ya rasulallah bana da şefaat eyle diyip kendini rahatlatmaya çabalayabilir.
Böyle bir söz söyleyen kişi zaten en başta Allah'ı değil de peygamberi muhattap alarak dua ettiği için küfre girmiş olur. Çünkü Rasulullah (sav)'in kendilerine gönderildiği Mekkeli müşrikler de Allah'ı inkâr etmiyorlardı. Onlar zaten Allah'ın Hâlik(Yaratan), Rezzak(Rızık veren), Muhyî(Hayat veren) olduğunu biliyorlardı ama bunları bilmek onları İslâm'a dahil etmeye yetmedi. Çünkü onlar Uluhiyyet Tevhid'inde şirke düşmüşlerdi. Uluhiyyet; ibadetin, kulluğun, duanın tek ve benzeri olmayan Allah Subhane ve Teâlâ'ya halis kılınmasıdır. Allah'tan başkasına kulluk edilmez. Allah'tan başka evliyaya, alime, şeyhe, kabirlere, peygamberlere, salihlere dua edilmez. Zararların kaldırılması ve hayırların celbi için sadece O'na iltica edilir. Sadece ona kurban kesilir. İstiğfar, istiane, istişfa ve istiğaze sadece O'ndan dilenir. Sadece O'na tevekkül edilir. Bu tarz kulluk ibadetlerinin tümü Allah'a yapılır. Bunlardan herhangi birisini Allah'tan başkasına yapmak, Rasullerin kendisi için gönderildiği Tevhid'i nehyeden şirktir.
"Andolsun ki biz, "Allah'a kulluk edin ve Tâğut'tan sakının" diye (emretmeleri için) her ümmete bir peygamber gönderdik." (Nahl/36)
Zümer Suresinin 44. ayetini okuduysanız "Şefaatin tümü Allah'a aittir." yazıyor. Yani mesele yapıp yapamayacağı meselesi değil. Burada müsaade edecek olan da, yetki verecek olan da ancak Allah'tır. O halde ille de bir söz söylenecekse "Rabbim beni Rasulunun şefaatine nail eyle." denmelidir.1- Mekkeli müşrikler Allah'a eşler ortaklar tanıyorlardı. Bunlara uluhiyet nispet ediyorlardı.
2- Bunların zati, müstakil ilahi irade ve güçleri olduğuna inanıyorlardı.
3- Buna göre ibadet ediyor ve dilekte bulunuyorlardı. Tazimleri itikatları nispetince yüksek idi.
Bunu şefaat dilemeyle karşılaştırırsanız ortadaki büyük farkı görürsünüz.
Resulullah s.a.v. ne ilah olarak görülüyor, ne de yardımı istisnadan yoksun mutlak bir hal alıyor. Bu şirk değildir. Allah'a dua etmek ibadettir. Ancak birisinden yapabileceği bir şeyi istemek ibadet değildir.
Buradaki mesele şefaat talep etmenin sünnete uygun olup olmadığıdır. İbn Teymiyye böyle bir hareketin varit olmadığını söyleyerek bunu reddetmiştir. Ancak kimse bu kadar ileriye giderek bunu tekfir sebebi kılmamıştır.
Zümer Suresinin 44. ayetini okuduysanız "Şefaatin tümü Allah'a aittir." yazıyor. Yani mesele yapıp yapamayacağı meselesi değil. Burada müsaade edecek olan da, yetki verecek olan da ancak Allah'tır. O halde ille de bir söz söylenecekse "Rabbim beni Rasulunun şefaatine nail eyle." denmelidir.
Şefaatin tümünün Allah'a ait olması demek, bu konuda hüküm verme yetkisi sadece onun demek, ortada istenecek bir şey varsa bunun evvela Allah'tan istenmesi demek, Allah ile kulun arasına bu meselede hiç bir vasıta/aracı/yardımcı girmemesi demektir. Ben size İbn Teymiyye ve Muhammed bin Abdulvahhab'ın bu konuyla ilgili naklini atayım, tekfir etmişler mi etmemişler mi siz kendiniz incelersiniz.
“Her kim melekleri ve peygamberleri (Allah ile kendisi arasında) vasıtalar edinip onlara dua eder, onlara tevekkül eder ve onlardan fayda gelmesini, zararı defetmelerini isterse mesela onlardan günahların bağışlanmasını, kalplere hidayet verilmesini, sıkıntının giderilmesini, açlıktan kurtulmayı isteyen kişi gibi, Müslümanların icması ile kafir olur.” (Mecmuu’l-Fetava: 1/124)
"Her kim Allah ile kendisi arasında vasıtalar edinip onlara dua eder, onlardan şefaat ister ve onlara tevekkül ederse icma ile kafirdir" (Nevakız'ul İslam, Muhammed bin Abdulvahhab)
Muhammed bin Abdulvahhab’ın torunu Süleyman bin Abdullah bu icmayı İbn Teymiyye’den ve ona muvafakat eden diğer Hanbeli ulemasından ve de İbnu Hacer el-Heytemi’den naklettikten sonra şöyle demektedir:
“Bu, sahih bir icmadır. Dinden zaruri olarak bilinen bir meseledir. Dört mezhebe mensup alimler ve diğerleri mürtedin hükmü ile alakalı bablarda Allah’a ortak koşan ve ibadet çeşitlerinden herhangi birisini Allah’tan başkasına yönelterek o varlığa ibadet eden kimsenin kafir olacağını açıkça beyan etmişlerdir.” (Teysir’ul Aziz’il Hamid, sf 229)
Ayrıca Dürerüs Seniyye'de Şeyh Muhammed bin Abdulvahhab şöyle demektedir;
“Allahu Teala Allah’tan başkasına dua etmenin şirk olduğunu haber vermektedir. Dolayısıyla her kim “Ya Rasulullah (Ey Allahın Rasulu), Ey Abdullah bin Abbas, Ey Abdulkadir (Geylani), Ey Mahcub der ve bu (seslendiği zatların) onun ihtiyacını Allah’a arzedeceğini veya bu kimselerin Allah katında onun şefaatçisi ve vesilesi olduğunu iddia ederse bu, tevbe edilmediği takdirde canı ve malı helal kılan şirkin bizzat kendisidir.” (Ed-Durer’us Seniyye, 2/19)
Es selamu aleykum kardeşlerim.
Rasulullah (s.a.v.) "hayattayken" sahabeden Enes (r.anh) ''Ey Allah'ın Rasulü bana kıyamet gününde şefaat "eder misin?" demiştir. Peygamberimizde (sav) '' 'Allah izin verirse' ederim'' buyurmuştur.
(Tirmizi bu hadisi sünende ''kıyametin özellikleri ''kitabının ''sırat hakkında varit olanlar ''babında zikretmiş ve ''Hasen'' kabul etmiştir.)
Peygamberimizin (s.a.v.) sağlığında bu soru sorulmuş, "Allah izin verirse" diye cevap alınmış. Tüm şefaat Allah'ın iznine bağlı ise, bu şekilde kişiye "şefaat eder misin?" diye sormak yerine Allah'tan "şefaat edebilecek olanların şefaatini" genel olarak talep etmek daha mantıklı. Ama yaşayan insandan bunu istemek "Allah'ın izniyle" dendiği sürece şirk değildir, bid'at de denemez hadis vardır. Ama hadisten çıkarılan sonuçta da buna açık bir teşvik yok doğrusu.
Ölmüşlere seslenme konusu ise, ölmüşlere dua etme konusudur ve kendisine seslenilen, dua edilenler peygamberler bile olsa şirktir. "Benim için dua et veya benim için şefaat et" niyeti ile bile olsa ölmüşlere nida edilmez, seslenilmez, diğer adıyla: dua edilmez. Bu konunun şirk olduğu ile ilgili -cehaletten mazeretli olma konusu dışında- bir ihtilaf yok bildiğim kadarı ile, o da şu an üzerinde konuşulan konu değil. (Ki o kısma hiç girmeyelim)
Bunları aktardıktan sonra, şu an bu konuda, "ölmüşlerden" şefaat isteme konusu caiz mi görülmeye çalışıyor, yoksa ifadede mi hata oluyor, doğrusu o kısmı çözemedim. Sanki öyle bir anlam çıkıyor, veya ben mi yanlış algıladım bilmiyorum. (Yanlış anlayıp bunları aktarmak durumunda kaldı isem, belki bilmeyen birine denk gelir ve faydası olur, o da iyidir. )
Bu konuda biraz daha tefekkür:
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla
"Allah’ı bırakıp, kıyamete kadar (dualarına) icabet edemeyecek olanlara dua edenden daha sapık kim olabilir? O (dua ettikleri), onların dualarından habersizlerdir. (46/Ahkâf, 5)"
Kıyamete kadar bizlere cevap veremeyecek olan kimleri biliyorsunuz?
Ölmüşlerimiz?
Evet.
Peygamberler kabirlerinde diri, şehidler diri. Peki onların bizim her halimizi, dolayısı ile dualarımızı da duyacaklarına dair delil var mı?
"Allah dilerse işittirir"
Evet, Allah dilerse herşeyi yapar. Peki bunu dilemiş midir?
Diledi ise, neden Ahkaf 5. ayet ve onun benzeri ayetler var? Tekrar:
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla
"Allah’ı bırakıp, kıyamete kadar (dualarına) icabet edemeyecek olanlara dua edenden daha sapık kim olabilir? O (dua ettikleri), onların dualarından habersizlerdir. (46/Ahkâf, 5)"
Ve neden "Falanca kullarımı Kendimle sizin aranızda aracı kıldım; Benden doğruca değil, önce onlardan Bana dua etmelerini isteyin" diye bir tane bile ayet yok?
Tüm Kur'an'ı baştan sona okuduğunuzda: dua makamında mutlak olarak "tek isteme, tek sığınma, tek övülecek varlık olarak" Allah'ı görürsünüz. Kalan kısmı zan ile, tahmin ile, tevil ile, yorumlama ile haktan kaymalardan ibadet. (Hadislerde de durum aynıdır.)
Bu konuda ayrıntılı bilgi:
İlmi Konu - Caiz ve Şirk Olan Tevessul, İstiğase ve Şefaat
CAİZ VE ŞİRK OLAN TEVESSUL, İSTİĞASE VE ŞEFAAT TEVESSUL Tevessul : Vesile , sözlük anlamıyla , kendisiyle başkasına yaklaşılan, yol, vâsıta, sebeb, bahâne, fırsat, Taleb edilene yakın olmak ve ona arzuyla varmak anlamına da gelir Diğer bir anlamı da sultanın katındaki mevki , yakınlık...islam-tr.org
فَنَهَى سُبْحَانَهُ عَنْ دُعَاءِ الْمَلَائِكَةِ وَالْأَنْبِيَاءِ مَعَ إخْبَارِهِ لَنَا أَنَّ الْمَلَائِكَةَ يَدْعُونَ لَنَا وَيَسْتَغْفِرُونَ مَعَ هَذَا فَلَيْسَ لَنَا أَنْ نَطْلُبَ ذَلِكَ مِنْهُمْ. وَكَذَلِكَ الْأَنْبِيَاءُ وَالصَّالِحُونَ وَإِنْ كَانُوا أَحْيَاءً فِي قُبُورِهِمْ وَإِنْ قُدِّرَ أَنَّهُمْ يَدْعُونَ لِلْأَحْيَاءِ وَإِنْ وَرَدَتْ بِهِ آثَارٌ فَلَيْسَ لِأَحَدٍ أَنْ يَطْلُبَ مِنْهُمْ ذَلِكَ وَلَمْ يَفْعَلْ ذَلِكَ أَحَدٌ مِنْ السَّلَفِ لِأَنَّ ذَلِكَ ذَرِيعَةٌ إلَى الشِّرْكِ بِهِمْ وَعِبَادَتِهِمْ مِنْ دُونِ اللَّهِ تَعَالَى؛ بِخِلَافِ الطَّلَبِ مِنْ أَحَدِهِمْ فِي حَيَاتِهِ فَإِنَّهُ لَا يُفْضِي إلَى الشِّرْكِ (Fetava, 1/330)
Şefaat bundan farklıdır. Şefaat kişinin zatına yapılan bir dilek değildir, tabiatı itibariyle daha üst bir varlığa yöneliktir, mesela bir kral nezdinde şefaat dilenebilir. Dinde bu Allah nezdindedir.
Amin ecmain kardeşim. Duada hemfikiriz, sanırım ayrıldığımız nokta:
"Şefaat nedir?" ve "Şefaat 'dilemek' nedir?" ayrımı.
Şefaat aynen söylediğin gibi kardeşim, tanım bu. Bu hali ile dinde caiz/hak olan birşey.
Ancak benim bu konuda altını çizmek istediğim "şefaat caiz midir?" değil: "Şefaat 'dilemek' caiz midir?"
(Tabi ki burda kastım: ölmüşlerden; diri olanlar ile bir sorunumuz yok. Ve altını çizerek: Allah'tan falan kişinin şefaatini dilemek değil, ölmüş kişinin kendisinden onun şefaatini dilemek)
"Şefaat dilemek" derken bile "dileme"nin adını anıyoruz, ki evet bu bir dilek. Ölmüşten dilek... İstek... Ve bunu yapmanın yolu nidadır, yani ölüye seslenmek, ölüye duadır. "Ya Rasulallah şefaat eyle" dendiğinde bir sesleniş gerçekleşiyor ve buna da tıpkı diğer durumlarda olduğu gibi "dua" demememiz için açık bir neden yok. Dua tanımına birebir uyuyor.
Bununla birlikte "gücünün yetme konusu..." Öncelikle Peygamberimizin (sav), biz seslendiğimizde duyacağı ile ilgili delil yok; nitekim duysa idi: "Bizleri her yerde gören, işiten ve bilen Allah'ın sıfatlarına o da sahip" dememiz icap ederdi. Ama Allah bu konuda tektir. Bu açıdan buna, yani bu duayı (şefaat talebini) işitmeye gücü yok.
"Allah işittirir" diyecek olsak, buna da delil gerekir, ama bu da ancak zan... Temel olarak ölmüşlerin berzah aleminde olduğu, peygamberlerin bile tekraren kabirlerinde diri olsalar bile, gerek İsa as'ın, gerek Peygamberimizin (sav) kendilerinden sonra olan bitenlerden habersiz olduğu, ümmetlerinin yaptığı şirkleri dahi bilmedikleri sabit gerçek:
İbni Abbâs radıyallahu anhümâ şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, va’z etmek üzere aramızda doğrulup ayağa kalktı ve şöyle buyurdu:
“Ey insanlar! Şüphesiz ki siz yalınayak, çıplak ve sünnetsiz olarak Allah’ın huzuruna toplanacaksınız. ‘İlk defa yoktan var ettiğimiz gibi yeniden yaratacağız, bu va’dimizdir. Biz gerçekten bunu yapmaya muktediriz’ [Enbiyâ sûresi (21), 104]. Haberiniz olsun! Kıyamet günü insanların ilk giydirileni İbrahim aleyhisselâm’dır. Haberiniz olsun! Ümmetimden bir takım kimseler getirilip sol tarafa, cehennem tarafına sevk edileceklerdir. Ben:
– Ey Rabbim! Bunlar benim ashâbım, benim ümmetim, derim. Bunun üzerine:
- Sen, bunların senden sonra ne bid’atler ortaya çıkarıp ne kötülükler yaptıklarını bilmezsin, denir. Bunun üzerine ben, sâlih kul İsâ aleyhisselâm’ın dediği gibi derim:
“Ben aralarında bulunduğum sürece durumlarını gözettim; fakat sen beni öldürüp aralarından alınca, onların denetleyicisi ve gözetleyeni sadece sen oldun. Sen her şeye hakkıyla şâhitsin. Onları cezalandıracaksan şüphesiz ki onlar senin kullarındır. Eğer onları bağışlayacaksan, mutlak güçlü ve hikmet sahibi ancak sensin” [Mâide sûresi (5), 117-118].
Bunun üzerine bana şöyle denilir:
Gerçekten onlar, sen kendilerinden ayrıldığından beri, topukları üzerinde geri dönüp, dindarlıktan dinsizliğe yönelmeye devam ettiler.”
(Buhârî, Enbiyâ 8, Rikâk 45; Müslim, Cennet 58. Ayrıca bk, Tirmizî, Kıyâmet 3; Nesâî, Cenâiz 119)
Yani bu eyleme, "şefaat dileme"ye "dua" demememiz için bir sebep yok; gördüğüne, işittiğine, bildiğine dair delil yok, hal böyleyken hayatta imiş gibi "gücünün yettiği bir şey" de diyemeyiz, ki öyle birşey olabilse idi sahabelerden böyle bir dilekte bulunulduğunda dair bir uygulama duyardık ama o da duyulmamış. (Sonuç olarak Ahkaf 5. ayetteki durumdan istisna da görünmüyor; nitekim ayetteki gibi dualarımızdan habersiz, ta ki Kıyamete kadar)
Son olarak, bu husus dışında burda hak verebileceğim diğer bir şey de: evet, mevzuya farklı görüşler üzerinden bakanların tekfir edilemeyeceği; nitekim tevil ve cehalet söz konusu elbet. Bununla birlikte bu eylemi biz bile bile yapsak (nitekim cehalet de yok, sahih olan ulaşmış) müşriklerden oluruz Allah muhafaza.
Bu aşamadan sonra geriye sadece bildiklerimizi bilmeyen insanları bilgilendirmek kalıyor, nitekim hak olan davet herhangi bir görüşe değil, sağlam olan görüşedir.
Bu da bir diğer ilgili konu:
İlmi Konu - "Şefaat Ya Rasulullah" Sözündeki Sakınca! Ezan Duasındaki Doğru ve Yanlışlar
EZAN DUASINDAKİ DOĞRU VE YANLIŞLAR (Soruya Cevab) Tevhid akidesini benimseyen muvahhidler "ŞEFAAT YA RASULULLAH" sözünü söylemezler. Allah izin vermeden hiç bir kimse (Rasulullah da dahil) şefaat edemeyecektir. Ancak Allah (c.c.) izin vermesi ile başta Rasulullah (s.a.v.) ve diğer şefaat...www.islam-tr.org
Senin de dediğin gibi.Yani bizi işitmesi mumkin olmayan kişilere bizzat seslenmemek en doğru olanıdır..
Amin ecmain ablaAllah radı olsun kardeşim, aynen.
Allah senden razı olsun abla bunu yukarıdaki yazıma eklemeyi unutmuşum;Bu arada, bu konudaki tüm delillere ve tüm mantığa rağmen, bu görüşü savunmanızın nedeni "yanlışa düşen ümmeti tekfir etmemek" ise, onun yolu bu değil.
Bu konuda zaten cahil ve tevil sahibi kişileri tekfir etmiyorum, etmiyoruz. Dolayısı ile onları İslam'da tutabilmek için zorunlu olarak onları haklı çıkarmaya çalışıyorsanız, bu Allah'ın emrettiği şey değil. Onlara bu yanlışlarını yaptıkları halde zulmetmemenin yolu: cehaletten ve tevilden mazaret'ten geçer. Onların tarafına geçip, onları haklı görmeye, göstermeye çalışmaktan değil.
Hak haktır, kimseye göre evrilip çevrilmez. Ve tekraren: kişileri cehaletten ve tevilden ötürü mazeretli görmek de, yapmaya çalıştığınız insanlarla kardeşlik hukuğunu korumaya yeter. Kafir bile demediğimiz kişileri koruma içgüdüsü ise bu yani, buna asla gerek yok.
Tekfir etmemekle birlikte; onları kendi hallerine bırakmamalıyız, aklamamalıyız, yaptıklarını kendilerine hafif birşey gibi gösterip süslememeliyiz, bilakis onları uyarıp yanlışlarını bildirmeliyiz, doğruya yöneltmeye çalışmalıyız..İbn Teymiyye'nin rahimehullah çok güzel bir sözü aklıma gelmişken buraya nakledeyim inşaAllah
(kardeşleri tenzih ederim);
"Bu nedenle Cehmiyye, Hululiyye ve Allahu Teala’nın Arş’ın üzerinde olduğunu kabul etmeyenlere şunu söylüyordum: "Ben size, bu iddianızda muvafakat edersem kâfir olurum. Çünkü söylediğinizin kufr olduğunu biliyorum. Ancak bana göre siz tekfir edilmezsiniz, çünkü cahilsiniz.”
Amin ecmain kardeşim. Aynen, bu bir tebliğ görevidir. Kendine ilim verilen anlatır, hatalı olan ilmi alıp kendini düzeltir. Hatalı olanların varlığı olmasa, tebliğ görevi diye bir şey de olmazdı zaten.Allah senden razı olsun abla bunu yukarıdaki yazıma eklemeyi unutmuşum;
Tekfir etmemekle birlikte; onları kendi hallerine bırakmamalıyız, aklamamalıyız, yaptıklarını kendilerine hafif birşey gibi gösterip süslememeliyiz, bilakis onları uyarıp yanlışlarını bildirmeliyiz, doğruya yöneltmeye çalışmalıyız..
Vallahul mustean
Nasıl olursa şirktir onu yazmamışsınız.Kesinlikle şirktir