Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Kader Bahane Yapılabilir mi?

I Çevrimdışı

islami bilgiler

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
بســـم الله الرحمن الرحيم


Kader Bahane Yapılabilir mi?


Sözlerimizin burasında şu noktayı vurgulaya lım:

“Kader” inanılacak bir şeydir, yoksa bahane edilecek, günahlara gerekçe olarak kullanılacak bir kavram değildir.

Başka türlü söylersek mümin musibetle r karşısında kadere baş vurur, günah veya kusurlar karşısında Allah'dan (c.c.) af diler.

Tıpkı Cenab-ı Allah'ın (c.c.) şu ayette buyurduğu gibi.

“(Ey peygamber) sabret, Allah'ın vadi mutlaka gerçekleşecektir. Günahlarına da istiğfar et ve akşam-sabah Rabbini överek tesbih eyle.” (Mümin: 55)

Nitekim Hz. Musa, Hz. Adem'i (selâm üzerlerine olsun) cennettek i yasak ağacın meyvasından yemiş olması dolayısıyle meydana gelen musibette n dolayı kınayınca Hz. Adem, Hz. Musa'ya karşı şu savunmayı yaptı:

“Bu benim yaratılmamdan önce yazılmıştı.” (Buhari, K. Peygamber lerle ilgili hadisler, bab. Musa'nın ölümü ve ondan sonrasının anlatımı, H. 3409; Müslim, K. Kader, bab. Adem ve Musa'nın savunmala rı, H. 2652.)

Hz. Adem'in, Hz. Musa'ya karşı yaptığı bu savunma aşağıdaki ayetlerin anlamları doğrultusundadır:

“Gerek yeryüzünde ve gerekse kendinizd e meydana gelen bütün musibetle r, tarafımızdan yaratılmadan önce mutlaka bir kitabda belirlenm iştir. Bunu yapmak Allah için kolay bir şeydir.” (Hadid: 22)

“Başa gelen her musibet, ancak Allah'ın izni ile meydana gelir. Kim Allah'a inanırsa Allah kalbine hidayet verir.” (Teğabun: 11)

İlk dönem (selef) tefsircil erinin açıklamalarına göre:

“Kim Allah'a inanırsa Allah kalbine hidayet verir” ayeti, başına bir musibet geldiği zaman bunu Allah'dan bilerek teselli bulan, gönlü huzura kavuşan kimseyi kasdetmek tedir.

İşte Hz. Adem'in (selâm üzerine olsun) kadere dayanarak yaptığı savunma bu anlamdadır. Yoksa -Allah korusun- ne Hz. Adem ve nede O'nun seviyesi altında olan herhangi sıradan bir mümin kaderi bahane olarak kullanıp işlediği günahları savunmaya kalkışamaz.

Eğer böyle bir şey olabilse başta şeytan olmak üzere onun tarafından ayartılan bütün cinler ve insanlar kendileri ni bu bahaneye sığınarak savunurla .

Nuh kavmi, Ad kavmi ve Semud kavmi gibi bütün tanınmış küfür, fasıklık ve isyan temsilcil eri bu gerekçeye başvururlardı. O zaman da Rabbimiz hiç bir günahkârı cezalandırmazdı. Bu bakış açısı, hem şeriat ve hem de akıl prensiple ri açısından saçmadır.

Bu yüzden hiç bir aklı başında kimse böyle bir görüş ileri süremez. Eğer sürerse hiç kimsenin işlediği suçlardan dolayı kınanamaması ve cezalandırılamaması gerekir. Oysa kaderi böyle yanlış anlamda yorumlaya n kimse eğer bir saldırganın saldırısına uğrasa mutlaka ona karşı hakkını arayacaktır. Eğer kader mutlaka bahane sayılacaksa saldırıya uğrayan, başına musibet gelen taraf için bahane ve sığınak sayılmalıdır. Değilse ne saldırgan için ve nede saldırıya uğrayan için bahane kabul edilmemel idir.

Eğer kaderi savunma gerekçesi olarak kullanmak doğru ve yerinde sayılacak olsa insanlar bir arada yaşayamazlardı. Çünkü o zaman her saldırgan saldırısını bu gerekçeye sığınarak savunacak ve insanlard a onun bu mazeretin i kabul ederek kendisini cezalandıramayacaklardı. Bu görüşü benimseye n hiç bir iki kişi bir arada yaşayamaz. Çünkü herhangi biri kaderin bu yanlış yorumuna bahane ederek karşı tarafa karşı, her türlü kötülüğü yapabilir, hatta canına bile kıyabilir.

Ayrıca Tevhid inancına Allah'ın sıfatlarını yok saymayı sokuşturan bidatçılar ile bu ilkeyi emirlere uyma yükümlülüğünden sıyrılma şeklinde yorumlaya nlar bu saçma saplantılarının kaçınılmaz bir sonucu olarak yaratıcı ile yaratıklar arasında fark olmadığını söylemek, başka bir ifade ile “varlık birliği (Vahdet-i vücud)” nazariyes ini benimseme k zorunda kalırlar.

Nitekim “Vahdet-i Vücud varlık birliği)”, “hulül” (Allah'ın varlıklara sızması)” ve “ittihad (Allah ile varlıkların birliği)” nazariyel erini savunan sapıklar bu görüşe inanırlar.

Bu inkarcılar putlardan, putlara tapanlard an, Firavun'dan, Haman'dan ve bunların peşinden gidenlerd en saygıyle söz ederler, gökleri ve yeri yaratanın varlığı ile evrendeki tüm varlıkların varlığını bir tutarlar ve böylece müşrikliğin, gerçi saptırmanın ve Allah'a iftira etmenin en koyusuna saplandıkları halde Tevhid inancına bağlı olduklarını, gerçeğe erdikleri ni ve irfan mertebesi ne erdikleri ni ileri sürerler.

Bunlardan olan bir sözde arif diyor ki:

“Tarikata yeni giren mürid, önceleri şeriatın emirlerin e bakarak ibadet ile günah arasında fark gözetir, bunlar arasında ayırım yapar. Bir süre sonra kaderi göz önüne alarak her hareketi günahsız ibadetler bütünü olarak görür, daha sonra da varlık bütünlüğü (vahdet-i vücud) ilkesi açısından ne ibadet ve nede günah görür.”

Bu sözlerin sahibi bir defa benzersiz olan tek “bir” ile aynı türden olan şeyler arasından sayıca ayrılan “biri” aynı saymakta, bu iki kavram arasındaki ince farkı anlayamam aktadır.

Bilindiği gibi bütün varlıklar “varlık” kavramında, bu kavramla anılabilme bakımından ortaktırlar. Varlıklar, “kendisine dayanan” ve “başkasına dayanan” varlıklar olmak üzere iki kategoriy e ayrılırlar.

Başka bir deyimle “varlığı zorunlu” varlık olduğu gibi “varlığı mümkün” varlık da vardır. Tıpkı bütün hayvanların “hayvanlık” kavramında ve bütün insanların “insanlık”, kavramında ortak oluşları, hep birlikte kesinlikl e bilinen bir gerçektir ki, falanca hayvanla filânca insan birer birey olarak ele alındıkları takdirde aynı varlıklar değildirler. Aralarında genel karakterl i bir ortak özellik vardır, o kadar. Bu ortak özellik, birleştirici bir genel kavram olarak sadece zihinlerd e vardır, dış dünyada somut olarak bulunamaz .

Buna göre her varlık kendisini diğer bütün varlıklardan ayıran özel bir gerçekliğe sahiptir. Başka türlü söylersek dış dünyada hiçbir iki varlık arasında tıpatıp aynı olan hiç bir ortak özellik yoktur. Var olan ortak yönler, tıpatıp aynı özellikler değil, “benzer” özelliklerdir. Yani falanca varlıkta filanca varlığın nitelikle rinden birinin “benzeri” vardır. Bu yüzden falanca varlık filanca varlığın benzeri olmaktadır. Oysa bu iki varlığın her-biri gerek özleri ve gerekse nitelikle ri bakımından öbüründen farklı ve ayrı bir varlıktır, sıradan varlıklar arasındaki durum böyleyken nasıl olur da bütün varlıkların yaratıcısı olan Allah ile diğer sıradan varlıklar arasında “birlik”, “kaynaşma” ve “bütünleşme” gibi ilişkilerin var olduğu ileri sürülebilir?

Bu konuyu başka bir eserimizd e daha geniş bir şekilde, konunun ciddiyeti ne yaraşır bir tafsilâtla ele alıp inceledik . Bu nokta çok sayıda insan ayağının kaydığı ve çok sayıda hayal gücünün şaşkınlığa sürüklendiği bir noktadır. Allah diledikle rini doğru yola (sırat-ı müstakime) iletir.

Bu tür sapıklıklara karşılık Allah'ın yaratıcılığı, sıfatları ve emirleri konusunda ki iki ana ilkeyi iyi kavrayanl ar Allah'ın emrettiği, sevdiği ve hoşlandığı varlıklar ile O'nun kudretini n ürünü olmakta ortak olan diğer varlıklar arasında fark gözetirler.

Bu kimseler aynı zamanda Allah'ın, varlıklardan hiçbirininkine benzemeye n kendine özgü sıfatlara sahip olduğuna, ne Allah'ın özünde varlıklardan bir parçanın ve nede varlıkların yapılarında Allah'dan bir parçanın bulunmasının söz konusu olmadığına inanırlar.

İşte bu iki temel ilkeyi kesin birer inanç prensibi halinde zihinleri ne yerleştirenler Cenab-ı Allah'ın (c.c.) peygamber leri aracılığı ile insanlara tebliğ ettirdiği ve kitablarında açıkladığı “Tevhid” ilkesini kavramış olurlar. Meselâ; Kur'anın “Kâfirun” ve “İhlâs” surelerin de bu ilke özlü bir biçimde ifade ediliyor.
 
Üst Ana Sayfa Alt