hucurat suresi ayet 13 14 15 16 17 18
f[/SIZE
13. Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi mîlletler ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah ya*nında en değerli ve en üstün olanınız, O'ndan en çok korkanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, haberi olandır.
14. Bedeviler, "İnandık" dediler. De ki: Siz îman etmediniz, ama "İslâm olduk" deyin. Henüz îman kalb-lerinize yerleşmedi. Eğer Allah'a ve elçisine itaat eder*seniz, Allah işlerinizden hiçbir şeyi eksiltmez. Çünkü Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir.
15. Mü'minler ancak Allah'a ve ResûPüne îman eden, ondan sonra asla şüpheye düşmeyen, Allah yolun*da mallarıyla ve canlarıyla cihat edenlerdir. İşte doğru*lar ancak onlardır.
16. De ki: Siz dininizi Allah'a mı öğretiyorsunuz? Oysa Allah göklerde olanları da bilir, yerde olanları da. Allah her şeyi hakkıyla bilendir.
17. Onlar İslâm'a girdikleri için sana minnet edi*yorlar. De ki: Müslümanlığınızı benim başıma kakma*yın. Eğer doğru kimselerseniz bilâkis sizi îmana erdir*diği için Allah size minnet eder.
18. Şüphesiz Allah, göklerin ve yerin gaybını bilir. Allah yaptıklarınızı görendir.
**
Kelimelerin İzahı
Size eksik vermez.
Kabâil, kelimesinin çoğuludur. Kabile, soy ve sopun birbirine bağladığı cemaattır. Kabilenin, ooui tan daha özel bir mânâsı vardır. Çünkü "Şa'b", bir asla mensup büyük bir topluluk demektir. Şa'b, ka*bilelerden, kabile ise (oba) lar ve (yakın akrabalar).d an oluşur.
Şüphe etmediler, Şüphe demektir.
Başa kakarlar. bir şahsa iyilikte bulunmak ve yaptığı iyi*liği başına kakmaktadır. Bunun aslı, lügatte, kesmek manasınadır. "Onlar için kesintisiz bir ecir vardır"[31] âyetinde de bu mânâya gel*mektedir. [32]
Nüzul Sebebi
İbn Abbas'ın şöyle dediği rivayet olunmuştur: Esedoğulları Rasulul-lah (s.a.v)'a gelerek dediler ki: Ey Allah'ın rasulü! Araplar seninle savaştı. Biz ise seninle savaşmadan müslüman olduk. Müslüman olmalarını, Hz. Peygamber (a.s.)'in başına kakmaya başladılar. Bunun üzerine, "Onlar, müslüman olmalarını senin başına kakıyorlar.." mealindeki âyet indi.[33]
Âyetlerin Tefsiri
13. Bu hitap bütün insanlaradır. Yani, ey insanlar! Biz sizi kudretimizle bir tek asıldan yarattık ve bir anne ve babadan meydana getirdik. Bu sebeple, ne baba ve atalarla övünmek ne de soy-sop saymak yoktur. Hepiniz Âdem'densiniz. Âdem ise topraktandır. Sizi milletlere ve çeşitli kabilelere ayırdık ki, aranızda tanışma ve kaynaşma meydana gelsin, düşmanlık ve ayrılık ol*masın. Mücâhid der ki: İnsan, nesebini tanısın da, "falan kabileden falan oğlu falan" denilsin diye böyle yaptık.[34] Buradaki şeklinde idi. Hafiflik sağlamak için o lerin biri hazfedildi. Şeyhzâde şöyle der: yani, sizi millet ve kabilelere ayırmasmdaki hikmet, babalar ve atalarla övünmeniz değil, birbirinizin nesebini tanımanız ve onu babasından başkasına nisbet etmemenizdir. Neseb, soylu bir kadının halktan birisiyle evlendirilmeyecek derecede, her ne kadar örf ve şeriat bakımından muteber ise de, ondan daha büyük ve şerefli olan iman ve takva ortaya çıktığında ne*sebe itibar edilmez. Nitekim, güneş doğduğunda yıldızlar görünmez.[35] İnsanlar soy ve sopla değil, ancak takva ile birbirlerinden üstün olur. Kim, dünyada şeref, âhirette makam isterse, Allah'tan korksun. Nitekim1 Hz. Peygamber (a.s.) şöyle buyurmuştur: "Kimi, insanların en değerlisi olma vasfı sevindiriyorsa, Allah'tan korksun"[36] Bir başka hadiste de şöyle buyurmuştur: "İnsanlar ikidir. Biri, iyi ve takva sahibi, Allah katında da değerli bir adam. Diğeri ise kötü, bedbaht ve Allah katında değersiz bir adamdır.[37] Kuşkusuz Allah, kullarını bilen ve on*ların gizli ve aşikâr işlerini görendir. O, takva sahibi ve günahkârı, iyiyi ve kötüyü bilir: "Kendinizi temize çıkarmayın. Allah, kötülükten sakınanı daha iyi bilir"[38]
14. Bedevîler iman ettiklerini iddia ettiler. Ey Muhammed! Onlara de ki: Şüphesiz, henüz iman etmiş değilsiniz. Çünkü iman, güven ve kalp huzuru içinde tasdik etmektir. Hal*buki bu sizde yok. Öyle olsaydı İslamı kabul etmenizi ve savaş yapma*manızı Rasulullah (s.a.v)'m başına kakmazdamz. Fakat, "öldürülme ve esir edilme korkusuyla müslüman olduk" deyin. Tefsirciler şöyle der: Bu âyet, Esedoğullarından bir grup hakkında inmiştir. Bunlar kıtlık yılında Medine'ye gelmiş ve müslüman olduklarını açıklamışlardı. Bunlar Rasulullal (s.a.v)'a: "Mallarımızı ve çoluk çocuğumuzu sana getirdik. Falan ve falar oğullarının seninle savaştığı gibi, biz seninle savaşmadık" diyorlar ve bı davranışlarıyle zekat istiyor ve İslama girmelerini Peygamber'in (s.a.v. başına kakıyorlardı. Bu âyet, imanın, zahiren teslim olma ve boyun eğme*den ibaret olan İslamdan daha üstün bir mertebe olduğunu göstermektedir Oysa ki, iman henüz kalbinize girmedi. Henüz onur hakikatma ulaşamadınız, lafzı, birşeyin olacağını beklemeyi ifade eder. Yüce Allah sanki şöyle buyuruyor: İslamm güzelliklerini gördüğünüz vt imanın tadını tattığınız zaman iman kalbinize girecek. İbn Kesîr şöyle der Bu âyette anlatılan Bedevîler münafık değildi. Onlar ancak kalplerim iman iyice yerleşmemiş müslümanlardı. Ulaştıkları makamdan daha üstür bir makam iddiasında bulundular, dolayısıyle bu hususda onlara edep öğretildi. Eğer, Buhârî'nin dediği gibi, münafık olsalardı, şiddetle kmann ve rezil edilirlerdi. Sadık bir sami*miyet, tam bir iman ve peygamberin başına kakmama suretiyle, Allah'a ve rasulüne itaat ederseniz, Allah size mükafatınızdan hiçbir şeyi eksik ver*mez. Kuşkusuz Allah, mağfireti büyük ve rahmeti bol olandır. Çünkü ve kalıpları çokluk ifade eder. Bundan sonra Yüce Allah, imanlarında sadık olan kâmil mü'minlerin sıfatlarım anlatmak üzere şöyle buyurdu: [39]
15. İman iddiasında sadık olan mü'minler, ancak, Allah ve Rasulünü tasdik eden, Allah'ın birliğini ve Rasulünün pey*gamberliğini kamil bir iman ve kesin bir inançla ikrar edenlerdir. Sonra imanlarında şüpheye düşüp sarsıntı geçirmeyen, bilakis tasdik ve ke*sin iman üzerine kalanlar, Allah yolunda ve onun rızası uğruna mallarını ve canlarını feda edenlerdir. İşte, iman iddiasında doğru olanlar onlardır. Yüce Allah kâmil müminleri üç sıfatla niteledi. Birincisi, Allah ve Rasulüne kesin iman. İkincisi, şek ve şüpheye düşmemek. Üçüncüsü, mal ve can ile cihâd etmek. İşte kim bu sıfatları kendinde toplarsa, o gerçek mü'mindir. [40]
16. Bu soru, inkâr ve kınama ifade eder.Yani, Ey Muhammed! Onlara de ki: Kalplerinizde ve içinizde olanı Allah'a haber mi veriyorsunuz? Oysa Yüce Allah, kulların bütün hallerini bilir. Göklerde de, yerlerde de hiçbir şey O'na gizli kalmaz. Allah, ilmi geniş olan ve herşeyi gözetleyendir. Ne bir zerre ağırlığı ne de bundan daha küçük veya daha büyük hiçbirşey O'ndan uzak kalmaz. [41]
17. Ey Muhammed! Müslüman olmalarım sana yapılmış bir ihsan sayıyorlar. O ihsana karşılık Övgü ve senayı gerekli görüyorlar. Onlara de ki, "Müslüman olmanızı benim başıma kakmayın. Çünkü onun faydası size aittir. Eğer iman iddianızda doğru iseniz bilin ki, sizi imana er*dirdiği ve onda sabit kıldığı için, size en büyük minnet Allah'ın hakkıdır. [42]
18. Kuşkusuz Allah, göklerde ve yerlerde gözlere görünmeyeni bilir. Allah, kulların amellerinden haberdardır. Hiçbir şey O'na gizli kalmaz. Yüce Allah bütün kâinatı bil*diğini ve bütün mahlukatı ilmiyle kuşattığını tekrar haber verdi ki, ilminin, genişliğini gizli ve açıkta, zahir ve bâtında büyük küçük her şeyi kuşattığı*nı göstersin. [43]