A
Çevrimdışı
ALTMIŞİKİNCİ BÖLÜM
...Yeni gelen kardeşlerimiz için bir ziyafet hazırlayın. Bu arada şunu da belirtelim. Kocaları şehid edilen kadınlar da bilfiil savaşa katılıyorlardı ki, onlardan müteşekkil birliklere "Kara dullar" deniliyordu. Herhalde, çarşaf giydiklerinden bu isim verilmiş ama,
biz onları "Beyaz Dullar" olarak adlandıracağız. Yemek ve benzeri işleri beyaz dullar yerine getiriyorlardı. Tüm bu işler yapılırken de haremlik-selamlığa riayet ediliyordu. Bu dullardan bazıları da mücahidlerle evlendiriliyordu. Onların oluru alınarak tabi. Tiyatro baskınına gidenlerin de yirmisi kadındı.
Beyaz dullar eldeki malzemelerle mükellef bir sofra hazırladılar. Sofraya oturup, yemekleri iştahla yediler. Yemekten sonra namaz vakti gelmişti. Eski mücahidler, yeni mücahidlere tarifle abdest aldırdılar. Namazı ise kendilerine bakarak kılmalarını tembihlediler. Mus'ab'ın imamlığında namazlarını eda ettiler. Namazdan çok etkilenmişlerdi.
Ali:--Komutanım, bu namaz ne güzel bir şey. Doğrusu bugüne kadar böyle bir duygu tatmamıştım.
Mus'ab:--İslâm da ibadetlerde zorlama yoktur. Müslümanlar ibadetleri kendi istekleri ile ve zevkle yaparlar. Zorla yaptırılan bir ibadetten hayır gelmez. Allah (cc) istekle yapılmayan ibadetleri kabul etmez.
Ali:--Komutanım, bize biraz da islâm'ın savaş konusundaki hükümlerinden bahseder misin?
Mus'ab:--Elbette! Daha bir süre öncesine kadar, sen de rus tarafındaydın. Rusların savaş ahlakı ile çeçenlerin savaş ahlakını karşılaştırdığında ne gibi farklılıklar görüyorsun?
Ali:--Ruslarda savaş ahlakı denen bir şey yok. Önlerine geleni katlediyorlar.
Mus'ab:--Peki müslümanların, kadın, çocuk ve yaşlılar ile din adamlarını öldürdüğüne rastladın mı?
Ali:--Hayır, komutanım! Her ne kadar, bize müslümanları, vahşi ve barbar olarak tanıttılarsa da, söyledikleri özellikleri kendilerinde gördüm.
Mus'ab:--Gayr-i müslimler, kendi fikirlerinde olanları müslümanlara yakıştırıyorlar. İslâm'ın çözüm bulmadığı, hakkında hüküm koymadığı bir alan mevcut değildir. En basit olaydan en geniş olanına kadar.
Gelelim, islâm'ın savaş konusundaki hükümlerine; Kur’anın cihad(adil savaş) ile ilgili olarak belirlediği ilkeler şunlardır:
1- Haklı savaş gerekçesi ilkesi:
Kuran-ı Kerimdeki savaşın sebebi, düşmanın saldırı ve zulmüdür. Düşman Müslümanların yurtlarını basar, hicrete zorlar, can, mal ve din ve namus güvenliğini tehdit ederse, bu durum; savaşı zorunlu ve mecbur kılar.Kur’ana göre, düşman güçlere karşı verilecek savaşın gerekçesinin makul ve haklı olması gerekir. Esasen “istila”, “sömürü” ve “tecavüz” için yapılan savaşları tanımayan İslam dini ( Bakara Sûresi, 205 ; Nisa Sûresi,94 ; Kasas Sûresi,83 ; Şura Sûresi,41-42) savaşa ancak :Müslümanların can ve mal güvenliğini sağlamak, hak ve hürriyetlerini korumak, İslama ve İslam ülkelerine yönelik saldırıları önlemek amacıyla
başvurulacağını hükme bağlamış ve meşru gördüğü bu savaşı da diğerlerinden ayırmak için ona cihad adını vermiştir.
2- Adil savaş ilkesi:
Adil savaş ilkesi, cihat fiilen başladığı zaman uygulanacak bir ilkedir. Bu ilkeye göre, savaş sadece savaşa iştirak eden tarafa yöneliktir. İslam’da düşmanı öldürmekten ziyada insanı kazanmak esastır. Bu amaçla, savaştan önce düşman İslam’ı kabul etmeye çağrılır, kabul etmezse itaat ve cizye(savaş tazminatı) teklif edilir. Bunlar yapılmadan cihada teşebbüs edilmez. Düşmana sunulan bu gerekçeler kabul edilmediğinde Allah’tan yardım dilenerek savaşa girilir.Savaşa girildiğinde, Müslümanlar, “adil savaş ilkesi”ne göre adım atmak zorundadırlar. Bu ilkeye göre, savaşta vurulacak hedef sadece düşman askerleridir. Savaş sırasında çocuklar, kadınlar, yaşlılar, yatalak hastalar, mecnunlar, sakatlar öldürülemez. Savaşa iştirak etmeyen din adamlarına ve ihtiyarlara silah çekilmez, savaşa katılmayanlar (esnaf ve çiftçiler gibi sivil halk) katledilemez (Bakara Sûresi,191).Savfan İbnu Assal (r.a) anlatıyor : “Resulullah (a.s.m) beni seriyyede savaşa gönderdi.Yola çıkarken şu talimatı verdiler :“Allah’ın adıyla, ALLAH YOLUNDA YÜRÜYÜN.Allah’ı inkar edenlerle savaşın, işkence yapmayın, ahdinizi bozmayın. ganimeti çalmayın, çocukları öldürmeyiniz” ( Müslim, Cihad 3,(1731), Tirmizi, siyer 48,(1617) Ebu Davut, Cihad 90, (2612,2613)
3- Savaşta aşırı gitmemek ilkesi:
İslam, savaş halinde bile, insanî değerlere itibar eder. Savaş anında, dehşet ve vahşeti sergileyen şiddetli hiddetleri mutedil hale getirir. Savaşta bile ölçüyü kaçırmamayı bir temel prensip olarak kabul eder. İslam, aşırı ve haddi aşan tavırlara karşı müeyyideler getirmiştir. Bu nedenle, İslam hukukunda saldırıya ancak misli ile mukabele edilir; aşırı gitmek suçtur.Kur’an-ı Kerim, düşmanla yapılan yüz yüze savaşta bile, aşırı gidilmesini yasaklar. Bu husus, şu ayet-i kerime ile beyan burulmuştur:
“Size karşı savaş açanlara, siz de Allah yolunda savaş açın.Sakın aşırı gitmeyin, çünkü Allah aşırı gidenleri sevmez” (Bakara Sûresi,190)Nitekim bir başka ayette de şöyle buyrulur:“ Kim size saldırırsa siz de ona misilleme olacak kadar saldırın. Allah’tan korkun ve bilin ki Allah müttakilerle beraberdir” (Bakara Sûresi, 194)
4- Sulh ve barış ilkesi:
İslam, düşman tarafından teklif edilen sulh ve barış anlaşmalarına karşı barış ve sulh ile mukabele etmeyi prensip olarak kabul eder(Enfal Sûresi,61,62,63 ; Hucurat Sûresi,9). Kur’an “Sulh (daima) hayırlıdır”(Nisa Sûresi,128) mesajı ile bütün dünyaya bu hakikati 1400 seneden beri duyurmaktadır. “Eğer onlar (savaştan) vazgeçerlerse,(şunu iyi bilin ki)Allah gafur ve rahimdir”(Bakara Sûresi,192) ayeti ile “Şayet vazgeçerlerse zalimlerden başkasına
düşmanlık ve saldırı yoktur”(Bakara Sûresi,193) ayeti de sulhun önemini vurgulamaktadır.
5- Esirlere iyi muamele etme ilkesi:
İslam, esirlere iyi muamele edilmesini emredir. Müslümanlar esirleri yedirmekle, aç ve susuz bırakmamakla mükelleftirler. Bu görevi de Allah rızası içi yaparlar.(Bakara Sûresi,177;Enfal Sûresi,69,70,71;Muhammed Sûresi,4; İnsan Sûresi, 8,9,10,11,12) Şener Dilek (Prof.)
Savaş halinde yasak fiiller:
a) İşkence. Öldürülecek olan kimseye dahi işkence edilemez; zulüm ve işkence bütün çeşitleriyle yasaktır.
b) Savaşçı olmayanların öldürülmesi. Savaşçı, fizik bakımından savaşabilecek kimselerdir. Bunların dışında kalanlar kasten ve doğrudan öldürülemez. Bu cümleden olarak kadınlar, çocuklar, savaşçı sahiplerine hizmet için gelmiş köleler, körler, dünyadan el etek çekmiş din adamları, akıl hastaları, yaşlılar, hastalar, kötürümler vb. leri öldürülmez.
c) İnsan ve hayvanların uzuvlarının kesilmesi.
d) Verilmiş söze ve yapılmış andlaşmaya aykırı hareket.
e) Savaş zarureti bulunmadıkça zirai mahsullerin, orman ve ağaçların yakılması.
f) Namus ve şereflere tecavüz, zina ve gayr-i meşru münasebetler. Düşman kadınlarının ırzına geçen sivil ve askerler zina suçu işlemiş olur ve bunun cezasını çekerler.
g) Düşmandan alınan rehineleri öldürmek. Bunlar misilleme yoluyla dahi öldürülemez.
h) Ölülerin başını veya uzuvlarını kesip teşhir etmek.
ı) Katliam. Hz. Peygamber ve raşid halifeler zamanlarında savaştan sonra esirler veya zaptolunan yerlerin ahalisi için katliam emri verildiğine dair bir tek örnek dahi yoktur. Mekke fethini müteakip Rasulullah (s.a.v.) bazı harb suçluları ve hainler dışında kalan düşmanlarını affetmiştir.
i) Kesin bir meşru müdafaa söz konusu olmadıkça akrabayı öldürmek. Akraba düşman saflarında olsa dahi öldürülmez.
j) Çiftçi, tacir, esnaf, işadamı gibi fiilen harbe iştirak etmemiş, savaş ile ilgili olmayan kimseleri öldürmek.
k) Harb esirlerini rehine almak, kalkan yapmak, onların arkasında düşmana doğru ilerlemek.
l) Bazı İslam hukukçularının açık ifadelerine göre zehirli ok kullanmak.
Ali ve diğer yeni müslümanlar, islâm'ın bu adaletine hayran kalmışlardı. Mus'ab'ı pür dikkat dinliyorlardı.
Buraya gelince, Mus'ab durakladı ve:
--Evet buraya kadar kısaca, adil bir savaşın nasıl olması gerektiğini, islâm'ın bu konudaki hükmünü kısaca anlatmaya çalıştım. İşte islâm'ın bu emirleri nedeniyledir ki müslümanlar, merhametlidirler. İslâm dini, öldüren bir din değil, hayat veren bir dindir. İnşaallah bu konuya sonra devam ederiz. Sizi fazla yormayalım.
Ali:--Yorulmak ne demek komutanım? Sabaha kadar anlatsanız, sabaha kadar seni dinleriz. Susuzluğumuzu başka türlü nasıl giderebiliriz. Küfürde geçen onca yaşantımıza nasıl yanmayalım şimdi.
Meğerse biz cehennemi bir hayat yaşıyormuşuz da haberimiz yokmuş. İslâm bize hayatı vaad ediyormuş ama biz ölümü tercih etmişiz. Küfürde geçen bunca zamanı telafi etmemiz gerek.
Mus'ab:--Sizde bu istek olduktan sonra, istediğniz her şeyi çabucak öğrenirsiniz, hiç endişeniz olmasın.
Mus'ab, mücahidlere çay hazırlamalarını emrederek:
--Ne dersin Ali kardeşim, bu sohbetin üstüne bir çay gitmez mi?
Ali:--Nasıl gitmez komutanım, hem de böyle bir ortamda. Bize hidayeti nasib edip böyle bir kardeşlik ortamına kavuşturan Allah'a (cc) hamd olsun.
Rus Karargâhında
Rus komutan, hırsından köpürüyordu. Odanın içerisinde aşağı yukarı gidip gidip geliyordu. Başını kaldırıp, nöbetçi subaya baktı ve...
ALTMIŞİKİNCİ BÖLÜMÜN SONU
...Yeni gelen kardeşlerimiz için bir ziyafet hazırlayın. Bu arada şunu da belirtelim. Kocaları şehid edilen kadınlar da bilfiil savaşa katılıyorlardı ki, onlardan müteşekkil birliklere "Kara dullar" deniliyordu. Herhalde, çarşaf giydiklerinden bu isim verilmiş ama,
biz onları "Beyaz Dullar" olarak adlandıracağız. Yemek ve benzeri işleri beyaz dullar yerine getiriyorlardı. Tüm bu işler yapılırken de haremlik-selamlığa riayet ediliyordu. Bu dullardan bazıları da mücahidlerle evlendiriliyordu. Onların oluru alınarak tabi. Tiyatro baskınına gidenlerin de yirmisi kadındı.
Beyaz dullar eldeki malzemelerle mükellef bir sofra hazırladılar. Sofraya oturup, yemekleri iştahla yediler. Yemekten sonra namaz vakti gelmişti. Eski mücahidler, yeni mücahidlere tarifle abdest aldırdılar. Namazı ise kendilerine bakarak kılmalarını tembihlediler. Mus'ab'ın imamlığında namazlarını eda ettiler. Namazdan çok etkilenmişlerdi.
Ali:--Komutanım, bu namaz ne güzel bir şey. Doğrusu bugüne kadar böyle bir duygu tatmamıştım.
Mus'ab:--İslâm da ibadetlerde zorlama yoktur. Müslümanlar ibadetleri kendi istekleri ile ve zevkle yaparlar. Zorla yaptırılan bir ibadetten hayır gelmez. Allah (cc) istekle yapılmayan ibadetleri kabul etmez.
Ali:--Komutanım, bize biraz da islâm'ın savaş konusundaki hükümlerinden bahseder misin?
Mus'ab:--Elbette! Daha bir süre öncesine kadar, sen de rus tarafındaydın. Rusların savaş ahlakı ile çeçenlerin savaş ahlakını karşılaştırdığında ne gibi farklılıklar görüyorsun?
Ali:--Ruslarda savaş ahlakı denen bir şey yok. Önlerine geleni katlediyorlar.
Mus'ab:--Peki müslümanların, kadın, çocuk ve yaşlılar ile din adamlarını öldürdüğüne rastladın mı?
Ali:--Hayır, komutanım! Her ne kadar, bize müslümanları, vahşi ve barbar olarak tanıttılarsa da, söyledikleri özellikleri kendilerinde gördüm.
Mus'ab:--Gayr-i müslimler, kendi fikirlerinde olanları müslümanlara yakıştırıyorlar. İslâm'ın çözüm bulmadığı, hakkında hüküm koymadığı bir alan mevcut değildir. En basit olaydan en geniş olanına kadar.
Gelelim, islâm'ın savaş konusundaki hükümlerine; Kur’anın cihad(adil savaş) ile ilgili olarak belirlediği ilkeler şunlardır:
1- Haklı savaş gerekçesi ilkesi:
Kuran-ı Kerimdeki savaşın sebebi, düşmanın saldırı ve zulmüdür. Düşman Müslümanların yurtlarını basar, hicrete zorlar, can, mal ve din ve namus güvenliğini tehdit ederse, bu durum; savaşı zorunlu ve mecbur kılar.Kur’ana göre, düşman güçlere karşı verilecek savaşın gerekçesinin makul ve haklı olması gerekir. Esasen “istila”, “sömürü” ve “tecavüz” için yapılan savaşları tanımayan İslam dini ( Bakara Sûresi, 205 ; Nisa Sûresi,94 ; Kasas Sûresi,83 ; Şura Sûresi,41-42) savaşa ancak :Müslümanların can ve mal güvenliğini sağlamak, hak ve hürriyetlerini korumak, İslama ve İslam ülkelerine yönelik saldırıları önlemek amacıyla
başvurulacağını hükme bağlamış ve meşru gördüğü bu savaşı da diğerlerinden ayırmak için ona cihad adını vermiştir.
2- Adil savaş ilkesi:
Adil savaş ilkesi, cihat fiilen başladığı zaman uygulanacak bir ilkedir. Bu ilkeye göre, savaş sadece savaşa iştirak eden tarafa yöneliktir. İslam’da düşmanı öldürmekten ziyada insanı kazanmak esastır. Bu amaçla, savaştan önce düşman İslam’ı kabul etmeye çağrılır, kabul etmezse itaat ve cizye(savaş tazminatı) teklif edilir. Bunlar yapılmadan cihada teşebbüs edilmez. Düşmana sunulan bu gerekçeler kabul edilmediğinde Allah’tan yardım dilenerek savaşa girilir.Savaşa girildiğinde, Müslümanlar, “adil savaş ilkesi”ne göre adım atmak zorundadırlar. Bu ilkeye göre, savaşta vurulacak hedef sadece düşman askerleridir. Savaş sırasında çocuklar, kadınlar, yaşlılar, yatalak hastalar, mecnunlar, sakatlar öldürülemez. Savaşa iştirak etmeyen din adamlarına ve ihtiyarlara silah çekilmez, savaşa katılmayanlar (esnaf ve çiftçiler gibi sivil halk) katledilemez (Bakara Sûresi,191).Savfan İbnu Assal (r.a) anlatıyor : “Resulullah (a.s.m) beni seriyyede savaşa gönderdi.Yola çıkarken şu talimatı verdiler :“Allah’ın adıyla, ALLAH YOLUNDA YÜRÜYÜN.Allah’ı inkar edenlerle savaşın, işkence yapmayın, ahdinizi bozmayın. ganimeti çalmayın, çocukları öldürmeyiniz” ( Müslim, Cihad 3,(1731), Tirmizi, siyer 48,(1617) Ebu Davut, Cihad 90, (2612,2613)
3- Savaşta aşırı gitmemek ilkesi:
İslam, savaş halinde bile, insanî değerlere itibar eder. Savaş anında, dehşet ve vahşeti sergileyen şiddetli hiddetleri mutedil hale getirir. Savaşta bile ölçüyü kaçırmamayı bir temel prensip olarak kabul eder. İslam, aşırı ve haddi aşan tavırlara karşı müeyyideler getirmiştir. Bu nedenle, İslam hukukunda saldırıya ancak misli ile mukabele edilir; aşırı gitmek suçtur.Kur’an-ı Kerim, düşmanla yapılan yüz yüze savaşta bile, aşırı gidilmesini yasaklar. Bu husus, şu ayet-i kerime ile beyan burulmuştur:
“Size karşı savaş açanlara, siz de Allah yolunda savaş açın.Sakın aşırı gitmeyin, çünkü Allah aşırı gidenleri sevmez” (Bakara Sûresi,190)Nitekim bir başka ayette de şöyle buyrulur:“ Kim size saldırırsa siz de ona misilleme olacak kadar saldırın. Allah’tan korkun ve bilin ki Allah müttakilerle beraberdir” (Bakara Sûresi, 194)
4- Sulh ve barış ilkesi:
İslam, düşman tarafından teklif edilen sulh ve barış anlaşmalarına karşı barış ve sulh ile mukabele etmeyi prensip olarak kabul eder(Enfal Sûresi,61,62,63 ; Hucurat Sûresi,9). Kur’an “Sulh (daima) hayırlıdır”(Nisa Sûresi,128) mesajı ile bütün dünyaya bu hakikati 1400 seneden beri duyurmaktadır. “Eğer onlar (savaştan) vazgeçerlerse,(şunu iyi bilin ki)Allah gafur ve rahimdir”(Bakara Sûresi,192) ayeti ile “Şayet vazgeçerlerse zalimlerden başkasına
düşmanlık ve saldırı yoktur”(Bakara Sûresi,193) ayeti de sulhun önemini vurgulamaktadır.
5- Esirlere iyi muamele etme ilkesi:
İslam, esirlere iyi muamele edilmesini emredir. Müslümanlar esirleri yedirmekle, aç ve susuz bırakmamakla mükelleftirler. Bu görevi de Allah rızası içi yaparlar.(Bakara Sûresi,177;Enfal Sûresi,69,70,71;Muhammed Sûresi,4; İnsan Sûresi, 8,9,10,11,12) Şener Dilek (Prof.)
Savaş halinde yasak fiiller:
a) İşkence. Öldürülecek olan kimseye dahi işkence edilemez; zulüm ve işkence bütün çeşitleriyle yasaktır.
b) Savaşçı olmayanların öldürülmesi. Savaşçı, fizik bakımından savaşabilecek kimselerdir. Bunların dışında kalanlar kasten ve doğrudan öldürülemez. Bu cümleden olarak kadınlar, çocuklar, savaşçı sahiplerine hizmet için gelmiş köleler, körler, dünyadan el etek çekmiş din adamları, akıl hastaları, yaşlılar, hastalar, kötürümler vb. leri öldürülmez.
c) İnsan ve hayvanların uzuvlarının kesilmesi.
d) Verilmiş söze ve yapılmış andlaşmaya aykırı hareket.
e) Savaş zarureti bulunmadıkça zirai mahsullerin, orman ve ağaçların yakılması.
f) Namus ve şereflere tecavüz, zina ve gayr-i meşru münasebetler. Düşman kadınlarının ırzına geçen sivil ve askerler zina suçu işlemiş olur ve bunun cezasını çekerler.
g) Düşmandan alınan rehineleri öldürmek. Bunlar misilleme yoluyla dahi öldürülemez.
h) Ölülerin başını veya uzuvlarını kesip teşhir etmek.
ı) Katliam. Hz. Peygamber ve raşid halifeler zamanlarında savaştan sonra esirler veya zaptolunan yerlerin ahalisi için katliam emri verildiğine dair bir tek örnek dahi yoktur. Mekke fethini müteakip Rasulullah (s.a.v.) bazı harb suçluları ve hainler dışında kalan düşmanlarını affetmiştir.
i) Kesin bir meşru müdafaa söz konusu olmadıkça akrabayı öldürmek. Akraba düşman saflarında olsa dahi öldürülmez.
j) Çiftçi, tacir, esnaf, işadamı gibi fiilen harbe iştirak etmemiş, savaş ile ilgili olmayan kimseleri öldürmek.
k) Harb esirlerini rehine almak, kalkan yapmak, onların arkasında düşmana doğru ilerlemek.
l) Bazı İslam hukukçularının açık ifadelerine göre zehirli ok kullanmak.
Ali ve diğer yeni müslümanlar, islâm'ın bu adaletine hayran kalmışlardı. Mus'ab'ı pür dikkat dinliyorlardı.
Buraya gelince, Mus'ab durakladı ve:
--Evet buraya kadar kısaca, adil bir savaşın nasıl olması gerektiğini, islâm'ın bu konudaki hükmünü kısaca anlatmaya çalıştım. İşte islâm'ın bu emirleri nedeniyledir ki müslümanlar, merhametlidirler. İslâm dini, öldüren bir din değil, hayat veren bir dindir. İnşaallah bu konuya sonra devam ederiz. Sizi fazla yormayalım.
Ali:--Yorulmak ne demek komutanım? Sabaha kadar anlatsanız, sabaha kadar seni dinleriz. Susuzluğumuzu başka türlü nasıl giderebiliriz. Küfürde geçen onca yaşantımıza nasıl yanmayalım şimdi.
Meğerse biz cehennemi bir hayat yaşıyormuşuz da haberimiz yokmuş. İslâm bize hayatı vaad ediyormuş ama biz ölümü tercih etmişiz. Küfürde geçen bunca zamanı telafi etmemiz gerek.
Mus'ab:--Sizde bu istek olduktan sonra, istediğniz her şeyi çabucak öğrenirsiniz, hiç endişeniz olmasın.
Mus'ab, mücahidlere çay hazırlamalarını emrederek:
--Ne dersin Ali kardeşim, bu sohbetin üstüne bir çay gitmez mi?
Ali:--Nasıl gitmez komutanım, hem de böyle bir ortamda. Bize hidayeti nasib edip böyle bir kardeşlik ortamına kavuşturan Allah'a (cc) hamd olsun.
Rus Karargâhında
Rus komutan, hırsından köpürüyordu. Odanın içerisinde aşağı yukarı gidip gidip geliyordu. Başını kaldırıp, nöbetçi subaya baktı ve...
ALTMIŞİKİNCİ BÖLÜMÜN SONU