Bismillahirrahmanirrahim
ÖNSÖZ
Bizlere hidayet, inayet ve temkin ile ihsanda bulunan ve kullarına salihlerden olsunlar diye her türlü hayır ve saadeti bağışlayan alemlerin Rabbi Allah'a hamdolsun. Her kim O'na tevekk ül ederse, O kendisine yeter ve onu şeytanlardan korur. Her kim de O'nun yolundan yüz çevirirse, hor ve zelil kalır.
Salat-u selam, alemlere rahmet olarak gönderilen, mustaz'afların yardımcısı ve mü'minlerin önderi olan Resurüne olsun.
Yine Salat-u Selam, Allah'ın hidayet meş'alesi ve kurtuluş gemisi olsunlar diye makamlarını diğer insanlardan üstün kıldığı temiz ve tahir Ehl-i Beyt'e olsun.
Sonra Allah'ın rıza ve nzvanı Peygambere bey'at eden,
6 / DOĞRULARLA BİRLİKTE
Ona yardım eden, ahdini bozmayan, Ondan sonra da ahdinde sabit kalan, geri dönmeyen ve daima şükreden ashabına ve onlara iyilikte uyup kıyamete kadar onların hidayeti üzere giden ilk ve sonraki tabilere olsun.
"Ey Rabbim! gönlümü aç, işi mi kolaylaştır ve dilimin düğümünü çöz ki sözümü anlasmlar."
Ey Rabbim! Kitabımı okuyan herkesin basiret gözlerini muhlis kullannı hidayet ettiğin hakikatlere aç.
Bundan önce yayınlanan Nasıl hidayete kavuştum (1) adlı kitabırn; görüş ve tenkitlerini bizden esirgemeyen aziz okuyucular tarafından oldukça beğenilmiştir. Bunun üzerine bir çoklan benden sünni ve şii müslümanların ihtilafa düştükleri konuları etraflıca ele almarnı ve bu hususlara daha fazla açıklık getirmemi istediler. Bu yüzden hakikatı arayanlann gerçeğe ulaşmalanna yardımcı olmak ve dillerde dolaşan bir çok hataları gidermek amacıyla bu kitabı da aynı üslub ile yazdım. Ümid ederim ki, benim araştırma ve mukayese yoluyla hakikata ulaştığım gibi insaf sahibi her araştırmacı da Allah'ın yardımıyla en kısa yoldan gerçeğe ulaşabilsin. (2)
Elinizdeki bu esere, "Ey inananlar! çekinin Allah'tan ve doğrolarla birlikte olun."(2) ayet i kerime'sinden iktibasla "Doğrularla Birlikte" adını verdim
Bu kitapta okuyacağınız hususlar benim yakin ettiğim ve
------
1 - Bu kitap Türkçeye çevrilmiş ve "Ensariyan Yayınevi" tarafından yayınlanmıştır.
119/Tevbe يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اتَّقُواْ اللّهَ وَكُونُواْ مَعَ الصَّادِقِينَ - 2
ÖNSÖZ / 7
gücüm yetıiğince başkalarına da izah etmek istediğim görüşlerdir. Ben bu görüşleri hiç kimseye zorla kabul ettirmek istemiyorum ve bütün müslüman kardeşlerimin görüşlerine saygı duyuyorum... Şüphesiz yegane hidayet eden, Allah'tır ve salihlerin velisi de O'dur.
Bazıları "Nasıl Hidayete Kavuştum" kitabımın adından Ehl-i Beyt mezhebine inanmayanların "dalalet" üzere oldukları anlamının çıktığını ileri sürerek itirazda bulunmuş; "Bu anlam kastedilmişse "dalalet"ten maksat nedir?' diye bir soru yöneltmişlerdir. Bu itiraza kısaca şu cevapları veriyorum:
1- Kur'an-ı Kerim'de "dalalet" kelimesi unutkanlık ve yanılgı manasına kullanılmıştır. Nitekim Allah-u Teala1 şöyle buyuruyor.
(قَالَ عِلْمُهَا عِندَ رَبِّي فِي كِتَابٍ لَّا يَضِلُّ رَبِّي وَلَا يَنسَى )
"Musa dedi: bilgisi Rabbimin katında bir kitaptır; ne yanılır Rabbim, ne unutur."
"Tâhâ/52,53"
Hakeza şu ayet:
( أَن تَضِلَّ إْحْدَاهُمَا فَتُذَكِّرَإِحْدَاهُمَا الأُخْرَى)
"..Biri unuttuğu vakit öbürünün hatırlatınası için...
"Bakara/282"
Yine Kur'an-ı Kerim'de "dalalet" lafzı araştırma manasına
8 / DOĞRULARLA BİRLİKTE
da kullanılmıştır. Allah-u Tecllcl Resulüne (s.a.a) hitaben şöyle buyuruyor.
وَوَجَدَكَ ضَالّاًفَهَدَى {7}
"Ve seni yol yitirmiş (onu arayan) bulup da yol göstermedi mi sana?"
"Duha/7"
Yani "Biz senin hakikati aradığını gördük ve seni ona
hidayet ettik."
Resulullah (s.a.a)'ın kendine vahy nazil olmadan önce Mekke'de kavminden ayrılıp Hira mağarasında pek çok geceler ibadet için inzivaya çekildiği herkesçe bilinmektedir.Resulullah (s.a.a)'ın şu sözünde de "dalalet" aynı manayı ifade etmektedir.
"Hikmet, mü'minin yitiğidir, onu nerede bulsa alır."
Sözkonusu kitabımın adı da yukarıda açıklanan manayı ifade etmektedir.
2- Kitabın ismi bazı okurların yorumladığı gibi hidayete erişmeyenıerin, hidayetin karşıtı olan "dalalet"te bulundukları manasını içerdiğini farzetsek bile-ki bu bir çoğunun karşılaşmaktan korktuğu bir gerçektir yine de bu Resuluılah (s.a.a)'in alttaki hadisiyle tam bir uyum halindedir.
Resulullah (s.a.a) sahih bir hadisinde şöyle buyurmuştur.
ÖNSÖZ / 9
"Ben sizin aranazda iki ağır şey bırakıyorum: Allah'm kitabına ve yakınlaram olan Ehl-i Beyt'imi; bu ikisine sarıldığınız sürece asla dalalete düşmezsiniz."
Bu hadis Kur'an ve Ehl-i Beyt'e birlikte sanırnayanın bir nevi dalalette olduğunu açık bir şekilde beyan etmektedir. Nitekim benim önceden yukarıdaki hadiste ifade edilen manada dalalette olduğu m ve Allah-u TeaUrnın lütfuyla Kur'an ve Ehl-i Beyt'e sarılarak hidayete kavuştuğum hususunda bir şüphem yoktur. "Bizleri bu yola hidayet eden Allah'a hamdolsun. Eğer Allah bizi hidayet etmeseyrli, biz asla doğru yolu bularnazdık. Şüphesiz ki Rabbimizin elçileri hakkı getirmişlerdir."
Birinci ve ikinci kitabın, Kur'an-ı Kerim'de açıklanan bazı esasları içermektedir. Kur'an en doğru ve en güzel kelamdır. Bu iki kitabımda yazdıklarım mutlak hak olmasa bile hakka en yakın olan şeylerdir. Zira istinad ettiğim deliller sünni ve şii müslümanların ittifak ettikleri ve her iki mezhebin yanında doğruluğu sabit olan esaslardır. Bana "Nasıl Hidayete Kavuştum?" Ve "Doğrularla Birlikte" adlı kitaplarımı yukarıda değindiğim esaslara dayanarak hazırlamak ve mü'min kardeşlerimin istifadesine sunabilme tevfik ve başarısını ihsan eden Allah'a hamdolsun.
Bismillahirrahmanirrahim
GİRİŞ
Allah'ın salat ve selamı Eşref-i Mürselin olan efendimiz ve mevlamız Muhammed (s.a.a)'e ve onun pak Ehl-i Beyt'ine olsun.
Allah-u Teala'dan, Ümmet-i Muhammed'i hidayet etmesini dilerim. Ta ki en hayırlı ümmet olsun ve tüm insanları HzMehdi'nin (a.f) bayrağı altında hidayet ve nura sevketsin. "Kafirler istemese de Allah nurunu tamamlayacaktır."
Her din kendi mensublarının inandığı birtakım inançlara ve bu inançların oluşturduğu ilke ve kavramlara dayalıdır. Bu inançlar herkesçe kabul edilen aklİ ilkelere dayanan açık ve kesin delil ve burhanlarla ispatlanmalıdır. Çünkü; ancak bu yolla mü'minler diğerlerini de kendilerinin inandıkları şeylere davet edip onları ikna edebilirler.
12 / DOĞRULARLA BİRLİKTE
Buna rağmen bilginlerin ilk merhalede açıklamasında zorluğa düştüğü bir takım düşünceler de dinde mevcuttur. Mesela akıl ve bilim ateşin yakıcı ve helak edici oluşunda görüşbirliği içinde olmasına rağmen. aynı ateş Hz. İbrahim aleyhisselam'ın kıssasında Allah-u Teala'nın emriyle soğuk ve esenlik kaynağı olmuştur. Hakeza bilim açıklayarnamaSına rağmen, Hz. İbrahim, parça-parça edip dağlar üzerine koyduğu kuşları çağırdığında kuşlar hemen Allah'ın emriyle dirilip gelmişlerdi. Yine Hz. İsa (a.s)'nın elini sürmesiyle anadan doğma körün gözü şifa buluyor, Cüzzam hastalığına yakalanan iyileşiyor ve hatta ölü tekrar diriliyordu. Oysa ki mevcut pozilif ilimierde bunlar için bir açıklama bulmak zordur.
Bütüm bunlar Allah-u Teala'nın Peygamberleri eliyle gerçekleştirdiği mucizeler bölümüne girmektedir. Bunların, Müslümanlar, Yahudiler ve Hristiyanlar yanında örnekleri çoktur. Allah'u Teala'nın Enbiya ve Rasullerinin (a.s) eliyle mucize ve harikulade olayları meydana getirmesi de insanlara, akıllarının her şeyi kavramaktan aciz olduğunu anlatmak içindir. Allah-u Teala onlara çok az bir ilim vermiştir. Belki insanların nisbi kemal ve salahı da bundadır. Nitekim insanlardan bir çoğu Allah'ın nimetine küfran etmiş, hatta bazıları O'nun varlığını bile inkar etmişlerdir. Bazıları da akıl ve bilime yönelerek Allah-u Teala'nın yerine bunları kendilerine ma'bud edinmişlerdir. Bütün bunlar, akıılarının kısa ve ilimierinin az olmasına rağmen yelteniyorlar. Eğer kendilerine her şeyin ilmi verilmiş
GİRİŞ / 13
olsaydı ne yaparlardı Allah bilir?!
Müslüman bir şahıs için inançları temelolup son derece ehemmiyet taşıdığından dolayı bu kitap, Kur'an-ı Kerim'de ve ResuluIlah (s.a.a)'m hadis-i şeriflerinde yer alan İslami inanç ve itikatlardan bazısını içermektedir.
Bu nedenle, Ehl-i Sünnet ve Şia'nın, Kur'an-ı Kerim ve Sünnet-i Nebevi hakkındaki inançlarını özel bir bölümde ele alıp inceledikten sonra her iki fırkanın ihtilaf edip gereksiz yere birbirlerini suçladıkları diğer meselelere değineceğim. Amacım, hak bildiğim şeyleri açıklayıp bu konuda araştırma yapmak isteyenlere yardımcı olmak ve islami birliğin sağlam bir düşünce esası üzerine kurulmasında bir pay sahibi olmaktır.
Allah-u Teala'dan bizleri kendi sevdiği ve razı olduğu yolda muvaffak kılmasını ve müslümanları hak üzere toplamasını temenni ediyorum. Gerçekten de O Aziz ve Kadir'dir.
EHL-İ SÜNNET VE ŞİA'NIN KUR'AN HAKKINDAKİ GÖRÜŞLERİ
Kur'an, Rasulullah (s.a.a)'a nazil olan Allah'ın kelamıdır. Ve Kur'an-ı Kerim, önünden ve arkasından bauhn sızamadığı, bir kitaptır. Kur'an-ı Kerim müslümanlann Şer'i hükümlerinde, ibadet ve inançlarında başvurdukları en büyük mercileri durumundadır. Kur'an hakkında şüphe eden veya ona ihanette bulunan herkes, İslam'ın zimmetinden çıkmış sayılır. Tüm müslümanlar Kur'an'ın kutsalhğJ. ihtiramı ve onunla amel edilmesi gerektiği ku nusu nda ittifak halindedirler, müslümanların ihtilafı Kur'an'ın tefsir ve te'vili hususundadır! Şia'nın Kur'an'ın tefsir ve te'vilinde tanıdığı yegane mercii, Resuluılah (s.a.a) ve Ehl-i Beyt imamlan'dır. (Allah'ın se1at ve selamı onlara olsun). .
Ehl-i sünnet'in mercii ise yine Rasulullah (s.a.a)'dan gelen hadislerle, sahabe veya meşhur dört mezhep imamlanndan
18 / DOĞRULARLA BİRLİKTE
birinin hadislerle ilgili yorum ve açıklamalandır. Bu yüzden islami meseleler özellikle de fıkhi hükümler hususunda bir çok ihtilaf baş göstermiştir. Ehl-i Sünnet mezheplerinin bile kendi aralarında ihtilafı varken Ehl-i sünnet ile Ehl-i Beyt (Allah'ın selamı onlara olsun) mektebi arasında ihtilafın olması garipsenecek bir olay değildir.
Kitabın başlangıcında belirttiğim gibi özet olsun diye bu hususta sadece bazı konuların üzerinde duracağım. Elbette daha fazla bilgi edinip gizli hakikatlerin keşfedilmesi doğrultusunda geniş araştırmaları yapmak isteyenler bu konuları daha etraflıca araştırabilirler.
Şia ve Ehl-i Sünnet müslümanları Resulullah'ın (s.a.a) müslümanlara Kur'an-ı Kerimin tüm hükümlerini açıkladığı ve tüm ayetlerini tefsir ettiği hususunda ittifak halindedirler. Sadece Rasulullah(s.a.v)dan sonra Kur'an'ın zikredilen tefsir ve te'vil için kime müracaat edilmesi hakkında ihtilaf etmişlerdir.
Ehl-i Sünnet bu hususta şöyle diyor.
"Aralarında bir fark gözetilmeksizin tüm sehabeler ve
onlardan sonra da dört mezheb imamları ve diğer islam alimleri, Kur'an'ın tefsiri hakkında müracaat edilmesi gereken salahiyedi ve ehli kimselerdir."
Ama Şia'ya göre sadece Ehl-i Beyt imamları bu iş için salahiyeti kamil olan kimselerdir. Allah-u Teala'nın "Eğer bimiyorsanız Ehl-i Zikirden (bilenlerden) sorun".1
-- --- -- -- ------------
1 - Nah1 / 43. Tefsir-i Taberi,
c.l4, s.109. Telsir-i İbn-i Kesir, c2, 5570.
EHL-İ SÜNNET VE ŞİA'DA KUR'AN o/ 19
ayetinde kendilerine müracaat edilmesini emrettiği "bilenler" de işte bunlardır. Yine Allah'ın seçtiği ve kendilerine Kitab'ın ilmini miras olarak bıraktığı kimseler de bunlardır. Nitekim Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
"Sonra Kitab'ı kullarımızdan seçtiklerimize miras bıraktık." Fatır/32
İşte bu yüzden Resuluılah (s.a.a) da onları Kur'an'm bir eşi ve dengi karar kılmış, müslümanlara, onlara sarılmayı emretmiş ve uyulması gereken "iki değerli emanet"ten biri olduklannı açıklayarak şöyle buyurmuştur.
"Sizlere iki değerli şey bırakıyorum; Allah'ın kitab'ı ve itretim olan Ehl-i Beytim: Bunlara sarıldığınız müddetçe asla sapmazsınız."1
Müslim'in naklettiği hadiste ise "Allah'ın Kitabı ve Ehl-i Beytim" lafzından sonra üç defa
"Sizlere Ehl-i Beytim hakkında Allah'ı hatırlatırım"
-- -- - - --- - - - - - -- -----------
ı - Tirmizi, c.5. s.329. NisiJi ve Ahmed b.llanbel de bu hadisi nakletmiştir.
20 / DOĞRULARLA BİRLİKTE
buyurduğu zikredilmiştir.(1) Şu açıktır ki, Ehl-i Beyt, ümmetin en bilgili vera'lı (Allah'ın haramlarından en çok uzak duranı), takvalı ve faziletli olanlandır. Ferazdak onlar hakkında şöyle diyor.
"Takva sahiplerini saysalar onlar (Ehl-i Beytte) Muttakilerin önderleri olarak yadedilir:
"Yeryüzünün en hayırlısı kimdir?" diye ya sorulsa yine onlardır, denilir,"
Burada Ehl-i Beyt'le (Allah'ın selamı onlara olsun) Kur'an-ı Kerim arasında olan bağı hatırlatmak amacıyla Kur'an-ı Kerim'den bir örnek zikrediyorum. Allah-u Teala şöyle buyuruyor.
"Andolsun yıldızların yerlerine ve şüphe yok ki bu eğer bilseniz pek büyük bir anttır; şüphe yok ki bu pek güzel ve şerefli Kur'an'dır; saklanmış bir kitapta; O'na temiz olanlardan başkası dokunamaz." Vakia/75-79.
Bu Ayet-i Şerife, şüphesiz başlarında Resuluılah (s.a.a)
----------------------------------------
1 - SaJıih-i Müslim. C2. s362. Ali bEbi-Talib'in Faziletleri babında.
ElJL.İ SÜNNET VE ŞİA'DA KUR'AN / 21
olmak üzere Ehl-i Beyt'e (Allah'ın selat ve selamı onlara olsun) değinerek, onlann Kur'an'ın derin ve gizli manalanna bildiğini beyan etmektedir.
Zira biz İzzet ve Celal Sahibi Allah'ın ettiği yeminler hususunda derince düşünecek olursak Allah-u Teaıa'nın, asra, kaleme, incire, ve zeytine v.b. şeylere and içtiğini görürüz; ama yıldızların yerlerine ettiği yemin daha büyük bir yemindir.
Hak Teftla bu yemini biri olumsuz diğeri olumlu olan iki ayrı cümleyle beyan ederek önemini açıklamıştır. Yeminden sonra "bu pek güzel ve şerefli Kur'an'dır; saklanmaş bir kitapta" buyurarak Kur'an'ın (derin hakikatlarının) saklanmış bir kitapta yeraldığını bildirmiştir.
"Saklanmış" olan ise gizli ve batm olandır. Sonra da "O'na temiz olanlardan başkası dokunamaz" buyuruyor. Bu ayetteki "La" eda-ı nefy (olumsuzluk) içindir ve buradaki "dokunamaz" kelimesi "idrak edemez" ve "anlayarnaz" manasındadır. bazılannan zannettiği gibi sad~ elle dokunmak anlamına değildir. Zira Arapça'da, el Ive benzeri bir şeyle dokunmak anlamına gelen "Lems" ile batini ve ruhi irtibat anlamına gelen "mess" kelimleri arasında büyük bir fark vardır. AlIah-u Tecila bu kelimeyi, diğer bir ayette de yine batini idrak ve etki anlamına kullanarak şöyle buyuruyor:
22 / DOĞRULARLA BİRLİKTE
"Allab'tan çekinenler şeytanan bir vesvesesine uğradılar mı düşünürler, bir de bakarsan ki doğru yolu gönnüşler bile." A'raf /201
Bir başka ayette şöyle buyuruyor.
"Faiz yiyenler, ancak şeytan'an dokunmasıyla deliren kunse gibi kalkarlar." Bakara/275.
O halde buradaki "mess" akıl ve ruhla ilgili bir şeydir, elle dokunmak anlamına değil. Allah-u Team Kur'an'a temiz olanlardan başkasının dokunamayacağına ant içmektedir. Eğer elle dokunmak manasına olursa, Allah-u Teala böyle bir şeye yemin eder mi? Zira tarih bazı zalimlerin (mesela Beni Ümeyye halifelerinden bazılarının) Kur'an'ı alaya aldıklarını O'nu parçaladıklarını yazmaktadır. Hakeza İsrail askerlerinin Kur'an'ı yaktıkları bilinmektedir. Bu hususta televizyonlarda da korkunç ve utanç verici görüntüler sergilendi. O halde Hak Teala'nın bu sözü, (yanı ona temiz olanlardan başkası dokunamaz ayeti) Kur'an ayetlerinin manalarını seçip beğendiği ve tertemiz kıldığı bir grup dışındakilerin bilmediği anlamınadır.
Ayette yer alan "Mutabberun" kelimesi ism-i Meful'dur. Yani "temizlenmiş kimseler". Öte yandan Allah-u Teala diğer bir ayette şöyle buyuruyor.
EHL-İ SÜNNET VE ŞİA'DA KUR'AN / 23
"Ancak ve ancak Allah, ey Ehl-i Beyt sizden her çeşit pisliği gidermek ve sizi tam bir temizlikle tertemiz bir hale getirmek diler." Ahzab/33
Demek ki "O'na temiz olanlardan başkası dokunamaz" ayet i de Resuluılah (s.a.a) ve Ehl-i Beyt'ten başkasının kur'an'ın hakikatlerini idrak edemeyeceği manasınadır.
Bu yüzden Resulullah (s.a.a) Ehl-i Beyt'i hakkında şöyle buyurmuştur:
"Nasıl ki yıldızlar yeryüzü ehlini sular içine batıp YOı olmaktan koruyan sağlam bir vesiledir, benim Ehl-i Beyt'im de ümmetimi ihtilaflardan koruyan sağlam bir sığınaktır (yani nasıl ki insanlar okyanuslarda yollarını yıldızlar vasıtasıyla teşhis edebiliyor ve boğulmaktan kurtuluyorlarsa aynı şekilde, ümmetim de ihtilaflarda boğulmaktan ancak, Ehl-i Beyt'ime uyarak kurtulurlar.) Araplardan herhangi bir kabile, onlara muhalefet ederse, şeytan'ın hizbinden olurlar" (1)
-------------
ı - "Müstedrek.", C3, S.149'da Hakim, ibn-i Abbas'dan nakledip, "bu senedi sahih olan bir hadistirl' demiş.
24 / DOĞRULARLA BİRLİKTE
O halde şia'nın bu konudaki sözü Ku'ran-ı Kerim'in ayetlerine ve Ehl-i Sünnet'in sihahlarında bile nakledilen Rasulullah (s.a.a) hadislerine dayanmaktadır. Biz bunlardan bazı örnekler sunmaya çalıştık
EHL-İ SÜNNET VE ŞİA NEZDİNDE SÜNNET-İ NEBEVİ
Sünnet-i Nebevı ResuluIlah (s.a.a)'in dediği, yaptığı ve açıkladığı şeylere denir. Sünnet-i Nebevi müslümanlar nezdinde, hüküm, ibadet ve inançlardan sonra gelen ikinci kaynağı konumundadır.
Ehl-i Sünnet Sünnet-i Nebeviye, Hulefa-i Raşidin yani Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali(a.s)'nin sünnetini de eklemektedirler. Bunu da naklettikleri şu hadise dayandırmaktadırlar.
"Benim ve benden sonraki hidayete ermiş raşid halifelerin sünnetine uyunuz, ona azı dişlerinizle sımsıkı
28 / DOĞRULARLA BİRLİKTE
bir şekilde sanrılınız. (1)
Bu hususta onların, Resuluılah (s.a.a)ın men'ettiği ama Ömer'in sünnet haline getirdiği teravih namazınal(2) sanlmaları en büyük örnek teşkil etmektedir.
Bazıları Resuluılah (s.a.a)ın sünnetine istinasız tüm sahabelerin sünnetini de eklemektedirler. Bunun delilinin de naklediten şu 'hadisin olduğunu söylemekteler:
"Ashabım yıldızlar gibidir; hangisine uysamz hidayet bulursunuz." Ve "Ashabım ümmetimin eminleridir."(3)
İnkar edilmesi mümkün olmayan hakikatşudur ki, "Ashabım yıldızlar gibidir" hadisi Ehl-i Beyt hakkında rivayet edilen şu hadis karşısında uydurulmuş bir hadistir.
"Ehl-i Beyt'imin imamlan yildızlar gibidir.
Hangisine uysanız hidayet bulursunuz." (4)
Ve bu hadis daha makuldur. Zira Ehl-i Beyt imamları ver'a, zühd, ilim ve takvada en büyük örnek ve numune idiler. Buna Ehl-i Beyt'in takipçilerinin yanısıra düşmanları
---------------------
1 - Müsned-i Ahmed b. Hanbel, c.4, sJ26.
2 - Sahih-i Buhari, C7, s.99, "Allah'ın emri için gazab ve şiddetin caiz olduğu yerle'" babına baJwuz. 3 - Sahih-i Müslim, Fezai/-us Sehabe babı ve Müsned-i Ahmed
b.Hanbel, c.4, sJ98. 4 - "Deflim-ul i.dam" EI-Kazi rivayet etmiştir.
EHL-İ SÜNNET VE ŞİA'DA SÜNNET.İ NEBEVİ / 29
bile itiraf etmekte ve tarih tümüyle bu hakikate şah id bulunmaktadır.
Ama "Ashabırn yıldızlar gibidir..." hadisi akl-ı selimin kabul edemeyeceği bir şeydir. Zira ashab içerisinde peygamberden sonra dinden dönenC!) Sahabeler de vardı. Üstelik onlar birbiriyle bir çok mevzuda ihtilaf etmişlerdir, bazıları bazılarına lanet bile etmişC2) ve hatta birbirlerini ihtilafları yüzünden öldürdükleri'3) bile olmuştur. Bazı sahabelere şarap içtiği, zina ettiği ve hırsızlıkta bulunduğu için hadd bile uygulanmıştır. Tarihte bu ve benzeri bir çok olaylar vuku bulmuştur. O halde hangi akıl bu gibi insanlara, mutlak surette uymayı emreden bir hadisin doğru bir hadis olduğunu kabul edebilir?
Hz. Ali (a.s) ile savaşan(4) Muaviye ve benzerlerine uyanların hidayete ermiş olmaları mümkün olabilir mi? Oysa ki Resulullah (s.a.a)ın Muaviye'yi "bağilerin önderi" olarak adlandırdığı herkesçe bilinmektedir.(5)
Hakeza Emevi saltanatını güçlendirmek ve desteklemek maksadıyla masum insanları katleden Bisr b. Ertat, Mugire b.Şu'be ve Amr b. As'a uyan kimselerin, doğru yolu bulmaları nasıl mümkün olabilir? Ey Aziz ve akıl sahibi
----------------
ı - Ebu Bekr'in savaş açtığı ve Ehl-i Ridde (dinden dönenler) olarak adlandırdan kimseler gibi.
2 - Nitekim Muaviye Hz. Ali'ye la'net etmeyi emrediyordu.
3 - Nitekim ashabın çoğu Osman'ı kınamış ve ona karşı kıyam etmiştir.
4 . Cemel, Siffin, Nehrevan ve benzeri savaşlar gibi.
5. "Ammar'ı baği bir topluluk öldürecektir" hadisi.
30 / DOĞRULARLA BİRLİKTE
okuyucu, "Ashabım yıldızlar gibidir..." hadisini okuduğunda bunun bir uydurma hadis olduğunu anlamış olman gerekir. Zira bu hadis, sözde sahabeye hitap etmektedir, o halde nasıl olur da peygamber "ey as ha bırn, as ha bı ma, uyun" diyebilir? Ama "Ey ashabım, Ehl-i Beyt'imden olan imarnlara uyunuz; onlar sizi benden sonra doğru yola hidayet edenlerdir" hadisi hakkında şüphe dahi edilmez. Zira Sünnet-i Nebevi'de bunun başka bir çok örnek ve şahitleri de vardır. Bu yüzden şia,
"Benim ve benden sonra gelecek olan hidayete ermiş raşit halifelerin sünnetine uyunuz"
hadisinden maksadın da Ehl-i Beyt'ten olan on iki ma'sum imarnın olduğunu söylüyor. Rasulullah ümmetine, Kur'an'a uymayı emrettiği ve farz kıldığı gibi Ehl-i Beyt imamlarına da uymalarını farz kılmıştır.(1)
Ben ilk önce de belirttiğim gibi sadece Ehl-i Sünnet'in sihahında yer alan rivayetlerden Şia'nın görüşlerini ispatlayan delilleri nakletmekle yetinmeye çalışıyorum. Yoksa Şia kaynaklarında bundan daha çok deliller ve apaçık beyanlar mevcuttur. (2)
----------------------------------------
ı - Sahih-i Tirmizi. CS, S328. Sahih-i Müslim. c2.s362. Nesai Hasais'de. Kenz-ul ummal, c.l,s.44. Müsned-i Ahmed. c5. s.189. Müstedrek-üs Sahiheyn. c.3, s.148. Sevaik'ul Muhrika, s.148. Tabakat-ul Kubra, c2. s.194. Tabarani. c.1, s.131.
2 - Mesela: Saduk "El-ikmal" kitabında. Rasulullah'tan( s.a.a)şöyle naklediyor:
"Benden sonra imamlar on iki kişidir. ilki Ali sonuncusu ise Kâim'dir
(Mehdi'dir) Bunlar benim halifelerim ve vasilerimdir."
EHL-İ SÜNNET VE ŞİA'DA SÜNNET-İ NEBEVİ / 31
Elbette Şia Ehl-i Beyt imamlarının teşri hakkının olduğunu veya onlann sünnetinin de kendilerinin bir ictihadı olduğunu söylememektedir. Şia'nın görüşü şudur:
"İmamların verdiği tüm hükümler Allah'ın kitabı ve Hz. Rasulullah (s.a.a)'ın Hz. Ali'ye ve Hz. Ali'nin de evlatlarına (masum insanlara mahsus yöntemle) öğrettiği yol-yordamdan ibarettir. Yani onların ilmi ilahi irade gereği miras yoluyla peygamber (s.a.a)'dan Ehl-i Beyt'e intikal etmiş bir ilimdir."
Şia'nın bu hususta bir çok delilleri vardır ki Ehl-i Sünnet alimleri de kendi sihah, müsned ve tarihlerinde bu delilleri nakletmişlerdir.
Burada karşımıza şu soru çıkmaktadır: "O halde Ehl-i Sünnet niçin kendi yanlarında sahih olan bu hadislerle amel etmemiştir?'
Bir başka hususta şudur: daha önce açıkladığımız üzere Şia ve Ehl-i Sünnet Kur'an-ı Kerim'in tefsirinde ihtilaf ettikleri gibi Hz. Rasulullah (s.a.a)'tan gelen hadislerin de tefsirinde ihtilafa düşmüşlerdir. Örneğin, her iki tarafın kabul ettikleri bir hadiste yer alan "raşid halifeler" kelimesini, Ehl-i Sünnet Rasulullah (s.a.a)'dan sonra hilafet makamına geçen dört halifelere yorumlarken, şia bundan maksadın Ehl-i Beyt imamları olan on iki halife olduğunu söylemektedir.
32 / DOĞRULARLA BİRLİKTE
Bu ihtiların, Kur'an-ı Kerim veya Hz. Rasulullah (s.a.a)'ın övdüğü ve kendilerine uyulmasını emrettiği şahıslarla ilgili bütün konularda sözkonusu olduğunu görüyoruz. Örneğin:
"Benim ümmetimin alimleri Beni İsrail'in peygamberlerinden daha efdaldır." Veya, "Alimler peygamberlerin varisleridir."(1) hadislerini Ehl-i Sünnet bu ümmetin bütün alimlerine şamil kılarken, Şia bunların sadece on iki imamlara has olduğunu söylüyor. Bu yüzden Şia on iki imarnın Rasulullah (s.a.a) hariç, diğer bütün peygamberlerden daha efdal olduklarına inanıyorlar. (Elbette ulul azm peygamberleri ayrıca sözkonusu edilmelidir.) Hakikat şudur ki akıl da buna hükmetmektedir. Zira ilk önce Kur'an-ı Kerim Kitap ilmini Allah'ın seçtiği kullarına verdiğini belirtmiştir. Bu da bir çeşit tahsistir. Hz. Rasulullah (s.a.a)da başkalarının erişemeyeceği makamları Ehl-i Beytine mahsus kılmış, hatta onları "kurtuluş gemisi, hidayet imamları, karanlığı aydınlatan meşaleler ve uyulduklarında insanı sapıklıktan kurtaran iki değerli emanetten biri" olarak adlandırmıştır.
Bu örneklerden anlaşılıyor ki, Ehl-i Sünnet'in görüşü Kur'an-ı Kerim ve Nebevi Sünnet'in ispat ettiği bu tahsisle çelişmektedir.
- - --- - - - --- ------
1 - Sahih-i Buhari. c.1 ve sahih-i Tirmizi ilim faslında.
EHL-İ SÜNNET VE ŞİA'DA SÜNNET-İ NEBEVİ i 33
Ayrıca akıl da Ehl-i Sünnet'in bu husustaki görüşüne razı olmamaktadır; zira bu görüşte Allah-u Teala'nın bütün kötülükleri onlardan gidererek tertemiz kıldığı, hakiki alimlerin kimler olduğunu açıklanmamakla birlikte bu alimlerle Emevi ve Abbasi hükümdarlarını överek İslam ümmetinin başına zulümle gelen alimler arasında bir fark gözetilmemektedir. Oysa bu gibi alimlerle Peygamber'in vasilerine mahsus ilahi bir güçle ilimlerini kendi babalarından (Hz. Resuluılah (s.a.a)'dan) alan ve bunun dışında her hangi bir üstaddan ilim öğrendikleri tarihte tespit olmayan Ehl-i Beyt imamlan arasında ne kadar büyük bir fark vardır. Ehl-i Sünnet'in kendi alimlerinin, onların ilimleri hakkında özellikle de Imam Muhammed Bakır, İmam Cafer Sadık ve Me'mun'un topladığı kırk kadıyı susturan İmam Rıza'nın ilimleri hakkında naklettikleri rivayetlerde onlarla diğer alimler arasında ilim yönünden mukayesesi mümkün olmayan büyük bir farkın var olduğunu iyice göstermektedir.(1)
Ehl-i Beyt'in diğerlerinden ayrıldığı bir noktada dört mezhep imamlarının bir çok fıkhi konularda ihtilaf etmelerine rağmen Ehl-i Beyt imamlarının birbirleriyle bir konuda bile ihtilafa düşmemeleridir. Diğer yandan eğer Ehl-i Sünnetin geçen ayet ve hadislerin genel olduğu hakkındaki görüşlerini kabul edecek olursak bu görüş asırlar sonra mezhep ve fikir ayrılığına yol açarak binlerce mezhebin ortaya çıkmasına yol açacaktır. Belki de Ehl-i
----------------------------------------
ı - El-ik-ul Ferid-Fusul-ul~ Muhimme, c.3 , s.43
34 / DOĞRULARLA BİRLİKTE
Sünnet alimleri de bu görüşün batıl olduğunu ve bunun inanç birliğini yok ettiğinin farkına vardıklarından dolayı içtihad kapısını kapatmak zorunda kalmışlardır.
Ama Şia inancı, Allah-u Teil! ve Resulünün emirlerine mutlak teslimiyyete ve bu teslimiyet gereği her asırda muslümanlann mühtaç olduğu ilimiere ilihi iradeyle sahib olan imamların etrafında toplanma esasına dayalıdır. Bu yüzden de artık hiç kimse Allah ve Rasulüne yalan isnat ederek yeni bir mezhep çıkaramaz ve halkı ona uymakla yükümlü kılamaz. Ehl-i Sünnet'le Şia'nın bu konudaki ihtilafları bir yönden her iki fırkanın da inandıklan Hz. Mehdi (AF.) hakkındaki ihtilafa benzemektedir.
Şia'nın nezdinde Hz. Mehdi(a.s) babası, soyu, bilinen belirli bir şahıstır. Ama Ehl-i Sünnet'in nezdinde ahir zamanda doğacak olan meçhul bir kimsedir. Bu yüzden de onlardan bir çoğunun Mehdi olduklarını iddia ettiklerini görüyoruz.
Ama şiilerden hiç kimsenin böyle bir şey iddia etmesi mümkün değildir. Eğer onlar çocuklannın ismini Mehdi koysalar da bu aynen çocuklarımızı Muhammed veya Ali adlandırdığımız gibi teberrük olsun diyedir. Zira Şia Hz. Mehdi'nin on iki asır önce doğmuş olduğuna ve şimdilik gaybet döneminde olduğundan dolayı görülmediğine inanmaktadır. O halde Hz. Mehdi'nin zuhuru Şia'ya göre bir nevi mucizedir.
Ehl-i Sünnet ve Şia bazen de şahıslarla ilgili olmayan hadisler hakkında ihtilaf etmiştir. Örneğin:
EHL-İ SÜNNET VE ŞİA'DA SÜNNET.İ NEBEVİ / 35
"Ümmetimin ihtilafı rahmettir" hadisi.
Bu hadisi Ehl-i Sünnet alimleri, "bir fıkhi hükümde mezheplerin ihtilafı müslümanlar için rahmettir, zira o konuda herkes kendi haline uygun olan istediği hükme göre amel eder, bu da onun için bir rahmettir," şeklinde yorumlııyorlar. "Mesela bir konuda Imam Malik şiddet ve katılık gösteriyorsa aynı konuda kolaylık gösteren Ebu Hanife'nin görüşüne göre amel edebilir." diyorlar.
Ama şia bu hadisin başka bir anlamda olduğunu söylüyor. Çünkü Şia'nın hadis kaynaklarında nakledilen bir hadiste şöyle kaydedilmiştir. Imam Ca'fer Sadık (a.s)'tan "Ümmetimin ihtilafı rahmettir" hadisi için bu nasıl olur diye sorulunca, Hz. İmam Ca'fer Sadık(a.s) "Allah'ın Resul'ü doğru söylemiştir" dedi. O zaman soruyu soran şahıs "Eğer ihtilafları rahmet ise birlikleri bela mıdır, dedi. İmam: "Hayır, senin anladığın ve onların anladığı (yani Ehl-i Sünnet alimlerinin anladığı) şekilde değildir. Bundan Hz. Rasulullah(s.a.a) müslümanların karşılıklı ilim almak için birbirlerinin nezdine gitmelerini kastediyor" diyerek Tövbe Suresinin 122. ayetine istinad etti. Bu ayette Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor.
"Onlardan her bir fırkadan bir grup yok mu gidip
36 / DOĞRULARLA BİRLİKTE
ilim öğrensin ve döndüklerinde kendi kavimlerini korkutsunlar belki onlar sakınırlar." Daha sonra imam Cafer Sadık (AS) sözlerine şöyle devam ettiler. "Eğer dinde ibtilaf etseler şeytamn bizbi olurlar." (Yani, hadiste geçen "ihtilaf' kelimesi Arapça'da bir çok anlamda kullanıldığı gibi "gidip-gelmek" anlamındadır. Bu hadiste ise ümmetin ilim için sefere çıkması anlamındadır, tefrika ve görüş ayrılığı anlamında değildir.)
Görüldüğü üzere bu açıklama doyurucu bir tefsir olup inanç birliğine davet etmekte ve tefrikayı reddetmektedir.(1) Dolayısıyla da tek bir inanç etrafında toplanmaya davet eden Kur'an-ı Kerim'in ayetleriyle bağdaşmıyor. Allah-u Teâlâ Mu'minun suresinin 52. ayetinde şöyle buyuruyor:
Yani "Bu sizin tek ümmetinizdir. Ben de sizin Rabbinizim, benden sakının."
Al-i İmran suresinin 203. ayetinde de buyuruyor.
-------------------------
ı . Bu ihtilafın küçük bir örneği şudur: Besmele'yi namazda söylemek Malikilere göre mekruh, Şafiilere göre farz, Hanefi/ere göre müstehaptır. Hanbeliler ise cehren kılınan namazlarda sessiz olarak okunmasını söylüyorlar.
EHL-İ SÜNNET VE ŞİA'DA SÜNNET-İ NEBEVİ / 37
Yani "Hep birlikte Allah'm ipine sarılın ve tefrikaya düşmeyin."
Yine Enfâl Suresinin 46. ayetinde de buyuruyor.
Yani, "Birbirinizle çekişmeyin, sonra zeyıflarsınız ve kuvvetiniz kalmaz."
Bir ümmetin, fertlerini birbirlerine düşman kılan ve neticede birbirlerini küfre düşmekle suçlamağa ve hatta başkalarının kanını dökmeği bile helal saymaya sebep olan tefrikadan yani mezhebi bölünmelerden daha kötü bir ayrılık düşünülebilir mi? Tarih boyunca vuku bulan olaylar bunun en büyük şahitleridir. Oysa Allah-u Teala müslümanları bölündükleri takdirde ne gibi korkunç sonuçlarla karşılaşacaklarından haberdar etmiştir. Al-i İmran suresinin 105 ayetinde şöyle buyuruyor:
Yani: "Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra da gene bölük-bölük olanlara, gene ayrılığa düşenlere benzemeyin."
Ve En'am Suresi'nin 159. ayetinde buyuruyor ki:
38 / DOĞRULARLA BİRLİKTE
"Dinlerini parça parça edip guruplara ayrılanlar var ya, senin onlarla hiçbir ilişkin yoktur."
Rum Suresi'nin 21 ve 22. ayetlerinde de buyuruyor ki:
Yani: "Müşriklerden olmayın; onlar ki dinlerini böldüler ve grup-grup oldular, her bir hizip kendi sahip olduğuyla sevinmektedir."
Burada şu noktaya işaret etmekte yarar görüyorum: Ayette geçen şiye'an (grup-grup) kelimesinin bazı insanların zannettiği gibi şia ile hiç bir ilgisi yoktur. Bir defasında bir cahil gelip bana nasihat ederek şunları söyledi: "Şia'yı bırak! Zira onları Allah sevrnemektedir. Resulünü de onlardan olmaktan sakındırmıştır." O'na "Bu hususta bir delilin var mıdır?" dediğimde, cevap olarak yukarıda okuduğumuz "Onlar ki dinlerini bölüp grup-grup oldular sen onlardan değilsin" ayetini okudu. Ona ayette geçen şiye'an kelimesinin grup-grup demek olduğunu ve bunun şia ile hiç bir ilgisi olmadığı hususunda ikna etmeğe çalıştım, fakat ne yazık ki o, yine kendi batıl sözünde israr etti.(1) Zira ona Allah'ın cisim olduğunu öğreten Cami
-- -- - --- - -- - - ---
ı - Oysa ki Kur'an-ı Kerim'de Şia kelimesi bazen Öygü makamında da kullanılmıştır. Mesela Saffat suresinin 83. Ayet-i Kerimesi J» "Gerçekten İbrahim, Nuh'un şiasındandır." Yani iman ve hidayette ona uyanlardandır."
EHL-İ SÜNNET VE ŞİA'DA SÜNNET-İ NEBEVİ / 39
İmamı(!) böyle öğretmişti ve Şia'dan uzak durmasını tavsiye etmişti. O, artık kendi kafasına yerleşenden başkasını kabul edemezdi!
Şimdi asıl konuya dönrnek istiyorum. Ben hakikati bilmeden önce "Ümmetimin ihtilafı rahmettir" hadisini okuyup, Hz. Rasulullah (s.a.a)'den nakledilen
yani: "Yakında ümmetim yetmiş iki fırkaya bölünecek onların içinden bir grup hariç hepsi Cehennem'e gidecek." (1) Hadisiyle karşılaştırdığımda devamlı olarak hayrete kapılıyor kendi kendime şöyle soruyordum. Nasıl olur da ümmetin bölünmesi rahmet olduğu halde ateşe girmesine de sebep oluyor?
Fakat Hz. İmam Sadık(a.s)'ın geçen hadisle ilgili açıklamasını gördükten sonra artık sözkonusu hayretim
ortadan kalktı ve Ehl-i Beyt İmamlarının hidayet İmamları ve karanlığı aydınlatan onur, ve gerçekten de onların Kur'an'ın ve sünnet'in tercümanları olduklarını ve onlar hakkında Hz. Resulullah (s.a.a)'ın:
- -- - - -- -- ----
ı - Sünen-i ibn-i Mace, Kitabul Fiten, c.2, Hadis 3993 Müsned-i
Ahmed. c3. s.120. Sahih-i Tirmizi, Kitabul İman.
40 / DOĞRULARLA BİRLİKTE
Yani: "Benim Ehl-i Beyt'im sizin aranızda aynen Nuh'un gemisine benzer. Her kim o gemiye bindiyse kurtuldu ve her kim ondan geriye kaldıysa boğulup helak oldu. Onlardan öne geçmeyin helak olursunuz. Onlardan geri kalmayın (yine) helak olursunuz. Onlara bir şey öğretmeye kalkmayın, çünkü onlar sizden daha çok biliyor." (1) diye buyurduğu hadisinin hak olduğunu iyice anladım.
Hz. İmam Ali (a.s) hak olarak Ehl-i Beyt hakkında şöyle buyuruyor.
"Peygamberinizin Ehl-i Beyt'ine bakınız ve onlara sarılın; onlara tabi olun; onlar sizi hidayetten çıkarmaz ve sizi kötülüğe çevirmez. Eğer onlar otururlarsa siz de oturun; eğer onlar kalkarlarsa siz de kalkın. Onlardan öne
--------------
ı . Savaiku'l Muhrika, s.136 ve 227 Cami'us Sağir, c2, s.132 Müsned-i Ahmed, c.3 s.17 ve c.4, s366. Hilyet'yl Evliyâ, c.4, s3O6. Müstedrek'us Sahiheyn, c.3, s.151
Talhis-i Zehebi-EI-Mu'cem'us Sağır-i Tabarani, c2, s22
EHL-İ SÜNNET VE ŞİA'DA SÜNNET-İ NEBEVİ / 41
geçmeyin sapıkhğa düşersiniz; onlardan geri kalmayan helak olursunuz.(1)
Yine Hazret Ali (a.s) Ehl-i Beyt'in değerini açıkladığı başka bir hutbede şöyle buyuruyor.
"Onlar ilmin hayatı, cehaletin ölümüdürler. Onların hilmi, onların ilminden, onların zahiri onların batınından, onların susması mantıklarının hikmetinden haber vermektedir. Onlar hakka muhalefet etmezler ve onda ihtilafa düşmezler. Onlar İslam'ın direkleri ve kurtuluş sığınaklarıdırlar. Onlarla hak, kendi haddine (kemaline) ulaştı; ve batıl yerinden koparılıp dili kökünden kesildi. Onlar dini koruma ve uygulama aklıyla taakkül etmişler; duymak ve nakletrnek aklıyla değil; ilmi nakledenler çok olur ama ona riayet eden ise az olur. (2)
Evet, ilmin kapısı olan Hz. İmam Ali(a.s) doğru söylemiştir. Gerçekten de dini korumak ve riayet etmek için dinleyip düşünenle nakletme amacıyla dinleyen
--------------------------
ı . Nehc'ül Belağa, c.2, s.190.
2 .Nehc'ül Belağa, c.3. s.439.
42 / DOĞRULARLA BİRLİKTE
kimsenin arasında çok büyük bir fark vardır. Dinleyip de nakledenler çoktur. Resulullah'ın (s.a.a) meclisinde hazır olup o hazretten hadis dinleyip hadisin anlamını doğru şekilde kavramadan nakleden sahabeler az değildir. Bunlar bazen de O hazretin maksadının aksini nakletmişlerdir. Ama hadisi anlayarak nakledenler ise pek azdır. Insan bazen ömrünü ilimde harcamasına rağmen ancak belli bir dalda kendini yetiştirebiliyor. Hatta bazen belli bir ilmin veya sanatın ancak bir dalında uzman olabiliyor ama bütün dallarına yönelemiyor. Ama Ehl-i Beyt imamlarının bütün ilimierin muhtelif dallarında derin bir ilme sahib oldukları tarihi araştıran için bellidir. Tarih Hz. İmam Ali(a.s)'nın derin ilahi ilmini ispatlayan örneklerle doludur. Bunun diğer bir şahidi de Hz. İmam Muhammed Bakır ve İmam Cafer Sadık'ın oluşturduğu ilim mektebleridir. Bu mekteblerde binlerce bilgin; fıkıh, kelam, tefsir, kimya, vb. ilim dallarında öğrenim görmüştür.
ŞİA VE EHL-İ SÜNNET NEZDİNDE İNANÇ KONUSU
Şia'nın kurtuluşa eren fırka olduğuna dair kanaatımı çoğaltan konulardan birisi de Şia akaidinin her selim akıl ve fıtrat sahibi insan tarafından kolayca kabul edilebilir olmasıdır. Onların nezdinde her mesele ve inanç hakkında Ehl-i Beyt imamlarından tam manasıyla yeterli bir açıklama mevcuttur.
Oysa Ehl-i Sünnet ve diğer fırkaların bazı itikadi meselelere açık-seçik bir çözüm getiremediklerini görüyoruz.
Bu bölümde önemli inançlardan bazıları hususunda her iki fırkanın görüşlerine değinip konu hakkında kendi kanaatımı herhangi ağır bir tenkid yapmaksızın beyan ederek seçimi okuyucunun kendisine bırakacağım.
Bütün müslümanların inandığı bir takım temel inançlar vardır. O ise Allah'a, meleklerine, kitaplarına ve
46 / DOĞRULARLA BİRLİKTE
peygamberlerine İnanmak ve aralarında hiç fark gözetmemektir. Yine tüm müslümanlar Cennet'e, Cehennem'e ve Allah'ın kabirlerde olanları tekrar diriltip hep birlikte hesaba çekeceğine inanmaktadırlar. Yine tüm müslümanlar Kur'an-ı Kerim'e inanmakta ve Hz. Muhammed (s.a.a)'in son peygamber oluşunda ve kıblelerinin tek bir kıble oluşunda da görüş birliği içerisindedirler. Fakat bu inançlardan bazısının yorumunda ihtilaf edilmiş ve bu konular çeşitli kelami ekol ve mezheplerin ihtilaf alanı haline gelmiştir.
EHL-İ SÜNNET VE ŞİA'NIN NÜBÜVVET KONUSUNDAKİ İNANÇLARI
Şia ve Ehl-i Sünnet'in ihtilaf ettikleri konulardan biri de "Ma'sumiyet" konusudur. Şia'ya göre Peygamberler (Allah'ın selamı onlara olsun) elçi olarak gönderildikten önce de sonra da ma'sumdurlar. Ama Ehl-i Sünnet'e göre onlar, ancak ulaştırdıkları Allah'ın kelamı hususunda masumdurlar, diğer hususlarda ise aynen diğer insanlar gibi, bazen isabetli karar verebildikleri gibi ve hataya da düşebilirler.
Bu konuda Ehl-i Sünnet kendi Sihahlarında Rasulullah (s.a.a)'ın bir çok defalar (neuzu billah) hataya düştüğünü ve bazı sahabinin O'nu irşad edip doğruya yönelttiğini ifade eden bir takım rivayetler de nakletmişlerdir. Örneğin Bedir esirleri konusunda güya Rasulullah (Allah'ın selat ve selamı ona ve Ehl-i Beyt'ine olsun) hata yapmış, Ömer ise doğru karar vermiş ve eğer Ömer olmasaymış Resuluılah (s.a.a) helak olacakmış!...(1) Veya naklettiklerine göre Resuluılah (s.a.a) Medine'ye geldiğinde onların hurma ağaçlarını aşıladıklarını görünce onlara "Ağaçları aşılamayın ki daha iyi ürün versinler" demiş. Fakat aksine hurma ağaçları kötü ürün vermiş ve onlar Resulullah'a gelip şikayet edince
--------------------------
ı - Bunu İbn-i Kesir "El Bidayetu Ve'n Nihaye' adlı kitabında İmam Ahmed b. Hanbel, Muslim, Ebu Davud ve Tirmizi'den nakletmiştir.
48 / DOĞRULARLA BİRLİKTE
Hazret "Siz dünya işlerinizi benden daha iyi bilirsiniz" demiştir. Ayrı bir rivayete göre de şöyle buyurmuştur.
Yani: "Ben ancak bir beşerim; eğer size dininizle ilgili bir şeyi emretsem onu tutun, ama eğer kendi görüşümden bir şey emredersem ben ancak bir beşerim." buyurduğu nakledilmiştir' (1)
Yine Ehl-i Sünnet'te nakledilen başka bir hasusta şudur. Güya Rasulullah (s.a.a)'e sihir yapmışlar ve bunun üzerine o Hazret günlerce ne yaptığını bilmezmiş. Hatta hazret kadınlarıyla ilişkide bulunduğunu zannedermiş. Halbuki gerçekte böyle bir şey sözkonusu bile değilmiş.(2) ve yine Hazreti kendisi yapmadığı herhangi bir işi yaptığını hayal edermiş.(3)
Bir diğer rivayette de güya Hazret namaz kılarken yanılmış ve kaç rek'at kıldığını bilememiş(4) veya namazda uyumuş ve uykusu o kadar derinmiş ki horladığını duymuşlar ve daha sonra da uyanarak abdest almadan
--------------
ı - Sahih-i Müslim, El Fezail Kitabı, c.7, s.95. Müsned-i Ahmed, c.l, s.162 ve c3., s.152.
2 - Sahih-i Buhari, c.7. s29
3 - Sahih-i Buhari. c.4. s.68.
4 - Sahih-i Buhari. c.1, s.l23 ve c.2, s.65.
EHL-İ SÜNNET VE ŞİA'DA İNANÇ. . . / 49
namaz kılmış.(1) Ve yine naklediyorlar ki, O Hazret gazaplanınca bazen la'neti hakketmeyen birisine söver lanet edermiş ve daha sonra.
"Ey Allah'ım, ben sadece bir beşerim; müslümanlardan hangi birisine lanet etsem veya sövsem sen bunu onun için bir sadaka ve rahmet karar kd!" diye söylermiş.(12)
Diğer bir rivayetlerine göre de güya Hazret, Aişe'nin evinde bacakları açık bir vaziyetde sırt üstü uzanmış olduğu bir sırada, Ebu Bekir içeri girmiş, Hazret hiç istifini bozmadan onunla konuşmuş; sonra da Ömer içeri girmiş onunla da aynı şekilde konuşmuş. Ama Osman izin isteyince, kalkıp oturmuş, kendisini toparlayarak elbisesini düzeltmiş. Aişe bunun nedenin sorunca, Hazret:
"Ben meleklerin bile haya ettiği bir şahıstan haya etmiyeyim mi?" diye cevap vermiştir.(3)
Yine rivayet ediyorlar ki, Hazret güya Ramazan ayında
-----------------
ı - Sahih-i Buhari, cl, s37,44.171.
ı - Sünen-i Daremi, Kitab'ur Rikak.
3 - Sahih-i Müslim, Bab'u Fezail-i Osman, c7, .s.117.
50 / DOĞRULARLA BİRLİKTE
cünüp olarak sabaha kadar kalır ve böylece sabah namazını kazaya bırakırmış.(1)
Ve bu ceşit akıl ve nübüvvetIe bağdaşmayan, naklini gerekli görmediğimiz bir çok rivayet sözkonusu kaynaklarda mevcuttur.(2)
Ama Şia'ya gelince onlar - Ehl-i Beyt İmamlarından aldıkları ta'lim üzere Peygamberleri ve özellikle de Hatemün Nebiyyin olan Hz. Muhammed (s.a.a)'i bu gibi münasebetsiz yakıştırmalardan uzak bilerek Peygamberlerin (a.s) ister küçük ve ister büyük her türlü günah ve kötülüklerden pa k oldukları na inanıyorlar. Şia'ya göre Rasulullah Hazretleri her türlü hata, unutkanlık, yanılma ve sihir edilmekten kısacası her türlü günah, hata ve aklı gideren etkenlerden masumdur. Hatta Rasulullah (s.a.a) yolda yürürken birşeyler yemek, yüksek sesle gülrnek, yersiz yere şaka yapmak gibi halkın nazarında kötü sayılan, nübüvvet ve güzel ahlakla bağdaşmayan her türlü davranıştan bile kaçınırdı. Nerde kaldı ki, Rasulullah (s.a.a) halkın gözü önünde yüzünü karısının yüzüne dayayıp zencilerin dans edip oynamalarını seyretsin.(3) Veya karısının da bulunduğu bir savaşta, karısıyla yarışmaya girip bir defasında Peygamber Unu koşuda yensin, diğer bir defada da hanımı O'nu yensin ve "Bir bir berabere kaldık" demiş olsun.(4)
---------------------------
ı - Sahih-i Buhari, c2, s232, 234.
2 - Sahi-.i Buhari, c3, 2.114, ve c.7, s.96
3 - Sahih-i Buhari, Kitab'ul iydeyn, c.3, 228 ve c.2, s.3
4 - Müsned-i imam Ahmed b.Hanbel, c.6, s.75.
EHL-İ SÜNNET VE ŞİA'DA İNANÇ......./ 51
Şia, peygamberlerin ma'sumiyetiyle çelişen bu tür rivayetleri, Emeviler ve uşakları tarafından, Rasulullah (s.a.a)'in değerini düşürmek ve en azından tarihin tescil ettiği kendi kötü hareket ve utanç verici hatalarına bir mazeret bulmak amacıyla uydurdukları düzme rivayetler olarak bilmektedirler. .
Bazılarının uyduruk rivayetlerinde yer aldığı gibi Zeyd'in kansı olan Zeyneb'i başını tararken gördüğünde Rasulullah (s.a.a) O'na aşık olup "Sübhanellah-i Mükallibel Kulub" yani, kalpleri değiştiren Allah'ı tenzih ederim".(1) dediği veya Aişe'ye meyledip diğer karılarına adaletsiz davrandığını ve bunun üzerine diğer karıları bir defa Fatıma ile bir defa da Cehş kızı Zeynep ile birlikte gelip Ondan adaletle davranmasını istediklerini ifade eden temelsiz rivayetler(2) doğru kabul edilecek olursa kısacası Rasulullah (s.a.a)'in hata yapıp - neuzu billah - heva-hevesine uyması sözkonusu olursa artık Ebu Süfyan oğlu Muaviye, Mervan b.Hakem, Amr b. As, Yezid b. Muaviye gibi büyük günahlar işleyen Allah'ın haramını helal eden, suçsuz insanlan öldüren kimseler için de bir kınama sözkonusu olmaz.
Şia İmamları olan Ehl-i Beyt (Allah'ın selamı onlara olsun) Rasulullah (s.a.a)'in her türlü hata ve günahtan ma'sum olduğunu beyan etmiş ve zahiri anlamıyla bunun aksini ifade ettiği sanılan ayetlerin te'vilini (bu ayetlerden
---------
ı. Tefsir'ul Celaleyn yani "Allah'ın aşikar etmek istediğini kalbinde gizlemek. istiyorsan" ayetinin tefsirinde.
2.. Sahih-i Müslim. Bab-u Fezail-i Aişe, c:7, s.l36.
52 i DOĞRULARLA BİRLİKTE
kastedilen hakiki anlamalarını) açıklamışlardır. Mesela :"Yüzünü ekşitti ve döndürdü" ayeti gibi zahiri anlamıyla Peygamberi bir nevi kmadığı sanılan veya
"Senin geçmişteki ve gelecekteki günahını bağışlasan diye" ve
"Gerçekten Allah peygamberinin tevbesini kabul etti" veya
"Allah seni affetsin niçin onlara müsaade ettin" gibi zahiri anlamıyla Peygambere günah isnad eden ayetleri Ehl-i Beyt imamları Peygamber (s.a.a)'in ma'sumiyetiyle çelişmeyecek bir şekilde te'vil etmişlerdir. Böylece bu tür ayetlerden hiç birinin Hz Resuluılah (s.a.a)ın masumiyetiyle bir çelişkisi kalmamaktadır. Çünkü, bu tür ayetlerde kastedilen asıl mana ayet in zahirinden anlaşılan mana değildir, çoğunda mecazi anlamlar sözkonusudur. Bu tür tabirler Arap dilinde çoktur. Kur'an-ı Kerim'de de bunun örnekleri mevcuttur. Bu gibi konularda gerçeğin ne olduğunu bilmek isteyenler Şia alimlerinin yazdığı tefsirlere, örneğin Allame Tabatabai'nin yazdığı "EI Mizan", Ayetullah Hoi'nin "EI-Beyan" ve Muhammed Cevad Muğniye'nin
EHL-İ SÜNNET VE ŞİA'DA İNANÇ....... / 53
yazdığı "El Kaşif' ve Tabersi'nin yazdığı "El İhticac" gibi tefsir ve hadis kitaplarına müracaat edebilirler- Bu kitapta ben her iki fırkanın inançlarına ana hatlarıyla kısaca işaret ederek şahsen, inandığım inançları açıklamak istediğim için ma'sumiyetle ilgili konuların teferruatına geçmekten kaçındım. Ben görüş olarak peygamberler ve onlardan sonra gelen vasilerinin ma'sum oluşunu savunmaktayım. Işte bu inanç benim içimi rahatlatıp, şüphe ve hayret kapısını yüzüme kapamaktadır.
Ama peygamberlerin yalnızca Allah'ın kelamını tebliğ etmekte ma'sum olduklarını ifade eden görüş ise delilden yoksun bir iddiadır. Zira bu taktirde peygamberin filan sözünün Allah katından olduğu ve öbür sözünün ise kendi aklından olduğunu ayırt etmek için bir delil getiritemez. Böylece; sözlerinin bazıları masumdur ve bazıları ise masum değildir diye ayırt etmek tamamen yersizdir. Dinin kutsiyetinde, şüphe ve tereddüde yolaçan bu çelişkili görüşten, Hak Te
Burada hidayet bulduktan sonra dostlarımla yaptığım bir tartışmayı hatırlıyorum. Ben onlara Rasulullah (s.a.a)'ın mutlak olarak masum olduğunu ispatlamaya çalışıyordum; onlar da beni Rasulullah (s.a.a)'ın sadece Kur'an'ı tebliğ etmek hususunda masum olduğuna ikna etmeye çalışıyorlardı. Tartıştığım kimselerin arasında 'Tuzıt'ten (El Cerid bölgesine bağlı bir yer)(1) bir üstad da bulunuyordu. Bu
------------------------------
1 - "El Cerid" bölgesi Tunus'un Güneyinde "Kafese' şehrinden 92 km uzaklıkta yeralan bir bölgedir.
54 / DOĞRULARLA BİRLİKTE
arkadaşların hepsi zeka, ilim ve ince fikirlilikle tanınan kimselerdi. O üstad biraz düşündükten sonra "Dostlar benim bu konuda bir görüşüm vardır" dedi. Hepimiz, "Buyurun, görüşünüz nedir?' diyerek sözü ona verdik. O şöyle dedi:
"Et- Ticani kardeşimizin Şiadan naklettiği görüş, gerçekten de hak ve doğru bir sözdür. Bizim de Rasuluılah (s.a.a)'m mutlak olarak masum olduğuna inanmamız gerekir. Aksi taktirde hatta Kur'an'm kendisinde bile şüpheye düşeriz." dedi. Onlar, 'Niçin?' diye sorunca, hemen şöyle cevap verdi: "Acaba Kur'an'm surelerinden her hangi birisinin altanda Allah'an imzası mı var...?"
Üstadın imzadan maksadı, ahid ve mektupların sonunda kime ait olduklarını belirten özel bir simge idi.
O'nun bu ilginç tesbiti, herkesin ilgisini çekti. Çünkü, bu sözüyle zarif bir noktaya temas ediyordu. Zira, taassubu olmayan insaflı bir insan aklıyla derin düşünecek olursa şu hakikatle karşılaşacaktır, Kur'an-ı Kerim'in Allah'ın kelamı olduğuna inanmak O'nu ulaştıran Elçi'nin bütün davranışlarında ve sözlerinde mutlak olarak masum olduğuna inanmayı gerektirir, zira, mutlak surette masum olmayan bir şahsın Allah-u Teabi'nın kelamını duyduğunu iddia etmesi ve Cebnlil'i vahyi indirirken gördüğünü ileri sürmesi o hakikatleri görmeyen insanlar için güven kaynağı olamaz. (Başka bir ifadeyle, Peygamber (s.a.a) en büyük müdzelerinden olan Kur'an-ı Kerim, Peygamber'in hak
EHL-İ SÜNNET VE ŞİA'DA İNANÇ.../ 55
peygamber olduğunu ve Kur'an'ı Kerim'in ilahi bir kitap olarak Allah tarafından indirdiğini isbatlamaya yeterlidir. Ama Kur'an'da yer alan bütün teferruatların mesela, her hangi bir ayet in veya kelime ve harfın Allah tarafından geldiğine ve hiç bir harfinin değişmediğine inanmak, Peygamber (s.a.a)in mutlak surette hertürlü büyük ve küçük hatadan masum olduğuna inanmaya bağlıdır, ve Şia peygamberler hakkında böyle bir inanca sahiptir. Kısacası Şia'nın; masumiyet konusundaki görüşü, kalbi tatmin eden, şeytan'ın ve nefsin vesveselerini yok edip fitne arayanların özellikle de inanç ve dinimizi yıkmak, Efendimiz Rasulullah (s.a.a)'a (neuzu billah) bir eksikliği isnad etmek için behane peşinde olan Yahudi, Hırıstiyan ve din düşmanlarının önünü alan çok sağlam bir inançtır. Onlar çoğu zaman Sahih-i Buhari ve Müslim'in Hz. Rasulullah (s.a.a)'a isnad verdikleri davranış ve sözleri aleyhimize delil göstermektedirler. Oysa gerçekte Rasuluııah(s.a.a) bu gibi davranışlardan münezzehtir.(1)
Elbette gayr-i müslimlere Buhari ve Müslim'in kitabında bazı zayıf hadislerin de olduğunu inandırmak bir haylı zor meseledir. Zira onlar hemen bu kitapların Ehl-i Sünnet
- - - - - - - - - - - - -- -- --------
1 - Buhari, Sahih'inin 3.cildinin 152.sayfasında, Şehadat kitabının, Şehadet'ül A'ma bölümünde tahriç ettiği bir hadiste şöyle diyor: ibn-i Ubeyd b.Meymun bize şöyle rivayet etti; Bize isa Aişe'den şu haberi verdi: "Resulu//ah (s.a.a) bir gün birisinin mescitte Kur'an okuduğunu duyduğunda şöyle buyurdu:
"A//ah rahmet etsin ona, falan surelerden unuttuğum için söylemediğim falan ayetleri hatırlattı bana"
56 i DOĞRULARLA BİRLİKTE
tarafından sahih kabul edildiğini ileri sürebilirler. Ehl-i Sünnet'e göre Allah'ın Kitab'ından sonra Sahih-i
Buhari en doğru kitap kabul edilmektedir.
ŞİA VE EHL-İ SÜNNET'TE İMAMET
Burada imarnet'ten maksadımız imamet-i Kübra yani; müslümanların hükumet, hilafet ve rehberlik makamıdır.
Bu kitap Şia ve Ehl-i Sünnet mezheplerini birbiriyle mukayese etmek esası üzere hazırlanmış olduğundan ilk önce her iki fırkanın da imarnet hususunda dayandığı ilkeleri beyan etmeliyim ki okuyucu her iki esas ve fırkanın dayandığı esas ve ilkeleri bilsin ve böylece beni eski görüşümü terkedip bu yeni görüşü benimsemeye iten nedenlerden haberdar olsun.
Şia'ya göre "İmamet" usul-i dinden sayılan bir ilkedir ve büyük bir öneme sahiptir. Zira Imamet, insanlar için çıkarılan en hayırlı ümmete önderlik etmek meselesidir. Bu önderliğe layık olabilmek bir takım fazilet ve üstün kabiliyetleri gerektirmektedir. Onlardan sadece bir kaçına değineceyim:
Önder olacak şahıs; ilim, şecaat, hilim, iffet, zühd, takva, kötülüklerden uzak durmak ve salih olmak gibi özellik ve sıfatlara sahip olmalıdır. o halde şia'ya göre imamet, Rasulullah (s.a.a) dan sonra insanları yönetmek görevini üstlenebitmesi için Allah-u Teala'nın, salih kullan arasından seçtiği insana verdiği ilâhi bir makamdır. Bu itikada göre Hz. imam Ali(a.s) da Hak Teâlâ'nın tayiniyle müslümanlara imam oldu. Hz. Rasulullah(s.a.a) vahy yoluyla aldığı emir neticesinde O'nu,
58 / DOĞRULARLA BİRLİKTE
halka önder olarak ta'yin etmekle görevlendirilmiş ve bunun üzerine Veda Haccından dönerken "Gadir-i Hum" denilen bir yerde Hz. Ali'nin (s.a) Allah'ın emriyle İmam olduğunu ilan etmiştir.
Hatta orada bulunan binlerce sahabi bu ilan üzerine Hz. Ali'ye (s.a) biat etmişlerdi. Bu konuda Şia'nın görüşü budur.
Ehl-i Sünnet de ümmete önderlik yapan bir makarnın yani imamet'in farz olduğuna inanıyor. Fakat onlara göre önder ve imam'ı seçme hakkı ümmetin kendisine aittir. Buna göre Ebu Kuhafe oğlu Ebu Bekir Rasulullah'ın (s.a.a) vefatından sonra müslümanlar tarafından seçilmiş ve onlara önder olmuştu.
Ehl-i Sünnet'e göre Rasulullah(s.a.a) hilafet konusunda susmuş ve ümmete bu konuda hiç bir açıklama yapmayarak işi halkın kendi tercihine bırakmıştır.