Tarihçe-i Hayat, Sayfa 204
Bu Sayfayı 'Sayfalarım'a Ekle
Eğer farz-ı muhal olarak, müfsidlerin, muhbirlerin ihbar ettikleri gibi, Risale-i Nur, hükûmetin birtakım siyasetiyle ve bazı kanunlarıyla tevfìk edilmiyor, muaraza ediyor; belki başka siyasî kanaatlerdir ve ayrı ayrı fikirlerdir ve umum risaleler, îmandan değil, belki siyasetten bahseder diye, gayet zahir bir iftira farz ve kabul edilse, cevaben derim:
Madem hürriyetin en genişşekli cumhuriyettir ve madem hükûmet ise cumhuriyetin en serbest sûretini kabul etmiştir; elbette hakîki ve katî ve reddedilmez kanaat-i ilmiyeyi ve efkar-ı saibeyi, asayişe dokunmamak şartıyla, cumhuriyetin hürriyeti, o hürriyet-i ilmiyeyi istibdat altına alamaz ve onu bir suç tanımaz. Evet, dünyada hiçbir hükûmet var mıdır ki, bütün birtek kanaat-i siyasiyede bulunsun. Haydi-farz-ı muhal olarak-ben, perde altında kendi kendime kanaat-i siyasiyemi yazmışım ve bir kısım has dostlarıma göstermişim; bunda suç var diyen kanunları işitmemişim. Halbuki, Risale-i Nur, îman nûrundan bahseder, siyaset zulmetine sukùt etmemiş ve tenezzül etmez.
Eğer, faraza, laik cumhuriyetin mahiyetini bilmeyen bir dinsiz dese: "Senin risalelerin, kuvvetli bir dînî cereyan veriyor, ladînî cumhuriyetin prensiplerine muaraza ediyor. "
Elcevap: Hükûmetin laik cumhuriyeti dîni dünyadan ayırmak demek olduğunu biliyoruz. Yoksa, hiçbir hatıra gelmeyen dîni reddetmek ve bütün bütün dinsiz olmak demek olduğunu, gayet ahmak bir dinsiz kabul eder.
Evet, dünyada hiçbir millet dinsiz olarak yaşamadığı gibi; Türk milleti misillü bütün asırlarda mümtaz olarak, bütün aktar-ı cihanda, nerede Türk varsa Müslümandır. Sair anasır-ı İslamiyenin küçük de olsa yine bir kısmı İslamiyet haricindedir. Böyle pek ciddi ve hakîki dindar ve bin sene kadar Hak Dîninin kahraman ordusu olarak zemin yüzünde, mefahir-i milliyesini milyonlar menabi-i dîniye ile çakan ve kılınçlarının uçlarıyla yazan bu mübarek milleti, "Dîni reddeder veya dinsiz olur" diye itham eden yalancı dinsizler ve milliyetsizler, öyle bir cinayet işliyorlar ki, Cehennemin esfel-i safilîn tabakasında ceza görmeye müstehak olurlar.
Halbuki, Risale-i Nur, hayat-ı içtimaiyenin kanunlarını da ihata eden dînin geniş dairesinden bahsetmez; belki asıl mevzuu ve hedefi, dînin en has ve en yüksek kısmı olan îmanın erkan-ı azîmesinden bahseder. Hem, ekseriyetle, muhatabım evvel kendi nefsim, sonra Avrupa feylesoflarıdır. Böyle mesail-i kudsiyeden, doğru olmak şartıyla, zarar tevehhüm eden, yalnız şeytanlar olabilir tasavvurundayım. Yalnız üç-dört risale, tenkitkarane şekva sûretinde bir kısım memurlara bakmış; fakat o risaleler hükûmetle mübareze ve tenkit için değil, belki bana zulmeden ve memuriyetini sû-i istimal eden bir kısım memurlara karşıdır: Hem, sonra da, sû-i tefehhüme medar olmamak için, o üç-dört risalelere "Mahremdir" deyip, neşrini menetmişiz. Sair risalelerin ekser-i mutlakası, dört-beş sene evvel ve bir
« Önceki Sayfa
Sonraki Sayfa »
ORJİNALE TIKLA :
Risale-i Nur Enstitüsü | Risale-i Nur Külliyatı