Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Takvim Kutsayıcılığı: Değer Tüketiciliği

Ö Çevrimdışı

özgürlüğe hasret

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
soru_isareti.jpg



Takvim Kutsayıcılığı: Değer Tüketiciliği

Ahmet YILDIZ (vuslat dergisi)



Gün 8 Mart... Kadınlar Gününü idrak(!) ettiğimiz o gün, aynı zamanda Hz. peygamberin doğduğu günmüş. Adeta argo tabirle pişti olduk hayata farklı pencerelerden bakanlarla. Kadınlar günü zaten modern dönemde tüketimin bir sonucu kutlanır olmuştu da, geleneğin bir armağanı Mevlit kandilini son zamanlarda – içinde olduğumuz hafta varlığımızın varlığına armağan olduğu devletimizin (!) bir hediyesi olan kutlu doğum haftası (festivali mi deseydik?) her renkten İslami çevrenin de bu festivale hiçbir itirazı olmaması da manidar. - bunu da diğer tükettiğimiz günlerin yanına koyduk bile. -Bidat olup olmaması bu yazının konusu değil-

Takvim kutsayıcılığı mı yoksa takvim tüketiciliği mi birbirine karışıyor çoğu zaman, yani kutsadıklarımızla tükettiklerimiz. Modern çağın bir hastalığı hatta modernizmin kutsaldan kopuşun boşluğunu doldurma çabası gibi duruyor bu takvim kutsayıcılığı. Modernizmin sonucu kurulan ulus devletler için milli gün ve bayramlar, milli marşlar, bayrak, vatan örneğinde olduğu gibi. Kapitalizmin tüm üretilenleri hatta ilahi olanı bile nakde çevirme çabası ile beraber hayatımızın vazgeçilmezleri, kilometre taşları oldu bu modern kutsallar, geleneksel kutsalların yanında.

Gün 8 Marttı ve kadın hatırlanmalıydı İslamcısından Feministine, Sosyalistinden Liberalistine herkes bunu hakkıyla hatırladı da. Modernizmin mübarek(!) günlerinden birini belki de mesajımız vermek için kullanabilirdik niye olmasındı? Geleneğin dayattığı günleri kullanıyorduk ya bunu niçin kullanmayalımdı? Geleneğin günlerini gecelerini kullanmanın bize nasıl bir maliyeti olduğunu zihinlerimize, kalplerimize, daha doğrusu din algımıza bakarak anlayabiliriz. Bu günün ilanının kadınları üretime yani para babalarının sömürü çarklarına dahil etmelerinin bir sonucu olduğunu unutarak. Emekçiliği ile övünen kadın, eğlence sektörünün gelişmesiyle vücudunu merkez alan işlere sokuldu başını döndüren renkli ışıklar atında.

Neydi kadını çalışma hayatına iten? Kadın sadece tüketmemeliydi, Eşinin eline bakmamalıydı. Kendinin de parası olmalıydı. Kendi ayakları üstünde durabilmeliydi. Dört duvar arasına hapsedilmemeliydi. Tüm bu renkli sözler; ailenin, toplumun atomlara ayrılması ve tüketimin hızlandırılması içindi. Bu da başarıldı. Bu başarıda Müslüman geleneğin yozlaşmasının ve Avrupa kültürünün kutsaldan uzaklaşmasının büyük etkileri elbette vardı.

Mülkün Yaratıcıya ait olduğu gerçeğini unutan erkek, ahlaki yapısını da kaybedince kadını hor gören bir bakışa sahip oldu: Mal erkeğindi ve malı istediği gibi tasarruf edebilir, istediği gibi tüketebilirdi. Kadının sözü değil, adı bile olamazdı.

Kadını kimliksizleştiren anlayışlar, onu tüketen düşüncelerin önümüze koyduğu günler kadınları oyalayabilir, anlık mutluluklar telkin edebilse de; onları sömürü içerisinden uzaklaştıran, uyandıran bir işlev görmezler. Bu günleri türeten zihinler, bunun önünü bu günleri kurgularken kesmişlerdir bile. Kadınların düşmanını erkekler gibi gösterip cinsler arasında geliştirilen kavga, egemenler – sömürülenler, alın teri artı(k) değer arasındaki kavgayı örtmek için kullanılmaktadır.

Kamusal alan - özel alan ayrımları da bu kavganın bir alanını üretilen korkular üzerinden bir örtme işlevi görmektedir. Bu örtülen kavga çok daha derin ve kökenleri itibarıyla daha sarsıcıdır. Bu kavga en evrensel tanımıyla tevhit-şirk çatışması, ideoloji-din kavgası olarak ifade edilebilir. Bu evresel mücadelenin siyasal, sosyal, boyutlarının bir yansıması olarak ortaya çıkmaktadır kamusal alan-özel alan ayrımı. Modern - seküler -siyaset terimleri ile alanlarımız kuşatılıyor ve kutsal değerler bu alanlardan dışlanılmaya çalışılıyor.

Dinin bu yüzyılda yeniden siyaset alanına müdahil olmasını hazmedemeyen modern siyaset ortaçağda kiliseye karşı ilan etmiş olduğu zaferi İslam’a karşı korumakta zorlanıyor. Yaşanan vakıayı kendi kavramlarıyla tanımlayan modern siyaset metafizik kökenli anlayışlara alan bırakmamakta bu anlayışların yaşanılabilirliğini tartışmaktan bile kaçınmaktadır. Bunun yerine dini figür ve unsurları tüm yönetim alanlarından görünür olan ortamlardan dışlamaktadır. Bunun sonucunda en görünür dini simge olan başörtüsünü kendince tanımladığı tüm kamu alanlarından uzaklaştırmaktadır.

Mevlit kandili idi(Sahi neydi mevlit? Peygamberimizin sağlığında bir kutlama olmuş muydu? Sahabe de kutlar mıydı?) ve programlar yapılmalıydı tüm televizyonlarda yapıldı da. Peygamberin niçin gönderildiğine bir kaç cümle ile bile değinmeden. O(s.a.v.)’ın getirdiği şeriatın insanlığa bir müjde olduğu söylenseydi kendisinin âlemlere rahmet olmasının hikmeti anlatılsaydı ne kadar yerinde olurdu. Ama Kısa yoldan cennete gitmenin formülleri anlatılmalıydı, bir sayısalcı titizliğinde bu başarıldı da hoca efendilerimizce. Peygamberi görmek sahabe olmaktı, sahabeye ise
icon_allah.gif
cennet garantisi vermişti. Biz uyanık adamlardık, canımızı bir kere peygamberi görse idik verirdik köylü kurnazlığı ile.

Güller alınıp dağıtılmalıydı, çünkü gül kokulu idi peygamberimiz. Ama Hz. Muhammed’in savaşlarda ter kokusu, kan kokusuna karışırdı. Bu aklımıza hiç gelmemeliydi, gelmedi de. Siz hala orada mısınız sözlerini duyar gibiyim. Birçok özgürlüğü tattığımız(!) AKP ve AB sürecinde savaşta neymiş! Yoksa El kaideci(!),Hizbullahçı(!),Hamasçı(!) oluruz birilerinin gözünde.

Hz. Peygamber anılmalıdır. Kuran okurken, ibadetlerimizde süreklileştirilmeli, ancak belli günlere hapsederek değil, Onun(s.a.v.)la bir benzeşme çabamız olmalıdır ki bu imani bir zorunluluktur. Her olay karşısında, O(s.a.v.) olsa idi nasıl davranırdı sorusunun karşılığını aramalıyız. Aranmalı ve nebevi bir ahlak kuşanmalıyız. Hz. Muhammed (sav) bizim için bir gülcü baba değil, yaşamımızın rehberi, doğrularımızın bir aynasıdır. Onu herhangi bir idol, mistik bir unsur olarak görmek yerine, O’na Kur’an’ın işaret ettiği gibi usvet’ul- hasene olarak iman etmeliyiz.
 
Üst Ana Sayfa Alt