Ve Aleykum'us Selam ve Rahmetullahi ve Berakatuhu. (Aşağıdaki yazı birçok konuyu ihtiva etmektedir.)
İMAM EBÛ HANÎFE'NİN İTİKADI (V. 150 H.)
A. İmam Ebû Hanîfe'nin Tevhide Dair Görüşleri
A.1. Yüce Allah'ın Tevhidi, Şer'î Tevessül ve Bid'at Tevessül
1. Ebû Hanîfe dedi ki:
"Bir kimsenin Yüce Allah'a ancak onu vesile kılarak ve ancak Yüce Allah'ın şu buyruğundan anlaşıldığı üzere emrolunmuş ve izin verilmiş surette dua etmesi gerekir:
"En güzel isimler Allah'ındır. O halde O'na bunlarla dua edin. Onun isimlerinde eğriliğe sapanları terkedin. Onlar yapmakta olduklarının cezasını çekecektir."(el-A'raf, 7/180) (ed-Durru'l-Muhtar maa Haşiyeti Reddi'I-Muhtar (VI, 396-397)
2. Ebû Hanîfe dedi ki:
"Dua eden kimsenin filânın hakkı için yahut peygamberlerinin ve rasûllerinin hakkı için Beyt-i Haram'ın ve Meş'ar-i Haram'ın hakkı için senden dilekte bulunuyorum demesi mekruhtur."(Şerhu'l-Akîdeti't-Tahâviyye, s. 234; İthafu's-Saâdeti'l-Muttakîn, II, 285; Aliyyu'l-Kârî, Şerhû'l-Fıkhi'l Ekber, s. 198)
3. Ebû Hanîfe dedi ki:
"Herhangi bir kimsenin Allah'a ancak onu vesile ederek dua etmesi gerekir. Bir kimsenin senin Arşının izzet noktaları hakkı için yahutta mahlukatının hakkı için demesini mekruh görüyorum." (et-Tevessulu ve'l-Vesile, s. 82; Ayrıca bk. Şerhu'l-Fıkhi'l-Ekber, s. 198)
(İmam Ebû Hanîfe ile Muhammed b. el-Hasen dua eden bir kimsenin:
"Allah'ım senin Arşının izzet noktaları hakkı için senden diliyorum" demesini mekruh görmüşlerdir. Çünkü böyle bir duaya izin verildiğine dair bir nass bulunmamaktadır. Ebû Yûsuf ise sünnette bu konuda bir nassa vâkıf olduğundan ötürü böyle bir duaya cevaz vermektedir. Vâkıf olduğu bu nassa göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şu duayı yaparmış:
"Allah'ım senden Arşının izzet noktalan ve kitabının rahmetinin son sınırlan hakkı için... diliyorum"... el-Binaye, IX, 382'de ve Nasbu'r-Raye, IV, 272'de belirtildiği gibi Beyhaki, Kitabu'd-Daavat el-Kebire'de rivayet etmiştir. Ancak bu hadisin senedinde tenkid edilmiş üç nokta vardır:
1. Davud b. Ebî Asım'ın İbn Mes'ud'dan hadis dinlememiş olduğu,
2. Abdu'l-Melik b. Cureyc hem tedlis yapan, hem mürsel rivayetler nakleden birisidir.
3. Ömer b. Harun yalancılıkla itham edilmiş birisidir. Bundan dolayı İbnu'l-Cevzî, el-Binaye, IX, 382'de belirtildiği üzere: "Bu hadis hiç şüphesiz uydurmadır, senedi de gördüğün gibi boştur" demiştir. Bk. Tehzibu't-Tehzib, III, 189, VI, 405, VII, 501 Takribu't-Tehzib, I, 520)
A.2. Yüce Allah'ın Sıfatları ve Cehmiye'ye Cevab
4. Ebû Hanîfe dedi ki:
"Yüce Allah yaratılmışların sıfatları ile nitelendirilemez. Onun gazabı ve rızası kendisine ait ve nasıllığı tarafımızdan bilinemeyen iki sıfattır. Ehl-i sünnet ve'l-cemaatin görüşü budur. O gazab da eder, razı da olur. Onun gazabı cezalandırması, rızası da sevap ve mükafatıdır denilemez. Biz onu kendi zatını nitelendirdiği gibi nitelendiririz. O Ehaddir (bir ve tektir), Sameddir (kimseye muhtaç olmayandır), doğurmamıştır, doğmamıştır ve onun eşi benzeri hiç kimse yoktur, o hayydır, kadîrdir, semîdir, basîrdir, alîmdir. Allah'ın eli onların eli üstündedir, fakat onun eli yarattıklarının eli gibi değildir, yüzü de yarattıklarının yüzü gibi değildir." (el-Fıkhu'l-Ebsat, s. 56)
5. Ebû Hanîfe dedi ki:
"Yüce Allah'ın Kur'ân-ı Kerim'de de belirttiği gibi eli, yüzü ve nefsi vardır. Yüce Allah'ın Kur'ân-ı Kerim'de söz konusu ettiği yüz, el ve nefis ona ait nasıllığı bizce bilinemeyen sıfatlardır. Onun eli, kudreti ya da nimetidir denilmez. Çünkü o takdirde bu sıfatın iptali söz konusudur. Bu ise (sıfatların iptali) kaderiyyecilerin ve mutezile mensuplarının görüşüdür." (el-Fıkhu'l-Ekber, s. 302)
6. Ebû Hanîfe dedi ki:
"Herhangi bir kimsenin Allah'ın zatı hakkında (kendiliğinden) bir şeyler söylememesi gerekir. Aksine o Allah'ı kendi zatını nitelendirdiği vasıflarla vasfeder. Kendi görüşünden hareketle onun hakkında hiçbir şey söylemez. Âlemlerin Rabbi olan Allah bundan pek yücedir, pek mübarektir."(Şerhu'l-Akideti't-Tahaviye, II, 427, Tahkik: Dr. et-Türki; Celâu'l-Ayneyn, s. 368)
7. Yüce Allah'ın "inmesi" hakkında kendisine soru sorulunca:
"O nasıllığı bizce bilinmeyen bir şekilde"diye cevap vermiştir.
(Akidetu's-Selef Eshabu'l-Hadis, s. 42, Daru's-Selefiye baskısı; Beyhaki, el-Esmau ve's-Sıfat, s. 456 -Bu rivayet hakkında el-Kevseri herhangi bir şey söylememiştir.-; Şerhu'l-Akideti't-Tahaviyye, s. 245, Tahric: el-Elbânî; el-Kari, Şerhu'l-Fıkhi'l-Ekber, s. 60)
(Sahabeden bir topluluk tarafından sahih senedler ile rivayet edilmiş ve mutevatir derecesine yükselmiş hadiste şöyle buyurulmaktadır:
"Yüce Allah her gecenin son üçte biri kalınca dünya göğüne iner..."
İmam Ebû Hanîfe'ye Yüce Allah'ın bu "inişi" hakkında sorulmuştur.)
8. Ebû Hanîfe dedi ki:
"Yüce Allah'a (eller) yukarı doğru (kaldırılarak) dua edilir. Aşağıdan dua edilmez. Çünkü aşağıda olmanın rububiyyet ve uluhiyyetin herhangi bir niteliği ile hiçbir ilgisi yoktur." (el-Fıkhu'l-Ebsat, s. 51)
9. Yine Ebu Hanife dedi ki:
"O gazab da eder, razı da olur. Onun gazabı cezalandırması, rızası da mükâfatlandırmasıdır denilemez." (el-Fıkhu'l-Ebsat, s. 56, Kitabın muhakkiki el-Kevseri bu söz hakkında herhangi bir şey dememiştir.)
10. Ebû Hanife dedi ki:
"O mahlukatından hiçbir şeye benzemediği gibi mahlukatından hiçbir şey de ona benzemez. O ezelden beri isim ve sıfatlarına sahip olduğu gibi ebediyyen de böyledir." (el-Fıkhu'l-Ekber, s. 301)
11. Dedi ki:
"Onun sıfatları yaratılmışların sıfatlarına benzemez. O bilir fakat onun bilmesi bizim bilmemiz gibi değildir. O muktedirdir fakat bizim kudretimiz gibi değil. O görür fakat bizim görmemiz gibi değil. O işitir fakat bizim işitmemiz gibi değil. O konuşur fakat bizim konuşmamız gibi değil." (el-Fıkhu'l-Ekber, s. 302 )
12. Dedi ki:
"Yüce Allah asla yaratılmışların nitelikleriyle nitelendirilmez." (el-Fıkhu'l-Ebsat, s. 56)
13. Dedi ki:
"Allah'ı insanlara ait herhangi bir özellikle nitelendiren bir kimse kâfir olur." (el-Akidetu't-Tahaviyye, Talik: el-Elbânî, s. 25)
14. Dedi ki:
"Sıfatları zati ve fiili sıfatlar (olmak üzere iki türlü)'dır.
Zatî sıfatlar hayat, kudret, ilim, kelâm, semi', basar ve iradedir.
Fiilî sıfatlar ise yaratmak, rızıklandırmak, var etmek (inşâ), ibda (yoktan ve benzersiz modelsiz yaratmak), sun' ve buna benzer fiilî sıfatları vardır. O bütün isim ve sıfatlarına ezelden beri sahiptir ve ebediyyen böyle kalacaktır." (el-Fıkhu'i-Ekber, s. 301)
15. Dedi ki:
"O fiiliyle ezelden beri faildir. Fiil onun ezelden beri bir sıfatıdır. Fail Yüce Allah'ın kendisidir. Fiil ezelden beri o'nun sıfatıdır. Mef'ul (fiilden etkilenerek var olan) ise mahluktur. Yüce Allah'ın fiili ise mahluk değildir." (el-Fıkhu'l-Ekber, s. 301)
16. Dedi ki:
"Ben Rabbimin gökte mi yoksa yerde mi olduğunu bilemiyorum diyen bir kimse kâfir olur. Aynı şekilde o Arşın üzerindedir amma Arş gökte midir yoksa yerde midir bilemiyorum diyen kimse de böyledir."
(el-Fıkhu'l-Ebsat, s. 46 Buna benzer ifadeleri Şeyhu'l-İslam İbn Teymiye, Mecmûu'l-Fetâvâ (V, 48)da, İbnu'l-Kayyim, İctimau'l-Cuyuşi'l-İslâmiyye (s. 139)da Zehebî, el-Uluvv (s. 101-102)de, İbn Kudame, el-Uluvv (s. 116)de, İbn Ebi'l-lzz, Şerhu't-Tahâviyye, (s. 301 )de nakletmişlerdir.)
17. Kendisine: İbadet ettiğin ilahın nerededir? diye soran kadına da şu cevabı vermiştir:
"Şüphesiz Yüce Allah yerde değil, göktedir. Bir adam kendisine:
Yüce Allah'ın:
"Ve o sizinle beraberdir." (Hadid, 57/4) buyruğu hakkında ne dersin deyince ona şu cevabı vermiştir:
Bu senin yanında olmadığın kimseye:
Ben seninle beraberim diye bir mektub yazmana benzer." (el-Esmau ve's-Sıfat, s. 429)
18. Yine şöyle demiştir:
"Allah'ın eli onların ellerinin üzerindedir fakat onun eli mahlukatının eli gibi değildir." (el-Fıkhu'l-Ebsat, s. 56)
19. Yine dedi ki:
"Şüphesiz Yüce Allah yerde değil, göktedir.Bir adam kendisine:
Peki Yüce Allah'ın:
"Ve o sizinle beraberdir." (Hadid, 57/4) buyruğu hakkında ne dersin? deyince şu cevabı verdi:
"Bu senin yanında bulunmadığın bir kimseye: Ben seninle beraberim diye mektup yazmana benzer." (el-Esmau ve's-Sıfat, II, 170)
20. Yine dedi ki:
"O henüz Mûsâ aleyhisselâm ile konuşmadan önce de (ezelden) mütekellim idi." (el-Fıkhu'l-Ekber, s. 302)
21. Yine dedi ki:
"O kendine has kelâmıyla mütekellimdir. Kelâm onun ezelden beri bir sıfatıdır." (el-Fıkhu'l-Ekber, s. 301)
22. Dedi ki:
"O konuşur fakat bizim konuşmamız gibi değil." (el-Fıkhu'l-Ekber, s. 302)
23. Dedi ki:
"Mûsâ aleyhisselâm Yüce Allah'ın kelâmını işitti. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
"Allah Mûsâ ile özel bir şekilde konuştu."(Nisa, 4/164)
Yüce Allah henüz Mûsâ aleyhisselâm ile konuşmadan önce de (ezelden) mütekellim idi." (el-Fıkhu'l-Ekber, s. 302)
24. Dedi ki:
"Kur'ân Allah'ın kelâmıdır. Mushaflarda yazılıdır, kalblerde ezberlenip bellenmiştir. Dillerde okunur, Peygamber sallallahu aleyhi ve selleme indirilmiştir."(el-Fıkhu'l-Ekber, s. 301)
25. Yine dedi ki:
"Kur'ân yaratılmış (mahluk) değildir." (el-Fıkhu'l-Ekber, s. 301)
Kader İle İlgili Görüşleri
B. İmam Ebû Hanîfe'nin Kader ile İlgili Görüşleri
1. Bir adam İmam Ebû Hanîfe'ye gelerek onunla kader hususunda tartışmaya koyuldu. Ona şunları söyledi:
"Sen kader üzerinde düşünen kimsenin güneşin kendisine bakana benzediğini ve güneşe baktıkça şaşkınlığının da arttığını bilmiyor musun?" (Kalâidu Ukudi'l-lkyan, vr. 77 b)
2. İmam Ebû Hanîfe diyor ki:
"Yüce Allah, daha var olmalarından önce ezelden beri eşyayı biliyordu." (el-Fıkhu'l-Ekber, s. 302, 303)
3. Dedi ki:
"Yüce Allah var olmayanı var olmama halinde yok olarak bilir. Onu varedeceği takdirde nasıl olacağını da bilir. Yüce Allah var olanı varlığı halinde var olarak bilir. Onun nasıl yok olacağını da bilir." (el-Fıkhu'l-Ekber, s. 302-303)
4. İmam Ebû Hanîfe diyor ki:
"Onun kaderi Levh-i Mahfuzdadır." (el-Fıkhu'l-Ekber, s. 302)
5. Dedi ki:
"Yüce Allah'ın kaleme yazmasını emrettiğini, kalemin: Neyi yazayım Rabbim dediğini, Yüce Allah'ın: "Kıyamet gününe kadar olacak olan her şeyi yaz"dediğini ikrar ve kabul ederiz. Çünkü Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
"İşledikleri her şeyde defterlerdedir. Küçük büyük herşey satır satır yazılıdır." (Kamer, 54/52 53) (el-Vasiyye (şerhi ile) s. 21)
6. İmam Ebu Hanife dedi ki:
"Dünyada da ahirette de o dilemedikçe hiçbir şey olmaz." (el-Fıkhu'l-Ekber, s. 302)
7. İmam Ebû Hanîfe diyor ki:
"Yüce Allah eşyayı yokken var etti." (el-Fıkhu'l-Ekber, s. 302)
8. Dedi ki:
"Allah varlıkları yaratmadan önce de hâlık (yaratıcı) idi." (el-Fıkhu'l-Ekber, s. 304)
9. Dedi ki:
"Bizler kulun amelleriyle ikrar ve marifetiyle de mahluk olduğunu kabul ve ifade ederiz. Fail (işi yapan) fiilleriyle yaratılmış olduğuna göre fiillerinin de yaratılmış olması öncelikle söz konusudur." (Vasiyye -şerhi ile- s. 14)
10. Dedi ki:
"Kulların hareket ve sükûn türünden bütün fiilleri onların kesbi (kazanması)dır. Yüce Allah da onların yaratıcısıdır. Hepsi de onun meşieti (dilemesi), ilmi, kaza ve kaderi iledir." (el-Fıkhu'l-Ekber, s. 303)
11. İmam Ebû Hanîfe dedi ki:
"Kulların hareket ve sükûn (hareketsizlik) gibi bütün fiilleri gerçek anlamıyla onların kesbleri (kazanımları)'dir. Yüce Allah da onların yaratıcısıdır. Hepsi onun meşieti (dilemesi), ilmi, kaza ve kaderi iledir. İtaatlerin tamamı da Allah'ın sevmesi, rızası, ilmi, meşieti, kaza ve kaderi ile ve onun emri ile vacibtir. Bütün masiyetler de onun ilmi, kazası, takdiri ve meşieti ile olmakla birlikte; onları sevmesi, onlardan razı olması ve onları emretmesiyle değildir." (el-Fıkhu'l-Ekber, s. 303)
12. Yine dedi ki:
"Yüce Allah insanları küfür ve imandan azade olarak yaratmıştır." (Doğrusu şöyle olmalıdır: "Yüce Allah insanları İslam fıtratı üzere yaratmıştır." Nitekim Ebû Hanîfe bunu bundan sonraki sözleriyle açıklayacaktır.)
Sonra onlara hitapta bulundu, onlara emirler verdi, yasaklar koydu. Kâfir olan kendi fiili, inkârı ve hakkı reddetmesi, Yüce Allah'ın da onu yardımsız bırakmasıyla kâfir olur. İman eden kimse de kendi fiiliyle, ikrarıyla Yüce Allah'ın tevfiki ve ona yardım etmesi ile iman eder."(el-Fıkhu'l-Ekber, s. 302-303)
13. Dedi ki:
"Adem'in soyundan gelecek olanları sulbünden zerrecikler şeklinde çıkardı. Onlara akıl verdi, onlara hitab etti. Onlara imanı emretti, küfrü yasakladı. Onlar da onun rububiyyetini kabul ettiler. Bu onların iman etmeleri demekti. İşte onlar bu fıtrat üzere doğarlar. Bundan sonra kâfir olanlar ise değiştirmiş ve değişiklik yapmış olurlar. İman edip tasdik edenler ise o ahid üzere sebat etmiş ve devam etmiş olur."(el-Fıkhu'l-Ekber, s. 302)
14. Dedi ki:
"Eşyayı takdir edip onların hakkında hükmünü veren odur. Dünyada da, ahirette de onun meşîeti (iradesi), ilmi, kazası, kaderi ve Levh-i Mahfuzda yazması ile olmadıkça hiçbir şey olmaz." (el-Fıkhu'l-Ekber, s. 302)
15. Dedi ki:
"Yarattıklarından hiçbir kimseyi kâfir olmaya ya da iman etmeye mecbur etmez. Onları şahıslar halinde yaratmıştır. İman ve küfür kulların fiilidir. Yüce Allah kâfir olanı küfür halinde kâfir olarak bilir. Bundan sonra iman edecek olursa onu mü'min olarak bilir ve onu sever. (Bütün bunlar sebebiyle de) ilminde herhangi bir değişiklik söz konusu olmaz." (el-Fıkhu'l-Ekber, s. 303)
İmâna Dair Görüşleri
C. İmam Ebû Hanîfe'nin İmâna Dair Görüşleri
1. Dedi ki:
"İman ikrar ve tasdikten ibarettir."(el-Fıkhu'l-Ekber, s. 304)
2. Dedi ki:
"İman dil ile ikrar, kalb ile tasdiktir. Tek başına ikrar iman olmaz. (Vasiyet-şerhi ile-, s. 2)
Tahâvî de bunu Ebû Hanîfe'den ve onun arkadaşından nakletmiş bulunmaktadır. (el-Akidetu't-Tahaviyye -şerhi ile-, s. 360)
3. Ebû Hanîfe dedi ki:
"İman artmaz ve eksilmez." (Vasiyet -şerhi ile-, s. 3)
Derim ki: İmanın artıp eksilmeyeceğine dair görüşü ile imanın neye ad olduğu ve imanın kalb ile tasdik, dil ile ikrardan ibaret olup amelin imanın hakikati dışında olduğuna dair görüşü ile İmam Ebû Hanîfe'nin iman ile ilgili itikadî kanaati ile Malik, Şafiî, Ahmed, İshak, Buhârî ve diğer İslam önderlerinin bu husustaki itikadî kanaati birbirinden ayrılmaktadır. Ebû Hanîfe'nin görüşü doğru olmaktan uzaktır. Fakat her iki halde de o ecir almıştır. İbn Abdi'l-Berr ve İbn Ebi'l-İzz, Ebû Hanîfe'nin bu görüşünden döndüğünü hissettiren ifadeler nakletmişlerdir.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. (İbn Abdi'l-Berr, et-Temhid, IX, 247; Şerhu'l-Akideti't-Tahaviye, s. 395)
İmam Ebû Hanîfe'nin Ashab-ı Kiram'a Dair Görüşleri
D. İmam Ebû Hanîfe'nin Ashab-ı Kiram'a Dair Görüşleri
1. İmam Ebû Hanîfe dedi ki:
"Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in ashabından hiçbir kimseden hayırdan başkası ile söz etmeyiz." (el-Fıkhu'l-Ekber, s. 304)
2. Dedi ki:
"Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in ashabından hiçbirisinden teberri edip uzaklaşmadığımız gibi kimilerini dışarda tutarak, kimilerini de veli bilmeyiz (hepsini veli biliriz.)" (el-Fıkhu'l-Ebsat, s. 40)
3. Diyor ki:
"Onlardan herhangi birisinin Rasûlullah ile birlikte geçirdiği bir an dahi, bizden herhangi bir kimsenin ne kadar uzun olursa olsun ömür boyu amelinden daha hayırlıdır." (el-Mekki, Menakıbu Ebî Hanife, s. 76)
4. Dedi ki:
"Peygamberimiz Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem'den sonra bu ümmetin en faziletlisinin Ebu Bekir es-Sıddîk olduğunu, sonra Ömer, sonra Osman, sonra da Ali -Allah hepsinden razı olsun- olduğunu ikrar ve ifade ederiz."(Vasiyet -şerhi ile-, s. 14)
5. Dedi ki:
"Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'den sonra insanların en faziletlisi Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali'dir. Ayrıca Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in bütün ashabı hakkında onları güzel bir şekilde anmaktan başka bir şey söylemeyiz." (en-Nuru'l-Lami', vr. 119 b'de ondan nakledildiği gibi.)
İmam Ebû Hanîfe'nin Kelâm ve Din Hususunda Tartışmaları Yasaklayışı
E. İmam Ebû Hanîfe'nin Kelâm ve Din Hususunda Tartışmaları Yasaklayışı
1. İmam Ebû Hanîfe dedi ki:
"Basra'da heva sahipleri pek çoktur. Oraya yirmi küsur defa girip çıktım. Kimi zaman orada bir sene, kimi zaman daha fazla veya daha az bir süre kaldım. O zamanlar kelâm ilminin ilimlerin en üstünü olduğunu zannediyordum." (el-Kürdi, Menakibu Ebî Hanife, s. 137)
2. Dedi ki:
"Kelâm ilmini tetkik eder dururdum. O kadar ki bu hususta parmakla gösterilecek seviyeye kadar ulaştım. Hammad b. Ebî Süleyman'ın halkasına yakın bir yerde oturuyorduk. Yanıma bir kadın gelerek dedi ki:
Bir adamın cariye bir hanımı olup onu sünnete uygun boşamak isterse kaç talak ile onu boşar. Ona ne söyleyeceğimi bilemedim. Kendisine Hammad'a gidip sormasını sonra da dönüp bana verdiği cevabı bildirmesini söyledim. Kadın gidip Hammad'a sordu. Hammad dedi ki:
Kadını önce ay halinden temizlendikten sonra ve onunla cima etmeden bir defa boşar. Sonra iki defa ay hali oluncaya kadar ona ilişmez. Kadın (son ay halinden temizlenip) gusletti mi başka bir koca ile evlenmesi helal olur. Kadın dönüp bana söylediğini bildirdi. Ben de kendi kendime:
Kelâm ilmine ihtiyacım yoktur, deyip ayakkabılarımı alarak Hammad'ın ders halkasına oturdum."(Târîhu Bağdad, XIII, 333)
3. Dedi ki:
"Allah Amr b. Ubeyd'e lanet etsin. Çünkü o insanlara hakkında söz söylemelerinin kendilerine hiçbir fayda sağlamayacağı kelâma giden yolu açmıştır." (el-Herevî, Zemmu'l-Kelâm, s. 28-31)
Bir adam kendisine bir soru sorarak:
İnsanların arazlar ve cisimler hakkında sonradan ortaya koydukları söz ve açıklamalar (kelâm) hakkında ne dersin? dedi. Şunları söyledi:
"Bunlar felsefecilerin görüşleridir. Sen rivayetlere ve selefin yoluna tabi ol. Sonradan ortaya çıkartılmış her bir şeyden uzak dur. Çünkü sonradan çıkartılanlar bid'attir."(el-Herevî, Zemmu'l-Kelâm, vr. 194 b)
4. Ebu Hanife'nin oğlu Hammad dedi ki:
"Bir gün babam -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- yanıma geldi. Yanımda kelâm ile uğraşanlardan bir topluluk da vardı. O sırada bir husus hakkında yüksek sesle tartışıyorduk. Onun evde olduğunu farkedince yanına çıktım. Bana:
Ey Hammad yanında kimler var dedi. Ben:
Filan, filan ve filan diyerek yanımda bulunanların adını verdim. Peki neyi konuşuyorsunuz dedi. Ben:
Şu şu hususları konuşuyoruz dedim. Bana dedi ki:
Ey Hammad kelâmı bırak. (Hammad devamla) dedi ki:
Ben babamın işleri birbirine karıştırdığını hiç görmediğim gibi bir işi emredip sonra da o işi yasakladığını da görmemiştim. Bunun üzerine ona dedim ki:
Babacığım sen daha önce bana kelâm ile uğraşmayı emretmiyor muydun? Şu cevabı verdi:
Evet, fakat evladım bugün ben sana kelâmla uğraşmayı yasaklıyorum. Niye? diye sordum şu cevabı verdi:
Evladım çeşitli kelâmî meseleler hakkında ihtilafa düştüğünü gördüğün bu kimseler bir görüş etrafında birleşmiş ve tek bir din üzere idiler. Nihayet şeytan onları birbirlerinden uzaklaştırdı, aralarına düşmanlığı ve ayrılığı soktu, onlar da sonunda ayrılığa düştüler..." (el-Mekkî, Menakibu Ebî Hanîfe, s. 183-184)
5. Ebu Hanîfe, Ebû Yusuf'a dedi ki:
"Dinin esasları ile ilgili avama kelâm esaslarına göre sakın konuşmayasın. Çünkü onlar seni taklid eden bir topluluktur. O takdirde onlar da kelâmla uğraşırlar."(el-Mekkî, Menakibu Ebî Hanîfe, s. 373)
İşte Ebû Hanife'nin bu sözleri onun dinin esasları ile ilgili meselelere dair akîdesini, kelâma ve kelâmcılara karşı tavır ve tutumunu açıkça ortaya koymaktadır.
----------------------------------------------------------------
İmam Malik'in Tevhide Dair Görüşleri
1. El-Herevî'nin rivayetine göre Şafiî şöyle demiştir:
Malik'e kelâm ve tevhide dair soru soruldu. Malik dedi ki:
"Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in ümmetine istincânın nasıl yapılacağını öğretip tevhidi öğretmemesi imkansızdır. Tevhid Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in:
"Ben; Allah'tan başka ibadete layık hiç bir ilah yoktur deyinceye kadar insanlarla savaşmakla emrolundum."(*) sözleriyle ifade ettiği şeydir.
Kendisi sebebiyle malın ve kanın korunduğu şey, tevhidin hakikatini ifade eder."
(Zemmu'l-Kelâm, vr. 210)
(*)(Buhârî, Zekat, Babu Vucubi'z-Zekat, III, 262, h. 1399; Müslim, İman, Babu'l-Emri bi Kıtali'n-Nas..., I, 5, h. 32; Nesai, Zekat, Babu Manii'z-Zekat, V, 14, h. 2443. Hepsi de Ubeydullah b. Abdullah b. Utbe b. Mes'ud'dan o Ebu Hureyre'den yoluyla rivayet etmişlerdir. Ebû Dâvûd, Cihad, Alâmâ Yukatelu'l-Muşrikûn, III, 101, h. 2640. Ebu Salih'den Ebu Hureyre'den yoluyla.)
2. Darakutnî'nin rivayetine göre el-Velid b. Müslim dedi ki:
Ben Malik'e, Sevrî'ye, Evzaî'ye ve Leys b. Sa'd'a (Allah'ın) sıfatlarına dair rivayet edilmiş haberler hakkında sordum da hepsi de:
"Onları geldikleri gibi kabul ediniz," dediler."(Darakutni, es-Sıfat, s. 75; el-Âcurrî, eş-Şeria, s. 314; Beyhaki, el-İtikad, s. 118; İbn Abdi'l-Berr, et-Temhid, VII, 149)
3. İbn Abdi'l-Berr dedi ki:
Malik'e: Allah kıyamet gününde görülecek mi diye soruldu. O: "Evet," dedi. Aziz ve celil olan Allah:
"O günde yüzler var ki apaydınlıktır, Rablerine bakıcıdırlar."(Kıyame, 75/22-23) diye buyurmaktadır.
Bir başka topluluk hakkında da şöyle buyurmaktadır:
"Hayır, muhakkak ki onlar o günde Rablerinden elbette perdelenmiş olacaklardır." (Mutaffifin, 83/15) (el-intika, s. 36)
Kadı lyad, Tertibu'l-Medârik'de ( II, 42) İbn Nafi'den ve Eşheb'den şunları nakleder:
-Biri diğerinin nakillerinden bazı yerlerde fazla lafızlar ilavesiyle-:
Ey Abdullah'ın babası"o günde yüzler var ki apaydınlıktır, Rablerine bakıcıdırlar." (Kıyâme, 75/22-23)diye buyurulmaktadır. Onlar Allah'a mı bakacaklar?
İmam Malik:
"Evet şu iki gözleriylededi.
Ben kendisine:
Bazıları Allah'a bakılmaz derler. Burada "bakıcı" sevabı bekleyici anlamındadır, diyorlar. Dedi ki: Yalan söylemişlerdir. Aksine Allah'a bakılacaktır. Sen Musa aleyhisselâm'ın:
"Rabbim bana kendini göster de sana bakayım." (Araf, 7/143) dediğine dikkat etmez misin? Musa'nın Rabbinden imkansız bir şeyi istediğini uygun görebilir misin? Bunun üzerine Allah kendisine:
"Beni asla göremezsin..." (Araf, 7/143)
Yani dünyada (göremezsin), dedi. Çünkü dünya bir yok oluş yurdudur. Yok olup fani olacak bir şey ile kalıcı olana bakılmaz. O bakımdan kalıcılık yurduna girecek olurlarsa kalıcı olan ile kalıcı olana bakabileceklerdir.
Ayrıca Yüce Allah:"Hayır muhakkak ki onlar o günde Rablerinden elbette perdelenmiş olacaklardır." (Mutaffifin, 83/15)diye buyurmuştur."
(İmam Malik'ten "İbn Nafi" adı ile rivayet nakledenler iki kişidir.
Birincisi Abdullah b. Nafi b. Sabit ez-Zubeyrî Ebu Bekr el-Medenî'dir. İbn Hacer onun hakkında şunları söylüyor:
"Doğru sözlü birisidir. 216 h. yılında vefat etmiştir."
İkincisi ise Abdullah b. Nafi b. Nafi el-Mahzumî'dir. Onların azadlıları olup künyesi Ebu Muhammed el-Medenî'dir. İbn Hacer onun hakkında şunları söylemektedir:
"Sika birisidir. Yazdıkları sahihtir. Fakat hıfzında bir parça gevşeklik vardır. H. 206 yılında vefat etmiştir. Daha sonra vefat ettiği de söylenmiştir." (Takribu't-Tehzib, I, 445-456; Tehzibu't-Tehzib, VI, 50-51)
(Eşheb b. Abdu'l-Aziz b. Davud el-Kaysi Ebu Ömer el-Mısri'dir. İbn Hacer onun hakkında şunları söyler:
"Sikadır, fakihtir. 204 h. yılında vefat etmiştir." (Takribu't-Tehzib, I, 80) Biyografisi için bk. Tehzibu't-Tehzib, I, 359)
4. Ebu Nuaym, Cafer b. Abdullah'tan şöyle dediğini rivayet etmektedir:
Malik b. Enes'in yanında idik. Ona bir adam gelerek:
Ey Ebu Abdullah dedi. Rahman olan Allah Arşa istiva etti (diye buyurulmaktadır). Peki nasıl istiva etti?
İmam Malik bu sorudan kızdığı kadar hiçbir şeye kızmamıştı. Yere baktı elinde bulunan bir sopa ile yere vurmaya başladı. Nihayet onu bir ter bastı. Daha sonra başını kaldırıp elindeki sopayı attı ve şöyle dedi:
"Onun keyfiyyeti / nasıllığı akıl ile kavranılamaz. Onun istivası bilinmeyen bir şey değildir. Ona iman farzdır. Ona dair soru sormak bid'attir. Zannederim sen bid'atçi birisisin", dedikten sonra emir vererek dışarı çıkartıldı."
(Hilye, VI, 235-236. Aynı şekilde Sabuni, Akîdetu's-Selef Ashabi'l-Hadis, s. 17-18'de Cafer b. Abdullah, Malik'ten yoluyla, İbn Abdi'l-Berr, etTemhid, VII, 151 'de Abdullah b. Nafi o Malik'ten yoluyla Beyhaki, el-Esma ve's-Sıfat, s. 408'de Abdullah b. Vehb, Malik'ten yoluyla rivayet etmişlerdir. Hafız İbn Hacer, Fethu'l-Bari, XIII, 406-407'de "isnadı ceyyiddir" demiş, Zehebî, el-Uluvv, s. 103'de sahih olduğunu söylemişti.)
5. Ebu Nuaym, Yahya b. er-Rabi'den şöyle dediğini rivayet etmektedir:
Malik b. Enes'in yanında bulunuyordum. Huzuruna bir adam girdi ve:
Ey Ebu Abdullah dedi. Kur'ân mahluktur, diyen bir kimse hakkında ne dersin?
Malik: "O bir zındıktır. Onu öldürün", diye cevap verdi.
Adam: Ey Ebu Abdullah dedi. Ben gerçekten duyduğum bir sözü naklediyorum. O:
"Ben bu sözü hiç kimseden duymadım. Bunu ancak senden duyuyorum", diye cevap verdi ve bu sözü çok büyük bir iş olarak değerlendirdi."
(Hilye, VI, 325; Lalekâi, Şerhu Usûli itikadi Ehli's-Sunneti ve'l-Cemaa, I, 249'da Ebu Muhammed Yahya b. Halef, Malik'ten yoluyla Kadı lyad, Tertibu'l-Medârik, II, 44'de zikretmişlerdir.)
( Zındık: Farsçadan Arapçaya girmiş bir kelimedir. Müslümanlar önceleri Maniheizme uygun olarak aydınlık ve karanlık unsurlarını esas kabul eden kimseleri ve başkalarını anlatmak üzere kullanmışlardır. Daha sonra bu anlam genişleyerek Dehrileri, Mülhidleri ve diğer sapık itikad müntesiblerini de kapsadı. Hatta şüpheciler ve fikri ve ameli olarak dinin hükümlerinin dışına çıkan herkes hakkında kullanılmaya başlamıştır. Bk. el-Mevsuatu'l-Muyessera, I, 929; Abdu'r-Rahman Bedevî, Tarihu'l-İlhad, s. 14-32)
6. İbn Abdi'l-Berr, Abdullah b. Nafi'den şöyle dediğini rivayet etmektedir:
Malik b. Enes şöyle diyordu:
"Her kim Kur'ân mahluktur derse o canı acıtılana kadar dövülür ve ölünceye kadar hapsedilir." (el-İntika, s. 35)
7. Ebû Dâvûd, Abdullah b. Nafi'den şöyle dediğini rivayet etmektedir:
Malik dedi ki:
"Allah göktedir. İlmi ise her yerdedir."
(Ebû Dâvûd, Mesailu'l-İmam Ahmed, s. 263; Abdullah b. Ahmed, es-Sunne, s. 11 -eski baskı-; İbn Abdi'l-Berr, et-Temhid, VII, 138)
İmam Malik'in Kadere Dair Görüşleri
1. Ebu Nuaym, İbn Vehb'den75 dedi ki:
"Malik'i bir adama şunları söylerken dinledim:
Sen dün bana kader hakkında sormuştun (öyle mi)? Adam: Evet deyince Malik şunları söyledi:
Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
"Eğer biz dileseydik her nefse elbette hidayetini verirdik. Fakat benden sadır olan: "Cehennemi bütünü ile cinlerden ve insanlardan elbette dolduracağım " sözü hak olmuştur."(Secde, 32/13)
O halde Yüce Allah'ın dediğinin gerçekleşmesi kaçınılmaz bir şeydir."(Hilye, VI, 326)
(İbn Vehb; Abdullah b. Vehb el-Kuraşî'dir. Kureyş'in azadlısı ve Mısırlıdır. İbn Hacer onun hakkında şunları söylemiştir: "Fakih, sika, Hafız ve Abid birisi idi. 197 h. yılında vefat etmiştir." (Takribu't-Tehzib, I, 460)
2. Kadı lyad dedi ki:
İmam Malik'e kaderiye kimlerdir diye soruldu. O: "(Allah) masiyetleri yaratmamıştır diyen kimselerdir" diye cevap verdi.
Yine ona kaderiyenin kimler olduğuna dair soru soruldu şöyle dedi:
Onlar: "İstitaat (amele güç yetirebilmek) kendilerine verilmiştir. Dilerlerse itaat ederler, dilerlerse isyan ederler diyen kimselerdir."(Tertibu'l-Medarik, II, 48; Ayrıca bk. Şerhu Usuli itikadi Ehli's-Sünneti ve'l-Cemaa, II, 701)
3. İbn Ebi Asım, Said b. Abdu'l-Cebbar'dan şöyle dediğini rivayet etmektedir:
Malik b. Enes'i şöyle derken dinledim:
"Onlar hakkındaki görüşüme göre onlardan tevbe etmeleri istenmelidir. Tevbe ederlerse mesele yok, aksi takdirde öldürülürler. -Kastettiği kimseler kaderiyeye mensub olanlardır.-" (İbn Ebi Asım, es-Sunne, I, 87-88; Aynı şekilde Ebu Nuaym, Hilye, VI, 326)
4. İbn Abdi'l-Berr dedi ki:
Malik dedi ki: "Ben kadercilere mensub kimi gördümse mutlaka bayağı, gelişigüzel hareket eden ve hafifliği olan bir kimseydi." (el-İntika, s. 34)
5. İbn Ebi Asım'ın rivayetine göre Mervan b. Muhammed et-Tatarî şöyle demiştir:
"Malik b. Enes'e kaderiyeye mensub bir kimseye kız vermeye dair soru soruldu. Bunun üzerine:
"Mü'min bir köle elbette müşrik bir erkekten daha hayırlıdır." (Bakara, 2/221) ayetini okudu."(İbn Ebi Asım, es-Sünne, I, 88; Hilye, VI, 326)
6. Kadı lyad dedi ki:
Malik dedi ki:
"(Bid'at görüşüne) davet edip propagandasını yapan kaderiyye mensubu kimsenin de haricînin de, rafızînin de şahitliği caiz değildir."(Tertibu'l-Medarik, II, 47 )
7. Kadı lyad dedi ki:
"Malik'e Kaderiye mensubu kimseler ile konuşmayı keselim mi? diye soru soruldu şöyle dedi:
"Eğer gitmekte olduğu yolu bilen birisi ise evet."
Bir başka rivayette şöyle cevap vermiştir:
"Onların arkasında namaz kılınmaz. Onların naklettikleri hadis kabul edilmez. Herhangi bir sınır karakolunda onlara yetişecek olursanız onları oradan çıkartınız." (Tertibu'l-Medarik, II, 47)
İmam Malik'in Îmâna Dair Görüşü
İbn Abdi'l-Berr, Abdu'r-Rezzak b. Hemmam'dan şöyle dediğini rivayet etmektedir:
"Ben İbn Cureyc'i, Süfyan es-Sevri'nin, Mamer b. Raşid'in, Sufyan b. Uyeyne'nin ve Malik b. Enes'in:
"İman söz ve ameldir. Artar ve eksilir."dediklerini dinledim." (el-lntıka, s. 34)
(İbn Cureyc; Abdullah b. Abdu'l-Aziz b. Cureyc er-Rumi el-Umevi el-Mekki diye bilinir. Umeyye oğullarının azadlısıdır. Zehebi onun hakkında şunları söyler:
"imam hafız Harem bölgesinin fakihi Ebu'l-Velid künyelidir." 150 h. yılında vefat etmiştir. (Tezkiratu'l-Huffaz, I, 169) Biyografisi için bk. Tarihu Bağdad, X, 300)
2. Ebu Nuaym, Abdullah b. Nafi'den şöyle dediğini rivayet etmektedir:
Malik b. Enes:
"İman söz ve ameldir", derdi. (Hilye, VI, 327)
3. İbn Abdi'l-Berr, Eşheb b. Abdu'l-Aziz'den şöyle dediğini rivayet etmektedir:
Malik dedi ki:
"İnsanlar (müslümanlar) onaltı ay boyunca Beytu'l-Makdis'e doğru namaz kıldılar. Daha sonra Beyt-i Haram'a dönmeleri emrolundu. Yüce Allah da:
"Allah imanınızı boşa çıkartacak değildir." (Bakara, 2/143) diye buyurdu. Bundan maksat da Beytu'l-Makdis'e doğru kıldığınız namazlardır.
Malik dedi ki:
Ben bununla Mürcie'nin:
Namaz imandan değildir, sözlerine dikkat çekiyorum." (el-lntıka, s. 34)
İmam Malik'in Ashab-ı Kiram Hakkındaki Sözleri
1. Ebu Nuaym, Abdullah el-Anberî'den dedi ki:
Malik b. Enes dedi ki:
Kim Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin ashabından herhangi birisinin şanını eksiltirse yahutta kalbinde onlara karşı bir kin beslerse müslümanlara ait olan fey'den onun hiçbir hakkı yoktur. Daha sonra Yüce Allah'ın:
"Onlardan sonra gelenler derler ki: "Rabbimiz, bizi ve bizden önce iman etmiş kardeşlerimizi mağfiret eyle, kalblerimizde iman edenlere karşı hiçbir kin bırakma..." (Haşr, 59/10) buyruğunu okudu. Buna göre kim onların şanını eksiltir yahutta kalbinde onlara karşı kin duyarsa o kimsenin fey'de herhangi bir hakkı yoktur. (Hilye, VI, 327)
(Abdullah el-Anberî; Abdullah b. Sevvar b. Abdullah el-Anberî el-Basrî'dir. Kadılık yapmıştır, ibn Hacer onun hakkında: "Sika birisidir. 228 h. yılında vefat etmiştir" demektedir. Vefatına dair başka tarihler de söylenmiştir. (Takribu't-Tehzib, I, 421; Tehzibu't-Tehzib, V, 248)
2. Ebu Nuaym, Zubeyr'in çocuklarından bir adamdan şöyle dediğini rivayet etmektedir:
"Bizler Malik'in yanında bulunuyorduk. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in ashabının şanını eksilten bir adamdan söz ettiler. Bunun üzerine Malik şu ayet-i kerimeyi okudu:
"Muhammed Allah'ın Rasûlüdür. Onunla birlikte olanlar kâfirlere karşı sert ve katı, kendi aralarında merhametlidirler. Sen onları rükû' ediciler ve secde ediciler, Allah'tan bir lütuf ve rıza isteyenler olarak görürsün. Secde izinden nişanları yüzlerindedir. Onların Tevrat'taki vasıfları budur. İncil'deki vasıflarına gelince o önce filizini yarıp çıkarmış, sonra onu gittikçe kuvvetlendirmiş, sonra kalınlaşıp gövdesi üzerine doğrulmuş, ekincilerin hoşuna giden bir ekin gibidir. Bununla kâfirleri öfkelendirmek için (bu misali verdi.)" (Feth, 48/29)
İmam Malik dedi ki:
"Her kimin kalbinde Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in ashabından herhangi bir kimseye karşı bir kin ve öfke olursa o bu ayet-i kerimenin musibetine uğrar."(Hilye, VI, 327)
(Bu ez-Zübeyr b. el-Avvam'ın çocuklarından (torunlarından) olup Malik b. Enes'e öğrencilik yapan ve ondan ilim belleyen kişi olup adı Abdullah b. Nafi b. Sabit b. Abdullah b. ez-Zubeyr b. el-Avvam'dır. Daha önceden de ona dair bilgi verilmiş bulunmaktadır. Mus'ab b. Abdullah b. Mus'ab ile ilgili tanıtıcı bilgi de biraz sonra gelecektir.)
3. Kadı lyad, Eşheb b. Abdu'l-Aziz'den şöyle dediğini nakletmektedir:
"Malik'in yanında bulunuyorduk. Bu sırada alevilerden (Ali b. Ebî Talib'in soyundan gelenlerden) bir adam onun yanı-başında durdu. Onun meclisine gider gelirlerdi. Bu zat ona:
Ey Abdullah'ın babası diye seslendi. Malik ona doğru baktı. Bir kimse yüksek sesle ona seslendi mi başını kaldırıp ona bakmaktan daha ileri derecede ona bir karşılık vermezdi. Ali b. Ebî Talib'in soyundan gelen bu zat ona dedi ki:
Ben seni yarın Allah'ın huzuruna varıp da bana soru soracak olursa, ben de kendisine bana Malik dedi diyerek seni benimle Allah arasında bir hüccet (delil) kılmak istiyorum.
Malik ona şöyle dedi: "Söyle."
Adam: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'den sonra insanların en hayırlısı kimdir? diye sordu.
Malik: Ebu Bekir'dir, dedi.
Ali soyundan gelen zat: Sonra kimdir diye sordu.
Malik: Sonra Ömer'dir, dedi.
Ali soyundan gelen zat: Sonra kimdir, diye sordu.
Malik: Haksızca öldürülmüş olan halife Osman'dır, dedi.
Ali soyundan gelen zat: Allah'a yemin ederim ebediyyen seninle birlikte oturmayacağım, dedi.
Bunun üzerine Malik ona:
Tercih yapmak senin hakkındır, diye cevap verdi."(Tertibu'l-Medarik, II, 44-45)
1. İbn Abdi'l-Berr, Mus'ab b. Abdullah ez-Zübeyrî'den dedi ki:
Malik b. Enes şöyle derdi:
"Din hakkında kelâm hoşuma gitmeyen bir şeydir. Bizim şehrimizin ahalisi hep ondan hoşlanmamışlardır ve onunla uğraşmayı yasaklaya gelmişlerdir. Cehm'in görüşü kader ve buna benzer her bir husustaki kelâm (söz söyleme) bu kabildendir. Ameli beraberinde getiren hususlar dışında kelâm sevilen bir şey değildir. Allah'ın dini ve aziz ve celil olan Allah'ın zatı hakkında kelâma gelince konuşmayıp susmayı daha çok severim. Çünkü ben bizim şehrimiz ahalisinin ameli gerektiren dışında din hakkında kelâmı yasakladıklarını gördüm."
(Câmiu Beyani'l-ilm, s. 415, Daru'l-Kutubi'l-lslamiyye baskısı.)
(Mus'ab b. Abdullah b. Mus'ab b. Sabit b. Abdullah b. ez-Zubeyr b. el-Avvam el-Esedi'dir. Medine'lidir. Bağdat'ta yerleşmiştir. İbn Hacer onun hakkında: "Doğru sözlüdür, neseb ilmini iyi bilen birisidir. 236 h. yılında vefat etmiştir" demektedir. (Takribu't-Tehzib, II, 252; Hayatı için bk. Tehzibu't-Teh-zib, X, 162)
2. Ebu Nuaym, Abdullah b. Nafi'den şöyle dediğini rivayet etmektedir:
Malik'i şöyle derken dinledim:
"Bir kimse Allah'a ortak koşmanın dışında bütün büyük günahları işlese ancak bu çeşitli heva ve bid'atlerden uzak kalsa -ve bu arada bazı sözler (kelâm)i de söz konusu etti- yine cennete girer." (Hilye, VI, 325)
3. el-Herevi, İshak b. İsa'dan şöyle dediğini rivayet etmektedir:
"Malik dedi ki:
Kim kelâm yoluyla dini öğrenmek isterse zındıklaşır, kim kimya (simyacılık) ile mal sahibi olmak isterse iflas eder, kim de hadisin garib lafızlarını öğrenmek isterse yalan söyler." (Zemmu'l-Kelâm, vr. 173 a)
(İshak b. İsa b. Necih el-Bağdadi. Onun hakkında İbn Hacer: "Doğru sözlüdür. 214 h. yılında vefat etmiştir" demektedir. (Takribu't-Tehzib, I, 60; Biyografisi için bk. Tehzibu't-Tehzib, I, 245)
4. Hatib, İshak b. İsa'dan dedi ki:
Malik b. Enes'in din hususunda tartışmaları ayıpladığını ve şöyle dediğini dinledim:
"Diğerinden daha çok mücadele ve tartışmayı beceren bir kimse her geldiğinde biz de Cebrail'in peygambere getirdiğini geri mi çevireceğiz?" (Şerefu Ashabu'l-Hadis, s. 5)
5. el-Herevî, Abdu'r-Rahman b. Mehdi'den şöyle dediğini rivayet etmektedir:
Malik'in huzuruna girdim. Yanında ona soru soran birisi vardı. Dedi ki:
"Muhtemelen sen Amr b. Ubeyd'in adamlarındansın. Allah Amr b. Ubeyd'e lanet eylesin. Çünkü o kelâmdan bid'at olan bu işi ortaya koymuş bulunmaktadır. Şayet kelâm bir ilim olsaydı ashab ve tâbiûn çeşitli ahkâm ve şer'i meseleler hakkında konuştukları gibi ona dair de bir şeyler söylerlerdi." (Zemmu'l-Kelâm, vr. 173 b)
6. el-Herevî, Eşheb b. Abdu'l-Aziz'den şöyle dediğini rivayet etmektedir:
Malik'i şöyle derken dinledim:
"Bid'atlerden çokça sakının."
Ona: Ey Abdullah'ın babası bid'atler nedir, diye soruldu. Şöyle dedi:
"Bid'at ehli kimseler Allah'ın isimleri, sıfatları, kelâmı, ilmi ve kudreti hakkında konuşup duran buna karşılık ashab-ı kiramın ve onlara güzel bir şekilde uyan tabiinin sustukları yerde susmayan kimselerdir."(Zemmu'l-Kelâm, vr. 173 a)
7. Ebu Nuaym, Şafiî'den şöyle dediğini rivayet etmektedir:
"Malik b. Enes'in yanına sapık bir fırka müntesibi olan bir kimse gelecek olursa şöyle derdi:
"Ben Rabbimden ve dinimden apaçık bir delil üzereyim. Sen ise şüphe eden birisisin. Bu sebeble şüphe eden bir başkasına git ve onunla tartış."(Hilye, VI, 324)
8. İbn Abdi'l-Berr, Malikî mezhebine mensup Mısırlı Ahmed b. Huveyzimendad'dan şöyle dediğini rivayet etmektedir:
el-Hilaf adlı kitabının icareler bahsinde dedi ki:
"Malik dedi ki:
"Heva ehlinin, bid'atçilerin ve yıldız falcılarının kitaplarının -ve daha başka kitapları da söz konusu etti- icare ile kiralanması caiz değildir. Daha sonra şunları söyledi:
Bizim mezhebimizin mensuplarına göre heva ve bid'at ehline mensup kimselerin kitabları Mutezile ve benzeri kelâmcıların kitablarıdır. Bu gibi hususlarda yapılan icare akitleri feshedilir." (Câmiu Beyâni'l-ilm, s. 316-317)
İşte bunlar İmam Malik'in tevhîde, ashab-ı kirama, imana, kelâm ilmine ve daha başka hususlara dair tavırlarını ve sözlerini ortaya koyan bazı işaretlerdir.
----------------------------------------------------------------
İmam ŞafİÎ'nİn AkÎdesİ
İMAM ŞAFİÎ'NİN AKÎDESİ (V. 204 H.)
A. İmam Şafiî'nin Tevhide Dair Görüşleri
1. Beyhaki, er-Rabî' b. Süleyman'dan, o da İmam Şafiî'den şöyle dediğini nakletmektedir:
"Kim Allah'a yahut onun isimlerinden birisine yemin eder de yeminini bozarsa keffarette bulunması gerekir. Kim, mesela Kabenin hakkı için, babamın hakkı için, şunun şunun hakkı için diye Allah'tan başkası adına yemin eder de yeminini bozarsa keffarette bulunması gerekmez. "Ömrüm hakkı için..." diye yemin etmesi de buna benzer. Böylesinin de keffarette bulunma sorumluluğu yoktur.
Allah'tan başkası adına yemin etmek ise mekruhtur ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem tarafından yasaklanmıştır:
"Muhakkak aziz ve celil olan Allah sizlere babalarınızın adına yemin etmeyi yasaklamıştır. Binaenaleyh kim yemin edecek olursa ya Allah adına yemin etsin yahut sussun."
(Buhârî, el-Eyman ve'n-Nuzur, Babu la Tahlifû bi Âbâikum, XI, 530; Müslim, el-Eyman, Babu'n-Nefyi ani'l-Halfi bi gayrillah, III, 1266, h. 1646)
(Menâkıbu'ş-Şafiî, I, 405)
Şafiî buna gerekçe olarak Allah'ın isimlerinin mahluk (yaratılmış) olmadığını göstermiştir. Bu sebeble Allah adına yemin eden ve yeminini bozan bir kimsenin keffarette bulunması gerekir.
(İbn Ebi Hatim, Âdâbu'ş-Şafiî, s. 193; Ebu Nuaym, Hilye, IX, 112-113; Beyhaki, es-Sunenu'l-Kübra, X, 28; el-Esma ve's-Sıfat, s. 255-256. Beğavi, Şerhu's-Sünne, I, 188; Ayrıca bk. el-Uluvv, s. 121, Muhtasarı, s. 77)
2. İbnu'l-Kayyım, İctimâu'l-Cuyuşi'l-lslamiyye adlı eserinde Şafiî'den şöyle dediğini zikretmektedir:
"Benim izlediğim sünnet ile arkadaşlarım olan hadis ehlinden görüp Sufyan, Malik ve benzeri kendilerinden ilim öğrendiğim kimselerin izledikleri sünnet;
Allah'tan başka ibadete layık hiçbir ilahın olmadığına, Muhammed'in Allah'ın Rasûlü olduğuna şehadeti ikrar etmek, Allah'ın, gökte ve Arşı üzerinde olduğuna ve dilediği şekilde yarattıklarına yaklaştığına, Yüce Allah'ın dünya göğüne dilediği şekilde indiğine inanmaktır."
(İctimau'l-Cuyuşi'l-İslamiyye, s. 165; İsbatu Sıfati'l-Uluvv, s. 124; Ayrıca bk. Mecmuu'I-Fetava, IV, 181-183; Zehebi, el-Uluvv, s. 120; Elbani, Muhtasa-ru'l-Uluvv, s. 176)
3. Zehebî, Muzeni'den şöyle dediğini rivayet etmektedir:
"Kendi kendime dedim ki:
Tevhid ile ilgili içimden geçenleri ortaya çıkartıp hatırıma gelenleri çözebilecek birisi varsa o da Şafiî'dir. Bunun için o Mısır mescidinde iken yanına gittim. Önünde oturdum ve dedim ki:
Kalbime tevhide dair bir mesele geldi. Senin bildiğini kimsenin bilmediğini biliyorum. Bakalım sendeki bilgi nedir? Bunun üzerine kızdı sonra şöyle dedi:
Sen nerede olduğunu biliyor musun?
Ben: Evet dedim.
Burası Allah'ın Firavun'u suda boğduğu yerdir, dedi. Sana Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in bu hususa dair soru sorduğu hakkında sana bir bilgi ulaştı mı?
Ben: Hayır, dedim. Bu sefer:
Peki bu hususta sahabi bir şeyler söyledi mi? diye sordu.
Ben: Hayır, dedim.Semada kaç tane yıldız olduğunu biliyor musun? diye sordu.
Ben: Hayır, dedim.Peki bu semadaki gezegenlerden birisinin olsun türünü, ne zaman doğduğunu, ne zaman battığını, neden yaratıldığını biliyor musun?
Ben yine: Hayır, dedim. Bu sefer şunları söyledi:
Gözlerinle gördüğün bir yaratığı bilmiyor, tanımıyorsun. Sen onu yaratanın bilgisi hakkında mı konuşmaya kalkışıyorsun.
Sonra bana abdeste dair bir soru sordu. Ben onu yanlış cevaplandırdım. O hususu bana dört türlü açıkladı, fakat benim cevabım bunlardan birisine bile uygun değildi, Bunun üzerine şunları söyledi:
Günde beş defa ihtiyaç duyduğun bir şeye dair bilgi edinmeyi bırakıyorsun da bu hususta kalbinden geçen yaratıcının ilmi hakkında bilgi sahibi olmaya kalkışıyorsun. Bunun için sen Yüce Allah'ın:
"İlâhınız tek bir ilâhtır. Ondan başka hiçbir ilâh yoktur. O rahmandır, rahîmdir. Muhakkak göklerin ve yerin yaratılışında..."(Bakara, 2/163-164)buyruğuna başvur, yaratılmışı yaratıcıya delil olarak gör ve aklının ulaşamayacağı bir şeyi bilmek için kendini zorlamaya kalkışma." (Siyer u A'lâmi'n-Nubelâ, X, 31)
4. İbn Abdi'l-Berr, Yunus b. Abdi'l-A'lâ dan dedi ki:
Şafiî'yi şöyle derken dinledim:
"Sen bir kimsenin isim müsemmadan farklıdır; yahutta şey şeyden farklıdır dediğini duyarsan onun zındık olduğuna şahitlik edebilirsin."(el-intika, s. 79; Mecmuu'l-Fetava, VI, 187)
(Yunus b. Abdi'l-A'lâ b. Meysere es-Sadafî el-Mısrî (düzeltme Şezerât, 1, 149'dan, -Çeviren-) İbn Hacer hakkında şunları söylemektedir: "Sika bir ravidir. Onuncu tabakanın küçüklerindendir. 264 h. yılında vefat etmiştir." (Takribu't-Tehzib, II, 385); Ayrıca bk. Şezerâtu'z-Zeheb, II, 149; İbn Hidayetillah, Tabakâtu'ş-Safiîyye, s. 28)
5. Şafiî "er-Risale" adlı eserinde şunları söylemektedir:
"Zatını nitelendirdiği gibi ve fakat mahlukatının kendisini nitelendirmelerinin çok üstünde olan... Allah'a hamdolsun."(er-Risale, s.7-8)
6. Zehebî, es-Siyer (Sireyru A'lâmi'n-Nubelâ) adlı eserde Şafiî'den şöyle dediğini nakletmektedir:
"Kur'ân'ın söz konusu ettiği ve sünnette varid olmuş bu sıfatları kabul ederiz ve aynı zamanda kendi zatı hakkında teşbihin (yaratılmışlara benzemenin) söz konusu olmadığını belirttiği gibi biz de teşbihi kabul etmeyiz. Çünkü o:
"Onun benzeri hiçbir şey yoktur." (Şura, 42/11) diye buyurmaktadır."(Siyer, XX, 341)
7. İbn Abdi'l-Berr, er-Rabi b. Süleyman'dan şöyle dediğini nakletmektedir:
Ben Şafiî'yi yüce Allah'ın:
"Hayır muhakkak ki onlar o günde Rablerinden elbette perdelenmiş olacaklardır."(Mutaffifin, 83/15) buyruğu hakkında şunları söylerken dinledim:
Bu buyrukla bizlere, kendilerine karşı perdelenmeyeceği, ona bakacak ve onu görmekte herhangi bir zorlukla karşılaşmayacak bir topluluk olacağını bildirmiş olmaktadır."(el-İntika, s. 79)
8. el-Lalekâî, er-Rabi b. Süleyman'dan şöyle dediğini nakletmektedir:
Ben Muhammed b. İdris eş-Şafiî'nin huzurunda idim. Ona (Mısır'ın) Said bölgesinden:
"Hayır, muhakkak ki onlar o günde Rablerinden elbette perdelenmiş olacaklardır."(Mutaffifin, 83/15) buyruğu hakkında ne dersin, diye bir yazı bulunan bir mektup geldi. Şafiî şöyle dedi:
"Kendilerine gazab edildiğinden ötürü bunlar perdelenmiş olacaklarına göre; bu onun razı olacağı kimselerin kendisini göreceklerine delil olur."
er-Rabi dedi ki:
Ben ona: Ey Ebu Abdullah sen bu kanaatte misin? diye sordum.
O: "Evet, dedi ve ben bu kanaatimi Allah'a bağlılığımın ifadesi olan dinimin bir gereği olarak görüyorum."(Şerhu Usûli İtikadi Ehli's-Sunneti ve'l-Cemaa, II, 506)
9. İbn Abdi'l-Berr, el-Carudi'den den şöyle dediğini nakletmektedir:
"Şafiî'nin huzurunda bulunan İbrahim b. İsmail b. Uleyye'yi kastederek dedi ki:
Ben her hususta ona muhalifim. Hatta "lâ ilâhe illallah" sözünde bile. Ben onun dediği gibi demiyorum.
Ben Mûsâ ile perde arkasından özel bir surette konuşan Allah'tan başka ibadete layık hiçbir ilah yoktur diyorum.
O ise perde arkasından Musa'ya yarattığı bir kelâmı işittiren Allah'tan başka ibadete layık hiçbir ilah yoktur diyor."
(el-İntika, s. 79; Bu olayı Hafız Beyhaki'nin Menakibu'ş-Şafiî adlı eserinden naklederek zikretmiş bulunmaktadır. Lisanu'l-Mizan, I, 35)
(el-Carudi; Muhtemelen bu Musa b. Ebu'l-Carud'dur.
Nevevi onun hakkında şunları söylemektedir: "Bu Şafiî'nin arkadaşlarından ve ondan ilim belleyip, ondan rivayet nakledenlerden birisidir."
İbn Hibetullah da şöyle demektedir: "Bu şahıs Mekke'de Şafiî mezhebine uygun fetva verirdi. Hangi tarihte vefat ettiği bilinmemektedir." (Tehzibu'l-Esma ve'l-Lugat, II, 120; ibn Hidayetullah Tabakatu'ş-Şafiî, s. 29)
(İbrahim b. ismail b. Uleyye hakkında Zehebî şunları söylemektedir:
"Cehmiyyeye mensub helak olmuş birisidir. Tartışır ve Kur'ân'ın mahluk olduğunu söylerdi. 218 h. yılında vefat etmiştir." (Mizanu'l-İ'tidal, I, 20; Ayrıca bk. Lisanu'l-Mizan, I, 34-35)
10. Lalekâi, er-Rabi b. Süleyman'dan Şafiî'nin şöyle dediğini nakletmektedir:
"Kim Kur'ân mahluktur derse o kâfirdir."(Şerhu Usûli İtikadi Ehli's-Sunneti ve'l-Cemaa, II, 252)
11. Beyhaki, Ebu Muhammed ez-Zübeyrî'den şöyle dediğini rivayet etmektedir:
"Bir adam Şafiî'ye dedi ki:
Bana Kur'ân'a dair haber ver. O yaratıcı mıdır?
Şafiî: Kesinlikle hayır, dedi.
Adam: Peki yaratılmış mıdır? diye sordu.
Şafiî: Kesinlikle hayır, dedi.
Adam: O yaratılmamış mıdır öyle mi? diye sordu.
Şafiî: Kesinlikle evetdedi.
Adam: Peki onun yaratılmamış olduğunun delili nedir diye sordu.
Şafiî başını kaldırarak dedi ki:
Sen Kur'ân'ın Allah'ın kelâmı olduğunu kabul ediyor musun?
Adam: Evet dedi.
Şafiî şu cevabı verdi:
Bu husus senden daha önce de dile getirilmiştir. (Çünkü) Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
"Eğer müşriklerden biri senden eman dilerse ona eman ver, ta ki Allah'ın kelâmını dinlesin." (Tevbe, 9/6);
"Allah Musa ile özel bir şekilde konuştu."(Nisa, 4/164)
Şafiî (devamla) dedi ki:
Sen Allah'ın ezelden beri var olduğunu ve kelâmının da aynı şekilde olduğunu kabul ediyor musun yoksa Allah ezelden beri vardı fakat kelâmı yoktu mu dersin?
Adam: Hayır Allah da vardı, kelâmı da vardı dedi.
(Ebu Muhammed) dedi ki: Bunun üzerine Şafiî gülümsedi ve şöyle dedi:
Ey Kûfeliler, sizler gerçekten çok büyük bir söz söylüyorsunuz. Çünkü Allah'ın her şeyden önce var olduğunu, kelâmının da onunla var olduğunu kabul ettiğinize göre kelâm Allah'ın kendisidir yahut Allah'tan ayrıdır ya da o Allah'tan başkadır yahut ondan farklıdır sözlerini nereden çıkartıyorsunuz?
(Ebu Muhammed) dedi ki: Adam sustu ve çıkıp gitti." (Menakibu'ş-Şafiî, I, 407-408)
12. Ebu Talib el-Uşari'nin rivayeti ile Şafiî'ye nisbet edilen itikada dair cüzde şunları söylemektedir:
Aziz ve celil olan Allah'ın sıfatları ve kendisine iman edilmesi gereken hususlara dair ona soru sorulunca şunları söyledi:
"Yüce ve mübarek olan Allah'ın isimleri ve sıfatları vardır. Bunlar kitabında zikredilmiş, peygamberi bunları ümmetine haber vermiştir. Kur'ân-ı Kerim'in bunları bildirdiğine, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'den adaletli şahısların rivayet ettiği sözlerinin sahih olduğuna dair elinde delil bulunan Allah'ın yarattığı herhangi bir kimsenin buna muhalif bir kanaate sahip olması mümkün değildir. Şayet onun nezdinde (bu hususlara dair) hüccet sabit olduktan sonra muhalif bir kanaate sahip olursa o kimse aziz ve celil olan Allah'ı inkar etmiş bir kâfir olur. Ancak haberin ulaşması cihetiyle ona karşı delilin sübutundan önce ise bilgisizliğinden ötürü mazur görülür. Çünkü böyle bir bilgi akıl ile de, dirayet ile de düşünmek ile de idrak edilemez. Yüce Allah'ın semi (her şeyi işiten) olduğuna ve onun iki elinin bulunduğuna dair şu buyruklardaki haberler de bu kabildendir:
"Bilakis onun iki eli apaçıktır." (Maide, 5/64)
Şu buyrukta belirtildiği üzere onun sağının olduğuna dair haber de böyledir:
"Gökler ise onun sağ eliyle durulmuş olacaktır." (Zümer, 39/67)
Yüce Allah'ın şu buyruğunda da onun yüzünün bulunduğu belirtilmektedir:
"Her şey helak olacaktır. Onun yüzü müstesna." (Kasas, 28/88);
"Celal ve ikram sahibi Rabbinin vechi (yüzü) ise kalıcıdır."(Rahman, 55/27)
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in şu buyruğunda ifade edildiği üzere onun ayağı da vardır:
"...Nihayet aziz ve celil olan Rab oraya ayağını koyacak..." (Buhârî, Tefsir, "(Cehennem) daha var mı diyecek" babı, VIII, 594, h. 4848; Müslim, IV, 2187, h. 2848. Her ikisi de Katade, o Enes b. Malik'den yoluyla rivayet etmişlerdir.)
(Muhammed b. Ali el-Uşari doğru sözlü ve tanınan bir ilim adamıdır. Şafiî'den el-itikad cüzünü tek başına rivayet etmiştir. Ancak bu Şafiî adına uydurulmuştur. O da iyi niyetle bunu nakletmiş bulunmaktadır. Bu açıklamayı Zehebi, el-Mizan, III, 656'da zikretmiştir. Fakat seleften birden çok kişi akideye dair bu cüzde tesbit edilenlere itimat etmiş bulunmaktadır. Muvaffak b. Kudame, Sıfatu'l-Uluvv, s. 124; İbn Ebi Ya'lâ, et-Tabakat, I, 283; İbnu'l-Kayyım, İctimau'l-Cuyuş, s. 165; Bizzat Zehebi, es-Siyer, X, 79'da olduğu gibi. Diğer taraftan bundan sonraki bölümlerde aynen nakledeceğim bu kitapçık (risale) imam hafız İbn Nasr ed-Dımeşkı'ye okunarak arzedilmiş ve tamamını İbn Ebi Ya'lâ, Tabakat'ta nakletmiş bulunmaktadır. Her iki nakil arasındaki farkları da tesbit edeceğiz.)
Maksat cehennemdir. Ayrıca Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in bildirdiğine göre Allah yolunda öldürülen kimse hakkında şunları söylemiştir:
"O Allah'ın huzur Allah kendisine güldüğü halde çıkmıştır."(Buhârî, VI, 39, h. 2826; Müslim, III, 1504; h. 1890; Her ikisi de el-Arec Ebu Hureyre'den yoluyla rivayet etmişlerdir.)
Yüce Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem'in verdiği habere göre her gece dünya göğüne iner. Aynı şekilde Yüce Allah'ın gözü yine Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in buyruğu gereğince kör değildir. Çünkü o Deccal'den söz ederken şöyle buyurmuştur:
"Deccalin bir gözü kördür, Rabbinizin ise gözü kör değildir."(Buhârî, XIII, 95, h. 7131; Müslim, IV, 2248, h. 2933. Her ikisi de Katade, Enes b. Malik'ten yoluyla)
Mü'minler ondördünde ayı gördükleri gibi kıyamet gününde gözleriyle Rablerini göreceklerdir. Yüce Allah'ın Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in şu buyruğu gereğince de parmağı vardır:
"Aziz ve celil olan rahmanın parmaklarından iki parmağı arasında bulunmayan hiçbir kalp yoktur." (Buna yakın lafızlarla Ahmed, Müsned, IV, 182; İbn Mace, I, 72, h. 199; Hakim, Müstedrek, I, 525; Acurri, eş-Şeria, s. 317; İbn Mende, er-Reddu ale'l-Cehmiyye, s. 87. Hepsi de en-Nevvas b. Sem'an'ın rivayet ettiği bir hadis olarak zikretmişlerdir.
Hakim dedi ki: "Hadis Müslim'in şartına göre sahih olmakla birlikte Buhârî'de Müslim de bunu rivayet etmemişlerdir."
Zehebî de et-Telhis adlı eserinde Hakim'in bu kanaatini kabul etmiştir.
Hadis hakkında İbn Mende şunları söylemektedir: en-Nevvas b. Sem'an'ın rivayet ettiği bu hadisi herhangi birisinin tenkidi mümkün olmayan ünlü hadis imamları tarafından rivayet edilmiş sabit bir hadistir.")
Yüce Allah'ın kendi zatını, Rasûlünün de onu nitelendirdiği bu hususların fikirle, idrak ile kavranılmasına imkân yoktur. Kendisine bu hususlara dair haber ulaşmadıkça bunları bilmediğinden ötürü hiç kimse de tekfir edilmez. Şayet bu hususlara dair varid olmuş haber eğer anlamak bakımından işitmek itibariyle müşahedenin konumuna ulaşıyor ise bu haberi işiten kimsenin hakikatine dinen inanması ve tıpkı Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'den dinlemiş ve müşahede etmiş gibi buna dair tanıklıkta bulunması gerekir. Fakat bizler bu sıfatları kabul etmekle birlikte teşbihi de (yani yaratılmışlara benzerliği) reddederiz. Nitekim Yüce Rabbimiz de kendi zatı hakkında teşbihi (yani yaratılmışlara benzerliği) kabul etmeyerek şöyle buyurmuştur:
"Onun benzeri hiçbir şey yoktur ve o her şeyi işitendir, görendir." (Şura, 42/11)..."
(Ben itikada dair bu cüzü asli bir el yazmasından filme alınmış bir nüshadan aktardım. Söz konusu bu filim Hollanda'da Leiden Üniversitesindeki merkezi kütüphanede bulunmaktadır.)
İmam Şafiî'nin Kadere Dair Görüşleri
B. İmam Şafiî'nin Kadere Dair Görüşleri
1. Beyhaki, er-Rabi b. Süleyman'dan şöyle dediğini rivayet etmektedir:
"Şafiî'ye kadere dair soru sorulunca şöylece cevap verdi:
"Dilediğin olur ben dilemesem de Benimse dileğim sen dilemesen olmaz. Kulları sen bildiğin üzere yarattın Genç de yaşlı da ilmine göre hareket eder Şuna lütuffa bulundun, bunu yardımsız bıraktın Buna yardım ettin, ötekine etmedin Kimisi bahtiyardır onların kimisi bedbaht Kimileri güzeldir, kimileri çirkin"(Menâkibu'ş-Şafii, I, 412-413; Şerhu Usûli itikadi Ehli's-Sunne, IV, 777)
2. Beyhaki'nin, Menâkibu'ş-Şafiî'de naklettiğine göre Şafiî şöyle demiştir:
"Kulların dilemesi Yüce Allah'a aittir. Alemlerin Rabbi olan Allah dilemedikçe onlar dileyemezler. İnsanlar kendi amellerini yaratamazlar. Onların amelleri Yüce Allah'ın yarattıkları arasındadır. Kulların fiilleri onun tarafından yaratılmıştır. Kader hayrıyla şerriyle Allah'tandır. Şüphesiz kabir azabı haktır. Kabirdekilerin sorgulanması da haktır. Ölümden sonra diriliş (ba's) haktır, hesaba çekilmek haktır, cennet ve cehennem haktır ve bunun dışında sünnette zikredilen diğer hususlar da böyledir."(Menâkibu'ş-Şafiî, I, 415)
3. Lalekâî, Müzenî'den şöyle dediğini rivayet etmektedir:
"Şafiî dedi ki: Kaderci ne demektir biliyor musun? Kendisi bir işi yapmadıkça Allah da bir şey yaratmamıştır diyen kimsedir."(Şerhu Usuli İtikadı Ehli's-Sünneti ve'l-Cemaa, IV, 776)
4. Beyhaki, Şafiî'den şöyle dediğini nakletmektedir:
"Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in haklarında:
"bu ümmetin mecusileridirler" (Ebû Dâvûd, V, 66, h. 4691; Hakim, Mustedrek, I, 85; Her ikisi de Ebu Hazim İbn Ömer'den yoluyla rivayet etmişlerdir. Hakim dedi ki: "Bu eğer Ebu Hazim'in İbn Ömer'den hadis dinlediği sahih olarak sabit ise Buhârî ve Müslim'in şartına göre sahih olan bir hadistir. Bununla birlikte her ikisi de bu hadisi rivayet etmemişlerdir." Zehebî de bu hususta ona muvafakat etmiştir.)
dediği kaderiyeye mensub kimseler Allah, masiyetleri işleninceye kadar bilmez diyen kimselerdir."(Menâkibu'ş-Şafiî, 1, 413)
5. Beyhaki'nin, er-Rabi b. Süleyman'dan, onun da Şafiî'den rivayetine göre Şafiî kaderiyeye mensub bir kimse arkasında namaz kılmayı mekruh görürdü. (Menâkibu'ş-Şafiî, 1, 413)
İmam Şafiî'nin Îmâna Dair Görüşü
C. İmam Şafiî'nin Îmâna Dair Görüşü
1. İbn Abdi'l-Berr, er-Rabi'den şöyle dediğini rivayet etmektedir:
"Ben Şafiî'yi şöyle derken dinledim:
İman, söz, amel ve kalb ile itikaddır.
Yüce Allah'ın: "Allah sizin imanınızı boşa çıkartacak değildir."(Bakara, 2/143)buyruğuna dikkat etmez misiniz?
Burda maksat Beytu'l-Makdis'e doğru kıldığınız namazlarınızı boşa çıkarmayacaktır. Böylelikle namaza iman adını vermiştir. Namaz ise söz, amel ve bir itikaddır." (el-intika, s. 81)
2. Beyhaki, er-Rabi b. Süleyman'dan şöyle dediğini rivayet etmektedir:
"Ben Şafiî'yi şöyle derken dinledim:
İman, söz ve ameldir artar ve eksilir."(Menakibu'ş-Şafiî, I, 387)
3. Beyhaki'nin rivayetine göre Ebu Muhammed ez-Zubeyrî dedi ki:
"Bir adam Şafiî'ye Allah nezdinde hangi amel daha faziletlidir, diye sordu.
Şafiî: Kendisi olmaksızın hiçbir amelin kabul olunmadığı şey, diye cevap verdi.
Adam: O nedir diye sorunca;
Şafiî şu cevabı verdi:
"Kendisinden başka ibadete layık hiçbir ilah olmayan Allah'a iman etmek, derece itibariyle amellerin en yükseği, mevki itibariyle en şereflisi, değer itibariyle en yücesidir."
Adam: Bana iman hakkında bilgi verir misin? O söz ve amel midir, yoksa amelsiz sözden ibaret midir?
Şafiî dedi ki: İman Allah için bir ameldir. Söz de bu amelin bir parçasıdır.
Adam: Bana bunu açıkla ki iyice anlayayım dedi.
Şafiî dedi ki: İmanın birtakım halleri, dereceleri ve katmanları vardır. Bunların kimisi tamdır ve eksiksizdir, kimisi ise eksik olduğu açıkça görülecek şekilde eksiktir. Kimisi de ağır basan ve ağır basması da fazla olandır.
Adam dedi ki: İmanın tam olmaması, eksik olması ve artması da söz konusu mudur? diye sordu.
Şafiî dedi ki: Evet, dedi adam: Peki buna dair delil nedir diye sordu.
Şafiî dedi ki: Yüce Allah imanı Adem oğullarının azaları üzerine farz kıldı ve bunu o azalar arasında paylaştırdı, onların üzerine dağıttı. Onun Allah tarafından farz kılınmış ve her birisi diğerinden farklı imanın bir bölümü ile görevlendirilmedik hiçbir azası yoktur:
Bu azalarından birisi onun kendisi ile akledip kavradığı, bilip öğrendiği, anlayıp bellediği kalbidir. O kendisinin görüş ve emri alınmaksızın diğer azalarının hiçbir emrini reddetmediği ve onsuz hiçbir şey yapmadığı bedenin âmiridir.
Bir başka azası kendileriyle gördüğü gözleri, kendileriyle duyduğu kulakları, kendileriyle yakaladığı elleri, kendileriyle yürüdüğü ayakları, kendisiyle ilişki kurduğu ferci, kendisiyle konuştuğu dili, kendisinde yüzünün bulunduğu başıdır.
Kalbin yükümlü olduğu farz, dilin yükümlü olduğu farzdan farklıdır. Kulağın farzı gözlerin farzından ayrıdır. Ellerin farzı ayakların farzından farklıdır. Ferce farz olan yüze farz olandan başkadır.
Allah'ın kalbe farz kıldığı; iman, ikrar, bilip tanımak, kesin inanç, rıza, bir ve tek olan, ortağı bulunmayan, kendisinden başka ibadete layık hiçbir ilah bulunmayanın Allah olduğuna, eş ve çocuk edinmediğine, Muhammed'in onun kulu ve rasûlü olduğuna teslimiyetle inanmak, Allah'tan gelmiş her bir peygamberi ya da her bir kitabı ikrar ve kabul etmektir. İşte bu Yüce Allah'ın kalbe farz kıldıklarıdır ve bu kalbin amelidir.
"Kalbi imanla dolu olduğu halde zorlananlar müstesna olmak üzere... ve fakat küfre göğüs açarsa..."(Nahl, 16/106);
"Haberiniz olsun ki kalbler ancak Allah'ı anmakla huzur bulur."(Rad, 13/28);
"Kalbleriyle iman etmedikleri halde ağızlarıyla "inandık" deyip de..." (Maide, 5/41);
"İçinizdekini açıklasanız da, gizleseniz de Allah onunla sizi hesaba çeker." (Bakara, 2/284)
İşte bu Allah'ın kalbe farz kıldığı imandır ve bu onun amelidir. İmanın başı da işte budur.Allah'ın dile farzı da: Kalbin İnanıp kabul ettiği hususu söylemek ve ifade etmektir. Bu hususta şöyle buyurmuştur:
"Biz Allah'a iman ettik deyiniz." (Bakara, 2/136);
"Ve insanlara güzel şeyler söyleyin."(Bakara, 2/83)
İşte Yüce Allah'ın kalbde olanı ifade etmek ve söylemekten ibaret dile farz kıldıkları bunlardır ve bunlar dilin amelidir, imandan ona farz olan kısmıdır.
Yüce Allah kulağa Allah'ın haram kıldıklarını dinlemekten uzak kalmayı ve onun yasakladıkları şeylerden kendisini korumayı farz kılmıştır. Bu hususta şöyle buyurmaktadır:
"O size kitabta: "Allah'ın âyetlerinin inkâr edildiğini ve onlarla alay edildiğini işittiğiniz vakit onlar başka bir söze dalıncaya kadar yanlarında oturmayın. Çünkü o zaman sizler de onlar gibi olursunuz" diye indirdi." (Nisa, 4/140)
Daha sonra unutma halini istisna ederek şöyle buyurmaktadır:
"Eğer şeytan sana unutturursa" (ve bu sebebten onlarla birlikte oturursan)"artık hatırladıktan sonra o zalimler topluluğu ile oturma."(Enam, 6/68);
"O halde sen de müjde ver o kullarıma ki; onlar sözü işitip en güzeline uyarlar. İşte onlar Allah'ın kendilerini doğru yola ilettiği kimselerdir ve işte bunlar özlü akıl sahibi olanların ta kendileridir." (Zümer, 39/17-18);
"Mü'minler gerçekten felah bulmuşlardır. Onlar ki namazlarında huşu içindedirler. Onlar boş şeylerden yüz çevirirler. Onlar zekâtı edâ ederler."(Mu'minun, 23/1-4);
"Boş söz işittiklerinde de ondan yüz çevirirler." (Kasas, 28/55);
"Onlar boş ve batıl şeylerle karşılaştıklarında da şereflice yüz çevirip geçerler." (Furkan, 25/72)
İşte Yüce Allah'ın kulağa kendisi için helal olmayan şeylerden uzak durmasını farz kıldıkları bunlardır. Bunlar da kulağın amelidir ve bu da imandandır.
Gözlere Allah'ın haram kıldığı şeylere bakmamayı ve Allah'ın bakmayı yasakladığı şeylerden sakınmayı farz kılmıştır. Şanı yüce Allah bu hususta şöyle buyurmaktadır:
"Mü'min erkeklere söyle ki gözlerini (harama bakmaktan) sakınsınlar, mahrem yerlerini de korusunlar." (Nur, 24/30)
Bu ayet ile ondan sonraki ayette yüce Allah birbirlerinin mahrem yerlerine bakmalarını yasaklamakta ve herkesin kendi mahrem yerini başkasının bakmasına karşı korumasını emir buyurmaktadır.
(Şafiî devamla) dedi ki: Allah'ın kitabında mahrem yerin korunmasını ifade eden her bir buyruk zinadan korunmak anlamındadır. Bu ayet müstesna. Bu bakmaktan korunmak hakkındadır.
İşte Allah'ın gözlere farzı gözü haramdan sakındırmaktır. Bu da gözün amelidir ve bu da imandandır.
Daha sonra kalbe, kulağa ve göze farzını, bir tek ayet-i kerimede söz konusu ederek Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
"Bilmediğin bir şeyin ardına düşme. Çünkü kulak, göz ve kalbin her biri ondan sorumludur." (İsra, 17/36)
Yani Yüce Allah mahrem yerine, Allah'ın haram kıldığı şeyleri işleyerek onun mahremiyetini bozmamayı farz kılmıştır.
"Onlar ki mahrem yerlerini korurlar."(Mü'minun, 23/5) ve:
"Siz kulaklarınız, gözleriniz, derileriniz aleyhinizde şahitlik eder diye gizlenmiyordunuz."(Fussilet, 41/22) diye buyurmuştur. Burada derilerden kasıt mahrem yerleri ve uyluklardır. İşte Yüce Allah'ın mahrem yerlerine kendilerine helal olmayan şeylere karşı korumak şeklinde farz kıldıkları bunlardır. Bu da mahrem yerlerinin amelidir.
Yüce Allah ellere Allah'ın haram kıldığı şeyleri tutmamayı ve onlarla Allah'ın emrettiği sadaka, akrabalık bağını gözetmek, Allah yolunda cihad etmek, namazlar için taharet almak gibi şeyleri yapmayı emretmiştir. Bu hususta şöyle buyurmaktadır: "Ey iman edenler! Namaza kalkacağınız zaman yüzlerinizi ve dirseklere kadar ellerinizi yıkayın..."(Maide, 5/6)
Yine şöyle buyurmaktadır:
"İnkar edenlerle karşılaştığınızda boyunlarını vurun. Onlardan çokça öldürüp kahrettiğinizde artık bağı sıkıca bağlayın. Sonra ya lütfederek karşılıksız salın yahut fidye alın..."(Muhammed, 47/4)
Çünkü (savaşta kafirlerin boyunlarını) vurmak, savaş, akrabalık bağını gözetmek ve sadaka vermek elin işleri arasındadır.
Ayaklara onlarla Allah'ın haram kıldığı şeylere doğru yürümemeyi farz kılmıştır. Bu hususta da Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
"Yeryüzünde kibir ve azametle yürüme. Çünkü sen hiçbir zaman yeri de yaramazsın, boyca da asla dağlara erişemezsin." (İsra, 17/37)
Yüze de gece ve gündüz namaz vakitlerinde Allah'a secde etmeyi farz kılmıştır. Bu hususta şöyle buyurmaktadır:
"Ey iman edenler! Rükû' edin, secde edin, Rabbinize ibadet edin. Hayır işleyin ki kurtuluşa eresiniz."(Hac, 22/77);
"Şüphesiz ki mescidler de Allah'a mahsustur. Onun için Allah ile birlikte hiçbir kimseye dua (ve ibadet) etmeyin." (Cin, 72/18)
Burada "mescidler" ile Adem oğlunun namaz esnasında üzerinde secde yaptığı alnı ve diğer azaları kastedilmektedir.
(Şafiî devamla) dedi ki: İşte Allah'ın bu organlara farzları bunlardır.
O kitabında abdeste ve namazlara "iman" adını vermiştir. Bu da yüce Allah'ın peygamberini Beytu'l-Makdis'e doğru namaz kıldıktan sonra Ka'be'ye doğru namaz kılmasını emrettiği zaman olmuştur. O sırada müslümanlar Beytu'l-Makdis'e doğru onaltı ay namaz kılmışlardır. Ey Allah'ın Rasûlü dediler. Peki Beytu'l-Makdis'e doğru kıldığımız namazın durumu ve bizim durumumuz ne olacaktır, diye sordular. Bunun üzerine Yüce Allah:
"Allah imanınızı boşa çıkaracak değildir. Gerçekten Allah insanlara çok acıyandır, merhametlidir."(Bakara, 2/143)
Görüldüğü gibi "namaz"a iman adını vermektedir. O halde Yüce Allah'ın huzuruna namazlarına gereken dikkat ve özeni göstermiş olarak, azalarını korumuş, her bir azası ile Allah'ın verdiği emri ve ona farz kıldığı görevi tastamam yerine getirmiş olarak kavuşursa o kimse imanını tamamlamış ve cennet ehlinden birisi olarak Allah'ın huzuruna çıkar. Kim de Allah'ın verdiği emirlerden herhangi bir bölümünü kasti olarak terk etmiş ise Allah'ın huzuruna imanı eksik olarak çıkar.
Soru soran adam dedi ki:
Evet imanın eksikliğini ve tamam olma halini öğrenmiş bulunuyorum. Peki onun artışının dayanağı nedir?
Şafiî dedi ki: Yüce Allah buyurdu ki:
"Bir sûre indirildiği zaman içlerinden bazıları: "Bu hanginizin imanını arttırdı" derler. İman etmiş olanlara gelince (her sûre inişi ile) daima onların imanını arttırmıştır ve onlar birbirleriyle müjdeleşirler. Kalblerinde hastalık bulunanlara gelince onların murdarlıklarına murdarlık katıp arttırdı ve onlar kâfir olarak ölüp gittiler." (Tevbe, 9/124-125);
"Gerçekten bunlar Rablerine iman eden genç yiğitlerdi. Biz de hidayetlerini arttırmıştık." (Kehf, 18/13)
Şafiî dedi ki:
Eğer bütün bu iman eksikliği ve fazlalığı söz konusu olmamak üzere tek bir mahiyet olsaydı, kimsenin bu hususta bir üstünlüğü olmaz, insanlar birbirine eşit olur, üstünlükten söz edilemezdi. Fakat imanın tamam olması sonucunda mü'minier cennete girmiş olacaktır, imandaki fazlalık sayesinde mü'minler "cennete" Allah nezdinde derecelerle birbirinden üstün olacaklardır. İmandaki eksiklik sebebiyle de kusurlu amel edenler cehenneme girecektir.
Şafiî der ki:
Şüphesiz Yüce Allah bir yarış gününde atların birbirleriyle yarıştırılması gibi kullarını birbirleriyle yarıştırır. Diğer taraftan onlar ileri geçişlerine göre farklı derecelerdedirler. Her bir kişi ileri geçişine göre bir derecede olacaktır. Allah o derecede onun hakkından bir şey eksiltmeyecektir. Başkası tarafından geçilen bir kimse asla kendisini geçenin önüne geçirilmeyeceği gibi; başkası kendisinden daha faziletli olan bir kimse kendisinden daha ileri olandan daha faziletli bir konumda tutulmayacaktır. İşte bu yolla bu ümmetin ilkleri sonrakilerden daha faziletli olmuştur. Eğer iman noktasında ileri geçen kimselerin aynı hususta geri kalanlara göre bir fazileti olmasaydı hiç şüphesiz bu ümmetin sonlarındakiler başlarındakilere kavuşur yetişirlerdi."(Menakıbu'ş-Şafiî, I, 387-393)
İmam Şafiî'nin Ashab-ı Kiram Hakkındaki Sözleri
D. İmam Şafiî'nin Ashab-ı Kiram Hakkındaki Sözleri
1. Beyhaki, Şafiî'den şöyle dediğini nakletmektedir:
"Yüce Allah Kur'ân'da, Tevrat'ta ve İncil'de Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in ashabından övgüyle söz etmiştir. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in de onların faziletlerini, kendilerinden sonra gelecekler için söz konusu olmayacak kadar ileri derecede dile getirmiştir. Allah'ın rahmeti hepsinin üzerine olsun.
Onları sıddîklarin, şehidlerin, salihlerin en üstün mevkilerine ulaşmak gibi onlara ihsan ettiği mertebe dolayısıyla onları tebrik etmiştir.
Onlar Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in sünnetlerini bize aktardılar.
Vahiy üzerine inmeye devam ediyorken onu gördüler.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in genel, özel, azim ve yol göstericilik itibariyle neyi murad ettiğini bildiler.
Bizim bildiğimiz ve bilmediğimiz bütün sünnetlerini onlar bildiler.
İlim içtihad, vera' ve akıl konularında hep bizden üstündürler.
Kendisiyle bir ilmin elde edildiği, bir ilmin istinbat edildiği bütün hususlarda bizden ileridirler. Onların görüşleri bize göre, bizim kendimiz için öngördüğümüz görüşlerimize oranla daha çok övülmeye değer ve bizim için daha da uygundur. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır." (Menâkıbu'ş-Şafiî, I, 442)
2. Beyhaki, er-Rabi b. Süleyman'dan şöyle dediğini rivayet etmektedir:
"Ben Şafiî'yi (ashabdan) faziletli olan ile ilgili olarak şunları söylerken dinledim:
Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali"(Menâkıbu'ş-Şafiî, I, 432)
3. Beyhaki, Muhammed b. Abdullah b. Abdu'l-Hakem'den şöyle dediğini nakletmektedir:
"Ben Şafiî'yi şöyle derken dinledim:
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'den sonra insanlar arasında en faziletli olanlar Ebu Bekir, sonra Ömer, sonra Osman, sonra Ali'dir. -Allah onlardan razı olsun- (Menâkıbu'ş-Şafiî, I, 433)
(Muhammed b. Abdullah b. Abdu'l-Hakem; Mısırlı olup künyesi Ebu Abdullah'tır. Şirazî onun hakkında şunları söylemektedir:
"Şafiî ile birlikte bulundu, ondan fıkıh öğrendi. Mihne (Kur'ân'ın mahluk olduğu fitnesi) sırasında Bağdad'a İbn Ebî Duâd'a götürüldü. Ondan istenileni yerine getirmedi, o da Mısır'a geri döndürüldü... 262 h. yılında vefat etti." (Tabakâtu'l-Fukaha, s. 99) Ayrıca bk. İbn Hidayetullah, Tabakâtu'ş-Şafiîyye, s. 30; Şezerâtu'z-Zeheb, II, 154)
4. el-Herevî, Yusuf b. Yahya el-Buveyti'den şöyle dediğini rivayet etmektedir:
"Şafiî'ye:
Rafızî bir kimse arkasında namaz kılalım mı? diye sorduk. O:
Hayır, Rafızi, kaderci ve mürcie hiçbir kimsenin arkasında namaz kılma.
Ben: Bize onların niteliklerini anlat dedim.
Şöyle dedi:
Kim iman sözden ibarettir derse o mürciedir.
Kim Ebu Bekir ve Ömer hak halife değildir derse o Rafızîdir,
Kim de Allah'ın meşietini kendisine ait kabul ederse o da kaderiyecidir."(Zemmu'l-Kelâm, vr. 215; Zehebî, es-Siyer, X, 31'de bunu zikretmektedir.)
İmam Şafiî'nin Kelâm İlmini ve Din Hakkında Tartışmayı Nehyetmesi
E. İmam Şafiî'nin Kelâm İlmini ve Din Hakkında Tartışmayı Nehyetmesi
1. el-Herevî, er-Rabi b. Süleyman'dan şöyle dediğini nakletmektedir:
"Ben Şafiî'yi şöyle derken dinledim:
... Bir adam ilim kitablarını bir başkasına vasiyet edecek olursa kitabları arasında kelâma dair kitablar da bulunuyorsa bu kitablar vasiyetin kapsamına girmez. Çünkü kelâm ilimden sayılmaz." (Zemmu'l-Kelâm, vr. 213; Zehebi, es-Siyer, X, 30)
2. Herevî, el-Hasen ez-Zaferani'den şöyle dediğini rivayet etmektedir:
"Şafiî'yi şöyle derken dinledim:
"Ben kelâma dair bir kişiyle bir defa tartıştım mı mutlaka bundan dolayı Allah'tan da mağfiret dilemişimdir."(Zemmu'l Kelâm, vr. 213; Zehebi, Siyer, X, 30)
3. Yine el-Herevî, er-Rabi b. Süleyman'dan şöyle dediğini rivayet etmektedir:
"Şafiî dedi ki:
Ben herbir muhalif kimseye dair büyükçe bir kitap hazırlamak istesem bunu yapabilirim; fakat kelâm ile benim işim yok. Kelâmdan herhangi bir şeyin de bana nisbet edilmesini de arzu etmiyorum."(Zemmu'l Kelâm, vr. 215)
4. İbn Batta, Ebu Sevr'den şöyle dediğini rivayet etmektedir:
"Şafiî bana dedi ki:
Kelâmdan herhangi bir şeye bürünüp de iflah olmuş kimse görmedim." (el-İbanetu'l-Kübra, s. 535-536)
5. el-Herevî, Yunus el-Mısrî'den şöyle dediğini rivayet etmektedir:
"Şafiî dedi ki:
Yüce Allah'ın, Allah'a şirk koşmanın dışında yasaklamış olduğu her bir şeye bir kimseyi mübtela kılması onu kelâma mübtela kılmasından daha hayırlıdır." (İbn Ebi Hatim, Menâkibu'ş-Şafiî, s. 182)
İşte İmam Şafiî'nin -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- dinin esasları ile ilgili meselelere dair görüşleri ve kelâm ilmine karşı tutumu budur.
----------------------------------------------------------------
İmam Ahmed b. Hanbel'in Tevhide Dair Görüşleri
1. Tabakatu'l-Hanabile (I, 416) adlı eserde şöyle denilmektedir:
"İmam Ahmed'e tevekküle dair soru soruldu, şu cevabı verdi:
O yaratılmışlardan ümit keserek onlardan bir şey beklemeye son vermektir."
2. Hanbel'in Kitabu'l-Mihne adlı eserinde (s. 68) belirtildiğine göre; İmam Ahmed b. Hanbel şöyle demiştir:
"Aziz ve celil olan Allah ezelden beri mütekellimdir. Kur'ân da, aziz ve celil olan Allah'ın kelâmıdır. O -hiçbir yönüyle- yaratılmamıştır. Allah kendi zatını vasfettiğinden fazla hiçbir şey ile nitelendirilmez."
3. İbn Ebi Ya'lâ, Ebu Bekr el-Mervezî'den şöyle dediğini nakletmektedir:
"Ahmed b. Hanbel'e Cehmiyyenin reddettiği Allah'ın sıfatlarına, onun görülmesine (ru'yete), israya ve Arş ile ilgili kıssaya dair hadisler hakkında sordum da hepsinin sahih olduğunu söyledi ve dedi ki:
"Ümmet bu haberleri kabul ile karşılamıştır. Bu haberler nasıl geldiyse öylece kabul edilirler." 168
4. Abdullah b. Ahmed, Kitabu's-Sunne'de dedi ki:
Ahmed dedi ki:
"Allah'ın konuşmadığını iddia eden bir kimse kâfirdir. Ancak bizler bu hadisleri geldikleri şekilde rivayet ederiz."(es-Sünne, s. 71, Daru'l-Kutubi'l-İlmiyye baskısı)
Lâlekâî, Hanbel'den rivayete göre (Tabakatu'l-Hanabile, I, 56);
İmam Ahmed'e ru'yete dair soru sorunca ona şu cevabı vermiştir:
"Bunlar sahih hadisler olup biz bunlara iman eder ve onları ikrar ve kabul ederiz. Aynı şekilde Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'den sağlam senedlerle rivayet edilen bütün hadislere de iman eder ve onları kabul ederiz." (Şerhu İ'tikadi Ehl-i Sünnet-i ve'l-Cemaa, II, 507)
(Hanbel b. İshak b. Hanbel b. Hilal b. Esed Ebu Ali eş-Şeybani, Ahmed b. Hanbel'in amcasının oğludur. Hatib onun hakkında: Sika ve sağlam bir ravidir demiştir. 273 h. yılında vefat etmiştir. (Tarihu Bağdad, VIII, 286-287)
6. İbnu'l-Cevzî, Menakib(u'l-İmam Ahmed) adlı eserinde Ahmed b. Hanbel'in Musedded'e yazdığı mektubunda şu ifadeler de yer almaktadır:
"Yüce Allah kendi zatını ne ile nitelendirmişse siz de onu öylece nitelendiriniz. Kendi zatı hakkında neyi reddetmiş ise siz de Allah'tan onların uzak olduğunu belirtiniz..."(Menakibu'l-İmam Ahmed, s. 221)
(Musedded b. Muserhed b. Muserbel el-Esedi el-Basrî. Zehebî hakkında şunları söylemektedir: İmam, hafız ve hüccettir. 228 h. yılında vefat etmiştir. (Siyeru A'lâmi'n-Nubelâ, X, 591) Ayrıca bk. Tehzîbu't-Tehzîb, X, 107.)
7. İmam Ahmed'in "Kitabu'r-Reddi ale'l-Cehmiyye" adlı eserinde şu ifadeler yer almaktadır:
"O -yani Cehm b. Safvan- Allah'ın kitabında kendi zatını nitelendirdiği yahutta Rasûlünün belirttiği herhangi bir sıfat ile nitelendiren kimsenin kâfir olduğunu ve müşebbiheden sayılacağını iddia etmiştir." (er-Reddu ale'l-Cehmiyye, s. 104)
8. İbn Teymiyye "ed-Der'u" adlı eserinde İmam Ahmed'in şu sözünü nakletmektedir:
"Herhangi bir sınır söz konusu olmadan herhangi bir kimsenin niteliğini ya da sınırını belirlemesi de söz konusu olmaksızın Allah'ın Arşın üzerinde dilediği şekilde ve dilediği gibi olduğuna iman ederiz. Allah'ın sıfatları ondandır ve onun içindir. O kendi zatını vasfettiği şekildedir. Gözler onu idrâk edemez." (Deru Teârudi'l-Akli ve'n-Nakl, II, 30)
9. İbn Ebi Ya'lâ, Ahmed'den şöyle dediğini rivayet etmektedir:
"Allah'ın âhirette görülmeyeceğini iddia eden bir kimse kâfirdir ve Kur'ân'ı yalanlayan bir kimsedir."(Tabakatu'l-Hanabile, I, 59, 145)
10. İbn Ebi Ya'lâ, Abdullah b. Ahmed'den şöyle dediğini nakletmektedir:
"Ben babama: Allah Musa ile konuştuğunda bir ses ile onunla konuşmadı, diyen bir topluluğa dair soru sordum.
Babam şöyle dedi:Allah bir ses ile konuştu ve biz bu hadisleri geldikleri gibi rivayet ederiz." (Tabakatu'l-Hanabile, I, 185)
11. Lâlekâî, Abdus b. Malik el-Attar'dan şöyle dediğini rivayet etmektedir:
Ebu Abdullah Ahmed b. Hanbel'i şöyle derken dinledim:
"...Kur'ân Allah'ın kelâmıdır, yaratılmış değildir. Sakın o yaratılmamıştır demekte gevşeklik gösterme. Çünkü Allah'ın kelâmı ondandır. Onun da hiçbir şeyi yaratılmış değildir." (Şerhu Usuli İtikadı Ehli's-Sünneti ve'l-Cemaa, I, 157)
İmam Ahmed b. Hanbel'in Kadere Dair Görüşleri
1. İbnu'l-Cevzi "Menakib" inde Ahmed b. Hanbel'in Müsedded'e yazdığı mektubu zikretmektedir. O mektubta şu ifadeler de yer almaktadır:
"Hayrıyla şerriyle, acısıyla tatlısıyla kaderin Allah'tan geldiğine iman ederiz."(Menakibu'l-İmam Ahmed, s. 169-172, Daru'l-Âfâki'l-Cedide baskısı)
2. el-Hallâl, Ebu Bekir el-Mervezi'den şöyle dediğini nakletmektedir:
"Ebu Abdullah'a sorulan bir soru üzerine hayır ve şer kullar hakkında takdir edilmiştir, dedi.
Ona, Allah hayrı ve şerri yaratır (mı), diye soruldu.
O: Evet, hem de onu Allah takdir etmiştir, diye cevap verdi." (el-Hallâl, es-Sünne, vr. 85)
3. İmam Ahmed'in es-Sunne adlı kitabında şu sözleri yer almaktadır:
"Hayrıyla şerriyle, azıyla çoğuyla, açıkta olanı ile görülmeyeni ile acısıyla tatlısıyla, sevileni sevilmeyeni ile güzeli ile çirkini ile başıyla sonuyla kader Allah'tandır. O kulları hakkında böylece hüküm vermiş ve böylece takdir etmiştir. Onlardan hiçbir kimse Allah'ın dilemesini geride bırakamaz. Hiçbir kimse onun kaza ve hükmünü aşıp ileriye gidemez." (es-Sünne, s. 68)
4. el-Hallâl, Muhammed b. Ebi Harun'dan, o Ebu'l-Haris'den şöyle dediğini rivayet etmektedir:
"Ebu Abdullah'ı şöyle derken dinledim:
Aziz ve celil olan Allah itaati ve masiyetleri takdir buyurduğu gibi hayrı ve şerri de takdir buyurmuştur. Bahtiyar olarak yazılmış bir kimse bahtiyardır, bedbaht olarak yazılmış bir kimse de bedbahttır." (el-Hallâl, es-Sünne, vr. 85)
5. Abdullah b. Ahmed dedi ki:
Ali b. Cehm'in kendisine kader(iyyenin) görüşünü kabul eden kimse kâfir olur mu? diye sorduğu soruya babamın şu cevabı verdiğini gördüm:
"Eğer (Allah'ın) ilmi(ni) inkar eder ve: Allah alim değildi, sonra bir ilim halketti de böylece bilmiş oldu deyip, Allah'ın (ezeli) ilmini inkar ederse o kâfir olur." (Abdullah b. Ahmed, es-Sünne, s. 119)
6. Abdullah b. Ahmed dedi ki:
"Bir başka sefer babama kaderiyye mensubu kimsenin arkasında namaz kılmaya dair soru sordum. Şöyle dedi:
Eğer bu hususta (başkalarıyla) tartışıyor ve başkalarını da ona (görüşünü kabul etmeye) davet ediyorsa arkasında namaz kılma." (es-Sünne, I, 384)
İmam Ahmed b. Hanbel'in Îmâna Dair Görüşleri
1. İbn Ebi Ya'lâ, Ahmed'den şöyle dediğini rivayet etmektedir:
"İmani hasletlerin en faziletlilerinden birisi de Allah için sevmek, Allah için buğzetmektir."(Tabakatu'l-Hanabile, II, 275)
2. İbnu'l-Cevzî, Ahmed'den şöyle dediğini rivayet etmektedir:
"İman, şu hadiste belirtildiği üzere artar ve eksilir:
"İman bakımından mü'minlerin en kâmil olanları ahlâkları en güzel olanlarıdır."
(Ahmed, Müsned, II, 250; Ebû Dâvûd, V, 60, h. 4682; Tirmizî, III, 466, h. 1162; Ebu Seleme, Ebu Hureyre'den yoluyla. Tirmizî hadis hakkında: "Bu hasen, sahih bir hadistir" demiştir.)
(Menakibu'l-İmam Ahmed, s. 173. Ayrıca bk s 153, 168)
3. el-Hallâl, Süleyman b. Eş'as'dan şöyle dediğini rivayet etmektedir:
"Ebu Abdullah dedi ki:Namaz, zekât, hac ve birr (iyi ameller) imandandır. Masiyetler de imanı eksiltirler." (el-Hallal, es-Sunne, vr. 96)
(Ebû Dâvûd, Süleyman b. Eş'as b. İshak es-Sicistanî. Sunen'in müellifi olup Zehebî hakkında şunları söylemektedir: "imam, oldukça sağlam ve hafızların efendisidir." 275 h. yılında vefat etmiştir. (Tezkiretu'l-Huffaz, II, 591; Biyografisi için bk. Tarihu Bağdad, IX, 55)
4. Abdullah b. Ahmed dedi ki:
Ben babama:
İman söz ve ameldir, artar ve eksilir deyip de istisna yapmayan (inşaallah demeyen) bir kimse mürcieden olur mu? diye sordum. Şöyle dedi:
Mürcieden olmayacağını ümit ederim. (Abdullah devamla) dedi ki:
Babamı şöyle derken dinledim:
İstisna yapmayan kimseye karşı delil Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in kabirdekilere:
"Ve İnşaallah bizler size kavuşacağız" diye söylediği sözlerdir." (Müslim, II, 669, h. 974, Ata, Aişe (r.anha)'dan yoluyla.) (Abdullah, es-Sünne, I, 307-308)
5. Abdullah b. Ahmed dedi ki:
"Babamı -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- mürcieciliğe dair soru sorulurken şu cevabı verirken dinledim:
Bizler diyoruz ki:
İman söz ve ameldir, artar ve eksilir. Bir kimse zina eder, içki içerse imanı eksilir." (Abdullah b. Ahmed, es-Sünne, I, 307)
İmam Ahmed b. Hanbel'in Ashab-ı Kirama Dair Görüşleri
1. İmam Ahmed'in es-Sunne adlı kitabında aşağıdaki ifadeler yer almaktadır:
"Sünnetin bir gereği de Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem'in ashabının tümünün güzelliklerini söz konusu etmek, onların kötülüklerini zikretmekten ve aralarında çıkan anlaşmazlıkları dile dolamaktan uzak kalmaktır.Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in ashabına ya da onlardan herhangi birisine söven bir kimse bid'atçidir, pis bir râfızidir, görgüsüz bir kimsedir. Allah ondan ne bir bağış, ne bir fidye kabul etmez.Bilakis onları sevmek bir sünnettir, onlara dua etmek Allah'a yakınlaştırıcı bir ameldir. Onlara uymak Allah'a giden bir yoldur, onların izlerini takip etmek de bir fazilettir."
Daha sonra şunları söylemektedir:
"Diğer taraftan dört halifeden sonra Rasûlullah'ın geri kalan ashabı insanların en hayırlılarıdır. Herhangi bir kimsenin onların kötülüklerini sözkonusu etmesi, herhangi bir kusur ya da eksiklik dolayısıyla herhangi bir kimsenin onlara dil uzatması caiz değildir. Kim böyle bir iş yapacak olursa yöneticinin o kimseyi te'dib etmesi ve cezalandırması gerekir. Onu affetmeye hakkı da yoktur." (İmam Ahmed, Kitabu's-Sunne, s. 77-78)
2. İbnu'l-Cevzî, Ahmed'in Musedded'e yazdığı mektubu kaydetmiş bulunmaktadır ki orada şu ifadeler de yer almaktadır:
"Ebu Bekr, Ömer, Osman, Ali, Talha, Zubeyr, Sa'd, Said, Abdu'r-Rahman b. Avf ve Ebu Ubeyde b. el-Cerrah'tan ibaret olan on kişinin cennetlik olduğuna şahitlik et. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in cennetlik olduğuna şahitlik ettiği kimselerin biz de cennetlik olduklarına şehadet ederiz."(İbnu'l-Cevzi, Menakibu'l-İmam Ahmed, s. 175, Daru'l-Âfâki'l-Cedide baskısı)
3. Abdullah b. Ahmed dedi ki:
"Babama imamlara dair soru sordum şöyle dedi:
Önce Ebu Bekir, sonra Ömer, sonra Osman, sonra Ali gelir." (es-Sunne, s. 235)
4. Abdullah b. Ahmed dedi ki:
"Babama Ali halife değildir, diyen bir kesimin durumuna dair soru sordum. O:Bu çok kötü ve bayağı bir sözdür dedi." (es-Sunne, s. 235)
5. İbnu'l-Cevzî, Ahmed'den şöyle dediğini rivayet etmektedir:
"Her kim Ali'nin halifeliğini kabul etmezse o kendi yakınlarının eşşeğinden daha şaşkın bir kimsedir."(Menakibu'l-İmam Ahmed, s. 163)
6. İbn Ebi Ya'lâ, Ahmed'den şöyle dediğini rivayet etmektedir:
"Ali b. Ebi Talib'in halifeliğini kabul etmeyen bir kimse ile konuşmayınız ve ona kız vermeyiniz."(Tabakatu'l-Hanabile, I, 45)
İmam Ahmed b. Hanbel'in Kelâmdan ve Din Hakkında Tartışmalardan Alıkoyması
1. İbn Batta, Ebu Bekr el-Mervezî'den şöyle dediğini rivayet etmektedir:
"Ebu Abdullah'ı şöyle derken dinledim:
Kim kelâmla uğraşırsa iflah olmaz. Kim kelâmla uğraşırsa onun bir cehmî olma ihtimali uzak değildir." (el-İbane, II, 538)
2. İbn Abdi'l-Berr, Câmiu Beyâni'l-İlm adlı eserinde Ahmed'den şöyle dediğini rivayet etmektedir:
"Kelâmla uğraşan bir kimse asla iflah olmaz. Kelâmı inceleyip de kalbinde bir rahatsızlık bulunmayan kimseyi hemen hemen göremezsin." (Camiu Beyani'l-ilm, II, 95, Daru'l-Kütübi'l-İlmiyye baskısı)
3. el-Herevî, Abdullah b. Ahmed b. Hanbel'den şöyle dediğini rivayet etmektedir:
"Babam Ubeydullah b. Yahya b. Hakan'a şunları yazdı:
Ben kelâmla uğraşan birisi değilim. Kelâmın bu işlerle de bir ilgisi olduğu kanaatinde değilim. Benim görüşüm ancak Allah'ın kitabında ya da Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in hadisinde olanlardır. Bunun dışındakilere gelince bunlar hakkında söz söylemek övülen bir iş değildir." (Zemmu'l-Kelâm, vr. 216 b)
(Ebu'l-Hasen Ubeydullah b. Yahya b. Hakan et-Türkî. Bağdad'da yerleşmiştir. Zehebî onun hakkında şunları söylemektedir:
"Pek büyük bir vezirdir. el-Mütevekkile ve el-Mutemed'e vezirlik yapmıştır. Mütevekkil nezdinde üstün bir mevkii vardı. Oldukça cömert bir kimse idi."
İbn Ebi Ya'lâ da şöyle demiştir:
"Bizim imamımızdan bazı nakillerde bulunmuştur. Bunlardan birisi de şudur:
Ahmed'i şöyle derken dinledim:
"Ben kendimi sultanın malını almaktan uzak tutarım. Bununla birlikte haram değildir." 263 yılında vefat etmiştir. (Siyer-u Alami'n-Nubela, XIII, 9; Tabakatu'l-Hanabile, I, 204)
4. İbnu'l-Cevzî, Musa b. Abdullah et-Tarsusî'den şöyle dediğini rivayet etmektedir:
"Ahmed b. Hanbel'i şöyle derken dinledim.Kelâm ehli ile sünneti savunsalar dahi oturup kalkmayınız." (Menakibu'l-İmam Ahmed, s. 205)
5. İbn Batta, Ebu'l-Harik es-Sâyığ'dan şöyle dediğini rivayet etmektedir:
"Her kim kelâmı sevecek olursa kalbinden çıkmaz. Sen kelâmla ilgilenen birisinin iflah olduğunu göremezsin." (İbn Batta, el-İbâne, II, 539)
6. İbn Batta, Ubeydullah b. Hanbel'den şöyle dediğini rivayet etmektedir:
"Babam bana anlattı dedi ki:
Ebu Abdullah'ı şöyle derken dinledim:
Sünnete ve hadise dört elle sarılmaya bakınız. Bu yolla Allah size fayda sağlayacaktır. Sakın çeşitli konulara derinliğine dalıp tartışmaya ve münakaşaya da girmeyiniz. Çünkü kelâmı seven bir kimse iflah olmaz. Her kim bir kelâm (konusu) çıkartıp ortaya atarsa sonunda bir bid'ate varır. Çünkü kelâm hayra çağırmaz. Ben kelâmı, kelâma dalmayı ve tartışmayı sevmiyorum. Sizlere sünnetlere, rivayetlere ve kendisiyle yararlanacağınız fıkha sarılmayı tavsiye ederim. Tartışmayı ve sapıklarla tartışmacı kimselerin sözlerini bırakınız. Bizim yetiştiğimiz insanlar bu tür şeyleri bilmiyorlardı. Kelâmcılardan da uzak kalıyorlardı. Kelâmın akıbeti hayra gitmez. Allah bizi de, sizleri de fitnelerden korusun. Bizleri de, sizleri de helake götüren her bir yoldan esenliğe kavuştursun." (İbn Batta, el-İbâne, II, 539)
7. Yine İbn Batta, el-İbâne'de Ahmed'den şöyle dediğini rivayet etmektedir:
"Bir adamın kelâmı sevdiğini görürsen ondan sakın." (İbn Batta, el-İbâne, II, 540)
Bunlar İmam Ahmed'in -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- dinin esaslarına dair çeşitli meseleler hakkındaki görüşleridir, Kelâm ilmine karşı tutumu da budur.