Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

İlmi Konu Risale-i Nur'larda Tezat ve Yanlışlıklar! (Kitab)

ABDULHAK Çevrimdışı

ABDULHAK

الإذلال هو بعيد عنا
Admin
RİSALE-İ NUR'LARDA TEZAT VE YANLIŞLIKLAR !

1 _
images
MUHAKEMAT
kitabında HADİS DEĞİLDİR dediği bir sözü , LEMALAR kitabında " SAHİH HADİSTİR " diyerek anlatmıştır.


AYNI SÖZE SAHİH HADİSTİR DEDİĞİNİN İSBATI :
Sözler yayınları 1990 basım , Lemalar , Ondördüncü Lema :
" .....
Bu defaki sualinizde diyorsunuz ki : Hocalar diyorlar . Arz öküz ve balık üstünde duruyor . Halbuki arz , muallakta bir yıldız gibi gezdiğini coğrafya görüyor. Ne öküz var ne de balık ?


Elcevab : İbni Abbas (r.a.) gibi zatlara isnad edilen sahih bir rivayet var ki , Resul-i Ekrem Aleyhissealatu Vesselamdan sormuşlar . Dünya ne üstünde duruyor. Ferman etmiş .
Öküzün ve Balık'ın üzerinde duruyor , ila Ahir..."

İnternetteki yayınlanan kitabdan :

ONDÖRDÜNCÜ LEM'A
"İki Makam"dır.
BİRİNCİ MAKAM: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'dan sorulmuş ki: "Arz ne üstünde duruyor?" Resul-i Ekrem Aleyhissalâtu Vesselâm ferman etmiş:
عَلَى الثَّوْرِ وَالْحُوتِ Yâni "Öküz ve balık üstünde duruyor." Şu Hadîse dair çok münakaşat vardır. Coğrafyacılar, hâşâ bu Hadîsi inkâr ediyorlar.

İşte bu Hadîsin hakikî mânâsını üç vecihle, bu Risalenin Birinci Makamı öyle bir tarzda beyan ediyor ki; münkirlerin zerre mikdar insafı varsa ve Coğrafyacıların hakka karşı zerre mikdar iz'anları bulunsa, bu Hadîsi, bâhir bir mu'cize-i Ahmediye (A.S.M.) sayacaklardır. Çünki o üç cevap hem hakikî ve kat'î, hem manidardırlar.

AYNI SÖZE UYDURMA , İSRAİLİYATTIR DEDİĞİNİN İSBATI

Zehra Yayıncılık , MUHAKEMAT kitabı sayfa 51 -52 ikinci mesele

İkinci Mesele :
Puşide olmasın , Sevr (öküz) ve Hut (balık)'un kıssa-i meşhuresi İslamiyetin dahil ve tufeylisidir. Ravisiyle beraber Müslüman olmuştur. İstersen Mukaddeme-i Salise'ye git göreceksin hangi kapıdan daire-i İslamiyet'e dahil olmuştur. Amma İbn-i Abbas'a olan nisbetin ittisali ise Dördünce Mukaddeme'nin ayinesine bak , o ilhakın sırrını göreceksin .


İnternetteki yayınlanan kitabdan

İkinci Mesele
Pûşide olmasın, Sevr ve Hûtun kısas-ı meşhuresi, İslâmiyetin dahil ve tufeylîsidir. Râvisiyle beraber Müslüman olmuştur. İstersen, Mukaddeme-i Saliseye git, göreceksin, hangi kapıdan daire-i İslâmiyete dahil olmuştur.
Amma, İbn-i Abbas’a olan nispetin ittisali ise: Dördüncü Mukaddemenin aynasına bak; o ilhakın sırrını göreceksin. Bundan sonra mervîdir: "Arz, Sevr ve Hût üzerindedir." Hadis olarak rivayet ediliyor.
Evvelâ: Teslim etmiyoruz ki, hadistir. Zira, İsrailiyatın nişanı vardır.
Saniyen: Hadis olsa da zaaf-ı ittisal için yalnız zannı ifade eden âhâddendir. Akideye dahil olmaz. Zira yakîn şarttır.


Şimdi bizim cevabımıza gelelim :

Rasulullah şöyle dedi diye başlanılan sözün (hadis) rasulullahın ağzından çıkmış olduğunu kanıtlamak için hadis usulüne göre sened , ravi , vurud gibi siga'sını saymanızla mümkündür. Bu da hadis usulüne vakıf alimlerin onaylaması demektir .
Bu hadisi böyle bir ilme vakıf olan alimlere sorduğumuzda “bu sözün uydurma olduğunu , hiç bir muteber hadis kitabında geçmediğini bildirmişlerdir”.


Daha sonra bu sözü Nurcuların çeşitli fraksiyonlarındaki abilerine sorduğumuzda , otomatik olarak yazdırılan !! kitabda olması hasebiyle kabul ettiler fakat sahih bir kaynak sunamadılar.
Kaynak olarak şu hadis kitablarını (Hâkim, el-Mustedrak: 4:636; el-Munzirî, et-Terğib ve’t-Terhîb: 4:257; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid: 8:131) sunanlar oldular. Fakat bu verilen kaynaklara kendileri bakmadıkları ya da konumuz olan söz olmadığını, araştırımaktan üşenenler için cevab vermiş sayılacaklarını umdular . Çünkü bu kaynaklarda bahsimiz olan dünya öküz ve balık üzerinedir sözü bulunmamaktadır. Aşağıya ekleyeceğim hadis ve yorumlar geçmektedir.
Bunun da mevzu olan sözün senediyle ilgisi yoktur .
Ebu Zer (r.anh)’dan:
“Rasulullah (s.a.v.) bir gün şöyle dedi: “
Bu güneş nereye gider bilir misiniz?”
Oradakiler: ALLAH ve Rasulû bilirdediler.
Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: Güneş, arşın altındaki yerine gidinceye kadar döner. Oraya varınca secdeye kapanır ve o şekilde kalır. Sonra Ona: Kalk! Çıktığın yere dön, denilir. Çıktığı yere döner ve oradan doğar. Bu durum insanlara farklı gelmeyecek şekilde devam eder. Ve yine arşın altındaki yerine gelir.
Ona
:
Kalk! Geldiğin yoldan geri dön, denilir. Bunun üzerine o da batış yerinden doğar.”
Rasulullah (s.a.v.): Biliyor musunuz bu ne zaman olur? Bu önceden iman etmemiş yada imanında bir hayır kazanmamış olan kimseye artık imanının bir fayda sağlamayacağı zaman da olur” dedi.”
(Muslim, İmân (2/195-196 Nevevi Şerhi.
Buhari özet olarak, Tefsir (8/541 Fethu’l-Bâri), Tevhid (13/404 Fethu’l-Bâri)


Ayrıca bu söz için sizi TEFSİRDE İSRAİLİYAT isimli kitabın 115-117 arasını okumanızı öneririm :
Doç dr, Abdullah Aydemir , Beyan yayınları


îbnü Abbas'tan mervî konu ile ilgili rivayet:
Bidayette Cenabı Hakkın Argı suyun üzerinde bulunuyordu. ALLAH yarattıklarından hig birini (su)'dan önce yaratmış değildir. Cenabı Hak, diğer varlıkları yaratmayı arzu edince sudan bir duman çıkardı. Duman suyun üzerinde yükseldi; ALLAH bu yükselen varlığa sema (gök) adını verdi. Bundan sonra ALLAH suyu kurutarak onu tek bir yer haline getirdi. Bundan sonra yeri parçalara ayırdı, onu yedi parça yaptı. Bunları pazar ve pazartesi olmak üzere iki gün içinde yarattı.

ALLAH, yeri balık üzerinde yarattı. Bu balık Cenabı Hakkın: "Nûn ile kaleme ve (erbâb-ı kalemin) yazmakta oldukları şeylere andolsunki..."[El-Kalem, 68/1]. âyetinde belirttiği "Nûh" dur. Balık suyun içinde (üzerinde) dir. Su da, düz ve yalçın bir kaya üzerinde yaratılmış*tır. Bu yalçın kaya, bir meleğin sırtmdadır. Melek, kaya üzerindedir. Kaya, rüzgârın üstündedir. Bu kaya, Lokman (a.s.)'ın anlattığı kayadır ki, gökte ve yerde değildir.

(Birbirinin üzerine bindirilerek yekdiğerine irtibatlı bir şekilde yaratılan bu varlıklardan) balık hareket etti ve oynadı. Balığın bu hareketinin tesiriyle yer sallandı. Bunun üzerine Cenabı Hak yerin üzerinde dağları sabit kıldı. Bundan dolayı dağlar yere karşı iftihar etmektedirler..."[36].


Bu uzun rivayeti eserine alan Taberî sened hakkında şüpheli olduğunu, binâenaleyh buna fazla itimad etmediğini söyler. (Yefsîr, I. 156; A- Muhammed Şâkir tahkiki)

îbnu Kesîr habere öz olarak değindikten sonra bunun "isrâîliyyat' tan olduğu ihtimalini tasrîh eder (tefsir, V. 385).

Eserlerine isrâîliyyatı almamak için titizlik gösteren bazı îslâm bilginleri ise bu tür haberlere —(ilgili âyetleri tefsîr ederken)— katiyyen ehemmiyet vermemişlerdir

[En-Nesefî, et-Teysîr, varak 17Ob; Îbnu 'Atiyye, el-Muharrav,varak 49b; Mekkî îbn Hammûg, tefsîr,302a]

Tıbkı Îbnu Kesîr gibi İbnu 'Atıyye de rivayetleri eserine aldıktan sonra; bunların zayıf haberler olduğunu, mevcud senedlerle bunları isbata imkân olmadığını tenbîh eder
[El-Muharrar, IV. varak 49b.]

[36] Yahya İbn Sellâm, tefsir, S3a; Tefsîru Abdirrazzak, Varak 71a; Taberî, I. 194; XXI. 72; Taberî, tarih, I/l. 64, 65, 6&, 67; Tefsîru Mukatil, varak 234b; îbnü 'Atıyye, tefsir, IV. varak 49b; en-Nesefî, et-Teysîr, varak 170b; el-Beğavî, M. Tenzil, II. 12, 134.-35; el-Keşgaf, m. 52, 496; Tâcü'l-Kurra', Kitâbü Lübâbi Tefsîri'l-Kur'ân, varak 222a; el-'Udfuvî, el-lstignâ' fî 'Ulûmi'l-Kur'ân, varak 226a-b (beş numaralı nüsha); tbnü Tayfur es-Secâvendî, 'Aynil'l-me'ânî, varak 174b; el-Mehdevî, et-Tahsîl, varak 144b; Mekkî İbn Hammûş, tefsir, varak 302a; et-Tabressî, IV. IV. 319; et-Tibyan, VHI. 251; Z. Mesîr, VI. 321; el-Kurtubî, XTV. 68; tbnü Kesîr, V. 385; I. 118; ed-Dürru'1-Mensûr, I. 42-43; eş-Şevkânî, tef-sîr, I. 61; izmirli, S.C. Nebeviyye Mukaddemesi, s. 101.


****************************************

2 -
images
SÖZLER yayınevi , MEKTUBAT Risalesi, 19. Mektup . Mucizat-ı Ahmediye sayfa 135

Altıncı çocuk: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm namaz kılarken, hırçın bir çocuk namazını kat edip geçtiğinden, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm :

اللهم اقطع اثره
(Elleahummeakta’eserahu) "ALLAHım, Onun yerden izini kes." demiş. Ondan sonra çocuk daha yürümemiş, öyle kalmış, hırçınlığının cezasını bulmuş.

İnternetteki yayınlanan kitabdan
Altıncı çocuk: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm namaz kılarken, hırçın bir çocuk namazını kat edip geçtiğinden, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm
b373.gif
("Allahım, onun yerden izini kes.") demiş. Ondan sonra çocuk daha yürümemiş, öyle kalmış, hırçınlığının cezasını bulmuş. (Kadı Iyâd, eş-Şifâ, 1:328; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:137; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:663 )


Hadisi Ebu Davud rivayet etmiştir . (Ebû Dâvud, Salât, 109 / 705-706).
Bu rivayette, Peygamberin önünden çocuğun eşek üzerindeyken geçtiği belirtilmektedir. Said Nursî bunu zikretmemiştir.
Ebu Davud’un aynı bapta rivayet ettiği bir hadis daha vardır ki, Said Nursî’nin naklettiği hadis bu olsa gerektir.
Rivayet şöyledir:
Yezid b. Nimrân (şöyle) demiştir:
Peygamber (s.a.v.) bir gün Tebük’te bir hurma ağacının yanında konaklamış ve :

"Bu (hurma ağacı), bizim kıble(cihetindeki sutre)mizdir" buyurmuş, sonra da namaza durmuştu.
Ben de çocuk hâlimle koşarak geldim ve Peygamberle hurma ağacının arasından geçtim.
Bunun üzerine Peygamber de: "O, bizim namazımızı kesti, ALLAH da onun izini kessin!" buyurdu.
Ben de bugüne kadar bir daha ayağa kalkamadım.
(Ebû Dâvud, Salât, Bab 109, Hadis no: 705, 706, 707)

Bu metni kitabına alan ebu Davud şöyle not düşmüştür : Her iki hadiste de meçhul raviler vardır. Birinci hadiste bir meçhul râvi varken, ikincisinde iki ravi meçhuldür. Bu yüzden her iki hadis de zayıftır”.
(Necati Yeniel – Hüseyin Kayapınar, Sünen-i Ebî Dâvud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi, İstanbul 1987)
(hadisin senedindeki meçhul raviler : ”Mevla li Yezid bin Nimran” ve “Said bin Ğazvan”)

ibn Şihab ez-Zuhrî şöyle demiştir: "Namazı hiçbir şey kesmez." (Buhārî, Salât, 105/150)

Said Nursî, bu hadisi Mucizat-ı Ahmediye Risalesi’nde nakletmiş, dolayısıyla olayı Peygamberimizin mucizelerinden biri olarak takdim etmiştir. Oysa, Peygamberin (s.a.v.) mucizeleri böyle zayıf rivayetlerle isbatlanmaktan müstağnidir.
Ayrıca, bu zayıf hadis, bu konudaki sahih rivayetlere de muarızdır:
Ebu Said el-Hudrî’den (r.anh) demiştir ki:
Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
"
Namazı hiçbir şey bozamaz. (Bununla beraber, siz yine de) gücünüz yettiğince (önünüzden geçene) engel olmaya çalışınız. Çünkü o, şeytandan başka bir şey değildir."
(Ebû Dâvud, Salât, 114/719)

"Namaz kılan kimsenin önünden geçen hiçbir şey, namazını kesmez."
(Muvatta', Sefer, 11/40.)


*************************************************

3_

YAZDIRILDI !

Bu Onuncu Meseleye Bir Hâtime Olarak İki Hâşiye
Birincisi
Bundan on iki sene evvel işittim ki, en dehşetli ve muannid bir zındık, Kur’ân’a karşı sû-i kastını, tercümesiyle yapmaya başlamış. Ve demiş ki: "Kur’ân tercüme edilsin, tâ ne mal olduğu bilinsin." Yani, lüzumsuz tekrarâtı herkes görsün ve tercümesi onun yerinde okunsun diye dehşetli bir plân çevirmiş.
Fakat Risâle-i Nur’un cerh edilmez hüccetleri katî ispat etmiş ki, Kur’ân’ın hakîki tercümesi kàbil değil. Ve lisân-ı nahvî olan lisân-ı Arabî yerinde Kur’ân’ın meziyetlerini ve nüktelerini başka lisân muhâfaza edemez. Ve herbir harfi on adetten bine kadar sevab veren kelimât-ı Kur’âniyenin mu’cizâne ve cemiyetli tâbirlerinin yerinde beşerin âdi ve cüz’î tercümeleri tutamaz, onun yerinde câmilerde okunmaz, diye Risâle-i Nur her tarafta intişârıyla o dehşetli plânı akîm bıraktı.
Fakat, o zındıktan ders alan münâfıklar, yine şeytan hesâbına Kur’ân güneşini üflemekle söndürmeye, ahmak çocuklar gibi, ahmakàne ve dîvânecesine çalışmaları sebebiyle, bana gàyet sıkı ve sıkıcı ve sıkıntılı bir hâlette bu Onuncu Mesele yazdırıldı tahmin ediyorum. Başkalar ile görüşemediğim için hakîkat-i hâli bilmiyorum

Risale-i Nur Külliyatı Sözler 11. Şua sayfa 425
Risale-i Nur Külliyatı » Şualar 11 Şua Onuncu mesele » Sayfa: 227


İşte, ey nefsim gibi bedbahtlık neticesinde bir kısım ömrünü nursuz felsefî ve ecnebî fünununa sarf eden ihtiyar kardeşlerim! Kur’ân’ın lisanındaki mütemadiyen Lâ ilâhe illâ Hû ferman-ı kudsiyesinden ne kadar kuvvetli ve ne kadar hakikatli ve hiçbir cihette sarsılmaz ve zedelenmez ve tagayyür etmez kudsî bir rükn-ü imanîyi anlayınız ki, nasıl bütün mânevî zulümatı dağıtır ve mânevî yaraları tedavi eder!
Bu uzun macerayı, ihtiyarlığımın rica kapıları içinde derci, adeta ihtiyarımla olmadı. İstemiyordum, belki usandıracak diye çekiniyordum. Fakat bana yazdırıldı diyebilirim. Her neyse, sadede dönüyorum.

Risale-i Nur Külliyatı » Lem'alar » Altıncı lema Sayfa: 242

O kadar geniş bir sahada, yüzer talebelerde, yüzler risalede, on sekiz sene zarfındaki mektup ve kitaplar dahi hakikat-i imaniyeden ve Kur’âniyeden ve âhiretin tahkikinden ve saadet-i ebediyeye çalışmaktan başka birşey bulmadılar. Plânlarını gizlemek için gayet âdi bahaneleri aramaya başladılar. Fakat hükûmetin bazı erkânını iğfal edip aleyhimize çeviren dehşetli ve gizli bir zındıka komitesi şimdi doğrudan doğruya küfr-ü mutlak hesabına bize hücum etmek ihtimaline karşı, güneş gibi zâhir ve şüphe bırakmaz ve dağ gibi metin, sarsılmaz olan Meyve Risalesi onlara karşı en kuvvetli bir müdafaa olup onları susturacak diye bize yazdırıldı zannediyorum.
Said Nursî

Risale-i Nur Külliyatı » Şualar 13. Şua » Sayfa: 275
Risale-i Nur Külliyatı » Tarihçe-i Hayat » Sayfa: 376



Bu Yedinci Şuâ, bir mukaddime ve iki makamdır. Mukaddimesi dört mesele-i mühimmeyi, Birinci Makamı, Ayet-i Kübrâ’nın tefsirinden Arabî kısmını, İkinci Makamı onun bürhanlarını ve tercümesini ve meâlini beyan ederler.
Bu gelen mukaddime lüzumundan fazla izah edilmekle beraber, bir derece uzun olması ihtiyarsız olmuştur. Demek ihtiyaç var ki öyle yazdırıldı. Belki de bir kısım insanlar bu uzunu kısa görürler.
Said Nursî

Risale-i Nur Külliyatı » Şualar 7. Şua » Sayfa: 92

Hem kâinatı baştan başa aynalar hükmünde tecellîyat-ı esmâya mazhariyetlerini öyle gösteriyor ki, gafletin imkânı olmuyor. Hiçbir şey huzura mâni olmuyor. Ehl-i tarikat ve hakikat gibi huzur-u daimi kazanmak için kâinatı ya nefyetmek veya unutmak daha hatıra getirmemek değil, belki kâinat kadar geniş bir mertebe-i huzuru kazandırdığını ve geniş ve küllî ve daimi kâinat vüs’atinde bir ubudiyet dairesini açtığını gördüm.
Daha var; fakat şimdi bu kadar yazdırıldı.

Risale-i Nur Külliyatı » Kastamonu Lahikası 149. mektup » Sayfa: 180

Küçük Hüsrev olan Feyzi ve Emin’in suali ve ilhahlarıyla bazı biçarelerin imanlarını şübehattan muhafaza niyetiyle bu meseleye dair yalnız bir, iki, üç satır yazmak niyet edip başlarken, ihtiyarım haricinde olarak uzun yazdırıldı. Hikmetini de anlamadık, belki bir hikmeti var diye öylece bıraktık, kusura bakmayınız.
Risale-i Nur Külliyatı » Kastamonu Lahikası 51 . mektup » Sayfa: 54

Yirmi Altıncı Lem'a - s.713
İşte, ey nefsim gibi bedbahtlık neticesinde bir kısım ömrünü nursuz felsefî ve ecnebî fünununa sarf eden ihtiyar kardeşlerim! Kur'ân'ın lisanındaki mütemadiyen Lâ ilâhe illâ Hû ferman-ı kudsiyesinden ne kadar kuvvetli ve ne kadar hakikatli ve hiçbir cihette sarsılmaz ve zedelenmez ve tagayyür etmez kudsî bir rükn-ü imanîyi anlayınız ki, nasıl bütün mânevî zulümatı dağıtır ve mânevî yaraları tedavi eder!
Bu uzun macerayı, ihtiyarlığımın rica kapıları içinde derci, adeta ihtiyarımla olmadı. İstemiyordum, belki usandıracak diye çekiniyordum. Fakat bana yazdırıldı diyebilirim. Her neyse, sadede dönüyorum

ŞUALAR
Yedinci Şua

Beşincisi: Ben Ramazan'ın feyziyle bu risalenin nurlarına mazhar olmaklığımla beraber, birkaç cihette halim perişan ve birkaç hastalıkla vücudum sarsıldığı bir zamanda acele yazılıp, birinci müsveddeyle iktifa edildi. Hem yazdığım vakit, irade ve ihtiyarımla olmadığını hissettiğimden, kendi fikrimle tanzim veya ıslah etmeyi muvafık görmediğim için bir parça fehmi işkâl edecek bir vaziyet aldı. Hem Arabî fıkralar içine çok girdi. Hattâ Birinci Makam baştan başa Arabî olduğundan içinden çıkarıldı, müstakil yazıldı.
Medar-ı kusur ve işkâl olan bu beş sebeple beraber, bu risalenin öyle bir ehemmiyeti var ki, İmam-ı Ali (r.a.) kerâmât-ı gaybiyesinde bu risaleye, "Âyet-i Kübrâ" ve "Asâ-yı Mûsâ" namlarını vermiş Risale-i Nur'un risaleleri içinde buna hususî bakıp, nazar-ı dikkati celbetmiş.
HAŞİYE El-Âyetü'l-Kübrâ'nın bir hakikî tefsiri olan bu Âyetü'l-Kübrâ Risalesi, Hazret-i İmam'ın (r.a.) tâbirince, "Asâ-yı Mûsâ" nâmında Yedinci Şuâ kitabıdır.
Bu Yedinci Şuâ, bir mukaddime ve iki makamdır. Mukaddimesi dört mesele-i mühimmeyi, Birinci Makamı, Âyet-i Kübrâ'nın tefsirinden Arabî kısmını, İkinci Makamı onun burhanlarını ve tercümesini ve meâlini beyan ederler.
Bu gelen mukaddime lüzumundan fazla izah edilmekle beraber, bir derece uzun olması ihtiyarsız olmuştur. Demek ihtiyaç var ki öyle yazdırıldı. Belki de bir kısım insanlar bu uzunu kısa görürler

Sirâcü'n-Nûr - s.2301
Üçüncü sehiv: Yanlış mânâ vermekle raporda: "Said bazen kerametler yazar. 'Yazmak istemezdim; bana yazdırıldı.' Hem bazen: 'Bu cevap mânevi cânibden geldi. Ve hakikat âleminden bildirildi.' Hem bazen: 'Kudsi bir müjde veriyor.' 'Her yüz senede bir müceddid gelir.' fikriyle kendisinin zamanın müceddidi olduğu fikrini uyandırıyor" demişler.
Elcevap: Hâşâ bin defa hâşâ. Benim haddim değil ki, o kerametleri benliğime mal edeyim. Belki benim pek çok kusurlarımla beraber Risale-i Nur ile iman hizmetinde çalışmamıza bir ikram-ı İlâhi ve o hizmetin makbuliyetine dair bereketten gelen bir emareyi göstermek ve "Ne ile yaşıyor, nasıl geçiniyor?" diyenlere karşı da, bereket-i İlâhiye, bu hizmetimizi dünya maişetine âlet etmeye mecbur etmiyor demektir.
Hem bu yazdığımız hakikatlar benim fikrim, malım değil; belki herkesin kalbinin bir köşesinde bulunan bir lümme-i şeytanî ve vesveseci bulunduğu gibi, bir lümme-i ilham ve melekî bulunduğuna ehl-i hakikat ve diyaneti hükümlerine binâen, benim kalbimde dahi herkes gibi, bazen ihtiyarım haricinde ve fikrimin fevkinde hatırıma bir hakikat hutur eder. Yani, Kur'ân'dan mânevi bir cânibde bir nev'i ilham hükmünde, bir güzel nükte ifham edilir demektir.
Ve hiç hatırıma gelmiyor ki, Yeni Said zamanında ve nefsin şerrinden ve benliğinden çok korkan ve belasını çeken şahsıma böyle bir mevki verdiğimi veya vermek istediğimi tahattur etmiyorum. Belki, Risale-i Nurda ispat edilmiş ki: Bu zaman cemaat zamanıdır. Şahs-ı mânevi hükmeder. Eski zamanda dalâlet bir şahıstan geldiği cihetle, karşısına bir dâhi-i hidayet çıkardı. Şimdi ise cemaat şeklinde bir şahs-ı manevi olmasından, onu karşısında ancak bir şahs-ı mânevi mukabele edebilir.
Yalnız eskidenberi ehl-i hakikat mabeyninde câri ve üstadına karşı fart-ı muhabbetten gelen fevkalhad hüsn-ü zanları ta'dil etmek ve nimet-i İlâhiyeye karşı küfran ve inkâr etmemek niyetiyle, "müceddidlik" vazifesi olabilir. Fakat benim değil, Risale-i Nurundur. Belki, bu zamana bakan Kur'ân'ın bir cilve-i hakikatıdır. Risale-i Nur onu temsil eder. Ben neci oluyorum ki, kendime dâvâ edeyim.


Bu İslam dışı inanca ait söze diyeceğimiz Rabbimizin şu ayetidir :
“Vay o kimselere ki, kendi elleriyle kitab yazarlar, sonra "bu Allah katındandır" derler. Hedefleri, onun karşılığında bir şeyler almaktır. Vay o ellerinin yazdığından dolayı onlara! Vay o kazandıklarından dolayı onlara!.” (Bakara 79).

************************************

4_

NEFSİNDEN YAZDIĞI KİTABA, ALLAH'IN KİTABININ SIFATLARINI VERMESİ !

SÖZLER yayınevi ,Sualar risalesi ,11. şua sayfa 231 1999 baskı yılı
Onbirinci Şua
244. sayfası
Sâniyen:
b807.gif

Bu iki kudsî cümleler, kuvvetli münasebet-i mâneviye ile beraber makam-ı cifrî ve ebcedî hesabıyla, birincisi Risalet-ün Nur'un ismine, ikincisi onun tahakkukuna ve tekemmülüne ve parlak fütuhatına mânen ve cifren tam tamına tetâbukları bir emaredir ki; Risalet-ün Nur bu asırda, bu tarihte bir "urvet-ül vüska"dır. Yâni çok muhkem, kopmaz bir zincir ve bir "hablullah"tır. Ona elini atan, yapışan necat bulur diye mânâ-yı remziyle haber verir.
Sâlisen:
b808.gif

cümlesi hem mânâ, hem cifr ile Risalet-ün Nur'a bir remzi var. Şöyle ki:..
(Bu makamda perde indi. Yazmaya izin verilmedi. Başka zamana te'hir edildi.)
(Haşiye): Bu nüktenin bâki kısmı şimdilik yazdırılmadığının sebebi, bir derece dünyaya, siyâsete temasıdır. Biz de bakmaktan memnuuz.
Evet
b806.gif
(Alak 6) bu tâguta bakar ve baktırır.
Said Nursî

Urvet-ul vuska" ve "hablullah" Kur’an’a ait özelliklerdir.
Bakara 256
Dinde zorlama yoktur; artık hak ile bâtıl iyice ayrılmıştır. Tagutu inkar edip ALLAH'a inanan kimse, kopmak bilmeyen sağlam bir kulpa sarılmıştır. ALLAH işitendir, bilendir.
Âl-i İmran 103
Toptan ALLAH'ın ipine sarılın, ayrılmayın. ALLAH'ın size olan nimetini anın: Düşmandınız, kalblerinizin arasını uzlaştırdı da onun nîmeti sayesinde kardeş oldunuz. Bir ateş çukurunun kenarında idiniz, sizi oradan kurtardı. ALLAH, doğru yola erişesiniz diye size böylece ayetlerini açıklar.
Bu devirde; “Urvet-ül vüska”, yani çok sağlam, kopmaz bir zincir ve bir “hablullah” yani ALLAH’ın ipi olan kitap Kuran mıdır yoksa Risale-i Nur mudur?

Risaledir diyorsanız Yukarıdaki ayetlerin hükmü kaldırıldı da bizim mi haberimiz olmadı?
Hayır Kuranı kerimdir diyorsanız , 11. Şuada Onbirinci Meselenin haşiyesinin bir lahikasıdır, diye geçen Risalelere atfedilen bu sıfatlar insanları bu kitablara mahkum edebilmek için söylenmiş söz müdür ?

Yine görüldüğü gibi , bu asırda diyerek Kuranın sıfatlarını kendi kitabına vermiş, İslama göre haram olan cifir ve ebced hesabıyla iştigal ederek yazılara ve ayetlete rakamlar vererek sayı bulmakta , bu iş zaman zaman gaybtan haber vermeye kadar gitmektedir . (Mehdi'nin 1400'lü yıllarda geleceğini bildirmesi gibi)
Yine klasik yazdırılma mevzuu burada da kendini ortaya çıkartmış , ve bir anda ALLAH tarafından yazdırılma isine son verildiği için stop etmek zorunda kalmış.

********************************************

1. Bölüm
 
ABDULHAK Çevrimdışı

ABDULHAK

الإذلال هو بعيد عنا
Admin
5_

ALLAH'IN YARATTIGI ZELZELE GIBI OLAYLAR ILE RISALE-I NUR ALAKALIDIR DIYOR.
Yani, "Uzun zaman hilâfet-i Abbâsiye devam edecek, sonra o saltanat Deccal eline geçecek" diye, beş yüz seneden sonra İslâm içine bir deccal gelecek, o hilâfeti bozacak gibi ki, eşhâs-ı âhir zamandan çok rivayetler haber verdikleri halde, mezhebi ayrı veya fikri müfrit bir kısım ehl-i içtihad kabul etmemişler, "mevzu" veya "zayıftır" demişler. Her ne ise, şimdi bu uzun kıssayı kısa kesmeme sebep, Risale-i Nur ile alâkadar ve Nurlara hücumun aynı zamanında zeminin hiddetini gösteren dört büyük zelzelenin tevafuku gibi bu cevabı yazdığım aynı saatte, burada iki şiddetli zelzele vuku buldu. Şöyle ki:
Akşamda elime verilen ehl-i vukufun raporundaki ameliyat-ı cerrahiyenin yaralarından elîm bir tesir ve temassızlıktan hazîn bir zahmetle kendim perişan kalemimle yazmaktan teellüm hissederken, iki zelzelenin tevafukudur. Evet, sekiz ay tecrit ve sıkıntılar içinde en ziyade güvendiğim ve raporlarıyla imdadıma yetişmelerini beklediğim Diyanet Riyaseti dairesinden gelen raporu akşamdan aldım. Bu sabah bildim ki, pek ehemmiyetsiz şeylerle imdadıma değil, belki iddiacıya yardım ederek, "Geçen dört zelzeleler Nurun kerametlerindendir, Said demiş" dediklerini gördüm. Cetvelde yazdığım gibi
, "Nurlar, sadaka-i makbule misilli, belâların def’ine bir vesiledir. Ne vakit Nurlara hücum edilse, musibetler fırsat bulup gelirler ve bazan da zemin hiddet eder" diye yazmaya niyet ederken, burada iki şiddetli zelzele (HAŞİYE) beni o bahsi yazmaktan vazgeçirdi. Onu bırakıp üçüncü noktaya geçiyorum.
HAŞİYE
Bu iki zelzele 18.9.1948 tarihine müsadif, Cuma günü kuşluk vakti olmuştur.
Afyon hapsinde Risale-i Nur talebeleri namına Halil, Mustafa, Mehmet Feyzi, Hüsrev
Sözler yayınevi , Şua’ lar , Ondördüncü şua sayfa 351-352:


******************************************
6_

Onsekizinci Lem'a
Mahremdir, herkese gösterilmez
Otuz Birinci Mektubun On Sekizinci Lem'ası
Risale-i Nur şakirtlerine işaret eden Hazret-i Ali'nin (r.a.) bir keramet-i gaybiyesidir.
Cay-ı dikkat: Şu acip lem'anın ehemmiyeti üç noktadan geliyor.
Birincisi ve en mühimi: Gizli kalmış gaybî mühim bir mucize-i Ahmediyeyi (a.s.m.) beyan eder ki, cevamiu'l-kelim nev'inden iki cümleden ibaret bir hadis-i şerifi iki sayfa kadar hakaik-i tarihiyeyi ve iki devlet-i azime-i İslâmiyenin hatimelerini ifade ediyor.
İkincisi: Keramet-i evliya hak olduğuna kat'i bir burhan gösteren Hazret-i Ali'nin (r.a.), latin harfinin kabulünü tam tarihiyle ve tarz-ı tatbikini iki kelimeyle göstermesidir.
Üçüncüsü: Risale-i Nur şakirtlerine ve naşirlerine karşı Hazret-i Ali'nin (r.a.) irşadkârane ve teveccühkârane bakması ve işaret etmesidir. (...)
Hazret-i Cebrail'in, Âlâ Nebiyyina (a.s.m.) huzur-u Nebevide getirip Hz. Ali'ye Sekine namıyla bir sayfada yazılı İsm-i Âzam, Hz. Ali'nin (r.a.) kucağına düşmüş. Hz. Ali diyor: "Ben Cebrail'in şahsını yalnız alâimü's-sema suretinde gördüm. Sesini işittim, sayfayı aldım, bu isimleri içinde buldum" diyerek bu İsm-i Âzamdan bahs ile bazı hadisatı zikirden sonra tahdis-i nimet suretinde diyor ki:
"Evvel-i dünyadan kıyamete kadar ulum-u esrar-ı mühimme bize meşhud derecesinde inkişaf etmiş, kim ne isterse sorsun, sözümüze şüphe edenler zelil olur."
( Sikke-i Tasdik-i Gaybi, On Sekizinci Lem'a, Kaynaklı-İndeksli Risale-i Nur Külliyatı, Bediuzzaman Said Nursi, Yeni Asya Yayınları, İstanbul, 1995, c. 2 s. 2078-2079)
Reddiye:
Cebrail aleyhisselam Ali (radıyAllahu anh)’a bir kitab getirdiyse, onun da peygamber olması gerekir. Eğer o kitapta dünyanın başlangıcından kıyamete kadar var olacak ilimler ve önemli sırlar çok açık ve net bir şekilde bildirilmişse Ali (radıyAllahu anh)’ın Peygamberimizden üstün olması gerekir. Çünkü Peygamberimize böyle bir bilgi bildirilmemiştir. Tamamen asılsız olan böyle bir iftiraya inanan, Muhammed sallALLAHu aleyhi ve sellemin son peygamber olduğunu, Kur’an’ın da son kitab olduğunu kabul etmemiş olur. Burada böyle bir iftiraya yer verilmesinin sebebi, son paragrafta belirtildiği gibi Risale-i Nur şakirtlerini kutsallaştırma arzusudur.

Ahmed b. Hanbel , Ali (radıyAllahu anh)'tan şunu rivayet etmiştir:
Beni Rasulullah sallALLAHü aleyhi ve sellem çağırdı ve buyurdu ki,
" Sende İsâ'ya benzer bir yön vardır. Yahudiler onu öylesine horlamışlardır ki, anasına iftira bile etmişlerdir. Hırıstiyanlar da öylesine sevmişlerdir ki, onu kendisine layık olmayan bir yere indirmişlerdir."
Ali şöyle devam etti:
Dikkat edin, iki grup, benim hakkımda kendilerini gerçekten mahvedeceklerdir. Birisi sevenlerdir ki, beni bende olmayan şeylerle öveceklerdir. Diğeri de horlayanlardır ki, bana olan kinleri onları bana iftiraya zorlayacaktır. Bakın, ben peygamber değilim. Bana vahiy gelmez. Ama ben gücümün yettiği kadar ALLAH'ın kitabına ve Rasulullahın sünnetine uygun iş yaparım. Size ALLAH'a boyun eğmeyi emrettiğim sürece hoşunuza gitse de gitmese de bana boyun eğemek görevinizdir.
(Ahmed b. Hanbel, Musned, I/160)
*****************************************************
7_

SAİD NURSİ KENDİNİ KURANIN İÇİNE SOKUYOR !!!!

Sikke-i Tasdik-i Gaybi, Sayfa 72


Elhasıl: Bu âyet, müteaddit ve çok tabakalarından, bir işârî tabakadan hem Risaletü’n-Nur’a, hem müellifine (KENDİNE), hem bu on dördüncü asrın iptidasına, hem iptidasındaki Risaletü’n-Nur’un mebde’ine remzen, belki işareten, belki delâleten bakar.

b658.gif
âyetinin tetimmesi
b659.gif
(EN'AM 122 AYET)
âyetinin kuvvetli işaretini hem teyid, hem letafetlendiren üç münasebet birden Ramazan’da kalbime geldi. Kat’î bir kanaat verdi ki,
b660.gif
kelimesine tam münasip Said’dir
. Bu âyet Risale-i Nur tercümanı olan Said’i
b661.gif
unvanıyla göstermesinin bir hikmeti budur
ki:

Mevtin muammasını ve tılsımını Risale-i Nur ile o açmış, o dehşetli yüzün altında ehl-i imana çok ünsiyetli, sürurlu, nurlu bir hakikat keşfedip ispat etmiş. Ve mevt-âlûd hayat-ı fâniyede boğulan ehl-i ilhada karşı, bâkiyâne, hayat-âlûd, muvakkat bir mevt-i zâhirî ile galibâne mukabele eder.

Sikke-i Tasdîk-i Gaybî - Sayfa 72 - Risale-i Nur Külliyatı

****************************************************
8_

Kendi Yazdığı Kitablara Gaybtan Şehid Ali (r.anh)'ın isim verdiğini iddia ediyor.!!

Bu risalenin öyle bir ehemmiyeti var ki; İmam-ı Ali (R.A.) gaipten gösterdiği kerametlerle bu risaleye, “Âyet-i Kübra” ve “Asâ-yı Musa” adlarını vermiştir

[Şuâlar, Yedinci Şuâ, c. I, s. 895 ]


Yedinci Şua (Şualar, Sayfa 91- 92)

(Ayetü’l-Kübrâ)

Mühim Bir İhtar ve Bir İfade-i Meram


Bu ehemmiyetli risalenin, herkes her bir meselesini anlamaz. Fakat hissesiz de kalmaz. Büyük bir bahçeye giren bir kimsenin, o bahçenin bütün meyvelerine elleri yetişmez. Fakat, eline girdiği miktar yeter. O bahçe yalnız onun için değil; belki, elleri uzun olanların hisseleri de var.
Bu risalenin fehmini işkâl eden beş sebep var:
* Birincisi: Ben kendi müşahedatımı kendi fehmime göre ve kendim için yazdım. Sair kitaplar gibi başkalarının fehmine ve telâkkisine göre yazmadım.
* İkincisi: İsm-i âzam cilvesiyle tevhid-i hakiki âzamî bir surette yazıldığından, meseleleri hem gayet geniş, hem gayet derin ve bazen çok uzun olduğundan, herkes birden ihata edemez.
* Üçüncüsü: her bir mesele büyük ve uzun bir hakikat olması sebebiyle, hakikati parçalamamak için bazen bir sayfa veya bir yaprak, bir tek cümle olur. bir tek delil hükmünde çok mukaddemat bulunur.
* Dördüncüsü: Ekser meselelerinin her birisinin pek çok delilleri ve hüccetleri bulunduğundan, bazen on, bazen yirmi delili bir tek bürhan yapmak cihetiyle mesele uzunlaşır; kısa fehimler kavramaz.
Beşincisi: Ben Ramazan’ın feyziyle bu risalenin nurlarına mazhar olmaklığımla beraber, birkaç cihette halim perişan ve birkaç hastalıkla vücudum sarsıldığı bir zamanda acele yazılıp, birinci müsveddeyle iktifa edildi. Hem yazdığım vakit, irade ve ihtiyarımla olmadığını hissettiğimden, kendi fikrimle tanzim veya ıslah etmeyi muvafık görmediğim için bir parça fehmi işkâl edecek bir vaziyet aldı. Hem Arabî fıkralar içine çok girdi. Hattâ Birinci Makam baştan başa Arabî olduğundan içinden çıkarıldı, müstakil yazıldı.

Medar-ı kusur ve işkâl olan bu beş sebeple beraber, bu risalenin öyle bir ehemmiyeti var ki, İmam-ı Ali (r.a.) kerâmât-ı gaybiyesinde bu risaleye, "Ayet-i Kübrâ" ve "Asâ-yı Mûsâ" namlarını vermişRisale-i Nur’un risaleleri içinde buna hususî bakıp, nazar-ı dikkati celbetmiş.
HAŞİYE El-Ayetü’l-Kübrâ’nın bir hakikî tefsiri olan bu Ayetü’l-Kübrâ Risalesi, Hazret-i İmam’ın (r.a.) tâbirince, "Asâ-yı Mûsâ" nâmında Yedinci Şuâ kitabıdır.
Bu Yedinci Şuâ, bir mukaddime ve iki makamdır. Mukaddimesi dört mesele-i mühimmeyi, Birinci Makamı, Ayet-i Kübrâ’nın tefsirinden Arabî kısmını, İkinci Makamı onun bürhanlarını ve tercümesini ve meâlini beyan ederler.
Bu gelen mukaddime lüzumundan fazla izah edilmekle beraber, bir derece uzun olması ihtiyarsız olmuştur. Demek ihtiyaç var ki öyle yazdırıldı. Belki de bir kısım insanlar bu uzunu kısa görürler.
Said Nursî

HAŞİYE
Evet, İmam-ı Ali’nin (r.a.) Ayetü’l-Kübrâ hakkında verdiği haberi, tam tamına Denizli hâdisesi tasdik etti. Çünkü, bu risalenin gizli tab’ı, hapsimize bir vesile oldu. Ve onun kudsî ve çok kuvvetli hakikatının galebesi, beraat ve necatımıza ehemmiyetli bir sebep oldu. Ve İmam-ı Ali (r.a.) keramet-i gaybiyesini gözlere gösterdi ve hakkımızdaki
b611.gif
duasının kabulünü ispat etti.



******************************************************************
9_
Şehid Ali (r.anh)'ın, Said Nursiye Gaybdan haber aktarırken kendi kitaplarını aracı kılarak Allah'tan yardım dilemesi !!
[ Şuâlar, On Beşinci Şuâ, c. I, s. 1116 ]


Onbeşinci Şua (Şualar, Sayfa 517- 518)

İmam-ı Ali (R.A.), Nurun eczalarından haber verdiği sırada,
b556.gif
[
Ya Rab! ÃyetüI-Kübra hürmetine beni kurtar, eman ve emniyet ver. (Celcelütiye) ] deyip, o Âyetü’l-Kübrayı şefaatçi yaparak, Nur Şakirtlerinin Denizli hapsinde, o risalenin hem Ankara, hem Denizli Mahkemelerinde galebesiyle ve perde altında tesirli intişarıyla, talebelerine beraat kazandırmaya sebep olduğu gibi, onun gizli tabı da, şakirtlerinin dokuz ay mevkufiyetlerine vesile olmasıyla, İmam-ı Ali’nin (r.a.), hem keramet-i gaybiyesini, hem Nur Şakirtlerinin bedeline duasını pek zahir bir surette tasdik etti.

Evet Ayetü1-Kübra Şuaı otuz üç icma-ı azimi ve külli hüccetleri mevcudatın heyet-i mecmuasında gösterip, her bir hüccet-i külliyede hadsiz bürhanlara işaret ederek, başta semavat yıldızlar kelimeleriyle, arz hayvanat ve nebatat kelamları ve cümleleriyle, git gide ta kâinat mecmuası, müştemilat ve mevcudat ve hudus ve imkan ve tegayyür hakikatlerinin kelimeleriyle Vacibü’l Vücudun mevcudiyetini ve vahdaniyetini güneş zuhurunda ve gündüz katiyetinde ispat ediyor. Sarsılmaz bir iman isteyen ve dinsiz anarşistliğe karşı kırılmaz bir kılınç arayanlar, Ayetü’l Kübraya müracaat etsinler.


****************************************************
10_

"Dostum Hafız Ali Benim yerime öldü" - "Rabıta ile Selam Yollarım" inancı


b865.gif

Aziz, sıddîk kardeşlerim,
Ben merhum Hâfız Ali’yi unutamıyorum. Onun acısı beni çok sarsıyor. Eski zamanlarda bazen böyle fedakâr zâtlar, kendi dostu yerine ölüyorlardı. Zannederim, o merhum benim yerimde gitti. Onun fevkalâde hizmetini eğer sizler gibi o sistemde zatlar yapmasaydı Kur’ân’a, İslâmiyete büyük bir zâyiat olurdu. Ben, onun vârisleri olan sizleri tahattur ettikçe, o acı gidiyor, bir inşirah geliyor. Medar-ı hayrettir ki, ben şimdi onun mânevî, belki maddî hayatıyla âlem-i berzaha gitmesi cihetiyle, o âleme gitmek için bende bir iştiyak zuhur etti ve ruhuma başka bir perde açıldı. Nasıl ki buradan Isparta’daki kardeşlerimize selâm gönderip muarefe, muhabere ile sohbet ediyoruz. Aynen öyle de, Hâfız Ali’nin tavattun ettiği âlem-i berzah, nazarımda Isparta, Kastamonu gibi olmuş. Hattâ bu gece, mesmuatıma göre, buradan birisi oraya gönderilmiş. On defadan ziyade teessüf ettim. "Niçin Hâfız Ali’ye onunla selâm göndermedim?" Sonra ihtar edildi ki, selâm göndermek için vasıtalara ihtiyaç yok; kuvvetli rabıtası telefon gibidir. Hem o gelir, alır. O büyük şehid Denizli’yi bana sevdiriyor; daha buradan gitmek istemiyorum. O ve Mehmed Zühtü ve Hâfız Mehmed, hayatlarında gördükleri vazife-i imaniye ve nuriyeye devam ediyorlar. Onlar pek yakından temâşâ ediyorlar, belki de yardım ediyorlar. Evliya-yı azîmenin dairesinde kıymetli hizmet noktasında mevki almalarından, ben de o ikisinin Hâfız Mehmed’le beraber isimlerini silsilemde aktabların isimleri yanında yâd edip hediyelerimi bağışlıyorum.


Şualar, Sayfa 291 - 292



Reddiye :
Eceli gelmemiş olan bir kimse, başka birisi için eceli gelmeden ölmez, öldürülemez! Tabi bu ehli sünnet akidesidir...

Her ummetin bir eceli vardır. O ecel geldiğinde, ne bir ân erteleyebilirler, ne de öne alabilirler. (Âraf 34; Yunus 49)

Eğer Allah insanları zulümleri yüzünden hesaba çekseydi, yeryüzünde kımıldayan tek canlı bırakmazdı. Fakat Allah onları, belli bir vakte kadar erteler. Müddetleri (ecelleri) geldiği zaman, onu ne bir saat erteleyebilirler, ne de öne alabilirler. (Nahl 61)

Hiçbir millet, ecelinin önüne geçemez ve onu geciktiremez. (Hicr 5; Mûminun 43)

Ki hiçbir günahkâr başkasının günah yükünü yüklenmez. (Necm 38; İsra 15; En'am 164)

****************************************************
11-
66918.jpg


"Ümmetimin alimleri İsrail oğullarının peygamberleri gibidir." Uydurma sözüne Hadis demesi.

Elcevap: Bu sualde üç cihet ve üç suâl var.
Birinci cihet: Hazret-i İbrahim Aleyhisselâm, gerçi Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâma yetişmiyor. Fakat onun âli, enbiyadırlar. Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın âli, evliyadırlar. Evliya ise, enbiyaya yetişemezler. âl hakkında olan bu duanın parlak bir sûrette kabul olduğuna delil şudur ki:
Üç yüz elli milyon içinde, âl-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmdan yalnız iki zâtın, yani Hasan (r.a.) ve Hüseyin’in (r.a.) neslinden gelen evliya ekser-i mutlak hakikat mesleklerinin ve tarikatlarının pîrleri ve mürşidleri onlar olmaları

b607.gif
(Ümmetimin alimleri İsrâiloğullarının peygamberleri gibidir - (Keşfü’l-Hafâ: 2:64).) hadisinin mazharları olduklarıdır. Başta Câfer-i Sâdık (r.a.) ve Gavs-ı Azam (r.a.) ve Şah-ı Nakşibend (r.a.) olarak herbiri, ümmetin bir kısm-ı âzamını tarik-i hakikate ve hakikat-i İslâmiyete irşad edenler, bu âl hakkındaki duanın makbuliyetinin meyveleridirler.

Şualar, Sayfa 89

-----------

Mektubunuz Büyük Ali’nin mektubu gibi acip bir hakikati ifade eder. O hakikat, Risale-i Nur hakkında haktır. Fakat benim haddim değil ki, o hududa gireyim.
Evet,
1696544131580.png
(Ümmetimin alimleri İsrâiloğullarının peygamberleri gibidir- (Keşfü’l-Hafâ: 2:64).) fermân etmiş. Gavs-ı Âzam Şâh-ı Geylânî, İmam-ı Gazâlî, İmam-ı Rabânî gibi hem şahsen, hem vazifeten büyük ve harika zatlar, bu hadisi kıymettar irşâdatlarıyla ve eserleriyle fiilen tasdik etmişler. O zamanlar bir cihette ferdiyet zamanı olduğundan, hikmet-i Rabbaniye onlar gibi feridleri ve kudsi dâhileri ümmetin imdadına göndermiş.

Şimdi ise aynı vazifeye, fakat müşkilatlı ve dehşetli şerait içinde, bir şahs-ı manevi hükmünde bulunan Risaletü’n-Nur’u ve sırr-ı tesanüdle bir ferd-i ferid manasında olan şakirtlerini bu cemaat zamanında o mühim vazifeye koşturmuş. Bu sırra binaen, benim gibi bir neferin ağırlaşmış müşiriyet makamında ancak bir dümdarlık vazifesi var.

Kastamonu Lahikası, Sayfa 9

(Şuâlar, 80, Altıncı Şua/İkinci Suâl/Birinci Cihet; 486, Onbeşinci Şua/Elhüccetü’z-Zehra/Üçüncü Medrese-i Yûsufiye’nin Tek Bir Dersinin Üçüncü Kısmı/Dokuzuncusu; Kastamonu Lâhikası, 9, Yirmiyedinci Mektubdan/ Azîz, Sıddık Kardeşlerim ve Hizmet-i Kur'aniyede Kuvvetli, Dirayetli Arkadaşlarım; Barla Lâhikası, 385, Yirmiyedinci Mektubdan/Risale-i Nur’un ehemmiyetli bir şâkirdi olan Yusuf’un bir fıkrasıdır.)

Reddiye :
علماء أمتي آأنبياء بني إسرائيل
"Ümmetimin alimleri İsrail oğullarının peygamberleri gibidir." (Keşfu’l-Hafâ: 2:64)

Bu hadisin (sözün) aslı yoktur. Zaten kaynak olarak verilen Keşfu'l Hafa kitabı, Hadis zannedilen uydurma-söz hadislerin tanıtılması için kaleme alınmış bir eser olduğu malumumuzdur.
Günümüzde dahil tasavvuf ehlince oldukça meşhur olan ve önderlerince kullanılan bu uydurma sözün, muridlerini kontrol altına alabilmek ve etrafındaki yığınların uyanıp ayılmamaları için gündemde tuttukları aşikardır.
Akıl melekesini çok çok az sayıda da olsa kullanabilen yeni ağa düşen kişiler, Kur'an ve Sünnet kaynağına itibar edince bu uydurmaların ankebut ağı olduğunu anlayıp uzaklaşmaktadırlar.
Yazdırılan(!) Kitab sahibi de bu söz ve benzerlerini , o karanlık devirlerde ilim ve alime ulaşmanın sıkıntılı olduğu dönemde kullanarak oldukça rant elde etmiştir. Bugün ilim ve alimlerin isbatına rağmen hala körü körüne taasub, şirk çeşitlerinden sevgide şirke düşmeyi hemen aklımaza getirmektedir.
Alimlerin bu hadisin aslının olmadığına dair ittifakları vardır.
Hadis zannedilen bu söz için Demirî ve Askalânî; "Aslı yoktur", dediler. Zerkeşî de böyle demiş, Suyutî ise sukut etmiştir. (Aliyyu’l-Karî, Esrâru’l-Merfû‘a,247; Şevkânî, Fevâidu’l-Mecmû‘a, 286)

Dalâlette olan Kadiyâniyye taifesi peygamberliğin hâlâ devam ettiğine delil olarak bu hadisi getirirler. Sahih olsaydı bile onların aleyhine delil oturdu. Biraz düşünen bunu anlar.
---------------


****************************************************
12_
7c9oYOY.jpg

CELCELÜTİYE DUASINI ALİ (r.anh)'ın , SAİD NURSİ'YE VERMİŞTİR ! :

Risalelerinin hemen her paragrafında batınî manalar yüklenilmiş ütopik çıkartımlara rastlanılır. Aslının vahiy olduğunu söylediği meçhul kitabın, vahiy nazil olduğu vakit, Rasullulah (s.a.v.) tarafından Ali (r.anh)'a yazdırıldığını söylüyor.
Bununla da yetinmeyen Said Nursi, kullanmış olduğu "Bediuz zaman" lakabının da vahiy ile nazil olan "Celcelûtiye"nin Süryanice karşılığı olmasından ötürü iradesinin dışında kendisine verildiğini şu ifadeler ile söyler;

SEKİZİNCİ ŞUA
YEDİNCİ REMİZ

Hem Otuzuncu Lem'a namında ve altı nükte olan risale-i esmâya bakarak
b1103.gif
deyip sair işârâtın karinesiyle, hem Yirmi Dokuzuncu Lem'aya takip karinesiyle, hem ikisinin isimde ve esmâ lâfzında tevafuk karinesiyle, hem teşettüt-ü hale ve sıkıntılı bir gurbete ve perişaniyete düşen müellifi onun telifi bereketiyle teselli ve tahammül bulmasına ve mânâ-yı mecazî cihetinde Hazret-i İmam-ı Ali'nin (r.a.) lisanıyla kendine dua olan
b1104.gif
yani "İsm-i Âzam olan o esmâ risalesinin bereketiyle beni teşettütten, perişaniyetten hıfz eyle yâ Rabbi" meâli, tam tamına o risale ve sahibinin vaziyetine tevafuk karinesiyle kelâm-ı mecazî delâlet ve İmam-ı Ali'nin (r.a.) ise gaybî işaret eder diyebiliriz.
Hem madem Celcelutiyye'nin aslı vahiydir ve esrarlıdır ve gelecek zamana bakıyor ve gaybî umûr-u istikbaliyeden haber veriyor.
Ve madem Kur'ân itibarıyla bu asır dehşetlidir ve Kur'ân hesabıyla Risale-i Nur bu karanlık asırda ehemmiyetli bir hadisedir.
Ve madem sarahat derecesinde çok karine ve emarelerle Risale-i Nur Celcelutiyye'nin içine girmiş, en mühim yerinde yerleşmiş.

Şualar, Sayfa 642 -643


Bitmez....

Mükemmel bir çalışma inşeAllah. Türkiye'de Tabular yıkılıyor.

Said Nursi Gerçeği

FULL - TEK BÖLÜM HALİNDE


FULL HD - 3 CD TEK BÖLÜM HALİNDE
İNDİR : https://ia801605.us.archive.org/0/items/saidnursigercegi_HD/saidnursigercegi_HD.mp4
****
1. VCD
İNDİR

https://archive.org/download/saidnursi_belgesel/said.nursi.gercegi.1.avi
https://ia600500.us.archive.org/29/items/saidnursi_belgesel/said.nursi.gercegi.1.mp4

İZLE

2. VCD
İNDİR
https://ia802704.us.archive.org/26/items/saidnursi2_belgesel/said.nursi.gercegi.2.avi
https://ia902704.us.archive.org/26/items/saidnursi2_belgesel/said.nursi.gercegi.2.mp4

İZLE

3. VCD
İNDİR
https://ia600700.us.archive.org/10/items/saidnursi3_belgesel/said.nursi.gercegi.3.avi
https://ia700700.us.archive.org/10/items/saidnursi3_belgesel/said.nursi.gercegi.3.mp4

İZLE

Bir İnsana BediuzZaman Demek
 
ABDULHAK Çevrimdışı

ABDULHAK

الإذلال هو بعيد عنا
Admin
Ölüden Yardım İstemek

1_dc9eb6aa.jpg



Nurcular şu şiiri, Abdülkadir Geylânî’nin, sekiz asır önce Said Nursi için yazdığını iddia ederler:
Bizi aracı yap, her korku ve darlıkda.
Her şeyde her zaman, candan koşarım imdada
Ben korurum müridimi korktuğu her şeyde.
Koruyuculuk ederim ona, her şer ve fitnede.
Müridim ister doğuda olsun ister batıda

Hangi yerde olursa olsun yetişirim imdada
(Said Nursi, Sikke-i Tasdik-i Gaybî, Sekizinci Lema, c. II, s. 2083.)
Sikke-i Tasdik-i Gaybi, Sayfa 137


Hazret-i Gavs’ın dediği gibi, o esaret-i şarkiye ve o seyr-i bilâd-ı kesîre içinde izn-i İlâhî ile istigaseme medet görüyordum. Demek izn-i İlâhî ile Hazret-i Gavs, melek gibi bu vazifeyi duasıyla yapmış.

Sikke-i Tasdik-i Gaybi, Sayfa 138


Bu iddiayı Said Nursî’nin 23 şakirdi yapar . (İsimleri şöyledir: Süleyman, Sabri, Zekâi, Âsım, Re'fet, Ali, Ahmed Husrev, Mustafa Efendi, Rüştü, Lütfü, Şamlı Tevfik, Ahmed Galib, Zühtü, Bekir Bey, Lütfi, Mustafa, Mustafa, Mes'ud, Mustafa Çavuş, Hâfız Ahmed, Hacı Hâfız, Mehmed Efendi, Ali Rıza.)

İspat için, cifr denen hayali şeylere dayanır ve şiirde, Abdulkadir Geylânî’nin şu anlamı sakladığını söylerler:
Müridim Said Kürdî, Rusya’da esirken kuzeydoğu Asya’dan bidatçıların eliyle Asya’nın batısına sürgün edildiği ve Sibirya taraflarından kaçıp çok fazla yeri dolaşmak zorunda kaldığı sırada ALLAH’ın izni ile ona yardım ederim ve imdadına yetişirim.”


Yardımın nasıl gerçekleştiği de şöyle anlatılıyor:
“Evet Hazret-i Gavs’ın “müridim” dediği Said, esir olarak üç sene Asya’nın kuzeydoğusunda, yok edici zorluklar içinde hep korundu. Üç-dört aylık yolu, kaçarak aşmış, çok şehirleri gezmiş ama Gavs’ın dediği gibi hep koruma altında olmuştur.

Sikke-i Tasdik-i Gaybi, Sayfa 135


Sikke-i Tasdik-i Gaybi, Sayfa 136

Sikke-i Tasdik-i Gaybi, Sayfa 137

Abdulkadir Geylani'nin mezarından yardım istediğinin başka bir delili :

Üstadımız diyor ki: “Ben sekiz-dokuz yaşında iken, nahiyemizde ve etrafında bütün ahali Nakşî Tarikatında ve orada Gavs-ı Hîzan adıyla meşhur bir zattan yardım isterken, ben akrabama ve bütün ahaliye aykırı olarak “Yâ Gavs-ı Geylanî” derdim. Çocukluk itibariyle ceviz gibi ehemmiyetsiz bir şeyim kaybolsa, “Yâ Şeyh! Sana bir fatiha, sen benim bu şeyimi buldur” derdim. Şaşırtıcıdır ama yemin ederim ki, böyle bin defa Hazret-i Şeyh, himmet ve duasıyla imdadıma yetişmiştir ."
Sikke-i Tasdik-i Gaybi, Sayfa 128


Said Nursi, Sikke-i Tasdik-i Gaybî , Sayfa 128

(Said Nursi, Sikke-i Tasdik-i Gaybî, Sekizinci Lema, c. II, sf: 2084.)


Darda kalmış kişi dua ettiği zaman onun yardımına kim yetişiyor da sıkıntıyı gideriyor ve sizi yeryüzünün hakimleri yapıyor? ALLAH ile beraber başka bir ALLAH mı var? Ne kadar az düşünüyorsunuz..” (Neml 62)

Güç yetirilemeyen konularda başkasından yardım alınabilirse artık kim ALLAH’a sığınır? ALLAH Teâlâ şöyle buyuruyor:
De ki, ALLAH’ın dışında kuruntusunu ettiklerinizi çağırın bakalım; onlar, sıkıntınızı ne gidermeye, ne de bir başka tarafa çevirmeye güç yetirebilirler.
Çağırıp durdukları bu şeyler de Rabb'lerine hangisi daha yakın diye vesile ararlar, rahmetini umar, azabından korkarlar. Çünkü Rabb'inin azabı cidden korkunçtur.” (İsrâ 56-57)

ALLAH neyi gizlediğinizi, neyi açığa vurduğunuzu bilir. ALLAH’ın yakınından çağırdıkları ise bir şey yaratamazlar; esasen kendileri yaratılmıştır. Onlar ölüdürler, diri değil. Ne zaman dirileceklerini de bilemezler.” (Nahl 19-21)


Onlara sorsan; “Gökleri ve yeri, kim yarattı?” diye, kesinkes “ALLAH” diyeceklerdir. De ki: “ALLAH’ın yakınından neyi çağırdığınıza baktınız mı? ALLAH bana bir sıkıntı vermeyi istemiş olsa, onlar bu sıkıntıyı fark edebilirler mi? Ya da ALLAH bana iyilik etmeyi istemiş olsa, onlar onun bu iyiliğini önleyebilirler mi?” De ki: “ALLAH bana yeter. Dayanacak olanlar ona dayansınlar.” (Zumer 3 8)


“Darda kalmış kişi dua ettiği zaman onun yardımına kim yetişiyor da sıkıntıyı gideriyor ve sizi yeryüzünün hakimleri yapıyor? Allah ile beraber başka bir tanrı mı var? Ne kadar az düşünüyorsunuz..“ (Neml 62)

Güç yetirilemeyen konularda Allah’tan başkasından yardım alınabilirse, kim Allah’a sığınır?

Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:
De ki, Allah’ın dışında kuruntusunu ettiklerinizi çağırın bakalım; onlar, sıkıntınızı ne gidermeye, ne de bir başka tarafa çevirmeye güç yetirebilirler.

Çağırıp durdukları bu şeyler de Rablerine hangisi daha yakın diye vesile ararlar, rahmetini umar, azabından korkarlar. Çünkü Rabb'inin azabı cidden korkunçtur.” (isrâ 56-57)

Allah neyi gizlediğinizi, neyi açığa vurduğunuzu bilir.
Allah’ın yakınından çağırdıkları ise bir şey yaratamazlar; esasen kendileri yaratılmıştır. Onlar ölüdürler, diri değil. Ne zaman dirileceklerini de bilemezler.” (Nahl 19-21)

"De ki: "Eğer gaybı bilseydim, daha çok iyilik yapmak isterdim ve bana kötülük de gelmezdi. Ben, inanan kesim için bir uyarıcı ve bir müjdeciden başka bir şey değilim." (Araf 188)


Allah Teâlâ, insanlara açıklamak istediği gaybları, peygamberleri yoluyla bildirir. Bunun özel bir usulü vardır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

Allah bütün gaybı bilir, gaybını kimseye açıklamaz.

Dilediği peygamber bunun dışındadır. Onun da önüne ve arkasına gözcüler diker.
Böylece o (peygamber) bilsin ki, onlar Allah’ın gönderdiklerini tastamam ulaştırmış, (kendisi de) onların yanında olanı kavramış ve her şeyi bir bir saymıştır. “(Cin 26-28)

Artık o bilgiler gayb olmaktan çıkar. Meleklerin gözcü dikilmesi, o bilgilerin Allah’tan olduğu konusunda, peygamber kuşku duymasın, diyedir. Çünkü Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

Senden önce gönderdiğimiz bir tek nebi ve elçi yoktur ki, bir şeyi arzuladığı zaman, şeytan onun arzusuna vesvese karıştırmış olmasın. Allah şeytanın karıştırdığını giderir, sonra Allah kendi âyetlerini pekiştirir. Allah bilendir, hakîmdir.” (Hacc 52)





*******************************

ÜMMETİMİN İHTİLÂFI RAHMETTİR."

Mektubat, 247, Yirmi ikinci Mektub/Birinci Mebhas/Beşinci Vecih; Rehberler, 218, Uhuvvet Risalesi/ Mektub/Birinci Mebhas/Beşinci Vecih



"Ümmetimin ihtilâfı rahmettir." (el-Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, 1:64; el-Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, 1:210-212.)

Ali el-Karî bu hadis (söz) hakkında diyor ki:
İmamların çoğu bunun aslının olmadığını zannettiler. Fakat, Hattabî bunu Garibu’l-Hadis’te istitraden zikretti ve kendi kanaatına göre aslının olduğunu bildirdi.

Suyutî Camiu’s-Sağir”inde şöyle demiştir: Nasr el-Makdisî Hucce’sinde onu tahriç etti ve Beyhakî Risaletu’l-Eş'ariyye’de senetsiz olarak zikretti, ayrıca Huleymi, Kadı Huseyin, İmamu’l-Harameyn ve diğerleri de hadisi zikrettiler.
Munavi, suyuti’nin şu sözüne bağlı olarak şöyle demiştir: “Subki şöyle demiştir... (ve ondan zikrettiğimiz sözünü nakletti). Sonra da Munavi şöyle dedi: Hafız el-Iraki, bunun senedinin zayıf olduğunu söylemişdir. (Münavi, Feyzu’l-Kadir I, 212-213)
Bu hadis, hafızların bizim ulaşamadığımız bazı kitablarında olabilir, ALLAHu âlem, dedi.

Suyutî’nin bu sözü tartışmalıdır. Nitekim, âlimlerin bu konuda açıklamaları vardır:

Bu asrın muhaddisi üstadı, şeyh Muhammed Nasuruddin el-Elbani ise şöyle demişdir:
Bu hadisin aslı yoktur. ibni Hazm’dan nakledildiğine göre, o bu hadis batıl ve mekzubdur, demiştir. (Elbani, Silsiletu’l-ahadisu’d-daife ve’l-mevzu’a, 76.) Buna göre, hadis sahih değildir veya çok zayıftır ki bunun gibisiyle delil getirilmez. Delil getirmeye elverişli de değildir.

Subkî de: Bu, muhaddislerce bilinen bir hadis değildir. Ben ne sahih, ne zayıf ve ne de mevzu bir senetle bu hadise rastladım, aslının olduğunu zannetmiyorum diyor. (Sabbâğ, Tahkīk ve Ta‘lik, 109, 6. dipnot.)
Ancak bu bir kimsenin sözü olabilir. Belki de birisi “ümmetimin ihtilafı rahmettir” deyip, bazıları da onu alarak, hadis zannetmiş ve peygamberin sözü saymıştır. Hala inanıyorum ki, bu hadisin aslı yoktur. Bunun asılsız olduğuna rahmetin ihtilaf etmemeyi gerektirdiğini bildiren ayet ve sahih hadislerle delil getirilmiştir (Alusi,Tefsir, IV, 24)


İbn Hazm, İhkâm’da: Bu, hadis değildir; bilâkis o, batıldır, mevzudur. Çünkü, eğer ihtilâf rahmet olsaydı, ittifak gazab olurdu. Bu ise, hiçbir Müslümanın söyleyemeyeceği bir şeydir, diyor.
(Muhammed b. Cemil, Fırka-i Nâciye (Kurtulan Toplum), çev. Mehmed Alptekin, Saff Yayınları,1989, 115.)


Zaten, aslolan da iddianın isbatıdır. Âlimlerce senedi bile bulunamayan bir sözün Peygambere isnat edilmesi doğru değildir.
ALLAH, Abdullah b. Mubârak’e rahmet etsin, şöyle demiştir:
"İsnad dindendir. İsnad olmasaydı, muhakkak ki, her isteyen istediğini söylerdi." (Muslim, Mukaddime, 5.)
Yine demiştir ki:
"Bizimle (hadis nakleden) şu kavim arasında ayaklar, yani isnad vardır." (Muslim, aynı yer.)

Onun bu sözünü Nevevî şöyle açıklıyor:
Bunun manası, eğer sahih bir isnat getirirse hadisini kabul ederiz, yoksa terk ederiz, demektir. İsnatsız hadisi ayakta duramayan hayvana benzetti. Nikekim, ayakları olmayan hayvan da ayakta duramaz. (Mehmed Sofuoğlu, Sahîh-i Muslim ve Tercemesi, İrfan Yayınevi, İstanbul 1972, 1/39.)

Ummetimin ihtilafı rahmettir" hadisinin elimizdeki kaynaklarda merfu/sahih bir senedi yoktur.

el-Beyhakî, İmam el-Eş'arî'yi müdafaa maksadıyla kaleme aldığı er-Risâletu'l-Eş'ariyye'sinde [İbn Asâkir, Tebyînu Kezibi'l-Müfterî, 100 vd.] bu hadisi senetsiz olarak nakletmiştir.(İbn Asâkir, Tebyînu Kezibi'l-Müfterî, 106)

Bu hadisi (sözü) bu lafızla zikreden kaynakların hiç birisinde sened zikredilmemiştir. Hatta es-Subkî, "Muhaddisler tarafından bilinmemektedir. Bu rivayetin ne sahih, ne hasen, ne de mevdu bir senedine rastlamadım" demiştir. [el-Munâvî, Feydu'l-Kadîr, I, 212.] Yaygın olarak zikredilmesi dolayısıyla es-Suyûtî, "Belki önceki Hadis alimlerinin eserlerinde senedli olarak zikredilmiştir de, onların eserleri bizlere ulaşmamıştır" demiştir. [ el-Câmi'u's-Sağîr, I, 210.]

Bu rivayeti senetsiz olarak veren kaynaklar es-Sehâvî, el-Aclûnî ve daha birçok alim tarafından zikredilmiştir
. [ el-Makâsıdu'l-Hasene, 26-7; Keşfu'l-Hafâ, I, 66-7.]

İbni Dibağ eş-Şeybani de şöyle demiştir: Alimlerin çoğu bu hadisin aslının olmadığını söylemiştir. Fakat Hattabi bunu Ğaribu’l-Hadis’inde istidraden (dolaylı olarak) zikrederek kendisine göre aslının olduğunu hissettirmiştir.(İbn Dibağ eş-Şeybani, Temyizu’t-tayyib mine’l-hadis, 85)


Hasılı "Ummetimin ihtilafı rahmettir" hadisinin aslı (senedi) bulunamamıştır. Bu sebeple onu Efendimiz (s.a.v)'e izafe ederek nakletmek doğru değildir.


Aşağıya yazacağım hadis ihtilaf etmenin zararını bildirecektir !
"ÜMMETİMİN İHTİLÂFI RAHMETTİR." uyduruk sözünü sahih hadis kabul eden rasul iftiracaılarına aşağıya koyacağım ümmetin ihtilafıyla ilgili hadisi değerlendirmeye davet ediyorum .


"Andolsun ki siz, kendinizden önceki milletlerin yoluna kulacı kulacına, arşını arşınına ve karışı karışına muhakkak tıpatıp uyacaksınız. Hatta onlar daracık bir keler deliğine girseler bile, siz de muhakkak o deliğe gireceksiniz."
Ashâb-ı kiram: "Yâ RasulAllah! O milletler yahudiler ve hıristiyanlar mı?"

"Bunlar olmayınca başka kimler olur?" buyurdu. (İbn-i Mâce: 3994)



_İbnu Amr İbni'l-As radıyALLAHu anhuma anlatıyor: "Rasûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"
Beni İsrail üzerine gelen şeyler, aynıyla ummetimin üzerine de gelecektir. Öyle ki onlardan aleni olarak annesine gelen olmuşsa, ümmetimden de bu çirkin işi mutlaka yapan olacaktır. Nitekim, Beni İsrail yetmiş iki millete (dine, fırkaya) bölünmüştü. Benim ümmetim de yetmişüç millete bölünecektir. Bunlardan bir tanesi hariç hepsi ateştedir."
"Bu fırka hangisidir?" diye soruldu.
"Benim ve ashabımın üzerinde olduğu şeyden ayrılmayanlardır!" buyurdular."

Tirmizi, İman 18, (2643). kutub-i sitte 4743


- Muaviye radıyALLAHu anh anlatıyor: "Rasûlullah aleyhissalâtu vesselâm (bir gün) aramızda doğrulup buyurdular ki:

"Haberiniz olsun! Sizden önce Ehl-i kitap, yetmişiki millete (dine) bölündüler. Bu ümmet ise yetmişüç fırkaya bölünecek. Bunlardan yetmiş ikisi ateşte, sadece biri cennettedir. Bu da (Ehl-i Sünnet ve'l) cemaattir."

Ebu Davud, Sünnet 1, (4597). kutub-i sitte 4742
 
ABDULHAK Çevrimdışı

ABDULHAK

الإذلال هو بعيد عنا
Admin
EBCED VE CİFİR, YAHUDİ KABALASININ ŞİRKİDİR
images


EBCED VE CİFİRİ SAVUNAN SAİD NURSİYE REDDİYE



Ebced sisteminin İbranice ve Aramice'nin etkisiyle Nabatice'den Arabca'ya geçtiği bilinmektedir. Arab alfabesindeki harflerin sayısal karşılığının İbranice ve Aramice'nin harfleriyle aynı değerde olması, bu bilgiyi güçlendirmektedir.
(Mustafa Uzun, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, "ebced" maddesi, c: 10, s. 70)
Cifr, ansiklopedilerde, "gelecekte vuku bulacak olayları değişik metotlarla öğrettiğine inanılan ilmin adı" olarak tanımlanır.
(Metin Yurdagür, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, "cefr" maddesi, c: 7, s. 215)
Said Nursi; Yahudilerin bilhassa büyücü ve sihirbazların (Hurafecilerin) kullandığı ve hiçbir doğruluğu olmayan, hayal mahsulü ve yalan olan gaybdan ve gaybii haber vermeye dayanan
ebced-cifir hesaplarını kullanarak, Kuran’ın 33 ayetini (kendisini ve kitaplarını kutsallaştırmak için) saptırmış ve tahrif etmişdir.

Kimi Yahudiler kelimeleri yerlerinden tahrif ederler (yerleşik anlamlarından kaydırırlar). Bunu dillerini bükerek ve dine saldırarak yaparlar.” (Nisa 46)

“Yazık o kimselere ki kendi elleriyle Kitap yazarlar; sonra « Bu, Allah katındandır.» derler ki, karşılığında az bir bedel alsınlar. Yazık o, kendi elleriyle yazdıklarından dolayı onlara! Yazık onunla kazandıklarına! (Bakara 79)
Bu ayetlerin muhatabı sadece Yahudi ve Hristiyanlar değildir. Bu ayet Müslümanlara da hitap etmektedir.

‘Yahudi yapınca suç, Müslüman (veya Said Nursi ) yapınca tefsir’ mantığı yanlıştır.

Reşid Rıza, Ebced-Cifir hakkında şunları söyler:
Cifir; hak ve gerçek olsaydı, o yolla verilen her haberin doğru çıkması gerekirdi. Bunlar hükümdarları, valileri ve bu çapta başka kişileri aldatarak mallarını çarpmak, yanlarında iyi görünmek için vaz edilmiştir. Tesadüf neticesinde doğru çıkan birkaç haber cahilleri aldatıyor da, söylenen şeylerin hepsini doğru zannediyorlar.”

Katip Çelebi ise der ki;

Cefr ilmi, Emevî ve Abbasî halifeleri devrinde baskı gören Ali taraftarlarının baskıdan kurtulmak için ortaya attıkları ve yaydıkları bir inanıştır. Daha sonra bu iş, gelecekten haber veren ve kehanette bulunan bir yöntem hâline gelmiştir.”

İşin ilginç bir tarafı da şudur:
Bu adamlar, bu işi çeşitli kehanetlerde bulunmak için yapmışlardır. Yani, bu gaybî anahtarı (!) "gelecek" kapısının kilidine sokmuşlardır.
Edebiyatçılar, ebced hesabını meşru bir tarzda kullanmışlar, sanat eserleri ortaya koymuşlar, belki de geçimlerini bu yolla temin etmişlerdir. Oysa Said Nursî beyhude yere, aynı anahtarı zaten açık olan "geçmiş" kapısının kilidine sokup durmaktadır. Said Nursî bu hesabı, gayrimeşru kullanmıştır çünkü Ebcet hesabını Kur’an ayetlerine ve hadislere, hatta Ali’ye isnad edilen uydurma kasidelere tatbik ederek, bundan kendine, risalelerine ve tebaasına pay çıkarmaya çalışmaktır.

Ediplerin ebced hesabını kullanmaları Said Nursî’nin bu hesabla yapıp ettiklerine delil teşkil edemez. Tıpkı mubah bir şeyin mubah bir şekilde mubah bir gaye için kullanılmasının, aynı mubah şeyin mubah olmayan bir biçimde mubah olmayan bir maksat ile kullanılmasına delil teşkil etmeyeceği gibi.

Tefsirci Cerrahoğlu bu konuda şöyle der;
"Çeşitli fırka mensupları, Bâtınîler, aşırı sufiler, şiiler ve felsefeciler aynı usûl ve metotları kullanarak, Kur’an’ın asıl maksadını ve manasını ya yok etmeye veya onu gizleyip, asıl kendi maksatlarını ortaya koymaya çalışmışlardır. Bütün bunlar asırlar boyunca remiz, işaret ve bâtın adı altında Müslümanlar arasında kullanıla gelmiştir. İslâm’ın ilk asrının ortalarından itibaren başlayan bu cereyanlar, meşruiyetlerini ispat edebilmek için delillerini Kur’an-ı Kerim’de aramışlar, aradıklarını tam olarak orada bulamayınca da lâfızların hakikî manalarından sapma yoluna yönelip keyfî manalar çıkarmaya teşebbüs etmişlerdir. ”

Şimdi Said-i Nursi’nin Ebced-Cifir hesabıyla Kur’an ayetlerini nasıl tahrif, te’vil ettiğini kendi yazdığı (pardon habersiz ve iradesiz yazdırılan!) Risale-i Nur’dan misallerle görelim :
(…) “Acaba Risale-i Nur’u, Kur’an kabul eder mi? Ona ne nazarla bakıyor?” denildi. O acib sual karşısında bulundum. Ben de, Kur’an’dan istimdat eyledim. Birden otuzüç âyetin sarîhinin teferruatı nev’indeki tabakattan “mâna-yı işârî” tabakasından ve mâna-yı işârî külliyetinde dahil bir ferdi, Risale-i Nur olduğunu ve duhulüne ve medar-ı imtiyazına birer kuvvetli karîne bulunmasını bir saat zarfında hissettim; ve bir kısmını mücmelen gördüm. Kanaatımda hiçbir şek ve şüphe ve vehim ve vesvese kalmadı; ve ben de, ehl-i îmanın îmanını Risale-i Nur ile takviye etmek niyetiyle o kat’î kanaatımı yazdım ve has kardeşlerime mahrem tutulmak şartiyle verdim. (…)” Sikke-i Tasdîk-ı Gaybî, 67-68

“(…) Seyranîdir. Bu zat, Husrev gibi Nur’a müştak ve dirayetli bir talebemdi. Esrâr-ı Kur’aniyenin bir anahtarı ve ilm-i cifrin mühim bir miftahı olan tevâfukata dair Isparta’daki talebelerin fikirlerini istimzac ettim. Ondan başkaları, kemal-i şevk ile iştirak ettiler. O zat başka bir fikirde ve başka bir merakta bulunduğu için, iştirak etmemekle beraber, beni de kat’î bildiğim hakikattan vaz geçirmek istedi. Cidden bana dokunmuş bir mektup yazdı. “Eyvah! dedim, bu talebemi kaybettim!” Çendan fikrini tenvir etmek istedim. Başka bir mana daha karıştı. Bir şefkat tokadını yedi. Bir seneye karib bir halvethânede (yani hapiste) bekledi.” Lem’alar, Onuncu Lem’a
( Seyranî denen bu zatın hapiste yatmasının hikmetini tevafuka, ilm-i cifre karşı olmasında ve Said Nursî’yi bunlardan vazgeçirmek istemesinde bulan bu zihniyete şu soruyu sormadan edemeyeceğiz: Siz bu adamcağızdan daha uzun süre hapislerde yattınız. Birisi de çıkıp size derse ki: “Sen bunca hapsi, kendi hevana ve hevesine göre Kur’an-ı Kerim’i tefsir edip, o yüce Kitabı emellerine alet ettiğin için yattın. Kaç defa bu tokadı yedin, hâlâ akıllanmıyorsun!” Ne cevap vereceksiniz?..)

“(… su da bulamadıysanız, temiz bir toprağa teyemmüm edin.” (Maide/6) ayetinde geçen “toprak” (ﺪﻳﻌﺻ )ın Said Nursî olduğu iddia edilmiş, aynen şöyle denilmiştir:
(…) Sad ve sin, birbirine tam kardeş olması ve bir kelimede birbirinin yerine geçmesi münasebetiyle bu âyetteki “sa‘îden” kelimesindeki sad, sin okunsa Risale-i Nur’un tercümanını göstermesi Sikke-i Tasdîk-ı Gaybî, 112 ve Birinci Şua 31.ayette
Ayet; açıkça abdestten, gusülden, teyemmümden bahsetmekte iken Nur Risaleleri’ne göre; ayetteki “eğer hasta iseniz” anlamına gelen “ve in küntüm merzâ” cümlesi çarpıtılarak “dalâlet ehli tarafından artırılan manevî hastalıkların büyük bir kısmı, Nur Risaleleri’nin Kur’anî ilaçlarıyla giderilebilir” anlamı verilmiş “Bir sapık fırka, üzüntü ile beraber, -şayet dünyanın iki yüz sene daha ömrü varsa- faaliyetlerine devam edecektir” diye de tahrif sürdürülmüştür.
Allah, göklerin ve yerin nurudur. Onun nurunun bir örneği, içinde ışık bulunan bir kandil yuvası gibidir. Işık bir cam içindedir; cam ise, doğuya da batıya da ait olmayan mübarek, ateş değmese bile yağı neredeyse ışık verecek olan bir zeytin ağacından yakılan, sanki inci bir yıldız gibidir. Nur üzerine nurdur. …” (Nûr,35)
Hem işaret eder ki; Resâil-in-Nur müellifi dahi ateşsiz yanar, tahsil için külfet ve ders meşakkatine muhtaç olmadan kendi kendine nurlanır, âlim olur. Evet bu cümlenin bu mu’cizane üç işarâtı elektrik ve Resâil-in-Nur hakkında hak olduğu gibi, müellif hakkında dahi ayn-ı hakikattır. … Hem, nasılki bu cümlenin mânevî münasebet cihetinde kuvvetli ve letâfetli işareti var; öyle de cifrî ve ebcedî tevafukiyle hem elektriğin zaman-ı zuhurunun kurbiyetini, hem Resâil-in-Nur’un meydana çıkması, hem de müellifinin velâdetini remzen haber veriyor.” Sikke-i Tasdîk-ı Gaybî, 74-78’de Nur suresi 35.ayet
Said Nursî, hiç utanıp sıkılmadan bu hezeyan, kuruntu ve zırvalarının, bir de hakikatin ta kendisi olduğunu söylüyor. Bu ve buna benzer yorumların ayetin siyakıyla uygun olup olmadıkları bir yana, görüldüğü gibi, Kur’anî ifadeler, içinde geçtikleri siyaklarından kopartılmaları durumunda çok çeşitli ve bazen de çok tehlikeli hatalar ortaya çıkabilmektedir.
Eğer kulumuz (Muhammed)'a indirdiğimiz (Kur’an)den şubhe içindeyseniz, haydi onun (surelerinden biri) gibi bir sure getirin; (bunun için) Allah’tan başka şahidlerinizi de (yardıma) çağırın; eğer doğru kimseler iseniz.” (Bakara, 23) ayetinin ebcedî tefsiri
Fe’tû bisûratin min mislihi” (ebced hesabı ile) 1880′dir. Son asırların tağut dalâletinin doğumu olup, onun temsil ettiği ruh-u dalâlete hazret-i Kur’ân’ın ve ondan nebean eden Risale-i Nur meydan okumasını gösterir.” Tılsımlar Mecmûası, 193
Nur Risaleleri’ndeki ebced hesabına göre “tağutMustafa Kemal kabul edilirken aynı yolun (Ebced-Cifr metodunun) farklı yolcularınca Mustafa Kemal’in “Mehdî” ilân edildiğini görüyoruz.
Bu da bizlere; uygulanmasıyla aynı kişinin hem yerin dibine batırıldığı hem de göklere çıkarıldığı bir yöntemin ne kadar geçersiz olduğunu ve bu yöntemle Kur’ana yaklaşmanın ne kadar sapıklık olduğunu gösterir.

SAİD NURSİ KENDİNİ KURANIN İÇİNE SOKUYOR !!!!


Sikke-i Tasdik-i Gaybi, Sayfa 72

Elhasıl: Bu âyet, müteaddit ve çok tabakalarından, bir işârî tabakadan hem Risaletü’n-Nur’a, hem müellifine (KENDİNE), hem bu on dördüncü asrın iptidasına, hem iptidasındaki Risaletü’n-Nur’un mebde’ine remzen, belki işareten, belki delâleten bakar.


b658.gif
âyetinin tetimme
b659.gif

EN'AM 122 AYET
âyetinin kuvvetli işaretini hem teyid, hem letafetlendiren üç münasebet birden Ramazan’da kalbime geldi. Kat’î bir kanaat verdi ki,
b660.gif
kelimesine tam münasip Said’dir
. Bu âyet Risale-i Nur tercümanı olan Said’i
b661.gif
unvanıyla göstermesinin bir hikmeti budur ki:
Mevtin muammasını ve tılsımını Risale-i Nur ile o açmış, o dehşetli yüzün altında ehl-i imana çok ünsiyetli, sürurlu, nurlu bir hakikat keşfedip ispat etmiş. Ve mevt-âlûd hayat-ı fâniyede boğulan ehl-i ilhada karşı, bâkiyâne, hayat-âlûd, muvakkat bir mevt-i zâhirî ile galibâne mukabele eder.



Sikke-i Tasdik-i Gaybi, Sayfa 73
Üçüncüsü: Bu âyet, cifir ve ebced hesabıyla, her tarafta Said’e hücum eden üç çeşit mevtin temas zamanını ve tarihini aynen gösterip tevafuk eder. Demek, âyetteki
b663.gif
kelimesinin efradından medar-ı nazar bir ferdi ve cifirce onun ismi
b663.gif
adedine tam tevâfukla hususi işarete mazhar bir mâsadak Saidü’n-Nursî’dir.

Sabri’nin sadâkatinin bir kerametidir.
Ben namazdan sonra bu tetimmeyi yazarken Sıddık Süleyman’ın halefi Emin, Sabri’nin
b665.gif
âyetine dair parçayı aldığını ve Ramazan’ın feyzinden onun izahı gibi nurlar istediğini gördüm. Ne yazdığımı Emin’e gösterdim. Hayretle dedi: "Bu hem Sabri’nin, hem Risale-i Nur’un bir kerametidir."


BAŞKA BİR SAÇMALAMASI DAHA :
Sikke-i Tasdik-i Gaybi, Sayfa 14

Bu hizmete, yani ehl-i imanı dalalet-i mutlakadan kurtarmaya, lüzum olsa, dünyevi hayat gibi, uhrevi hayatımı da feda etmek bir saaddet bilirim. Binler dostlanm ve kardeşlerimin Cennete girmeleri için, Cehennemi kabul ederim.
Said Nursi

Halbuki Allahu teala, cehenneme girecek olanların kurtulmak için bütün tanıdıkları herkesi hatta ailesini , çocuklarını bile fidye vermek isteyeceğini bildirmişken, Said Nursi ise gönüllü girebileceğini söyleyerek, güya insancıl ve humanist duygularla dostları kurtarıyor, ne fedakar adam densin diye Kur'ana muhalif konuştuğunun farkına varılmıyor!
Onlar birbirlerine yalnız gösterilirler. Suçlu kimse o günün azabından kurtulmak için oğullarını, ailesini, kardeşini, kendisini barındırmış olan sülalesini ve yeryüzünde bulunan herkesi feda etmek ve böylece kendisini kurtarmak ister. (Mearic 11-14)

Şimdi de Said Nursi'nin ebcet yoluyla tahrif ettiği bazı ayetlerden sonra şimdi de tahrif ettiği hadislerden bazılarına bakalım:
Ve vasfuke’s-Sa‘îdu fi’l-Kitâbi’l-Mecîd. Ente mevsûfun yâ Sa‘îde’n-Nâsi min Rasûlillâhi (…) Yani: (Ey Said Nursî!) Senin Kitab-ı Mecid’de vasfın “es-Said”dir. Sen, Resulullah tarafından vasfedilmişsin, ey insanların saidi! Bu cümleye “Hâşiye” düşülür ve orada denir ki: ﻦﺘﻓﻠﺍﺏﻧﺠﻦﻤﻠﺪﻴﻌﺳﻠﺍﻥﺇ cümle-i celilesi hadiste üç def’a tekrar edilerek, nazar-ı dikkati bu ism-i pâkin sahibine şiddetle tevcih etmekte olduğu gibi, o zâtın icra-yı faaliyette bulunacağı tarihleri ve ilminin hükümranlığı tarihlerini aynen göstermektedir. (…)“ Tılsımlar Mecmûası, 186

Mes’ut kimse, fitnelerden uzaklaştırılmış kimsedir. (…)” mealindeki bu hadiste geçen es-Sa‘îd sözcüğünden kastedilenin Said Nursî olduğunu iddia etmek kadar komik ve çarpık bir başka anlayış var mıdır acaba?

Binâenaleyh bu Zât (Said Nursî), cismaniyet noktasında mir’at-ı Peygamberî’dir.” Tılsımlar Mecmuası, 205
diyerek kendisini Hz. Muhammed’in aynası olarak göstermektedir. Hâşâ ve kellâ… Said Nursî, ne cismaniyet ne de ruhaniyet noktasında Hz. Muhammed’in aynası olabilir. Bu ancak Peygamberi suistimal etmektir. Aynı yazının devamında ebced hesabına dayanılarak şu terbiyesizlik yapılır:
Üstelik ancak iki Muhammed, bir Bediüzzaman ediyor. Şöyleki; Muhammed (92) Âyine karşısına koyarak Muhammed (92); Bedîüzzaman (184)’dır. (Ebcede göre Muhammed adının sayı değeri 92’dir, Bedîüzzaman adının sayı değeri 184’dür. Yani 92+92=184)
Peki, sizin bu ahmakça çıkarsamanızı esaslı bir şey zanneden muzırın biri çıksa da dese ki:
Kur’an’da Tebbet suresinde adı geçen Ebu Leheb’in cifri değeri 46’dır. Ebu Leheb’in sağına, soluna, önüne, arkasına ayna koysak ( Yani 46 x 4= 184) kim görünür acaba?”
Bu münasebetsize ne cevap vereceksiniz? Hadi biz verelim cevabı: Bediüzzaman (!) Said Nursî görünür. Çünkü: Ebu Leheb (46) x 4 = Bediüzzaman (184) eder.
Bir diğeri ise çıkıp Ebced ile şöyle bir yorum yapsa;
“Bakara 220’. ayette “(…) Allah, müfsidi muslihten ayırt etmesini bilir. (…)” buyurulmaktadır. “Müfsid” (Ara bozucu, karıştırıcı) kelimesinin “Bediüzzaman”a tam tamına tevafuk etmesi cihetiyle (Çünkü Müfsid’in cifri değeri 184 iken Bediüzzaman’ın cifri değeri de 184’tür.) ayet, Bediüzzaman’ın fesâd-ü ifsadına ima, belki remz ediyor. Hatta bunu delâlet, belki sarahat derecesine çıkarıyor. Nitekim, Said-i Nursi’nin cümleleri de bunu hem lâfzen hem de mealen tasdik edercesine diyor ki: " Hiçbir müfsid ben müfsidim demez, daima suret-i haktan görünür. Yahud bâtılı hak görür. Evet, kimse demez ayranım ekşidir. Fakat siz mihenge vurmadan almayınız…” dese ne yaparsınız?
Ramazan-ı Şerif’te onuncu günün ikinci saatinde birden bu Hadîs-i Şerif (“Ümmetinden birtakım insanlar, kendilerine Allah’ın emri (kıyamet) gelinceye kadar galip gelmekte devam edeceklerdir. (Allah’ın emri) onlar galip olduğu hâlde (gelecektir).” hatırıma geldi. Belki, Risale-i Nur şâkirdlerinin tâifesi ne kadar devam edeceğini düşündüğüme binaen ihtar edildi:
….. Ve’l-ilmu indallahi lâ ya’lemu’l-gaybe illallâhu. Hattâ ye’tiyallahu bu emrihi (şedde sayılır) fıkrası dahi, makam-ı cifrîsi bin beşyüz kırkbeş (1545) olup kâfirlerin başında kıyamet kopmasına îmâ eder. Cây-ı dikkat ve hayrettir ki; üç fıkra bil’ittifak bin beşyüz (1500) tarihini göstermeleriyle beraber, tam tamına mânidar, mâkul ve hikmetli bir surette bin beşyüz altıdan (1506) ta kırkbeşe (1545) kadar üç inkılâb-ı azîmin ayrı zamanlarına tetabuk ve tevafuklarıdır. Bu îmalar gerçi yalnız bir tevafuk olduğundan delil olmaz ve kuvvetli değil, fakat birden ihtar edilmesi bana kanaat verdi. Hem kıyametin vaktini kat’î tarzda kimse bilmez; fakat, böyle îmalar ile bir nevi kanaat bir gâlip ihtimal gelebilir. (…)
Tılsımlar Mecmuası, 205
Said Nursî, hadiste belirtilen topluluğunun Risale-i Nur şakirtleri olduğundan (?) öylesine emindir ki, artık çıkarımlarını Nurculuğun ne kadar devam edeceği üzerine yoğunlaştırmıştır. E, Said Nursî’nin muhtırası durur mu, hemen ihtar eder hadisi…
Said Nursî’nin, hesap aralarına “Allah’tan başka, hiç kimse gaybı bilmez” anlamına gelen “lâ ya‘lemu’l-gaybe illallâhu” cümlesini koymasının da üzerinde durmak gerekmektedir. Hem bu cümle konulacak, hem de hâlâ kıyamet gibi en gizli gayba muttali olunmaya çalışılacak… Bu, fasıkların büyük günahları bile bile işlerlerken “tövbe, tövbe” demelerini andırmaktadır.
Şatibi derki;
Şu hâlde, Kuran’dan elde edildiği öne sürülen ve fakat Arap dili üzere carî olmayan hiçbir mananın Kur’an ilimleri ile ilgisi yoktur, ne kaynak ne de metot olabilir. Kim böyle bir iddiada bulunursa, onun bu iddiası batıldır. Nasipsizin birinin kendisinin Kur’an’da zikredildiğini iddia etmesi bu konunun örneklerinden birini teşkil eder.”
Said Nursî’nin ve onun bu saçma sapan sözlerine inananların hak ettiği kelâmı, İmam Şatıbî yüzyıllar önce, aynı yolun yolcuları için etmiş.
Bizde Risale-i Nur talebelerine şunu hatırlatalım:
“Aklı zayıf olanlar, hakkı adam ile tanırlar, adamı hak ile değil. Akıl sahibi olan kimseler için Hz. Ali buyurmuş ki: “Hakkı adamla bilemezsin. Önce hakkı tanı, böylece ehlini de tanırsın. Akıllı adam, esasen hakkı tanır. Bir söz işittiği vakit ona bakar, hak ise kabul eder. Söyleyen, ister bozuk fikirli olsun, ister doğru düşünceli. Hatta çok kere sapık kimselerin sözlerinden hakikati çıkarmaya çalışır.
Bir âlimin en aşağı derecesi, koyu cahil halktan farklı olmaktır. Bir sözü, halkın büyük tanıdığı bir adama isnat etsen, batıl dahi olsa, cahiller hemen kabul ederler. Fena, değersiz bildikleri bir kimseye isnat etsen, doğru da olsa reddederler. Daima hakkı adamla ölçerler. Adamı haktan tanımazlar. Bu, çok büyük bir dalâlettir.”
Esasen Nur Risaleleri’nde yapılan ebced ve cifir hesablarında asla kural tutarlılığı yoktur. Bu hesablarda şeddeler, tenvinler bazen sayılmış, bazen de sayılmamıştır. Bu hesablar yapılırken eldeki sayıya ulaşılabilmek için, ayetlerdeki harfler bile çeşitli gerekçelerle değiştirilmiştir. Bu hesaplarda dikkati çeken diğer bir unsur, hem Said Nursî’nin hem de Nur Risaleleri’nin birden fazla ismi olmasıdır: Said-i Nursî, Said-ün-Nursî, Said-i Kürdî, Molla Said… Risale-i Nur, Resail-in-Nur, Risalet-ün-Nur, Risale-in-Nur, Risalet-ün-Nuriyye, Bediüzzaman…
İsimlerdeki bu çeşitliliğin, hesaplarda kolaylık sağlayacağı aşikârdır. Bu hesaplamalarda öylesine keyfî davranılmıştır ki, aynı isim ya da isim tamlaması için farklı yerlerde farklı sayı değerleri verilmiştir. İstenilen rakamı elde edebilmek için keyfî davranılmıştır; ayetlerdeki cümleler anlamını yitirecek şekilde bölünmüştür. Ebced hesaplamalarından çıkan sayı, bazen hicrî, bazen rumî ve bazen de milâdî tarihin senesi sayılmıştır ki, bu da tamamen indî bir uygulamadır.
Eğer ebced hesabı, Said Nursî’nin ileri sürdüğü gibi gaybî bir anahtar ise, yüce Allah’ın kendisine edilmesini istediği “hamd”, “köpek”le tevafuk etmiştir. Böyle bir anahtar, gaybın kapıları bir yana adî bir kapıyı bile açamaz.
Nurcular Risalelerdeki bütün bu çarpıklıklarını örtmek için Said-i Nursi’nin İşari tefsir yaptığını iddia ederler. Hâlbuki âlimlere göre; İşarî (Bâtınî) tefsirlerin makbul olabilmesi için, şu dört şarttan hâlî olmaması gerekir:
1. Bâtın mananın, Kur’an lâfzının zahir manasına aykırı olmaması,
2. Başka bir yerde bu mananın doğruluğunu teyit eden şer’î bir şahidin bulunması,
3. Verilen bu manaya, şer’î veya aklî bir muarızın bulunmaması,
4. Verilen bâtın mananın tek mana olduğunun ileri sürülmemesi.
İşarî tefsir için ortaya konan şartları, Said Nursî ve talebelerinin ebced ve cifre dayanarak yaptıkları tefsirlere uyguladığımızda; son şart hariç hiç birinin olmadığı görülmektedir.
Son şartta da Nur Risaleleri’nde şüpheli anlatımlar vardır. Dolayısıyla Nur Risaleleri’ndeki ebced ve cifre dayalı tefsirlerin, işarî tefsirden kabul edilmesi mümkün değildir.
Bâtınîler; lâfzı, zanlarına göre lâfzın çağrıştırdığı manalar ile yorumlamışlardır. Yani, manayı esas almışlardır ki, batıl da olsa kendilerine göre bir metotları vardır. Oysa Nur Risaleleri’nde, ayetteki lâfızların, ebced ve cifir hesabına göre aldığı sayı değeri, Said Nursî ve Nur Risaleleri ile alâkadar bir sayıyla çakıştığında, bu, o ayetin bunlara işaret, ima… ettiğinin delili kabul edilmiş, bunu tekit edecek bir-iki masal uydurmaktan da geri kalınmamıştır. Velhâsıl, Nur Risaleleri’nde ebced ve cifir hesaplarıyla yapılan bu tefsirler, lâfzın manasına bakmadığından, işarî değil ancak Hurufî tefsirdir.
Nesefî akaid risalesinde Said-i Nursi gibilerine şöyle der:
Nasslar, zahirleri üzerine hamledilir. Bunun aksine yönelmek, bâtın ehlinin iddia ettiği manalara sapmak, ilhattır ve küfürdür.”
Gazalî, Said-i Nursi gibilerine şöyle der:
Bazıları tevil yaptıklarına inanarak mütevatir bir nassa muhalefet ederler. Bunların yaptıkları tevillerin lisan kaideleri ile yakından ve uzaktan bir ilgisi bulunmazsa; bu, küfürdür. Tevilci olduğunu iddia etse de tekzipçidir."
Muhsin Abdulhamid, Said-i Nursi gibi hurafeciler için şöyle der;
Evet, bu işle uğraşan kişi Kur’an ayetlerine gelince, bunları mevzusuyla asla ilgisi olmayan, delilsiz ve burhansız görüşlerle keyfince tevil eder; canının istediği, hayalinin düşündürdüğü gibi yazar. Kendi yüksek keyfi için coşup yürüyen herkes serbest bırakılsa da Kur’an-ı Kerim ayetlerine hücum etse, onlara kabul edemeyeceği manaları yüklese, acayip Bâtınî tefsirlerle, alçak şeytanî fikirlerle bunları anlasa, bu mevzuda batıl görüşler, bozuk teviller, terk edilmiş manalar ortaya koysa; bu takdirde binlerce insan peygamberlik ve velilik iddia ederlerdi, birçokları da kötü niyetlerini, sapık prensiplerini teyit ederlerdi.”
Ne yazık ki Said-i Nursi, ayetlerde anlatılan Yahudiler gibi Allah’ın ayetlerini tahrif, tağyir ve te’vil etmiştir. İşin daha kötü tarafı ise müridleri de Said’e kanıp Risalelere iman ederek İslam adına yeni dinlerini körü körüne savunur olmuşlardır.
Said-i Nursi bu güne kadar hiçbir akıllı insanın yapamayacağı bir metod olan Kur’an-ı Kerim tefsirinde Kur’an-ı Kerim’i delme metodunu uygulamış mıdır?
Allah (c.c) Âl-i İmran 7’de;
Sana Kitabı indiren O’dur. O’ndan, Kitabın anası (temeli) olan bir kısım ayetler muhkem’dir; diğerleri ise muteşabihtir. Kalplerinde bir kayma olanlar, fitne çıkarmak ve olmadık yorumlarını yapmak için ondan muteşabih olanına uyarlar. Oysa onun tevilini Allah’tan başkası bilmez. İlimde derinleşenler ise: “Biz ona inandık, tümü Rabbimizin katındandır” derler. Temiz akıl sahiblerinden başkası öğüt alıp-düşünmez.” buyuruyor.
Yani Allah’ın bizlere açıkca bildirmediği, yoruma açık ayetler konusunda biz MüslümanlarınBiz ona inandık, tümü Rabbimizin katındandırdemesi gerekirken; kalbinde fitne olan bozuk insanların ise bu kapalı ayetleri dillerine dolayıp olmadık yorumlarda bulunmaları vurgulanıyor. Herhalde Said-i Nursi’nin bu ayetten haberi olmamış ki(!) bakın Mektubat, Ondokuzuncu Mektub’da şöyle bir tefsire yelteniyor;
yalnız gözü bulunan kulaksız, kalbsiz, ilimsiz tabakasına karşı da, Kur’an’ın bir nevi alamet-i i’câzı vardır. Şöyle ki:
Hâfız Osman hattiyle ve basmasiyle olan Kur’an-ı Mu’ciz-ül-Beyan’ın yazılan kelimeleri birbirine bakıyor. Meselâ: Sure-i Kehf’de: “ve sâminuhum kelbuhum” kelimesi, altında yapraklar delinse: Sure-i Fâtır’daki “kıtmîr” kelimesi, az bir inhirafla görünecek ve o kelbin ismi de anlaşılacak.” Mektubat, Ondokuzuncu Mektub
Kehf suresinin bu ayeti, Kur’an’ın 295. sayfasında yer alırken, köpeğin ismi (muteşâbihtir) olduğu iddia edilen “kıtmîr” (el-Kıtmîr: çekirdeğin üzerindeki ince kabuk, çekirdek zarı; darbımesel olarak kıymetsiz, adî, ehemmiyetsiz manasında kullanılır) kelimesinin geçtiği ayet 435. sayfadadır.
“Ve sâminuhum kelbuhum” ifadesinin altındaki yapraklar delinse (!) bile, “kıtmîr” kelimesi açılan deliğe denk gelmemektedir. Çünkü bu ibare Hafız Osman hattıyla yazılmış Mushafta 295. sayfanın 6. satırının sol tarafında iken; “kıtmîr” kelimesi 435. sayfanın 7. satırının sağ tarafındadır. Kaldı ki, denk gelse dahi bu, o köpeğin isminin “Kıtmîr” olduğunu ve bunu Kur’an’ın şifreli bir şekilde belirttiğini göstermez.
Kur’an’ın icazını bu şekilde gösteren zihniyete, aşağıdaki soruların cevablarını bulmamız için Kur’an’ın hangi sayfasının neresini, nereye kadar delmemiz (!) gerektiğini sormaya herhâlde hakkımız vardır; çünkü bunlara da yanıt vermeleri yöntemlerinin tutarlı olmasının bir gereğidir.
1. Ashab-ı kehfin isimleri ne idi?
Her hâlde Kur’an’ın, bu yiğitlerin isimlerini belirtmesi, köpeğin ismini belirtmesinden daha anlamlı olsa gerektir.
2. Yiyecek almaya giden hangisiydi?
3. Şehirden alınan erzakın cinsi ne idi ve miktarı ne kadardı?
4. Köpek hangisinindi?
5. Köpeğin cinsi ve rengi ne idi?
Doğrusu, ümmetten İsrailiyat ile uğraşan, yukarıdaki soruların cevaplarını arayan birçok kişi olmuştur; fakat her hâlde Mushaf delme metodunu (!) bulan ve kullanan ilk kişi Said Nursî’dir.
Ashab-ı kehf kıssasını ve Kur’an’daki diğer kıssaları anlamak, düşünüp ibret almak yerine; böyle işlerle uğraşmak hastalıklı ruhların, fitnecilerin işidir. Hele bunları Kur’an’ın icazı diye takdim etmenin asla tutarlı bir yanı yoktur.
Bir de cifir ve ebced hesabları, değil yalnız Muhyiddin-i Arabî gibi dahi muhakkiklerin, belki ekser edibler ve ulemâların hususan ehl-i keşfin mabeyninde câri bir medar-ı istihrac ve esrardır. Kur'an-ı Azimüşşan’ın sureleri başındaki mukattaat-ı hurufun bu hesabla münasebeti bulunduğunu, bu Hadis-i Şerif isbat ediyor:
Bir zaman Yahudi ulemâsından bir kısmı, Peygamber Aleyhissalâtu Vesselam’a demişler: "Senin ümmetinin müddeti azdır ki, Elif lam mim işaret ediyor."
Peygamber Aleyhissalâtu Vesselam ferman etmiş ki: " kef he ye ayn sad , ha mim , ayn sin kaf gibi daha çok var." Onlar bu cevabtan sonra susmuşlar... Demek işârât-ı Kur'aniyenin cifir ile münasebeti var.
( Siracü'n-Nûr, 215; Müdâfaalar, 120, Denizli Müdâfaası.)
****************************

Bu hesab-ı ebcedî, makbul ve umumî bir düstur-u ilmî ve bir kanun-u ebcedî olduğuna deliller pek çoktur. Burada yalnız dört-beş tanesini nümune için beyan edeceğiz.

Birincisi: Bir zaman Benî-İsrail âlimlerinden bir kısmı huzur-u peygamberîde surelerin başlarındaki ELİF LAM MİM kef he ye ayn sad gibi mukattaat-ı hurufiyeyi işittikleri vakit, hesab-ı cifrî ile dediler:
"Ya Muhammed! Senin ümmetinin müddeti azdır." Onlara mukabil dedi:
"Az değil." Sair surelerin başlarındaki mukattaatı okudu ve ferman etti: "Daha var." Onlar sustular...
(Şuâlar, 559-560; Sikke-i Tasdîk-ı Gaybî, 98, Birinci Şuâ/İzahtan Evvel Mühim Bir İhtar/Beşinci Nokta.)

Said Nursî, bu hadisin ne kaynağını ne de sıhhat derecesini belirtmiş, üstelik hadisi hem eksik, hem de yanlış nakletmiştir:
Hadisi İbn İshak, İbn Abbas (r.anhuma)’dan rivayet etmiştir. Bu rivayete göre İbn Abbas şöyle demiştir:
Peygamber (s.a.v.), Bakara suresinin başındaki "Elif, lâm, mîm. Zâlike’lkitâbu (...)" ayetlerini okurken, yanına Ebu Yasir b. Ahtab geldi. Sonra Ebu Yasir’in kardeşi Hayy b. Ahtab ile Ka‘b b. el-Eşref de geldiler. Hepsi, Hz. Peygamber’e "elif, lâm, mîm"in manasını sordular ve:
-Kendinden başka ilâh olmayan ALLAH için söyle, bunun sana gökten geldiği doğru mu? dediler.
Bunun üzerine Peygamber: -Evet, aynen böyle indi, buyurdu. Hayy da:
-Eğer doğru söylüyorsan, ben bu ümmetin ecelinin kaç sene olduğunu bilirim, dedi ve şöyle devam etti:
-Ümmetinin ömrünün sadece 71 sene olduğunu, bu harflerin ebced hesabının gösterdiği bir adamın dinine nasıl gireriz?
Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v.) güldü.
Hayy: -Bundan başkası da var mı? deyince,
Hz. Peygamber: -Evet! Elif, lâm, mîm, sâd, dedi
Hayy da: -Bu, birinciden daha çok ve ebced hesabı ile 160 sene eder. Başka var mı? dedi.
Hz. Peygamber: -Evet! Elif, lâm, râ, dedi.
Hayy da: -Bu, birinciden ve ikinciden daha çok. Biz şehadet ederiz ki, eğer doğru söylüyorsan, ümmetinin 231 senesi var. Daha var mı? deyince,
Hz. Peygamber: -Evet! Elif, lâm, mîm, râ var, dedi.
Hayy: -Şehadet ederiz ki, sana iman etmiyoruz ve hangi sözüne inanacağımızı bilemedik, dedi.
Ebu Yasir de: -Ama ben, peygamberlerimizin bu ümmetin hükümran olacağını haber verdiklerine, yalnız ne kadar hükümran olacaklarını açıklamadıklarına şehadet ederim. Eğer Muhammed doğru söylüyorsa, ben onu, bütün bu söylediklerini birleştirmiş olarak sayıyorum, dedi.
Bunun üzerine Yahudiler kalktı ve şöyle dediler:
-İş büsbütün karıştı. Azı mı, çoğu mu alacağımızı bilemiyoruz.
(Fahruddîn er-Râzî, Tefsîr-i Kebîr, 1/418-419; İsma‘îl Ebu’l-Fidâ İbn Kesir, Tefsîru’l-Kur'âni’l-‘Azîm: Hadîslerle Kur'ân-ı Kerîm Tefsîri, çev. Bekir Karlığa-Bedrettin Çetiner, Çağrı Yayınları, İstanbul 1984, 2/146-147; Suyûtî, İtkān, 2/25; Suyûtî, ed-Durm'i-Mensûr fi't-Tefsîri '1-Me'sûr, II, 146-147)

İmam İbn Kesir, bu hadisin zayıf olduğunu belirtmektedir. (İbn Kesir, aynı yer.)
Bu hadis, sahih değildir. Bunu naklettikleri şeyin gerçek olup olmadığını araştırmayan bazı mufessirler, İbn İshak’ın Siyer’i gibi makbul olmayan siyer ve meğazî kitablarından almışlardır. Bu gibi kitablardaki rivayetlerin çoğu mutemet değildir. (Rızâ, Muslih ve Mukallid, 51. Reşid Rızâ, İbn İshak’ın Siyer’inin siyer ve meğazî kitabı olması açısından makbul olmamasını kastetmemiş, "Hadisler, siyer kitaplarından alınamaz, bu kitaplar hadis rivayetinde delil olarak kabul edilemez" demek istemiştir)
İbn Munzir de bunu, başka bir tarîkle İbn Cüreyc’ten mu‘dal olarak rivayet etmiştir.
(Suyûtî, aynı yer. Mu‘dal: İsnadında birbirini takip eden iki ve daha fazla râvîsi düşmüş hadîslerdir. (...) Mu‘dal hadîsler, isnadlarından düşürülen râvîlerin kimlikleri bilinip adalet ve zabt yönünden hâlleri tesbît edilmedikçe merdûd hadîslerden sayılırlar. (Talât Koçyiğit, Hadîs Istılahları, AÜİF Yayınları, Ankara 1985, 356-357.)
Her şeyden önce, bu hadis zayıftır, hüccet olarak ileri sürülemez. Zaten, siyer kitapları zayıf rivayetler ile doludur ki, bu rivayetler asla delil olamazlar. Said Nursî birçok ayeti ebced hesabı ile tefsir ettiğine göre, buna delil olarak ileri sürdüğü bu hadisin, en azından herhangi bir hadis kitabında yer alması gerekmez miydi?
Sonra, bizzat İbn İshak, bu rivayetinden sonra şöyle der:
Surelerin başındaki bu harfler, müteşabih ayetlerdendir. Bunların ne manaya geldiğini ancak ALLAH Tealâ bilir. Yahudilerin bunları cümmel usûlüne göre hesaba kalkışmaları ve böyle anlamaları üzerine "Kitabı sana indiren odur. Onun bazı ayetleri muhkem (açık anlamlı)dır ki, bunlar Kitabın anasıdır. Diğerleri ise muteşabihtir. Kalblerinde eğrilik olanlar, fitne çıkarmak, kendilerine göre yorumlamak için müteşabih ayetlerin ardına düşerler. Oysa onun tevilini ALLAH'tan başka kimse bilmez. İlimde ileri gidenler: 'Ona inandık, hepsi Rabbimiz katındandır' derler. Bunu akıl sahiplerinden başkası düşünmez." (Âl-i İmrân, 7) ayeti nazil olmuştur.

(İbn Haldun, Mukaddime, 2/193; A. Hamdi Akseki, Mezâhibin Telfîkı ve İslâmın Bir Noktaya Cem'i, (M.Reşid Rızâ, Muhâverâtu’l-Muslih ve’l-Mukallid tercümesi içinde), sad. Hayreddin Karaman, DİB Yayınları, Ankara 1974, 48)
Haydi diyelim ki, Yahudiler ile alâkalı hadis, rivayet bakımından sahihtir; fakat bu takdirde de bunu dirayet bakımından inceleriz. Bu inceleme sonunda görürüz ki, hadis yine onların çektiği manaya gelmez. Çünkü, . Peygamber (s.a.v.)’in, Ahtab oğlu Hayy ile Yasir’e verdiği cevabdan maksadı, onların anladığı manayı ibtal ve şubhelerini gidermek olması da mümkündür. Peygamber (a.s.) biliyordu ki, onların maksadları gerçeği gizlemek ve insanları şubhe içinde bırakmaktır. Hatta verilen cevab üzerine kötü maksatlarını açıklamaya mecbur olan Hayy: "Muhammed! Senin işin bize karışık geldi" demiştir.
(Rızâ, Muslih ve Mukallid, 51-52)
İmam İbn Kesir de şöyle der:
Bu harflerle vakitlerin bilindiği, olayların, fitnelerin ve savaşların zamanlarının çıkarılacağını öne sürenler ise; Kur'an’da olmayan şeyler iddia etmekte ve uçulması gerekmeyen yerde uçmaya kalkışmaktadırlar. Bu husus, zayıf bir hadiste varit olmuştur ki, bu hadis bile istihracın doğruluğundan çok, batıl olduğuna delâlet etmektedir. (İbn Kesir, aynı yer)
İbn Haldun da der ki:
Şurası da bilinmektedir ki; Ebu Yasir ve Hayy’den nakledilen kıssa, İslâm milletlerinin ömrünün mezkur adet ile tayinine ve tahdidine delâlet etmez, bunu ifade ve isbat edemez. Çünkü, bu harflerin muayyen sayıları ifade etmesi akla, yahut da tabiatta bunun böyle olduğuna dayanmaz. Bunun temeli hesab ve cifir ilimleriyle uğraşanların "cümmel hesabı" dedikleri sonradan icat edilmiş bir esasa dayanır. Bu hesap öteden beri kullanılmaktadır, şairler ve nâsirler (yazanlar) bundan faydalanmışlardır; ancak bu mezkur harflerin ALLAH nezdinde de aynı sayıları ifade ettiğini göstermez. Ebu Yasir ve Hayy’in bu husustaki görüşleri Müslümanlar arasında değil, Yahudiler arasında bile delil olmayıp, istidlâl için elverişli değildir.
(İbn Haldun, Mukaddime, 2/193; Akseki, Mezâhibin Telfîkı ve İslâmın Bir Noktaya Cem'i, 48.)
Arabların, sayılara delâlet etmek üzere huruf-u mukattaa kullanmaya alışkın oldukları izaha muhtaç bir konudur. Belki de, onların böyle bir şey kullandıkları bulunamaz... Siyercilerin söylediklerine göre, onun aslı Yahudilere dayanır.
(Cemâleddin el-Kāsımî, Mehâsinu’t-Te'vîl: Tefsir İlminin Temel Meseleleri, çev. Sezai Özel, İz Yayıncılık, İstanbul 1990, 69)
Reşid Rıza da, cümmel hesabının eski olduğunu, bunun Araplara Suryanîler ve İbranîlerden geçtiğini belirtmektedir. (Rızâ, Muslih ve Mukallid, 49)
İmam Şatıbî de şöyle der:
Bazılarına göre huruf-u mukattadan maksad, bu ummetin ecelini belirleyen sayı remizleridir (cifr hesabı gibi). Siyer kitablarında bu manaya delâlet eden sözler vardır. Bu iddianın dikkate alınabilmesi için, Kur'an indiği sırada Arabların harflere belli sayılar yükleyerek tarih düşme ya da zaman belirleme gibi bir usûlü bildikleri sabit olmalıdır. Oysaki onların böyle şeyleri bildikleri asla sabit değildir. Bunun aslı, siyer müelliflerinin de zikrettiği gibi Yahudilere dayanmaktadır.
(İbrahim b. Mûsâ eş-Şâtıbî, Muvafakāt, çev. Mehmed Erdoğan, İz Yayıncılık, İstanbul 1990, 3/383)
İbn Abbas’tan rivayet edilen haberlerin bir kısmının uydurma olduğu, bilinen bir gerçektir. Tefsirde bir çok söz, söylemediği hâlde kendisine isnat edilmiştir. Bu hadisin ravisi olarak gösterilmesine karşın, İbn Abbas ebced hesabının bir çeşit sihir olduğu görüşündedir:
Allâme İbn Hacer şöyle der: Bu (ebced hesabı ve ondan ümmetin beka müddeti, olaylar, fitnelerin ve savaşların zamanlarının çıkarılması vb. şeyler) batıldır, ona itimat edilemez. İbn Abbas’ın, Ebî Câd hesabından sakındırdığı ve onu sihir cumlesinden saydığı sabittir. Bu (sihir saymak) uzak bir görüş değildir, çünkü bu işin şeriatta aslı yoktur.
(Suyûtî, İtkān, 2/26 el-İtkān fî ‘Ulûmi’l-Kur'ân, Dâru Kahramân, İstanbul 1978/1398, 2/14. Ayrıca bak. Salih, Kur'an İlimleri, 188-189; Rızâ, age, 51.)

Subhi es-Salih bu konuda der ki:
Bu nevi hesaba dayalı neticeler "Ebî Câd hesabı" olarak isimlendirilir ki, âlimler şiddetle buna karşı çıkmış ve ondan sakındırmışlardır. (Salih, Kur'an İlimleri, 188.)
Manidardır ki, yine İbn Abbas (r.anh)’tan, Peygamber’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
"Nice Ebu Câd harflerini öğrenen vardır ki, ancak muneccimlik yapmıştır.
Kıyamet günü ALLAH indinde, onun için iyilikten ve hayırdan bir nasib yoktur."
Râmûz, 1/288. Hadisi, Taberânî Kebîr’de rivayet etmiştir. Hadisin metninde geçen "hurûfi Ebî Câd" tabirini, Râmûz mütercimi Abdülaziz Bekkine "Ebced Harfleri" diye tercüme etmiştir ki, bu, hadisin anlaşılmasını kolaylaştırmaktadır.
Hem âlimlerin kitaplarından, Arapların ebced hesabını bilmediklerini, bunun Yahudi kaynaklı olduğunu aktarmamız, hem de bu hadisi burada nakletmemiz okura tutarsız gelebilir. Denilebilir ki: Madem Araplar bu hesabı bilmiyorlar, Peygamber, çoğu okuma yazma bilmeyen sahabîleri, bilmedikleri bir şeyden nasıl men etmiş olabilir? Cevaben deriz ki: Said Nursî’nin ebced hesabına delil olarak getirdiği hadisi inceledik ve bunun delil olamayacağını isbat ettik. Bu hadisi Taberânî’nin rivayet etmiş olması, İmam İbn Hâcer’in ebced hesabı hakkındaki açıklamaları, İmam Suyûtî’nin de bu açıklamaları aktarması ve huruf-u mukattaanın bu ummetin ecelini bulmaya yarayan sayı remizleri olduğu yönündeki sözlerin siyer kitaplarında yer alması, bize bazı sahabelerin bir şekilde bu hesaptan haberdar oldukları yönünde bir kanaat vermektedir. Nitekim, özellikle hicretten sonra Müslümanların Yahudilerle birçok ilişkilerinin olması, bazı Yahudilerin Müslüman olması ve İbn Abbas gibi bazı sahabilerin Yahudi âlimleriyle ilmî alış-verişleri bu kanaatimizi güçlendirmektedir. Doğrusunu ALLAH bilir, muhtemel ki bu hadis, bu hesabın teşmil edilmesini nehyetmek üzere varit olmuştur. Zaten, seleften hiç kimsenin bu hesaplarla uğraştığına dair bir rivayet yoktur.
Biz, bu hadisi Râmûz’da gördük. "Uydurma olanlar dâhil, her tür hadisin yer aldığı Râmûz’da her hadisin alındığı kaynak ya da kaynaklar gösterilmektedir."
(İsmail Lütfi Çakan, Hadîs Edebiyâtı, MÜİFY, İstanbul 1989, 131.)
(Gümüşhanevî, -bütün hadislerin olmasa da- birçok hadisin sıhhat derecelerini metnin kenarında vermektedir (ne yazık ki, bu durum tercümede dikkate alınmamıştır). Gümüşhanevî, bu hadis için bir not düşmemiştir.)

Yine İbn Abbas’tan rivayet edilen bir hadis de şöyledir:
Peygamber buyurmuştur ki:
"Yıldızlardan bir ilim alan (muneccimlik yapan), sihirden bir şube alır. (Bilgisi) arttıkça o (sihir) da artar."

(İbn Mâce, Edeb, 28/3726. İsnadı sahihtir.)

Bu hesabın; adı ne olursa olsun, hangi milletten alınırsa alınsın, Arablar onu ister kullanmış olsun ister olmasınlar, incelediğimiz bu hadis ister zayıf ister sahih olsun , varacağımız son nokta şudur:
Arap elifbasındaki harflere verilen sayı değerlerinin -bu değerlerin muhtelif olduğunu da biliyoruz-, ALLAH indinde de aynı sayıları ifade ettiğini ileri sürmek, ALLAH hakkında bilmeden söz söylemek demektir.

İbn Abbas (r.anh) ebced , cifir ile uğraşan ve muneccimlik yapanlar hakkında şöyle demiştir:


"Kıyamette ALLAH katında hiç bir menfaatleri olmayacaktır." demiştir. (Heysemi-Mecmeu'z-Zevaid: 5/117)
İbn Mesud'tan (r.anh) Rasulullah (s.a.v.)'dan şöyle buyurdu:
"Nice ebced harfleri öğretenler (veya nice Ebu Cad'ın yıldızlarla ilgili harflerini öğretenler) var ki, Kıyamet gününde bunların ALLAH katında bir nasibleri yoktur."

(Taberani, 11/14, Elbani, Daifu'l-Camia: 418)
Ondan da Hamd b. Zencuye şu lafızla rivayet etmiştir:
"Nice yıldızlara bakanlar ve ebced (Ebu Cad'ın) harflerini öğrenenler var ki, onlar için ALLAH katında bir nasib yoktur."

(Taberani, 11/14, Elbani, Daifu'l-Camia: 418)



EBCED VE CİFİR, YAHUDİ KABALASININ ŞİRKİDİR
 
ABDULHAK Çevrimdışı

ABDULHAK

الإذلال هو بعيد عنا
Admin
BİR ADAMIN SENİNLE ÎMANA GELMESİ (...)


Hadîs-i Şerif’te vardır ki: "Bir adamın seninle îmana gelmesi, sana sahra dolusu kırmızı koyunlardan daha hayırlıdır."
(Âsâ-yı Mûsa, 218, Hüccetullah-ül Bâliğa Risalesi/Lahika; Emirdağ Lâhikası I, 97, Yirmiyedinci Mektuptan/Aziz,Sıddık Kardeşlerim!/Şimdiye kadar gizli münâfıklar, Risale-i Nura kanunla, adliye ile ve âsâyiş ve idare (...)

Bir hadîste ferman etmiş A.S.M.: "Birtek adam seninle hidâyete gelse, sahra dolusu kırmızı koyun ve keçilerden daha hayırlıdır."
(Şuâlar, 326, Onüçüncü Şua/Üstadın Talebelerine Gönderdiği, Nurlu Mektuplardır/Aziz, Sıddık Kardeşlerim!)

Said Nursî’nin hafızasında bu hadisten kırmızı renk kalmış, ama hayvanın cinsi kalmamıştır. Bir yerde "kırmızı koyun" derken, diğerinde buna "keçi"yi eklemiştir , pardon yazdırılmıştır ...


Hadisin aslı şöyledir:
"ALLAH’a yemin ederim ki, senin vasıtanla ALLAH’ın bir tek kişiye hidayet etmesi, senin için birçok kırmızı develerinin olmasından hayırlıdır."

(Buhārî, Cihâd, 142/214; Muslim, Fezâilu’s-Sahâbe, 4/34; Ebû Dâvud, İlim, 10/3661)

**********


Abdulkadir Geylani "Yediği Tavuğu Diriltti!" Şirki

images
images


Bir zaman, Hazret-i Gavs-ı Âzam (k.s.) Şeyh Geylânî’nin terbiyesinde, nazdar ve ihtiyare bir hanımın birtek evlâdı bulunuyormuş. O muhterem ihtiyare, gitmiş oğlunun hücresine, bakıyor ki, oğlu bir parça kuru ve siyah ekmek yiyor. O riyazattan zaafiyetiyle, validesinin şefkatini celb etmiş. Ona acımış. Sonra Hazret-i Gavs’ın yanına şekvâ için gitmiş. Bakmış ki, Hazret-i Gavs, kızartılmış bir tavuk yiyor. Nazdarlığından demiş:
"Yâ Üstad! Benim oğlum açlıktan ölüyor; sen tavuk yersin!"
Hazret-i Gavs tavuğa demiş: "Kum biiznillâh!" O pişmiş tavuğun kemikleri toplanıp tavuk olarak yemek kabından dışarı atıldığını, mutemet ve mevsuk çok zatlardan, Hazret-i Gavs gibi kerâmât-ı harikaya mazhariyeti dünyaca meşhur bir zâtın bir kerameti olarak, mânevî tevatürle nakledilmiş. Hazret-i Gavs demiş: "Ne vakit senin oğlun da bu dereceye gelirse, o zaman o da tavuk yesin."
İşte, Hazret-i Gavs’ın bu emrinin mânâsı şudur ki: Ne vakit senin oğlun da ruhu cesedine, kalbi nefsine, aklı midesine hâkim olsa ve lezzeti şükür için istese, o vakit leziz şeyleri yiyebilir.

TIKLA : - Risale-i Nur Külliyatı




***************

Şehidlerin ve Hz. Hamza’nın(r.anha); Rabıta ve Tevessulle Yardım İsteyenlerin İşini Dünyaya Dönerek Görmesi!

images
images
images



Evet, şüheda, hayat-ı dünyevîlerini tarik-i hakta feda ettikleri için, Cenâb-ı Hak, kemâl-i kereminden, onlara hayat-ı dünyeviyeye benzer, fakat kedersiz, zahmetsiz bir hayatı âlem-i berzahta onlara ihsan eder. Onlar kendilerini ölmüş bilmiyorlar. Yalnız kendilerinin daha iyi bir âleme gittiklerini biliyorlar, kemâl-i saadetle mütelezziz oluyorlar, ölümdeki firak acılığını hissetmiyorlar.
Ehl-i kuburun çendan ruhları bâkidir; fakat kendilerini ölmüş biliyorlar. Berzahta aldıkları lezzet ve saadet, şühedanın lezzetine yetişmez.

Nasıl ki, iki adam bir rüyada cennet gibi bir güzel saraya girerler. Birisi rüyada olduğunu bilir; aldığı keyif ve lezzet pek noksandır. "Ben uyansam şu lezzet kaçacak" diye düşünür. Diğeri rüyada olduğunu bilmiyor; hakikî lezzet ile hakikî saadete mazhar olur. İşte, âlem-i berzahtaki emvat ve şühedanın hayat-ı berzahiyeden istifadeleri öyle farklıdır. Hadsiz vakıatla ve rivayatla, şühedanın bu tarz-ı hayata mazhariyetleri ve kendilerini sağ bildikleri sabit ve katîdir.
Hattâ, Seyyidü’ş-Şüheda olan Hazret-i Hamza Radıyallahu Anh, mükerrer vakıatla, kendine iltica eden adamları muhafaza etmesi ve dünyevî işlerini görmesi ve gördürmesi gibi çok vakıatla, bu tabaka-i hayat tenvir ve ispat edilmiş.
Hattâ, ben kendim, Ubeyd isminde bir yeğenim ve talebem vardı.
Benim yanımda ve benim yerime şehid olduktan sonra, üç aylık mesafede esarette bulunduğum zaman, mahall-i defnini bilmediğim halde, bence bir rüya-yı sadıkada, tahte’l-arz bir menzil suretindeki kabrine girmişim. Onu şüheda tabaka-i hayatında gördüm. O beni ölmüş biliyormuş; benim için çok ağladığını söyledi. Kendisini hayatta biliyor. Fakat Rus’un istilâsından çekindiği için, yeraltında kendine güzel bir menzil yapmış. İşte bu cüz’î rüya, bazı şerâit ve emâratla, geçen hakikate bana şuhud derecesinde bir kanaat vermiştir.


Mektubat, Sayfa 12 - 13

 
ABDULHAK Çevrimdışı

ABDULHAK

الإذلال هو بعيد عنا
Admin
İLHAM
Feyiz yoluyla kalbe ilka olunan mana. Akıl yürütme ve düşünmeye dayanmadan kalpte doğan bilgi. ilhamın çeşitli tarifleri yapılmakla beraber ortak noktaları dikkate alındığında şöyle tarif edilebilir; herhangi bir istidlal yoluna başvurmadan insanın ruhî melekeleri vasıtasıyla bir konu hakkında ilim sahibi olması.

Kur'an-ı Kerim'de Allahu Teâlâ'nın arıya vahyettiği anlatılmaktadır (en-Nahl, 16/68). Bu vahiyle kastedilen ilhamdır. Yine Kur'an'da peygamber olmadığı bilinen şahıslara geldiği bildirilen vahiy ilham ile tefsir edilmiştir. Allah Musa'nın annesine "çocuğu emzir, başına gelecekten korktuğun zaman, onu suya bırak, korkma, üzülme biz şüphesiz onu sana döndüreceğiz ve peygamber yapacağız" (el-Kasas, 7).
Bu ayet-i kerimedeki vahyin ilham olduğu kabul edilirse, ilhamın uykuda ve uyanık iken geldiği söylenebilir. Nitekim Allahu Teâlâ'nın Hz. İbrahim'e oğlunu kurban etmesini söylemesi uyku halindeki ilhama misaldir.

(Ramazan Efendi, Haşiye ala Şerhi'l-Akâid, s. 63).

İslâm akâidinde, ilim elde etme yolları arasında ilham kabul edilmemiştir. Kelâm âlimlerinin çoğu bu görüştedir. Ancak bu meseleyi Taftazanî (ö. 797/1395) şöyle yorumlamıştır:
İlham herkes için bilgi vasıtası değildir. Başkasına karşı delil olarak kullanılmaya elverişli de değildir. Kişinin kendisi için ilham delil olabilir. Çünkü ilhamla ilim hasıl olduğu konusunda şüphe yoktur. Bu hususla ilgili hadisler mevcuttur. Bir çok seleften bununla ilgili haberler nakledilmiştir.
(Taftazani, Şerhu'l-Akâid, terc. Süleyman Uludağ. s. 121).


Gazzalî, Razî ve Âmidî gibi bazı kelâmcılar nazar ve istidlal söz konusu olmaksızın ilhamla yakînî ve kat'î bilgilerin elde edileceğini kabul ederler. Ancak ilham zannedilen şey vehim olabilir. Şeytan'ın vesvesesi olabilir. Bunun için ilhamı vehim ve vesveseden ayırabilmek için onun dine uygunluğunu âyetlerle ve hadislerle kontrol etmek gereklidir. Bu şekilde kabul edilen ilham bile dinler ve mezhepler konusundaki tartışmalarda ölçü değildir ( İsmail Hakkı İzmirli, Yeni İlm-i Kelâm, I, 59).

Vahiy ile ilham arasındaki farklı yanlar şunlardır:

1. Vahiy yalnızca peygamberlere gelir.
2. İlhamda melek gözükmez.
3. Kendisine ilham gelen kişi bunu gizleyebilir. Hatta gizlemesi daha güzeldir. Peygamber vahyi gizleyemez,
4. Vahiyde kesinlik vardır. Peygamber vahyin, Allah'tan geldiğini kesin olarak bilir. İlham zannîdir.
(Zurkânî, Menâhilu'l-İrfân, Kahire 1954, I, 64).


İham, Batı dünyasında mistisizm; Doğu dünyasında ve özellikle İslâm aleminde tasavvufun gerçeğe ulaşma yollarından biri ve en önemlisi olan sezgi (hads-instuition) ile eş anlamlı kullanılmıştır. Sûfiler ilham'ı bir bilgi edinme yolu olarak kabul etmiştir
(Curcânî, Ta'rifât, s. 35)
ŞAMİL İSLAM ANSİKLOPEDİSİ

Son cümlede gördüğümüz gibi , ehli sünnet müslümanlar değil , sofiyye bunu kendine kullanarak istediğini dizme imkanı bulmuş ve böyle ilim elde edilir itikadındadırlar. Fakat üst tarafta gördüğümüz gibi İslam akaidinde buna itibar eidlmez.

İlk defa Şia'nın aşırı gruplarına mensup Mugire b. Saîd el-İclî'nin "ism-i a'zam" sayesinde ilâhî bilgilerin kalbe akacağını iddia etmesinden sonra Ca'fer es-Sâdık'a nisbet edilen çeşitli rivayetlerin de etkisiyle ilham, bazı Şiî fırkaların kendi imamlarına gelen kesin bilginin kaynağı olarak görülmüştür.
[Hayyât, s. 110-111; Eş'arî, s. 50-51]

İlk devir sûfîleri, Kur'an ve Sünnete başvurarak değerlendirmeye tâbi tutmayı gerekli gördükleri ilhamı sadece itikadî konularda dikkate alırken daha sonra yetişen sûfîlerce ilham, bütün dinî konularda kullanılan müstakil bir bilgi kaynağı haline getirilmiştir. Diğer taraftan Mu'tezile kelâmcılan içinde "as-hâbu'l-ilhâm" (ashâbu'l-maârif) adı verilen bir grup, aklî bilginin tefekkür sonunda ilâhî ilham yoluyla meydana geldiğini savunmuştur.
[Kâdî Abdulcebbâr, et-Muğnî, XII, 96]

Bilindiği kadarıyla ilhamın dinî konularda bilgi kaynağı olamayacağını söyleyen ilk Sünnî kelâmcı Ebû Mansûr el-Mâturidî'dir. Mâturîdî, insana ait bilginin eksikliğini öne sürerek doğrudan doğruya Allah'tan gelen ilhamı bilgiye başvurmak gerektiğini iddia eden çeşitli grupların bulunduğuna dikkat çekmiş ve görüşlerini eleştirmiştir.
[Kitâbû't-Tevhîd, s. 6]

İnsan kalbine bazı bilgilerin ilham edilmesi mümkün olmakla birlikte bunlar genel geçerliliği bulunan kesin bilgi kaynağı teşkil etmez ve dinî alanda delil olarak kullanılamaz.
Sûfiyye ile onlara tâbi olanların dışında kalan İslâm âlimlerinin çoğunluğu bu görüştedir. Delilleri ise şöylece özetlenebilir:


a) Kur'an'da insanın doğru bilgiye ulaşmak için başvurması gereken kaynaklar duyular, akıl yürütme ve vahiy olmak üzere üç noktada toplanır.

Yine Kur'an'da canlı cansız bütün varlıkları gözlem altına alıp incelemeyi ve akıl yürüterek onların menşei hakkında bilgi üretmeyi emreden, daha sonra da üretilen bilgilerin vahyi teyit ettiğini açıklayan 700'den faz­la âyetin mevcudiyetine karşılık ilhamî bilgilerin elde edilmesiyle ilgili açık an­lamlı beyanların bulunmayışı bu yönte­min kesin bilgi kaynağı olmadığını gösterir.
[Kâdî Abdulcebbâr, el-Muğnî, XII, 3 İ 3; Zerkeşî, VI, 16]

b) Hz. Peygamber'in Allah'tan ruşdunu ilham etmesini istemesi özel anlamda değil genel anlamda bir ilham niteliği taşır,

c) İlham kesin bilgi kaynağı olsaydı bu yöntemle elde edilen bilgiler arasında çelişki bulunmaz, farklı din ve mezhepler teşekkül etmezdi.
[Mâturî-dî.Kitâbu't-Tevhîd, s. 61; İbn Fûrek, vr. 10b. 6ia]


d) İlhamî bilgiler kontrolü mümkün olmayan subjektif bir nitelik taşır. Bu sebeple ilhamın bilgi kaynağı olduğunu iddia etmek kadar olamayacağını söylemek de mümkündür.
[İbn Hazm, II, 272; IV, 171; Nesefî, 1,22-23]

İlhamın dinî alanda kullanılabilecek kesin bilgi kaynağı olmadığını ve uyulması Zorunlu bir hükmün delilini teşkil edemeyeceğini savunan görüş nasların yanı sıra akıl ilkelerine daha uygun görünmektedir. İlham taraftarlarının dayandığı âyetlerde, muttaki ve sâlih kullara dinî hükümlere kaynak teşkil edebilecek bilgi verildiğine dair açık bir beyan mevcut değildir. Bu âyetlerde ilâhî emirlere uyanların Allah yolunda başarılı kılınacakları, nefislerine karşı verdikleri mücadelede yardıma mazhar olacakları ve izledikleri yolun isabetli olduğuna dair müjdelerin işaretlerini bu dünyada alacakları anlatılır.
İmâm-ı Rabbânî ile Abdulvehhâb eş-Şa'rânî ilhamın hiçbir şekilde helâl, haram, farz, vacip gibi dinî bir hükme mesnet teşkil edemeyeceğini belirtmişlerdir
[Âlû-sî, XVI. 17-18]


İlhama dair hadislere gelince bunların bir kısmının uydurma olduğu tesbit edilmiştir; "Bildiğiyle amel eden kimseye Allah yeni bilgiler verir" anlamına gelen rivayet bunlardan biridir.
[Haris el-Muhâsibî, s. 100]


Konuya dair bazı hadisler de İsabetsiz şekilde yorumlanmıştır. Nitekim Hz. Ömer'in özel olarak ilâhî ilhamlara mazhar kılınmış (muhaddes) bir kimse olduğunu belirten rivayet bunlardan biridir.
İbn Kuteybe, bu hadiste geçen "muhaddes" kelimesinin "sanki kendisine önceden bildirilmiş gibi, bir şeyi söylediği zaman sezgisinde ve zannında isabet eden kimse" anlamına geldiğini belirtir.

[Ğaribu'l-hadis, 1, 97-98]

Nubuvvet müessesesi sona erdiğinden sâlih kullarda ortaya çıktığı kabul edilen ilhamî bilgiyi onların başkasına tebliğ etmekle yükümlü olmadıkları dikkate alınırsa bu tür bilgilerin ferdî dinî tecrübenin öte­sinde bir anlam taşımadığı anlaşılır.
Şu halde başkasına aktarılamayan, duyu verileri ve rasyonel bilgilerle de kontrol edilemeyen bu tür tecrübelerin genel geçerliliğinin bulunmaması gerekir. Ayrıca ilhamî bilgiyi öne çıkarıp bütün gayretini buna ulaşmak için harcamak, akıl ilkelerinin yanı sıra duyu verilerine dayanan bilgileri İhmal etmek gibi bir sonuç doğurur.
Gerçeğe ilhamî bilgiyle ulaşılabileceğini savunanların akıl ve duyu verilerine güvenmedikleri, hatta böyle bir çabayı terketmeyi tavsiye ettikleri bilinmektedir. Kur'an ise insanı objektif bilgi kriterleri olan duyu verilerine ve rasyonel bilgilere yöneltmektedir. Allah'ın her insana iyiliği ve kötülüğü tanımasını sağlayıcı duygular ilham ettiği ise tartışmasız kabul edilmesi gereken bir husustur.


Şeytanlar da vahiyde bulunurlar. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
Tıpkı bunlar gibi her nebiye insan ve cin şeytanlarından, düşmanlar oluşturmuşuzdur. Aldatmak için biri diğerine yaldızlı sözler vahyeder...” (En’am 112)

“... Şeytanlar dostlarına, sizinle mücadele etmelerini vahyederler. Onlara boyun eğerseniz tam müşrik olursunuz.” (En’am 121)

Konumuz açısından şu âyet de önemlidir:

Allah’ın bir insanla konuşması sadece vahiy yoluyla veya perde arkasından ya da bir elçi göndererek kendi izniyle dilediğini vahyettirmesi şeklinde olabilir.” (Şûrâ 51)

Kur’an’da arıya (Nahl 68), Musa aleyhisselamın annesine ve Meryem’e yapılan vahiylerden bahsedilir. Sahih rüya da perde arkasından yapılan vahiy yani verilen bilgidir. Bunun şifresini herkes çözemediği için tabirine ihtiyaç duyulur.

Bu tür vahiyler her insana; rüya, ilham veya başka şekillerde olabilir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

Musa'nın annesine şunu vahyettik: "Çocuğu emzir, bir şey olacağından korktuğunda onu denize bırak ama korkma ve üzülme. Biz onu yine sana döndüreceğiz ve resullerden biri yapacağız". (Kasas 7)

Bu tür vahiyler kesin bilgi ifade etmez. Bunu şu ayetlerden anlarız:

Musa'nın annesinin gönlü bomboş kalmıştı. İçi rahat olsun diye kalbini pekiştirmiş olmasaydık olanı biteni nerdeyse açığa vuracaktı. Ablasına, "Onu izle" demişti. O da uzaktan gözetlemişti. Onlar fark edemiyorlardı. (Kasas 8-9)

Musa’nın annesi, yapılan telkinin doğruluğunu ancak çocuk kendisine döndükten sonra anlamıştı. Bunu da şu ayetler göstermektedir:

Önceden, oradaki sütannelerini ona yasaklamıştık. Ablası dedi ki: "Sizin için onun bakımını üstlenecek bir aileyi gösterebilir miyim? Onlar ona iyi bakarlar."

Böylece onu, annesine geri verdik ki, gözü aydın olsun da üzülmesin. Bir de bilsin ki, Allah'ın verdiği söz gerçektir ama çokları bunu bilmezler.” (Kasas 12-13)

Bunlar, rasullere gelen bilgi çeşidinden değildir. Rasul, birinin sözünü diğerine ulaştıran kişidir. Allah’ın resulleri, Allah’ın sözlerini insanlara ulaştırırlar. Allah’ın resullerine Kur’ân’da hem rasul, hem nebi denir. Nebi denmesi, vahiy aldıkları için, rasul de o vahyi tebliği ettikleri içindir. Onların vahiy alış şekilleri farklıdır, daha vahyi alırken onun Allah’tan geldiği konusunda kesin bilgiye ulaşırlar. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

Allah bütün gaybı bilir, kendi gaybını kimseye açmaz. Dilediği elçi bunun dışındadır. Onun da önüne ve arkasına gözcüler diker. Bunu yapar ki o (elçi), (gelen meleklerin) Allah’ın gönderdiklerini tastamam ulaştırdıklarını bilsin, onların yanında olanı kavrasın ve her şeyi bir bir hafızasına yerleştirsin. “ (Cin 72/26-28)

Ayetteki “kendi gaybını” ifadesi, rasullere bildirilenin özel gayb bilgisi olduğunu gösterir. Bu bilgiyi, ancak Allah’ın Nebileri alabilirler. Bunlar, insanlara ulaştırılmak için yapılan vahiylerdir. Vahiy ve ilhamın diğer şekillerinde böyle bir şey yoktur. Bu sebeb onlar, sadece ilgili kişiyle alakalıdır. Bir başkası için önemli değildir.

Ama hurafeciler, insanlara olan vahiy ve ilham sınırını aşarak kendilerini Allah’ın nebileri gibi göstermeye çalışır “Nebilere olan bize de olur, biz de vahiy alırız” diyerek yoldan çıkarlar. Allah Teâlâ bunlar için şöyle buyurur:

Allah'a karşı yalan uydurandan, ya da kendine vahiy gelmediği halde vahiy aldığını söyleyenden yahut Allah'ın indirdiği gibisini ben de indireceğim" diyenden daha zalimi kim olabilir? …” (En’âm 93)

Nurcuların ruh sağlığı ve pisikolojileri yerinde değildir.
Çünkü metod olarak İslami usullere , metod ve ilkelere değil aksine tamamen İslam'ın reddettiği ebced, cifir , gayb, vehim-ilham, batıni hezeyanlara dayanan mistik usullere dayanılmıştır.
Ehli sunnet islam alemi ile nurcu - sofiyyenin İslam akaidleri ve metod anlayışları farklı olduğundan , bir taraf Kuran ve sünneti kaynak edinip bu yolda islam alimlerinin geliştirmiş olduğu usuller neticesinde meselelere yaklaşırken,
diğer kesim (sofiyye-nur) ise batını ve keşf ile bilgi alınadığına itibar edilerek islama aykırı bile olsa kendi alimleri öyle demişse sorgusuz sualsiz kabullenilecektir.
[GULYARASI]7487[/GULYARASI]
Yazdırılan Kitaplar


MARİFETLER


Kabirden yardım istemek = said nursiye mahsus

Gaybdan haber vermek = said nursiye mahsus

Ebced ve cifir gibi yahudi kabala işleri yaparak gaybi tarihler peydahlamak = said nursiye mahsus

Ebced ve cifir gibi yahudi kabala işleri yaparak , Kendini Kur'an-ı Kerimin içine sokmak = said nursiye mahsus

İradesi dışında Yazdırılan kitaba sahip olmak = said nursiye mahsus

Uydurma - zayıf - hadisler nakletmek = said nursiye mahsus

Uydurma - zayıf - hadisi bir kitabında sahih deyip diğer kitabında uydurma demek = said nursiye mahsus

Hz. Ali'nin kucağına cibril tarafından kitap indirtmek = said nursiye mahsus

Hz. Ali'nin kucağına indirilen kitabı manevi alemde kendisinden almak = said nursiye mahsus

Yazdığı kitaba Kuranın sıfatlarını vermek = said nursiye mahsus

Deprem -zelzele- yangını kitabına saldırıdan bilmek = said nursiye mahsus

Şirk ürün Vahdet-i vücudu ve icatçısı ibn Arabiyi kitaplarında savunmak = said nursiye mahsus

Şianın etkisinde kalarak akaidi oluştuğundan cevşeni piyasaya sürmek = said nursiye mahsus


Bitmez .....


ustadim2.jpg
 
ABDULHAK Çevrimdışı

ABDULHAK

الإذلال هو بعيد عنا
Admin
SON OSMANLI ŞEYHU'L İSLAMI MUSTAFA SABRİ'NİN SAİD-İ NURSİYE REDDİYESİ

images
images
images
images


Osmanlı Şeyhulislamlardan Mustafa Sabri’nin (*) “Said nursinin Mezhebi Hakkında Reddiye Armağanı” adlı kitabında, çağdaşı ve bir süre birlikte çalıştığı Said-i Nursi hakkında pek çok şeyler söyler.


Bu kitapta geçen bazı ilginç bölümlerini hiçbir yoruma tabi tutmadan aynen aktarıyoruz.

“Bismillah, Hamdele, Salvele..

Saidi Kürdi meselesini tetkik ederken başlıca iki nokta üzerinde durmak gerekir.

Birincisi; Müritlerinin SAİDİ nursiyi öveceğiz diye küfre kadar varan sözleridir.

İkincisi ise; SAİD’in keramet ehli olduğunu nur suresinin kendi sini anlattığını anlatan batıl sözleridir.

Belki de bu sözleri şeytanın kendisine, ilham etmesiyle kendini hakda zannedecek kadar ihtiyar ve mağşuş olmasındandır.

Müritlerinin sözleri mücmelen şunlardır:

1-Saidi nursi hatasızdır,

2-Yanılmaz ve günah işlemez.

3-Resulü Ekrem den sonra Alemi İslam’da böyle büyük bir adam gelmemiştir..

4-Sözleri aynen Kur’andır..

5- Beşeriyeti, Risaleyi Nur ve Said kurtaracaktır..

6- Dünyada iki milyon kadar nurcu vardır.

7- Bu insanlar dünyanın hakiki Müslümanları ve Müslümanlığı yegane anlayan insanlardır..

8-Bu zata dil uzatanlar kâfirler ve masonlardır.

9-Sait’in kitabını bir dinsiz okusa itiraz edemez.. vesaire..

Saidi kürdi ise müritlerinin aksine kendisi için iki şahsiyet tanır.

Birincisi :

Eski Sait’tir. Kürtçülük meselesiyle uğraşmış ve siyasete dalmış Saidi Muhti’dir. (Yani günahkâr Said’tir.)

İkincisi: Lahuyti, (günahsız), yeni Said’tir.

a-Kendisine göre sureyi Nurdaki manalar bu asra göre ve kendisi için nazil olmuştur.

b-Keramet ehli, siyasetle meşgul olmayan ve bu Asra zamanın kutbu olarak bakan bir insandır.

c- Sureyi Nur’daki bu meseleyi ebced hesabı ile Mısır (?) uleması bulup Said’e haber vermişler..

d-Yani Said’in Cebraili ebcedci âlimler oluyor. (Asayı Musa ve Zülfikar adlı kitaplara bakılsın..)

Şu iki kısaltmada görüldüğü gibi Saidi kürdi, Müritlerinden daha insaflıdır. Hiç değilse yaşadığı ömrün bir kısmı için hata kabul ediyor.. Müritleri ise onun tırnaklarını ve saçını saklayarak her şeyine bir kutsiyet izafe ediyorlar.

Malumatı Kur’an ve sünnetin ahkamına vakıf olmayan bu insanlar (yani kuran ve sünnetin ahkâmını bilmeyen) çok büyük hatalara düşüyorlar. Biz hem onları, hem de sair Müslümanları fıkhı müdevven haricinde (dinin belirli hükümleri dışında) teşekkül etmiş veya etmek istidadında bulunan bilumum nev peyde (yeni çıkan) mezhep ve cereyanlara karşı müteyakkız (uyanık) bulunmaları için bu satırları yazdık.

Bu kadar büyütülen Saidi Kürdi kimdir :

Said, kürt cemaatinden, şafii mezhepli, nakşi tarikatlı, okur fakat yazmaz, imla bilmez, seksen sene içinde yaşadığı millet olan Türk’ün lisanına hakkıyla vakıf olamamış, felaketten felakete sürüklenmiş, bir hapishaneden diğerine sürülmüş ve bugün seksen yaşını geçmiş ihtiyar bir adamdır.

Devletin büyük makamlarını uzun bir zaman ellerinde tutan bir zümre, bu adamcağızı lüzumsuz yere mahkemeden mahkemeye ve hapisten hapise sürükleyerek kahramanlaştırdılar ve zamanın müçtehidi mübeşşiri haline getirdiler. Hâlbuki Deli Said’in ilim ve diyanetle ne alakası var?

Halkda üzerinde bu kadar ısrarla durulan bu şahısta bir şeyler var zannı ile büyüttükçe büyütmüş ve bu güne kadar gelmiştir. İşte bu idare zümresinin milletin başına sardığı belalardan birisi de budur. İ’zam etmeyi bu gençlik onlardan öğrendi. Bu da antitez olarak böylece doğdu.
Hayatı ömrünün üçte birini hapishanelerde, polis ve jandarma nezaretinde geçiren bu şahsın akıbetini, Sultan Abdülhamit Han’a dil uzatan insanların çektiği ve düçar olduğu azap ve felaket muvacehesinde görüyoruz. Elmalılı Hamdi ve benzerleri gibi salahiyetli din adamlarının nedametleri Mason Cemiyetinin reisi olan Rıza Tevfik’i bile intibaha getirmiş ve
Nedametini izhar etmiştir. Said’te buna ait bir satır yazıya rastlamak hala mümkün olamamıştır. Hatta baştanbaşa Sultan Abdülhamit Han’a hücum eden “İki mektebi musibetin Şahadetnamesi” isimli kitabı yeniden basılmış ve mahkemede hürriyet aşıkı ve kahramanı olduğuna delil gösterilmek istenilmiştir.

Said, Kürdistan Azmi Kavi Cemiyetinin arzusu üzerine mahalli Kürt kıyafeti ile, boynunda dürbün, belinde tabanca ve kama, ayağında lapçin ve başında poşu olduğu halde İstanbul’a gelmiş ve büyük bir cüretle Cuma selamlığında Padişaha cemiyetin “Said” imzası altında yazdığı ve esası Kürtçe tedrisat yapacak mektepler açmaya dayanan arizayı takdim etti. Memleketin ve milleti islamiyenin ittihadını bozmak gayesine matuf olan bu hareketi can-i anesinden dolayı haklı olarak tımarhaneyi boyladı. Sonra af olup memleketine yollandı.

Kürtçülük uğrunda kendi padişahına sövecek kadar akıl ve imandan bi behre (nasipsiz) Said, bugün sahneye müçtehidi mübeşşir veya kutbu azam olarak çıkmış görünüyor ve cahil insanlarda bu delinin etrafında toplanıyorlar.
Kendini Kuranı aziymmüşşanın müdafii gibi gösteren Said bizzat kendisi Kuranı aziymüşşana muhalefet etmektedir. Gaybı yalnız Allah’ın bileceğini, Kuranı Kerimin kaç kere tekrar etmiş olmasına rağmen Sait, Hazreti Ali’nin Celcelutiyye kasidesinde risalei Nur ve Siracünnur’un geçtiğini, bunu keşfettiğine bizi inandırmak ister
(İkinci Şua, Sahife 53).

İnsanın aklına öyle geliyor ki; “Acaba ben de Risalei Nur adlı bir kitap yazsam o zaman kasidedeki siracünnur kastı acaba hangimizin kitabı olur?” diyorum. Risalelerin yazılışı da pek acayiptir.
Bilmem kaçıncı Lem’anın kaçıncı Şuasının şu meyvesi zühre yıldızından gelmiş beşinci noktası olarak yazılıyor. Sonra bunlar birleşerek Kuran cüzlerine imtisal derecesine, Lemaat, Şuaat, Mektubat vs. Olacakmış.. Sözleri de “Sözcat” olmasa bari. İşbu reddiyeyi, hasreti ile yandığım vatanıma ve uğrunda bir ömür çürüttüğüm dinime ihaneti düşünen gerillacı asi Said’e son ihtar olarak yazdım.

Damarında bir damla Türk kanı olan her Müslümana, bu adamın Mason ve Komünist kadar tehlikeli olduğunu ehemmiyetle hatırlatırım. Ve selamünaleyküm ve Rahmetullahi ve Berekatühü.
Şeyhul İslam Mustafa Sabri
(Tuhfetür Reddiye Ala Mezhebi Saidil Kürdiyye, Mustafa Sabri, s. 3-14.)



SAİD NURSİ'Yİ KAFİR LAİKLER BİLE ANLADI(!)

[GULYARASI]7571[/GULYARASI]






------------------------------------

BOZUK SAAT BİLE GÜNDE 2 KERE DOĞRUYU GÖSTERİRSE , SAPIKLARIN DA HAYATLARINDA 2 KERE DOĞRU SÖYLEMESİNE ŞAŞMAMAK LAZIM


9698.jpg


Kıbrisi Bediüzzaman'ın risalelerine ağır ithamlarda bulundu
20 Aralık 2007 / 21:36


KENDİ SESİNDEN DİNLE

LİNK: İstihbarat Başkanlığı

Nazım Kıbrısi olarak bilinen Nakşibendi şeyhi, tartışılacak bir iddiayı gündeme getirdi. Nazım Kıbrısi, "Risale-i Nur okuma zamanı geçti. Bunların kimseye faydası yok" dedi.

Şeyh Nazım Kıbrısi, bir sitede kendi sesinden yayınlanan sohbetinde Risale-i Nur; Said Nursi ve Fethullah Gülen hakkında çok tartışılacak açıklamalarda bulundu.

Şeyh Muhammed Nazım Adil El-Kıbrısi, www.naksibendi.net sitesinde kendi sesinden yayınlanan bir sohbette, Risale-i Nur ; Said Nursi ve F. Gülen hakkında konuştu.

'RİSALELER MİLLETİ UYUTUYOR'

Kıbrisi, 8 Kasım 2007 tarihli konuşmasında özetle şunları söyledi:

"Risale-i Nur okumanın zamanı geçti. Risale-i Nur'un kimseye faydası yok. Yukardan şiddetli bir talimat geldi bana.

Risaleler, bir miktar gençlerimize bir miktar fayda etti, ama ondan öteye geçemedi.
Okudukları onlara ne fayda veriyor. Hiçbir faydası yok.

Okuduklarından ne fayda umuyorlar. Meclis'te oturup Risale okuyup uyuklama ne fayda verir.

İçinde bulunduğumuz hal, iyi midir değil midir? Bunu bilecek, dinleyecek çok kimse var şimdi. Hadisi Şerif okumaktan da fayda yok onlara. Bu vartaya nasıl düştük. Bu millet aldatıldı mı aldatılmadı mı?

Kütüphanende isterse bin tane Risale-i Nur olsun. Bir faydası yok. Onları al Said-i Nursi'nin mezarının başına götür sen oku de.

Laiklik bir vartadır. Risase'de laiklik geçmiyorsa bundan ne anladık. Risaleler milleti uyutuyor. Risaleleri müzeye koymalı.

Said Nursi'nin yazdığı kitapları 5 defa yazdım. "

Haber 5 / Haber 7


İstihbarat Başkanlığı



Naksibendi Hakkani - Naqshbandi Haqqani - Seyh Nazim - Shaykh Nazim
 
B Çevrimdışı

BIR GARIP

Üye
İslam-TR Üyesi
Bence çok haddimiz olmayan konulara dil uzatıyoruz.Değerli arkadaşlar insanları sevebilirsiniz veya sevmeyebilirsiniz ama inanın biz onlar kadar olsak ne ala.Ayrıca biz kimi ve kimleri eleştiryoruz önce bunu düşünmemiz gerekir.
unutmayalımki taşsız prinç olmaz ne yaparız biz princin taşlarını ayıtlayıp yeriz.burdan yola çıkarak bazı şahıslarda gerçekten pirinç gibidir onların taşını ayıtlayıp onların bilgilerinden yararlanmasını bilelim.

bir garip
 
ABDULHAK Çevrimdışı

ABDULHAK

الإذلال هو بعيد عنا
Admin
Bence çok haddimiz olmayan konulara dil uzatıyoruz.Değerli arkadaşlar insanları sevebilirsiniz veya sevmeyebilirsiniz ama inanın biz onlar kadar olsak ne ala.Ayrıca biz kimi ve kimleri eleştiryoruz önce bunu düşünmemiz gerekir.
unutmayalımki taşsız prinç olmaz ne yaparız biz princin taşlarını ayıtlayıp yeriz.burdan yola çıkarak bazı şahıslarda gerçekten pirinç gibidir onların taşını ayıtlayıp onların bilgilerinden yararlanmasını bilelim.

bir garip
Gerçekten haddin olmayan mesele hakkında mesaj yazmışsın.
 
yusuf Çevrimdışı

yusuf

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
KENDIMI YANLIS ANLASTIRDIM SIZE .. AASLINDA HEPINIZ EMINIMKI GUZEL INSANLARSINIZ AMA BURADA BIRBIRIMIZI ANLAMAK GERCEKTEN ZOR KARDESLER NE BEN KENDIMI IFADE EDEBILIRIM NEDE SIZ HEP .
AYRI GORUSLERE SAHIBIZ BEN BASKA PENCEREDEN BAKIYORUM SIZDE BASKA PENCERRRREDEN BAKIYORSUNUZ BEN YANLIS ANLADIM SIZLERI OZURDILERIM KARDESLERIM NEFSI DAVRANDIM FARKINDAYIMM SIZINLE TANISMAK ISTERIM LUTFEN SAYGISIZLIGIMA BAKMAYIN BIR AANLIK HISSIYAT ISTEEE HAKKINIZI HELAL EDIN INS ..... KUSURA BAKMAAAYIN:(

selam aleykum

allah swt sizden razi olsun. burasi bir islami paylasim forumu .. biraz incelediginizde bir cok sahsin buraya kendi liderini ve kendi gorusunu yaymak amaciyla geldigini gorursun .. ayni sahis ayni uye genelde hep ayni sahsin fikirleri ve yazilarini sunar biri cikar derki felanca alim soyle diyor o boyledir soyledir digeri gelir su cematin onderi su konuda sunu soylemis .. inanin bu tur forumlarda her halde en ozgur olan forum islam-tr dir cunku islam-tr de ki sahislarin gorus ve dusuncelerine karsi gorusle gelenin bile yazmasina izin verilir bakin siteye bir yerde belirli bir sahis eletirlirken yada gorus diger taraftan bazi sahislar o zatin fikir ve dusuncelerini post yapamaya devam ederler .. belirli sahislar ve nikler vardir hep ayni savunduklari sahisin onderin yazilarini post yaparlar gorusleri bellidir ..

simdi soruyorum

diyaogcular, cubeliler, nurcular, kaplancilar, cihadiler, furkancilar, evrenselciler, diyalogcular, mealciler,tasavvufcular,selefiler,telefiler,tassaubcular,tekfirciler, vs( burdaki isimlerin gercekle bir alaksai yoktur )

bunlarin hepsi kendi icinde bir birlerine zittirlar , sen buraya fetullahin bir yazisi ile gelsen desenki oy kullanilmasi gerekiyormus bunun karsinda sana selefiler,kaplancilar,furkancilar karsi cikar digerleri ses cikarmayabilir ama desenki dinler arasi diyalog bu sefer daha fazla kisi karsi cikar cubeliler,telefiler de katilir karsi gruba ama tasavufi bir sey soylesen bu sefer cubbeliler susar

iste boyle bir durumda KONU ISLAM OLDUGU ICIN , her sahisa ve goruse karsi cikilir kimse kimseden kendisine koru korune tabii olmasini beklemesin .. herkezin sozu alinir ve atilir resulullah sav haric onu sozu atilmaz ..

BIZIM BU KONUDA TAVSIYEMIZ GELEN SAHIS VE FIKIR NE OLURSA OLSUN, KIM OLURSA OLSUN. KIMSE AKLINI, KENDI GORUSUNU ORTAYA ATMASIN BUYURSUNAR KURANI KERIM VE RESULULLAHIN SUNETI ILE GELSINLER ..

sizde oyle yapin,ornegin bana gore said nursi CAHIL bir adam ben bu fikire onun yazilarini okuyunca vardim, gordugumu kuran ve sunnete vurdum bu sahsin yazilarindan bu fikiri edindim, bu sizi rahatsiz ediyorsa, dersinki arkadasim neyini begenmedin bende derim surasini sende alirsin kurani ve sunneti toplarsin delilini yok dersin sen yanlissin bak bu adam dogru, bu sekilde konuyu ALLAH swt ya ve resulullah sav e gotururuz

bu sekilde kimse kimsenin ZAN ina HEVA sina tabi olmaz .. umulurki duydum ogrendim itaat edecegim der ...

“Aralarında Allah’ın indirdikleri ile hükmet! Sakın onların hevâlarına tâbi olma ve Allah’ın Sana indirdiklerinin bir kısmından Seni saptırmalarından sakın!” [el-Mâide 49]


“Eğer herhangi bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz, gerçekten Allah’a ve Âhiret Günü‘ne inanıyorsanız, onu Allah’a ve Rasülü‘ne götürün. Bu, hem daha hayırlı hem de netice bakımından daha güzeldir.” [en-Nisâ’ 59]


“Her kim Allah’ın indirdikleri ile yönetmezse, işte onlar kâfirlerin ta kendileridir.” [el-Mâide 44]

bizde ALLAH swt ya uyalim egerki allah a ve ahiret gunune inaniyorsak tartistigimiz konulari allah ve resulune goturelim .. konu hakinda allah swt nin hukmu ne ise ona uyalim

( bu yaziyi yazmamdaki amac .. burada gercekten koru korune yazilan nefsi yazilara tahamul edilmiyor .. mademki kendimizi musluman diye cagiriyoruz her kezin tahmulu olan kuran ve sunnet ile konusalim .. allah rizasi icin hosunuza giden yazilarla, zanlarla, hikayeler ile, kalb akuyarak kisleri savunmayin .. fiiline bakin ZAHIRE bakin .. ne goruyorsaniz o konusun .. bizde bu sekilde yapmiyor isek uyarin insaallah )

rabbim cumlemize hidayet ,ilim ve basiret versin AMIN

selametle
 
M Çevrimdışı

MUNTASIR

Üye
İslam-TR Üyesi
Değerli arkadaşım risale ve saidi nursi ile ilgili ortaya koydukların doğrudur ancak ölmüşleri bu toplum yadırganmasını kabul etmez bir cehalete sahip onun için hayattakiler ile ilgili Rabbın doğrularını ortaya koymakta fayda var eba hureyreden sahih hadiste efendimiz s.a.v buyurdularki cahil insan şahıslarla kişilerle uğraşır akıllı insan ise fikirlerle uğraşır burada seni eleştirmiyor destek veriyorum lakin uslupta bir tertip şarttır vesselam
 
Ç Çevrimdışı

çöl yağmuru

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
ne doğrusu be.siz kendiniz iyi insanlarmısınız yani.burda yazı yazmakla müslüman olunmuyor kardeşler.lütfen dolduruşa gelmeyin....hangisi iyi size göre zekariya hocamı?
 
yusuf Çevrimdışı

yusuf

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
selam aleykum

ne doğrusu be.siz kendiniz iyi insanlarmısınız yani.burda yazı yazmakla müslüman olunmuyor kardeşler.lütfen dolduruşa gelmeyin....hangisi iyi size göre zekariya hocamı?

burada ne demek istemissin anlasilmiyor .. biz kendimiz iyi insanlarmiyiz PEKI SEN ?iyi insanmissin ? lutfen kisileri tanimiyorsun o yuzden yazilarina cevap verin, burada kimse cikip riya yapip ben cok iyiyim demez her halde, bakin zamaninizi bosa harciyorsunuz dolu bir seyler yazin insallah icinde hata buldugunuz yazilara islami deliller ile karsi cikin daha hayirli olur , buralarda doldurus var ise bu doldurusun onunu sen kes, ZAN ini yazma yazilara cevap ver,

hangisi iyi size gore zekariya hocami demissin , al zakariyayi vur said nursiye , al said nursiyi vur fetullaha ...

önce yaşayan tezatları susturmayı deneyin

bu da yanlis bir fikir , kisi butun tezatlara bulundugu duruma gore karsi cikar, ( zekariya hocanin ne oldugu biliniyor bence onemli olan said nursinin kufurleri bu da benim fikrim )

ama unutmayinki BIR SEY HAK DEGIL ISE batildir, kufurdur, kufur ve batil tek millettir, musluman gerek eliyle gerek diliyle gereksede kalbiyle bunlara karsi cikmalidir..

selametle
 
sehadet_aski Çevrimdışı

sehadet_aski

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
''Saçlarım adedince başlarım olsa, her gün biri kesilse, hakikat -i Kur'an'iyeye feda olan bu baş, size eğilmeyecektir.''

Hayatı hep sürgünlerde zindanlarda geçmiş bir ömür,bazı rivayetlerde 28 yıl belki daha fazla hapislerde kalmış.Hayatı boyunca kendisininde ifade ettiği gibi iki sünneti terketmiş; Evlilik ve sakal bunlarda çektiği sıkıntılardan dolayı olmuş.Modern teknolojinin olmadığı(molla google) yeni kurulmuş bir laik rejimde, bir gecede herkesin cahil ilan edildiği bir dönemde ,ve Allah demenin yasak olduğu günlerde, kemalist rejimle mücadele eden bu zatın bu olumlu yönlerini göz ardı etmek bence haksızlık olur diye düşünüyorum.

Kur'anı değiştirmek için uğraşan kafirler Risaleyide değiştirmeleri çok zor olmasa gerek.İnşallah yazılanları kendisi yazmamış ve Şirk üzere ölmemiştir.
 
!sLaM4eVeR Çevrimdışı

!sLaM4eVeR

لا اله الا الله
Admin
Şehadet Aşkı kardeş bildiğin üzere ölen ölmüş olup hesabı HESAP SORANLARIN EN HAYIRLISI OLAN ALLAH'a kalmıştır. Ancak aklı selim kuran ve sünneti okuyup, risaleyi nur'u kuran sünnet nazarıyla baktığımızda risalenin fıtratının kurana ters fıtrat olduğunu görmek hiç de zor değil. Yani hak belli islam belli, her kim Tevhidi duygularına , kendi necis duygularını karıştırmadığı müddetçe cihad etmiş olur. Biri çıkıp gelin islam adına savaşalım deyip bunun zemininde kendi hegomanyasını yaşatmak yada açığa çıkartmak varsa isterse elinden kuran mushafları hiç düşmesin. Yaptığı şey batıldır.

Ve siyaseten sana şunu açık şekilde diyeyim böyle olanlar kafirlerden daha şediddir. Zira kafir olan kafir , kendi kafirliğini gizlemiyor islama dim dik cephe olduğunu demekde ve islam mucahidlerin işi kolaylaşmaktadır. Ancak bir insan hem din için savaşıyorum hemde kendi dinini yaşatmak için savaşma gayesi varsa bu türler kafirlerden daha çok zarar verir islama.

Bende inşaAllah senin dediğin gibi o yazmamıştır diye umud ediyorum.

Ancak ortada milyonlarca insanın ; kuran'dan daha çok okuduğu, Resulullah sav'den daha çok bellediği risalei nur'u kimse diyemez ki sizin bu dedikleriniz kuruntu. Evet milyonlarca insan kurandan daha çok risale okumakta, ve hocaefendileri said nursi'yi Resulullah sav'ın önüne geçirip peygamberden daha iyi tanımaktadır.

Ve bu kitapda hakkı sapıtan fikir,görüş ve hükümler 1 değil, 10 değil, 100 değil.

Yani elbette bizler yanlışları elimizle kapatmak arzusundayız ancak düzeltilecek hiç bir yanı kalmamış durumda.

Allah ahirette elbette bunların hesabını soracaktır.

Rabbim hesab soranların en hayırlısıdır.
 
Q Çevrimdışı

qklavye

Üye
İslam-TR Üyesi
selamu aleyküm. ben yeni üye oldum. verdiğiniz bilgiler çok güzel site olarak. bu tür çalışmalar artmalı. ama bazen insanlara çok sert davranıyorsunuz. onlar sizin anlattığınız şeyin felsefesini ruhunu kavrayamıyorlar. çoğu gariban insanlar dinimi öğreneyim derken kurtlara yem olan kimseler. biliyorum bazen öfke patlaması oluyor. anlatıyorsunuz karşı taraf anlamıyor. saatlerce delilli ıspatlı döktürüyorsunuz elin müşriğine "Allahın dostuna dil uzatma " diyor. bunun sinir bozucu olduğunu görüyorum ama biraz sabır lazım. tabiiki bu eleştirim said nursinin yada risalenin yahut onun ezoterist önderleri olan ibni arabi ve diğerlerinin yanlışlarını ortaya koymayın lastik gibi yuvarlak konuşun manasında değil. isim vererek tenkit daha uynadırıcıdır vesselam
 
Q Çevrimdışı

qklavye

Üye
İslam-TR Üyesi
birde burda dikkat çekilmesi gereken bir nokta var. yazdırılma motifinin menşei... said nursi ibni arabi ve celaleddin ruminin iddiasına göre kitapları ilhamla yazdırılmıştır. fakat burdaki ilham vahiyden farklı aa delil ifade eden kişinin kendi anlatım üslubuna bırakılmış temel bilgi niteliğinde görülüyor. bunun asıl kaynağı bence hristiyanlıktır. bugünkü incil çevirilerine baktığınızda hem tercüme heyetlerinin yaptığı giriş açıklamalarında hemde metinlerde aynı iddia vardır. örneğin yuhannaya nisbet edilen bir kitapçığın adı "esinleme" yani ilhamdır. anlatıığı şeylerin mantığı aynı said nursiye benzemektedir. oysa islamda bu tür bir ilhamın varlığına dair sahih bir delil yoktur. yoga ile rabıtanın aynı anlama geldiğini öğrendiiğim gün tarikattan ayrıldım. sonra bi süre bu kültürleir inceledim. islamın nasıl kirletilmeye çalışıldığını yakinen müşahede etmiş oldum. hatta halk arasındaki birçok erotik fıkranın bize büyük evliya diye takdim edilen celaleddin ruminin mesnevisinden geldiğini öğrendim. Allah bana lutfetti ve kurtardı. eğer orda kalsaydım müşrik olarka ölebilirdim :(
 
ABDULHAK Çevrimdışı

ABDULHAK

الإذلال هو بعيد عنا
Admin
İbn Abbas (r.a.) ebced , cifir ile uğraşan ve müneccimlik yapanlar hakkında şöyle demiştir:

"Kıyamette ALLAH katında hiç bir menfaatleri olmayacaktır." demiştir. (Heysemi-Mecmeu'z-Zevaid: 5/117)


İbn Mesud'tan (r.a.) Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

"Nice ebced harfleri öğretenler (veya nice Ebu Cad'ın yıldızlarla ilgili harflerini öğretenler) var ki, Kıyamet gününde bunların ALLAH katında bir nasipleri yoktur."
(Taberani, 11/14, Elbani, Daifu'l-Camia: 418)


Ondan da Hamd b. Zencuye şu lafızla rivayet etmiştir:

"Nice yıldızlara bakanlar ve ebced (Ebu Cad'ın) harflerini öğrenenler var ki, onlar için ALLAH katında bir nasip yoktur."
(Taberani, 11/14, Elbani, Daifu'l-Camia: 418)



İbn Abbas (r.a.) ebced , cifir ile uğraşan ve müneccimlik yapanlar hakkında şöyle demiştir:

"Kıyamette ALLAH katında hiç bir menfaatleri olmayacaktır." demiştir. (Heysemi-Mecmeu'z-Zevaid: 5/117)

İbn Mesud'tan (r.a.) Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

"Nice ebced harfleri öğretenler (veya nice Ebu Cad'ın yıldızlarla ilgili harflerini öğretenler) var ki, Kıyamet gününde bunların ALLAH katında bir nasipleri yoktur."
(Taberani, 11/14, Elbani, Daifu'l-Camia: 418)


Ondan da Hamd b. Zencuye şu lafızla rivayet etmiştir:

"Nice yıldızlara bakanlar ve ebced (Ebu Cad'ın) harflerini öğrenenler var ki, onlar için ALLAH katında bir nasip yoktur."
(Taberani, 11/14, Elbani, Daifu'l-Camia: 418)
 
Üst Ana Sayfa Alt