Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Soru Şehid Olacak Kişiye "Allah Dilerse Bana Şefaat Et" Demenin Hükmü Nedir?

Muqarrab Çevrimdışı

Muqarrab

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Esselamu aleykum ve rahmetullah ve beraketuhu inşeAllah şehiD olacak kişiden "Allah (teberake ve teala) dilerse, sen de şehid olursan bana şefaat et" bu söz bidat midir? Şirk midir? Yoksa caiz mi?
 
Ahıskalı Çevrimiçi

Ahıskalı

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
sorunun cevabı olarak telakki etmeyelim ama birkaç düşüncemi sizlerle paylaşmak istiyorum.

''Meded Ya Rasulalah'', ''Şefaat Ya Nebiyallah'', ''Himmet Ey Gavse Zaman'', ''Falanca Şeyhin himmetiyle'' gibi sözlerle genelde istiğase, istişfa' yapılır.

Acizane düşüncem şöyle ki, bu lafızlar kişiden kişiye göre bir çok manayı içinde barındırabildiğinden bu sözleri duyan bir kimse sözün sahibine müşrik olarak yaklaşmamalı ve bu sözlerin arkasındaki muradı sormalı. Zira istihdar da yapıyor olabilir; Mesela kafasında canlandırdığı şeyhini muhatab alarak yanlızlık gibi vesair duygular sebebiyle kendisine bana dua et, yardım et diyebilir. Bu misal tıpkı ormanda yanlız yürüyen bir kimsenin çıtırtı sesinden hissettiği ürküntü sebebiyle aman annecim nerdesin! demeye benzer, bu tarz fiillerde istiğase söz konusu değildir. Veyahut Peygamber hasretiyle bir kenara oturmuş kişi, buharide geçen ''kıyamet günü isa ile, musa ile en son benimle istiğase yaparlar'' hadisini akla getirip yine rasulullahı zihninde tasavvur edip ya rasulallah bana da şefaat eyle diyip kendini rahatlatmaya çabalayabilir. halbuki rasulullahın zatında teveccüh olmamış sadece bilinen vasıfları zihinde cem edip kendisi rasulullahtır telakkisiyle hayal dünyasındaki zatı muhatap alıp konuşabilir. Falanca şeyhin himmetiyle sözüne gelirsek bu da pek tabii birçok manayı bünyesinde barındırabilir. Himmet genelde dua manasında kabul edilir ve bir sofi himmet et deyince şeyhim bana dua et demek istiyordur. Şeyhin herkese her daim dua ettiği farz edilirse yine istihdar suretiyle duasına nail olmak isteyebilir. Sesini ulaştırıp ulaştırmaması ayrı bir konu bunu ele alıcak olursak konu dağılır.

:) :) :) :) :)
 
أ Çevrimdışı

أهل الحديث

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
ya rasulallah bana da şefaat eyle diyip kendini rahatlatmaya çabalayabilir.

Böyle bir söz söyleyen kişi zaten en başta Allah'ı değil de peygamberi muhattap alarak dua ettiği için küfre girmiş olur. Çünkü Rasulullah (sav)'in kendilerine gönderildiği Mekkeli müşrikler de Allah'ı inkâr etmiyorlardı. Onlar zaten Allah'ın Hâlik(Yaratan), Rezzak(Rızık veren), Muhyî(Hayat veren) olduğunu biliyorlardı ama bunları bilmek onları İslâm'a dahil etmeye yetmedi. Çünkü onlar Uluhiyyet Tevhid'inde şirke düşmüşlerdi. Uluhiyyet; ibadetin, kulluğun, duanın tek ve benzeri olmayan Allah Subhane ve Teâlâ'ya halis kılınmasıdır. Allah'tan başkasına kulluk edilmez. Allah'tan başka evliyaya, alime, şeyhe, kabirlere, peygamberlere, salihlere dua edilmez. Zararların kaldırılması ve hayırların celbi için sadece O'na iltica edilir. Sadece ona kurban kesilir. İstiğfar, istiane, istişfa ve istiğaze sadece O'ndan dilenir. Sadece O'na tevekkül edilir. Bu tarz kulluk ibadetlerinin tümü Allah'a yapılır. Bunlardan herhangi birisini Allah'tan başkasına yapmak, Rasullerin kendisi için gönderildiği Tevhid'i nehyeden şirktir.

"Andolsun ki biz, "Allah'a kulluk edin ve Tâğut'tan sakının" diye (emretmeleri için) her ümmete bir peygamber gönderdik." (Nahl/36)
 
عبد الرحمن Çevrimdışı

عبد الرحمن

قُل آمَنتُ بِاللهِ ثُمَّ استَقِم
İslam-TR Üyesi
Böyle bir söz söyleyen kişi zaten en başta Allah'ı değil de peygamberi muhattap alarak dua ettiği için küfre girmiş olur. Çünkü Rasulullah (sav)'in kendilerine gönderildiği Mekkeli müşrikler de Allah'ı inkâr etmiyorlardı. Onlar zaten Allah'ın Hâlik(Yaratan), Rezzak(Rızık veren), Muhyî(Hayat veren) olduğunu biliyorlardı ama bunları bilmek onları İslâm'a dahil etmeye yetmedi. Çünkü onlar Uluhiyyet Tevhid'inde şirke düşmüşlerdi. Uluhiyyet; ibadetin, kulluğun, duanın tek ve benzeri olmayan Allah Subhane ve Teâlâ'ya halis kılınmasıdır. Allah'tan başkasına kulluk edilmez. Allah'tan başka evliyaya, alime, şeyhe, kabirlere, peygamberlere, salihlere dua edilmez. Zararların kaldırılması ve hayırların celbi için sadece O'na iltica edilir. Sadece ona kurban kesilir. İstiğfar, istiane, istişfa ve istiğaze sadece O'ndan dilenir. Sadece O'na tevekkül edilir. Bu tarz kulluk ibadetlerinin tümü Allah'a yapılır. Bunlardan herhangi birisini Allah'tan başkasına yapmak, Rasullerin kendisi için gönderildiği Tevhid'i nehyeden şirktir.

"Andolsun ki biz, "Allah'a kulluk edin ve Tâğut'tan sakının" diye (emretmeleri için) her ümmete bir peygamber gönderdik." (Nahl/36)

1- Mekkeli müşrikler Allah'a eşler ortaklar tanıyorlardı. Bunlara uluhiyet nispet ediyorlardı.
2- Bunların zati, müstakil ilahi irade ve güçleri olduğuna inanıyorlardı.
3- Buna göre ibadet ediyor ve dilekte bulunuyorlardı. Tazimleri itikatları nispetince yüksek idi.

Bunu şefaat dilemeyle karşılaştırırsanız ortadaki büyük farkı görürsünüz.
Resulullah s.a.v. ne ilah olarak görülüyor, ne de yardımı istisnadan yoksun mutlak bir hal alıyor. Bu şirk değildir. Allah'a dua etmek ibadettir. Ancak birisinden yapabileceği bir şeyi istemek ibadet değildir.

Buradaki mesele şefaat talep etmenin sünnete uygun olup olmadığıdır. İbn Teymiyye böyle bir hareketin varit olmadığını söyleyerek bunu reddetmiştir. Ancak kimse bu kadar ileriye giderek bunu tekfir sebebi kılmamıştır.
 
أ Çevrimdışı

أهل الحديث

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
1- Mekkeli müşrikler Allah'a eşler ortaklar tanıyorlardı. Bunlara uluhiyet nispet ediyorlardı.
2- Bunların zati, müstakil ilahi irade ve güçleri olduğuna inanıyorlardı.
3- Buna göre ibadet ediyor ve dilekte bulunuyorlardı. Tazimleri itikatları nispetince yüksek idi.

Bunu şefaat dilemeyle karşılaştırırsanız ortadaki büyük farkı görürsünüz.
Resulullah s.a.v. ne ilah olarak görülüyor, ne de yardımı istisnadan yoksun mutlak bir hal alıyor. Bu şirk değildir. Allah'a dua etmek ibadettir. Ancak birisinden yapabileceği bir şeyi istemek ibadet değildir.

Buradaki mesele şefaat talep etmenin sünnete uygun olup olmadığıdır. İbn Teymiyye böyle bir hareketin varit olmadığını söyleyerek bunu reddetmiştir. Ancak kimse bu kadar ileriye giderek bunu tekfir sebebi kılmamıştır.
Zümer Suresinin 44. ayetini okuduysanız "Şefaatin tümü Allah'a aittir." yazıyor. Yani mesele yapıp yapamayacağı meselesi değil. Burada müsaade edecek olan da, yetki verecek olan da ancak Allah'tır. O halde ille de bir söz söylenecekse "Rabbim beni Rasulunun şefaatine nail eyle." denmelidir.
Şefaatin tümünün Allah'a ait olması demek, bu konuda hüküm verme yetkisi sadece onun demek, ortada istenecek bir şey varsa bunun evvela Allah'tan istenmesi demek, Allah ile kulun arasına bu meselede hiç bir vasıta/aracı/yardımcı girmemesi demektir. Ben size İbn Teymiyye ve Muhammed bin Abdulvahhab'ın bu konuyla ilgili naklini atayım, tekfir etmişler mi etmemişler mi siz kendiniz incelersiniz.

“Her kim melekleri ve peygamberleri (Allah ile kendisi arasında) vasıtalar edinip onlara dua eder, onlara tevekkül eder ve onlardan fayda gelmesini, zararı defetmelerini isterse mesela onlardan günahların bağışlanmasını, kalplere hidayet verilmesini, sıkıntının giderilmesini, açlıktan kurtulmayı isteyen kişi gibi, Müslümanların icması ile kafir olur.” (Mecmuu’l-Fetava: 1/124)

"Her kim Allah ile kendisi arasında vasıtalar edinip onlara dua eder, onlardan şefaat ister ve onlara tevekkül ederse icma ile kafirdir" (Nevakız'ul İslam, Muhammed bin Abdulvahhab)

Muhammed bin Abdulvahhab’ın torunu Süleyman bin Abdullah bu icmayı İbn Teymiyye’den ve ona muvafakat eden diğer Hanbeli ulemasından ve de İbnu Hacer el-Heytemi’den naklettikten sonra şöyle demektedir:
“Bu, sahih bir icmadır. Dinden zaruri olarak bilinen bir meseledir. Dört mezhebe mensup alimler ve diğerleri mürtedin hükmü ile alakalı bablarda Allah’a ortak koşan ve ibadet çeşitlerinden herhangi birisini Allah’tan başkasına yönelterek o varlığa ibadet eden kimsenin kafir olacağını açıkça beyan etmişlerdir.” (Teysir’ul Aziz’il Hamid, sf 229)

Ayrıca Dürerüs Seniyye'de Şeyh Muhammed bin Abdulvahhab şöyle demektedir;
“Allahu Teala Allah’tan başkasına dua etmenin şirk olduğunu haber vermektedir. Dolayısıyla her kim “Ya Rasulullah (Ey Allahın Rasulu), Ey Abdullah bin Abbas, Ey Abdulkadir (Geylani), Ey Mahcub der ve bu (seslendiği zatların) onun ihtiyacını Allah’a arzedeceğini veya bu kimselerin Allah katında onun şefaatçisi ve vesilesi olduğunu iddia ederse bu, tevbe edilmediği takdirde canı ve malı helal kılan şirkin bizzat kendisidir.” (Ed-Durer’us Seniyye, 2/19)
 
Son düzenleme:
عبد الرحمن Çevrimdışı

عبد الرحمن

قُل آمَنتُ بِاللهِ ثُمَّ استَقِم
İslam-TR Üyesi
Zümer Suresinin 44. ayetini okuduysanız "Şefaatin tümü Allah'a aittir." yazıyor. Yani mesele yapıp yapamayacağı meselesi değil. Burada müsaade edecek olan da, yetki verecek olan da ancak Allah'tır. O halde ille de bir söz söylenecekse "Rabbim beni Rasulunun şefaatine nail eyle." denmelidir.
Şefaatin tümünün Allah'a ait olması demek, bu konuda hüküm verme yetkisi sadece onun demek, ortada istenecek bir şey varsa bunun evvela Allah'tan istenmesi demek, Allah ile kulun arasına bu meselede hiç bir vasıta/aracı/yardımcı girmemesi demektir. Ben size İbn Teymiyye ve Muhammed bin Abdulvahhab'ın bu konuyla ilgili naklini atayım, tekfir etmişler mi etmemişler mi siz kendiniz incelersiniz.

“Her kim melekleri ve peygamberleri (Allah ile kendisi arasında) vasıtalar edinip onlara dua eder, onlara tevekkül eder ve onlardan fayda gelmesini, zararı defetmelerini isterse mesela onlardan günahların bağışlanmasını, kalplere hidayet verilmesini, sıkıntının giderilmesini, açlıktan kurtulmayı isteyen kişi gibi, Müslümanların icması ile kafir olur.” (Mecmuu’l-Fetava: 1/124)

"Her kim Allah ile kendisi arasında vasıtalar edinip onlara dua eder, onlardan şefaat ister ve onlara tevekkül ederse icma ile kafirdir" (Nevakız'ul İslam, Muhammed bin Abdulvahhab)

Muhammed bin Abdulvahhab’ın torunu Süleyman bin Abdullah bu icmayı İbn Teymiyye’den ve ona muvafakat eden diğer Hanbeli ulemasından ve de İbnu Hacer el-Heytemi’den naklettikten sonra şöyle demektedir:
“Bu, sahih bir icmadır. Dinden zaruri olarak bilinen bir meseledir. Dört mezhebe mensup alimler ve diğerleri mürtedin hükmü ile alakalı bablarda Allah’a ortak koşan ve ibadet çeşitlerinden herhangi birisini Allah’tan başkasına yönelterek o varlığa ibadet eden kimsenin kafir olacağını açıkça beyan etmişlerdir.” (Teysir’ul Aziz’il Hamid, sf 229)

Ayrıca Dürerüs Seniyye'de Şeyh Muhammed bin Abdulvahhab şöyle demektedir;
“Allahu Teala Allah’tan başkasına dua etmenin şirk olduğunu haber vermektedir. Dolayısıyla her kim “Ya Rasulullah (Ey Allahın Rasulu), Ey Abdullah bin Abbas, Ey Abdulkadir (Geylani), Ey Mahcub der ve bu (seslendiği zatların) onun ihtiyacını Allah’a arzedeceğini veya bu kimselerin Allah katında onun şefaatçisi ve vesilesi olduğunu iddia ederse bu, tevbe edilmediği takdirde canı ve malı helal kılan şirkin bizzat kendisidir.” (Ed-Durer’us Seniyye, 2/19)

Bu Vehhabilerin kavlidir. İcma değil. İbn Teymiyye verdiğiniz nakilde şefaatten bahsetmiyor. Vehhabilerin bu konuda aşırıya gittikleri açıktır. Düreri Seniye'de Abdullah b. Muhammed şefaat mevzuunda müteahhirin ulemayı bile Vehhabi davet kendilerine ulaşmadığı için mazur olmasalar tekfir edeceklerini söylüyor (bkz. aşağıdaki nakil). Bu yönde kimse onlara öncülük etmemiştir.

Şefaat talep edenler şu şekilde düşünüyor: Allah bazı kimselerin şefaat edeceğini, şefaat hakkı olduğunu haber vermiştir. Öyleyse niye onların şefaatini temenni etmeyelim? Şefaatçi olmak şefaatcinin ihtiyarında olduğuna göre, onun rızası lazımdır ilk başta. Sonra Allah dilerse bu şefaati kabul eder dilerse etmez (izin).

Ancak ölmüş kimselerden bu şekilde şefaat talep etmek sünnette varit olmadığı için İbn Teymiyye gibi ulema bunu bidat olarak kabul etmiştir, ama küfür sebebi görmemiştir.

Zümer 44 senin ilk açıklamanda olduğu gibi Allah'ın izninin şart olduğunu ifade ediyor:
﴿قُل لِّلَّهِ ٱلشَّفَـٰعَةُ جَمِیعࣰاۖ لَّهُۥ مُلۡكُ ٱلسَّمَـٰوَ ٰ⁠تِ وَٱلۡأَرۡضِۖ ثُمَّ إِلَیۡهِ تُرۡجَعُونَ﴾ [الزمر ٤٤]
﴿قُلْ لِلَّهِ الشَّفاعَةُ جَمِيعًا﴾ لَعَلَّهُ كَما قالَ الإمامُ رَدٌّ لِما يُجِيبُونَ بِهِ وهو أنَّ الشُّفَعاءَ لَيْسَتِ الأصْنامَ أنْفُسَها بَلْ أشْخاصٌ مُقَرَّبُونَ هي تَماثِيلُهم، والمَعْنى أنَّهُ تَعالى مالِكُ الشَّفاعَةِ كُلِّها لا يَسْتَطِيعُ أحَدٌ شَفاعَةً ما إلّا أنْ يَكُونَ المَشْفُوعُ مُرْتَضى والشَّفِيعُ مَأْذُونًا لَهُ وكِلاهُما مَفْقُودانِ ها هُنا، وقَدْ يُسْتَدَلُّ بِهَذِهِ الآيَةِ عَلى وُجُودِ الشَّفاعَةِ في الجُمْلَةِ يَوْمَ القِيامَةِ لِأنَّ المِلْكَ أنَّ الِاخْتِصاصَ الَّذِي هو مَفادُ اللّامِ هُنا يَقْتَضِي الوُجُودَ فالِاسْتِدْلالُ بِها عَلى نَفْيِ الشَّفاعَةِ مُطْلَقًا في غايَةِ الضَّعْفِ
(Alusi)

--
29388
 
Son düzenleme:
Ummu Aişe Çevrimdışı

Ummu Aişe

حسبنا الله ونعم الوكيل
Site Emektarı
Es selamu aleykum kardeşlerim.

Rasulullah (s.a.v.) "hayattayken" sahabeden Enes (r.anh) ''Ey Allah'ın Rasulü bana kıyamet gününde şefaat "eder misin?" demiştir. Peygamberimizde (sav) '' 'Allah izin verirse' ederim'' buyurmuştur.

(Tirmizi bu hadisi sünende ''kıyametin özellikleri ''kitabının ''sırat hakkında varit olanlar ''babında zikretmiş ve ''Hasen'' kabul etmiştir.)

Peygamberimizin (s.a.v.) sağlığında bu soru sorulmuş, "Allah izin verirse" diye cevap alınmış. Tüm şefaat Allah'ın iznine bağlı ise, bu şekilde kişiye "şefaat eder misin?" diye sormak yerine Allah'tan "şefaat edebilecek olanların şefaatini" genel olarak talep etmek daha mantıklı. Ama yaşayan insandan bunu istemek "Allah'ın izniyle" dendiği sürece şirk değildir, bid'at de denemez hadis vardır. Ama hadisten çıkarılan sonuçta da buna açık bir teşvik yok doğrusu.

Ölmüşlere seslenme konusu ise, ölmüşlere dua etme konusudur ve kendisine seslenilen, dua edilenler peygamberler bile olsa şirktir. "Benim için dua et veya benim için şefaat et" niyeti ile bile olsa ölmüşlere nida edilmez, seslenilmez, diğer adıyla: dua edilmez. Bu konunun şirk olduğu ile ilgili -cehaletten mazeretli olma konusu dışında- bir ihtilaf yok bildiğim kadarı ile, o da şu an üzerinde konuşulan konu değil. (Ki o kısma hiç girmeyelim)

Bunları aktardıktan sonra, şu an bu konuda, "ölmüşlerden" şefaat isteme konusu caiz mi görülmeye çalışıyor, yoksa ifadede mi hata oluyor, doğrusu o kısmı çözemedim. Sanki öyle bir anlam çıkıyor, veya ben mi yanlış algıladım bilmiyorum. (Yanlış anlayıp bunları aktarmak durumunda kaldı isem, belki bilmeyen birine denk gelir ve faydası olur, o da iyidir. )

Bu konuda biraz daha tefekkür:

Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla

"Allah’ı bırakıp, kıyamete kadar (dualarına) icabet edemeyecek olanlara dua edenden daha sapık kim olabilir? O (dua ettikleri), onların dualarından habersizlerdir. (46/Ahkâf, 5)"

Kıyamete kadar bizlere cevap veremeyecek olan kimleri biliyorsunuz?

Ölmüşlerimiz?

Evet.

Peygamberler kabirlerinde diri, şehidler diri. Peki onların bizim her halimizi, dolayısı ile dualarımızı da duyacaklarına dair delil var mı?

"Allah dilerse işittirir"

Evet, Allah dilerse herşeyi yapar. Peki bunu dilemiş midir?

Diledi ise, neden Ahkaf 5. ayet ve onun benzeri ayetler var? Tekrar:

Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla

"Allah’ı bırakıp, kıyamete kadar (dualarına) icabet edemeyecek olanlara dua edenden daha sapık kim olabilir? O (dua ettikleri), onların dualarından habersizlerdir. (46/Ahkâf, 5)"

Ve neden "Falanca kullarımı Kendimle sizin aranızda aracı kıldım; Benden doğruca değil, önce onlardan Bana dua etmelerini isteyin" diye bir tane bile ayet yok?

Tüm Kur'an'ı baştan sona okuduğunuzda: dua makamında mutlak olarak "tek isteme, tek sığınma, tek övülecek varlık olarak" Allah'ı görürsünüz. Kalan kısmı zan ile, tahmin ile, tevil ile, yorumlama ile haktan kaymalardan ibadet. (Hadislerde de durum aynıdır.)

Bu konuda ayrıntılı bilgi:

 
عبد الرحمن Çevrimdışı

عبد الرحمن

قُل آمَنتُ بِاللهِ ثُمَّ استَقِم
İslam-TR Üyesi
Es selamu aleykum kardeşlerim.

Rasulullah (s.a.v.) "hayattayken" sahabeden Enes (r.anh) ''Ey Allah'ın Rasulü bana kıyamet gününde şefaat "eder misin?" demiştir. Peygamberimizde (sav) '' 'Allah izin verirse' ederim'' buyurmuştur.

(Tirmizi bu hadisi sünende ''kıyametin özellikleri ''kitabının ''sırat hakkında varit olanlar ''babında zikretmiş ve ''Hasen'' kabul etmiştir.)

Peygamberimizin (s.a.v.) sağlığında bu soru sorulmuş, "Allah izin verirse" diye cevap alınmış. Tüm şefaat Allah'ın iznine bağlı ise, bu şekilde kişiye "şefaat eder misin?" diye sormak yerine Allah'tan "şefaat edebilecek olanların şefaatini" genel olarak talep etmek daha mantıklı. Ama yaşayan insandan bunu istemek "Allah'ın izniyle" dendiği sürece şirk değildir, bid'at de denemez hadis vardır. Ama hadisten çıkarılan sonuçta da buna açık bir teşvik yok doğrusu.

Ölmüşlere seslenme konusu ise, ölmüşlere dua etme konusudur ve kendisine seslenilen, dua edilenler peygamberler bile olsa şirktir. "Benim için dua et veya benim için şefaat et" niyeti ile bile olsa ölmüşlere nida edilmez, seslenilmez, diğer adıyla: dua edilmez. Bu konunun şirk olduğu ile ilgili -cehaletten mazeretli olma konusu dışında- bir ihtilaf yok bildiğim kadarı ile, o da şu an üzerinde konuşulan konu değil. (Ki o kısma hiç girmeyelim)

Bunları aktardıktan sonra, şu an bu konuda, "ölmüşlerden" şefaat isteme konusu caiz mi görülmeye çalışıyor, yoksa ifadede mi hata oluyor, doğrusu o kısmı çözemedim. Sanki öyle bir anlam çıkıyor, veya ben mi yanlış algıladım bilmiyorum. (Yanlış anlayıp bunları aktarmak durumunda kaldı isem, belki bilmeyen birine denk gelir ve faydası olur, o da iyidir. )

Bu konuda biraz daha tefekkür:

Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla

"Allah’ı bırakıp, kıyamete kadar (dualarına) icabet edemeyecek olanlara dua edenden daha sapık kim olabilir? O (dua ettikleri), onların dualarından habersizlerdir. (46/Ahkâf, 5)"

Kıyamete kadar bizlere cevap veremeyecek olan kimleri biliyorsunuz?

Ölmüşlerimiz?

Evet.

Peygamberler kabirlerinde diri, şehidler diri. Peki onların bizim her halimizi, dolayısı ile dualarımızı da duyacaklarına dair delil var mı?

"Allah dilerse işittirir"

Evet, Allah dilerse herşeyi yapar. Peki bunu dilemiş midir?

Diledi ise, neden Ahkaf 5. ayet ve onun benzeri ayetler var? Tekrar:

Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla

"Allah’ı bırakıp, kıyamete kadar (dualarına) icabet edemeyecek olanlara dua edenden daha sapık kim olabilir? O (dua ettikleri), onların dualarından habersizlerdir. (46/Ahkâf, 5)"

Ve neden "Falanca kullarımı Kendimle sizin aranızda aracı kıldım; Benden doğruca değil, önce onlardan Bana dua etmelerini isteyin" diye bir tane bile ayet yok?

Tüm Kur'an'ı baştan sona okuduğunuzda: dua makamında mutlak olarak "tek isteme, tek sığınma, tek övülecek varlık olarak" Allah'ı görürsünüz. Kalan kısmı zan ile, tahmin ile, tevil ile, yorumlama ile haktan kaymalardan ibadet. (Hadislerde de durum aynıdır.)

Bu konuda ayrıntılı bilgi:


Aleykum selam ve rahmetullah,

Allah razı olsun abla. Bir kimseye dua ile yalvarıp yakarmak, ondan ihtiyaçların gidierilmesini talep etmek mesele değil. Bu bir kimsenin zatına duatmektir ve Allah'a mahsus kılınan bir ibadettir. İyyake ne'budu ve iyyake neste'in.

Şefaat bundan farklıdır. Şefaat kişinin zatına yapılan bir dilek değildir, tabiatı itibariyle daha üst bir varlığa yöneliktir, mesela bir kral nezdinde şefaat dilenebilir. Dinde bu Allah nezdindedir.

Arap Müşrikler Allah'ı en yüksek ilah olarak görürler ve başka ilahlara da taparlardı. Onların şefaatini de talep ederlerdi. Ancak şefaat talep etmeleriyle ilah olarak tapmaları birbirinden farklı iki yönelimdir. Bazıları bunları tek bir eğilim halinde telakki ediyorlar. Bir kimseye ilah olarak taparak onun şefaatini istemek ile ona tapmadan onun şefaatini istemek birbirinden farklı iki durumdur. Allah teala müşriklerin ilahlarının 1) gerçek olmadığını ve 2) şefaatlerinin de makbul olmadığını belirterek, onlara tapmanın ve onların şefaatine güvenmenin anlamsız olduğunu anlatıyor. Halbuki müşrikler taptıkları ilahların güç sahibi olduklarını ve kendilerini kurtaracaklarını (gerekirse Allah'a karşı gelerek, ona galip gelerek, bkz. Enbiya 43) umuyor ve bir istisnada bulunmuyorlardı. Allah'ın etkisiz olduğunu, faal olmadığını, dolayısıyla onun iznini beklemenin gerekli olmadığını zannediyorlardı. Bu şefaat inancı onları Allah'a tapmaktan da alıkoyuyordu, çünkü şefaatçilerine güvenerek Allah'tan korkmuyorlardı. Allah onların gözlerinde dünyayı terk etmiş bir ilahtı.

Bu inanç Müslümanların şefaat istemesiyle kıyaslanamaz, bu hangi yollarla gerçekleşirse gerçekleşsin. Çünkü 1) şefaat eden ilah olarak görülmüyor 2) şefaat Allah'ın iznine bağlı. Mevzu bu yolların makbul olup olmadığı değildir. Ben de senin anlattığın gibi her türlü isteğin yalnızca Allah'tan istenmesi gerektiğine inanıyorum. Kalbimle, sevgimle, amellerimle Resulullah'ın, Kur'an'ın, şehitlerin, meleklerin şefaatini temenni ediyorum, ama onlara beni duyuyorlarmış gibi nida ederek değil. Ancak makbul olmayan her şey şirk ile küfür ile eş anlamlı değildir.

İbn Teymiyye şefaat dilemek şirke götürebilir diyerek ortadaki sakıncaya dikkat çekiyor, ancak bu şirktir diyerek kimseyi tekfir etmiyor, kimseyle savaş başlatmıyor.

فَنَهَى سُبْحَانَهُ عَنْ دُعَاءِ الْمَلَائِكَةِ وَالْأَنْبِيَاءِ مَعَ إخْبَارِهِ لَنَا أَنَّ الْمَلَائِكَةَ يَدْعُونَ لَنَا وَيَسْتَغْفِرُونَ مَعَ هَذَا فَلَيْسَ لَنَا أَنْ نَطْلُبَ ذَلِكَ مِنْهُمْ. وَكَذَلِكَ الْأَنْبِيَاءُ وَالصَّالِحُونَ وَإِنْ كَانُوا أَحْيَاءً فِي قُبُورِهِمْ وَإِنْ قُدِّرَ أَنَّهُمْ يَدْعُونَ لِلْأَحْيَاءِ وَإِنْ وَرَدَتْ بِهِ آثَارٌ فَلَيْسَ لِأَحَدٍ أَنْ يَطْلُبَ مِنْهُمْ ذَلِكَ وَلَمْ يَفْعَلْ ذَلِكَ أَحَدٌ مِنْ السَّلَفِ لِأَنَّ ذَلِكَ ذَرِيعَةٌ إلَى الشِّرْكِ بِهِمْ وَعِبَادَتِهِمْ مِنْ دُونِ اللَّهِ تَعَالَى؛ بِخِلَافِ الطَّلَبِ مِنْ أَحَدِهِمْ فِي حَيَاتِهِ فَإِنَّهُ لَا يُفْضِي إلَى الشِّرْكِ (Fetava, 1/330)

Burada yaptığı ölü ve diri ayrımı ihtilafa konudur. O yüzden iman-küfür meselesi haline getirilmez. İbn Teymiyye örneğin burada nebiler ve melekler hayatta olsa dahi onlardan istenmeyeceğini söylüyor. Sadece gerçek hayatlarında talep edileceğini söylüyor. Halbuki dünyevi hayat ile onun ötesindeki hayat birbirine kıyas edilebilir. (Ahkaf 5 bu kıyasa engel değildir çünkü şefaat ahirete taalluk eder, orada meydana gelir, bu ayet ise dünyada taştan odundan dilek dileyen ve bunların bu dilekleri yerine getirmeye gücü olduklarına inanan müşriklere hitaptır). Ne var ki kıyasa girmeden sünnete bağlı kalmak en sağlam yoldur. Ama müteveffa salihlerin şefaatini talep edenler de, bunu küfür sayıp tekfir edenler de kıyasa girişmekteler, çünkü iddialarını ispat (delil zannidir, ispat etmez) eden bir nas yok. Bunun gibi tekfirin çoğu kıyas ve akıl yürütme olduğu için bundan sakınmak lazım. İbn Teymiyye bunun farkında olduğu için bundan sakınmıştır, Allahu alem.

Kardeşin yukarıda sorduğu şekilde 1) Allah'tan bir kimsenin şefaatini istemekte veya 2) yaşayan bir kimseden onun şefaatini istemekte bir mahzur olmadığında ise zaten tüm Müslümanlar müttefik.
 
Son düzenleme:
Ummu Aişe Çevrimdışı

Ummu Aişe

حسبنا الله ونعم الوكيل
Site Emektarı
Amin ecmain kardeşim. Duada hemfikiriz, sanırım ayrıldığımız nokta:

"Şefaat nedir?" ve "Şefaat 'dilemek' nedir?" ayrımı.

Şefaat bundan farklıdır. Şefaat kişinin zatına yapılan bir dilek değildir, tabiatı itibariyle daha üst bir varlığa yöneliktir, mesela bir kral nezdinde şefaat dilenebilir. Dinde bu Allah nezdindedir.

Şefaat aynen söylediğin gibi kardeşim, tanım bu. Bu hali ile dinde caiz/hak olan birşey.

Ancak benim bu konuda altını çizmek istediğim "şefaat caiz midir?" değil: "Şefaat 'dilemek' caiz midir?"

(Tabi ki burda kastım: ölmüşlerden; diri olanlar ile bir sorunumuz yok. Ve altını çizerek: Allah'tan falan kişinin şefaatini dilemek değil, ölmüş kişinin kendisinden onun şefaatini dilemek)

"Şefaat dilemek" derken bile "dileme"nin adını anıyoruz, ki evet bu bir dilek. Ölmüşten dilek... İstek... Ve bunu yapmanın yolu nidadır, yani ölüye seslenmek, ölüye duadır. "Ya Rasulallah şefaat eyle" dendiğinde bir sesleniş gerçekleşiyor ve buna da tıpkı diğer durumlarda olduğu gibi "dua" demememiz için açık bir neden yok. Dua tanımına birebir uyuyor.

Bununla birlikte "gücünün yetme konusu..." Öncelikle Peygamberimizin (sav), biz seslendiğimizde duyacağı ile ilgili delil yok; nitekim duysa idi: "Bizleri her yerde gören, işiten ve bilen Allah'ın sıfatlarına o da sahip" dememiz icap ederdi. Ama Allah bu konuda tektir. Bu açıdan buna, yani bu duayı (şefaat talebini) işitmeye gücü yok.

"Allah işittirir" diyecek olsak, buna da delil gerekir, ama bu da ancak zan... Temel olarak ölmüşlerin berzah aleminde olduğu, peygamberlerin bile tekraren kabirlerinde diri olsalar bile, gerek İsa as'ın, gerek Peygamberimizin (sav) kendilerinden sonra olan bitenlerden habersiz olduğu, ümmetlerinin yaptığı şirkleri dahi bilmedikleri sabit gerçek:

İbni Abbâs radıyallahu anhümâ şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, va’z etmek üzere aramızda doğrulup ayağa kalktı ve şöyle buyurdu:
“Ey insanlar! Şüphesiz ki siz yalınayak, çıplak ve sünnetsiz olarak Allah’ın huzuruna toplanacaksınız. ‘İlk defa yoktan var ettiğimiz gibi yeniden yaratacağız, bu va’dimizdir. Biz gerçekten bunu yapmaya muktediriz’ [Enbiyâ sûresi (21), 104]. Haberiniz olsun! Kıyamet günü insanların ilk giydirileni İbrahim aleyhisselâm’dır. Haberiniz olsun! Ümmetimden bir takım kimseler getirilip sol tarafa, cehennem tarafına sevk edileceklerdir. Ben:
– Ey Rabbim! Bunlar benim ashâbım, benim ümmetim, derim. Bunun üzerine:
-
Sen, bunların senden sonra ne bid’atler ortaya çıkarıp ne kötülükler yaptıklarını bilmezsin, denir. Bunun üzerine ben, sâlih kul İsâ aleyhisselâm’ın dediği gibi derim:
Ben aralarında bulunduğum sürece durumlarını gözettim; fakat sen beni öldürüp aralarından alınca, onların denetleyicisi ve gözetleyeni sadece sen oldun. Sen her şeye hakkıyla şâhitsin. Onları cezalandıracaksan şüphesiz ki onlar senin kullarındır. Eğer onları bağışlayacaksan, mutlak güçlü ve hikmet sahibi ancak sensin” [Mâide sûresi (5), 117-118].
Bunun üzerine bana şöyle denilir:
Gerçekten onlar, sen kendilerinden ayrıldığından beri, topukları üzerinde geri dönüp, dindarlıktan dinsizliğe yönelmeye devam ettiler.”

(Buhârî, Enbiyâ 8, Rikâk 45; Müslim, Cennet 58. Ayrıca bk, Tirmizî, Kıyâmet 3; Nesâî, Cenâiz 119)


Yani bu eyleme, "şefaat dileme"ye "dua" demememiz için bir sebep yok; gördüğüne, işittiğine, bildiğine dair delil yok, hal böyleyken hayatta imiş gibi "gücünün yettiği bir şey" de diyemeyiz, ki öyle birşey olabilse idi sahabelerden böyle bir dilekte bulunulduğunda dair bir uygulama duyardık ama o da duyulmamış. (Sonuç olarak Ahkaf 5. ayetteki durumdan istisna da görünmüyor; nitekim ayetteki gibi dualarımızdan habersiz, ta ki Kıyamete kadar)

Son olarak, bu husus dışında burda hak verebileceğim diğer bir şey de: evet, mevzuya farklı görüşler üzerinden bakanların tekfir edilemeyeceği; nitekim tevil ve cehalet söz konusu elbet. Bununla birlikte bu eylemi biz bile bile yapsak (nitekim cehalet de yok, sahih olan ulaşmış) müşriklerden oluruz Allah muhafaza.

Bu aşamadan sonra geriye sadece bildiklerimizi bilmeyen insanları bilgilendirmek kalıyor, nitekim hak olan davet herhangi bir görüşe değil, sağlam olan görüşedir.

Bu da bir diğer ilgili konu:

 
عبد الرحمن Çevrimdışı

عبد الرحمن

قُل آمَنتُ بِاللهِ ثُمَّ استَقِم
İslam-TR Üyesi
Amin ecmain kardeşim. Duada hemfikiriz, sanırım ayrıldığımız nokta:

"Şefaat nedir?" ve "Şefaat 'dilemek' nedir?" ayrımı.



Şefaat aynen söylediğin gibi kardeşim, tanım bu. Bu hali ile dinde caiz/hak olan birşey.

Ancak benim bu konuda altını çizmek istediğim "şefaat caiz midir?" değil: "Şefaat 'dilemek' caiz midir?"

(Tabi ki burda kastım: ölmüşlerden; diri olanlar ile bir sorunumuz yok. Ve altını çizerek: Allah'tan falan kişinin şefaatini dilemek değil, ölmüş kişinin kendisinden onun şefaatini dilemek)

"Şefaat dilemek" derken bile "dileme"nin adını anıyoruz, ki evet bu bir dilek. Ölmüşten dilek... İstek... Ve bunu yapmanın yolu nidadır, yani ölüye seslenmek, ölüye duadır. "Ya Rasulallah şefaat eyle" dendiğinde bir sesleniş gerçekleşiyor ve buna da tıpkı diğer durumlarda olduğu gibi "dua" demememiz için açık bir neden yok. Dua tanımına birebir uyuyor.

Bununla birlikte "gücünün yetme konusu..." Öncelikle Peygamberimizin (sav), biz seslendiğimizde duyacağı ile ilgili delil yok; nitekim duysa idi: "Bizleri her yerde gören, işiten ve bilen Allah'ın sıfatlarına o da sahip" dememiz icap ederdi. Ama Allah bu konuda tektir. Bu açıdan buna, yani bu duayı (şefaat talebini) işitmeye gücü yok.

"Allah işittirir" diyecek olsak, buna da delil gerekir, ama bu da ancak zan... Temel olarak ölmüşlerin berzah aleminde olduğu, peygamberlerin bile tekraren kabirlerinde diri olsalar bile, gerek İsa as'ın, gerek Peygamberimizin (sav) kendilerinden sonra olan bitenlerden habersiz olduğu, ümmetlerinin yaptığı şirkleri dahi bilmedikleri sabit gerçek:

İbni Abbâs radıyallahu anhümâ şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, va’z etmek üzere aramızda doğrulup ayağa kalktı ve şöyle buyurdu:
“Ey insanlar! Şüphesiz ki siz yalınayak, çıplak ve sünnetsiz olarak Allah’ın huzuruna toplanacaksınız. ‘İlk defa yoktan var ettiğimiz gibi yeniden yaratacağız, bu va’dimizdir. Biz gerçekten bunu yapmaya muktediriz’ [Enbiyâ sûresi (21), 104]. Haberiniz olsun! Kıyamet günü insanların ilk giydirileni İbrahim aleyhisselâm’dır. Haberiniz olsun! Ümmetimden bir takım kimseler getirilip sol tarafa, cehennem tarafına sevk edileceklerdir. Ben:
– Ey Rabbim! Bunlar benim ashâbım, benim ümmetim, derim. Bunun üzerine:
-
Sen, bunların senden sonra ne bid’atler ortaya çıkarıp ne kötülükler yaptıklarını bilmezsin, denir. Bunun üzerine ben, sâlih kul İsâ aleyhisselâm’ın dediği gibi derim:
Ben aralarında bulunduğum sürece durumlarını gözettim; fakat sen beni öldürüp aralarından alınca, onların denetleyicisi ve gözetleyeni sadece sen oldun. Sen her şeye hakkıyla şâhitsin. Onları cezalandıracaksan şüphesiz ki onlar senin kullarındır. Eğer onları bağışlayacaksan, mutlak güçlü ve hikmet sahibi ancak sensin” [Mâide sûresi (5), 117-118].
Bunun üzerine bana şöyle denilir:
Gerçekten onlar, sen kendilerinden ayrıldığından beri, topukları üzerinde geri dönüp, dindarlıktan dinsizliğe yönelmeye devam ettiler.”

(Buhârî, Enbiyâ 8, Rikâk 45; Müslim, Cennet 58. Ayrıca bk, Tirmizî, Kıyâmet 3; Nesâî, Cenâiz 119)


Yani bu eyleme, "şefaat dileme"ye "dua" demememiz için bir sebep yok; gördüğüne, işittiğine, bildiğine dair delil yok, hal böyleyken hayatta imiş gibi "gücünün yettiği bir şey" de diyemeyiz, ki öyle birşey olabilse idi sahabelerden böyle bir dilekte bulunulduğunda dair bir uygulama duyardık ama o da duyulmamış. (Sonuç olarak Ahkaf 5. ayetteki durumdan istisna da görünmüyor; nitekim ayetteki gibi dualarımızdan habersiz, ta ki Kıyamete kadar)

Son olarak, bu husus dışında burda hak verebileceğim diğer bir şey de: evet, mevzuya farklı görüşler üzerinden bakanların tekfir edilemeyeceği; nitekim tevil ve cehalet söz konusu elbet. Bununla birlikte bu eylemi biz bile bile yapsak (nitekim cehalet de yok, sahih olan ulaşmış) müşriklerden oluruz Allah muhafaza.

Bu aşamadan sonra geriye sadece bildiklerimizi bilmeyen insanları bilgilendirmek kalıyor, nitekim hak olan davet herhangi bir görüşe değil, sağlam olan görüşedir.

Bu da bir diğer ilgili konu:


Sıfatlar üzerinden yapılan şirk kıyası ikna edici değil. Allah eşsizdir. Bir kimseye onda olmayan bir sıfat nispet eden yanılmış olur, ama şirk koşmuş olmaz. Ölu bir kimsenin duyup görmesi aklen mümkündür. Bu onu Allah'a benzetmez. Allah'ın duyup görmesi ezelidir, ebedidir ve noksansızdır. Örneğin şeytanın da bir çok güçleri vardır Allah tarafından kendisine verilen. Ama ona ibadet etmediğimiz sürece bu itikadımız bizi şirke götürmez.

Şefaat dilemeye lafzen dua denilebilir, ama bu ıstılahtaki duaya denk düşmez, çünkü ibadetteki tazim yoktur.

Bu sebeple şefaat dileyenler şirke düşmezler.

Onları şirkle tehdit etmenin lüzumu da yok. Ölülere şefaat nidasında bulunmanın asılsız ve anlamsız olduğunu anlatmak bu görüşü savunmak için yeterlidir. Ancak görüşler din haline getirilip İslam kardeşliğin önüne geçirilmemeli. İbn Teymiyye'nin böyle yapmadığını görüyoruz. Bu meselenin bu hali alması 18.-19.yüzyıllarda olmuştur.
 
Son düzenleme:
Ummu Aişe Çevrimdışı

Ummu Aişe

حسبنا الله ونعم الوكيل
Site Emektarı
Yanlış anlamamışım, yani ciddi ciddi Peygamberimizin (sav) şefaati, ölümünden sonra da kendisinden istenebilir diyorsunuz. Çünkü "bizi duyabilir" diyorsunuz.

Bilseydim sıkıntıya düştüğüm anlarda halimi şikayet edecek, seslenecek biri olarak Allah'la yetinmez, O'nunla (sav) da konuşurdum. Nitekim -ikimizin de elhamdülillah ortak olduğumuz gibi- yardım talep etmezdim; sadece dertleşme, şikayet, iç dökme... Değil mi ki gücünün yetmediği bir şey dilemiyoruz, sadece bizi dinleyecek... (Şefaat dilerken de "gücünün yettiği bir şey ve duyabilir" deniliyor ya, bakın aynısı. Madem "duyuyor", öyleyse derdimi de "çözmesini, yardımını dilemeden" O'na açabilirim. Dinlemeye gücü yeter değil mi? Nitekim duyuyor (!) ve ben de dinlemesi dışında bir şey istemiyorum)

Yanımdaki beni duyduğuna emin olduğum meleklere bile hitap edip dertleşmezken, beni duyduğundan emin olmadığım, zanni olarak umduğum Peygamberimizle dertleşme... Karşılığında da ellerimi açtığımda varlığı ile mutlak olarak beni tek duyan, beni tek gören, beni tek bilen Allah'ın "dua/seslenme" makamına bir ortak yerleştirme... Böylece Allah'ın yanısıra veya "bazen Allah'ı bırakıp", birini daha düşünüp, yardım edemese de dertleşebiliyor olabileceğim (!)

Derdime çözüm için seslenirsem, nida edersem, dua edersem şirk; sadece derdimi sunmak, dertleşmek için seslenir, nida edersem, dua edersem (yine seslenme var ama bu kez buna dua denmiyor, çünkü o zaman "şefaat dileme"ye yer bulamayız) şirk değil?

Peki, öyle olsun. Ama tam ben bunu yapacakken, bu kez de bu ayet çıkıyor karşıma:

Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla

"Ben gam ve kederimi sadece Allah'a arzediyorum."

Yusuf 86

Neden tüm peygamberler, geçmiş peygamberler kabirlerinde diri olduğu halde, onlarla dertleşmemiş? Kabrinde diri olan tek bizim Peygamberimiz (sav) mi? Neden bu ayet Kur'an'da? Ve neden Kur'an'da veya Hadislerde ölmüşlerle dertleşme, onlara bir hitap yok? Diri iseler ve duyabiliyorsalar, neden? Peygamberimizin (sav) kabirdekilerin yanına gidip onlara söylediklerinin işittirilmesi deseniz, " 'kabir yanında' ölüler bizi duyar mı duymaz mı" diye ayrıca konuşuruz. Siz oturduğumuz yerde, şu dünyanın her yerinden, gece gündüz müslümanlar seslendiğinde Peygamberimiz sav bizi duyar diyorsunuz. O konudan bu konuya delil çıkar mı? Özel bir makam verildi diyorsanız, ona da tamam; ama o makamın verildiğinin delili?

Son olarak: Elimizdeki ayet ve hadisleri bırakıp, onun yerine mantık kullanarak yaptığınız bu alışverişin gerçekten mantıklı olduğuna emin misiniz? Nitekim sizin mantığın üzerine ben de mantık kurduğumda: Peygamberimizi hak ettiği yere yükselteyim derken, Allah'ın dua makamına, derdimizi de ileteceğimiz tek makama ortak çıkıyor. Peygamberimiz evet yükseliyor, ama bakın Allah'ın makamında bölünmeye sebep oluyor, ki biz buna Şirk diyoruz.
 
طالب بن عايد Çevrimdışı

طالب بن عايد

انا لله وانا اليه راجعون
Süper Moderatör
Tüm kardeşlerin yazdıklarından şu anlamı çıkarmak İSTİYORUM;

Şefaatin tamamı Allah'a aittir. Allah swt şefaat etme hakkını, razı olduğu kullarından ve razı olduğu kulları için dilediği kimselere verir. Bu hakkı vereceği sınıflarda Peygamberler, şehidler vs vardır.

Bu sınıflarda olduğunu bildiğimiz ya da umduğumuz kişi bizzat kanlı canlı yanımızda ise onlardan şu şekilde isteyebiliriz; "Allah swt sana şefaat izni verirse beni de unutmamanı Allah'tan dilerim"

Şayet ölmüş kişiler ise; "Allah'ım filanca kuluna rahmet eyle, ona şefaat izni verirsen beni de bundan mustefid kıl"

VAllahu a'lem..

Yani bizi işitmesi mumkin olmayan kişilere bizzat seslenmemek en doğru olanıdır..

İbn Teymiyye'nin rahimehullah çok güzel bir sözü aklıma gelmişken buraya nakledeyim inşaAllah
(kardeşleri tenzih ederim);

"Bu nedenle Cehmiyye, Hululiyye ve Allahu Teala’nın Arş’ın üzerinde olduğunu kabul etmeyenlere şunu söylüyordum: "Ben size, bu iddianızda muvafakat edersem kâfir olurum. Çünkü söylediğinizin kufr olduğunu biliyorum. Ancak bana göre siz tekfir edilmezsiniz, çünkü cahilsiniz.”
 
Ummu Aişe Çevrimdışı

Ummu Aişe

حسبنا الله ونعم الوكيل
Site Emektarı
Allah radı olsun kardeşim, aynen.

Yani bizi işitmesi mumkin olmayan kişilere bizzat seslenmemek en doğru olanıdır..
Senin de dediğin gibi.

Nitekim Peygamberimiz (sav) bizi "her zaman ve yerde, yani koşulda":

"Duyar" diyebilen yok. Çünkü bu sabit delil ister. (Net ayet, sahih hadis)

Onun yerine:

"Duyabilir" deniliyor, ki bu ifade de ancak zannidir.

Zan ise dinde delil değildir; zan hiç bir açık ve hiçbir genel hükmü iptal edemez. Hele hele böyle şirk gibi çok önemli, itikadi konularda...

Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla

"Onların çoğu, hiçbir dayanağı olmayan zandan başka bir şeye uymazlar. Zan ise, gerçek adına hiçbir şey ifade etmez. Hiç şüphesiz Allah, onlar ne yapıyorsa hepsini hakkiyle bilmektedir."

Yunus 36. Ayet

Bu konudaki tek ayet bu değildir, ama bunu vermekle yetiniyorum, nitekim yeterince açık.
 
طالب بن عايد Çevrimdışı

طالب بن عايد

انا لله وانا اليه راجعون
Süper Moderatör
Allah radı olsun kardeşim, aynen.
Amin ecmain abla

Yanlış ve doğru ortada, lakin konu bu şekilde isteyen kişilerin tekfiri meselesine gelmiş.

Cehalet veya te'vil durumu birçok meselede olduğu gibi bu konuda da mevcud;

Bizzat Resulullah'tan şefaat isteyenlerin bir kısmı; O'nu ilah kabul etmemekle birlikte bizzat O'na kendilerinin işittirildiğine inanmak istemekteler..

Yanlış olsa da kendilerince te'vil ederek dayandıkları şu meseleler var;

1- Peygamberlerin kabirlerinde diri olması
2- Salavatın Peygambere melekler tarafından iletilmesi
3- Yemame Savaşında sahabelerin "Ya Muhammed" demeleri

Bunların hepsine cevab, şu linklerde zaten mevcuddur elhamdulillah;
 
Ummu Aişe Çevrimdışı

Ummu Aişe

حسبنا الله ونعم الوكيل
Site Emektarı
Aynı anda yazmışız, mesajımı gönderecek iken mesajını gördüm, aynen öyle kardeşim.

Kendi mesajımı da atayım, boşa gitmesin bari )

***

Bu arada, bu konudaki tüm delillere ve tüm mantığa rağmen, bu görüşü savunmanızın nedeni "yanlışa düşen ümmeti tekfir etmemek" ise, onun yolu bu değil.

Bu konuda zaten cahil ve tevil sahibi kişileri tekfir etmiyorum, etmiyoruz. Dolayısı ile onları İslam'da tutabilmek için zorunlu olarak onları haklı çıkarmaya çalışıyorsanız, bu Allah'ın emrettiği şey değil. Onlara bu yanlışlarını yaptıkları halde zulmetmemenin yolu: cehaletten ve tevilden mazaret'ten geçer. Onların tarafına geçip, onları haklı görmeye, göstermeye çalışmaktan değil.

Hak haktır, kimseye göre evrilip çevrilmez. Ve tekraren: kişileri cehaletten ve tevilden ötürü mazeretli görmek de, yapmaya çalıştığınız insanlarla kardeşlik hukuğunu korumaya yeter. Kafir bile demediğimiz kişileri koruma içgüdüsü ise bu yani, buna asla gerek yok.
 
طالب بن عايد Çevrimdışı

طالب بن عايد

انا لله وانا اليه راجعون
Süper Moderatör
Bu arada, bu konudaki tüm delillere ve tüm mantığa rağmen, bu görüşü savunmanızın nedeni "yanlışa düşen ümmeti tekfir etmemek" ise, onun yolu bu değil.

Bu konuda zaten cahil ve tevil sahibi kişileri tekfir etmiyorum, etmiyoruz. Dolayısı ile onları İslam'da tutabilmek için zorunlu olarak onları haklı çıkarmaya çalışıyorsanız, bu Allah'ın emrettiği şey değil. Onlara bu yanlışlarını yaptıkları halde zulmetmemenin yolu: cehaletten ve tevilden mazaret'ten geçer. Onların tarafına geçip, onları haklı görmeye, göstermeye çalışmaktan değil.

Hak haktır, kimseye göre evrilip çevrilmez. Ve tekraren: kişileri cehaletten ve tevilden ötürü mazeretli görmek de, yapmaya çalıştığınız insanlarla kardeşlik hukuğunu korumaya yeter. Kafir bile demediğimiz kişileri koruma içgüdüsü ise bu yani, buna asla gerek yok.
Allah senden razı olsun abla bunu yukarıdaki yazıma eklemeyi unutmuşum;
İbn Teymiyye'nin rahimehullah çok güzel bir sözü aklıma gelmişken buraya nakledeyim inşaAllah
(kardeşleri tenzih ederim);

"Bu nedenle Cehmiyye, Hululiyye ve Allahu Teala’nın Arş’ın üzerinde olduğunu kabul etmeyenlere şunu söylüyordum: "Ben size, bu iddianızda muvafakat edersem kâfir olurum. Çünkü söylediğinizin kufr olduğunu biliyorum. Ancak bana göre siz tekfir edilmezsiniz, çünkü cahilsiniz.”
Tekfir etmemekle birlikte; onları kendi hallerine bırakmamalıyız, aklamamalıyız, yaptıklarını kendilerine hafif birşey gibi gösterip süslememeliyiz, bilakis onları uyarıp yanlışlarını bildirmeliyiz, doğruya yöneltmeye çalışmalıyız..

VAllahul mustean
 
Ummu Aişe Çevrimdışı

Ummu Aişe

حسبنا الله ونعم الوكيل
Site Emektarı
Allah senden razı olsun abla bunu yukarıdaki yazıma eklemeyi unutmuşum;

Tekfir etmemekle birlikte; onları kendi hallerine bırakmamalıyız, aklamamalıyız, yaptıklarını kendilerine hafif birşey gibi gösterip süslememeliyiz, bilakis onları uyarıp yanlışlarını bildirmeliyiz, doğruya yöneltmeye çalışmalıyız..

Vallahul mustean
Amin ecmain kardeşim. Aynen, bu bir tebliğ görevidir. Kendine ilim verilen anlatır, hatalı olan ilmi alıp kendini düzeltir. Hatalı olanların varlığı olmasa, tebliğ görevi diye bir şey de olmazdı zaten.

Bu arada sırf bizler tebliğ yapabilelim diye Allah kimilerini hatada bırakacak değil. Herkes ömür boyu birçok aşamadan geçer ve kendisi bir çok kişiye sınav olur, bir süreçtir bu. Herkesin son hali ise: onların ahiretteki makamını belirler. Bunu bilen bizler, kimseyi bugün hatalı görüyoruz diye hor görmüyoruz. Nitekim biliyoruz ki o kişi son itibari ile çok güzel bir müslüman olarak can verebilir ve yine biliyoruz ki, bizler akibet açısından çok kötü şekilde can verebiliriz.

Her halükarda Rabbim sonlarımızı hayr eylesin, kimseye karşı "yaptığı bir hatayı dile getiriyoruz" diye, kimse kimseyi hor gördüğümüzü sanmasın. Biz sadece Hak bildiğimizi Hak için söylemekteyiz ve malumdur ki Allah'ın hakkı herkesin, tüm ümmetin hakkından önce gelir. Bu yüzden doğru bildiğimizi söylediğimiz için kimse alınmasın; bu mesajlarımızı okuyan üye ve tüm misafir olanlar, söylediklerimizi bu minvalde değerlendirsinler inşaAllah.
 
Tevhid Yolunda Çevrimdışı

Tevhid Yolunda

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Kesinlikle şirktir.
Bunu yapmak yerine; "Ya Rabbi, ahiret gününde Peygamberimiz Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve sellemi, nebileri şehitleri ve sıddıkları bana şefaatçi kıl." diye dua etmek en evla olandır.
 

Benzer konular

Üst Ana Sayfa Alt