Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Kur'an'da Tevbe Kavramı

tahsin33 Çevrimdışı

tahsin33

Üye
İslam-TR Üyesi
Nisa suresi ayet 48
Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz; bundan başkasını, (günahları) dilediği kimse için bağışlar. Allah'a ortak koşan kimse büyük bir günah (ile) iftira etmiş olur.

Ehl-i kitap peygambere ve indirilen kitaplara iman ettiği halde şirk koşmakla suçlanıyorlar.

Bu, kişi şirkten sakındığı sürece başka günahları işleyebilir anlamına gelmez. Bilakis basit bir günahmış gibi kabul edilen şirkin, en büyük günah ve zulüm olduğunu vurgular. Günahlar içinde bağışlanması mümkün olmayan tek günah şirktir.
Yahudi alimleri, çoğunlukla kitapta adı bile geçmeyen fakat kitaptan çıkarılan küçük ayrıntılarla basit hükümlerle uğraşırlardı. Diğer taraftan şirki çok basit bir mesele olarak kabul ederlerdi. Sadece kendileri şirke bulaşmakla kalmaz, topluluklarını da bu yola düşmekten alıkoymaya hiçbir çaba harcamazlardı. Bu nedenle müşrik kabilelerle işbirliği yapmakta hiçbir beis görmüyorlardı.
 
tahsin33 Çevrimdışı

tahsin33

Üye
İslam-TR Üyesi
Nisa suresi ayet 64
Biz elçilerden hiç kimseyi ancak Allah'ın izniyle kendisine itaat edilmesinden başka bir şeyle göndermedik. Onlar kendi nefislerine zulmettiklerinde şayet sana gelip Allah'tan bağışlama dileselerdi ve elçi de onlar için bağışlama dileseydi, elbette Allah'ı tevbeleri kabul eden, esirgeyen olarak bulurlardı.

Bu ayet bir peygamber'in konumunu açıkça ortaya koyar: Allah, rasûllerini, sadece insanlar, peygamberliğini kabul etsinler, daha sonra da başkalarına tâbi olsunlar diye göndermemiştir. Peygamber gönderilmesinin tek amacı, onun getirdiği hayat tarzına uyulup diğerlerinin reddedilmesi ve yalnızca O'nun Allah'tan getirdiği emirlere uyulup, diğerlerinin terk edilmesidir. Eğer bir kimse peygambere yukarıdaki anlamda inanmıyorsa, onun peygamber olduğuna şehadet etmesinin hiçbir anlamı yoktur.
 
tahsin33 Çevrimdışı

tahsin33

Üye
İslam-TR Üyesi
Nisa suresi ayet 92
Bir mü'mine, -hata sonucu olması dışında- bir başka mü'mini öldürmesi yakışmaz. Kim bir mü'mini ‘hata sonucu' öldürürse, mü'min bir köleyi özgürlüğüne kavuşturması ve ailesine teslim edilecek bir diyeti vermesi gerekir. Onların (bunu) sadaka olarak bağışlamaları başka. Eğer o, mü'min olduğu halde size düşman olan bir topluluktan ise, bu durumda mü'min bir köleyi özgürlüğe kavuşturması gerekir. Şayet kendileriyle aranızda andlaşma olan bir topluluktan ise, bu durumda ailesine bir diyet ödemek ve bir mü'min köleyi özgürlüğe kavuşturmak gerekir. (Diyet ve köle özgürlüğü için gereken imkanı) Bulamayan ise, kesintisiz olarak iki ay oruç tutmalıdır. Bu, Allah'tan bir tevbedir. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.

Bu, yukarıda sözü edilen ve kanı helâl olan münafıkları değil, "İslâm yurdunda" "savaş bölgesinde" veya "küfür diyarı"nda yaşayan ve kâfirlerin İslâm aleyhinde yaptıkları düşmanca davranışlara ortak oldukları konusunda hiçbir delili olmayan samimi müslümanları kasteder. O dönemde böyle bir uyarı gerekliydi.
Çünkü müslüman oldukları halde İslâm düşmanlarının arasında yaşamak zorunda kalan kimseler de vardı. Bazı durumlarda Müslümanların düşman bir kabileye saldırdıklarında yanlışlıkla müslüman bir kimseyi öldüren kişinin günahının kefareti için ne yapması gerektiğini bildiriyor.

Öldürülen kişi bir mümin olduğu için, bu kaza sonucu ortaya çıkan cinayete kefaret olarak mümin bir köle azat edilmelidir.

Hz. Peygamber (s.a) öldürülen kimsenin ailesine verilecek olan kan diyetini yüz deve, iki yüz inek veya ikibin keçi olarak belirlemiştir. Bu diyeti başka şeylerle ödemek isteyen kişi, bu hayvanların piyasa fiyatını gözönünde bulundurarak hesaplama yapmalıdır. Örneğin, Hz. Peygamber (s.a) döneminde para olarak ödenen diyet sekiz yüz altın dinar veya sekiz bin gümüş dirhem idi. Halifeliği döneminde Hz. Ömer (r.a) şöyle ilân etmiştir: "Şimdi devenin fiyatı arttı, o halde diyet olarak bin dinar veya on iki bin dirhem verilmelidir." Fakat buradaki cinayetin kasten olmadığına, sadece kaza sonucu işlendiğine dikkat edilmelidir.

Kısaca 92. ayette verilen emirler şöyle özetlenebilir:
Eğer öldürülen kimse "İslâm diyarı"nda (Dar'ül-İslâm) yaşıyorsa, öldüren kimse kefaret olarak kan diyeti vermeli ve Allah'ın bağışlaması için de bir köle azat etmelidir.
Eğer öldürülen kişi müminlerle anlaşma halinde bulunan bir kâfir topluluk içinde yaşıyorsa, katil, bir köle azat etmeli ve anlaşmaya göre gayri müslim birinin öldürülmesi sonucu verilmesi gereken diyetin aynısını vermelidir.

Bu oruçlar hiç ara verilmeksizin arka arkaya tutulmalıdır. Şer'i mazereti hariç eğer en ufak bir ara verilirse, belirlenen iki ay oruç tekrar baştan tutulmalıdır.

Yani, "Bir köleyi azat etmek, diyeti ödemek veya aralıksız iki ay oruç tutmak, birer ceza değil fakat suçun bağışlanması için birer kefarettir. İkisi arasındaki fark şudur: Ceza durumunda pişmanlık, kendi kendini kınama, vicdan azabı ve nefsin ıslah olması sözkonusu değildir. Bunun aksine nefret, zıtlaşma ve antipati duyguları hakimdir. Bu nedenle Allah kefaret ve tövbeyi emrediyor. Bu şekilde günahkâr olan kişi iyi ameller, fedakârlıklar, görevi ifa gibi davranışlarla kalbini temizleyip pişmanlık ve vicdan azabı içinde Allah'a yönelebilir. Bu şekilde günah işleyen kişi sadece o günahından kurtulmakla kalmayıp gelecekteki günahlardan da sakınacaktır.
Kefaret; sözlükte örtü anlamına gelir. Bir günaha kefaret olması için işlenen iyi amel, aynen badananın duvardaki kiri örtmesi gibi günahı örtüp kaplar.
 
tahsin33 Çevrimdışı

tahsin33

Üye
İslam-TR Üyesi
Nisa sures ayet 106
Allah´tan bağışlanma iste. Şüphesiz ki Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.

Ey Muhammed, şüphesiz ki biz sana Kur´an´ı indirdik ki Allah´ın sana, kitabında gösterdiği şekilde insanlar arasında hüküm veresin. Onların ihtilaflarını çözesin. Ey Muhammed, sakın sen, bir müslümana veya müslümanlarla antlaşması olan birine ihanet eden kimseyi savunma. Başkasının malına ihanet eden birini savunmandan dolayı yaptığın yanlışlığın, Allah tarafından affedilmesini iste. Şüphesiz ki Allah, af dileyen kullarını, hak ettikleri cezayı vermeyerek çokça affeden ve onlara karşı çok merhametli davranandır.

Müfessirler, bu âyetlerin ve bundan sonra gelen yüz on altıncı âyete kadar olan âyetlerin, hırsızlık yapan veya kendilerine verilen bir emaneti inkâr ederek ihanette bulunan, Resulullah´ın da bilmeden savunduğu bir kişi hakkında nazil olduğunu söylemişlerdir.

Bu hususta Katade b. Numan diyor ki:

"Bizde bir aile vardı. Onlara "Übeyrikin oğullan" deniyordu. Bunlar, "Bişr" "Beşir" ve "Mübeşşir" isimli kişilerdi. Beşir münafıktı, şiirler yazar onunla Resulullah´ı ve sahabilerini hicvederdi. Sonra da bu şiirleri başka kimselere isnad ederek "Falan kişi böyle söyledi" "Filan kişi şöyle söyledi." derdi. Sahabiler bu şiirleri duyunca "Vallahi bu şiiri ancak bu habis herif söyler. Bunu Übeyrikin oğlu söylemiştir." derlerdi.

Bu aile, cahiliye döneminde de, İslamın gelişinden sonra da fakir ve muhtaç bir aile idi. O sırada Medine halkının gıdası, hurma ve arpa ekmeğinden ibaretti. Eğer bir insanın imkânı varsa, Şam´dan un taşıyan kervan geldiğinde ondan un satın alır ve sadece kendisi yerdi. Çocukları ise ancak hurma ve arpa ekmeği yiyebilirlerdi.

İşte o günlerde Şam´dan bir kervan geldi. Amcam Zeyd oğlu Rifaa, bir hayvan yükü un satınaldı. Onu kilere koydu. Orada silah, zırh ve kılıçlar da bulunuyordu. Kilerin altından delik açılarak yiyecekler ve silahlar çalındı. Sabah olunca amcam Rifaa bana geldi ve "Yeğenim bu gece soyulduk. Kilerimize delik açılarak yiyeceklerimiz ve silahlarımız çalındı." dedi. Bunun üzerine evde inceleme yaptık. Sağa sola sorduk. Bazıları: "Biz bu gece Übeyrikin oğullarının ateş yaktıklarını gördük. Kanaatimiz odur ki bunlar sizin yiyeceklerinizin bir kısmı için bu ateşi yakmışlardı." Biz olayı çevreden soruştururken Übeyrikin oğullan şöyle diyorlardı. "Vallahi biz bu işi Lebid b. Şehrin yaptığı kanaatindeyiz."

Katade diyor ki: "Halbuki Lebid aramızda salih ve dinine bağlı bir insandı. Lebid bunu işitince silahını çekip onlara hücum etti ve "Ben çaldım ha? Vallahi ya bu kılıç sizi doğrar veya bu hırsızlığın mahiyetini ortaya çıkarırsınız." dedi. Bunun üzerine Übeyrikin oğulları: "Bizden uzak ol be adam, bunu sen yapmadın." dediler. Bundan sonra çevreden tekrar soruşturduk ve kesinlikle anladık ki bu işi Übeyrikin oğullan yapmış. Amcam bana: "Yeğenim, Resulullah´a gidip hadiseyi anlaîsana." dedi. Ben de Resulullah´a gittim ve ona: "Bizden fakir ve şerir bir aile, amcam Zeyd oğlu Rifuarım kilerini yarıp silah ve yiyeceklerini aldı. Bari silahlarımızı bize iade etsinler, yiyeceklere ihtiyacımız yok." dedim. Resulullah (s.a.v.) "Bunu emredeceğim." buyurdu.

Übeyrikin oğulları bunu işitince akrabaları olan ve adına "Esir b. Urve" denen bir kişiye vardılar ve bu hususu ona anlattılar. Bunun üzerine çevre halkı toplandı ve Resulullah´ın yanına gelip şöyle dediler: "Ey Allah´ın Resulü, Katade b. Numan ve amcası, aramızda müslümanhkiarı ve salih kişilikleriyle tanınan bir aile aleyhine kalkıştılar. Onları hiçbir delil ve ispat olmadığı halde hırsızlıkla itham ettiler."

.Katade b. Numan sözlerine devamla diyor ki: "Ben de Resulullah´ın yanına vardım ve onunla konuştum. Resulullah bana: "Müslümanlıkları ve salih kişilikleri anlatılan bir aile aleyhine kalkışmışsın. Onları, hiçbir delilin olmadan hırsızlıkla suçluyormuşsun." dedi. Bunun üzerine geri döndüm ve "Keşke bir kısım mallarımı kaybetseydim de Resulullah´a bu hususu anlatmadaydım." diye pişmanlık duydum. Amcak Rifaa bana geldi ve "Yeğenim ne yaptın?" dedi. Ona, Resulullah´ın bana söylediği şeyleri haber verdim. O da "Alah yardımcımız olsun." dedi. Çok geçmeden işte bu surenin yüz beşinci âyetinden yüz on altıncı âyetine kadar olan âyetler nazil oldu. O âyetlerde şöyle buyuruluyordu: "Ey Muhammed, şüphesiz ki Allah´ın gösterdiği şekilde, insanlar arasında hükmetmen için biz Kur´an´ı sana hak olarak indirdik. Sen, hainlerin savunucusu olma." (Yani Übeyrikin oğullarının savunucusu olma. Katade´ye söylediklerinden dolayı da) "Allah´tan bağışlanma iste. Şüphesiz ki Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir." "Kendi nefislerine hainlik edenleri savunma. Şüphesiz ki Allah, hain günahkârı sevmez. Yaptıkları günahları insanlardan gizlerler de Allah´tan gizlemezler. Oysa geceleyin, Allah´ın razı olmadığı sözü tertipledikleri vakit Allah onlarla beraberdi. Allah onların yaptıklarım ilmiyle kuşatıcıdır."

"Dünya hayatında onlan siz savunuyorsunuz peki kıyamet gününde Allah´ın huzurunda onları kim savunacaktır? Yahut onlara kim vekil olacaktır?" "Kim bir kötülük işler veya nefsine zulmeder de sonra Allah´tan bağışlanmasını dilerse Allah´ı mağfiret ve merhamet edici olarak buiur." "Kim bir günah kazanırsa ancak kendi aleyhine kazanmış olur. Allah her şeyi bilendir, hüküm ve hikmet sa- „ hibidir." "Kim bir hata yapar veya günah işler de sonra (Übeyrikin oğullarının, Lebide attıkları gibi) onu suçsuz birinin üzerine atarsa şüphesiz o, iftira ve apaçık bir günah yüklenmiş olur." "Eğer Allah´ın sana lütfü ve merhameti olmasaydı onlardan bir topluluk seni saptırmaya çalışırdı. Halbuki onlar ancak kendi nefislerini saptırırlar. Sana hiçbir zarar veremezler. Allah sana kitap ve hikmet indirmiş ve sana bilmediğin şeyleri öğretmiştir. Allah´ın sana olan lütfü büyüktür." "Sadaka vermeyi, iyilik yapmayı ve insanlar arasında sulh yapılmasını emreden kimse müstesna, onların fısıltılarının çoğunda hiçbir hayır yoktur. Kim bunları Allah´ın rızasını kazanmak için yaparsa ilerde ona büyük bir mükâfaat vereceğiz."

Katade b. Numan diyor ki: -´Bu âyetler inince çalınan silahlar Resulullah´a getirildi. Resulullah onlan Rifa´ya verdi. Silahlan amcam Rifaa´ya ben teslim ettim. Amcam, ömrünü cahiliye döneminde geçirmiş, ihtiyar birisiydi. Ben onun, istemeyerek müslüman olduğu kanaatindeydim. Ona silahlan götürünce şöyle dedi: "Yeğenim bunları Allah yoluna veriyorum." İşte o zaman sağlam bir şekilde müslaman öl.duğu kanaatine vardım." Bu âyetler inince Übeyrikin oğullarından Beşir, müşriklerin safına geçti. Sa´d´in kızı Sülaka´nm yanında kalmaya başladı. Bunun üzerine Allah teala: "Kendisine doğru yol açıklandıktan sonra kim Peygamberle ayrılığa düşer ve müminlerin yolunun dışında bir yol takib ederse onu gittiği yolda bırakırız ve cehenneme atarız. O cehennem ne kötü bir yerdir." "Şüphesiz Allah kendisine oitak koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışında dilediğini bağışlar. Kim Allah´a ortak koşarsa muhakkak ki derin bir sapıklığa düşmüştür. ayetlerini indirdi.

Katade b. Numan diyor ki: "Beşir, Sülaka´nın yanında kalırken Hassan b. Sabit, kadının o erkekle ilişkisi olduğuna dair »leyhine bir şiir yazdı. Bunun üzerine kadın, Beşir´in bineğinin eğerini alıp başının üzerinde taşıyarak götürüp "Ebtah" denen yere attı ve ona: "Sen bana, Hassan´m şiirlerini mi hediye getirdin? Zaten senden bana hiçbir hayır gelmemiştir." dedi.

Bu husustaTaberi birkaç rivayet daha zikretmiştir.

a- Katade b. Dumc´ye göre bu âyetler, Ensar´dan bir kişi olan Übeyrikin oğlu Tu´me hakkında nazil olmuştur. Tu´me, amcasının kendisine emanet ettiği zırhı çalmış sonra onu, Zeyd b. es-Semin diye adlandırılan bir Yahudinin çaldığını söylemiştir. Yahudi gelip Resulullah´a şikayette bulununcaTu´me´nin kabilesi gelip Resulullah´m Tu´me´yi savunmasını istemişler Resulullah da onu savunmak isterken Allah teala,hakkında bu âyetleri indirmiş ve Tu´me´yi savunmamasını emretmiştir. Bu olaydan sonra Tu´me dinden çıkıp Mekke´deki müşriklerin yanma gitmiş Allah teala da onun hakkında "Kendisine doğru yol açıklandıktan sonra kim Peygamberle ayrılığa düşer ve müminlerin yolunun dışında bir yol takibederse onu takibettiği yolda bırakırız ve cehenneme atarız. O cehennem ne kötü bir yerdir. buyunnuştur.

b- Abdullah b. Abbas´tan nakledilen diğer bir rivayete göre Resulullah ile beraber savaşa çıkan Ensar´dan birinin zırhı çalındı. Zırhın sahibi onu, Tu´me b. Übeyrik´in çaldığını söyledi. Tu´me Resulullah´a getirildi. Hırsız bunu görünce zırhı götürüp suçsuz bir adamın evine attı ve kendi akrabalarına: "Ben zırhı ortadan kaldırdım, onu götürüp filanın evine attım. O zırh o kişinin evinde bulunacaktır." dedi. Bunun üzerine hırsızın akrabaları geceleyin Resulullah´a giderek "Ey Allah´ın Resulü, bizim adamımız bundan beridir. Zırhı çalan falandır. Biz bunu öğrendik. Sen insanların huzurunda arkadaşımızın suçsuz olduğunu ilan et ve onu savun. Zira Allah onu senin vasıtanla korumayacak olursa o helak olur." dediler. Resulullah da insanların huzurunda o kişinin suçsuz olduğunu söyledi. İşte bunun üzerine bu âyetler nazil oldu. Resululluh´ı ve hırsızı himaye edenleri uyardı.

c- İbn-i Zeyd´e göre ise olay şöyledir; Resulullah zamanında demirden bir zırh çalınmış ve suç, bir Yahudinin üzerine atılmıştır. Yahudi kendisini savununca hırsızın komşuları, hırsızlık yapanı temize çıkamuşlar, hırsızlığı Yahudinin yaptığını söylemişler ve Resulullah´a "Ey Allah´ın Resulü, bu murdar Yahudi, Allah´ı inkâr etmektedir. Sen onu getirip hesaba çeksen iyi olur." dediler. Resulullah da Yahudiye bir kısım sözler söyledi. İşte bunun üzerine bu âyetler nazil oldu. Resulullah´a sistem etti. Hırsızı savunan komşularını da kınadı.

d- Süddi´ye göre ise bu âyet-i kerimeler, bir Yahudinin, kendisine zırhını emanet ettiği Übeyrikin oğlu Tu´me hakkında nazil olmuştur. Yahudi, Tu´me´ye emanet ettiği zırhını, onunla beraber Tu´menin evinde belli bir yere gömdüler. Sonra Tu´me orayı eşip zırhı çıkardı. Yahudi gelip zırhını isteyince Tu´me onu inkâr etti. Yahudi, akrabalarına gidip: "Benimle birlikte gelin. Ben zırhın nereye gömüldüğünü biliyorum." dedi. Tu´me onlann geleceklerini öğrenince zırhı alıp Ebu Müleyl el-Ensari adındaki kişinin evine attı. Yahudi gelip zırhını aradı fakat bulamadı. Bunun üzerine Tu´me ve akrabaları, Yahudiye hakaret ettiler. Tu´me Yahudilere: "Siz beni ihanetle mi suçluyorsunuz?" dedi. Gelenler Tu´menin evinde zırhı aradılar. Bir ara Ebu Müleyl´in evine yukardan bakarken zırhın orada olduğunu gördüler. Bunun üzerine Tu´me, "Bu zırhı Ebu Müleyl almış." dedi. Ensardan olanlar Tu´meyi savundular. Tu´me onlara: "Haydin Resulullah´a gidelim ona söyleyin beni savunsun ve Yahudilerin delilini çürütsün. Zira ben yalancı çıkacak olursam Yahudi bütün Medine halkına karşı yalan söyler." dedi. Bunun üzerine Ensardan bir kısım insanlar Resulullah´a gidip "Ey Allah´ın Resulü, sen Tu´me´yi savun ve Yahudiyi yalancı çıkar." demişler. Resulullah da bunu yapmak istemiş ve bunun üzerine Allah teala: "Sen, hainlerin savunucusu olma." âyetini ve ondan sonra gelen âyetleri indirmiş ve Resulullah´ı uyannış ve ihanet edeni savunanları da kınamıştır.

e- İkrime´ye göre ise bu âyet-i kerimeler, Übeyrikin oğlu Tu´me hakkında nazil olmuştur. Ensardan birisi buna, içinde bir zırhı bulunan deposunu emanet etmiş daha sonra gelip orayı açtığında zırhını bulamamış ve onu Tu´me´ye sormuş, Tu´me de: "Zeyd b. es-Semin" diye adlandırılan bir Yahudinin onu aldığını söylemiş fakat zırhın sahibi, Tu´me´nin yakasını bırakmamıştır. Onun akrabaları bu hali görünce Resulullah´a gidip, Tu´meyi savunmasını istemişler, bunun üzerine de bu âyetler nazil olmuş ve Resulullah´ı uyarmış, Tu´me´nin kavmini de kınamıştır.
 
tahsin33 Çevrimdışı

tahsin33

Üye
İslam-TR Üyesi
Nisa suresi ayet 110
Kim bir kötülük yapar yahut nefsine zulmeder de sonra Allah'tan mağfiret dilerse, Allah'ı çok yarlığayıcı ve esirgeyici bulacaktır.

Bir kısım müfessirler, bu âyet-i kerimenin, bundan Önce geçen yüz yedinci âyette kendi nefislerine ihanet ettikleri zikredilen kimseler hakkında nazil olduğunu söylemişler diğer bir kısım müfessirler ise bu âyetin, yüz dokuzuncu âyette beyan edilen, kendi nefislerine hainlik edenleri savunanlar hakkında nazil olduğunu söylemişlerdir.

Taberi diyor ki: "Âyet-i kerime, hainler ve hainleri savunanlar hakkında nazil olsa da her kötülük işleyen veya kendi nefsine zulmedeni ifadesi içine almaktadır. Ve bu âyet, Muhammed ümmeti için büyük bir lütuftur.

Bu hususta Ebu Vâil diyor ki: "Abdullah b. Mes´ud dedi ki: "İsrailoğuila-nndaıı biri bir günah işlediğinde onun günahının kei´fareti kapısının üzerine yazılırdı. Onlardan birinin bir yerine idrar dokunsa orayı makasla kesmek zorundaydılar."

Abdullah b. Mes´ud´un bu sözleri üzerine bir adam: "Şüphesiz ki Allah, İsrailoğullarına hayırlı şeyler vermiş." dedi. İbn-i Mes´ud da "Allah´ın size verdiği, onlara verdiğinden daha hayırlıdır. Allah sizin için suyu temizleyici kılmıştır. Günahlarınızın affedilmesi için de şöyle buyurmuştur "O takva sahipleri bir haksızlık yaptıkları veya nefislerine zulmettikleri zaman Allah´ı hatırlarlar ve hemen günahlarının bağışlanmasını isterler[275]Kim bir kötülük işler ve-" ya nefsine zulmeder de sonra Allah´tan bağışlanmasını dilerse Allah´ı affedici ve merhamet edici olarak bulur."

Habab b. Ebi Sabit diyor ki: "Bir kadın Abdullah b. Muğaffel´e geldi ve ona, bir kadının fuhuş yaparak hamile kaldığını daha sonra da doğurduğu çocuğu öldürdüğünü ve bu kadının durumunun ne olacağını sordu. Abdullah da: "Onun için cehennem ateşinden başka bir şey yoktur." dedi. Kadın ağlayarak . ayrılıp gitti. Abdullah kadını geri çağırdı ve ona: "Ben senin meseleni şu iki günahtan biri olarak görüyorum," dedi. Ve "Kim bir kötülük işler veya nefsine zulmeder de sonraAllah´tan bağışlanmasını dilerse Allah´ı mağfiret ve merhamet edici olarak bulur." âyetini okudu.

Abdullah b. Abbas da bu âyeti izah ederken şunları söylemiştir: "Allah teala bu âyet-i kerimede, kullarına karşı affedici olduğunu, yumuşak davrandığını, rahmetinin ve lütfunun bol okluğunu beyan etmektedir. Kul, büyük küçük herhangi bir günah işler de sonra Allah´tan onun affını dilerse Allah´ın affedici ve merhamet edici olduğunu görür. Günahı çok olsa bile.
 
tahsin33 Çevrimdışı

tahsin33

Üye
İslam-TR Üyesi
Nisa suresi ayet 116
Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz; ondan başka günahları dilediği kimse için bağışlar. Kim Allah'a ortak koşarsa büsbütün sapıtmıştır.

Bu temanın bir devamı olarak, kızgınlıkla müşriklerin tarafına geçen münafığın, yaptığı bu akılsızca hareketin getireceği sonuçları tam olarak kavramadığı belirtiliyor. Bu amaçla onun tâbi olduğu yolun kötülükleri, beraber olduğu arkadaşlarının özellikleri anlatılıyor
 
tahsin33 Çevrimdışı

tahsin33

Üye
İslam-TR Üyesi
Nisa suresi ayet 146
Ancak tevbe edenler, ıslah edenler, Allah'a sımsıkı sarılanlar ve dinlerini katıksız olarak Allah için (halis) kılanlar başka; işte onlar mü'minlerle beraberdirler. Allah mü'minlere büyük bir ecir verecektir.

İmanını Allah'a has kılan kişi bütün hayatını O'nun yoluna feda eder, ihlasla sadece O'na bağlanır ve tüm bağlılıklarını, ilgilerini ve sevgisini sadece O'na hasreder. Kısacası, onun Allah'a olan bağlılığı o kadar kuvvetlidir ki, herhangi bir şeyi veya kimseyi O'nun yoluna feda etmeye hazırdır.
 
T Çevrimdışı

tewhid-el-hak

Üye
İslam-TR Üyesi
hucurat suresi ayet 13 14 15 16 17 18

f[/SIZE
13. Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi mîlletler ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah ya*nında en değerli ve en üstün olanınız, O'ndan en çok korkanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, haberi olandır.
14. Bedeviler, "İnandık" dediler. De ki: Siz îman etmediniz, ama "İslâm olduk" deyin. Henüz îman kalb-lerinize yerleşmedi. Eğer Allah'a ve elçisine itaat eder*seniz, Allah işlerinizden hiçbir şeyi eksiltmez. Çünkü Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir.
15. Mü'minler ancak Allah'a ve ResûPüne îman eden, ondan sonra asla şüpheye düşmeyen, Allah yolun*da mallarıyla ve canlarıyla cihat edenlerdir. İşte doğru*lar ancak onlardır.
16. De ki: Siz dininizi Allah'a mı öğretiyorsunuz? Oysa Allah göklerde olanları da bilir, yerde olanları da. Allah her şeyi hakkıyla bilendir.
17. Onlar İslâm'a girdikleri için sana minnet edi*yorlar. De ki: Müslümanlığınızı benim başıma kakma*yın. Eğer doğru kimselerseniz bilâkis sizi îmana erdir*diği için Allah size minnet eder.
18. Şüphesiz Allah, göklerin ve yerin gaybını bilir. Allah yaptıklarınızı görendir.
**


Kelimelerin İzahı

Size eksik vermez.
Kabâil, kelimesinin çoğuludur. Kabile, soy ve sopun birbirine bağladığı cemaattır. Kabilenin, ooui tan daha özel bir mânâsı vardır. Çünkü "Şa'b", bir asla mensup büyük bir topluluk demektir. Şa'b, ka*bilelerden, kabile ise (oba) lar ve (yakın akrabalar).d an oluşur.
Şüphe etmediler, Şüphe demektir.
Başa kakarlar. bir şahsa iyilikte bulunmak ve yaptığı iyi*liği başına kakmaktadır. Bunun aslı, lügatte, kesmek manasınadır. "Onlar için kesintisiz bir ecir vardır"[31] âyetinde de bu mânâya gel*mektedir. [32]

Nüzul Sebebi


İbn Abbas'ın şöyle dediği rivayet olunmuştur: Esedoğulları Rasulul-lah (s.a.v)'a gelerek dediler ki: Ey Allah'ın rasulü! Araplar seninle savaştı. Biz ise seninle savaşmadan müslüman olduk. Müslüman olmalarını, Hz. Peygamber (a.s.)'in başına kakmaya başladılar. Bunun üzerine, "Onlar, müslüman olmalarını senin başına kakıyorlar.." mealindeki âyet indi.[33]




Âyetlerin Tefsiri


13. Bu hitap bütün insanlaradır. Yani, ey insanlar! Biz sizi kudretimizle bir tek asıldan yarattık ve bir anne ve babadan meydana getirdik. Bu sebeple, ne baba ve atalarla övünmek ne de soy-sop saymak yoktur. Hepiniz Âdem'densiniz. Âdem ise topraktandır. Sizi milletlere ve çeşitli kabilelere ayırdık ki, aranızda tanışma ve kaynaşma meydana gelsin, düşmanlık ve ayrılık ol*masın. Mücâhid der ki: İnsan, nesebini tanısın da, "falan kabileden falan oğlu falan" denilsin diye böyle yaptık.[34] Buradaki şeklinde idi. Hafiflik sağlamak için o lerin biri hazfedildi. Şeyhzâde şöyle der: yani, sizi millet ve kabilelere ayırmasmdaki hikmet, babalar ve atalarla övünmeniz değil, birbirinizin nesebini tanımanız ve onu babasından başkasına nisbet etmemenizdir. Neseb, soylu bir kadının halktan birisiyle evlendirilmeyecek derecede, her ne kadar örf ve şeriat bakımından muteber ise de, ondan daha büyük ve şerefli olan iman ve takva ortaya çıktığında ne*sebe itibar edilmez. Nitekim, güneş doğduğunda yıldızlar görünmez.[35] İnsanlar soy ve sopla değil, ancak takva ile birbirlerinden üstün olur. Kim, dünyada şeref, âhirette makam isterse, Allah'tan korksun. Nitekim1 Hz. Peygamber (a.s.) şöyle buyurmuştur: "Kimi, insanların en değerlisi olma vasfı sevindiriyorsa, Allah'tan korksun"[36] Bir başka hadiste de şöyle buyurmuştur: "İnsanlar ikidir. Biri, iyi ve takva sahibi, Allah katında da değerli bir adam. Diğeri ise kötü, bedbaht ve Allah katında değersiz bir adamdır.[37] Kuşkusuz Allah, kullarını bilen ve on*ların gizli ve aşikâr işlerini görendir. O, takva sahibi ve günahkârı, iyiyi ve kötüyü bilir: "Kendinizi temize çıkarmayın. Allah, kötülükten sakınanı daha iyi bilir"[38]

14. Bedevîler iman ettiklerini iddia ettiler. Ey Muhammed! Onlara de ki: Şüphesiz, henüz iman etmiş değilsiniz. Çünkü iman, güven ve kalp huzuru içinde tasdik etmektir. Hal*buki bu sizde yok. Öyle olsaydı İslamı kabul etmenizi ve savaş yapma*manızı Rasulullah (s.a.v)'m başına kakmazdamz. Fakat, "öldürülme ve esir edilme korkusuyla müslüman olduk" deyin. Tefsirciler şöyle der: Bu âyet, Esedoğullarından bir grup hakkında inmiştir. Bunlar kıtlık yılında Medine'ye gelmiş ve müslüman olduklarını açıklamışlardı. Bunlar Rasulullal (s.a.v)'a: "Mallarımızı ve çoluk çocuğumuzu sana getirdik. Falan ve falar oğullarının seninle savaştığı gibi, biz seninle savaşmadık" diyorlar ve bı davranışlarıyle zekat istiyor ve İslama girmelerini Peygamber'in (s.a.v. başına kakıyorlardı. Bu âyet, imanın, zahiren teslim olma ve boyun eğme*den ibaret olan İslamdan daha üstün bir mertebe olduğunu göstermektedir Oysa ki, iman henüz kalbinize girmedi. Henüz onur hakikatma ulaşamadınız, lafzı, birşeyin olacağını beklemeyi ifade eder. Yüce Allah sanki şöyle buyuruyor: İslamm güzelliklerini gördüğünüz vt imanın tadını tattığınız zaman iman kalbinize girecek. İbn Kesîr şöyle der Bu âyette anlatılan Bedevîler münafık değildi. Onlar ancak kalplerim iman iyice yerleşmemiş müslümanlardı. Ulaştıkları makamdan daha üstür bir makam iddiasında bulundular, dolayısıyle bu hususda onlara edep öğretildi. Eğer, Buhârî'nin dediği gibi, münafık olsalardı, şiddetle kmann ve rezil edilirlerdi. Sadık bir sami*miyet, tam bir iman ve peygamberin başına kakmama suretiyle, Allah'a ve rasulüne itaat ederseniz, Allah size mükafatınızdan hiçbir şeyi eksik ver*mez. Kuşkusuz Allah, mağfireti büyük ve rahmeti bol olandır. Çünkü ve kalıpları çokluk ifade eder. Bundan sonra Yüce Allah, imanlarında sadık olan kâmil mü'minlerin sıfatlarım anlatmak üzere şöyle buyurdu: [39]

15. İman iddiasında sadık olan mü'minler, ancak, Allah ve Rasulünü tasdik eden, Allah'ın birliğini ve Rasulünün pey*gamberliğini kamil bir iman ve kesin bir inançla ikrar edenlerdir. Sonra imanlarında şüpheye düşüp sarsıntı geçirmeyen, bilakis tasdik ve ke*sin iman üzerine kalanlar, Allah yolunda ve onun rızası uğruna mallarını ve canlarını feda edenlerdir. İşte, iman iddiasında doğru olanlar onlardır. Yüce Allah kâmil müminleri üç sıfatla niteledi. Birincisi, Allah ve Rasulüne kesin iman. İkincisi, şek ve şüpheye düşmemek. Üçüncüsü, mal ve can ile cihâd etmek. İşte kim bu sıfatları kendinde toplarsa, o gerçek mü'mindir. [40]

16. Bu soru, inkâr ve kınama ifade eder.Yani, Ey Muhammed! Onlara de ki: Kalplerinizde ve içinizde olanı Allah'a haber mi veriyorsunuz? Oysa Yüce Allah, kulların bütün hallerini bilir. Göklerde de, yerlerde de hiçbir şey O'na gizli kalmaz. Allah, ilmi geniş olan ve herşeyi gözetleyendir. Ne bir zerre ağırlığı ne de bundan daha küçük veya daha büyük hiçbirşey O'ndan uzak kalmaz. [41]

17. Ey Muhammed! Müslüman olmalarım sana yapılmış bir ihsan sayıyorlar. O ihsana karşılık Övgü ve senayı gerekli görüyorlar. Onlara de ki, "Müslüman olmanızı benim başıma kakmayın. Çünkü onun faydası size aittir. Eğer iman iddianızda doğru iseniz bilin ki, sizi imana er*dirdiği ve onda sabit kıldığı için, size en büyük minnet Allah'ın hakkıdır. [42]

18. Kuşkusuz Allah, göklerde ve yerlerde gözlere görünmeyeni bilir. Allah, kulların amellerinden haberdardır. Hiçbir şey O'na gizli kalmaz. Yüce Allah bütün kâinatı bil*diğini ve bütün mahlukatı ilmiyle kuşattığını tekrar haber verdi ki, ilminin, genişliğini gizli ve açıkta, zahir ve bâtında büyük küçük her şeyi kuşattığı*nı göstersin. [43]
 
tahsin33 Çevrimdışı

tahsin33

Üye
İslam-TR Üyesi
Nisa suresi ayet 168
İnkâr edip zulmedenleri Allah asla bağışlayacak değildir. Onlan (başka) bir yola iletecek de değildir.

Yüce Allah: "Kâfir olup zulmedenleri buyruğu ile yahudileri kastet¬mektedir. Yani, Muhammed'e niteliklerini gizlemek suretiyle, kendilerine küf¬re saptıktan için, insanlara da Muhammed'in niteliklerini gizlediklerinden do¬layı zulmetmişlerdir. "Allah asla mağfiret edecek değildir Allah bunları as¬la bağışlamaz.
Bu, küfrü üzere ve tevbe etmeksizin ölen kimseler hakkındadır.
 
tahsin33 Çevrimdışı

tahsin33

Üye
İslam-TR Üyesi
Maide suresi ayet 34
Ancak, sizin onlara güç yetirmenizden önce tevbe edenler başka. Bilin ki, şüphesiz Allah bağışlayandır, esirgeyendir.

Burada, eğer kötülük çıkarmaktan ve meşru sistemi yıkma girişiminden el çekerler ve davranışlarıyla kanuna bağlı ve barışsever iyi vatandaşlar olduklarını gösterirlerse, pişmanlıklarından önce suçlardan birini işlemiş bile olsalar, ayette geçen cezalardan hiçbirinin kendilerine verilmeyeceği anlamı yatmaktadır. Bununla birlikte öldürme veya hırsızlık gibi, herhangi bir bireye karşı işledikleri bir suçtan dolayı mahkemeye çağrılabilirler; fakat, işledikleri ihanet veya isyan, ya da Allah ve Rasûlüne karşı savaş suçuyla yargılanamazlar.
 
tahsin33 Çevrimdışı

tahsin33

Üye
İslam-TR Üyesi
Maide suresi ayet 39
Ancak kim işlediği zulümden sonra tevbe eder ve (davranışlarını) düzeltirse, şüphesiz Allah onun tevbesini kabul eder. Muhakkak Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.

Bu, hırsız pişman olursa eli kesilmez demek değildir. Eli kesildikten sonra tövbe eder, kendini düzeltir ve Allah yolunda, gerçek anlamda Allah'a kul olursa, kendini günahından temizleyecek olan Allah'ın gazabından kurtarır demektir. Öte yandan kişi, eli kesildikten sonra pişman olmaz ve kendini ıslah etmeyerek kötü düşünceler beslemeye devam ederse, gördüğü ağır cezadan sonra bile kalbini hiç temizlememiş demektir. Bu yüzden, eli kesilmeden önce olduğu gibi, yine Allah'ın gazabını hak edecektir. Kur'an'ın böyle bir kişiyi, Allah'ın affını dilemeye ve kendini düzeltmeye teşvik etmesinin nedeni budur. El, toplumun huzurunun korunması için kesilir. Ceza mutlaka ruhu temizleyecek değildir. Ruh ancak tövbe ve Allah'a yönelmekle temizlenir. Hadiste geldiğine göre, bir kere Hz. Peygamber'in (s.a) emriyle bir hırsızın eli kesilmiş ve ardından Hz. Peygamber (s.a) kendisini çağırtıp "Allah'ın affını diliyorum" deyip O'na yönelmesini istemiş, hırsız istenileni yapınca, Hz. Peygamber (s.a) kendisi için Allah'tan bağışlanma dilemiştir.
 
tahsin33 Çevrimdışı

tahsin33

Üye
İslam-TR Üyesi
Maide suresi ayet 40
Bilmez misin ki, göklerde ve yerde ne varsa hepsinin mülkiyeti Allah'a aittir; dilediğine azap eder ve dilediğini bağışlar. Allah her şeye hakkıyle kadirdir.

âyetdeki hitab, Peygamber (sav)'a ve başkalarınadır. Yani, herhangi bir kim¬senin: Biz, Allah'ın oğullarıyız ve sevgilileriyiz demelerini gerektirecek ve bu¬na bağlı olarak iltimas geçmesini sağlayacak şekilde yüce Allah ile hiç bir ya¬kınlık, bir akrabağı yoktur. Hadler de haddi gerektiren bir işi işleyen herke¬se uygulanır.
Anlamının şöyle olduğu da söylenmiştir: O, dilediği hükmü vermek hak¬kına sahiptir. İşte bundan dolayı yol kesici ile yolkesîci olmayıp hırsızlık ya¬pan kimse arasında (had bakımından) fark gözetmiştir. Bu âyet-i kerimenin benzeri âyetler de, bunlara dair açıklamalar da daha önceden geçmiş bulun¬maktadır. O bakımdan bunları tekrarlamanın bir anlamı yoktur. Başarıya ulaş¬tıran Allah'tır,
İşte hırsızlık âyeti ile ilgili olarak hırsızlığa dair bir takım hükümler bun¬lardır.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
 
tahsin33 Çevrimdışı

tahsin33

Üye
İslam-TR Üyesi
Maide suresi ayet 71
Bir fitne olmayacak sandılar, körleştiler, sağırlaştılar. Sonra Allah, tevbelerini kabul etti, (yine) onlardan çoğunluğu körleştiler, sağırlaştılar. Allah yapmakta olduklarını görendir.

Kendilerinden ahit aldığımız ve kendilerine Peygamber gönderdiğimiz jsrailoğullan, Allah tarafından imtihan edilmeyeceklerini, yaptıklarından dolayı Allah tarafından cezalandırılıp başlarına bir bela gelmeyeceğini zannettiler ve böylece gerçeği göremeyen körler ve hakkı işitmeyen sağırlar oldular. Daha önce verdikleri ahdi unuttular. Sonra yaptıklarından vaz geçip tevbe edince Allah yine de tevbelerini kabul etti. Bunlardan çoğu tekrar hakkı göremeyen ve işite-meyenier oklular. Allah, bunların yaptıklarını çok iyi görendir. Kıyamet gününde kendilerini ona göre hesaba çekecektir.

Allah Teaîa bundan sonra gelen âyetlerde, İsrailoğullarmın, Hristiyan olanlarının içine düştükleri fitnelerden bir kısmını beyan etmektedir. Bu da Hz. İsa´yı ilah edinmeleri ve Allah Teala´nm üç ilahtan biri olduğunu iddia etmeleridir.
 
tahsin33 Çevrimdışı

tahsin33

Üye
İslam-TR Üyesi
Maide suresi ayet 74
Yine de Allah'a tevbe edip bağışlanma istemeyecekler mi? Oysa Allah bağışlayandır, esirgeyendir.

Meryemoğlıı İsa Mesih Allah´tır." diyen ve "Allah üç ilahın üçüncüsüdür." diyen iki fırka, bu söylediklerinden hâlâ vaz geçip Allah´a tevbe etmiyorlar mı? Ondan günahlarının bağışlanmasını istemiyorlar mı? Halbuki Allah, yaratıklarından tevbe edenin günahını bağışlayan, tevbelerini kabul etmede çokça merhamet edendir. Onları cezalandırmaktan vaz geçip sevgisine kavuşturandır.

Bu âyet-i kerime, Allah Teala´nın lütuf ve rahmetinin çok büyük olduğunu gösteiTnektedir. Zira Hristiyanlann bu büyük iftira ve yalanlarına rağmen Allah onları tevbe etmeye, affedilmeye çağırmakta ve kendisinin, affeden ve merhamet eden okluğunu bildirmektedir.
 
tahsin33 Çevrimdışı

tahsin33

Üye
İslam-TR Üyesi
Maide suresi ayet 93
İman eden ve iyi işler yapanlara, hakkıyle sakınıp iman ettikleri ve iyi işler yaptıkları, sonra yine hakkıyle sakınıp iman ettikleri, sonra da hakkıyle sakınıp yaptıklarını, ellerinden geldiğince güzel yaptıkları takdirde (haram kılınmadan önce) tattıklarından dolayı günah yoktur. (Önemli olan inandıktan sonra iman ve iyi amelde sebattır). Allah iyi ve güzel yapanları sever.

Sizden iman edip salih emel işleyen kimseler için, haram kılınmadan önce içki içmesinde veya kumar kazancı yemesinde bir günah yoktur. Yeter ki siz-ier Allah´ın size haram kıldığı şeylerden kaçınmakta ondan korkun. Onun sizi denetlediğini bilin. Allah ve Resulünü, emir ve yasaklarında tasdik edin. Allah´a ve Resulüne itaat edin. Ve her ikisini de razı edecek ameller işleyin. Sonra da Altoh´tan korkmaya ve imanınızda kararlı olmaya devam edin. Allah´ın gönderdiği emir ve yasaklan değiştermeyin. Sonra da farz kılınmayan nafile ibadetler yaparak Allah´tan korkun ve sizi cezalandırmasından çekinin. Zira Allah, nafile ibadetler yaparak kendisinden korkanları sever.

Âyet-i kerimede üç defa müminlerin Allah taeladan korkmaları emrediliyor. Taberi diyor ki: "Burada emredilen birinci korkma, müminlerin, Allah´ın emirlerini kabul etmeleri ve onunla amel etmeleriyle olur. İkinci korkmaları Allah´ın emirlerine uyup yasaklarından kaçınmada kararlı olmalarıyla gerçekleşir. Üçüncü korkmaları ise müminlerin, farzların dışında bir kısım nafile ibadetleri yerine getirmekle olacağına dair delil nedir? Cevaben denilir ki: "Âyet-i kerimede zikredilen birinci korkma, Allah´ın emir ve yasaklarını kabul etmelerini, ikinci korkma ise bu emir ve yasaklara uymada kararlı olmalarını ifade etmektedir. Böylece Allah´ın farz kıldığı şeyleri yapmaya devam edeceklerini bildirmektedir. Son korkma ise, nafile ibadetleri yaparak Allah´ın kendilerini cezalandırmasından kaçınmalarını ifade etmektedir. Bu son korkmayı da farz olan amellerin eda edilmesi anlamında almak lüzumsuz bir tekrar olur. Bu nedenle nafile ibadetler yaparak korkma şeklinde izah edilmesi daha evladır.

Müfessirler, buâyet-i kerimenin nüzul sebebi olarak şunu zikretmişlerdir: İçki, kumar yasaklanınca, bunlar yasaklanmadan önce bunları işleyen ve Ölüp âhirete irtihal eden kimselerin durumlarının ne olacağı hususunda sorular sorulmuş, bunun üzerine bu âyet nazil olmuş ve âyetler nazil olmadan önce içki içmiş olanların günahkâr olmadıklarını beyan etmiştir.

Bu hususta Abdullah b.Abbas diyor ki: "İçkinin haram okluğunu bildiren Cıyet nazil olunca sahabiler dediler ki: "Ey Allah´ın Resulü, içkinin haram olduğunu beyan eden âyet nazil olmadan önce içki içen ve ölen kimselerin hali ne olacaktır?" İşte bunun üzerine "İman edip iyi amel işleyenlerin, Allah´tan korktukları, imanlarında sebat ettikleri, iyi amel işlemeye devam ettikleri sonra Allah´tan sakındıkları, imanlarından ayrılmadıkları, yine Allah´tan korktukları ve iyilikte bulundukları müddetçe daha önce yediklerinden dolayı kendilerine bir günah yoktur. Allah, iyilikte bulunanları sever, "âyeti nazil oldu." [240]

Enes b.Malik diyor ki: "Ben içki kadehini Ebu Talhaya, Ebu Ubeyde b.el-Cerraha, Muaz b.Cebel´e, Şüryh b.Beyda´ya ve Ebu Dücaneye sunarken -Ki onlar içtikleri hurma şarabından sarhoş olmuşlar ve başlan önlerine eğilmişti - bir kimsenin dışarıdan şöyle seslendiğini işittik. "Dikkat edin içki haram kılındı. "Bunun üzerine bizim yanımıza herhangi bir kimse girmeden ve bizden de herhangi bir kimse dışarı çıkmadan şarapları döktük, testileri kırdık. Bir kısmımız abdesî aklı bir kısmımız yıkandı. Ümmü Süleymin kokularından süründük. Sonra çıkıp Resulullah´ın mescidine gittik. Bir de ne görelim Resulullah (s.a.v.) "Ey iman edenler, içki, kumar, dikili taşlar (putlar) ve fal okları sadece şeytanın işinden birer pisliktirler. Bu pislikten kaçının ki kurtuluşa eresiniz." [241]âyetini ve ondan sonra gelen âyeti okuyor. Bunun üzerine bir adam dedi ki: "Ey Allah´ın Resulü, bizden, içki içtiği hakle ölenin yeri ne olacaktır?" Bunun üzerine de A-hh teaîu: "İman edip iyi amel işleyenler..." âyetini indirdi.

Bera b.Âzib diyor ki:

"Resulullahm sahabilerinden bazıları, içki haram kılınmadan önce ölmüşlerdir. İçki haram kılınınca bir kısım insanlar dediler ki: "Bizim arkadaşlarımız ne olacak? Onlar içki içerken ölüp gittiler." İşte bunun üzerine "İman edip iyi amel işleyenler, Allah´tan korktukları, imanlarında sebat ettikleri, iyi amel işlemeye devam ettikleri, sonra Allah´tan sakındıkları, imanlarından ayrılmadıkları, yine AÎİah´tan korktukları ve iyilikte bulundukları müddetçe daha önce yediklerden dolayı kendilerine bir günah yoktur. Allah, iyilikte bulunanları sever." Syeii nazil oklu.

Abdullah b.Mes´ud diyor ki:

"İman edip iyi amel işleyenler..." âyeti nazil olunca Resulullah bana buyurun ki: "Sen de bunlardan mısın?
 
tahsin33 Çevrimdışı

tahsin33

Üye
İslam-TR Üyesi
Enam suresi ayet 54
Bizim ayetlerimize iman edenler sana geldiklerinde, onlara de ki: "Selam olsun size. Rabbiniz rahmeti kendi üzerine yazdı ki, içinizden kim bir cehalet sonucu bir kötülük işler sonra tevbe eder ve (kendini) ıslah ederse şüphesiz, O, bağışlayandır, esirgeyendir."

Ey Muhammed, sana, âyetlerimize İman edip, delillerimizi kabul edenler gelir de daha önce işlemiş oldukları günahları hususunda senin yol göstermeni isterlerse sakın onları ümitsizliğe düşürme. Ve onlara de ki: "Allahm selamı si¬zin üzerinize olsun. Rabbiniz, yarattıklarına karşı merhametli davranmayı ken¬disine yazmıştır. Sizden kim günah işler sonra da günahından tevbe edip amel¬lerini düzeltirse şüphesiz ki Allah, tevbe edenleri affeden ve kullarına merha¬metli davranandır.
 
tahsin33 Çevrimdışı

tahsin33

Üye
İslam-TR Üyesi
Araf suresi ayet 143
Musa tayin edilen sürede gelince ve Rabbi O'nunla konuşunca: "Rabbim, bana göster, Seni göreyim" dedi. (Allah: "Beni asla göremezsin, ama şu dağa bak; eğer o yerinde karar kılabilirse, sen de beni göreceksin." Rabbi dağa tecelli edince, onu param parça etti. Musa bayılarak yere düştü. Kendine geldiğinde: "Sen ne yücesin (Rabbim). Sana tevbe ettim ve ben iman edenlerin ilkiyim" dedi.

Hz. Musa, Allah Teâlâ'nin, sonunda kendisiyle konuşacağını vaadettiği kırk günü tamamlayınca, kardeşi Harunu yerine bırakıp Allah ile konuşmak için Tür dağına gitmiş ve orada Allah Teâlâ kendisiyle konuşmuştur. Kendisini ko¬nuşmanın havasına kaptıran. Hz. Musa, Allah Teâla'dan, kendisini göstermesini istemiştir. Allah Teâlâ da ona cevap vererek: "Sen bu dünya hayatında beni asla göremezsin. Fakat sen şu dağa bak. Eğer o dağ, beni görmeye tahammül edip yerinde durabilirse sen de beni görebilirsin." demiştir. Allah, dağa görününce onu yele bir etti. Musa da bayılıp yere düştü. Ayilınca dedi ki: "Ey Allah'ım, ben seni, dünyada herhangi bir kimsenin görebileceğinden tenzih ederim. Seni görmek istememden dolayı sana tevbe ederim. Ben, İsrailoğullanndan, senin, dünyada görülemeyeceğine iman edenlerin ilkiyim." dedi.
 
tahsin33 Çevrimdışı

tahsin33

Üye
İslam-TR Üyesi
Araf suresi ayet 153
Kötülük işleyip bunun ardından tevbe edenler ve iman edenler; hiç şüphesiz Rabbin, bundan (tevbeden) sonra elbette bağışlayandır, esirgeyendir.

Büyük olsun küçük olsun, herhangi bir günahı işleyerek veya imana gir¬dikten sonra buzağıya tapanlar gibi herhangi bir şeye tapıp inkâr'a düşerek kötü amel işleyenler, yaptıklarına pişman olur, Allah'ın razı olacağı amelleri yapar ve Allah'ın tevbe edenlerin tevbesini kabul edeceğine iman edecek olurlarsa, şüp¬hesiz ki Allah'a onîarın yaptıkları kötü amelleri örter, onları rezil etmez ve onla¬ra merhamet eder.
 

Benzer konular

Üst Ana Sayfa Alt