İslama Göre TESETTUR
Tesettur ; arabca STR kökünden türemiş olup; örtünmek, gizlenmek, bir şeyin içinde veya arkasında gizlenmek manasındadır. Fıkıh terimi olarak erkek veya kadının şer'an örtülmesi gereken yerlerini örtmesi demektir.
İnsanın örtünme ihtiyacının ilk insan Âdem ve Havva ile başladığı, çıplaklığın çirkin bir şey olduğu âyette şöyle belirtilir: "Ey Ademoğulları! Şeytan, ana ve babanızı kötü yerlerini kendilerine göstermek için elbiselerini soyarak nasıl cennetten çıkardıysa, sakın size de bir kötülük yapmasın" (A'râf; 27)
Örtünmenin amacı başkasının bakışlarından korunmak ve ırzı meşru olmayan cinsel isteklerden sakınmaktır.
Kadınların ev dışında veya yabancı erkeklerin yanında normal ev içi elbisesinin üstüne bir dış elbise daha giymeleri gerekir. Ayette Rabbim şöyle buyurmuştur:
"Ey Peygamber! Eşlerine, kızlarına ve mûminlerin kadınlarına dış elbiselerinden üstlerine giymelerini söyle. Bu onların tanınıp, kendilerine sarkıntılık edilmemesi için daha uygundur. Allah çok yarlığayıcı ve çok esirgeyicidir" (Ahzâb, 59)
İslam, Tesettürü kadınlardan biraz farklı olarak erkeklere de emreder. Ayette şöyle buyurulur: "Mumin erkeklere söyle: Gözlerini sakınsınlar ve ırzlarını korusunlar. Bu kendileri için daha temizdir" (Nûr, 30).
Erkeklerin örtülmesi gereken uzuvları göbekleri altından dizleri altına kadar olan kısımdır. Sağlam görüşe göre diz kapağı da uyluktan olup avret yeri sayılır. Delil, Peygamber (a.s.)'ın şu hadisidir: "Erkeğin avrat yeri göbeği ile diz kapağı arasıdır." (Ahmed b. Hanbel, II, 187)
Diz kapağı avret yerindendir" (Zeylai, Nasbu'r-Raye, I, 297).
Müslüman bir kadının yabancı erkeklere ve müslüman olmayan bayanlara karşı yüzü, bileklere kadar elleri dışında vücudunun tamamı avrettir, örtmeleri gerekir. Hanımların, ev dışında veya yabancı erkeklerin yanında normal ev içi elbisesinin üstüne bir dış elbise daha giymeleri gerekir. Âyette şöyle buyurulur:
Ey Peygamber Hanımlarına kızlarına ve mûminlerin kadınlarına bir ihtiyaç için dışarı çıktıkları zaman dış örtülerini üstlerine almalarını söyle. Onların tanınması ve incitilmemesi için en elverişli olan budur. Allah bağışlayandır, esirgeyendir. (Ahzab : 59)
Kadınların yüzleriyle ellerinden başka, sarkan saçları dahil bütün bedenleri avrettir. Yüzleriyle elleri ise bir fitne korkusu bulunmadıkça namazda da namaz dışında da avret değildir. Sağlam görüşe göre, ayaklar da avret sayılmaz. Çünkü ayaklarla yolda yürünür ve yoksullar için bunları örtme zorluğu vardır. Yine sağlam görüşe göre, hür kadınların kolları ile kulakları ve salıverilmiş saçları da örtülmelidir. Ayette : “Kadınlar kendiliğinden görünen yerler dışında, zînetlerini göstermesinler" (Nûr, 31) kastedilen, zinetlerin takıldığı yerler olub, eller ve yüz bundan müstesnadır.
Hadiste şöyle buyurulur: "Kadın örtülmesi gereken avrattır. Dışarı çıktığı zaman şeytan ona gözünü diker" (Tirmizî, Radâ, 18).
Âişe (R.anhâ)'dan nakledilen; "Allah Teâlâ erginlik çağına ulaşan kadının namazını başörtüsüz kabul etmez" (İbn Mace, Tahâre, 132; Tirmizî, Salât, 160) hadisi saçları da kapsamına alır.
Örtünün sık dokunmuş ve altını göstermeyen kalınlıkta olması gerekir. Cildin rengini gösterecek derecede ince olan elbise ile avret yeri örtülmüş sayılmaz. Elbise şeffaf ve çok ince olmamasına rağmen uzuvları belli edecek şekilde darsa ve organların şeklini ortaya koyarsa yine tesettür gerçekleşmemiş olur. Giyilen kıyafetin, örtünen başörtüsünün, erkeklerin dikkatini çekecek şekillerde olmaması, cinsel câzibeyi ortaya çıkarmaması gerekmektedir. (O yüzden şekil ve renk olarak sade, daha çok koyu -siyah- renkte giysi ve örtü, yirminci asra kadar bütün dünya müslümanlarının riâyet ettiği ölçü kabul edilmiştir.)
Tesettür, kadının kimliğini öne çıkaran bir onurdur. Müslüman hanımın, toplumda dişiliğiyle değil, kişiliğiyle yer edinmesini sağlayan, kadının sömürülmesine ve eziyet edilmesine karşı, koruyucu bir kalkandır. Kadının teniyle, derisiyle değil; insanî özellikleriyle topluma katılma arzusudur. Bir bilinçtir, bir cihaddır, bir ibâdettir tesettür.
Kim ne yorum yaparsa yapsın; başörtüsü Kur’an’ın emridir: “Mûmin hanımlara söyle: Gözlerini korusunlar, nâmus ve iffetlerini muhâfaza etsinler. Görünen kısmı müstesnâ olmak üzere, ziynetlerini (süslerini ve süs taktıkları organlarını) teşhir etmesinler. Başörtülerini, yakalarının üzerine(kadar) örtsünler…” (Nûr, 31).
Bazı makam düşkünü Bel’amların zırvalamaları gibi Başörtüsü teferruat değildir. Allah’ın Kur’an’da emrettiği bir farz teferruat, ayrıntı kabul edilemez. Bu mantık(sızlık)la, eğer başı örtmek teferruat ise, meselâ göğsü örtmek de teferruattır; çünkü o da aynı şekilde farzdır. Başörtüsü, çarpık yorumlarla önemsiz ve hizmet(!) için tâviz verilecek basitlikte görülemez, olmazsa da olur denilecek bir husus kabul edilemez.
Müslüman hanım, Ahzâb sûresi 59. âyete göre sadece vücudunu ve başını örtmekle emrolunmamış, aynı zamanda yabancı erkeklerden eziyet görmeyecek ölçüde ve iffetli olduklarını gösterecek biçimde cilbab (çekici olmayan ve baştan ayağa örten geniş ve kalın bir dış giysi) ile örtüneceklerdir. Bu özellik, başörtüsünün şeklini de, başörtüsü dışında dış giyimin nasıl olması gerektiğini ve bunun hikmetlerini de içermektedir. Vucudu örttüğü halde dış giysinin (cilbabın) içindeki bol elbise, -cilbabsız olarak- nasıl dışarıda tesettür için yeterli görülmüyorsa, aynı şekilde elbise desenlerinden daha çekici, allı güllü, bol süslü eşarplar ve kadını câzip gösteren kıyafetlerin de tesettürdeki temel espri ve hikmeti taşımayacağı bilinmelidir.
Bilindiği gibi, Nur sûresi 31. âyeti, kadınlara -istisnâ edilen şahıslar dışında- hiçbir erkeğe ziynetlerini göstermemelerini emretmekte. Ziynet, kadını güzel gösteren saç, makyaj, parfüm, takı, mücevherât ve elbise gibi şeyleri içine almaktadır.
Namahreme haram kokudan (parfümden) kaçınmak şarttır: “Bir kadın, güzel koku sürerek bir topluluktan geçer, onlar da ‘onun kokusu şöyle şöyleydi’ diye konuşurlar. Böyle (koku sürünmesi ve) söylenmesi çirkindir.”(Ebû Dâvud, hadis no: 351).
Konuşurken ciddî olma mecbûriyeti vardır: “...Eğer (Allah’tan) korkuyorsanız,(yabancı erkeklere karşı) çekici bir edâ ile konuşmayın; sonra kalbinde hastalık bulunan kimse ümide kapılır..” (Ahzâb 32)
Müslüman hanımın davranışı, yürüyüşü ağırbaşlı olmalı, dişiliğini, cinselliğini öne çıkarmamalıdır: “... Gizlemekte oldukları ziynetleri anlaşılsın diye, ayaklarını yere vurmasınlar(dikkatleri üzerlerine çekecek şekilde yürümesinler).” (Nûr, 31).
Tesettürdeki gâye ve hikmet, ulemânın ittifakı ve ümmetin icmâı ile, kadının yabancı erkeklere karşı cinsî câzibesini gizlemektir. O yüzden, kadının bileğindeki altın bileziğin gözükmesine izin vermeyen din, kadını daha süslü gösteren bir eşyanın, bir aksesuar veya başörtüsü ya da giysinin kullanımına da izin vermez. Nûr Sûresi, 31. âyet, kadının yabancı erkeklere ziynetlerini/süslerini (ve ziynet yerlerini) göstermesini yasaklar. Halbuki şimdiki pek çok başörtülerin ve dış giysilerin büyük oranda ziynet/süs unsuru olması, aranacak ilk vasıf sayılabiliyor, ziyneti örtmesi gereken şeyin kendisi tümüyle ziynet özelliğine uyuyorsa bu nasıl tesettür olabilir? Tuz yiyeceği kokmaktan korur; tuz kokarsa o yiyeceğin hali ne olur?
Başörtüsü, mûmin hanımlara sadece üniversitede farz olmamakta, bulûğa erdiği andan itibaren farz olmaktadır.
Müslüman bayan, erkeklerin de bulunduğu sosyal hareketlere katılır veya yabancı erkeklerle meşrû ölçüler içinde konuşurken, her şeyden önce dişiliğiyle değil; kişiliğiyle bulunmalıdır. Bir kadın için, sosyal hayatta tesettür her şey değil; bir şeydir. Onsuz olmaz ama, onunla da her şey tamamlanmış değildir.
Kahkaha gibi aşırı ve sesli gülme, yabancı erkeklerle şakalaşma, gereksiz samimi tavırlar, kadınsı işveler, yapmacık edâ ve sesin güzelleştirilmesi için doğal olmayan çabalar vb. iffetli müslüman bir hanıma yakışmayacak ve müslümanlarca yadırganacak ya da farklı gözle değerlendirilecek her türlü tavırdan kaçınılması gerekir.
Müslüman hanımın bu ölçülere riâyet etmeden sosyal hayatta yer alması ya da erkeklerle konuşması, hem kendine, hem dâvâsına, hem tesettürlü hanımlara, hem İslâm’a ve hem de müslüman kadınların toplumda müslümanca yer etmesi için gereken ortamın ve örfün oluşması önündeki zincirlerin kırılma çabalarına çok büyük zararlar verecektir.
Bugün çarşıda, pazarda, tezgâhta, masa ve kasa başında, başörtülü bayanların “örtülü çıplak” diye tanımlanabilecek başörtülü yozlaşmanın görüntülerini de şöyle özetleyelim:
Çarşaf ya da bol ve uzun pardösü benzeri bir dış giysinin tamamlamadığı bir kıyâfet.
Dış giysi cinsinden bir şey olmaksızın sadece başörtü, altına etek veya pantolon, üstüne bluz, elbise cinsinden bir şey giyerek çarşı pazarda dolaşma veya işyerlerinde ya da okullarda bu kıyafetle yabancı erkeklere (iş arkadaşlarına, sınıf arkadaşlarına, müşterilere…) gözükmek.
Konserlerde alkış ve ıslıkla da yetinmeyib dans eder gibi hareketlerle tempo tutup sanatçının ezgisine/şarkısına koro elemanı gibi katılan başörtülü kızlar kimse tarafından yadırganmıyor artık. Çarşılarda özgürce gezmekle tatmin olmayan başörtülü bayanların bir kısmı, deniz kenarlarında, park ve pastanelerde özgür takılıyorlar, herkesin içinde şuh kahkahalar atabiliyor, çarşıda (şimdilik) kız arkadaşlarıyla öpüşebiliyor, çok rahat tavır ve cıvık cinsellik kokan davranışlardan, bazen kol kola bir yabancı erkekle fingirdeşmekten bile çekinmiyorlar.
Hayır, bin kere hayır! Medine’de Kaynuka Oğullarından yahûdilerin, yüzünü açmak istedikleri ve onu savunan müslümanın bu zulmü yapanı öldürüp sonra şehid edilmesine sebeb olan ve Rasûlullah’ın bu olay akabinde uğrunda savaş verdiği hanımın örtüsü böyle değildi.
Maraş’ta savaş pahasına savunulan başörtüsü bu tip başörtüsü değildi.
Peygamberimiz (صلى الله عليه وسلم)’in “giyinik olduğu halde çıplak gibi görünen kadınları, Cehennem ehlinden” saymasının (Muslim, Libâs 125, Hadis no: 2128) sebebi üzerinde düşünülüyor mu dersiniz?
Rasulullah صلى الله عليه وسلم şöyle buyurmuştur: "Cehennemliklerden kendilerini dünyada henüz görmediğim iki grup vardır: Biri, sığır kuyrukları gibi kırbaçlarla(coplarla)insanları döven bir topluluk. Diğeri, giyinmiş oldukları halde çıplak görünen(örtülü çıplak) ve öteki kadınları kendileri gibi giyinmeye zorlayan ve başları deve hörgücüne benzeyen kadınlardır. İşte bu kadınlar cennete giremedikleri gibi, şu kadar uzak mesâfeden hissedilen kokusunu bile alamazlar." (Muslim, Cennet 52, 53, h. no: 2857, Libâs 125, hadis no: 2128)
“Ummetimin son zamanlarında açık ve çıplak kadınlar bulunacaktır. Başlarındaki saçlarının kıvrımları develerin hörgücü gibi olacaktır. Siz onları lânetleyin. Çünkü onlar mel’un kadınlardır.”
(Taberânî, Mu’cemu’s-Sağîr)
حَدَّثَنَا يَعْقُوبُ بْنُ كَعْبٍ الْأَنْطَاكِيُّ وَمُؤَمَّلُ بْنُ الْفَضْلِ الْحَرَّانِيُّ قَالَا حَدَّثَنَا الْوَلِيدُ عَنْ سَعِيدِ بْنِ بَشِيرٍ عَنْ قَتَادَةَ عَنْ خَالِدٍ قَالَ يَعْقُوبُ ابْنُ دُرَيْكٍ عَنْ عَائِشَةَ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهَا أَنَّ أَسْمَاءَ بِنْتَ أَبِي بَكْرٍ دَخَلَتْ عَلَى رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَعَلَيْهَا ثِيَابٌ رِقَاقٌ فَأَعْرَضَ عَنْهَا رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَقَالَ يَا أَسْمَاءُ إِنَّ الْمَرْأَةَ إِذَا بَلَغَتْ الْمَحِيضَ لَمْ تَصْلُحْ أَنْ يُرَى مِنْهَا إِلَّا هَذَا وَهَذَا وَأَشَارَ إِلَى وَجْهِهِ وَكَفَّيْهِ
قَالَ أَبُو دَاوُد هَذَا مُرْسَلٌ خَالِدُ بْنُ دُرَيْكٍ لَمْ يُدْرِكْ عَائِشَةَ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهَا
Âişe ( رَضِيَ اللَّهُ عَنْهَا )'den rivâyete göre, bir gün Ebû Bekir (r.anh)'in kızı Esmâ (ki, Peygamberimiz’in baldızıdır) ince bir elbise ile Allah Rasulu’nun huzuruna girmişti. قَالَ أَبُو دَاوُد هَذَا مُرْسَلٌ خَالِدُ بْنُ دُرَيْكٍ لَمْ يُدْرِكْ عَائِشَةَ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهَا
Rasulullah (s.a.v.) ondan yüzünü çevirdi ve şöyle buyurdu: “Ey Esmâ! Şubhesiz kadın ergenlik çağına ulaşınca, onun şu ve şu yerlerinden başkasının görünmesi uygun değildir.”
Peygamber bunu söylerken yüzüne ve avuçlarına işaret etmişti."
(Ebû Davûd, Libâs, Bab 31, 34, Hadis no: 4104
Zayıf, Hasen li Ğayrıhi Hadis, ayrıca Ravi zinciri kopuk.
Ebu Davud bu hadise Mursel demiştir. Çünkü Râvi Halid ibn Durayk, bunu Aişe radıyallahu anha'dan bizzat işitmemiştir, kendisine erişememiştir.
Ayrıca bu hadisin senedinde Saîd b. Beşîr Ebû Abdurrahman en-Nasrî vardır. Hadis uleması bu zatı çeşitli yönlerden zayıf kabul etmişlerdir. Nuraddin el Heysemi, Mecmau'z Zevâid, V, 137; Kurtubi, Câmi, XII, 152)
فَقَالَ يَا أَمَةَ الْجَبَّارِ جِئْتِ مِنْ الْمَسْجِدِ قَالَتْ نَعَمْ قَالَ وَلَهُ تَطَيَّبْتِ قَالَتْ نَعَمْ قَالَ إِنِّي سَمِعْتُ حِبِّي أَبَا الْقَاسِمِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَقُولُ لَا تُقْبَلُ صَلَاةٌ لِامْرَأَةٍ تَطَيَّبَتْ لِهَذَا الْمَسْجِدِ حَتَّى تَرْجِعَ فَتَغْتَسِلَ غُسْلَهَا مِنْ الْجَنَابَةِ
قَالَ أَبُو دَاوُد الْإِعْصَارُ غُبَارٌ
Ebu Ruhm'in azatlısı Ubeydullah'dan rivayet edildiğine göre; قَالَ أَبُو دَاوُد الْإِعْصَارُ غُبَارٌ
Ebû Hurayra (r.anh) bir kadınla karşılaştı. Kadından esans kokusu hissetti eteğinde de (yukarı doğru yükselen kokulu) toz vardı.
Kadına: "Ey Cebbar (olan Allah'ın) cariyesi, Mescidden mi geliyorsun?" dedi.
Kadın: Evet
Onun için mi koku süründün?
-Evet
Ben Sevgili Nebiim Ebu'l-Kasım'ı şöyle derken işittim: "Şu mescid için koku sürünen bir kadın'ın namazı (evine) dönüpte cunublükten dolayı guslettiği gibi gusledinceye kadar, kabul edilmez."
(Ebû Dâvûd, Tereccul bahsi, Bab 7, Hadis no: 4174; İbn Mâce, Fiten; Nesai, K. az-zinet bab: 35, Hadis No: 5129)
Hasen li Ğayrihi bir hadistir.
Nesai’nin rivayetine göre Efendimiz "Kokusunu almaları için bir toplumun yanına varan kadın zinakardır." buyurmuştur. (Nesai, K. az-zinet bab: 35, Hadis No 5129; Ebu Davud, K. et-Tereccul, bab: 7 Hadis No 4174; Tirmizi, K. el-Edeb, bab: 35, Hadis No2786; Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/138-143.) Tirmizî'deki rivayette de, "O kadın şöyle şöyle yani zinakardır." buyurduğu bildirilmiştir.
Rasulullah'ın yabancı erkekler için koku sürünen bir kadın için, "Zinakar" tabirini kullanması, mecazi bir tabirdir. Yani bu kadın o haliyle içinden erkekleri arzulamış ve onların kendisine bakmasına sebeb olmuştur. Bu da göz zinasıdır. Nebi (s.a.v.) Efendimiz, bu hadisde ağır bir dil kullanarak, kadınları bu tür davranışlardan men etmek istemiştir. Maksadı O kadının bilinen manasıyla zinakar olduğunu ifade değildir.
Hâdis-i şerifte, Ebû Hurayra (r.anh); Nebi’i, camiye gitmek için güzel koku sürünen bir kadının cenabetten dolayı gusl ettiği gibi gusl etmedikçe namazının kabul edilmeyeceğini söylediğini belirtmiştir. Hadisin zahiri, böyle bir kadının hemen gidip, vücudunun tamamını yıkaması gerektiğine delâlet etmektedir. Avnu'l-Mabud Muellifi bu manayı tercih etmiştir. Aliyyu'l-Kari ise, "Kadın vücudunun tamamına koku sürünmüşse gusleder, bir kısmına sürünmüşse sadece koku sürülen kısmı yıkar" demektedir. Bu hadis sahîhse ya hüküm sonradan kaldırılmıştır. Yada Aliyy'ul Kârî'nin dediği gibi maksat kokunun giderilmesidir. Çünkü bu hâl, namaz'ın kabulüne mâni görünmez. Munzirî, bu hadisin râvîleri arasında Asım b. Ubeydullah El-Amrî'nin bulunduğunu ve onun hadislerinin delil olamayacağını belirtir.
Kadın; kocası için güzelleşebilir, süslenir ve ona etki edecek kokular sürünür. Yabancı erkekler için ise, bunların hiç birisi caiz değildir. Bu tür davranışlar şehvetlerin kabarmasına, akılların çelinmesine ve çirkin sonuçların doğmasına sebeb olabilir. Bu da, en büyük günahların irtikabı, ailelerinin dağılması ve toplum’un kokuşması sonucunu doğurur.
Mescid gibi en kutsal bir yere dahi koku sürünerek giden bir kadının hali böyleyse, çarşı-pazarlarda gezinmek ve eğlenmek için en çekici kokuları sürünen kadınların hali acaba nasıl olur!
Peygamber, bunların Cennete giremeyeceği gibi, Cennetin kokusunu dahi alamayacağını belirtmiştir.
Şeriatın koyduğu ölçülere uymayan, yani ince, dar ve uzuvları gösteren elbiseler giyen ya da vücudunda örtmesi gereken yerleri örtmeyen kadınlar “örtülü çıplaklardır”.
Kadınların bu şekilde giyinmesi, küçük günahlardan olsaydı, Peygamber, onları Cehennem ehlinden saymaz, Cennetin kokusunu dahi alamayacaklarını söylemezdi. Farz edelim ki, söz konusu şekilde giyinmek, küçük günahlardandır. Bu durumda küçük günahlarda ısrar etmenin, günahı büyüteceğini bilmiyorlar mı? Bilinmelidir ki, “sürekli yapılan hiçbir günah, küçük; tevbe edilen hiçbir günah da büyük değildir.”
“Bunlar (iki inanç, iki grup) arasında bocalayıp durmaktalar; ne onlara (bağlanıyorlar, benziyorlar) ne bunlara. Allah’ın şaşırttığı kimseye asla bir (çıkar) yol bulamazsın.” (Nisâ, 143).
Hem Allah’ı, hem şeytanı râdı etmeye çalışmak, sadece şeytanı râdı edecek gülünç tavırlara, aldatış ve aldanışlara götürür insanı.
“Yoksa siz Kitab’ın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Sizden öyle davrananların cezâsı ancak dünya hayatında rezillik, rusvaylıktır; Kıyâmet gününde ise en şiddetli azâba itilmektir. Allah, sizin yapmakta olduklarınızdan asla gâfil değildir.”(Bakara, 85)
“Yoksa onların, dinden Allah’ın izin vermediği şeyleri şeriat (dinî kaide) kılan şirk koştukları ortakları mı var? Eğer azâbı erteleme sözü olmasaydı, derhal aralarında hüküm verilirdi (işleri bitirilir). Şubhesiz zâlimler için can yakıcı bir âzab vardır.” (Şu'râ, 21).
Bütün bunların yanında saçının tekinin bile gözükmemesine ciddi özen gösterilerek takınılan ve çoğunlukla “bone”li başörtüsü; rengârenk, bin bir desen, cıvıl cıvıl. Anadolu’daki fazla kültürlü olmayan bayanların kıyafetinin diğer bölümlerinde bu denli yozlaşma olmamasına rağmen, başörtü bağlama konusunda biraz ihmalkârlık biraz alışkanlık gereği, yer yer saçlarından bir kısmının bazen veya devamlı gözükebilecek şekilde başörtüsünde gevşek davranmalarına tam ters bir uygulamayı andırıyor, büyük şehirlerdeki bu fotoğraf. Çok kültürlü olmayan halk sınıfından geleneksel örtünmeyi sürdüren bayanlar, başörtü örtme biçimine kadar örfleştirib âdetleştirdikleri şuursuzca örtünme görüntüsü sergilerken, onlardan ayrıldığını gösterme ihtiyacı duyan ve kültürlü olduğunu düşünen modern örtülü bayanlar da, saçlarını örtme konusunda gösterdikleri titizliği; başörtüsünün süslü câzibiyetinden kaçınma hususunda, başörtüsü dışındaki giysi ve tavır konusunda (sanki bilinçli ve kasıtlı bir tavırla) göstermekten kaçınıyorlar.
Renk-renk, moda moda başörtüler; atlası, ipeği, yerlisi, ithali, bin bir çeşit… Ama, farklı etiketlere, değişik firma isimlerine aldanmayın; hepsinin markası tek: “Bak bana!” marka.
Dışı kâfirleri hâlâ yakmayı sürdüren başörtüsü, içi müslümanları yakmaya başladı.
Müslüman, İmam-Hatiblerde ve üniversitelerde fazla bir şey değil, sadece başörtüsü istiyor artık. Kitabın tümüne inanması, İlâhî hükümlerin hepsine teslim olması gereken müslüman, imandan da önce gelen tâğutun kurum ve kurallarını, câhiliyye anlayış ve uygulamalarını tümüyle reddetmiyor.
Hakkını, hem de insan ve müslüman olmanın gerektirdiği binlerce haktan küçük bir hakkını, müslüman; mucâhide has bir üslûpla değil; demokratik yollardan, sadece imza toplayarak, telgraf çekerek, yürüyüş yaparak istemeyi tercih ediyor. Kâfirler de canları isterse, bir lütuf ve bağış olarak, karşılığında, müslümanlardan nicelerini kendi saflarına çekme ve nice tâvizler alıp, müslümanları iğdiş etme pahasına lütfen kabul edecekler. Etmeseler ne olacak? Hiiiç! Ayrıca, bugünkü düzen içinde ve bu eğitim sisteminde başörtüsü tümüyle serbest olsa iş bitecek, sorumluluk gidecek, istekler sona erecek, din tamamlanacak mıdır? Müslüman, nelere rıdâ gösteriyor, neleri savunma durumuna geliyor, ne için çırpınıyor, ne isteyib nelerle yetiniyor, kimin rıdâsı için ne yapıyor... Kur'an ışığında bunları iyi düşünmesi lâzımdır.
Tesettür anlayışı konusunda İslâm'la bugünkü müslüman arasında dağlar kadar fark oluşmuş durumda. İslâm, sadece başörtüsünü, sadece türbanı emretmiyor elbette. Tesettür bununla bitmiyor. Sınıflarda pardösü çıkarılarak etek-bluzla oturan; kanı kaynayan genç erkeklerin ve öğretmenlerin her türlü bakış ve tavırlarına, sözle ve gözle saldırılarına muhâtab korumasız bir kızcağız. Evinde erkek misâfirlere bile gözükmeyen hoca-hacı çocuğu bu müslüman kızların, amfi ve sınıflardaki, kantinlerdeki kızlı erkekli karma eğitim ve eritim içinde bulunmasının nasıl bir tezat teşkil ettiği kimsenin eleştirisini bile almıyor.
Giysinin temel olarak üç özelliği vardır: Tesettür (örtme), koruma ve süs. Bunlar içinde en önemlisi, giysinin insanı örtme özelliğidir, yani tesettür. Giysiden mahrum kalmak, çıplaklık, insanı cennetten çıkaran isyanın görüntüsü olduğu gibi, şeytanın bu yolla insanı belâya uğratıp cennete girmesine engel olmasına fırsat vermektir.
Şeytan Cennette Âdem (a.s.) ve eşinin çıplak olması için bütün planlarını kurmuş ve onların cennetten çıkarılmalarına sebeb olmuştu. Onlar da birlikte Rabb'lerine yönelip afv talebinde bulundular, örtündüler ve Allah da onları affetti. “Ey Âdem oğulları! Şeytan, ana-babanızı (Âdem ve Havvâ’yı), çirkin yerlerini kendilerine göstermek için elbiselerini soyarak Cennetten çıkardığı gibi sizi de şaşırtıp bir fitneye/belâya düşürmesin. Çünkü O ve kabilesi, Sizin Onları göremeyeceğiniz yerden sizi görürler. Şubhesiz Biz şeytanları iman etmeyenlerin dostları kıldık.” (A’râf, 27).
Âdem (a.s.) ve Havvâ’da isyanın sonucu, Cennetten çıkarılmanın alâmeti olarak ortaya çıkan çıplaklık, bu kişilerin nesillerinde Cennete girmeye engel sebeblerden biri, isyanın görüntüsü, şeytana uymanın özelliğidir.
Çıplaklardan hoşlanmayan, hele onlarla asla evlenmek istemeyen çok sayıda muhâfazakâr genç erkek var; bunlar için de çarşıda pazarda delikanlıların ilgisini kendisine çekmeye çalışan ve bu erkeklerin zevkle bakıp (tabii ki iyi niyetle canım(!)) hoşlanacağı tipler gerekli. Piyasa şartları böyle oluşacak, bir taraftan fitne kazanı kaynarken, bir taraftan başörtüsü sektörü piyasaları canlandıracak, her çeşidiyle sömürü artmış olacak.
“Günün hatta akşamın her saatinde bunca başörtülü kızın çarşıda sokakta ne işi var?” diyen bile artık yok. Evi hapishane gibi gören kızlar ve genç kadınlar artık sokaklarda göz hapsinde yaşadıklarını, özgürlük adına erkeklerin göz zevklerine gönüllü kölelik yaptıklarını ya düşünmüyor, ya da bundan şeytânî şekilde zevk alıyorlar. İslâmî ahlâkın sokaklara hâkim olmadığı bugünkü çarşı ve pazarlar, hanımıyla erkeğiyle müslümanların, özellikle gençlerin ancak çok zarûrî bir işleri varsa, zarûret miktarı çıkıp dönecekleri (benzetme yerinde ise tuvalet gibi) mekânlardır.
Kapitalistleşen ve Allah korkusundan sıyrılan insanların mâbedi ve köle pazarı haline gelen, kapitalizmin can damarı çarşı ve pazarların Allah nazarındaki yerini Peygamberimiz belirtiyor:
“Allah’ın en çok sevdiği yerler mescidlerdir. Allah’ın en fazla nefret ettiği yerler de çarşı ve pazarlardır.”(Muslim, Mesâcid 288, hadis no: 671)
Günümüzde tahrif edilen anlayışlardan bazılarını aşağıya aktaralım:
Peygamberimiz, zevceleri Ummu Seleme ve Meymûne vâlidelerimizle oturuyorlarken ashâb-ı kirâmdan görme özürlü Abdullah ibn Umm-i Mektûm çıkagelince Peygamberimiz eşlerine: “Bu zâttan korunun, ona karşı örtünün” buyurdu.
Ummu Seleme annemiz de: “Yâ Rasûlallah! Bu zât âmâ değil midir? O bizi görmez, tanımaz ki (ondan sakınalım)!” deyiverdi.
Bu söz üzerine Peygamberimiz mûmin kadınlara ölçü olan şu cevabı verdi:
“Evet (o a’mâdır, görmüyor), ama siz de mi körsünüz? Siz de mi onu görmüyorsunuz? (Gözlerinizi koruyun ve tesettüre uyun).”
(Ebû Dâvud, Libas 37, hadis no: 4112; İbn Kesir, Tefsîr, 3/283)
“Allah, peruk takana ve taktıran kadına lânet etsin!”
(Buhârî, Libâs 86, Tıbb 36; Muslim, Libâs 119, hadis no: 2124; Nesâî, Ziynet 25)
“Rasulullah (s.a.v.) kadın gibi giyinen erkeğe, erkek gibi giyinen kadına lânet etti.”
(Ebû Dâvud, Libâs 28; Ahmed bin Hanbel, II/325)
“Erkek, erkeğin avrat yerine, kadın da kadının avret yerine bakamaz...”
(Muslim, Hayz 74; Tirmizî, Edeb 38; İbn Mâce, Tahâret 137)
“Hiçbiriniz, yanında mahrami bulunmayan bir kadınla baş başa kalmasın.”
(Buhârî, Nikâh 11, Cihâd 140; Muslim, Hacc 424; Tirmizî, Radâ’ 1; Fiten 7)
PEÇE
Peçe kelimesi İtalyanca "pezzeto"dan alınmıştır. Peçelemek, bir şeyi belli olmaması, seçilmemesi için örterek gizlemek demektir. Günümüzde ülkemizin bazı yörelerinde ve diğer bazı İslâm ülkelerinde özellikle genç kadınların sokakta yabancı erkeklere karşı yüzlerine baş örtülerinden ayrı olarak, yüzü göstermeyen fakat bunu takanın dışarıyı görebileceği bir tül taktıkları görülür. Kimi zaman da baş örtüsünün bir bölümü ile iki göz veya bir gözün dışında kalan yüz kısmı örtülür.Yüz'ün örtülmesine ait ayetlerde bir açıklık yoktur. Ancak "ziynetlerini veya ziynet yerlerini açmasınlar" ifadesinden, kadının yüzünün ziynet ve güzellik yeri olduğu düşünülerek bu kısmın örtülmesi gerekip gerekmediği İslâm hukukçularınca tartışılmıştır.
Hanefi ve Mâlikîlere göre, örtünmeyi emreden ayette; "ziynetlerden açıkta kalan yerler mustesnâ" (Nûr, 31) ifadesi; kadının sokakta örtmek zorunda olmadığı bazı yerlerinin bulunduğunu gösterir. Bu yerler de yüz ve ellerden ibarettir. Bazı sahabe ve tâbiîlerden bu görüş nakledilmiştir. Saîd b. Cubeyr, Atâ ve Dahhâk bunlardandır (et-Taberî, Câmiul-Beyân fî Tefsîril-Kur'an, XVIII, 118)
Bu konuda dayanılan önemli delillerden birisi de Âişe (r.anhâ) dan nakledilen şu hadistir:
Ebû Bekr'in ( رضي الله عنه ) kızı Esmâ , üzerinde ince bir elbise varken, Allah Rasulunun yanına geldi.
Rasulullah (s.a.v) Ondan yüz çevirerek şöyle buyurdu:
"Ey Esmâ! Kadın âdet görme yaşına ulaşınca şurası ve şurasından başka yerinin görülmesi uygun değildir. " O, bunu söylerken yüzünü ve ellerini gösterdi"
(Ebû Davûd, Libâs, Bab 31, 34, Hadis no: 4104; Kurtubî, el-Câmi' Li Ahkâmil-Kur'an, Beyrut 1405, XII, 229)
Zayıf Hadis, Ravi zinciri kopuk.
Ebû Dâvûd dedi ki: Bu (hadis) murseldir. (Çünkü) Halid b. Durayk, Aişe (ranha)'ya erişmemiştir.
Ayrıca kadının namazda ellerini ve yüzünü açık tutabileceği konusunda görüş birliği vardır. Namaz dışında da bu yerlerin avret sayılmaması gerekir. Çünkü namazda avret yerlerinin örtülmesi farzdır. Bu yerlerin örtülmemesi, farz olmadığını gösterir. Kadın Hac'da da el ve yüzünü açık tutmaktadır.
Kadın iş yaparken, gerekli eşyayı tutarken ve hatta örtüsünü örterken bile ellerini açmaya muhtaç olduğu gibi, çevresini görme, nefes alıp verme bakımından yüzünü örtmesinde güçlük vardır. Diğer yandan şahidlikte, mahkemede ve nikâh gibi muamelelerde yüzün açılmasına ihtiyaç vardır. Bu yüzden "zaruretler kendi miktarlarınca takdir olunur" kaidesince bunların açılmasında bir sakınca yoktur. (Elmalılı, Hak Dini Kur'an Dili, İstanbul 1960, V, 3505, 3506).
Şâfiî ve Hanbelîlere göre yüz ve eller de avrat yeri sayılır. Onlara göre, "Ziynetlerini açmasınlar" ayeti, ziynetin açılmasını yasaklamaktadır. Ziynet de ya yaratılıştan olur yüz ve eller de bu kapsama girer. Ya da dışarıdan süsleme şeklinde olur. Elbise, mücevherat, boyama, kaş yakınma gibi. Ayet, ziynetlerin açılmasını mutlak olarak yasakladığına göre, yabancı erkeklerin yanında ziynet sayılan yerlerin açılmaması gerekir. Bu iki mezheb, "Ziynetlerden açıkta kalan kısım mustesnâ..." ifadesini kasıt ve tasarlama olmaksızın kendiliğinden rüzgar, bağın çözülmesi vb. sebeblerle örtünün açılması şeklinde te'vil etmiştir. (Muhammed Alî es-Sâbûnî, Tefsîru Âyâtil-Ahkâm, Dımaşk 1397/ 1977, II, 155).
Hadisten dayandıkları deliller şunlardır:
Cabir b. Abdillah ( رضي الله عنه ) , "Allah elçisine, ansızın bakışın durumunu sordum. "Gözünü çevir" buyurdu" demiştir. (Ebû Dâvud Nikâh, 43; Tirmizî, Edeb, 28; Ahmed b. Hanbel, IV, 358, 361)
Ansızın bakılan yerin, kadının eli ve yüzü olması akla ilk gelen husustur.
Taberî, İbni Sirin'den şöyle nakleder: Abide es-Selmanî (r.a.)'den, “...Dış elbiselerinden üstlerine giymelerini söyle.” âyetinin manasını sordum. Büyük bir çarşaf alarak onunla bütün vücudunu örttü. Başını ta kaşlarına kadar kapattı. Yüzünü de tamamen kapattı. Yalnız sol gözünü açık bıraktı. Böylece âyeti fiili olarak tefsir etti. Bunun benzeri İbni Abbas (r.anhuma)'dan da nakledilmiştir. (Taberi. Tefsir. C. 22.)
Ebussuud Efendi ( رَحِمَہُ اللّہُ ): “Cilbab’tan maksad, çok geniş ve uzun bir örtüdür. Kadın bununla başını örttüğü gibi yüzünü ve göğsünü de örterek ayaklarına kadar salar. Buna göre âyetin manası, ‘Kadınlar dışarıya veya yabancı bir erkeğin karşısına çıkacakları zaman bu örtüyle yüzlerini ve bütün vucudlarını örtsünler.’ olur. Suddî de âyetin tefsirinde, «Kadın alnını ve yüzünü örter. Yalnız bir tek gözü açık kalır.» demiştir.”
Abdullah b. Abbas (r.anhumâ)'dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Allah Rasulu, Fadl b. Abbas'ı hacda terikesine almıştı. Fadl, güzel saçlı ve yakışıklı bir genç idi. Bir kadın gelipb Allah Rasulunden fetvâ sordu. Fadl ona bakıyor, o da Fadl'a bakıyordu. Allah Rasulu, Fadl'ın yüzünü öbür yana çevirdi" (Buharî, Meğazî, 77; Hac, I ; Muslim, Hac, 407).
Görüşlerin ortası (değerlendirme):
Buradaki örtme, fitneye düşme, yani zinaya yol açma tehlikesi yüzündendir. Ancak hadislerde "kadının yüzünü örtünüz" veya "kadının yüzü de avrettir" anlamı açıkça ifade edilmemiştir. Bazı sahabilerin kadınlara şehvetle bakmaları veya anlamlı bakışlarıyla kadınları rahatsız etmeleri önlenmek istenmiştir. Böyle bir fitne korkusu doğunca, mûmin kadınların da iffetlerini koruması ve erkeklerin dikkatli bakışlarına hedef olmaması amaçlanmalıdır. Sahabe hanımlarının yüzlerini örttükleri açık olarak nakledilmediği için, bu konuda bir icma'ın varlığından söz edilemeyecektir. Fakat fitne ortamlarının hakim olduğu küfür diyarlarında genç; ve güzel bazı bayanların, erkeklerin rahatsız edici bakışlarından korunmak ve gönül dünyalarını daha temiz tutabilmek için başvuracakları bir korunma biçimidir.
(Kurtubî, a.g.e., XII, 229 vd.; es-Sâbunî, a.g.e., II, 154 vd.; et-Taberî, a.g.e., XVIII, 118; Muhammed Eyyûb Kâkül, 2. baskı, Suriye t.y., s. 27 vd.; Elmalılı, a.g.e., V, 3505 vd.; İbrahim Cemel, Müslüman Kadının Fıkıh Kitabı, terc. Beşir Eryarsoy, İstanbul 1989, s. 124 vd.; Faruk Beşer, Hanımlara Özel İlmihal, İstanbul 1989, sf: 243 vd.).
Tesettur Hakkında Bildirilenler :
İbni Cevzi, İbnu Kuteybe’den naklen şöyle der: Başlarını ve yüzlerini örtmelerini söyle ki onların hür oldukları bilinsin. Ayetteki celabib kelimesin den maksat, normal elbiselerin üzerini kapatacak ve vücut hatlarını göstermeyecek bir örtüdür.
Ebu’s- Suud Efendi : Cilbab’dan maksad, çok geniş ve uzun bir örtüdür. Kadın bununla başını örttüğü gibi yüzünü ve göğsünü de örterek ayaklarına kadar salar. Buna göre ayetin manası Kadınlar dışarıya veya yabancı erkek karşısına çıkacağı zaman bu örtüyle yüzlerini ve bütün vücutlarını örtsünler olur. Es Suddî de ayetin tefsirinde Kadın alnını ve yüzünü yalnız bir gözü açık kalacak şekilde örter demiştir.
İbni Abbas derki : Kadın cilbabını alnının üzerine indirir ve oradan sıkar. Alttan da burnunun üzerine kadar kapatır. Yalnız gözleri açık kalmalıdır. Yüzünün kalan kısmı ile göğsünü tamamen kapatmalıdır.
Ummu Seleme dedi ki : Ahzab suresi 59. ayetinin (cilbab ayeti) nuzûlunden sonra Ensar kadınları siyah çarşaflarına büründüler. Sanki hepsinin başlarında birer karga vardı. (Cesas, Ahkamu'l-Kur'an, c.1, s.372; Muhammed Ali Sabuni, c.2, sf: 382)
Safiyye binti Şeybe şöyle anlatır: Biz Aişe ile birlikte idik. Kurayş kadınlarından ve onların üstünlüklerinden söz ediyorduk.
Aişe dedi ki: “Şubhesiz Kurayş kadınlarının bir takım üstünlükleri vardır. Ancak ben, Allaha yemin olsun ki, Allah'ın kitabını daha çok tasdik eden ve bu kitaba daha kuvvetle inanan Ensar kadınlarından daha faziletlisini görmedim. Nitekim, Nur süresindeki Kadınlar baş örtülerini yakalarının üstüne taksınlar ayeti inince, onların erkekleri bu ayetleri okuyarak eve döndüler. Bu erkekler eşlerine, kız, kız kardeş ve hısımlarına bunları okudular. Bu kadınlardan her biri etek kumaşlarından, Allah'ın kitabını tasdik ve ona iman ederek baş örtüşü hazırladılar. Ertesi sabah, Peygamberin arkasında baş örtüleriyle sabah namazına durdular. Sanki onların başları üstünde kargalar vardı.”
(Buhari : Tefsiru Sure 24/12 - Ebu Davud : Libas 29 - Ahmed b. Hanbel : VI 188)
Aişe (r.anha) dedi ki: “Allah ilk muhacir hanımlara rahmet eylesin. Hicab emri gelince elbiselerinin bir parçası ile yüzlerini örttüler.”
Muhammed Mahmud Hicazi; Ahzab 59. ayetini şu şekilde manalandırmıştır. Ey peygamber; Zevcelerine, kızlarına ve muminlerin kadınlarına de ki; örtülerini üzerlerine salsınlar, bedenlerinin tümünü örtsünler, yolu görebilecekleri kadar mustesna olmak üzere yüzlerini de örtsünler.
Şafi ve Nesefi; Cilbab çarşaftır derler.
Alusi; Kadınlar cilbablarını bütün bedenlerini örtecek şekilde giyerler bir parçasını da başörtüsü yapıp yüzlerini de örterler.
Zemahşeri, Mahalli, Kasani ve İbni Abidin; Cilbab bir parçası ile başın ve yüzün, diğer parçasıyla bedenin üzerine bırakılmak suretiyle bütün vücudun örtüldüğü örtüdür.
Kurtubi; Gerçek şu ki, cilbab bütün bedeni örten ve kabarık kısmını göstermeyen örtüdür.
Çarşafın Osmanlı - Türkiye'deki tarihçesi
Çarşaf kelimesi, Farsça çader-şepten [gece örtüsü] bozularak Türkçe’ye girmiştir; tesettür için ev dışında giyilen üstlüktür.
Tanzimatta hacca giden İran'lılardan alınan çarşaf, önceleri bid’at sayılıp pek tutulmamışsa da, 1870’ten sonra yaygınlaştı. Daha sonra II. Abdulhamid Han, 4 Ramazan 1309 (2 Nisan 1892) tarihli bir emirle çarşafı yasakladı. (Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi)
Yaşmak ile ferace giyilirken, 1872’de Subhi Paşanın Suriye valiliğinden dönüşünde ailesi Suriye’den getirdikleri çarşafla görününce, İstanbul’da çarşaf moda oldu. (Musahibzade Celal, Eski İstanbul Yaşayışı)
1889’dan sonra açık feraceli iki paşa kızına birkaç külhanbeyi laf atıp feracelerini yırtınca, bu defa çarşafa rağbet arttı. Bid’at diyenler de giydi. (Sermed Muhtar Alus, Aylık Ansiklopedisi sayı 36)
1913’te yüz binlerce Balkan muhacirleri İstanbul’a Ortodoks kadınlarının giydiği siyah çarşafı ile gelmişti. Zamanla bu da İstanbul’a yayıldı. Hükümetin zaten uğraşacak hâli yoktu, çarşafa mani olamadı. (M. Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimler sözlüğü)
3 Ekim 1883’te Şeyh-ul-İslamın teklifi ve padişahın emriyle ferace dışında bir şey giymek yasaklandı. Daha sonra çarşaf da giyildi. O zamanki çarşaflar farklı idi. (Vakit. 4.10.1883)
Burka
***
İlgili Konu:
Kadın Eli ve Yüzünü Namahrem Erkeğe Göstermesi Helal mı?
Çözüldü - Kadının Kınalı Elini Namahrem Erkeğe Göstermesi Helal mı?
Esselamu aleyküm ve rahmetullah ve berakatuhu. Benim bir arkadaşım " Elimde egzama var ve kına yakmak iyi geliyor elime fakat bir gün bir bayan bana yabancı erkekler Kınalı elini görürse günahtır dedi. " bana bu konu hakkında bilgim olup olmadığını sordu. Ben kınanın helal olduğunu...
www.islam-tr.org