Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Seçme Hadisler ve Şerhleri

ibni kayyım Çevrimdışı

ibni kayyım

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Cebrail'in Hem Soru Sorması Hem de Cevabı Tasdik Etmesi


Müslim, Ammâre İbnü'l-Ka'kâ'm rivayetinde buna ek olarak soru soran kişi*nin her üç cevabın ardından "doğru söyledin" dediğini belirtmektedir.

Süleyman b. Büreyde'nin rivayeti şöyledir: Orada bulunanlar şöyle dediler: Böyle bir adam görmedik. Sanki Hz. Peygamber'e öğretir gibi "doğru söyledin, doğru söyledin" diyor.

Kurtubî şöyle demiştir: Hz. Peygamber'in getirdiği bilgiler ancak onun tarafından yapılacak bir açıklama ile bilinebileceği için, orada bulu*nan sahabe grubu adamın bu fiiline şaşırmıştır. Çünkü soru soran bu kişinin Hz. Peygamberle daha önce görüştüğünü ve ondan bir şeyler dinlediğini kimse görmemiştir. Ayrıca sorduğu soruların cevabını bilir gibi soru sormaktaydı. Çünkü Hz. Peygamber'in kendi sorularına verdiği cevabın doğru olduğunu yine kendisi söyleyip duruyordu. Orada bulunan*ların bu kişinin Cebrail olmasını uzak bir ihtimal olarak gören kimselerin hayreti gibi hayret etmiş ve olayı garipsemişlerdi.

"Kıyametin vakti ne zaman yani kıyamet ne zaman kopacaktır" sorusuna cevaben Hz. Peygamber şöyle buyurmuştu:

Bu sorunun sorulduğu kişi, bu konuda sorandan daha bilgili değildir": Bu ifade ilk bakışta soru soran ile sorulara cevap verenin kıyametin kopma zamanı konusunda bilgice eşit olduğunu gösterse de asıl anlatılmak istenen "bunun yal*nızca Allah'a malum olduğunu bilme" konusunda soru soran ve cevap verenin eşit olmasıdır. Nitekim daha sonra "Allah dışında kimsenin bilmediği beş şey vardır..." diyerek bu ifade edilmiştir.

Fethu'l-Bari
 
ibni kayyım Çevrimdışı

ibni kayyım

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Cebrail'in Selam Vermeden Konuşmaya Başlaması


Şu sorulabilir: Cebrail niçin selam vermeden önce konuşmaya başlamıştır? Buna şu şekilde cevap verilmiştir:


a. Durumunu gizlemede mübalağa için bunu yapmış olabilir.

b. Bunun farz olmadığını göstermek için bunu yapmıştır.

c. Selam verdiği halde hadisi rivayet eden ravi bunu aktarmamıştır.

Bana göre muteber olan üçüncü görüştür. Ebu Ferve'nin rivayetinde Cebra*il'in selam verdiği de yer almaktadır. Rivayet şöyledir: "Adamın elbisesine hiç kir bulaşmamıştı. Mescit sergisinin başladığı yerden Hz. Peygamber'e Selam sana ey Muhammedi" diye selam verdi. Peygamberimiz onun selamını aldı. Adam sordu: "Yanına geleyim mi ey Muhammed?", Peygamberimiz gel" buyurdu. Yaklaşayım mı diye sordukça Hz. Peygamber yaklaş dedi." Ata'nm Abdullah b. Ömer'den rivayetine göre de adam "Selam sana ey Allah'ın elçisi!" diyerek selam vermiştir. Kurtubî'deki rivayete göre "Selam sana ey Muhammed!" şeklinde selam vermiş*tir. Kurtubî bu rivayetten bir yere giren kişinin önce genel selam verip sonra bir şahsa özel selam vermesinin müstehap olduğu sonucunu çıkarmıştır.

İman asıl olduğu için öncelikle onu sorduğu söylenmiştir. İkinci olarak da İs*lâm'ı sormuştur. Çünkü bu iman iddiasının doğru olup olmadığını gösteren bir ölçüdür. Üçüncü olarak ihsanı sormuştur, çünkü ihsan iman ve İslam'a bağlıdır. Ammare b. el-Ka'kâ'ın rivayetinde ise önce İslâm'ı sormuştur. Çünkü İslâm zahir olan şeydir. İkinci olarak imanı sormuştur. Çünkü iman batın olan şeydir. Tîbî de, öncelikli olan imandan başlayarak aşağıdan yukarıya yükselmeyi barındıran bir özellik taşıdığı için bu görüşü tercih etmiştir.


Fethu'l-Bari
 
ibni kayyım Çevrimdışı

ibni kayyım

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Cebrail'in İnsan Kılığında Ashabı İle Birlikte Olan Hz. Peygamber'e Gelmesi


"Bir adam ona gelerek. Yani melek, bir adam suretinde ona geldi. Buhârî Tefsir bölümünde "bir adam yürüyerek ona geldi" denilmektedir.

Ebû Ferve'nin rivayetinde ise şöyle denilmektedir: "Biz Hz. Peygamber'in yanında otururken, insanların en güzel yüzlüsü ve en güzel kokulan sürünmüş olan bir adam çıkageldi. Elbisesine hiçbir kir bulaşmamıştı".

Müslim'de Kehmes yolu ile Hz. Ömer'den şu şekilde rivayet edilmiştir: "Bir-gün Hz. Peygamber'in yanında iken birden elbisesi bembeyaz, saçları simsiyah bir adam çıkageldi".

İbn Hibban'm rivayetinde ise şöyle denilmektedir: Sakalları siyah bir adam geldi. Üzerinde yolculuk işareti bulunmadığı gibi İçimizden kimse de onu tanımıyordu. Adam Hz. Peygamber'in karşısına oturarak dizle*rini onun dizlerine dayadı ve avuçlarını onun bacaklarına koydu".

Süleyman et-Teymîye ait bir rivayette şöyle denilmektedir: "Üzerinde yolcu*luk alâmeti bulunmadığı gibi, Medine'li de değildi. İnsanları yararak Hz. Pey*gamber'in karşısına gelip bizden birinin namazda oturduğu gibi oturdu. Sonra elini Hz. Peygamber'in dizlerine koydu".

Anlaşıldığı kadarıyla Cebrail elini Hz. Peygamber'in dizle*rine koymakla, kendisinin kaba bedevilerdenmiş gibi gösterip işi daha gizli hale getirmek istemiştir. Bu sebeple de Hz. Peygamber'in yanma varıncaya kadar insanları yararak ilerlemiştir. Bu yüzden sahabenin bir kısmı onun bu hareketini garip karşılamıştır. Ayrıca o Medine'li değildi ve yürüyerek geldiği halde üzerinde yolculuk alameti de bulunmuyordu.

Şu sorulabilir: Hz. Ömer sahabeden hiç kimsenin onu tanımadığını nereden bilmektedir?

Buna şu şekilde cevap verilmiştir: Hz. Ömer'in tahminen bunu söylemiş ol*ması mümkündür. Yahut da orada bulunanların açık ifadelerine dayanarak bu*nu söylemiştir. Bu ikinci İhtimal bana göre daha güçlüdür. Osman b. Gayyas'ın rivayetinde de bu şekilde yer almıştır. Bu rivayet şöyledir: "Orada bulunanlar birbirine baktı ve bu adamı tanımıyoruz dediler".


Fethu'l-Bari
 
ibni kayyım Çevrimdışı

ibni kayyım

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Yeniden Dirilme Ve Kaderden Bahsedilirken "İnanmak" ifadesinin Tekrar Edilmesi



Yeniden dirilmeden bahsederken, "inanman" ifadesini tekrar etmesinin hikmeti, bunun iman edilen şeyler içinde farklı bir tür olduğuna işaret etmek içindir. Çünkü yeniden dirilme daha sonra meydana gelecektir. Daha önce zik*redilen şeyler ise şu an zaten vardır. Bunun diğer bir sebebi de bunu inkâr eden*lerin çok olmasıdır. Bu yüzden yeniden dirilme konusu Kur'an'da da çokça tek*rarlanmıştır.

Kaderden bahsederken de "inanman" ifadesi tekrarlanarak bir anlamda bu konuda meydana gelecek görüş ayrılıklarına işaret edilmiştir. Bu kelime tekrar edilerek kadere inanmanın önemi vurgulanmıştır. Daha sonra bu ifade şu açık*lamalarla da pekiştirilmiştir: "Hayrına, şerrine, acısına, tatlısına". Daha sonra bunu da "Allah'tan olduğuna" ifadesi ile pekiştirmiştir. "Kader" sözcüğü masdar olup bir şeyin miktarını kesin olarak bilmek anlamına gelir. Bununla kasdedilen, Allah'ın varlıkların miktarlarını ve meydana gelecekleri zamanı, onları yaratma*dan önce bilmesidir. Allah, kendi ilminde olacağını bildiği şeyi zamanı gelince yaratır. Sonradan meydana gelen her şey onun ilmi, kudreti ve iradesi ile mey*dana gelir. Bu, dinde kesin delillerle bilinmektedir. Sahabe, tabiinin önde gelen*leri ve ilk dönem âlimlerinin büyük bir kısmı bu inanç üzerindeydiler. Sahabe devrinin sonuna doğru kader konusunda bidat anlayışlar ortaya çıkmaya baş*ladı. Müslim; Kehmes, îbn Büreyde ve Yahya b. Ya'mer yoluyla bununla ilgili olayı şu şekilde aktarmaktadır: "Kader konusunda Basra'da ilk olarak ileri geri konuşan Ma'bed el-Cühenî idi. Yahya ve Humeyd el-Himyerî, Abdullah b. Ömer'in yanma gitmiş ve bu durumu ona bildirmişdi. O da kendisinin bu gö*rüşte olanlardan uzak olduğunu, Allah'ın kadere iman etmeyenlerin hiçbir ame*lini kabul etmeyeceğini söyledi."

Şafiî'nin şu sözleri de bunlar aleyhine bir delildir: Kadere inanmayan kişi, Allah'ın her şeyi bildiğini kabul ediyorsa çelişkiye düşer. Bu kişiye şöyle denir: Allah'ın bildiğinden farklı bir şeyin meydana gelmesi mümkün müdür? Şayet bu soruya "hayır" diye cevap verirse ehl-i sünnetin görüşünü kabul etmiş olur. Öyle bir şeyin mümkün olduğunu kabul ederse, Allah'ın bilgisizliğini ileri sürmüş olur. Allah bundan münezzehtir.

Hadisin bağlamından anlaşıldığına göre mü'min adı, zikredilenlerin tümünü tasdik eden kişi için kullanılır. Oysa fakihler yalnızca Allah'a ve Resûlü'ne inanan kişiye mümin adını vermektedirler. Bu ikisi arasında bir çelişki yoktur. Çünkü Allah'ın peygamberine İnanmak demek, onun varlığına ve Allah katından getir*diği şeylerin doğru olduğuna inanmak demektir. Dolayısıyla yukarıda zikredilen*lerin tümü bu şekilde peygambere İnanma kavramına dahil olur.


Fethu'l-Bari
 
ibni kayyım Çevrimdışı

ibni kayyım

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Allah'a Kavuşmaya İman


Allah'a kavuşmaya iman" Bunun "yeniden dirilmeye iman" konusuna dahil olduğu için bu ifadenin bir tekrar olduğu söylenmiştir. Doğrusu bu bir tekrar değildir. Hadisteki "ba's" İfadesinden kabirlerden kalkmanın, "Allah'a kavuşmak" İfadesinden ise bundan sonrasının kasdedildiği söylenmiştir. Bir başka görüşe göre ise Allah'a kavuşmak, dünyadan intikal etmekle gerçekleşir, "ba's" ise bun*dan sonrasıdır. Matar el-Verrâk'ın rivayeti de bunu göstermektedir. Bu rivayette şöyle denilmektedir: "Ölüme ue ölümden sonra yeniden dirilmeye inanmak. Enes ve İbn Abbas'ın hadisinde de böyledir. Diğer bir görüşe göre Allah'a kavuş*maktan maksat O'nu görmektir, Hattabî bunu zikretmiştir. Nevevî onun bu görü*şünü şu sözleri ile eleştirmiştir: "Kimse Allah'ı göreceğini kesin olarak söyleye*mez. Çünkü bu mü'min olarak ölenlere özgüdür. Kişi kendi sonunun nasıl olaca*ğını bilemez. O halde bu nasıl imanın şartlarından olabilir?". "Nevevî'nin bu İtira*zına da şu şekilde cevap verilmiştir:" Burada kasdedilen, bunun bizatihi gerçek olduğuna inanmaktır. Bu, ehl-i sünnetin âhirette Allah'ı görmeyi ispat konusun*daki güçlü delillerindendir. Çünkü Allah'ı görmeye inanmak, imanın şartlarından sayılmıştır.

Peygamberlere iman; onların Allah'tan alıp insanlara bildirdikleri iman esas*larında doğru söylediklerine inanmaktır. Melekler, kitaplar ve peygamberlere iman konusunda bu açıklama ile yetinilmesi, bu konuda tafsilata girişmeksizin bu kadarla yetinmenin caiz olduğunu göstermektedir. Ancak ismen zikredilenlere ayrı ayrı iman etmek şarttır. Hadiste yer alan sıralama şu âyetle uyum içindedir: "Peygamber, Rabbi tarafından kendisine indirilene iman etti, müminler de (iman ettiler). Her biri Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine iman etti*ler".[el-Bakara, 2/285] Bu sıralama ile kasdedilen şudur: Hayır ve rahmet Allah'tandır. Onun en büyük rahmetinden biri de kitaplarını kullarına indirmesidir. Kullar içinden bu kitapların kendilerine indirildiği kimseler peygamberlerdir. Allah ile peygamber*ler arasındaki aracılar ise meleklerdir.

Yeniden dirilmeye inanmak: Buhârî Tefsir bölümünde "âhirete" ifadesi, Müslim'in Hz.Ömer'den gelen rivayetinde ise "âhiret gününe inanmak" ifadesi de eklenmiştir. "Sonraki diriliş" ifadesindekİ "sonraki" ibaresi hakkında çeşitli görüş*ler ileri sürülmüştür: Bunlardan birine göre bu ifade tıpkı "geçen gün" ifadesin-deki gibi pekiştirme amacıyla getirilmiştir. Diğer bir görüşe göre yeniden dirilme iki kere gerçekleşmektedir: Birincisi yoktan var edilmek, yahut ana karnındaki embryo halinden başlayarak doğuma kadar ve doğumla birlekte dünya hayatına kavuşmak, İkincisi kabirlerden kalkarak âhirette kalınacak mekanda istikrar bul*mak için dirilmek. Ahiret günü denilmesinin sebebi, dünya günlerinin veya sınırlı zamanların sonu olmasından dolayıdır. Buna iman etmekten maksat, o günde meydana gelecek hesap, mizan, cennet ve cehennem gibi şeyleri tasdik etmektir.


Hadisin Farklı Rivayetleri


el-İsmaüî Müstahrec adlı eserinde "Kadere inanmandır" ifadesini de eklemiş*tir. Bu ibare Ebû Farva'nm rivayetinde de vardır. Yine aynı İfadeler Müslim'in Ammâre Ibnü'l-Ka'kâ'dan yaptığı rivayette de bu görülmektedir.. Bunu "bunların tümüne" ifadesi ile pekiştirmiştir.

Kehmes ve Süleyman et-Teymî'nin rivayetinde ise "Kadere; hayır ve şerrin Allah'tan geldiğine inanmak" ibaresi yer almaktadır. İbn Abbas hadisinde de bu ifade vardır.

Atâ'nın İbn Ömer'den yaptığı rivayette ise "Tatlısı ve acısının Allah'tan oldu*ğuna inanman" şeklinde bir fazlalık vardır.



Fethu'l-Bari
 
ibni kayyım Çevrimdışı

ibni kayyım

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Cenazelerin Arkasından Gitmek İmandandır



47- Ebu Hureyre'den rivayet edildiğine göre Allah Resulü şöyle buyurmuştur:

Bir kimse inanarak ve sevabını yalnızca Allah'tan umarak bir Müs-lümanın cenazesinin arkasından giderse, namazını kılıp defnedinceye kadar onunla birlikte bulunursa iki kırat ecirle döner. Her bir kırat Uhud Dağı kadardır. Kim cenaze namazını kılar sonra cenaze defne*dilmeden dönerse o da bir kırat ecirle dönmüş olur.


Açıklama


Cenazenin arkasından gitmek imandandır" Buhârî imanın şubeleri ile ilgili hadislerin pek çoğuna bu başlığı atmış ve bu konu ile de bunu bitirmiştir. Çünkü ölüm dünya hallerinin sonuncusudur.

Namazını Bu ifade "namazı kılınıp" diye de rivayet edilmiştir. Bi*rinci rivayete göre kişi cenazenin namazını kılmadıkça vaad edilen ecri alamaz*ken, ikinci rivayete göre namazını kılmasa bile bu sevabı alır. Ancak kişi bir ce*nazenin namazını kılmayı istemekle birlikte bir engel ortaya çıkar da kılamazsa, o kesin olarak cenaze namazı kılmanın sevabını alır.

Namaz kılma ve defin birlikte olduğunda iki kırat ecir, yalnızca namaz oldu*ğunda bir kîrat ecir söz konusu olmaktadır. Esas olan da budur. Bazılarının farklı rivayetlerden yola çıkarak namaz kılan ve definde bulunan kişinin üç kirat ecirle döneceğini söylemeleri buna aykırıdır.




Fethu'l-Bari
 
ibni kayyım Çevrimdışı

ibni kayyım

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Falancanın Camisi Denir Mi?

420- Abdullah Hz. Ömer'den şöyle nakletmiştir: "Hz. Peygamber yarışa hazırlanmış atlar arasında Hafyâ'dan Veda' tepesine kadar yarış yapmıştır. Yarışa hazırlanmamış atlar arasında Seniyye'den Zuraykoğu lları cami*sine kadar yarışmıştır. Abdullah İbn Ömer de yarışanlar arasında idi.


Açıklama


(Zuraykoğullan camisi); Bu hadise göre camilere, onları yaptıranların veye orada namaz kılanların adı verilebilir. İyilikleri yapanlarla birlikte anmak da bu nunla aynı hükümdedir. Çoğunluk bu kanaattedir.


Fethu'l-Bari
 
ibni kayyım Çevrimdışı

ibni kayyım

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Namazı Tam Kılmaları Ve Kıbleye Karşı Gereken Saygıyı Göstermeleri Konusunda İmamın Cemaati Uyarması


418- Ebu Hureyre Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğunu ve nakletmiştir:

"Siz benim kıblem yalnız şurasıdır, dolayısıyla önümden başka bir yeri gör*mem mi sanıyorsunuz? Allah'a and olsun ki, sizin ne huşunuz ne de rükûunuz bana gizli kalır. Elbette sizi arkamdan da görüyorum."


Açıklama


(Siz benim kıblem yalnız şurasıdır, dolayısıyla önümden başka bir yeri gör*mediğimi mi sanıyorsunuz?) Buradaki istifham, istifham-ı inkârîdin Bu durumda mana şu şekildedir: Siz, kıblem bu tarafta diye yaptıklarınızı görmediğimi zan*netmeyin!

Bir yöne dönen, diğer tarafa sırtını döner. Allah Resulü görme duyusunun bir yöne bağlı olmadığını bildirmiştir. Bunun ne anlama geldiği konusunda âlimler ihtilaf etmiştir. Doğrusu, lafız neye delalet ediyorsa öyle anlaşılması gerekir. Yani buradaki görmeden maksat, gerçek görmedir. Bu du*rum Allah Resûlü'ne özel bir durumdu. Bir başka ifade ile bu, bir mucizedir. İmam Buhârî de bu görüştedir. Bundan dolayı bu hadisi, "Nübüv*vetin Alâmetleri" bölümünde zikretmiştir. Ahmed İbn Hanbel ve diğer muhad-dislerin de bu görüşte olduğu nakledilmiştir.

419- Enes İbn Mâlik'ten şöyle nakledilmiştir: "Hz. Peygamber bize bir namaz kıldırdı. Sonra minbere çıktı ve 'Ben sizi şu an gördüğüm gibi namazda ve rukûdayken de görüyorum' buyurdu.


Açıklama


(Şu an gördüğüm gibi); Tercih edilen görüşe göre bu rivayette, görmeden maksat göz ile görmektir. Hadîsin zahiri, bunun sadece namazlara özel bir du*rum olduğunu gösterir. Ayrıca bu hadiste, namazı huşu1 içinde kılmak ile tadîl-i erkâna riayet etmek teşvik edilmiştir. Yine bu hadisten çıkan bir başka sonuca göre ise, imam, insanların namazdaki durumları hakkında, özellikle de olmaması gereken aykırı bir durum gördüğü zaman oniara nasihat etmelidir. Huşunun hükmünü, imam Buhârî'nin namazın nasıl kılınacağını işlediği konu başlıklarının yer aldığı bölümde, diğer konularla birlikte ayrıntılı bir şekilde ele alacağız.




Fethu'l-Bari
 
ibni kayyım Çevrimdışı

ibni kayyım

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Kıbleye İlişkin Diğer Hususlar, Yanlışlıkla Kıbleden Farklı Yöne Namaz Kılmak

Hz. Peygamber öğle namazının ikinci rekatında selam verdi ve yüzünü cemaate çevirdi. Daha sonra kalkıp namazın geri kalan kısmını tamamladı.

402- Humeyd, Enes İbn Mâlikten şöyle nakletmiştir: "Hz. Ömer şöyle dedi Üç konuda Rabbim temennilerimi gerçekleştirdi; Hz. Peygamber'e ibrahim makamında bir namaz yeri edinelim dedim, Allah Teâlâ "Siz dt ibrahim'in makamında bir namaz yeri edinin! (orada namaz kılın) [el-Bakara 2/125.] âyetini in dirdi. Hicab âyetinde de Rabbim benim temennim doğrultusunda emir buyurdu

Allah Resûlü'ne Ey Allah'ın elçisi hanımlarına söylesen de örtünseler, zira hem iyi hem de kötü insanlar onlarla konuşuyor' dedim. Bunun üzerine hicab âyeti nazil oldu. Rasûlullah'ın hanımları kıskanç*lık konusunda ona karşı birleşmişlerdi. Onlara, 'Belki de onun Rabbi, sizi bo-şarsa sizden daha hayırlı eşleri ona nasip eder' dedim bunun üzerine bu âyet nazil oldu.


Açıklama


(Yanlışlıkla Kıbleden Farklı Yöne Namaz Kılmak); Bu meselenin aslı, kıble konusunda ictihadda bulunup hata ettiğini anlayan kimseyle İlgilidir. İbn Ebî Şeybe Saîd İbn Müseyyeb, Atâ, Şa'bî ve daha başkalarının, böyle birinin nama*zını yeniden kılmasının gerekmediği görüşünde olduğunu nakletmiştir. Kûfelüer de bu görüştedir. Zührî, İmam Mâlik ve başka âlimlerden bir kısım ise, böyle bir kimsenin vakit çıkmadan önce hatasını fark ederse namazını yeniden kılması gerektiği görüşünü savunmuşlardır. İmam Şafiî'ye göre ise ister vakit çıksın is*terse çıkmasın mutlak surette namazını kaza eder.

Kıbleyi yanlış tayin edip namaz kılan kimsenin, Kabe'ye arkasını dönmesine rağmen namaz kılan hükmünde olması bu alt başlığın konu başlığı ile olan ilişki*sini açıklar.

(Üç konuda Rabbim temennilerimi gerçekleştirdi) Bu ifade "Rabbim üç ko*nuda benim temennim doğrultusunda emir buyurarak benim düşünceme uygun hüküm indirdi" anlamına gelir. Hz. Ömer edeb gereği böylesi bir muvafakati kendisine nispet etmiştir. Ya da, düşüncesinin sonradan meydana geldiğine, hükmün ise ezelde takdir edildiğine işaret buyurmuştur.

Burada Hz. Ömer'in muvafakati üç İle sınırlı tutması, bunun üçten fazla ol*madığı anlamına gelmez. Çünkü bunun dışında pek çok konuda muvafakati gerçekleşmiştir. En meşhuru ise, Bedir esirleri ile münafıkların cenaze namazı konusunda gerçekleşen muvafakattir. Bu iki olay, Buhârî ve Tirmizî'nin "Sahîh"lerinde mevcuttur. İbn Ömer'den kendisinden nakledilen hadiste şöyle de*miştir: "İnsanların karşılaştıkları bir durumda, herkes bir şey söyler, Ömer de bir şey söylerse, vahiy onun görüşlerine uygun bir şekilde inerdi." Bu rivayet, onun muvafakatinin çok olduğunu gösterir.

Hadisin konu başlığı ile ilgisine gelince: Bu konuda Kirmânî şöyle demiştir: "Bu başlıktan maksat, kıble ve onunla ilgili nakledilen rivayetlerdir. Bu durumda.

İbrahim makamını Kabe ile tefsir edenlere göre bu hadis ile konu başlığı arasın*daki münasebet açıktır.

İbrahim makamını, bütün harem bölgesi olarak tefsir edenlere göre, âyetinde geçen harf-i çeri teb'îd içindir. Şöyle ki, İbrahim makamının bir bölümü, kelimesi ise kıble anlamına gelir. Bu durumda âyet, İb*rahim makamının bir bölümünü kıble edinin anlamını ifade eder.

İbrahim makamını, onun üzerine çıktığı taş olarak tefsir edenler de vardır. Bu görüş hepsinden daha isabetlidir. Bu durumda, kıble oiduğu için değil dek bu makamda namaz kılmanın Kabe'ye yönelmekle ilgili olmasından dolayı hadisin konu başlığı ile münasebeti ortaya çıkar.

İbn Reşıd de şöyle demiştir: "Kanaatime göre, kıblenin tayini meselesinin bir ictihad konusu olduğuna işaret etmek, bu hadisin konu başlığı ile ilgisini göster*mektedir. Çünkü Hz. Ömer, Kabe'nin ön tarafında bulunan İbrahim makamına doğru, namaz kılınacak yerin tespiti için ictihad etmiştir. Bu içtihadıyla kıble yönlerinden birini tercih etmiştir. Burada da Rabbine muvafakati gerçekleşmiştir. Bu olay, gayretini sarfettikten sonra kıble tayini hususunda ictihad eden kimse*nin doğru yaptığını gösterir. Bu durum gayet açıktır.

403- Abdullah İbn Ömer'den şöyle nakledilmiştir: "Müslümanlar Kubâ mes*cidinde sabah namazını kılarlarken ashaptan birisi çıkagelip, onlara: 'Bu gece inen âyetle Allah Resûlü'ne Kabe'ye yönelmesi emredildi, siz de o tarafa yönelin' deyince, yüzleri Şam'a dönük olan cemaat, hemen o anda Kabe'ye doğru döndü.


Açıklama


(emredildi); Buna göre, Hz. Peygamber'e yapılan emir, ümmetini de bağlar. Kendisine özgü olduğuna dair bir delil bulunmadığı sürece onun, sözleri gibi davranışlarına da uyulur.

Rivayette bahsi geçen kıble değişikliği, İbn Ebî Hâtim'in Süveyle bintu Eslem'den naklettiği ve bizim de şu an bir bölümünü nakledeceğimiz şu hadiste anlatılmaktadır. "...Derken kadınlar erkeklerin, erkekler de kadınların yerine geç*ti. Geri kalan iki secdeyi Mescid-i Haram'a doğru yaptık." Olayı şu şekilde tasvir edebiliriz: İmam, mescidin Ön tarafında bulunan mihrabdan ayrılarak mescidin arkasına geçmiştir. Çünkü Kabe'ye yönelen beytu'l-makdise sırtını döner. Eğer İmam yerinden ayrılmadan donseydi arkasında cemaatin saf tutacağı genişlikte yer kalmazdı. İmam yerini değiştirince onunla birlikte erkekler de yerlerini değiş*tirip imamın arkasına geçmişlerdir. Keza kadınlar da hareket edip erkeklerin arkasında saf tutmuşlardır. Bütün bu yapılanlar, namazda amel-i kesîr kavramı içine girer. Muhtemelen bu olay, amel-i kestrin haram kılınmasından önce ger*çekleşmiştir. Nitekim bu hadîse, namazda konuşmanın haram kılınmasından önce meydana gelmiştir. Belki de, bahsi geçen maslahattan dolayı yapılan amel-i kesîr mazur görülmüştür. Ya da, cemaat kıbleyi değiştirirken adımlarını peş peşe atmamıştır. Aksine ara ara atmıştır.

Bu hadise göre, nasih olan bir nassın hükmü, nesihten haberi olmayan kim*seler hakkında geçerli değildir. Çünkü Kabe'ye yönelme emri, Kubâ sakinlerinin kıldıkları namazdan birkaç vakit önce gelmişti. Tahâvî buradan hareketle, Islâmî davetin kendisine ulaşmadığı ve başka yollardan İslâm'ı öğrenme imkanının bulunmadığı kimselerin farzlarla sorumlu tutulamayacağı hükmüne varmıştır.

Bu rivayet, Rasûlullah döneminde ictihad yapılabildiğine delil teşkil eder. Çünkü Kubâ'daki cemaat namazı bırakmamış, aksine namaza devam etmişlerdir. Onların bu davranışı, namaza devam ederek kıbleyi değiş*tirme düşüncesini, namazı bozarak yeniden kılma düşüncesine tercih ettiklerini gösterir. Bu da ancak, ictihadla mümkündür. Ancak bu görüş tartışmaya açıktır. Çünkü, cemaat daha önceden haberdar oldukları bir nasa göre böyle davranmış olabilir. Zira Allah Resulü bu değişikliği beklemekte idi. Bu yüzden, namazı bozmadan kıble değiştirilmesi gerektiğini önceden onlara öğ*retmesinde herhangi bir engel yoktur.

Bu hadis, haber-i vahidin kabul edileceğine ve onunla amel etmenin farz olduğuna delil teşkil eder. Ayrıca haber-i vahidin, ilim ifade eden bir haberle sabit olan bir hükmü neshedebileceğini gösterir. Çünkü Kubâ halkının beytu'l-makdise doğru namaz kılmaları kesin bir bilgiye dayanmaktaydı. Zira Hz. Peygamber'in bu şekilde namaz kıldığını görüp duruyorlardı. Beytu'l-makdisi bırakıp Kabe'ye yönelmeleri, bir kişinin getirdiği haberle olmuştur. Ancak onların bu gerekçelerine şu şekilde itiraz edilmiştir: Kubâ halkına ge*len söz konusu haber, bir çok karine ve ipuçlarıyla hissettirilmişti. Bütün bunlar onlar açısından, gelen haberin kesin bilgi içerdiğini gösterir nitelikteydi. Dola*yısıyla onlara göre, ilim ifade eden bir husus, yine ilim ifade eden bir başka hu*susla neshedilmiştir.

Bu hadise göre, namazda olmayan kimse, namazdaki birine bir şeyler öğ*retebilir. Yine buna göre, namazdaki birinin, namaz kılmayan kimsenin sözünü dinlemesi namazını bozmaz.

İbn Ömer hadisinin konu başlığı İle münasebetine gelince; hadiste geçen "Kabe'ye yönelmesi emredildi" ifadesi, rivayetin konu başlığı ile ilgisini gösterir. Hadisin alt başlıkla uyumu ise şu şekildedir: Kubâ cemaati, namazın ilk rekatını kıblenin değiştiğini bilmedikleri için neshedilen kıbleye doğru kılmıştı. Buna rağmen namazları geçerli kabul edilmişti. Yeniden kılmaları emredilmemişti. Kıble hususunda yanılan kimse de, onlarla aynı durumdadır. Ancak aralarında şu şekilde bir ayırıma gitmek mümkündür: Yeni hükmü bilmeyen kimse, ilk hükme uyar. Bu durumda yanılan kimse için mazur görülmeyen hususlar onun için mazur görülür. Çünkü önceden bildiği hükme göre amel etmiştir.

404- Alkame Abdullah İbn Mes'ûd'un şöyle dediğini nakletmiştir: "Hz. Pey*gamber öğle namazım beş rekat olarak kıldırdı. Cemaat 'Na*maza ilave mi oldu?' diye sordu. Allah Resulü Böyle bir şey olmadı' buyurdu. Ashâb-ı kiram 'Beş rekat kıldınız' deyince Rasûlullah ayaklarını katladı ve iki kez secde etti."




Fethu'l-Bari
 
ibni kayyım Çevrimdışı

ibni kayyım

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
İslami Ailenin Temel Taşı Kadınlara Rasulüllah'dan(s.a.v) Nasihat

(5373)- Hz. Huzeyfe (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
"Hamr (sarhoş edici içki), günahın her çeşidinin kaynağıdır. Kadın, şeytanın oltasıdır, dünya sevgisi her çeşit hatanın başıdır." [Rezin tahriç etmiştir.]


ـ5374 ـ12ـ وعن ابن عمر رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّه #: يَا مَعْشَرَ النّسَاءِ تَصَدَّقْنَ، وَأكْثِرْنَ مِنْ ا“سْتِغْفَارِ فَإنِّي رَأيْتُكُنَّ أكْثَرَ أهْلِ الْنَّارِ. فَقَالَتِ امْرَأةٌ مِنْهُنَّ جَزْلَةٌ: وَمَا لَنَا أكْثَرُ أهْلِ النَّارِ؟ قَالَ: تُكْثِرْنَ اللَّعْنَ وَتَكْفُرْنَ الْعَشِيرَ. مَا رَأيْتُ مِنْ نَاقِصَاتِ عَقْلٍ وَدِينٍ أغْلَبَ لِذِي لُبٍّ مِنْكُن. قَالَتْ: يَا رَسُولَ اللّهِ، وَمَا نُقْصَانُ العَقْلِ وَالدِّينِ. قَالَ: أمَا نُقْصَانُ الْعَقْلِ: فَشَهَادَةُ الْمَرأتَيْنِ تَعْدِلُ شَهَادَةَ رَجُلٍ، فهذَا نُقْصَانُ الْعَقْلِ، وَتَمْكُثُ الْلَّيَالِى مَا تُصَلِّى، وَتُفْطِرْنَ فِي رَمَضَانَ، فَهَذَا نُقْصَانُ
الدِّينِ[. أخرجه مسلم.»العَشِيرُ« المعاشر، والمراد به هنا الزوج.و»كُفْرُهنَّ إياه« جحدهن إحسانه إليهن .


12. (5374)- İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) (bir bayram namazında kadınlar tarafına geçerek):

"Ey kadınlar cemaati! (Allah yolunda) sadakada bulunun, istiğfarı çok yapın. Zira ben siz kadınların cehennemde çoğunluğu teşkil ettiğini gördüm" buyurdular. Dinleyenlerden cesaretli bir kadın:

"Niye cehennemliklerin çoğunu kadınlar teşkil ediyor, neyimiz var?" diye sordu. Aleyhissalâtu vesselâm:

"Ağzınızdan kötü söz çıkıyor ve kocalarınıza karşı nankörlük ediyorsunuz. Aklı ve dini eksik olanlar arasında akıl sahibi erkeklere galebe çalan sizden başkasını görmedim!" dedi. O kadın tekrar:

"Ey Allah'ın Resulü! Aklı ve dini eksik ne demek?" diye sorunca Aleyhissalâtu vesselâm açıkladı:

"Aklı noksan tabiri, iki kadının şahitliğinin bir erkeğin şahitliğine denk olmasını ifade eder. Dinlerinin eksik olması tabiri de onların (hayız dönemlerinde) günlerce namaz kılmamalarını, Ramazan ayında oruç tutmamalarını ifade eder."

[Buhârî, Hayz 6, Zekat 44, İman 21, Küsûf 9, Nikah 88; Müslim, Küsûf 17, (907), İman 132, (79); Nesâî, Küsuf 17, (3, 147); Muvatta, Küsuf 2, (1, 187).]


AÇIKLAMA:


1- Resûl-i Ekrem (aleyhissalâtu vesselâm), bu hadislerinde kadınları manen en ziyade ziyana atan fıtrî zaaflarına dikkat çekmektedir. En ziyade diyoruz çünkü cehennemdeki çokluklarının sebebi bu zaafa bağlanmaktadır. O zaaf da: Kötü sözü çabukça, çokça sarfetmeleri, kocalarına karşı nankörlükleri, erkeklerin aklını çelici olmaları. Erkekleri günaha attıkları için, sebep olmadan dolayı kendilerine mesuliyet gelmektedir.

2- Hadis, ilk nazarda, kadınlara karşı her zaman her yerde görülen istihfaf edici bir tavır taşıyor gibi gelebilir. Fakat aslında, bunu söylemek hadisteki inceliği kavramamak olur. Resulullah, kadınlarda tabii olarak mevcut, fakat farkında olamadıkları zaaflarını göstererek, şuurlu olarak o zaaflarının üzerine gidilmediği takdirde hasıl edecekleri zararın büyüklüğüne dikkat çekmiştir. Şöyle ki: Kadınlar annelik gibi, şefkat ve hissilik gerektiren bir vazife üzere yaratıldıkları için, birkısım hissiliklerde erkeklere nazaran daha üstündürler. Bu hissi güçlülüğün, beraberinde getirdiği yan zaaflar var. Bu zaaflar hususunda şuurlu olunmaz, irade ile yönlendirilmez ve tabii hallerine bırakılırsa sahibini zarara atıcı menfi tezahürleri olacaktır. Resulullah cehennemdeki sayı çokluğunun bu fıtrî zaaftan ileri geldiğini belirtmiştir. Sözünü ettiğimiz fıtrî zaaf ayet-i kerime ile gündeme getirilmiştir: Onların şehadeti, birçok meselede erkeğin şehadetinin yarısına denktir: "...Erkeklerden iki şahid yapın. Eğer iki erkek bulunmazsa, o halde razı (ve doğruluğuna emin) olacağınız şahidlerden bir erkekle iki kadın (yeter. Bu suretle) kadınlardan biri unutursa öbürünün hatırlatması (kolay olur)..." (Bakara 282). Alimler, ayette geçen "biri unutursa diğerinin hatırlatması" ibaresinin, kadınların hadiseyi zabt yönüyle zayıf olduklarına delil olduğunu, Cenab-ı Hakk'ın bu ibare ile onların zaafına dikkat çektiğini söylerler. Mülk suresinde her şeyin gerçeğini, yaratanın bileceği belirtilir: "Yaratan mı bilmeyecek?" (Mülk 14).

Kadınların aklen nakıs olduklarını söylemek; onları levmetmek, kınamak veya onlara herhangi bir hakaret manası taşımaz. Çünkü bu, yaratılıştan gelen bir hususiyettir. Bunun zikri, o zaafın getireceği fitneye karşı uyarma, tedbirli olmaya çağırma gayesini güder. Nitekim, abdest sırasında hususi dikkat sarfedilmediği takdirde kuru kalma tehlikesine maruz olan ökçeler için Aleyhissalâtu vesselâm "Ateşte yanacak o ökçelere yazık!" demiştir. Aslında sadece ökçeler değil, diğer abdest uzuvlarına da "ateşten yazık!" var. İyi yıkanmazlarsa. Bu "iyi yıkanma" riskinin acı neticesi, iyi yıkanmama tehlikesine en ziyade maruz olan ökçeler zikredilerek gündeme getirilmiş, dikkatlere arzedilmiştir.

Kadınlar, kendilerini çokça ateşe atan zaaflarından bîhaber olduklarını "Niye cehennemliklerin çoğunu kadınlar teşkil ediyor?" şeklindeki sorularıyla ortaya koymuş olmaktadır.


Dikkat çekeceğimiz bir incelik, hadiste kadınların aklen nakıs olmaları sebebiyle ateşle tehdit edilmemiş olmalarıdır. Ateş tehdidi, "kötü sözü çok yapmaları", "kocalarına karşı küfranları", "erkeklerin aklını çelici olmaları" sebebiyle yapılmıştır.

Aynı şey dinî noksanlık için de söylenebilir. Bu da fıtrî bir durumun neticesidir. Hayız halinde Allah'ın yasaklaması ile namaz kılmazlar, oruç tutmazlar, dolayısıyla bu hal dahi onlar hakkında bir levm, bir ayıplama tahkir ifade etmez. Kâmil ve nakıs olma işi nisbî bir durumdur. Ekmele nisbeten "kâmil" de noksan sayılır. Öyleyse hayız halinde namaz kılmayan kadın, kılana nisbetle dinen nakıstır. Burada şöyle bir soru akla gelir: Nasıl ki, hasta kimse, sağlıklı iken kıldığı nafilelerin sevabını, hastalık sebebiyle kılamasa da aynen aldığı gibi, hayızlı kadın da, Allah'ın emriyle, hayız müddetince kılmadığı namazın sevabını, kılmış gibi alabilir mi?
Nevevî bu soruya: "Zahire göre alamaz" diye cevap verir ve şöyle devam eder: "Hayızlı ile hasta arasında şu fark var; hasta kimse sağlıklı iken nafilelerini devam etmek niyetiyle yapmakta idi, hayızlı böyle değildir."
3- Hadiste Mevcut Bazı Faydalar:
1) Kadınların bayramlarda musallaya çıkmaları meşrudur.
2) İmam, halka sadaka verme emrinde bulunabilir.
3) Kadınlar namazgâhta hususi bir kısımda bulunabilir.
4) İmam kadınlara hususi va'z edebilir.
5) Nimetin inkarı haramdır.
6) Kötü sözü (lanet, beddua, kehanet, kırıcı kelam..) çokça kullanmak da haramdır. Nevevî bu hadise dayanarak nankörlük ve kaba sözlülüğü kebairden saymıştır.
7) Lanet yani Allah'ın rahmetinden uzak olmasını temenni etmek, muayyen bir şahıs hakkında ise caiz değildir.
8) Dinden çıkarmayan bir kısım günahlar hakkında "küfür" kelimesini kullanmak caizdir. Bu kullanış tağliz ve korkutma gayesini güder. Bu çeşit tağliz (ağır sözlerle caydırma) işi, hadislerde bazan imanın nefyi ile yapılmıştır.
9) Nasihatta, reddedilen, ayıplanan vasfın izalesi için, ağır tabirler kullanılabilir (tağliz). Ancak bunun belli bir şahsa tevcih edilmemesi gerekir.
10) Sadaka azabı defeder, kullar arasındaki günahlara kefaret olur.
11) Akıl, ziyadenoksan kabul eder. Herkesin aklı eşit değildir. Bunu, kadınlar hakkında kabul etmenin, onlara bir levm olmadığını az yukarıda belirttik. Azab da akıl noksanlığına değil, küfran, kötü söz, insanların aklını çelme gibi davranışlara terettüp etmektedir.
12) Dinin noksanlığı sadece günah hasıl eden davranışlardan ileri gelmez. Dinin noksan oluşu, (Nevevî'ye göre) izafi bir haldir.
13) Talebe hocasına, tabi olan metbuuna (tabi olduğu amirine) anlamadığı şeyi sorabilir, itiraz edebilir.
14) Hadis Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın yüce ahlakını, müsamahasını, insanlara karşı rıfk ve mülayemetini de göstermektedir.
 
Üst Ana Sayfa Alt