerinden dolayı bu hadiste Hz. Abbas’ın zatıyla tevessülün olduğu anlaşılır.
Kevserî, Hz. Ömerin (Radıyallahu Anh) Rasullahın (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) zatıyla tevessülü terk edip Abbas’ın (Radıyallahu Anh) zatıyla tevessülde bulunuşunu “Bu olay, daha faziletli biri mevcut olduğu halde ondan daha az faziletli biriyle tevessül etmenin câiz olduğunu gösterir.” demiştir.
Hz. Ömer (Radıyallahu Anh) in Hz. Abbas’a (Radıyallahu Anh) le tevessülde bulunmasın sebeplerinden biri de Peygamberimizin Hz Abbasa (Radıyallahu Anh) olan hürmetine kendisinin de riâyet etmesinden kaynaklanmıştır.
b) Bu rivâyeti, Zübeyr b. Bekkar yoluyla, Hâkim (ö.405/1014) de, Müstedrek’inde yapmıştır.
Hâkim, Ebû Zekeriyya Yahya b. Muhammed el-Anberi’den o, Hasan b. Ali b. Nasr’dan, o Zübeyr b. Bekkar’dan, o, Saide b. Ubeydillah el-Müzeni’den, o, Dâvûd b. Ata el Medeni’den, o, Zeyd b. Eslem’den, o, İbn Ömer’den rivâyet etti.
Hâkim bu rivâyeti yapar ve susar. Bir şey demez. Bu haberde geçen, İbn Abbas’ın duâsının sıfatını Zübeyr b. Bekkar açıkladı.
Zübeyr b. Bekkar bunu yine Dâvûd yoluyla, Ata’dan, o, Zeyd b. Eslem’den, o, İbn Ömer’den rivâyet etti… Ömer onlara, “O’nu Allaha vesile ediniz” dedi.
Et-takrib’de râvîlerden Dâvûd için “Zayıftır” denilmektedir, doğru.
Lakin, Alauddin Muğlatay, “İkmalü Tehzibi’l Kemal”de, “Dâvûd’un hadisini, Hâkim “şahid (rivâyet)ler”de, rivâyet etmektedir” demektedir.
Demek ki, Hâkim bu rivâyeti, bilmeden, kendi “sahihlik” şartıyla çelişerek, yapmadı. Aksine diğer sahih rivâyetleri pekiştirmek için yaptı.
Şahidlerde her zaman sıhhat şartı aranmaz. Nitekim Buhârî ve Müslim’de “şahid” olarak yapılan bir çok rivâyetin senedinde, kendinde “(şiddetli olmayan) zayıflık” bulunan râvîler vardır. Ancak her zayıf râvî şahid ve mutâbi’ olmağa elverişli değildir.[17]
Ve her zayıflıkla suçlanan râvî, hadisi zayıf yapmaz.
Zehebî, “Dâvûd terk edilen biridir” dediği yerde, başka şeyler de demişse de Elbânî, iddiasını zayıflatacağını düşünmüş olmalı ki Zehebî’nin sözünün başındaki kısmını yazmayıp sonundaki Dâvûd terk edilen biridir sözünü yazmıştır. Zehebî’nin şu sözünün başından makaslamıştır.
Zehebî şöyle diyordu: Bu (rivâyet) Banyasi’nin Cüz’ünde âlî (râvîleri daha az ve en az diğerinin râvîleri kadar değerli veya onlardan daha kıymetli bir isnadla mevcuddur. Benzeri bir rivâyet, İbn Abbas’dan sahih olarak gelmiştir. Dâvûd ise metrüktür (kendisinden rivâyet terk edilen birisidir).[18] Elbânî’nin bunu söylememesine ne demeli.
Elbânî, Zübeyr b. Bekkar ile Belazüri’nin senedlerindeki farklılığı, yerini göstermeden, sanki kendisi bulmuş gibi, Fethu’l Bari’den alıp hemen “çelişki” yani “ızdırab”ı gördü ve keşfediverdi ama İbn Hacer’in “Zeyd’in iki şeyhi olabilir” dediğini söylemedi!.
Belazüri, bunu Hişam b. Sa’d’dan yolundan, Zeyd b. Eslem’den, o, İbn Ömer yerine Babası (Eslem)’den rivâyet etti. Muhtemeldir ki, Zeyd (b. elsem) in iki şeyhi vardır (İbn Ömer ve babası Eslem).
Öyle ya, olabilir ki, önce babasından almıştır, sonra İbn Ömerden almak şerefine kavuşmuştur. Veya, aynı hadiseye şahid olan babasını ve İbn Ömer’i dinlemiştir. Engel ne hevânın esiri olmak mı?
Râvîyi veya senedi, “Sağlam” veya “zayıf” bulmak, büyük ölçüde ictihadla alakalı bir mesele olduğundan ve de, “zayıftır” diyenlere vahiy gelmediğine göre belki Dâvûd, Hâkim’e göre “sağlam”dır, ne bildiniz?
Kaldı ki, “teaddüdturuk (bir rivâyetin senedinin birden çok oluşu ile zayıf rivâyet, hasen mertebesine çıkar.” Yani, aynı meselede zayıflığı şiddetli olmayan, değişik zayıf isnadlarla gelen aynı haber, yolların birden fazla olmasıyla hasen mertebesine çıkar. “Hasen li ğeyrihi olur” ve söz birliği ile delil olur.
Burada yollar birden çok. Dolayısıyla, Hâkim’in bu rivâyetinin başka bir rivâyete “Şahid” olmadığını farzetsek bile, başlı başına delil olurdu. KAYNAK SELEFİLER VE TASAVVUFÇULARIN GÖRÜŞLERİ

[1] Bu mânâ, İbnü Hacer'in tercihidir. O وابيض يستسقى الغمام(ve ebyaza yüsteska) ibaresini önceki beyitte geçen ما ترك قوم سيدا(ma tereke kavmun seyyiden)'e atfederek ابيض (ebyaza)da mef'uliyet üzere nasbı râcih buluyor.(Fethul-Bârî, (Darul-Fikir baskısı):3/184-185

[2] Ahmed İbnü Hanbel (2/93), Buhârî (Muallak olarak) (1009) İbn Mâce: (1272) Rivâyet sahihtir.

[3] Şevkânî, ed-Dürrü’n Nadid, s.5-6.

[4] İbn Abdilberr, age., II, 98.

[5] Hz. Ömer’in, “Abbas’ı Allah’a vesile edininiz!” sözü için bkz. İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, II, 497; Hâkim, Müstedrek, III, 334; Zehebî, Siyer, II, 92; Sâfedî, Vafi, XVI, 631.

[6] Bkz. İbn Abdilberr, age., III, 98; Kevseri, age., s.460.

[7] Bu sözüyle Hz. Ömer, Hızır’ın müdahalesinden bahseden şu âyete (Kehf,82)

[8] İbn Cerir tefsirinde 2/241’de zikretmiştir. Nesai, “Tuhfe”13/385’de zikrettiği gibi Süneni Kübra’nın Mevâiz kısmında da zikretmiştir. Senedindeki bütün râvîler Buhârî ve Müslim’in râvîlerinin seviyesindedir. Fakat Nesai’nin naklettiği râvî güvenilir bir râvî olsada hakkında bazı şeyler söylenmiştir.

[9] İbn Abdilberr, age., III, 99-100.

[10] Bkz. İbn Hacer, age., II, 495. İzzet Ali Atıyye de, el-Bid’a tahdidüha ve mevkıfu’l-İslâm minha (s. 386) konulu doktora tezinde aynı sonuca ulaşmıştır.

[11] Şevkânî, Neylu’l-Evtâr, IV, 315.

[12] İbn Hacer, Fethu’l Bârî., II. , 497; Ğumârî, İthaf, s.36. Krş. İbn Teymiyye, Kaide, s.126. İbn Teymiyye de “Ehl-i Salah ile bilhassa ehl-i beyt ile istiska (İbn Hacer, Vesile ve Şefaâtçi olmasını istemek manasına gelen istişfa’ kelimesini kullanır) müstehaptır” demektedir.

[13] Bu hadisin tahriç ve değerlendirilmesinin bir kısmı Zekeriya Güler’in İlam – Araştırma dergisinden alınmıştır.

[14] Hakim, Müstedrek, 3/377

[15] Aynî, Umtedü’l Kari VI/13

[16] Fethu’l Bârî c:2, s.337

[17] İbn Kesîr, el-Bâisü’l Hasîs:57, Leknevi, Zaferu’l Emâni:319)

[18] Müstedrek:3/334, yani aynı yer.


Abdulhak kardeş gel anlaşalım gördüğün gibi benimde elimde ama sahih ama zayıf delim var sahih olan tevessül çeşitlerinden biri olan bizim için birisine bize dua et diyoruz ya o kişide aracı oluyo bizim için Allahtan istiyo yani ben birçocuğa benim için babandan borç istermisin dediğimde o kişi araci oluyo fakat ben direk olarak onun babasından, memet efendi şu çoçuğunun hatrına bana borç ver dediğimde ben yine o çoçuğu aracı kılmış oluyom hatta 1 incisinde çoçuk benim adıma babasından istiyor 2 incisinde ise ben direk babasından istiyom gel Abdulhak kardeş orta bir yolda anlaşalım saygılarla BİRDE YENİ KONU AÇA BİLİRMİYİM
 
ABDULHAK Çevrimdışı

ABDULHAK

الإذلال هو بعيد عنا
Admin
Tevessül ile teberrüğü birbirine karıştırana ne anlatılabilinir ki ?

Demişsin ki
Abdulhak kardeş gel anlaşalım gördüğün gibi benimde elimde ama sahih ama zayıf delim var sahih olan tevessül çeşitlerinden biri olan bizim için birisine bize dua et diyoruz ya o kişide aracı oluyo bizim için Allahtan istiyo yani ben birçocuğa benim için babandan borç istermisin dediğimde o kişi araci oluyo fakat ben direk olarak onun babasından, memet efendi şu çoçuğunun hatrına bana borç ver dediğimde ben yine o çoçuğu aracı kılmış oluyom hatta 1 incisinde çoçuk benim adıma babasından istiyor 2 incisinde ise ben direk babasından istiyom gel Abdulhak kardeş orta bir yolda anlaşalım saygılarla BİRDE YENİ KONU AÇA BİLİRMİYİM

Teberrük bahsi hakkında geçenlerinde itirafın gibi zayıf notu düşüldüğü görülüyor .
Ve bana gel bunları görme sen benimkini kabul et bende senin sahih delillerini diyorsun ?
Benim aktardıklarımda hiç zayıf uydurma bir şey gördün ?

Sana sahih bir hadisle daha cevap vereyim :

“Helâl olan şeyler belli, harâm olan şeyler de bellidir. Bu ikisinin arasında, halkın birçoğunun helâl mi, harâm mı olduğunu bilmediği şüpheli şeyler vardır. Bunlardan sakınanlar, dinini ve ırzını korumuş olur. Sakınmayanlar ise zamanla harâma düşerler. Tıpkı, sürüsünü başkasına ait bir arâzinin etrafında otlatan çoban gibi ki onun bu arâziye girme tehlikesi vardır. Dikkat edin! Her padişahın girilmesi yasak bir arâzisi vardır. Allâh'ın yasak arâzisi de harâm kıldığı şeylerdir.”
(Buhârî, Îmân, 39; Muslim, Musâkât, 107)

“...Kim şüpheli olduğunu sezdiği bir şeyi terkederse, harâmlığı belli olan şeyi daha çok terk eder. Kim de şüphelendiği şeyi yapmada cü'retkâr olursa, harâmlığı açık olan şeye düşmesi daha kolaydır.”
(Buhârî, Buyû, 2)


Vâbisa bin Ma'bed -radıyallâhu anh- diyor ki, birgün Rasûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem-' in huzûruna varmıştım. Bana:
“– İyiliğin ne olduğunu sormaya mı geldin?” buyurdu.
– Evet, dedim. O zaman şunları söyledi:
“– Kalbine danış. İyilik, kalbin uygun gördüğü ve yapılmasını tasdik ettiği şeydir. Günâh ise içini tırmalayan ve başkaları sana «Yap!» diye fetvâlar verseler bile, içinde şüphe ve tereddüt uyandıran şeydir.”
(İbn-i Hanbel, IV, 227-228; Dârimî, Buyû, 2)

Hadislere bak, bari en azından şüpheli gör ve uzak dur!




Bizim kabul ettiğimiz meşru tevessül, senin akıl yürüterek para istemene benzemez. Sahih hadislere dayanır. Dayanırkende çocuğu babasına gönderip para istetmez, çocukla beraber el açıp birlikte ister!!

Sen bizim delillerimizi nefis yaparak okumayıp, kendi tutunduğun kitabın doğruluğunu ispatlama yarışına giriştiğinden sana ne desek de faydası yoktur.

 
M Çevrimdışı

mucahid_tr

Üyeliği İptal Edildi
Banned
selamun aleykum Abdulhak kardeş düzeltmem gerekkopyalama yaparken dip not karışmış düzeltim şimdi yukarı bakarsanız teberrük ile ilgili 1 hadisin kaynağı BUHARİ Rasulullahın cübbesi ile yapılan teberrük kaynağı MÜSLİM dir ikisde sahihdir o sizin dediğiniz geriye bırakmadı diye bir ifade için dir yada baskasınımı kasdettiniz Haklısınız şüphelilerden uzak durmak lazım Neticede o kişi bizim için allahtan istiyor yani aracı tabi sahih hadislerle mevcut bizde o bür tür şekline dair sahih , zayıf delillerimiz var hadislerin tahriçi var zaten sizde bilirsiniz gerek meshep alimlerinde gerek diyer alimlerden bu görüşte olanlar var Şüpheli şeylerden kacalım bazı müslümanlar vesile edenleri tekfir ederlerken biraz dikkat etmeli deyillermi şüphe yokmu hepsi kafirmi şüpheliden kacmak lazım haklısınız saygılar birde benim yazdığım cevaplar cevap bölümünde gözükmüyomu tekrar saygılar iyi geceler
 
KavlulFasl Çevrimdışı

KavlulFasl

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
ŞERİATIN ARDINDAN GİTMEYEN HER HAKİKAT VE TARİK KÜFÜRDÜR...

HAKİKATTA-TARİKATTA =İSLAM'DIR.

HAKİKATINIZ AYRI İSLAM ŞERİATI AYRI İSE İMANINIZI -AKİDENNİZİ- MUTALAKA KONTROL EDİN.

TARİKATINIZ-AYRI -HAKİKATINIZ AYRI İSE ŞERİATINIZI KONTROL EDİN.



Siz yaptığınız Şu ''mucahid_tr''

-Fareden Bir Kıl ve Fil'den Bir kıl alıyorsunuz Elinize Bakıyorsunuz her iki Kıllara ,daha sonra Şu Fikre ''ZAN'' na varıyorsunuz ; Bu Kıl Farenin buda Fil'in Kılı,O zaman demektir ki Fare Fildir...

Kıl Payı dedikleri ise budur,Siz Muaasır Mutasavvıfların ''Kıl Payı Kaçırdığı Şeriat'da -Tarikatta-Hakikatta'' ''TEVHİD DİNİ'' olan ''Hanif'' Din'dir ''İbrahim -Aleyhissealatu vesselam-ın Dinidir...

Tasavvuf ve Diğer Metodlar- Değil Yalnızca Allah-Subhanahu ve Teala-nın ve Rasulu-Sallalahu aleyhi ve Sellem-in Dinine Davet ediyorum Sizleri...

Hangi Tarikat veya Cemaatin elinde Esirseniz Bundan Kurtulmanızı Temenni ediyorum...

Taassub Zincirlerini Kırmak her İnsana Nasip olmuyor günümüzde,Skolostik ve Devlet Maşası olan -TARİKATLAR- Altın Gününü yaşıyor ,Şirk Düzeninin Yöneticilerinin Onları ''OY KAYNAĞI'' ve İnsan Pazarı olarak Kullanmakta ve Böylece Batıl DAVA larını Tasavvufcu ve Nurcu kitleler üzerinden Ebed Müddet sürdürmek istemektedirler...

Devletlerin Yönetimleri tarafından Desteklenen ve Parti ve İdeoloji Destekçisi-Resmi Şirk İdeolojisinin Girdabında bu ağda Narkozlanan bütün İnsanlar Cahilde olsa Müslüman olduğunuda ''ZAN'' da edenlerden de olsa bunlara ''TEBLİĞ'' Çalışmalarımız Sürecektir, Bizleri TC üzerinden Parça parça edip Aforozda etseler-Engizisyona da Uğratsalar ''TEVHİDİ MÜCADELE'' miz Sürecektir...

Dünya Üzerinde Cihad'da Bizim Safımızdadır ...

Demokrasi'ye verdiğiniz Şehitler (Demokrasi Kurbanları ) ''İslam Dini'' için verilseydi TC de Allah-Subhanahu ve Teala-nın Dini Hakim olurdu...


Nefisle Cihadını Bin yıldır Bir Nokta koyamamış, Korkaklığın ve Sapık 'Bid'at'' İnançlarının Maskarası haline gelmiş Mutasavvıflar gibi değiliz...

Bizler ''Nefis Tezkiye''mizin Metodunu Kur'an'dan ve Sünnetten ''ZÜHD'' alarak Damarlarına Etine ve Kemiğe İşleyen ve Binlerce Yıldır İşleyen TEVHİDİ Taifedeniz...


Emperyalizme-Faşizme ve tüm Zulüm Haraketlerine Karşı Savaşanlar... Dünya Üzerinde ki Tek ''DİN Olan-TEVHİD DİNİNE MENSUP MÜSLÜMANLARIN'' oluşturdukları Kitlelerdir...Bizim Savaşımız İbadetimizdir,Çünkü Savaşmak İbadettir Dinimizde...Bizim Ruhbanlığımız ancak Cihad iledir..


''Bizler Yunus Emre'nin ''Vurana Elsiz Sövene Dilsiz gerek-Derviş Gönülsüz Gerek'' diyerek Yüzlerce yıldır Padişahlar tarafından Sultası altında ki Halkları Uyuttuğu taktik ve Stratejilerin Kulları ve Şeytanlar gibi Zülme Sessiz değiliz...



TEVHİD DİNİNE MENSUP OLMANI DUA VE NİYAZ EDİYORUM...
 
M Çevrimdışı

mucahid_tr

Üyeliği İptal Edildi
Banned
selamun aleykum hubeyb kardeş mesajınız aldım birazdan kaynakları ile vericem eğer verdiğim kaynaklara bakarsanız söylediklerimin doğru olduğunu göreceksiniz ama sizin için bir değişmicek. Diyeceksinizki biz alimlerimizi delil almayız kuran ve sünneti delil alırız dicen bende size derim eğer öyle derseniz görüşlerinizin kaynağı olan ibn teymiyye neyi delil alıyo si ondan daha iyi bildiğinizi söylemiş olucan o yle dersen niye bunları anlatıyom kardeş çunku dün mumsema .com formda yine bir kardeş ibn teymiyyeni devletin atadığı kadı ve alimlerin huzurunda istiğase nin haram olduğu görüşünde ısrar ediyor fakat bir insan dua ederken peyganberi aracı kılarak dua etmesini caiz olduğunu yani eski görüşünü deyiştirdiğini talebesi ibn kesir yazıyor
el-Bidâye ve’n-Nihaye107 ini sene başlığının Altan 4 satırında c: 14/47, Daru’l-kütübi’l-ilmiyye. 3. baskı Beyrut 1407/1987 bunu yazmıştık ilmi olan bir kardeş itiraz etti ben o sayfayı okudum öyle bir şey yok yalan söylüyosunuz dedi eğer döğruysa özür dilerim hangi konu başlığında yazılı söyleyın dedi bizde konu baslığını ve arapca orijinal kaynağı yolladık sonra sana yazdığım biz onu delil almayız o fikrini deyiştirmiş ben deyiştirmek zorunda deyilim dedi özür diledi sonra özur dilerim sizden kıvırdi saptırmaya kalktı neyse kardeş siz ibn teymiyyenin hangi sözünü söylüyosunuz onu bildiirmisiniz onunda kaynağını verim şimdi ibn teymiiyenin sözlerini yazıyom bazılarını
İbn Teymiyye Ölü İşitir Diyor:
İbn Teymiyye, sorulan bir soruya “Ölünün Kur’ân okumak zikir ve duâ seslerini işitebildiği doğrudur.” demektedir.[1]
İbn Teymiyye, Ölülerin kabirlerde konuştuğunu ve kendisine yapılan konuşmaları işittiklerini, söylüyor.[2]
İbn Teymiyye; ölülerin görebilmesi ile alakalı Âişe (r.anhâ) ve diğer sahâbelerden birçok rivâyet gelmektedir. Allah’ın dilediği zamanlarda da ruh bedenle bir araya geldiğinde, tıpkı bir meleğin yeryüzüne inmesi, birden bir ışığın parlaması ya da uyuyan bir kimsenin bir anda uyanması gibi bir anlık bir olaydır. Bu mana birçok rivâyette nakledilmektedir. Mücahid şöyle demektedir: “Bazen ruhlar defnedildikten itibaren yedi gün kabir içinde odalarda tutulurlar.” Mâlik İbn Enes şöyle demektedir: “Bana ruhların istediği her yere gidebileceği rivâyeti ulaşmıştır” demektedir. [3]
.........................İbn Teymiyye: Peygamberlerin ve örnek davranışları ile tanınmış salih kişilerin mezarlarında zaman zaman görüldüğü söylenen diğer bazı kerâmetler ve olağanüstü tezahürler de böyledir. Mesela bu mezarlara gökten ışık veya melek inmesi, şeytanların veya hayvanların buralara yanaşmaktan kaçınmaları, bu mezarlardan veya çevrelerindeki diğer mezarlardan ateş fışkırması, bu mezarlarda yatanların bazı komşu ölülere şefaâtçi olmaları, bazı kimselerin ölünce onların yanıbaşında gömülmeyi istemeleri, bazı mezarların yanında insanın içinde huzur ve sükun hissetmesi ve bazı ölülere dil uzatanların çeşitli cezalara çarptırılmaları gibi önemli tezahürler, konumuzun kapsamına girmeyen gerçeklerdir.
Başka bir deyimle gerek Peygamberlerin ve gerekse yaşarken iyi davranışları ile tanınmış salih şahsiyetlerin mezarlarında belirebilecek Allah’ın kerâmetleri ile buraların Allah (Celle Celalühü) katında taşıdıkları saygınlık ve değer, çoğu kimselerin tasavvurunun üzerindedir. Fakat ısrarla söylediğimiz şudur ki, bütün bu tezahürler söz konusu mezarları, namaz yeri edinmeyi veya tercihli duâ ve ziyaret yeri olarak seçmeyi gerektirmez, diyor İbn Teymiyye.[4]
......................İbn Kayyım el Cevziyye (Ruh kitabının sayfa 19’)da Hasan b. Sabbah Zaferani der ki:İmâm Şafi’ye sordum. O da: “Kabirde Kur’ân okumanın hiçbir sakıncası yoktur”, sözünü naklediyor. ………………………………………………… TEVESSÜL
.................................................... İbn Teymiyyenin Talebesi İbn Kesîr (ö.774/1372):
“İbn Teymiyye’nin devlet ve ulemânın huzurunda tevessülün haram olduğu görüşünden kendi isteğiyle vazgeçip, mübah olduğunu kabul ettiğini, fakat istigâse’nin haram olduğu görüşü üzere devam ettiği sözünü bizlere” nakletmiştir.[5]
İbn Teymiyye (ö.728/1328)’yi görüşlerinin kaynağı olarak kabul edenler, İbn Teymiyye’nin bu sözü korkusundan dolayı söylemiş olabilir derlerse; biz de deriz ki: Siz insanların sözlerinin zâhirine göre hüküm vermiyor muydunuz? Ayrıca İbn Teymiyye korksaydı istiğase’nin haram olduğunu söylemez ve görüşünde ısrar etmezdi. etmezdi. …………………………………………………….
Muhammed bin Abdulvahhâb’ın tevessüle dair görüşleri:

. Bizim inkâr ettiğimiz şey, bir mahlûka hem de Allah’a edildiğinden daha fazla duâ ediliyor olması, şeyh Abdulkadîr ya da bir başkasının kabrine yönelip sıkıntıların giderilmesi ve isteklerinin verilmesi için saygı ile ondan istekte bulunulmasıdır. Burada nerededir sırf Allah’a duâ etmek? Nerededir Allah’la beraber hiç kimseye duâ etmemek? Ama birisi çıkar duâ ederken ..“Allah’ım! Ben senden Peygamberlerin ya da Salih kullarının vesilesi ile şunu şunu istiyorum” diye duâ etse, sadece Allah’a duâ ettikten sonra, herhangi bir kabrin yanında duâ ediyor olsa bile, bu bizim reddettiğimiz bir şey değildir.[6] diyor.
......................Ebu’l Ferec İbnu’l Cevzî’nin Tevessülü Kabulü
Ebu’l Ferec İbnu’l Cevzî: Nefsimi terbiye edemedim bazı salih kişilerin kabrine gidip onları aracı yapıp düzelmem için duâ ettim. [7]
...................İbn Teymiyye, İzzuddîn b. Abdusselâm’ın (ö.660/1262) sadece Peygamber ile tevessülü kabul ettiğini söylüyor. [8]
……………………………………………İbn Teymiyye’nin Kerâmetler ile İlgili Görüşleri
Allah dostlarının yaptıkları kerâmeti şeytandan sayanların âlimlerinden İbn Teymiyye şöyle diyor:
Allah dostu zannedilen bazı kişiler kendilerinden mukaşefe sadır olur veya çoğunun yapmadığı harikuladelikler gösterirler. Mesela: İşâretle bir şahsı öldürüvermesi, vasıtasız bir şekilde havalarda uçması, olduğu yerde görülmesine rağmen aynı zamanda Mekke’de ve benzeri yerlerde görülmesi, su üstünde yürümesi, tasını boşlukta tutarak içine su doldurması, bilinmeyen yerlerden gıda alması, zaman zaman insanların gözlerinin önünden yok olması, uzaklardan kendisini yardıma çağıranın yardımına, bulunduğu yerden yardım etmesi, çalınan bir malın nereye saklandığını hiç aramadan haber vermesi gibi harikulade şeyler.
Bütün bu saydığımız şeyleri yapmakta olmaları veli olduğunu göstermez, ispatlamaz. Gerçek evliyanın kanaati odur ki; bir kimse havada uçsa su, üstünde yürüse gene de aldatıcı olabilir. Ve arkasından kayıtsız şartsız gidilmez.
Fakat bu fevkalâdelikleri göstermenin yanında Allah (Celle Celalühü) Resülüne itaat ettiği de açıkça görünüyorsa, onun yasak ve emirlerini olduğu gibi yerine getiriyorsa böylesinin bir veli olduğuna inanılabilir ve sözleri yerine getirmeye değer bulunabilir. Gerçekte velinin kerâmetleri yukarıda saydıklarımızdan daha büyüktür. (Havada uçması, bir anda başka yerde gözükmesi, su üstünde yürümesi, yardım isteyenlerin yardımına uzaktanda olsa yetişmesi gibi.)
Yaptıkları ve söyledikleri Kur’ân ve sünnete uygun düşüyorsa ne kadar güzel. Zira veliler, imânlarının nuruyla bâtınî gerçeklerin yüze vurmasıyla, İslâm şeriatına sımsıkı sarılmalarıyla bilinir ve tanınırlar.[9]
Allahu Teâla şöyle buyuruyor:
“Onlar, O’nun velileri değildir. Onun velileri sadece müttakilerdir. Çokları bilmezler.”(Enfal 8/34)
...........................İbn Teymiyye aynı eseri sayfa 96’da şöyle diyor: Kitap ve sünnet ehlinin büyükleri ayân beyân ortadadır. Ve onları hiç kimse inkar edemez. Onlardan bir kısmı şunlardır:
Fudayl bin İyad, (ö.189/804) İbrahim bin Ethem (ö.161/777), Ebû Süleyman Dârânî, Marufu El-Kerhi, Cüneyd bin Muhammed Bağdâdî (ö.297/909), Sehl bin Abdullah El-Tüsteri (ö.273/886) ve benzeri büyükler. Yüce Allah bunların hepsinden razı olsun. İBN ÖLÜDEN BİR ŞEY İSTEMEK
İbn Teymiyye dedi ki: Bazı kimselerin Peygamber Efendimizden (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) veya ümmetine mensup salih bir şahsiyetten bir şey dilemeleri ve bu dileklerinin yerine getirilmesi çok görülen bir olaydır.[10]
..................................İbn Teymiyye; Böyle bir dileğin yerine gelmesi yanı başında duâ edilen mezarda yatan ölünün kerâmeti olarak sayılabilir.”[11]demiştir.
İbn Teymiyye böyle bir dilekte bulunmayı doğru bulmamakla beraber, böyle dileklerin Allah’ın (Celle Celalühü) izniyle kabul olunduğunu, itiraf etmiştir. Şeytandandır, demiyor, Ölünün kerâmetindendir, diyor. İbn Teymiyye’ye tabi olanlar şeytandandır, diyorlardı. ....................................................RABITA TARİFİLE ÖRTÜŞEN SÖZLERİ,
.....İbn Teymiyye şöyle demektedir: “Sen bir şahsı Allah için seversen, doğrudan Allah’ı sevmiş olursun. Sen o şahsı ne zaman kalbinde tasavvur etsen, Cenab-ı Hakkın sevgilisi olan birisini tasavvur etmiş olursun ve böylece onu sevmiş olursun. Böylece senin Allah için ve Allaha olan mahabbetin daha fazla artmış olur. Nitekim sen ne zaman Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ondan önceki Peygamberleri ve onların izinden gidenleri hatırlayıp, onları kalbinde veya kafanda tasavvur etsen senin bu durumun kalbini onlara her türlü nimetleri veren Allahı sevmeye çeker götürür. Sen bu insanları Allah için seversen Allah’ın sevgilisi olan zatda seni Allah sevgisine çeker götürür.”[12]
.............................İbn Teymiyye Sekr yani manevi sarhoşluk hakkında bazı büyüklerin bu halde iken söyledikleri şeriat dışı sözlerinden bahsediyor günah olmadığını söylüyor. Diyor ki 'bu kişiler hakkında şöyle hükmedilir kişinin aklı haram olmayan bir şeyden gitti ise o zaman ondan sudur eden yasak sözlerden ve fillerden sorumluluk yoktur. [13]
.........................................İbn Teymiyye, El-Kelimu’t Tayyib adlı eserinde s. 109’da bize nerelerde sünnete uygun, nasıl duâ edeceğimizi göstermek için yazdığı eserde Abdullâh b. Mes’ud’dan rivâyet edilen şu hadis-i şerifi zikretmektedir:
“Sizden birinizin hayvanı çölde ipinden boşalıp, kaybolursa, Ey Allâh’ın kulları hapsedin. Ey Allâh’ın kulları hapsedin, diye iki defa seslensin. Zira Allâh’ın yeryüzünde onu hapsedecek olan hâzır kulu vardır.”
Tevessül ve istiğâseyi kabul etmeyenlerin zayıf dediği bu hadisi, itibar ettikleri âlimlerinden İbn Teymiyye bu hadisteki gibi duâ edilmesini sünnete uygun görmüş ki, el-Kelimu’t Tayyib “Sünnete Uygun Duâ” adlı eserine almıştır. İtiraz da etmemiştir. Burada hem zayıf hadisle amel var, hem de Allâh’tan değilde bir başkasından yardım isteme var. İbn Teymiyye insanlardan yardım istemeyi (istigâse) kabul etmezken bu hadisteki gibi “Ey Allâh’ın kulları!” diye seslenerek yardım istemeyi sünnete uygun görmüştür.
.......................................Zât ile tevessülü kabul etmeyenlerin itibar ettikleri âlimlerinden İbn Teymiyye şunları anlatır:
Esvedül-Ansî, peygamberlik iddiasında bulunduğu zaman Ebû Müslim’i çağırtmış ve ona “benim peygamberliğimi tasdik ediyor musun?” diye sormuş. “Hayır tasdik etmiyorum” diye cevaplamış. Bunun üzerine Esved “Peki Muhammed’in Allah (Celle Celalühü)’ın Rasulü olduğunu kabul ediyor musun?” Elbette kabul ediyorum cevabını alan Esved gazaba gelmiş, bir ateş yakılmasını ve Müslimin ateşin içine atılarak yakılmasını emretmiş adamlarına. Bu emri yerine getiren adamları, Müslimi ateşin içinde namaz kılarken gördüler, hiçbir şey olmuyormuş gibi Ebû Müslim, Allah (Celle Celalühü) Rasulunun vefatından sonra Medine’ye gelmişti. Hz. Ömer (Radıyallahu Anh) onu kendisiyle Hz. Ebû Bekir arasına oturtmuştu.
Hz. Ebû Bekir (ö.13/634) (Radıyallahu Anh) hazır bulunanlara “Allah (Celle Celalühü)’a hamd olsun ömrüm sona ermeden Allah (Celle Celalühü)’ın Rasulu Muhammedin ümmetinde İbrahim Halilullah gibi ateşe atılıp da kurtulan birini görmeyi bana nasip etti İbn Teymiyye, El-Furkan Beyne Evliyâi’r-Rahmâni ve Evliyâi’ş-Şeytâni, el-Mektebu’l İslâmî, 4.Baskı, Beyrût, 1397. Trc. Allah (c.c.)’ın velileri ile şeytanın velileri arasındaki fark……………………. Bunları yazmamdaki maksat her iki tarafın bir birlerine olan ön yargılı düşünceyi biraz olsun hafifletmek zor tabi rabbim hayırlara vesile eder inşallah hubeyb kardeş bu yazıların evvelinde sonunda başka söylenmiyo yazılar net eğer var diyen varsa yorum yapmadan söylesin biz ona öyle olmadığını orijinal kaynaktan gösterelim samimi olan Müslüman bu yazıları araştırır sonucu doğruysa doğru olanı yapar yok samimi deyilse saten nefsine iyi niyetine aldanır yoluna devam eder saygılar kardeş dediğim gibi hangisi doğru deyilse söyleyin eğer yanlışsa özür diler bir daha o konuda konuşmam ve düşünür gereğini yaparım ...........................................KAYNAK SELEFİLER VE TASAVVUFÇULARIN GÖRÜŞLERİ

[1] İbn Teymiyye, İktizâu’s-Sırâti’l Müstekîm, s: 378-379, Dârul Marife, Beyrut, tsz. İbn Teymiyye Sıratı’l-Müstakim, kabir ziyaretleri bölümü, Tercüme Pınar Yayınları, s.499, baskı: 2004

[2] İbn Teymiyye Külliyâtı, c:4, s:240, 8 ciltlik, Tevhid Yayınları. (1998)

[3] İbn Teymiyye, Mecmûu’l-Fetâvâ, 24-362

[4]İbn Teymiyye, İktizâu’s-Sırâti’l Müstekîm, s: 378-379, Dârul Marife, Beyrut, tsz. İbn Teymiyye, Sırâtı’l Müstakîm, Kabir Ziyaretleri bölümü, tercüme Pınar Yayınları, s.494-495

[5] el-Bidâye ve’n-Nihaye c: 14/47, Daru’l-kütübi’l-ilmiyye. Beyrut/1987

[6] Muhammed bin Abdulvahhab tüm eserleri 3.kısım, s:68 Muhammed bin Suud İslâm fakültesinde Muhammed bin Abdulvahhab haftasında neşrolunmuştur.

[7] “Saydul-Hatır müminlere öğüt, Ebul Ferec El-Cevzî (İbn Cevzî), Tevhid yayınları, s.99-100, Baskı, 1998.

[8] İbn Teymiyye Külliyatı, c.1 s.179, Tevhid Yayınları ,1998.

[9] El-Furkan Beyne Evliyâi’r-Rahmâni ve Evliyâi’ş-Şeytâni, s. 61-62, el-Mektebu’l İslâmî, 4.Baskı, Beyrût, 1397. Trc. İbn Teymiyye, Allah (c.c.)’ın velileriyle şeytanın velileri arasındaki fark. S: 73. Pınar Yayınları, 2003.

[10] İbn Teymiyye, İktizâu’s-Sırâti’l Müstekîm, s: 373-374, Dârul Marife, Beyrut, tsz. Trc. İbn Teymiyye Sırat-ı Mustakîm Kabir Ziyaretleri bölümü tercüme Pınar Yay. s.493, bsk 2004.

[11] İbn Teymiyye, İktizâu’s-Sırâti’l Müstekîm, s: 373-374, Dârul Marife, Beyrut, tsz. Trc. İbn Teymiyye, Sırât-ı Mustakîm Kabir Ziyaretleri bölümü, tercüme Pınar Yay. s.494 bsk 2004

[12] Mecmûu’l Fetava, c.10 s.608, birinci baskı, 1381.

[13] Mecmûu'l- Fetâvâ, İbn Teymiyye, c.10 / 340
 
S Çevrimdışı

serhildan

Üyeliği İptal Edildi
Banned
mucahid_tr amacın ne?

hak batıl karışık sözlerinle varmak istediğin yer ne? bu kadar uzun lafa gerek yok... ben şunu söylemek istiyorum, anafikrim budur dersin olur biter. tamam hak şefaat anlayışı ile batıl şefaat anlayışı arasında fark var. aynı şey tevessül konusunda da geçerli... bunu zaten ilim ehli biliyor. tarikatçıların batıl yorumuna karşı çıkıyorsan eyvallah. ama sende iyiniyet yok bi kere. hak cümlende bile batıla kasıt var. tarikatçıların küfür ve şirk dolu fikirlerini entel dantel bir üslubla alttan alta veriyorsun. ama yemezler.
 
KavlulFasl Çevrimdışı

KavlulFasl

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Saçma Sapan yazarak bir yazısında ''SELEFİLER'' bir Yazısında ''Vahhabiler'' diğer yazısında Şu'cular bucular diyerek Saçmalayaksanız eğer Uslübüm Size karşı değişecektir ve hiçde Hoşuna gitmeyecek tarzda göreceksin...

Forumda Her Konu başlığının içine ''SELEFİLER ve VAHHABİLER'' gibi bu iki Kelimenin Irzına geçerek Bizide sana karşı Tahrik etme...

Bu Uyarımı Diikkate al ve Bir daha hiç bir yazına Bölücü Pislik Fikirlerinle ''Vahhabi ve Selefi'' diyerek İnsanları Bu Müslümanlara Düşman etmeyi terk et.!!!
 
N Çevrimdışı

nureddin_79

Üye
İslam-TR Üyesi
Mücahid_tr kardeş. Burada bir konu açmışsın, ''Ibn Teymiyye ölü işitir diyor'' diye. Yani benim anlamadığım, onun bir sözünü alıp diğerlerini niye almıyorsun ? Siz ''ölü işitir'' sözüne saplanıp şirk kapılarını açmaya çalışanlardansınız, ve ayetleri ve hadisleri çarpıtarak insanları delalete sürüklemeye çalışıyorsunuz.

Ölü işitir kabul etsekte, dünyanın öbür ucundan sesleneni duyabilirmi ?? Adamlar İstanbulda başı sıkışınca ''Amaaan Gavs Geylani yetiiişş'' diye yalvarıyor !! niye?? çünkü şehitler ölmez ve ölüler işitir !!?? Subhanallah, bukadarda olmaz.. Bak hadiste ne diyor:

Buhârî ve diğer hadîs mecmualarında da K a t â d e' nin E n e s ' ten naklen Peygamber Efendimiz'den rivayet ettiği şu hadîs yer alır: 'Kul kabrine konulduğu ve yakınları ayrılıp gittiği zaman -ki bu sırada ölü onların ayakkabılarının seslerini duyar- ona iki melek gelir ve onu oturtup şöyle sorarlar: «Şu adam, yani Muhammed hakkında ne diyordun?" Ölü cevap verir: "Ben, O'nun Al'ın kulu ve Resulü olduğuna şehâdet ederim». Bunun üzerine melek ona.- «Bak, Cehennem'deki yerine, ki senin için Allah o yeri Cennetten şu yer ile değiştirdi» der. Peygamber Efendimiz devam eder: "Kabir sahibi, her iki yeri de görür. Ama kâfir ve münafık (bu soru sorulunca), şöyle cevap verir.- «Bilmiyorum, insanlar ne söylüyorsa öyle söylüyordum. İnsanların bir şeyler söylediğini duymuş, ben de öyle söylemiştim". Bunun üzerine ona: «Bilemedin, okuyamadın!» denilir ve iki kulağının ortasına demirden bir balyozla vurulur. Adam öyle bir çığlık atar ki ins ve cin hariç, kendisini takip edenler duyar» (Buhari, Cenâiz, 68, 86; Ebû Dâvud, Sünnet, 27; Nesâi, Cenâzi, 110)

Dikkat edersen ''ki bu sırada'' deniliyor, yani bu durum herzaman için geçerli olması gerekmez. Ve cenazede bulunanların ayakkabı seslerini işitir diyor. Eee şimdi diyelimki kabirdeki seni işitiyor, hemen başka mevzular çıkıyor karşımıza, mesela kabrin başında Kuran okumak. Şimdi bak nerden nereye geldik. Kabirlerde ölülere Kuran okumak güzel birşey olsaydı, mutlaka Resulullah bunu bize öğretirdi. Kabirdekilere Kuran okumak şüphesiz bidattır.

Bide senin yazılarını okudum, Kurandan ve Sünnetten delil getirdiğini (??) iddia ediyorsun ve ilimle amel ettiğinin havasını estirmeye çalışıyorsun ozaman bugün Türkiyedeki kabirlerin ibadethanelere çevrildiğini görürsün, bidatler haramlar şirkler işlendiğini görürsün bunu niye anlatmıyorsunda İbn Teymiyyenin bu sözünü saptırıyorsun. İbn Teymiyye ''ölü işitir'' dedikten sonra birsürü şeyler söylüyor, ama senin işine yaramadığı için onları almamışsın.

Aslında bu sadece İbn Teymiyyenin sözlerini reddetmen olsaydı neyse, oda bir insan onun sözünüde reddetmekte serbestsin, fakat o Allah Resulünden hadislerle delil getiriyor sen bunları görmezlikten geldiğinden dolayı büyük bir sapıklık içerisindesin.

Burada mesele İbn Teymiyye değil ve olmamalı, buradaki mesele kabirlerdeki davranışımız. Ve bu davranışı biz Resulullahtan öğrenmek zorundayız, çünkü onun sahabesi şehid edildi onları gömdü onların kabrine gitti, onun evlendiği ilk kadın Hatice (ra) vefat etti, o bir babaydı ve çocuğu vefat etti ağladı. Resulullahın zamanındada insanların ölüyordu, cenazesi oluyordu, Resulullahın zamanındada insanlar ölünce kabirlere konuyordu. Ozaman Allah Resulu (sav) niye gidip onlara Kuran okumadı niye onları sadece selamladı ve onlar için dua etti, niye onların kabirlerinin üzerine binalar kubbeler yapmadıda kreçlemeyi yasaklayıp üzerine yazı yazmayı yasakladı ?? (Cabir (r.a)'dan dedi ki: "Rasûlullah (s.a) kabrin alçı ile sıvanmasını, üzerine oturulmasını, üzerine bina yapılmasını [yahut üzerine (toprak) ilave edilmesini], [yahut üzerine yazı yazılmasını] yasaklamıştır." (Hadisi Müslim (III, 62), Ebu Davud (II, 71), Nesai (I, 284-285-286), Tirmizi (II, 155) -sahih olduğunu belirterek-, Hakim (I, 370), Beyhaki (IV, 4), Ahmed (III, 295, 332, 339, 399)'da rivayet etmişlerdir.)

Ayrıca Resulullah (sav) Aişeye (ra) Baki mezarlığına gitmesini emredince, ''ne diyeyim'' diye soruyor, ve işte mucahid_tr kardeş eğer sünnete uymakta samimi isen, şirkten ve bidatte beri olmak istiyorsan burada senin ve başkaları için bir ders ve ibret dolu bir hadis. Hepimiz merak ediyoruz mezara gidince ne demeliyiz ne diyelim bak Resulullah cevabı veriyor. ''Cebrail bana dedi ki: Rabbin sana Baki'dekilere gitmeni onlar için mağfiret dilemeni emrediyor. (Aişe) dedi ki: Peki ey Allah'ın Rasûlü nasıl söyleyeyim diye sordum.

Şöyle buyurdu: Deki: "( ): Selam size ey mü'minlerin ve müslümanların diyarında bulunanlar. Allah bizden önden gidenlere de, geriye kalanlara da rahmet buyursun. Bizler de -inşaallah- size elbette yetişeceğiz." (Hadisi Müslim (III, 14) -anlatım ona ait-, Nesai (I, 286, II, 160-161), Abdu'r- Rezzak (III, 570-571), Ahmed (VI, 221)

Bureyde'den rivayet edilmiştir. O dedi ki: "Rasûlullah (s.a) kabristana çıktıklarında onlara (neler söyleyeceklerini) öğretiyordu. O bakımdan onlardan birisi (kabir ziyaretine gittiğinde) şöyle derdi: ( ): Ey mü'minler ve müslümanlardan olan bu diyarın ahalisi selam sizlere! Muhakkak bizler inşaallah [size] kavuşacağız. [Siz bizden önce gittiniz, biz de arkanızdan geliyoruz.] Allah'tan bize de, size de esenlik vermesini dileriz." (Hadisi Müslim (III, 65), Nesai, İbn Mace (I, 469)'da rivayet etmişlerdir. Aynı şekilde İbn Ebi Şeybe (IV, 138), İbnu's-Sünni (582), Beyhaki ve Ahmed (V, 353, 359- 360)

Yani mücahid_tr kardeş, ''ölüler işitir'' sözüyle yola çıkıyorsunda ölüler işitir diye her istediğini her istediğin yerde istediğin şekilde yapamazsın, şeriata uymak zorundasın. Kabir zıyareti yaptığın zaman şeriata uymak zorundasın. Ayrıca kabir ziyareti öğüt almak ve ahireti hatırlamak için meşru kılınmıştir, oraya gidip bidat ve şirk işlemek için değil.

Rasûlullah (s.a) buyurdu ki: "Ben size daha önce kabirleri ziyaret etmeyi yasaklamıştım. Artık onları ziyaret edebilirsiniz. [Çünkü o size ahireti hatırlatır], [o kabirleri ziyaret sizin hayrınızı arttırsın], [artık kim (kabirleri) ziyaret etmek istiyor ise ziyaret etsin fakat batıl söz (hucr) söylemeyin.]" (Hadisi Müslim (III, 65, 6/82), Ebu Davud (II, 72, 131), onun rivayet yoluyla Beyhaki (IV, 77), Nesai (I, 285-286, II, 329-330), Ahmed (V, 350, 355-356, 361)'da rivayet etmişlerdir.)

Buradaki ''batıl söz söylemeyin'' iadesine dikkat edin, Resulullahın sünnetine ters olan şeyler muhakkakki batıldır.
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Üst Ana Sayfa Alt