Muayyen tekfir menfi ve müspet olarak iki kısıma ayırlır;
a-) Menfi tekfir; Şartları oluşmadan manileri gözetilmeden usulsüzce yapılan tekfirdir.
b-) Müspet tekfir; Şartları oluşan manileri göztelerek yapılan tekfirdir.
Tekfirin muteber engelleri;
1-) Cehalet; Bütün imkanları seferber etmiş ve ilme ulaşma imkanı olmamış ise bu kişi tekfir edilmez. Ancak o konudaki cehaletini giderme imkanı var ise bu kimse için muteber bir engel olmaz tekfir edilir.
Şeyhim şöyle der; "Özür veya engel olarak kabul gören cehalet; mükellefin kendisi veya ilim kaynakları ile ilgili bazı sebeplerden dolayı giderme imkanı bulamadığı cehalettir. Ancak öğrenmeye ve cehaleti gidermeye imkan olduğu halde bunu yapmıyorsa mazur görülmez ve gerçekte bilmiyor olsa dahi hükmen biliyor sayılır (yani bilen bir kişinin hükmündedir)." (30 risale)
a-) Vakıa'nın cahili; Bir kişi bir konuda hükmün değilde durumun cahili ise bu kimse tekfir edilmez. Çünkü burada intifau'l kast vardır. Örneğin "Bir adamın Kur'an'ı pisliğe attığını gördük. Yaptığı bu amel küfürdür. Fakat Bu kişi hakkında şunları bilmek gerekir: Bu kişi attığı şeyin Kur'an okuduğunu ve necasete attığını biliyor mu? Çünkü bu şahıs okuma yazma bilmiyorsa onun Kur'an okuduğunu bilmeyebilir. Eğer kişi attığı şeyin Kur'an olduğunu biliyorsa onu tekfir ederiz. Aynı şekilde Kur'an'a basan kişiyi gördüğümüzde, yaptığı amel küfür olmasına rağmen tekfir etmeden önce onun durumunu araştırırız. Belki bu kişi kördür ve üzerine bastığı şeyin Kur'an olduğunu bilmiyordur."
b-) Yeni müslüman olan kimse; Doğal olarak yeni müslüman olan kimseden hemen aynı dakika içinde herşeyi bilesi uygulaması düşünülemez, dolayısıyla yeni müslüman olan bir kimse cehaleti sebebi ile mazurdur, bu kimse tekfir edilmez hüccet ikama edilir.
2-) Tev'il; Bir konuda nassın zahirini bırakıp, gayri zahirini almaktır. Mesela; Kudame ibn mazun, maide suresinin 93'üncü ayetini hatalı tev'il etmiş ve içkiyi kendine helal kabul etmiştir. Ömer (rh) Kudame ibn mazunu tekfir etmemiş kendisine hüccet ikame etmiş ve kabul edince kendisine had uygulamıştı.
Şeyhim şöyle der; "Bundan maksat, içtihad sebebi ile şer’i bir delilin mevzusu dışında kullanılmasıdır. Bu ise nassın delaletini yanlış anlamak veya delil niteliğinde olmayan bir haberi delil olarak kabul etme sebebiyle olabilir. Bunun sonucu olarak kişi, küfür olmadığına inandığı bir işi işler ve böylece kasıt şartı ortadan kalkar. Bu şekilde te’vilde hata etmek, tekfirin engellerindendir. Böyle bir te’vil sahibine gereken hüccet ulaştırılmasına rağmen hatası üzerinde ısrar ederse, te’vil engeli artık o kişi için geçersiz hale gelir ve o kişi küfre girer." (30 Risale)
3-) Hata ; Kasıt olmaksızın küfür fiili veya kavlinin istem dışı ikrar edilmesi yine tekfirin muteber engellerindendir. Allah (a.c) Ahzab suresinin 5'inci ayetinde söyle der; "Hatanızdan dolayı günahınız yoktur. Ancak kalplerinizin bilerek yaptığından günah vardır. Allah gafurdur, rahimdir." Rasülullah (sas) sünenlerde geçtiği üzere şöyle buyurmuştur; " Hata ve unutmaktan dolayı ümmetimden kalem kaldırılmıştır."
Şeyhim şöyle der; "Kasıt olmaksızın yanlışlıkla küfür sözünün söylenmesi veya küfür olan bir işin yapılmasıdır. Kişi bu söylediği ve işlediği ile küfür olan bir şeyi söylemeyi veya bir işi yapmayı kastetmiş değildir. Bu engel, ona tekabül eden kasıt şartını iptal eder. Bunun delili de şu ayettir: “Yanılarak yaptıklarınızda size vebal yok; fakat kalplerinizin bile bile yöneldiğinde günah vardır.”(Ahzab 5) Çorak bir arazide binitini yitiren adamın hadisi de buna delildir. Adam binitini bulunca aşırı sevinçten dolayı, yanlışlıkla “Allah’ım, sen benim kulumsun, ben de senin rabbinim” demişti.(Müslim) (30 risale)
4-) İkrah ; Bir kimse istemediği halde zorla küfür amelin sadece istenildiği miktarda işlemesidir. Allah (a.c) nahl suresinin 106'ıncı ayetinde bu kimselere bir beis olmadığını beyân etmiştir.
Şeyhim şöyle der; "Mükellef kişinin yaptığı veya söylediği şeyde serbest iradesinin olması şartının zıttıdır. Allahu Teala’nın “Kalbi iman ile mutmain olduğu halde (dinden dönmeye) zorlanan hariç”(Nahl 196) ayeti bunun delilidir. Alimler, ikrah engelinin muteber olarak gerçekleşmiş sayılabilmesi için şu şartları koşmuşlardır:
Birincisi: Kişiyi zorlama altında tutan kişinin yapmak istediğine güç yetirebilir olması, zorlanan kişinin ise bundan kurtulma imkanının bulunmaması.
İkincisi: Zorlanan kişinin istenen şeyi yapmadığı taktirde tehdit edildiği şeyin başına geleceğine kanaat getirmesi.
Üçüncüsü: Belayı defedecek miktar dışında zorlandığı şeyi yapmaya veya söylemeye devam etmemesi.
Dördüncüsü: Küfür olan sözü söylemediği taktirde kişinin tehdit edilen cezaya katlanma gücünün olmaması. Şiddetli işkence, organlarının kesilmesi, ateşte yakılma, öldürme gibi cezalar güç yetirilemeyen cezaların misalleridir. Bilindiği gibi, bu konuda kişinin mazur sayılacağı ile ilgili ayet Ammar bin Yasir hakkında inmiştir. O, anne ve babası öldürülüp kendisinin de Allahu Teala yolunda işkenceye maruz kalması neticesinde kendisinden istenilen sözü söylemiştir.
Beşincisi: Zorlama bittiği andan itibaren Müslümanlığını zahiren göstermesi gerekir. Müslümanlığını izhar ederse, İslam üzere olduğu kabul edilir. Ancak küfrü izhar ederse küfür fiilini işlediği ve küfür sözünü söylediği andan itibaren kafir olduğuna hükmedilir. (İbn-i Kudame, el-Muğni, Kitabu’l-Mürted, “Küfre zorlanan kişi” bölümü. 30 risale)Tekfirin şartları ve engelleri islami sabit olan kimseler için geçerlidir.!
Kısaca bunada değinmekte fayda vardır; Bir yukarıda yazmış olduğumuz bütün şartları yerine getirir ve gözümüzde müslüman olursa, daha sonra onun bir küfür ameli işlediğine şahid olduğumuzda bu o kimseyi tekfir etmeden önce şartlarına bakar ve manilerini gözetiriz. (Tabiki bahsedilen mesele sarih olmamak kaydıyla) Ancak bu zikrettiğimiz tekfir engelleri tanımadığımız kimseler için geçerli değildir. "Sarih islam'ı ancak sarih küfür bozar"
Yani her türlü şirki izhar eden kimse ile, kendisini şirkten arındırmış her türlü küfür amelinden içtinap etmiş bir kişiyi diğerlerinden ayırmak gerekir. Kısacası tekfirin manileri ancak, bütün şirklerden teberri edip islamını izhar eden, daha sonra küfür söz ve davranış biçimi ile amel eden kimseye uygulanır.
Sonuç olarak şöyle diyorum; Bir kimsenin dinde zaruri olarak bilinmesi gereken ilim bunlardır, bir kimse azami olan bu akidei bilmiyor ise öğrenmeli ve ilk etapta çevresindeki insanları buna davet etmelidir. Ve asla sonda söylenecek şeyleri başta söylememelidir. İslâm'ın sahih tevhid akidesi işte bu yazdıklarımızdır, Taifetu'l mansuranın yolu, Ehl-i sünnetin menheci işte budur. Bu ilimleri öğrenmek fehm ve hıfz etmek her müslümanın üzerine vaciptir. Allah (a.c) yazdıklarımızı sizler ve bizler için dünya ve ahirette faydalı kılmasını diliyorum. Yazdıklarımızdaki doğru ve güzel olan elbette Allah (a.c)'dandır. Çirkin ve yanlış şeyler elbetteki benden ve nefsimdendir.
Son sözümü İmam İbn Kayyım'ın medaricu's salikin adlı eserinin mukaddi -mesindeki şu güzel sözle bitiyorum; "Şimdi; Ey okuyucu! Okuduklarının kârı sana, zararı yazarına aid dir. Semeresi senin, döküntüleri yazarınındır.Burada gördüğün hak ve doğru olan şeyleri al. Bunun için de sözün kim tarafından söylendiğine bakma. Aksine sen söylenene bak, söyleyene değil. Zira Allah (svt), kızıp sevmediği kimseler tarafından hak gelince reddeden, buna karşılık sevdiklerinden geldiği zaman kabul eden kimseleri kınamaktadır. Bu, gazaba layık olan kimselerin ahlakıdır. Nitekim sahabeden bazıları "Sevmediğin kişi dahi söylese hak olanı al, sevdiğin kişi dahi söylese batıl olanı reddet." demişlerdir."
"Onların dualarının sonu: Alemlerin Rabbi olan Allah'a Hamd’dir." (Yunus 10)
Ve Âhiru Da'vânâ Eni-l Hamdulillâhi Rabbi'l Âlemîn.
Ebu Mus'ab Al Salaf