Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Kur'an'da Tevbe Kavramı

tahsin33 Çevrimdışı

tahsin33

Üye
İslam-TR Üyesi
Enfal suresi ayet 33
Halbuki sen onların içinde iken Allah, onlara azap edecek değildir. Ve onlar mağfiret dilerlerken de Allah onlara azap edici değildir.

Onların dua şeklinde bu meydan okumalarına karşılık verilen cevap işte budur. Onlara Hz. Peygamber (s.a) içlerinde yaşarken Mekke döneminde bir azap gönderilmeyeceği söylenmektedir. Çünkü Allah, insanlara, Peygamber onları Hakka davet ettiği sürece kendilerini düzeltmeleri için süre verir ve henüz verdiği süre bitmeden azap göndererek onları düzelme ve doğru yola uyma fırsatından mahrum bırakmaz. İkinci sebep ise, Allah bir topluluğa, içinde eski günahlarına ve sapıklıklarına tevbe eden ve yollarını düzeltmeye çalışan bazı kimseler olduğu sürece azap indirmez.
 
tahsin33 Çevrimdışı

tahsin33

Üye
İslam-TR Üyesi
Tevbe suresi ayet 3
Ve büyük Hacc (Hacc-ı Ekber) günü, Allah'tan ve Resûlü'nden insanlara bir duyuru: Kesin olarak Allah, müşriklerden uzaktır, O'nun Resûlü de… Eğer tevbe ederseniz bu sizin için daha hayırlıdır; yok eğer yüz çevirirseniz, bilin ki Allah'ı elbette aciz bırakacak değilsiniz. İnkâr edenleri acı bir azabla müjdele.

"Hacc-ı Ekber" terimi burada "Yevm'un-Nahr" olarak da bilinen Zilhicce'nin onuna delalet eder. Bunun böyle olduğu bir sahih hadiste izah edilmiştir. Son hacc sırasında Zilhicce'nin onunda Hz. Peygamber (s.a) ashabına, "Bugün günlerden nedir?" diye sordu. Ashab, "Kurban günüdür" şeklinde cevap verdiler.
Hz. Peygamber (s.a) "Bugün Hacc-ı Ekber günüdür" dedi. Burada Hacc-ı Ekber (büyük Hacc) tabiri, Arapların "umre" için kullandıkları "Hacc-ı Asgar'ın (küçük Hacc) mükabili olarak kullanılmıştır. Bundan dolayı, Zihicce'nin belli günlerinde yapılan hacc, "Hacc-ı Ekber" diye isimlendirilir.
 
tahsin33 Çevrimdışı

tahsin33

Üye
İslam-TR Üyesi
Tevbe suresi ayet 5
Haram aylar (süre tanınmış dört ay) sıyrılıp-bitince (çıkınca) müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün, onları tutuklayın, kuşatın ve onların bütün geçit yerlerini kesip-tutun. Eğer tevbe edip namaz kılarlarsa ve zekatı verirlerse yollarını açıverin. Gerçekten Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.

Burada hacc" veya "umre" ibadetlerinin yapılabilmesi için savaşın yasaklandığı dört ay değil, aksine ikinci ayetle müşrikler için mühlet olarak garanti altına alınan ve müslümanlar için müşriklere herhangi bir hücumun yasaklandığı dört ay kastedilmektedir.

Yani, "Sadece küfür ve şirkten dönüp tevbe etmekle mesele bitmez, dahası, onlar namaz kılmak ve farz olan zekatı vermek mecburiyetindedirler. Bunlar yapılmaksızın onlar, küfrü bırakmış ve İslam'ı kabul etmiş sayılmazlar".
Hz. Ebu Bekir (r.a) Hz. Peygamber'in (s.a) vefatından sonra, farz zekat vermeyi reddetmiş olsalar bile namaz kılmalarından dolayı İslam'ı reddetmiş sayılmayacaklarını iddiaya kalkan mürtedler konusunda verdiği hükmü bu ayete dayandırdı.
Bu hüküm genel olarak Ashab-ı Kiram'ın zihninde bu kimselerle savaşmaya hakları olup olmadığı konusunda tereddütlere yol açtı.
Fakat Hz. Ebu Bekir, "Beşinci ayeti kerime bize, "şirkten tövbe edip dönmek, "namaz" kılmak ve "zekat"ı ödemek şartlarını yerine getirenlerin yollarını serbest bırakmamızı emreder, onlar bu üç rükünden birini yerine getirmediklerinden dolayı onlara taviz vermeyiz" diyerek Ashab'ın tereddütlerini giderdi.
 
tahsin33 Çevrimdışı

tahsin33

Üye
İslam-TR Üyesi
Tevbe suresi ayet 11
Eğer onlar tevbe edip namazı kılarlarsa ve zekatı verirlerse, artık onlar sizin dinde kardeşlerinizdir. Bilen bir topluluk için ayetleri böyle birer birer açıklarız.

Burada da, namaz ve zekat farzlarını yerine getirmeyen kimselerin sadece tövbe etmekle imanda müslümanların kardeşi sayılmayacağı, böyle bir vasıf kazanamayacağı açıkça ifade edilmiştir.
"Fakat eğer tövbe eder, namazı kılar ve zekatı verirlerse, (ancak o zaman) dinde sizin kardeşleriniz olurlar." Ayetin bu kısmı "Eğer bu şartları yerine getirirlerse o zaman onların sadece canları ve malları haram olmaz, aynı zamanda onlar, İslam toplumunda sizinle eşit haklara(da) sahip olurlar. Sosyal, kültürel, yasal ve siyasal haklar konusunda bunların diğer müslümanlardan hiçbir farkı yoktur.
 
tahsin33 Çevrimdışı

tahsin33

Üye
İslam-TR Üyesi
Tevbe suresi ayet 15
Ve kalblerindeki öfkeyi gidersin. Allah dilediğinin tevbesini kabul eder. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.

Bu, ültimatomun ilanından sonra, fiilen meydana gelecek hadiseye çok ince bir işaretti. "Ve Allah yüreklerinin öfkesini (gayzını) gidersin. O dilediğinin tövbesini kabul eder". Bu, ültimatomun bir sonucu olarak kanlı bir savaşın çıkacağı konusunda endişe ve beklenti içinde olan müslümanların yanlış düşünce ve anlayışlarını gidermek içindi. Onlara, düşmanlardan bir kısmına Allah'ın tövbe nasip edeceği ve İslam'ı kabul edecekleri vakıası da anlatıldı. Bu husus, bir açıdan da müşriklere karşı yapılan uyarının şiddetini azaltmasın diye bütünüyle açıklanıp izah edilmedi. Uyarı şiddetinin azalması, müşriklerin, neticede kendilerini İslam'ı kabul etmeye iten kritik durumu ciddi ciddi düşünmelerine mani olmuş olabilirdi.
 
tahsin33 Çevrimdışı

tahsin33

Üye
İslam-TR Üyesi
Tevbe suresi ayet 27
Bunun ardından Allah, dilediği kimseden tevbesini kabul eder. Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.

Allah dilediğine tövbe etmeyi nasip eder (Allah bunun ardından yine dilediğinin tövbesini kabul eder) ..." ifadesi, daha önce sergiledikleri düşmanlığa rağmen, Huneyn zaferinden sonra Hz. Peygamber'in (s.a) kendilerine gösterdikleri merhamet ve alicenaplığın bir sonucu olarak İslam'ı kabul eden çok sayıdaki kafirlere atıfta bulunur. Müşriklere karşı ilan edilen ültimatomun bir sonucu olarak bütün müşrik yakınlarının kılıçtan geçirileceği konusunda yeni müslümanların taşıdığı endişeyi ortadan kaldırmak ve yatıştırmak üzere bu husus zikredildi. Bu duygu içinde olanları, bu müşriklerin "cahiliye" düzeni için isyan etme hususunda ne bir ümit, ne de onu desteklemek için bir gücün kalmamış olduğunu anladıkları zaman, İslam'ı kabul etmek mecburiyetinde kalacağı hususunda, daha önceki tecrübelerin de gösterdiği gibi, umutlu olmaları anlatılmıştır.
 
tahsin33 Çevrimdışı

tahsin33

Üye
İslam-TR Üyesi
Tevbe suresi ayet 74
Allah'a and içiyorlar ki (o inkâr sözünü) söylemediler. Oysa andolsun, onlar inkâr sözünü söylemişlerdir ve İslamlıklarından sonra inkâra sapmışlardır ve erişemedikleri bir şeye yeltenmişlerdir. Oysa intikama kalkışmalarının, kendilerini Allah'ın ve elçisinin bol ihsanından zengin kılmasından başka (bir nedeni) yoktu. Eğer tevbe ederlerse kendileri için hayırlı olur, eğer yüz çevirirlerse Allah onları dünyada da, ahirette de acı bir azabla azablandırır. Onlar için yeryüzünde bir koruyucu-dost ve bir yardımcı yoktur.

Onların söyledikleri "küfür sözü"nün ne olduğunu kesin bir şekilde bilemiyoruz. Fakat o dönemde münafıkların söyledikleri küfür sözlerine değinen birçok hadisler vardır. Mesela, bir münafığın akrabası olan genç bir müslümanla konuşurken şöyle dediği rivayet edilir: "Eğer bu adamın (Hz. Muhammed (s.a) bütün söyledikleri doğru ise, o zaman biz eşeklerden de beteriz." Başka bir hadiste de Tebûk seferi sırasında Hz. Peygamber'in (s.a) develerinden biri kaybolup müslümanlar onu aramaya çıktıklarında münafıkların bu olayı alaya alıp birbirlerine şöyle diyerek eğlendikleri rivayet edilir "(Şu adamın peygamberliğine bakın) Gökten haberler alıyor, fakat devesinin nerede olduğunu bilmiyor!".

Burada münafıkların Tebûk seferi sırasında kurdukları tuzaklar kastedilmektedir. Dönüş sırasında münafıklar Hz. Peygamber'i (s.a) geceleyin bir tepe üzerinden geçerken bir çukura itip düşürmeyi planladılar. Hz. Peygamber (s.a) bu planı haber aldı ve kendisi Ammar b. Yasir ve Huzeyfe bin Yeman ile kısa yoldan, yani tepelerin üzerinden giderken ordunun tepelerin çevresindeki uzun yolu takip etmesini emretti. Yolda giderken yüzleri örtülü bir düzine kadar münafığın kendilerini takip ettiğini gördüler. Bunun üzerine Huzeyfe (r.a) , develerini uzaklaştırabilmek için onlara doğru ilerledi. Fakat münafıklar onun kendilerine yaklaştığını görünce dehşete düştüler ve tanınmamak için kaçmaya başladılar.
Münafıkların yaptığı diğer plan ise, İslam ordusu hakkında "kötü haberler" duyulur duyulmaz Abdullah ibn Ubey'in Medine'de kral ilan edilmesiydi. Çünkü onlar Hz. Peygamber (s.a) ve ashabının asla büyük Roma İmparatorluğu karşısında dayanamayacağını düşünüyorlardı.

Burada, Medineli münafıkları utandırmak için imalı bir ifade yer almıştır ve Medine halkının zenginliğine işaret edilmektedir. Çünkü Hz. Peygamber'in (s.a) hicretinden önce Medine yüksek bir konuma sahip değildi. Fakat dokuz yıl kadar kısa bir süre içinde Hz. Peygamber'in (s.a) o şehirde ikameti ve gerçek müslümanlar olan Ensar'ın fedakarlıkları nedeniyle bu küçük şehir tüm Arabistan'ın başşehri oldu. Bunun sonucunda, eskiden köylü olan Evs ve Hazreçliler İslam devletinin "büyükleri" haline geldiler ve gerek savaş ganimetleri şeklinde gerekse hareketli ticaret hayatı nedeniyle Medine'ye servet akmaya başladı. Bu ayette münafıklar, Peygamber'e (s.a) şükranda bulunmak yerine, onlara sadece zenginlik getirmek gibi bir suçu olduğu için onu kıskandıkları ve haset ettikleri için tenkid edilmektedirler.
 
ibni kayyım Çevrimdışı

ibni kayyım

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Evinde ölü bulundu, dağda şehid bulundu

‘Evinde ölü bulundu’ başlığı altında adının geçmesini istemiyordu… ‘Doğduğu yerde ölenler listesinde olmak arka vagona binmek gibi bir şey’ diyordu… Çoğu insan gibi torun sevgisini tadarak ölüm meleğinin kendisine uğramasını da istemiyordu… Çoğunluğa inat bedeninin ter ve kan kokulu bir şekilde defnedilmesini istiyordu… Kefeni hiç sevmediği gibi ‘kefene dürüm yapılmaktan da Allah’a sığınırım’derdi…

Yatağına uzanırken dağda geceleyen kardeşlerini düşünürdü… Aynı ay ışığı altında gecelemek sıkıyordu kendisini… Ay, sıcak yatağında olmasına şahitti… Ay, utandırıyordu kendisini…

mahçuptu…

Ayak bağlarını çözüp dağlara kanat çırpan kardeşlerin, imanın zirvesinde gecelediklerini düşündü… Hepsi bir ağızdan; ‘ Sen neden burda değilsin’ demişler gibi, yüzü kızardı... Ağlayamıyordu da! Ne oldu bana deyip bir ok gibi fırladı yatağından… Akrep iki ile üç arasında yorgun bir mücahid gibi ağır ağır yol alıyordu… Balkona çıktı ve siyah yorgan altında geceleyen kardeşlerini üşüten rüzgâra göğsünü açtı…

Derecesini düşüre düşüre gelen rüzgâr selam getirmişti… ‘Aleykümselâm dedi’ gözyaşlarını şahit tutarak… Sulu gözleri onlarca yıldıza ev sahipliği yapmıştı… ‘küçük cephem’ dediği balkon dar gelmeye başlamıştı… ‘Size ne oluyorki’ ile başlayan ayet yatağından kalkmasına yetmişti… Ama hala ‘yerlerinde oturanlar’ safındaydı…

Üşüyordu…

Hayata bağlayan resimleri tek tek gözler önüne getirdi… Kimler yoktu ki… Her bir resmi firdevs ile arasına koydu… ‘ Baba!’ dedi, ilk resim… ‘Ne zormuş evlatla imtihan’ diye mırıldandı… İkinci resim, çocuğunu kucaklayarak; ‘ Ben dul, çocuğumuz yetim mi kalsın?’ dedi ağlamaklı bir şekilde… Aman allah’ım! Bunlar neler söylüyorlar?’ Dedi…

Tevbe–24, diğer resimleri bir bir çağırıyordu… Et, kan ve deriden oluşan resimlere beton yığınları da eklenince firdevs’le arasında kalın bir duvar örülmüş gibi oldu… Tevbe–24, kâğıt üstünde durduğu gibi durmuyordu…

Tevbe-24’e hazırlıksız yakalanmıştı… Yıllarca tefsir dersi yapmışlardı oysaki… Bu ayet yaşanarak tefsir edilirdi ancak… Tevbe-24’ün kıskacına girmişti bir defa… Çıkmak ne mümkün!

Her resim birer ayak bağı idi… Sünnete uygun bir şekilde çözülmesi gerekiyordu… Nereden başlayacaktı, bilmiyordu… Resimler çok canlıydı… Dokunabiliyordu… Firdevs resimleri soyuttu… Bir türlü can veremiyordu firdevs resimlerine… ‘İşte sıkıntı burada.’ dedi.

Kalp atışları hızlandıkça ayak bağında gevşemeler olduğunu hissetti… Tevbe–24 tebessüm etmeye başlamıştı… ‘Hoşlanmasanızda…’nın muhatabı olmak istemiyordu… Başını göğe kaldırdı ve ‘ Rabbim! Dedi… Kendisini Allah’a hiç bukadar yakın hissetmemişti…

Her gece küçük cephesinde ‘Rabbim!’ Demenin tadını çıkarıyordu… Gece bir bereketti onun için… Milyonların uyuduğu saatte Rabbi, sanki kendisine özel bir vakit ayırmış gibi mutluydu… Küçük cephesi her geçen gün sevimli gelmeye başlamıştı…

Hiçbir cihada küçük demiyordu… ‘Sadece cepheler küçük ya da büyük olur.’ diyordu… ‘Cihad bir okuldur. Diplomasını alan her mezun staj yapmak için çıkıyorlardı imanın zirvelerine…’ diyen arkadaşına hak veriyordu…

Hazırlık sınıfı olarak algılıyordu küçük cephesini… Gök aynı gökdü… Ay ve yıldızlar aynıydı… Hazırlık sınıfının zemini yumuşak, rüzgârı serin, soruları zordu… Küçük cephesinde Rabbine saygıyla secdeye vardı… Burnu ayaklarıyla aynı düzlemdeydi… Gözyaşları sünnete uygun bir şekilde yuvasını terk ederken:

‘’ Rabbim! Dedi… ‘Evinde ölü bulundu’lar listesinde olmaktan sana sığınırım… Sen beni ‘dağda şehid bulundular’ listesine al!’ Sana tüm güzel isminle yalvarıyorum’ dedi ve sabah namazına uyanmak için gözlerini o geceye yumdu…
Rabbim kardeşimizin duasını kabul etsin… Bizlere de kâfirlere bayram yaptıracak şehadetler nasip etsin…
 
tahsin33 Çevrimdışı

tahsin33

Üye
İslam-TR Üyesi
Tevbe suresi ayet 80
(Ey Muhammed!) Onlar için ister af dile, ister dileme; onlar için yetmiş kez af dilesen de Allah onları asla affetmeyecek. Bu, onların Allah ve Resûlünü inkâr etmelerinden ötürüdür. Allah fâsıklar topluluğunu hidayete erdirmez.

Rivayet edildiğine gÖre,.bundan önceki âyet nazil olunca münafıkların bazıları Resulullaha gelip tutumlarının yanlışlığını itiraf ederek "Ey Allahın Resulü bizim için Allah'tan af dile" demişler Resulullah da "Sizin için af dilerim" buyurmuştu. Bunun üzerine bu âyet-i Kerime nazil olmuş ve Resulullahm, onlar için af talep etmesiyle neticenin değişmeyeceğini, zira onların yine münafıklıktan vaz geçmeyerek nifak üzere ölçeklerini beyan edereke şöyle buyurmuştur:
Ey Muhammed, bu münafıklar için ister af dile istersen dileme. Bunların affedilmelerini yetmiş kere dilesen de Allah bunları affetmeyecek, kıyamet gününde onları diğer yaratıkların huzurunda rezi edecektir. Bunların affedilmemelerinin sebebi ise Aliahın birliğini ve Peygamberini inkâr etmeleridir. Zira Allah, fâsiklar güruhunu iman etmeye muvaffak kılmaz.
Bu hususta, Abdullah b. Ömer diyor ki:
Abdullah b. Übey ölünce oğlu Abdullah b. Abdullah, Resulullah'a geldi. Ondan, babasını kefenlemesi için gömleğini vermesini istedi. Resulullah, gömleğini ona verdi Abdullah'ı onunla kefenlemesini istedi. Sonra cenazesini kılmak istedi. Bunun üzerine Ömer b. el-Hattab, Resulullahın elbisesinden tuttu ve dedi ki: "Sen bunun, namazını kılıyorsun, halbuki bu münafık. Allah sana, bunlara af dilemeni yasakladı." Bunun üzerine Resulullah buyurdu ki: "Allah beni, bunlar içi af dileyip dilememekte serbest bıraktı ve buyurdu ki: "İster bağışlanmalarını dile ister dileme. Onlar için yetmiş defa af dilesen de Allah onları affetmeyecektir." Ben, bunlar için yetmişten daha fazla af dileyeceğim." dedi ve onun cenaze namazını kıldırdı. Biz de onunla birlikte kıldık. Bunun üzerine Allah teala, "Münafıklardan bîri ölürse sakın cenaze namazım kilma... âyetini indirdi
 
tahsin33 Çevrimdışı

tahsin33

Üye
İslam-TR Üyesi
Tevbe suresi ayet 84
Onlardan ölmüş olan hiçbirine asla namaz kılma; onun kabri başında da durma! Çünkü onlar, Allah ve Resûlünü inkâr ettiler ve fâsık olarak öldüler.

Bu ayet, Tebûk seferinden kısa bir süre sonra ölen münafıkların lideri Abdullah İbn Ubey'in cenaze namazını kılmaktan alıkoymak için nazil olmuştur. Samimi bir müslüman olan Abdullah İbn Ubey'in oğlu Abdullah (O muhlis bir müslümandı) Hz. Peygamber'den (s.a) babasına kefen yapmak üzere gömleğini istedi. Hz. Peygamber (s.a) bu isteği cömertçe yerine getirdi. Daha sonra Abdullah ondan babasının cenaze namazını kıldırmasını istedi. Hz. Peygamber (s.a) bunu da kabul etti, fakat Hz. Ömer, Peygamber'e (s.a) tekrar tekrar bunun yapılmamasını söyledi: "Ey Allah'ın Rasulü, şu şu günah ve suçların sahibi olan bu adamın mı namazını kıldıracaksın?" diyerek onu vazgeçirmeye çalıştı. Hem dostları hem de düşmanları için bir rahmet olan Hz. Peygamber'in (s.a) , İslam'ın en azılı düşmanı olan böyle bir adamın bile cenaze namazını kıldırmak için hazırlandı. Tam namazı kıldırmak için yerini almışken, müslümanlar içinde münafıkları cesaretlendiren ve teşvik eden herşeyi yasaklayan 73. ayetle açıklanan yeni politika uyarınca Allah'tan gelen direkt emirle böyle bir davranışı yasaklayan bu ayet nazil oldu.
Yukarıdaki olay şöyle bir kuralın düzenlenmesine neden oldu: Müslümanların imamları ve liderleri, İslam düşmanlarının veya İslam'a itaatsizliği ile meşhur olanların cenaze namazlarını ne kıldırabilir ne de kılabilir. Bundan sonra ne zaman Hz. Peygamber'e (s.a) cenaze namazı kıldırması teklif edilse, ilk önce ölen adamın durumunu araştırırdı. Onun kötü bir insan olduğunu öğrenirse, ölenin ailesine: "Onu istediğiniz gibi gömebilirsiniz" derdi.
 
tahsin33 Çevrimdışı

tahsin33

Üye
İslam-TR Üyesi
Tevbe suresi ayet 102
Diğerleri günahlarını itiraf ettiler, onlar salih bir ameli bir başka kötüyle karıştırmışlardır. Umulur ki Allah tevbelerini kabul eder. Hiç şüphesiz Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.

Medine halkından, nifak üzere devam edenler bulunduğu gibi onlardan, günahlarını itiraf edenler de vardır. Bunlar, Resulullah ile birlikte cihada çıkmama kötü amellerini, günahlarından tevbe etme iyi amellerine karıştırmışlardır. Allah bunların tevbelerini kabul edecektir. Zira Allah,kullanm çokça affeden ve çok merhametli davranandır.
Âyet-i kerime'de geçen ve "Umulur ki" diye tercüme edilen ( , kelimesi, Allah teala için kullanıldığında "Muhakkak ki" manasını ifade eder. Bu nedenle âyette zikredilen kimselerin günahlarının affedileceği vaadedilmiştir.
Haccac b. Ebi Zî'b diyorki: "Ben Ebu Osman'ın şöyle söylediğini işittim", "Bana göre Kur'anda bu ümmet için bu âyetten daha fazla ümit veren bir ayet yoktur."
Semüre b. Cündeb, Resulullahın, bu âyetin izahında şunları buyurduğunu rivayet edmi§tir:
"Bu gece rüyamda bana iki kimse geldi .Beni alıp altın ve gümüş kerpiçlerden yapılmış bir şehre götürdüler. Bizi, vücutlarının yansı gözle görebileceğin en güzel bir şekilde diğer bir yansı da yine gözle görebileceğin en çirkin şekilde olan adamlar karşıladı. O iki kimse o adamlara dediler ki; "Gidin, kendinizi şu nehire atın." Onlar da gidip kendilerini o nehre attılar. Sonra dönüp bize geldiler. Onlarda olan o kötü durum gitmişti. Onlar, en güzel bir sekile girmişlerdi. O iki kişi bana dediler ki: "İşte bu, Adn cennetidir. Şu da senin makamındır." Yine dediler ki: "Yanlan güzel, diğer yarılan çirkinolan o insanlara gelince onlar, salih amellerine kötü ameleri katanlardır. Allah onlannkusurlanni bağışladı. 1[159]
Müfessirler, bu âyet,i kerimenin kimler hakkında indiği hususunda çeşitli görüşler zikretmişlerdir.
a- Abdullahb. Abbas'a göre bu âyet, içlerinde Ebu Lübabe'nin de bulunduğu on kişi hakkında nazi! olmuştur. Bunlar, Tebük seferinde Resululİaha katılmayıp geride kalmışlardır. Ebu Lübabe dahil, bunlardan yedi tanesi, yaptıkla-nna pişman olarak kendilerini, mescid-i Nebevi'nin direklerine bağlamışlardır.
Resulullah savaştan dönüp kendilerini affedip çözmedikçe kendi kendilerini çözmeyeceklerine yemin etmişlerdir. Resulullah dönünce bunların niçin böyle yaptıklarım sormuş, durumları ona anlatılmıştır. Resuluîlah da: "Allah onların özürlerini kabul etmedikçe ben de kabul etmeyeceğim ve onlan çözmeyeceğim. Çünkü pnlar, benim emrimden yüz çevirdiler, müslümanlarla savaşa çıkmayıp geride kaldılar." buyurmuş onlar da "Allah bizi çözmedikçe biz de kendimizi çözmeyeceğiz" diye yemin etmişler nihayet bu âyet inmiş, onlann tevbelerinin kabul edildiği beyan edilmiş Resulullah da onlan serbest bırakmış ve özürlerini kabul etmiştir.
b- Abdullah b. Abbastan nakledilen diğer bir görüşe göre bunlar altı kişidir, Ebu Lübabe, dahil üçü, kendilerini mescidin direklerine bağlamışlardır.
c- Zeyd b. Eslem'e göre bunlar sekiz kişidir.Kendilerini direğe bağlayanlar, Kerdem, Mirdas ve Ebu Lübabe'dir. Said b. Cübeyre göre de bunlar, Hilal, Ebu Lübabe, Kerdem, Mirdas ve Ebu Kays'dır.
d- Katadeye göre bunlar yedi kişidir. Salih amel ile kötü antetleri birbirine kanştıranlar bunlardan dördü'dür. Bunlar da Cedd b. Kays, Ebu Lübabe, Haram ve Evs'dir.
e- Mücahidden nakledilen başka bir görüşe göre bu âyeti kerime yalnız Ebu Lübabe hakkında inmiştir. Ebu Lübabe, muhasara altında bulunan Kureyza oğlu Yahudilerinin yanından geçerken eliyle bağazına işaret etmiş, Sa'd b. Mua-zın hakemliğini kabul etmeleri halinde kesileceklerini anlatmak istemiştir Bunun üzerine Ebu Lübabe, kendisini mescidin direklerinden birine bağlamış, tev-besi kabul edilinceye kadar kendisini çözmeyeceğine yemin etmiştir. Bu âyet-i . kerime inmiş, Ebu Lübabe'nin tevbesinin kabul edildiğini bildirmiştir.
f- Zühriye göre ise bu âyeti kerime sadece Ebu Lübabe hakkında nazil olmuştur amma, Kureyza oğlu Yahudilerinin hadisesinden dolayı değil Tebük savaşına katılmamasından dolayı nazil olmuştur.
Taberi diyorki: "Bu âyetin nüzul sebebi hakkında doğru olan görüş şudurO "Bu âyet, Resulullahın Tebük seferinde çıktığı zaman, onunla beraber cihada çıkmayan ve geride kalan bir topluluk hakkında nazil olmuştur. Bunlardan biri de Ebu Lübabe'dir. Bu âyetin, yalnız Ebu Lübabe hakkında indiğini söylemek doğru değildir. Zira âyette, "Günahlarını itiraf eden diğerleri de vardır." Duyurulmakta ve günahlannı itiraf edenlerin çok kimseler olduğu beyan edilmektedir. Nitekim, sîret âlimleri de bunun, Tebük seferinden geri kalan bir top-lulukhakkında nazil olduğunu rivayet etmiştir.
 
tahsin33 Çevrimdışı

tahsin33

Üye
İslam-TR Üyesi
Tevbe suresi ayet 104
Onlar bilmiyorlar mı ki, gerçekten Allah kullarından tevbeleri kabul edecek ve sadakaları alacak olan O'dur. Şüphesiz, tevbeleri kabul eden, esirgeyen O'dur.

Onlar bilmediler mi ki? kullarının yaptığı tevbeyi ancak Allah kabul eder, sadakalarını da ancak o kabul eder .Ve Allah, tevbeleri çokça kabul edendir, çok merhametli olandır.
Bu âyet-i kerime, Tebük seferine katılmayanları tevbe etmeye, sadaka vermeye, tevbe ve sadakalarında da samimi olmaya teşvik etmektedir. Çünkü tevbe ve sadaka, günahların affedilmesine, kişilerin, manevî kirlerden temizlenmesine sebep olmaktadır.
Abdullah b. Mesud, bu âyetin izahında şunu söylemiştir: Hiçbir kimse bir sadaka vermez ki, dilencinin eline konulmadan Allanın eline konulmuş olmasın. Sonra Abdullah b. Mesud Onlar bilmediler mi ki, kulların yaptığı tevbeyi ancak Allah kabul eder. Sadakalarını da ancak o alır. âyetini okudu.
Verilen sadakanın, Allah katında ne kadar sevap olduğunu belirten bir hadis-i şerifte de Resulullah şöyle buyurmuştur:
Allah, verilen sadakayı kabul eder. Onu sağ eliyle alır ve sizden birinizin tayını beslediği gibi onu büyütür. Öyle ki, bir lokma, Uhut dağı gibi olur. Bunu, Aziz ve celil olan Allanın kitabında doğrulayan âyetler şunlardır:
Onlar bilmedilermi ki, kulların yaptığı tevbeyi ancak Allah kabul eder. Sadakalarını da ancak Allah alır.
Allah, faizi mahveder, sadakaları ise artırır.
 
tahsin33 Çevrimdışı

tahsin33

Üye
İslam-TR Üyesi
Tevbe suresi ayet 106
Savaştan geri kalan diğer bir kısım İnsanların durumu ise, Alla-hın hükmüne bırakılmıştır. Onlara ya azap eder veya tevbclerini kabul eder. Allah, her şeyi çok iyi bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.

Bu âyet-i kerime, daha sonra gelen yüz on sekizinci âyette zikredilen üç kişiye işaret etmektedir. Bunlar Kâ'b b. Malik, Mürare b. Rebi1 ve Hilal b. Ümeyye isimli sahabilerdir. Bu sahabiler, bir çok savaşa katılmalarına rağmen Tebük seferinden geri kalmışlardır. Bu sebeple Resulullah (s.a.v.) kendileriyle konuşulmasını yasaklamış ve durumlarını Allah'a havale etmiştir. Yüzon seki*zinci âyette bunların tevbelerinin kabul edildiği bildirilmiştir.
 
tahsin33 Çevrimdışı

tahsin33

Üye
İslam-TR Üyesi
Tevbe suresi ayet 112
Tevbe edenler, ibadet edenler, hamd edenler, (İslam uğrunda) seyahat edenler, rükû edenler, secde edenler, iyiliği emredenler, kötülükten sakındıranlar ve Allah'ın sınırlarını koruyanlar; sen (bütün) mü'minleri müjdele.

Bunlar, günahlardan tevbe edenler, Allaha ibadet edenler, ona hamd edenler, onun yolunda seyahat edenler, rükû edenler, secde edenler, iyiliği emredip kötülüğü yasaklayanlar ve Allanın koyduğu sınırları koruyanlardır. Müminleri müdelc.
Allanın, cennet karşılığında caniannı ve mallarını aldığı müminler o kimselerdir ki, Allahm sevmediği şeylerden vaz geçip sevdiği şeylere yönelirler Allah'tan korkarak ona boyun eğer, kullak ederler Her hallerinde ve her türlü imtihan karşısında Allaha hamdederler. Oruç tutarak vücutlarını Allah yolunda esirgemedikleri için seyahat edenler gibi kendilerini yorarlar. Namazlarında rüku ederler secdeye varırlar. İnsanlara, hakka uymalarını, doğru yolda gitmelerini ve salih amel işlemelerini emrederler. Ve onlara, Allahın yasakladığı her şeyi yasaklarlar. Allahm kendilerine, farz kıldığı ibadetleri yerine getirip yasakladığı şeylerden kaçınarak onun koyduğu sınırlan korurlar.
Âyet-i kerime'de Allah yolunda cihad edecek olan müminlerin bir kısım sıfatlan zikredilmiştir. O sıfatlar şunlardır:
Tevbe edenler:
Bundan maksat, yaptıkları günahlardan vaz geçenler, şirk ve nifaktan uzaklaşanlar, demektir.
İbadet edenler:
Bundan maksat, Allah korkusundan dolayı boyun eğip kulluk edenler ve kulluklarını her halükârda yaparak bu uğurda vücutlannı esirgemeyenlerdir.
Hamd edenler:
Bundan maksat, Allanın, kendilerini imtihan ettiği hayırlı durumlarda da, kötü hallerde de ona hamd edenler demektir.
Seyahat edenler:
Bundan maksat ise Ubeyd b. Umeyr, Ebu Hureyre, Abdullah b. Mes'ud, Ebu Abdurrahman, Abdullah b. Abbas, Said b. Cübeyr, Abdurrahman, Mücahid, Ebu Amr el-Abdi ve Hz. Aişeye göre, oruç tutanlar'dir. Oruç tutanlar da seyahat edenler gibi Allah yolunda vücutlannı esirgemedikleri için onlara "Seyahat edenler" denilmiştir. Ubeyd b. Umeyr ve Ebu Hureyre, Re-sulullarun, bu âyette zikredilen -Seyahat edenler"den maksadın, oruç tutanlar olduğunu beyan ettiğini rivayet etmiştir. Hz. Aişe de, "Bu ümmetin seyahati oruç tutmaktır." dremiştir.
 
tahsin33 Çevrimdışı

tahsin33

Üye
İslam-TR Üyesi
Tevbe suresi ayet 113
(Kâfir olarak ölüp) cehennem ehli oldukları onlara açıkça belli olduktan sonra, akraba dahi olsalar, (Allah'a) ortak koşanlar için af dilemek ne peygambere yaraşır ne de inananlara.

Ne Peygamberin ne de müminlerin, cehennemlik oldukları belli olduktan sora, akrabaları da olsa, müşrikler için af dilemeleri asla doğru olmaz.
Ne Peygamber Muhammede ne de onunla birlikte iman edenlere yakın akrabaları dahi olsa, kâfir olarak ölüp cehennemlik oldukları belli olduktan sonra, müşrikler için af dilemeleri onlara yakışmaz.
Müfessirler, bu âyet-i kerime'nin nüzul sebebi hakkında farklı görüşler zikretmişlerdir.

a- Müseyyeb b. Hazen, Mücahid, Amr b. Dinar ve Said b. el- Müseyeb'e göre bu âyet-i kerime, Resulullahın amcası Ebu Talib hakkında nazil olmuştur. Bu hususta Müseyyeb diyor ki:
"Ebu Talip ölüm hastalığında iken Resulullah onun yanına gitti. Orada, Kureyşin ileri gelenlerinden, Ebu cehil ve Abdullah b. Ebi Ümeyye bulunuyordu. Resulullah Ebu Tabile "Ey amca, Ünlahe illallah" de. Bununla Alla katında seni savunayım." dedi. Ebu Cahil ve Abdullah b Umeyye "Ey Ebu Talip, Ab-dulmuttalibin dininden dönecek misin?" dediler. Bunlar Ebu Talibe devamlı olarak aynı şeyi telkin ediyorlardı. Nihayet Ebu Talip onlara son söz olarak Abdulmuttalibin dini üzere olduğunu söyledi. Bunun üzerine Resulullah şöyle buyurdu
"Bana yasaklanmadıkça senin için mutlaka af dileyeceğim. İşte bunun üzerine bu âyet-i kerime nâzi! oldu ve iman etmeyenler için af dilemeyi yasakladı. Aslında, hakkında af dilemekle herhangi bir kimseyi imana getirmek mümkün değildir. Nitakim bu hususta yine Ebu Talib hakkında nazil olduğu rivayet edilen bir âyet-i kerimede şöyle buyurulmaktadır "Ey Muhammed, şüphesiz sen, sevdiğini hidayete erdiremezsin. Fakkat Allah dilediğini hidayete erdirir. O, hidayete erecekleri çok iyi bilir.

b- Atiyye ve Abdullah b. Abbastan nakledilen diğer bir görüşe göre bu âyet-i kerime, Resulullahm annesi hakkında nazil olmuştur. Atiyye diyor ki: "Resulullah Mekke'ye gelince annesi için af dilemesine izin verilir ümidiyle güneş ortalığı iyice kızdınncaya kadar annesinin kabrinin başında durdu. Nihayet "Ne Peygamberin ne de müminlerin, cehennemlik olduktan sonra, akrabaları da olsa müşrikler için af dilemeleri asla doğru olmaz" ayeti inti. Resulullah da annesi için af dilemekten uzak durdu. Bu hususta Ebu Hureyde diyor ki:
"Resulullah (s.a.v.) annesinin kabrini ziyaret etti. Kendisi ağladı, çevresinde bulunanları da ağlattı ve buyurdu ki: "Ben rabbimden onun için af dilememe izin vermesini istedim. O bana izin vermedi. Onun kabrini ziyaret etmek için izin istedim. Bana izin verildi. Sizler, kabirleri ziyaret edin. Çünkü onlar, ölümü hatırlatırlar.

c- Abdullah b. Abbas ve Katadeden nakledilen diğer bir görüşe göre bu âyetin nüzul sebebi, bazı müminlerin, Ölen akrabaları müşrikler için af dilemeleridir. Bu hususta Katade diyor ki: "Bize anlatıldığına göre, Resulullahın sahabi-lerinden bazı kişiler dediler ki: "Ey Allahın Resulü, atalarımızdan bazıları iyi komşuluk yapıyor, akrabalarına iyi davranıyor, darda kalanların sıkıntılarını gi*deriyor ve üzerlerinde bulunan haklan yerine getiriyorlardı. Biz, onlar için af dilemeyelim mi?" Resulullah da buyurdu ki: "Evet dileyin. Ben de" İbrahimin babası için af dilediği gibi babam için af dileyeceğim" Bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu. Af dilemelerini yasakladı. Bundan sonra gelen âyet de nazil olup Hz. İbrahimin mazeretini belirtti.
Âyet-i kerime'de, cehennemlik oldukları belli olduktan sonra müşrik akrabalar için af dilenemeyeceği beyan edilmektedir. Onların, cehennemlik oldukları ölümlerinden sonra belli olacağından Abdullah b. Abbas, diri olan müşrik akrabalar için af dileneceğinin caiz olduğunu söylemiştir. Said b. Cübeyr diyor ki: "Yahudi olan bir kişi öldü. Onun, müslüman bir oğlu vardı. Cenazesine katılmadı. Bu, Abdullah b. Abbasa anlatıldı. O da dedi ki: "Oğlunun cenaze ile beraber gidip onu defnetmesi icabederdi. Ölünceye kadar ona iyi dileklerde bulunmalıydı. Öldükten ssonra ise o haline bırakılır. Allah teala buyurmuştur ki «İbrahimin, babası için af dilemesi, yalnızca ona verdiği sözü yerine getirmesi içindi. Fakat babasının, Allah düşmanı olduğu ortaya çıkınca ondan uzaklaştı.»
Atâ b. Ebi Rebah, bu âyette zikredilen, af dilemeden maksadın, öldükten sonra cenaze namazım kılmak olduğunu söylemiş, Ebu Hureyre de dua etmek olduğun beyan etmiştir.
Taberi de, aslında af dilemenin, kulun, rabbinden, günahların bağışlanmasını istemesi oldu'ğunu, bu itibarla Atâ'nın izah ettiği gibi cenaze namazını kılmayı da ona dua etmeyi de kapsadığını söylemiştir
.
 
tahsin33 Çevrimdışı

tahsin33

Üye
İslam-TR Üyesi
Tevbe suresi ayet 114
İbrahim'in babası için af dilemesi, sadece ona verdiği sözden dolayı idi. Ne var ki, onun Allah'ın düşmanı olduğu kendisine belli olunca, ondan uzaklaştı. Şüphesiz ki İbrahim çok yumuşak huylu ve pek sabırlı idi.

İbrahim aleyhisselam, babası için Allahtan af dileyeceğine dair söz vermişti. Bu hususta şu âyette buyuruluyor ki: "İbrahim şöyle dedi "Selam sana. Rabbimden bağşalanmam dileyeceğim. Çünkü o bana çok lütufkârdır." İşte İbrahim aleyhisselam bu vaadini yerine getirmek için Allahtan af dilemiş, ancak, babasının, Allanın düşmanı olduğu ortaya çıkınca af dilemekten vaz geçmiş ve ondan uzaklaşmıştır.
Âyet-i kerime'de, Babasının, Allanın düşmanı olduğu ortaya çıkınca İbrahim ondan uzaklaştı. Duyurulmaktadır.
Müfessirler, babasının bu halinin nasıl ortaya çıktığı hususunda iki görüş zikretmişlerdir.
a- Abdullah b. Abbas, Mücahid, Hakem, Dehhak ve Katadeye göre
İbrahimin babasının müşrikliğinin belli oluşu, müşrik olarak ölmesiyle ortaya çıkmıştır. Böylece İbrahim de artık onun için af dilemekten vaz geçmiştir.
b- İbrahim en-Nehai ve Ubeyd b. Umeyre göre ise,
İbrahimin babasının müşrik oluşunun ortaya tam olarak çıkması, âhirette olacaktır. Sırat köprüsünü geçerken babası, İbrahime sarılacak, onunla birlikte geçmek isteyecek, İbrahim ona yumuşak davranacak ancak onun, maymuna çevirildiğini görünce ondan uzaklaşacak ve onu yalnız başına bırakacaktır.
Taberi birinci görüşün doğru olduğunu söylemiştir.
 
tahsin33 Çevrimdışı

tahsin33

Üye
İslam-TR Üyesi
Tevbe suresi ayet 115
Allah bir topluluğu doğru yola ilettikten sonra, sakınacakları şeyleri kendilerine açıklayıncaya kadar onları saptıracak değildir. Allah her şeyi çok iyi bilendir.

Allah sizi hidayete erdirdikten sonra sizlere, müşrikler için af dilemenin yasak olduğunu bildirmedikçe elbette ki böyle bir af dilemenizden dolayı sizi sapıklığa düşürecek değildir. Çünkü sizler, bu yasağı bilmeden önce yaptıklarınızdan sorumlu değilsiniz. Fakat bu yasaktan sonra af dilemeniz de mümkün değildir.
 
tahsin33 Çevrimdışı

tahsin33

Üye
İslam-TR Üyesi
Tevbe suresi ayet 117
Andolsun Allah, Peygamberin, Muhacirlerin ve Ensarın üzerine tevbe ihsan etti. Ki onlar -içlerinde bir bölümünün kalbi nerdeyse kaymak üzereyken- ona güçlük saatinde tabi oldular. Sonra onların tevbelerini kabul etti. Çünkü O, onlara (karşı) çok şefkatlidir, çok esirgeyicidir.

Şüphesiz ki Allah, Peygamberin ve Tebük seferinde, bineklerinin, azıklarının ve sularının kıt olduğu sıkıntılı bir anda Peygambere tâbi olan muhacir ve Ensann tevbelerini kabul etmiştir. O sıkıntılı zamanda, müminlerden bir gurubun, yolculukta karşılaştıkları çile ve meşakkat sebebiyle neredeyse kalben hak'tan kayıyor ve dinlerinden şüpheye düşüyorlardı. Sonra Allah, bunların tevbelerini kabul etti. Zira Allah, müminlere karşı çok lütufkârdir ve çok merhametlidir.
Bu âyet-i kerime, Tebük seferine katılan müminleri anlatmaktadır. Tebük seferine "Zorluk seferi" adı verilmiştir. Çünkü bu sefer, bineklerin, azıkların ve suların az, sıcağın ise şiddetli olduğu bir zamanda yapılmıştı .Bu sefere katılanlar büyük bir sıkıntıya düşmüşlerdir.
Hz. Ömer bu sefer hakkında diyor ki: "Biz, Resulullah ile birlikte, sıcağın şiddetli olduğu bir sırada Tebük seferine çıktık. Bir yerde konakladık. Çok susamıştık. Neredeyse susuzluktan ölecektik. Bazıları, develerini kesip karnındaki suyu içiyor böylece ciğerini yanmaktan kurtarıyordu. Ebubekir "Ey Allanın Resulü, Allah sana, dualarının karşılığında hayır nasibediyor bizim için dua et." dedi. Resulullah "Bunu istiyor musun" diye sordu Ebubekir de "Evet" dedi. Bunun üzerine Resulullah, ellerini kaldırıp Allaha yalvarmaya başladı. Daha ellerini indirmeden hava değişti, bulutlar geldi ve gökten yağmur dökülmeye başladı. Herkes yanında bulunan kaplan doldurdu. Etrafımıza baktık, yağmurun, ordunun üzerinden başka yere yağmadığını gördük."
 
tahsin33 Çevrimdışı

tahsin33

Üye
İslam-TR Üyesi
tevbe suresi ayet 118
(Savaştan) Geri bırakılan üç (kişiyi) de (bağışladı). Öyle ki, bütün genişliğine rağmen yeryüzü onlara dar gelmişti, nefisleri de kendilerine dar (sıkıntılı) gelmişti ve O'nun dışında (yine) Allah'tan başka bir sığınacak olmadığını iyice anladılar. Sonra tevbe etsinler diye onların tevbesini kabul etti. Şüphesiz Allah, (yalnızca) O, tevbeleri kabul edendir, esirgeyendir.

Savaştan geri kalan ve tevbeleri daha sonra kabul edilen bu üç kişi Kâ'b b. Mâlik, Mürare b. Rebi1 ve Hilâl b. Ümeyye'dir.
Kâ'b b. Mâlik, Akabe bey'atına katılmış, Resululahı ve İslâmı kendi canından önce koruyacağına, onu her zaman ve her yerde müdafaa edeceğine dair ahitte bulunmuş seçkin ve şair bir kişiydi. Mürare b. Rebi1 ve Hilal b. Ümeyye de Bedir savaşına katılmış, halk için örnek davranışlara sahip olan salih birer kişiydiler.
Tebük seferine gitmemek için münafıklar ve Bedeviler, bir takım uydurma sözler ileri sürmüşler bazıları da sefer sonrasında özür beyan ederek Resu-lullah'tan affedilmelerini istemişlerdir.
Fakat bu üç kişi, hiçbir Özürleri bulunmadığı halde sefere katılmamışlar, sefer sonrasında da hiçbir Özürleri olmadığı halde sefere katılmadıklarını itiraf etmişlerdir. Onların bu itirafları üzerine, Resulullah (s.a,v.) gidip, Allanın, haklarında hüküm vermesine kadar beklemelerini söylemiş bunlar da, haklarında hükmü beklemeye başlamışlardı. Resulullah onlarla konuşmayı yasaklamıştı.
 
tahsin33 Çevrimdışı

tahsin33

Üye
İslam-TR Üyesi
Tevbe suresi ayet 126
Görmüyorlar mı ki, gerçekten onlar her yıl, bir veya iki defa belaya çarptırılıyorlar da sonra tevbe etmiyorlar ve öğüt alıp (ders çıkarıp) düşünmüyorlar.

O münafıklar hiç görmüyorlar mı ki, Allah onlan her yıl bir veya iki defa açıklık, kıtlık, bela ve azap ile imtihan ediyor?
Onlar bütün bu imtihanlara rağmen yine münafıklıklarından vaz geçip tevbe etmiyorlar. Başlarına gelen felaketlerden Öğüt ve ibret almıyorlar.
Müfessirler, âyette zikredilen 'imtihanlardan neyin kastedildiği hususunda farklı görüşler zikretmişlerdir."
Mücahie göre burada zikredilen imtihan'dan maksat, Atlanın, her yıl bir veya iki defa, kalblerinde hastalık bulunan münafıkları, kıtlık ve çeşitli sıkıntılarla imtihan etmesidir.
Katadeye ve Hasan-ı Basriye göre ise Allanın, onlan her yıl bir veya iki defa sefere çıkarmakla imtihan etmesidir.
Huzeyfeye göre ise burada zikredilen "imtihan" d an maksat, Resulullahın aleyhine müşriklerin yaydıkları yalan ve iftiralardır. Kalbleri hasta olan insanlar, bu tür iftiralara inanarak fitneye düşüp hak yol'dan sapıyorlardı. Sonra da tevbe edip doğru yola yönelmiyorlardı.
Taberi diyor ki; "Burada söylenecek dorğu söz şudur: "Allah teala bu âyet-i kerime ile mümin kullarının, münafıkların haline hayretle bakmalarını emretmiş ve münafıkları çok az düşünmekle, Allahın nasihatianndan öğüt almamakla kınanmıştır. Allahın, münafıklara verdiği ibretli dersler açlık ve kıtlıkta olabilir, Hz. Muhammed (s.a.v.)'i diğer kâfirlere galip getirmesi de olabilir, münafıkların, müşriklerin sözlerine aldanarak sapmalarını müminlere bildirmesi şeklinde de olabilir. Bunlardan herhangi birini diğerine tercih etmeye dair herhangi bir sahih haber yoktur.
 

Benzer konular

Üst Ana Sayfa Alt