Selamun aleykum kardeşler
Benim acizane bir sorum olacak. Lütfen yersiz, anlamsız, mantıksız en önemlisi de ilmi olmayan çıkışlarda bulunmadan meseleyi aramızda müzakere edelim.
Meramımın daha iyi anlaşılabilmesi için soruyu biraz geniş ele alacağım.
Şimdi, Meşhur müfessir İbn Kesir El-Bidaye ve'n Nihaye de İmam Gazali'nin biyografisini anlatırken şöyle diyor; " Bu süre zarfında İhyaı Ulumuddin adlı kitabını yazdı. Bu, cidden hayret verici, takdire şayan bir kitaptır. Şeri ilimlerin birçoğunu kapsamına alır. Tasavvufa ve kalbi amellere dair latif olan meseleler ise adeta bir karışım halindedir." ve devamında işte zayıf hadislerin de çok olduğunu vs yazar.
Hadis İlminde otorite olarak kabul ettiğimiz İbn Hacer keza aynı şekilde İmam Gazali'den ibretle bahseder. Keza İbn Teymiyye'nin külliyatının 10. cildinde tasavvuf hakkında uzun uzun bahsettiğini hatta birçok sufi için "seyyid-üt taife" dediğini bana bir kardeşim izah etmişti ancak bunun doğruluğunu bilmiyorum varsa bilen lütfen aktarsın.
Meselemiz İmam Gazali değil yukarıda ve daha birçok muteber Alimlerin "tasavvuf" hakkındaki görüşleridir. Kendilerini selefi diye niteleyen kardeşler sufilik hakkında kulaktan dolma bilgilerle ve günümüz mevcut
sufilerin bozuk, yozlaşma ve sapık halleri üzerinden onları alabildiğine eleştirirken aynı gerekçeyle sufilerde selefileri sapıklıkla itham etmektedirler. Kimse hakikati araştırma peşinde değil.
İbn Teymiyye'nin bir tek eserini dahi okumadan onu acımasızca eleştiren sufiler gibi
bizlerde acaba günümüz sapık sufilere bakarak "batın" dediğimiz bazı hakikatleri
onlar gibi önyargılı ve cahilce eleştiriyor muyuz?
Yozlaşmış bir Selefilik hariciliği ihya ederken, yozlaşmış bir Sufilik de mürcieliği meşrulaştırmaktadır. Yozlaşmış Selefilik derken bugün bu ad altında bir sürü gruplara ayrılmış ve hatta birbirlerini itham edenlerin varlığından bahsediyorum.
Şimdi soru şu acaba;
Selefiliğin de sufiliğin de aslı haktır! Bozulmuş kısmını atarak orta yolu tutmak gerekir ve
bizim her zamankinden daha çok sufiliğin nefis terbiyesine ve selefiliğin sadeliğine ihtiyacımız var. Bu iki söylem hakikati ifade ediyor mu?
Şimdi biri çıkarda
" yahu zaten istiğfar, havf, reca, zikir, dua, nafile namaz ve oruç, tasadduk, gönlün mümkün olduğu kadar Allah'la beraber olması ve dünya sevgisinin esiri olmaması, ibadetlerin mümkün olduğu kadar ihsan mertebesinde yapılması, kısaca, hayatın Allah için yaşanması gibi İslamî unsurlar zaten İslamda vardır"
derse bende derim ki evet doğrudur lakin bozulmamış ve sapmamış Sufilik bunu sistemleştirmiştir ve kimse kusura bakmasın Selefi denen kardeşlerin ihmal ettikleri bir konudur. Yani sufiliğe karşı çıkalım derken birçok kardeşimiz bu konuyu ihmal etmektedirler. Keza Sufi meşrepli kimselerde bunlara ağırlık vererek Selefiliğin açılımı olan " sadelik, yorum ve detaya girmeden nassları anlamak zira detayda sapma ve tahrif söz konusudur" terk etmişlerdir.
Yani Selefilik de Sufilik gibi asıl mecrasından çıkmış mıdır ?
Birisi hurafe peşinde koşarken diğeri de zahir adı altında, yorumsuz salt bilgi ile ve nassların özüne vakıf olmaktan uzak bir şekilde var olmaya çalışarak, batın dediğimiz dikkat lütfen batinilik demiyorum, batın dediğimiz ve İslamın da emrettiği insanın içsel, manevi yönünü ihmal mı etmiştir ?
Bu durumda her ikisini ihya etmek daha doğru bir tutum değil midir?
Günümüzde bu anlamda kendilerini hem selefe hem de sufiliğe nisbet edenler var mıdır ?
Hasan El-Benna'nın "Biz hem sufiyiz hem de selefiyiz!" sözü acaba bu gerçeği mi ifade ediyor.
Biraz uzun oldu hakkınızı helal edin. Umarım bunun üzerinden hakkımda yanlış bir kanaat hasıl olmaz. Bunlar sadece sesli olarak aklımdan geçen şeylerdir. Konuya vakıf kardeşlerin saygı çerçevesinde katkılarını bekliyorum inş.
Benim acizane bir sorum olacak. Lütfen yersiz, anlamsız, mantıksız en önemlisi de ilmi olmayan çıkışlarda bulunmadan meseleyi aramızda müzakere edelim.
Meramımın daha iyi anlaşılabilmesi için soruyu biraz geniş ele alacağım.
Şimdi, Meşhur müfessir İbn Kesir El-Bidaye ve'n Nihaye de İmam Gazali'nin biyografisini anlatırken şöyle diyor; " Bu süre zarfında İhyaı Ulumuddin adlı kitabını yazdı. Bu, cidden hayret verici, takdire şayan bir kitaptır. Şeri ilimlerin birçoğunu kapsamına alır. Tasavvufa ve kalbi amellere dair latif olan meseleler ise adeta bir karışım halindedir." ve devamında işte zayıf hadislerin de çok olduğunu vs yazar.
Hadis İlminde otorite olarak kabul ettiğimiz İbn Hacer keza aynı şekilde İmam Gazali'den ibretle bahseder. Keza İbn Teymiyye'nin külliyatının 10. cildinde tasavvuf hakkında uzun uzun bahsettiğini hatta birçok sufi için "seyyid-üt taife" dediğini bana bir kardeşim izah etmişti ancak bunun doğruluğunu bilmiyorum varsa bilen lütfen aktarsın.
Meselemiz İmam Gazali değil yukarıda ve daha birçok muteber Alimlerin "tasavvuf" hakkındaki görüşleridir. Kendilerini selefi diye niteleyen kardeşler sufilik hakkında kulaktan dolma bilgilerle ve günümüz mevcut
sufilerin bozuk, yozlaşma ve sapık halleri üzerinden onları alabildiğine eleştirirken aynı gerekçeyle sufilerde selefileri sapıklıkla itham etmektedirler. Kimse hakikati araştırma peşinde değil.
İbn Teymiyye'nin bir tek eserini dahi okumadan onu acımasızca eleştiren sufiler gibi
bizlerde acaba günümüz sapık sufilere bakarak "batın" dediğimiz bazı hakikatleri
onlar gibi önyargılı ve cahilce eleştiriyor muyuz?
Yozlaşmış bir Selefilik hariciliği ihya ederken, yozlaşmış bir Sufilik de mürcieliği meşrulaştırmaktadır. Yozlaşmış Selefilik derken bugün bu ad altında bir sürü gruplara ayrılmış ve hatta birbirlerini itham edenlerin varlığından bahsediyorum.
Şimdi soru şu acaba;
Selefiliğin de sufiliğin de aslı haktır! Bozulmuş kısmını atarak orta yolu tutmak gerekir ve
bizim her zamankinden daha çok sufiliğin nefis terbiyesine ve selefiliğin sadeliğine ihtiyacımız var. Bu iki söylem hakikati ifade ediyor mu?
Şimdi biri çıkarda
" yahu zaten istiğfar, havf, reca, zikir, dua, nafile namaz ve oruç, tasadduk, gönlün mümkün olduğu kadar Allah'la beraber olması ve dünya sevgisinin esiri olmaması, ibadetlerin mümkün olduğu kadar ihsan mertebesinde yapılması, kısaca, hayatın Allah için yaşanması gibi İslamî unsurlar zaten İslamda vardır"
derse bende derim ki evet doğrudur lakin bozulmamış ve sapmamış Sufilik bunu sistemleştirmiştir ve kimse kusura bakmasın Selefi denen kardeşlerin ihmal ettikleri bir konudur. Yani sufiliğe karşı çıkalım derken birçok kardeşimiz bu konuyu ihmal etmektedirler. Keza Sufi meşrepli kimselerde bunlara ağırlık vererek Selefiliğin açılımı olan " sadelik, yorum ve detaya girmeden nassları anlamak zira detayda sapma ve tahrif söz konusudur" terk etmişlerdir.
Yani Selefilik de Sufilik gibi asıl mecrasından çıkmış mıdır ?
Birisi hurafe peşinde koşarken diğeri de zahir adı altında, yorumsuz salt bilgi ile ve nassların özüne vakıf olmaktan uzak bir şekilde var olmaya çalışarak, batın dediğimiz dikkat lütfen batinilik demiyorum, batın dediğimiz ve İslamın da emrettiği insanın içsel, manevi yönünü ihmal mı etmiştir ?
Bu durumda her ikisini ihya etmek daha doğru bir tutum değil midir?
Günümüzde bu anlamda kendilerini hem selefe hem de sufiliğe nisbet edenler var mıdır ?
Hasan El-Benna'nın "Biz hem sufiyiz hem de selefiyiz!" sözü acaba bu gerçeği mi ifade ediyor.
Biraz uzun oldu hakkınızı helal edin. Umarım bunun üzerinden hakkımda yanlış bir kanaat hasıl olmaz. Bunlar sadece sesli olarak aklımdan geçen şeylerdir. Konuya vakıf kardeşlerin saygı çerçevesinde katkılarını bekliyorum inş.