Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

İlmi Konu Feyzullah Birışık'ın Tuhaf Kâder İnancı !!

Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
1. Video Full Hâli
( 1 saat 07 dakika 25. saniyeden sonra )


Bahsi geçen ilgili bölüm


2. Video Full Hali
( 26. dakikan sonra )


Bahsi geçen ilgili bölüm

Selamun Âleykum Feyzullah Birışık kardeşim,
Hakkını helal edesin ama "kader" mevzu hassas olduğu kadar kritik ve bir o kadar da tehlikeli bir konudur.
Nice büyük alimler bu konuya girmekten çekinmişler, sakınmışlar ama sen maşeAllah, karikatürize resimlerle, ehl-i sunnetin kader itikadında ortak kavramlarını (cuz-i - kulli irade) bulut üstü, bulut altı irade diye isimlendirerek farklılaşmaya soyunman, varsayım ve farazi akli (!) örneklendirmelerle konuyu ekpertiz edasıyla diyar diyar anlatmaya soyunmuşsun. Fakat konu hakkında ne dediklerini, ne deyiş stilini onaylayan bir selefin veya alimin yoktur. Bunda şahsına munhasır bir kader anlayış ve anlatımdasın. Buna da sebeb, bazı alimleri kendi aklınca hatalı anlama veya yorumlamandan kaynaklanmaktadır. Şimdi kader anlayışında gördüğümüz hataları sıralayalım , umulur ki istifade edersiniz.

1. Videoda genel anlamda dediklerine katılıyorum. Fakat videonun sonunda verdiği bazı akli örnek ve yorumlar (zahiren) sıkıntılı anlayışlara gebe. Bilhassa 1 saat 07 dakika 25. saniyeden sonra Cebriye itikadıyla paralellik arzeder şekilde ehl-i sunnet diye aktarılmakta. Bir de "Allah bizim dünyada nasıl yaşayacağımızı bildiği için yazmış, eski kader inancı böyle bir şey yok" deyib görsel olarak da elinin tersiyle itmen uygun olmayan bir durum.
Size buradan açıkça soruyorum, cevablarını verir ise farklı veya hatalı anlayışların önüne geçmiş olursunuz;

Soru 1- Böyle bir şey yok dediğin 'eski kâder inancı'na sahib âlimler kimlerdir?

Soru 2- Ortaya sürdüğün yeni kâder inancı ki (anlatımınızdan anlaşılan: cuz-i irâdeyi ibtal edib hidayette kula hiç bir etki - seçim hakkı- tanıtmayan) delilleriyle eserlerinden kitab ve sayfa nolarıyla Alimlerin isimlerini buraya aktarır mısın?

Soru 3- Aşağıda linkini vereceğim 2008 yılına ait "Eksik Bir Kader Anlayışı Nelere Mal Olur?
" başlıklı yazında bugünkü videodaki konuşmalarının tam tersini anlatıyorsun:


Eksik Bir Kader Anlayışı Nelere Mal Olur? - Feyzullah Birışık

Aynı kader yazısı kendi sitesinde:
Karinca & Polen Yayınları - Online Satış Sitesi- www.karincakitap.net

üzerinde fazla konuşulmaması tavsiye edilen, ancak; yeterli bir bilgiye sahip olunmadığında inanca zarar veren hassas bir konuyu sizlerle paylaşmak istiyorum…
Konumuza giriş yapmadan önce kader hakkında yapılan yorumların tasnifini ve eksik bir bilgiyle yorumlayanların farkında olmadan inançlarına nasıl zarar verdiklerine bir bakalım..
1. YORUM: “ Kaderime ne yazılmışsa onu yaşıyorum” Böyle bir anlayışa sahip olan kişiler yapmış oldukları tüm suçun faillerinin Allah olduğuna ve ahrette kesinlikle özür beyan edeceklerine yürekten inanırlar…

Kötü yola düşen bir kadın, alkol illetinden kurtulamayan bir sarhoş, eş seçiminde iman ve ahlakı göz ardı eden bir bay ya da bayan, imtihanı gereği sıkıntılarından kurtulmak için çözümler üretmeyip suçu kaderlerine atan imtihan zedeler bir anlık sorumluluktan kurtulduklarını zannederler.

Eğer Allah’u teala insanlara ;” maddi sıkıntıdan kurtulamadığınızda size önceden haram kıldığım şeyler sıkıntı bitene kadar helal!” demiş olsaydı sorumlu olunmayacaktı..

“ Kaderime ne yazılmışsa onu yaşıyorum” diyen bir insan Allah’ın kendisine vermiş olduğu cüz-i iradeyi de inkar etmiş oluyor...İlginçtir intihar etmek isteyen bir vatandaş veda mektubuna: “ Allah kaderime yazdığı için intihar etmek istiyorum” diye yazmıyor.! Tamamen kendi cüz-i iradesiyle intihara karar vermiş…

Sınırsız bir ilme sahip olan Allah-u teala iman ve küfür seçimini tamamen insanların hür iradesine vermiş ve kesinlikle zorlama yoluna gitmemiştir. Okuyoruz:

“ De ki: gerçek, Rabbinizdendir. Dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin…” kehf 29.
İnsan iradesinin seçme hakkına sahip olamadığı bazı gerçekler de yok değil. Mesela, anne ve baba seçimi, herhangi bir zaman diliminde doğmak istemek, günlük kazanç, vb.
Seçme hakkına sahip olamadıklarımızdan sorumlu olmadığımızı hatırlatalım. Allah-u teala bana: “Neden Malatya da doğdun?” demez. Ya da bedenen sakat bebek doğuran bir kadına da “neden sakat bebek doğurdun ?”demez.

Tekrar konumuza dönelim;
“ Kaderinde yazıldığı için intihar etti ” diyen bir insana soralım: kader yazısını nasıl okudunuz? Peki, neden önceden uyarmadınız? Madem intihar olayında kader başrolde, nasıl oluyor da kader, muhatabının elinden tutup ilmiği boynuna geçiriyor? Neden insanlar kadere müdahale edemiyor? Soruları çoğaltmak mümkün…

“ Kaderimde ne varsa onu yaşıyorum” diyen bir insanın evine hırsızın girdiğini düşünelim.Yıllarca çalışıp biriktirdiği paraları afiyetle yiyen hırsıza:” kendi iradenle hırsızlık yapsaydın çok fena yapardım seni “ mi diyecek?...

Kaderimde ne varsa onu yaşıyorum diyen bir insanın, inancına yaptığı tahribata ve insan düşmanı şeytanı nasıl temize çıkardığına bir kez daha göz atalım;

Yani: “ – Allah’ım! Ben diğer insanlar gibi mutlu bir hayat yaşamak istiyorum. Hayatımın her saniyesini senin rızan doğrultusunda yaşamak istiyorum. Ama benim adıma yazdığın kaderi yaşadığım için yaptığım hiçbir şeyden sorumlu değilim! Sen yazdın ben yaşadım! O halde cennete girmem için hiçbir sebep yok! Hatta cehennemi bile boşa yaratmışsın!(hâşâ!) Şeytan bile yazdığını yaşıyor! Yazılan senaryoyu yaşayan sorumlu olmaz.

Yani; şeytan ve dostlarını cehenneme konuk etmekle adil davranmış olmuyorsun!(hâşâ)”
Kaderimde yazılanı yaşıyorum diyen bir insan her ne kadar yazdıklarımızı dille söylemese de maalesef imanını tehlikeye atıyor. Yeni bir başlık atarak konumuzu aydınlatmaya çalışalım.

KADER NEDİR?
İnsan ve yaratılan her şeyin başına nelerin geleceğini önceden Allah tarafından bilinmesidir… Biraz daha açarsak; kendilerine seçme hakkı verdiği varlıkların doğum-ölüm tarihi, ahlak, karakter, cennetlik ya da cehennemlik mi olduklarının önceden Allah tarafından bilinmesidir…

Şöyle bir sorunun sorulması taraftarıyım;
— Allah’ım! Başımıza gelmiş ve gelecekleri önceden bildiğinizi söylemenizden ne anlamamızı istiyorsun?
Yıllar sonra bile böyle bir soruyu soracağımızı bilen Allah-u teala sorumuzun cevabını Hadid suresi 22–23. ayetinde şöyle dile getirmiş;

“ Gerek yeryüzünde, gerek nefislerinizde meydana gelen hiçbir musibet yoktur ki bizim onu yaratmamızdan evvel bir kitapta yazılmış olmasın. Şüphesiz bu, Allah’a göre kolaydır. Allah bunu, elinizden çıkana üzülmeyesiniz ve O’nun size vereceği ile sevinip şımarmayasınız diye yazmıştır. Allah kendini beğenen kibirli kimseleri sevmez.”

“Yani; - Ey kullarım! Başınıza bir musibet geldiğinde ;- bu da nereden çıktı! Ya da; ne kara bir kaderim varmış! Demeyin! Tamamen benim kontrolümdesiniz. Başınıza gelen musibetlerle sizi imtihan ediyorum.

İmtihan gereği zenginlik isabet ettiğinde de; Ticari zekâmla kazandım demeyin. Sizi zenginlikle sınamak istediğimden verdim.“

Allah’ın her şeyi önceden bilmesi O’nun büyüklüğünü gösterir. Zaten ilahlık iddia edene de bu yakışır... Allah’ın her şeyi önceden bilmesinin bizim yaşantımıza olumlu ya da olumsuz bir etkisi yok. İşte birçok insanın kafasını karıştıran nokta bu… Sanıldığı gibi Allah yazdığı için yaşamıyoruz… Adil olan Allah-u teala nasıl bir hayat yaşayacağımızı bildiği için yazmış… Kader konusunun özü budur diyebiliriz.
2008 yılındaki kader itikadınızda "Sanıldığı gibi Allah yazdığı için yaşamıyoruz… Adil olan Allah-u teala nasıl bir hayat yaşayacağımızı bildiği için yazmış… Kader konusunun özü budur diyebiliriz" demektesiniz.

2016 yılına ait yukarıdaki ifadenizde ise:

"Şöyle toparlayalım kardeşler : Şu an Allah bize hidayet vermiş, ve ne zaman elimizden alacağını da biz bilmiyoruz. Ama kesin bir hüküm var, adımıza Allah hüküm vermiş. Yani bizim nasıl yaşayacağımızı bildiği için yazmış, bu eski bir kader inancı böyle bir şey yok!"
demektesiniz.

Şimdi sualim; bu ilk kader anlayışından, sonraki videodaki kader anlayışına geçiş sürecinizi bize anlatır mısınız?
Eski kader anlayışına iman edenlerin hükmü nedir?
Böyle bir şey yok ifadesiyle reddettiğiniz anlayışı aynı cümlelerle reddeden alimlerin kitablarından sayfalarıyla alıntılama yapar mısınız?



Soru 4- Allah (c.c.) kullarının iradesine bakmadan haklarında hüküm vermiş, kul o fiili / ameli, ezelde kendisi hakkında takdir edildiği biçimde mecburen yapacak ise; kul kendisine dayatılan bu yazıdan dolayı nasıl ecir veya azab görür?

Ehl-i sunnet itikadına göre evet Allah (c.c.) kullarının başına gelecek (rızk, ecel, amel ve cennetlik ya da cehennemlik oluşu) şeyleri kaderine yazması, Allah'ın İlm sıfatının gereği o kulun dünyada yapacaklarını bilmesinden dolayı yazmasıdır. Yoksa Allah (c.c.) kuluna zulmeden veya kullarının bazısının bazısına (göre) arasında haksızlığa sebeb olacak bir kaderi dayatmamaktadır.

Abdullah b. Amr b. As’tan rivâyete göre, şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.) bir gün elinde iki kitab olduğu halde çıkageldi ve şöyle buyurdu:
"Bu iki kitabın ne olduğunu biliyor musunuz?"
Biz de: Hayır Ey Allah’ın Rasûlu! Sen bize bildirirsen biliriz dedik.
Bunun üzerine sağ elindeki kitab için; "Bu kitab alemlerin Rabb'inden bir kitab olub Cennetlik kimselerin isimleri babalarının isimleri ve kabilelerin isimleri bu kitabdadır. Cennetliklerin sonuncusuna varıncaya kadar yazılmış ve toplanmıştır. Bunların sayısı artırılıp eksiltilmeyecektir."
Sonra sol elindeki kitab için, "Bu kitab da alemlerin Rabbin’den bir kitab olup Cehennemlik kimselerin, babalarının ve kabilelerinin isimlerini içermekte olup, Cehennemliklerin sonuncusuna varıncaya kadar yazılmış ve toplanmıştır. Bunların sayısı da artırılıp eksiltilmeyecektir", buyurdu.
Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.)’in ashabı: Ey Allah’ın Rasûlu! Durum önceden tamamlanmış ve bitirilmiş ise çalışıp çabalamamız ne işe yarar? Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Dosdoğru olun! Hayırlı amellerinizi artırın. Çünkü Cennetlik kişinin ameli hangi işi işlerse işlesin Cennetlik kişilerin ameliyle son bulacaktır. Cehenneme girecek kimse de hangi ameli işlemiş olursa olsun onun ameli de Cehennemlik kişilerin amelleriyle son bulacaktır."

Sonra Rasûlullah (s.a.v.), O iki kitabı elinden bıraktı ve şöyle buyurdu: Rabbiniz kulların yapacakları her şeyi bildiğinden dolayı ona göre kaderlerini yazıb bitirmiştir. Bir kısmı Cennetlik bir kısmı da Cehennemlik olacaktır.
(Tirmizi, Kader, Bab 8, Hadis no: 2141; İbn Mâce, Mukaddime: 10)

Kuteybe, Bekir b. Mudar vasıtasıyla Ebû Kâbîl’den bu hadisin bir benzerini bize rivâyet etmiştir. Bu konuda İbn Ömer’den de hadis rivâyet edilmiştir. Bu hadis hasen garibdir. Ebû Kâbîl’in ismi: Hubey b. Hânî’dir.


Ebû Abdurrahman Abdullah b. Mes'ûd (r.anh)'dan, dedi ki:
Doğru sözlü ve doğru sözlü olduğu tasdik olunan Rasûlullah (s.a.v.) bize şunu anlattı:

"Sizden her birinizin hilkati annesinin karnında kırk gün süre ile nutfe olarak bir araya getirilir. Sonra bunun kadar bir süre alaka (sülük gibi yapışan ve kan emen bir kan pıhtısı) olur. Sonra bunun kadar bir süre mudga (bir çiğnemlik et) olur. Sonra ona melek gönderilir, melek ona ruh üfler ve şu dört hususu yazmakla emrolunur:
Rızkını, ecelini, amelini, bedbaht mı, mutlu mu olacağını.

Kendisinden başka hiçbir ilâh bulunmayan Allah hakkı için, hiç şubhesiz sizden herhangi bir kimse Cennet ehlinin ameli ile amel eder. Nihayet kendisi ile Cennet arasında ancak bir arşın kalmışken, kitab (da yazılan kader) onun aleyhine ileri geçer ve o da Cehennemliklerin ameli ile amel eder, böylelikle oraya girer. Ve hiç şubhesiz sizden herhangi bir kimse Cehennemliklerin ameli ile amel eder. O kadar ki, kendisi ile Cehennem arasında ancak bir arşınlık mesafe kalır da, kitab onun hakkında ileriye geçer, o da Cennet ehlinin ameli ile amel eder ve Cennet'e girer."
(Buhari, Kader, 1, VII, 210; Muslim Şerhi, V, 496)

Rasulullah (s.a.v) hadiste: "Ve ona dört kelime (husus) yazması emrolunur" diye buyurmaktadır. Bunun üzerine o kişinin rızkı, eceli, ameli, bedbaht mı mutlu mu olacağı yazılır. Hadisin bu bölümünde Rasulullah (s.a.v.) kaza ve kader ile ilgili hususa temas etmektedir. Bu mes'ele Yüce Ailah'ın kâmil İlmi ile alâkalıdır. O Allah ki olmuşu, olacağı ve nasıl olacağını bilir.

İşte bu kâmil ilmine binaen, Şanı Yüce Allah, Kitab'da (Levh-i Mahfuz) insanın ölünceye kadar hayatı esnasında elde edeceği rızkını, hayır ve şer türünden yapacağı amellerini, bedbahtlardan mı mutlu kişilerden mi olacağını takdir etmiştir.

Bununla birlikte Yüce Allah'ın bu bilgisi kulun ihtiyar (seçim imkânı) ve kastını ortadan kaldırmaz. Çünkü Allah'ın ilim sıfatı muessir değildir.
Nitekim Kitab ve Sünnet'teki birçok nass, insanın belli bir kasıt, irâde ve seçim özgürlüğünün olduğunu tesbit etmektedir.


Enes (r.anh)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

Allah bir kulu hakkında hayır isterse o kulunu kullanır."
Bunun üzerine "Ey Allah’ın Rasûlü! O kulu nasıl kullanır?" denildi.
Rasûlullah (s.a.v.):Ölümünden önce onu Salih amel işlemeye muvaffak kılarbuyurdular.

(Tirmizi, Kader, Bab 8, Hadis no: 2142; İbn Mâce, Mukaddime: 10)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir demiştir.



Ezeli takdir, kulun iradesini engellemez ve onun için özür değildir. Çünkü ezelî takdir Allah'ın ilim ve iradesinin eseridir.

Allah, insanın dünyada kendi irade ve isteği ile iman veya küfrü seçmekle saîd veya şakî olacağını ezelde bildiği ve böyle irade ettiği için o insanın veya şakî olacağını ezelde bildiği ve böyle irade ettiği için o insanın saîd veya şakî olacağını ezelde takdir buyurmuştur, îlim vasfı bilinen şeyi baskı altında tutmaza çıkarır. Onun için Kelâmcılar ve Felsefeciler «İlim mâlûma tabidir.» demişlerdir. Bu gerçeği bir misal ile açıklayalım:
Rasathane uzmanları yaptıkları ilmi hesablar neticesinde bir yıl sonra Güneş'in veya Ay'ın tutulacağını, tutulma şeklini, gününü, saatini ve izlenebileceği ülkeleri bilebilirler. Uzmanların, ilmin ışığında tesbit ettikleri istikbale ait bu olayı rapor ettikten bir yıl sonra olayın aynen meydana geldiğini görüyoruz. Uzmanların, olaydan bir yıl önce yaptıkları takdir ve tesbitin veya tanzim ettikleri raporun te'siriyle bir yıl sonra Güneş veya Ay'ın tutulma olayının meydana geldiği iddia edilebilir mi? Elbette böyle bir iddia gülünçtür. Güneş'in ve Ay'ın tutulmasının sebebi uzmanların takdir ve rapor tanziminden tamamen ayrı bir takım tabiî sebeblerdir. Eğer uzmanlar bu ilmi hesabları yapmamış olsaydılar, tutulma olayları olmıyacak muydı? Burada uzmanların ilim ve tesbitlerinin tutulma olaylarına baskı yapmadığı, zorlayıcı olmadığı açıkça biliniyor.
Allah Teâla'nın kul hakkındaki.ezelî takdiri kul için suçluluktan kurtarıcı bir mazeret olamaz ve onu baskı altında tutmaz, Ebu'l-Muzaffer es-Sem'âni der ki:
Kaza ve Kader mes'elesinde en doğru bilgi kaynağı Kitab ve Sünnettir. En doğru hareket de bunlardan ilham alarak bilgi edinmektir. Bu iki kaynakla yetinmeyerek akıl ve mantık yolu ile bir takım kıyaslamalar yapmak sureti ile ileri gitmek insanı hayret ve dalâlete düşürür. Çünkü kaza ve kader bilgisi ilâhî sırlardandır. Bilinmeyen hikmetlere binâen bu sırrı insanlara bildirmemiş ve akıl yolu ile bunu çözme imkânını kullarına vermemiştir. Kader'in iç yüzünü ne bir Peygamber ne de bir Melek bilebilmiştir. Biz Kitab ve Sünnet ile kader mes'elesine çizilmiş olan sınırları tecavuz etmemek mecburiyetindeyiz. Mu'minlerin, Cennete girdikleri zaman, kaderin sırrını anlıyacakları ve Cennet'e girmeden bunu idrak edemiyecek-leri söylenmiştir. (Muslim'in Şerhi, Nevevi Kader kitabı)

Fıkıh ve Hadis âlimlerinin meşhurlarından olan Semânî'nin bu görüşü bütün hadiscilerin mezhebidir. Hadisciler Kaza ve Kader bahsine dair mantıki kıyasları ve mucadeleyi Kelâmcılara bırakmışlardır.
Nevevi'nin belirttiği gibi bu hadis de kader'in yarlığını isbat eder ve hayır olsun, şer olsun bütün olayların kaza ve kaderle meydana geldiğini belirtir.
Rasûl-u Ekram'ın Hadîs'in bitiminde yukarıda mealini verdiğimiz ayetleri okuması, saadet ve şakavet ehlinin gitmek istedikleri Cennet ve Cehennem yollarına gitmelerinin Allah tarafından kolaylaştırılmış olduğunu Kur'an ile te'yid içindir.


*******



Cûz-i İrâde Hakkında Kaderiyye (Mutezile) :

Kullar, iradelerinde tamamen hür ve bağımsızdır. Zira Mutezileye göre irade fiildir. Bunda Allah'ın bir rolü yoktur. Bir bakıma insan, fiillerinin yaratıcısıdır; onları işleyip işlememekte tamamen serbesttir. Özellikle kötü fiiller açısından bu böyledir. "Allah'ın iradesi kötü fiillere taalluk etmez. O sadece iyiyi diler" (Kâdî Abdulcebbâr, Şerhu Usuli'l-Hamse, Kahire 1965, 431)

Kaderiyyeyi bu görüşe sevk eden âmil, beş temel prensiplerinden biri olan "Allah'ın adaleti" ne bakış açılarıdır. Onlara göre, Allah'ın kullarının fiillerinde bir etkisinin olmaması, adaletinin ve kullara zulm etmemesinin bir gereğidir. Eğer Allah, kulun kötü bir fiilî yapmasında bir katkısı varsa, sonra da kulu bu kötü fiilinden dolayı cezalandırıyorsa, bu, O'nun adaletiyle bağdaşmaz. O halde kul, tamamen bağımsız olmalı ki, yaptıklarından dolayı hesaba çekilebilsin.

Bu görüşleri için ileri sürdükleri delillerden birkaçı şöyledir:

"Bu bir öğüttür. Dileyen, Rabbine varan bir yol tutar." (Kehf 18/29)
".... Eğer (o süre) içinde dönerlerse Allah bağışlayan, merhamet edendir." (Bakara, 2/226)
"İşte bu ellerinizin yapıp öne sürdüğü işler yüzündendir. Yoksa Allah, kullara zulm edici değildir. " (Enfal 8/51)
"Bir millet, kendi durumlarını değiştirmedikçe Allah onların durumlarını değiştirmez" (Ra'd 13/11).

Görüldüğü gibi bu âyetlerde kulların fiilleri kendilerine isnad edilmektedir.

Peygamber (s.a.v.) de bir hadiste şöyle buyurmaktadır: "Her doğan çocuk İslâm fıtratı üzere doğar. Sonra ana-babası onu ya Yahudileştirir, ya Mecusileştirir, yahud Hristiyanlaştırır... " (Muslim, Kader 25).

Hatta kaderi mazeret olarak ileri sürenlere karşı Allah, bu mazeretlerinin doğru olmadığını, yaptıklarının kendilerine ait olduğunu söylemektedir:

"(Allah'a) ortak koşanlar: Allah dileseydi ne biz, ne de atalarımız O'ndan başka hiç bir şeye tapmazdık ve O'nsuz hiç bir şeyi haram kılmazdık dediler. Onlardan öncekiler de böyle yapmıştı. Peygamberlere düşen yalnız açıkça tebliğ etmek değil mi" (en-Nahl, 16/35).

Mûtezile içerisinde kaderi inkâr etmekte o kadar aşırı gidenler vardır ki, bunlar, insanların ne yapacakları konusunda Allah'ın önceden bir bilgisinin bulunduğunu dahi inkâr ederler ve kul, kendi iradesiyle karar verib o fiili işledikten sonra ancak Allah'ın o şeyden haberdar olduğunu söylerler.




Cûz-i İrâde Hakkında Cebriyye :

Kaderiyye mezhebine reaksiyon olarak ortaya çıkan Cebriyye mezhebine göre, insanın hiçbir irâdî hürriyeti yoktur. Allah önceden her şeyi takdir etmiştir. Kul, bu takdir edilmiş şeyleri yapmak zorundadır. Yukarıdan gelen su nasıl aşağıya doğru akmaya, yukarıya fırlatılan taş nasıl geri dönmeye mahkûm ise, insan da kaderinde yazılı olan şeyleri yapmağa mahkûmdur. İnsan âdeta önceden programlanmış bir robot gibidir. Nasıl programlanmışsa, onu yapar.

Cebriyye'nin bu görüşlerine dayanak olarak ileri sürdükleri naslardan bir kısmı şöyledir:

"Allah birini şaşırtmak isterse, sen onun için Allah'a karşı hiç bir şey yapamazsın. Onlar öyle kimselerdir ki Allah, onların kalblerini temizlemek istememiştir." (Mide, 5/41)
"Allah kimi doğru yola iletmek isterse onun göğsünü İslâm'a açar; kimi de saptırmak isterse onun göğsünü, (o kimse) göğe çıkıyormuş gibi dar ve tıkanık yapar." (En'am 6/125)
De ki: " Size bir kötülük istese veya size rahmet dilese sizi Allah'tan kim korur?" (Ahzâb, 33/17).
"Alemlerin Rabbi Allah dilemedikçe siz bir şey dileyemezsiniz." (Tekvir 81/29).

Kulun iradesizliği yanında, sorumluluğunu hangi temele dayandıracağını izah etmekten aciz kalan Cebriyye, zamanla bilgin ve düşünürler arasında yok olup gitmeğe mahkûm oldu. Ancak zaman zaman ummetin bu düşüncenin etkilerinden kurtulduğu söylenemez.



Cûz-i İrâde Hakkında Ehl-i Sunnet :

Ehl-i sünnet mezhebinin görüşlerini incelerken göreceğimiz gibi, bu fırkaların her ikisi de nassları tek yönlü almış; karşı tarafın ileri sürdüğü delilleri görmezlikten gelmiştir.

Ayrıca iki fırkanın da Emevîler döneminde ortaya çıkmış olması dikkat çekicidir. Belki o dönemde İslâm ummeti yabancı kültürlerle karşılaşmaya başlamış ve bu durum fırkaların ortaya çıkmasında etkenlerden birini teşkil etmiştir. Ama hiç şubhe yok ki Râşid Halîfelerin adil idaresinden sonra İslâm ummetine hâkim olan zorba Emevî idaresinin de etkisi az değildir.

Baskı ve zulme dayalı idareler, birbirine zıt olan bu iki görüşün de toplumda yayılmasına zemin hazırlar. O günkü toplum içinde bir tarafta kural-kaide tanımayan ve işi anarşizme kadar götüren insanlar; diğer tarafta da köşesine sinmiş, iradesini yitirmiş, olayların akıntısına kendisini salıvermiş bedbin miskinler vardı. Nitekim günümüzde de her zaman bu gibi zorba yönetimlerin egemen olduğu toplumlarda bu iki sınıf insanla karşılaşıyoruz.

Ehl-i sünnetin görüşü Ehl-i sünnetin ilk dönemlerini temsil eden selef âlimleri, başlangıçta böyle bir problem üzerinde detaylı bir şekilde durmamışlardır. Belki de böyle bir konu üzerinde durma ihtiyacını duymamışlardı. Onların mesele üzerinde durmaları, Kaderiyye ve Cebriyye'nin görüşlerini reddetmekle başlar.

Selef, hem Kaderiyye'nin, hem de Cebriyye'nin görüşlerini naslara uygun görmemişlerdir.

Onlar, bu konudaki nassların hepsini bir bütün olarak değerlendirmişlerdir. Böylece ileri sürdükleri görüş de, her iki fırka arasında orta yolu takip eden bir görüş olmuştur.

Buna göre Allah'ın iradesi mutlak ve kullî bir iradedir. İradesinin hilâfına hiçbir şey meydana gelmez. O'nun saltanatında irade etmediğinin vuku bulması, ya unutma ve gafletinden, ya da acizlik ve zaafından kaynaklanır ki; haşa Allah hakkında böyle bir şey söz konusu olamaz.

Kula irade ve seçme hürriyetini veren, bizzat Allah'ın kendisidir. İnsana iyi ya da kötüyü seçme kabiliyetini O vermiştir. O halde insan, iradesini kullanırken Allah'ın iradesinin dışına çıkmamaktadır.

Kul, kendisine verilen irade ile seçimini yapar. Allah Teâlâ, kulların kendi fiillerini yapma ve kesb etme hürriyetine sahip olduklarını açıkça ifade etmektedir:
"Dilediğinizi işleyin, doğrusu O, yaptıklarınızı görendir. " (Fussilet 41/41)
"Kim yararlı bir iş işlerse kendi lehinedir, kim de kötülük işlerse kendi aleyhinedir. Rabbin kullara karşı zalim değildir. " (Fussilet 41/46).
Ama kul bu hürriyeti kullanırken kesin olarak kendisine bu irade gücünü verenin Allah olduğunu bilmelidir. O'nun iradesi dahilinde bunları yapmaktadır; Allah Teâlâ dilemezse, hiç bir şey yapamaz.

Kul seçimini yapar ama yaratma Allah'a aittir. "O, herşeyin yaratıcısıdır." (En'am, 6/102).
O halde yapılan iş, yaratma yönüyle yüce Allah'a; kesbedilmesi ve işlenmesi yönüyle kula aittir. Bu sebeple de sonucundan sorumludur.

Kul, irade ve isteğinin dışında kalan durumlardan sorumlu tutulmayacaktır.
"Allah, kimseye gücünün üstünde bir şey yüklemez. Herkesin kazandığı iyilik kendi yararına, kötülük de kendi zararınadır. " (Bakara, 2/286)

İrade problemini karmaşık hale getiren hususlardan birisi, aslında meydana gelmesi söz konusu olmayan farazî sorulara cevab vermek isteğinden kaynaklanmaktadır. Bunlardan en önemlisi şudur:
Allah bir şeyi irade buyururken, kul aksini irade eder ve bunun zıttını yapmayı arzu ederse ne olur?

Elbette ki böyle bir soruya: "Allah'ın dilediği olur" karşılığı verilecektir. Ancak dikkat edilirse bu soruda Allah ve kul, çekişen iki yarışmacı konumuna sokulmuştur. Böyle bir şey söz konusu olamaz ki buna cevab aransın. En azından cevab aransa bile meselenin tamamen nazarî olduğu bilinmelidir. Hâşâ Allah, kuluyla yarışa girmez. Kula irade ve seçme yetkisini kendisi vermiştir, onu burada özgür bırakmıştır. O halde kul, şu veya bu seçimi yaparken Allah'ın iradesi sınırları çerçevesinde bu seçimi yapmaktadır. Allah'ın iradesiyle kulun iradesinin karşı karşıya gelmesi diye bir durum söz konusu değildir.
Bu konuda ileri sürülen bir diğer farazî soru da sudur: Kul, daha önce belirlenmiş olan kaderinde yazılı olanın aksine bir şeyi yapmak isterse, bunu yapma yetkisi var mıdır?
Eğer Allah Teâlâ, zamanla kayıtlı olmayan, yani geçmiş ve geleceği bütün teferruatıyle bilen bir bilgiye sahib bulunmasaydı, belki böyle bir soru söz konusu olabilirdi. Allah Tebârak ve Teâlâ, kulun bunu mu, yoksa şunu mu seçeceğini; niyyetinin nerede ve ne zaman değişeceğini bilir; kaderini de bu bilgisiyle tayin eder. Daha açık bir ifadeyle; kul, yaptığı bir şeyi kaderinde yazılı olduğu için yapıyor değil; o şeyi yapacağı için Allah kaderine onu yazmıştır. Bu sebepledir ki, yaptıkları kötü ameller konusunda kaderlerini gerekçe olarak ileri süren muşriklerin bu iddiaları Kur'an'da reddedilmektedir:
"(Allah'a, ortak koşanlar) Allah dileseydi ne biz, ne de atalarımız O'ndan başka hiç bir şeye tapmazdık ve O'nsuz hiç bir şeyi haram kılmazdık dediler. Onlardan öncekiler de böyle yapmıştı. Peygamberlere düşen yalnız açıkça tebliğ etmek değil mi?" (Nahl, 15)



******


Açıklama :

Kader'in Lugat Olarak Manası:
Belirlemek, planlamak, bilmek, ölçülü yapmak, dengeli yapmak demektir.

Kader'in Istılahî Olarak Manası:
Allahu Teâlâ’nın her yaratığı ve olayı daha sonra var edeceği şekilde ezelde (başlangıcı olmayan bir zamanda) belirlemesidir. [İmam Eşari, kazayı kader gibi, kaderi de kaza gibi tarif etmiştir. Ona göre kaza planlamak, kader uygulamadır.]
Başka bir ifadeyle kader, Allahu Teâlâ’nın ezelde bütün yaratacağı şeyleri bilmesi, onların yaratılma şekillerini, zamanlarını, yerlerini belirlemesidir. Her şeyi yaratmadan önce kalemi yaratmış, onunla bunları Levh-i Mahfûzu’na yazmıştır. Bu meselede şunu gözden kaçırmamak gerekmektedir. Kader, Allahu Teâlâ’nın ilim, kudret, irade, sevk idare etme, adaletli davranma ve sorgulanmama gibi sıfatlarının bir görüntüsü ve eseridir. Bu itibarla hayret edilecek bir şey yoktur.

Allahu Teâlâ ezelde her şeyi bilir:
Şubhesiz ki Allahu Teâlâ her şeyi, daha yaratmadan önce bilir. Onların akıbetinin ne olacağı O'na mâlumdur. Bu itibarla ezelî ilminin gereği, yaratacağı her şeyi daha yaratmadan planlaması ve belirlemesi O'nun şanına yakışandır.

Şubhesiz göklerin ve yerin gaybını Allah bilir. O, kalblerin özünü çok iyi bilendır.”[Fatır, 38]

O, kendinden başka hiçbir ilâh bulunmayan, görülmeyeni de, görüleni de bilen Allah’tır. O, esirgeyen ve bağışlayandır.”[Haşr, 22]

Gaybın anahtarları Allah’ın katındadır. Onları ancak O bilir. O, karada ve denizde olanları bilir. Düşen hiçbir yaprak dahi yoktur ki, Allah onu bilmesin. Yerin karanlıklarında olan her tane, kuru ve yaş her şey mutlaka apaçık bir kitabda kayıtlıdır.[En'am, 59]

Allah, gözlerin hain bakışını ve kalblerin gizlediklerini bilir.[Mûmin, 19]

Yaratan hiç bilmez mi? Hâlbuki O, her şeyi bütün incelikleriyle bilendir ve her şeyden hakkıyla haberdardır.[Mulk, 14]

1- Kul, kendindeki cûz’î (azıcık) iradesiyle hürdür:
Hayır ve şerden dilediğini seçme yeteneğine sahibdir. Eğer doğru yolu seçer, ona rağbet eder, onu ister ve onun sebeblerine başvurursa, Allah onu yaratır ve ona engel olmaz. Bu Allah’ın tam adaletidir.

2- Kul, Allahu Teâlâ’nın kullî (mükemmel) iradesiyle güdümlüdür, bağımlıdır, hür değildir:
Yâni kendi amelini icat etme ve yaratma gücüne sahib değildir. Kulun iradesini yerine getiren ve yaptığı ameli yaratan Allah’tır. Son kararı O verir. Öyle ki Allah dilemezse, kul istediği ameli gerçekleştiremez.

3- Allahu Teâlâ hiçbir kimseye, herhangi bir şeyi yoktan var etme, onu yaratma gücü ve yeteneği vermemiştir:
Velev ki bu şey kulun kendi ameli olsun. Zira Allahu Teâlâ’nın yaratma sıfatında egemenliği mutlaktır. Ondan zerre miktarı vazgeçmez. Onun bir kısmını en şerefli mahlûkuna dahi devretmez. Bu hususta şöyle buyurmuştur:
…İyi biliniz ki, yaratmak ve emretmek Allah’a mahsustur. Âlemlerin Rabbi olan Allah, yüceler yücesidır.[Â'raf, 54]

…Yoksa Allah’a Allah gibi yaratmaya kâdir ortaklar mı buldular da yaratmanın kim tarafından olduğunda şubhe ettiler? Ey Peygamber! Sen onlara ‘Her şeyin yaratıcısı Allah’tır. O birdir, kahredicidir’ de[Ra`d, 16]

İşte Rabbiniz olan Allah budur. Ondan başka hiçbir ilâh yoktur. Her şeyin yaratıcısıdır. O halde Ona ibadet edin. O her şeye vekildır.”[Enâm, 102]

4- Hiçbir kimse Allah’ın takdirini ileri sürerek günahlarından sıyrılıp çıkamaz:
Kaderi gerekçe göstererek yaptıklarından sorumlu olmayacağını iddia edemez. “Ben mâsumum. Çünkü ben, Allah’ın bana yazmasıyla günah işledim” diyemez. Zira takdir etmede, kulu hayrı veya şerri yapmaya zorlama diye bir şey yoktur. Bunları kul yapar, Allah da yapmasına adaleti gereği engel olmaz ve yaptığını yaratır. Yapma kuldan, yaratma Allah’tandır. Bunlar farklı şeylerdir.

Yapma
(kesb) bir şeyin olmasını isteme, ona aracı olacak sebeblere başvurma ve onun gerçekleşmesi için çaba harcamadır. Bununla o şey yoktan var olmaz. Onu yoktan var edip yaratan Allah’tır.

Yaratma ise kulun, gerçekleşmesini dilediği, sebeblerine başvurduğu ve çabasını harcadığı şeyin fiilen icat edilmesi ve gerçekleştirilmesidir. İşte bu, Allah’tandır. Öyle ki Allah izin verib o şeyi yaratmazsa meydana gelmez, gerçekleşmez. Aslında kul, kastettiği şeyi gerçekleştirdiğinden değil, onu yapmaya hür iradesiyle girişmesinden dolayı mûkâfat alır veya cezalandırılır. Zira Allah bir şeyin olmasını dilemedikçe kul onu yapamaz.

Allah dilemedikçe siz hiçbir şey dileyemezsiniz. Şubhesiz Allah her şeyi bilendir, hüküm ve hikmet sahibidır.[İnsan 30]

Âlemlerin Rabbi olan Allah dilemedikçe siz hiçbir şey dileyemezsiniz[Tekvîr, 29]
Allah dilemedikçe hiçbir sebeb, sonucu doğurmaz. Öyle ki ateşe atılan kişiyi, Allah dilemedikçe ateş yakamaz. Nitekim İbrâhîm’i yakmamıştır.

Evet, takdirin anlamı, Allahu Teâlâ’nın ezelde her şeyi bilmesi, bu bilgisini Levh-i Mahfûz’a kaydetmesi, zamanı geldikçe bu şeyi yoktan var etmesidir. Kulun, yaptığı amellerinden sorumlu olması, onları gerçekleştirmeye girişmesindendir, var etmesinden değildir. Burada kulu zorlama diye bir şey yoktur. Çünkü o, hür iradesiyle bir şeyi yapmaya karar verir ve kararının gereğini gerçekleştirmeye çalışır. Allah dilerse onun çabasının sonucunu gerçekleştirir, dilemezse gerçekleştirmez. Başka bir ifadeyle son kararı Allah verir. Allah’ın son kararı vermesi kulu zorlama değildir. Teşebbüsüne ‘evet’ veya ‘hayır’ demektir. Bu da O'nun egemenliğinin gereğidir. Çünkü yaratma kayıtsız şartsız O'na aittir.

Bu konuda Ebû Dâvûd’un Suneni’ni şerh eden Hattâbî diyor ki:
“İnsanların birçoğu zannederler ki, kaza ve kaderin manasını Allahu Teâlâ’nın, kulu takdir ettiğine mecbur etmesidir. Mesele zannettikleri gibi değildir. Takdirin manası Allahu Teâlâ’nın kulun yapacağı şeyi önceden bilmesi, onu belirlemesi ve onu, yaratmasıyla gerçekleştirmesidir. Kulu yapmaya zorlaması değildır.”

İmam Muslim’in Sahîhi’ni şerh eden Nevevî de şöyle diyor:
“Kaderin manası şudur: Allahu Teâlâ eşyayı önceden belirlemiş, onların kendi katında bilinen vakitlerde ve özel sıfatlarda gerçekleşeceklerini bilmiştir. Onlar, Allah’ın planladığına göre gerçekleşirler.”[Nevevî Şerhi, I, 154]

Kurtubî de şöyle diyor:
“Ehl-i Sünnet’in, üzerinde ittifak ettiklerine göre Allahu Teâlâ eşyayı yaratmadan önce takdir etti. Yani miktarlarını, vasıflarını ve meydana gelecekleri zamanlarını bildi. Sonra onları ezeli ilmindeki durumlarına göre yarattı. Binaenaleyh kâinatın gerek üst âleminde gerekse alt âleminde meydana gelen hiçbir olay yoktur ki, Allah’ın ilmi, kudreti, iradesi ve yaratmasıyla gerçekleşmiş olmasın. Bu hâdiselerin meydana gelmelerinde yaratılanların payı; teşebbüsleri, çaba harcamaları, kazanmaları ve hâdiselerin, yaratana değil, işleyenlere isnad edilmesidir.”[Kurtubî Tefsîri, XVII, 148]


5- Kulun iradesi dışında gerçekleşen hâdiseler iki kısımdır:

Birincisi:
İnsanın kendinde meydana gelen irade dışı olaylardır. Refleksler, reaksiyonlar bu kabildendir. Bunlarda kulun iradesi felç olduğundan sorumlu değildir. Bu itibarla kaderi suçlamaya yer yoktur. Bunların hikmetini Allah bilir. Allah hiçbir şeyi hikmetsiz yaratmamıştır.

İkincisi: Kâinatta görülen depremler, seller, kıtlıklar, bulaşıcı hastalıklar, trafik kazaları ve benzeri afet ve musibetlerin çoğu, insanlar topluluğunun isyanı sebebiyle vuku bulurlar. Geçmiş kavimlerin isyanları yüzünden helak edildikleri bunun delilidir. Bu itibarla bu gibi afetlerden mağdur olanlar, buna sebeb olanları suçlamalıdırlar.
Allahu Teâlâ şöyle buyurmuştur:
Başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizle kazandığınız günahlar yüzündendir. O, işlenenlerin birçoğunu da affeder.[Şûra 30] Hak etmeyenler ise âhiratte mukâfatlarını alacaklardır. Zira belalar umumî olarak gelirler.

Bir kısım musibetler de vardır ki, onlar kendilerine maruz kalanların derecelerini artırır. Dünyada ızdırab çekerler ama ahirette mutlu olurlar. Çeşitli hastalıklara yakalanıp sabredenler, küçükken ana ve babasını kaybedenler bu kabildendir. Zira kaderin cilvesi hemen anlaşılmayabilir. Hatta kuşaklar geçtikten sonra onun hikmeti belli olur. Burada kadere dil uzatmaya kimsenin hakkı yoktur. Hiçbir kimse “Allah ben küçükken anamın, babamın öleceğini bilmiş, bunu Levh-i Mahfûzu’na yazmış ve zamanı gelince de yaratmıştır? Böylece bana haksızlık yapılmıştır.” diyemez. Zira bu tür afet ve musibetler dünyada insanları olgunlaştırır, kemâle erdirir. Hayatın çileli ve acı günlerini yaşayanlar daha kararlı, daha cesaretli ve daha metanetli olurlar. Büyük hâdiseler karşısında paniklemezler, geri adım atmazlar, hedeflerine doğru adım adım ilerlerler. Çünkü onlar dövülerek çelikleşmişlerdir. Bu hal, örnek almamız emredilen Muhammed’de (sallallahu aleyhi ve sellem) açıkça müşahede edilmiştir. Anne karnındayken babasını, altı yaşında da annesini, yolculuk esnasında kaybetmiştir. Çileli ve dar geçimli bir hayat geçirmiştir. Bu yaşam tarzı, Allah’ın dilemesiyle, Onu kemâle erdirmiş ve en ağır görevi yüklenmeye aday yapmıştır.

Evet, irade dışı gerçekleşen bela ve musibetlerin bir kısmı kulu dünyada olgunlaştırır, âhiratte de mertebesini artırır. Yeter ki onların Allah’ın takdiriyle olduklarına inanıb teslim olsun, kadere karşı isyan etmesin. Konuyla ilgili olarak Rasûlullâh’tan (sallallahu aleyhi ve sellem) şu hadisler rivayet edilmiştir:

Sa`d b. Ebî Vakkâs diyor ki: Rasûlullâh’a (sallallahu aleyhi ve sellem) insanların hangisinin belasının ağır olduğunu sordum, buyurdular ki:
Peygamberler, sonra onlara yakın olanlar, sonra onlara yakın olanlar. Kişi dindarlığı oranında belaya uğratılır. Dininde sağlam ise belası ağırlaştırılır. Dininde gevşek ise dindarlığı oranında belaya uğratılır. Yeryüzünde günahsız halde yürümesine kadar bela kulun peşini bırakmaz
[Tirmizî, Zuhd, bab: 56, Hadis no: 2398. Tirmizî hadisin Hasen ve Sahîh olduğunu söylemiştir; İbni Mâce, Fiten, bab: 23, Hadis no: 4023; Darımî, Rikak, bab: 67; Musned, İmam Ahmed, I, 172]

Enes b. Mâlik diyor ki: Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdu ki:
Allah bir kulu hakkında hayır dileyecek olursa, onun cezasını dünyada acele eder. Bir kulu için de şer dileyecek olursa, günahının yüzünden çekeceği cezayı ondan erteler ki kıyamet günü Allah’ın huzuruna, karşılığını göreceği o günahlarıyla gelsin

Aynı senetle Rasûlullâh’tan (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle de gelmiştir: “Mukâfatın büyüklüğü belanın büyüklüğüne bağlıdır. Allah bir toplumu severek onları değişik belalarla imtihan eder. Kim radı olursa Allah’ın rıdasını kazanır. Kim de kızar kırgınlık gösterirse Allah da o kimseye kızar.
[Tirmizî, Zuhd, bab: 56, Hadis no: 2396. Tirmizî hadisin Hasen ve Garib olduğunu söylemiştir.]

Ebû Hurayra diyor ki: Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
Mûmin erkek ve kadının kendisine, çocuğuna ve malına belanın gelmesi devam eder. Tâ ki Allah’ın huzuruna günahsız çıksın
[Tirmizî, Zuhd, bab: 56, Hadis no: 2399. Tirmizî hadisin Hasen ve Sahîh olduğunu söylemiştir]


Kadere Dayanıp, Sebebleri Terk Etmek Câiz Değildir


Müslüman kul kadere dayanmalı, sebeblere başvurmalı, varılan sonuçlara teslim olmalı ve hikmete rıda göstermelidir. Bundan başka bir yol yoktur. Hadis-i şerifler ve sahâbî-i kiramın icraatları gösteriyorlar ki, kadere teslim olmanın anlamı, gereken sebeblere başvurmayı terk etmek değildir. Aksine sebeblere başvurmak da kaderin bir parçasıdır. Mesela kulun başına bir sıkıntı geldiğinde veya herhangi bir hastalığa yakalandığında, gereken şeyleri yapar, hastalıktan tedavi olur da sıkıntıları önler, hastalıktan iyileşirse, anlarız ki önceki durum kader olduğu gibi, sonraki hal de kadermiş. Başvurulan sebeblerin ve alınan tedbirlerin de kaderin bir parçası olduğu hususunda Rasûlullâh’tan (sallallahu aleyhi ve sellem) şu ve benzeri hadis-i şerifler rivayet edilmiştir:

Ebû Huzâme, babasının şöyle dediğini rivayet etmiştir:
Ben Rasûlullâh’a (sallallahu aleyhi ve sellem) sordum ve dedim ki: Ey Allah’ın Rasûlu! Yaptığımız okuyup üflemeler, tedavi olduğumuz ilaçlar, aldığımız tedbirler, Allah’ın kaderinden bir şeyi geri çevirir mi?
Buyurdular ki: “Bunlar da Allah’ın kaderindendirler.
[Tirmizî, Tıbb, bab: 21, hadis no: 2065. Tirmizî hadisin Hasen ve Sahîh olduğunu söylemiştir; Kader, bab: 12, hadis no: 2148; İbni Mâce, Tıbb, bab: 1, hadis no: 3437; Musned, İmam Ahmed, III, 421]

Esmâ binti `Umeys şöyle demiştir:
Ey Allah’ın Rasûlu! Câfer’in çocuklarına çabuk nazar değiyor. Ben onlar için afsunlama yaptırayım mı (okutup üfleteyim mi)?
Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurmuşlardır ki: “Evet, çünkü bir şey kaderin önüne geçmiş olabilseydi, mutlaka göz değmesi geçmiş olurdu
[Tirmizî, Tıbb, bab: 17, hadis no: 2059. Tirmizî hadisin Hasen ve Sahîh olduğunu, aynı konuda İmrân b. Husayn ve Burayde’den de hadisler rivayet edildiğini söylemiştir; İbni Mâce, Tıbb, bab: 33, hadis no: 3510; Muvatta’, `Ayn, bab: 3; Musned, İmam Ahmed, VI, 438]

Osman (r.anh)’ın oğlu Ebân, babası Osman’ın şöyle dediğini anlatmıştır:
Ben Rasûlullâh’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu işittim: “Herhangi bir kul her günün sabah ve akşamında üç defa ‘Bismillâhi’llezî lâ yedurru me`a ismihî şey’un fi’l-ardi ve lâ fi’s-semâ’i ve huve’s-semî`ûl- âlîm (ismi anıldığında yerde ve gökte hiçbir şeyin zarar veremediği Allah’ın ismiyle hareket ediyorum, O her şeyi işiten ve bilendir)’ derse hiçbir şey ona zarar veremez
Ebân’ın bir tarafı felç olmuştu. Bu hadisi aktarırken dinleyicilerden bir kimse ona bakmaya başladı.
Ebân da ona dedi ki: “Ne bakıyorsun? Hadis sana aktardığım gibidir. Fakat ben bu hastalığa yakalandığım gün bunu söylememiştim. Böylece Allah, benim için takdir ettiğini yerine getirmiş oldu
[Tirmizî, Deavât, bab: 13, hadis no: 3388. Tirmizî hadisin Hasen, Sahîh ve Garib olduğunu söylemiştir.]

Abdullâh b. Abbâs diyor ki: Ömer b. el-Hattâb, (halîfe olduğu zamanda) Şam’a doğru yola çıktı. Nihayet Serğ’e [Yermûk yakınında bir köydür] vardığı zaman ordu komutanları Ebû Ubeyde b. Cerrâh ve arkadaşları, Ömer’i karşıladılar ve Şâm Arazisi’nde veba (kolera) hastalığı olduğunu Ona haber verdiler. Abdullâh b. Abbâs dedi ki: Ömer “İlk hicret eden muhacirleri bana çağır.” dedi.
Onları çağırdı da onlarla istişare etti ve onlara Şam’da kolera olduğunu haber verdi. Onlar (yola devam etmek ve geri dönmek hususunda) ihtilâf ettiler.
Bazısı “Bir iş için çıkmışız, o işten geri dönmemizi doğru bulmayız”, bazıları da “Seninle birlikte insanların (savaşlardan) geri kalanları ve Rasûlullâh’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) sahâbîleri bulunmaktadır. Onları şu kolera üzerine götürmeni doğru görmeyiz” dediler.
Ömer onlara “Yanımdan çıkın!” dedi.
Sonra “Ensâr’ı bana çağır.” dedi.
Ben onları da Ömer’in yanına davet ettim. Ömer onlarla da istişare etti. Onlar da muhâcirlerin yolunu izlediler ve onların ihtilâfları gibi ihtilâf ettiler. Bunun üzerine Ömer onlara da “Yanımdan çıkın!” dedi.
Sonra “Kurayş ihtiyarlarından, fetih muhacirlerinden burada bulunanları bana çağır.” dedi.
Ben onları çağırdım. Onlardan ikisi bile Ömer’in yanında ihtilâf etmedi. Onlar “İnsanları geriye döndürmeni ve halkı şu veba üstüne götürmemeni doğru görürüz” dediler.
Bunun üzerine Ömer, insanlar arasında şöyle ilan ettirdi: “Ben sabahleyin bineğime binip geri döneceğim. Binâenaleyh siz de buna göre (hazırlanıb) sabahlayın” dedi.
Ebû Ubeyde b. Cerrâh “Ey Ömer! Allah’ın kaderinden mi kaçıyorsun?” dedi.
Ömer “Keşke bunu senden başkası söyleseydi ey Ebû Ubeyde! Evet, Allah’ın kaderinden yine Allah’ın kaderine kaçıyoruz. Şuna ne dersin: Şayet senin develerin olsa, iki kenarı bulunan bir vadiye inseler -yâhut indirsen- o yamaçlardan biri munbit, diğeri ise çorak olsa, sen develeri otlak yerde gütsen, Allah’ın kaderi ile gütmüş, otsuz yerde gütsen, yine Allah’ın kaderiyle gütmüş değil misin?” dedi.
İbni Abbâs dedi ki: “Abdurrahmân b. `Avf, bir haceti yüzünden ortalıkta yok iken bu sırada çıkageldi ve şöyle dedi: “Bu hususta bende bir ilim vardır ki, ben onu Rasûlullâh’tan (sallallahu aleyhi ve sellem) işittim şöyle buyurduydu: “Bu hastalığın bir yerde ortaya çıktığını işittiğiniz zaman oraya gitmeyiniz. Hastalık sizin bulunduğunuz yerde vâki olursa, ondan kaçmak için sakın o yerden dışarıya çıkmayınız!
Abdullâh diyor ki: “Bunun üzerine Ömer, Allah’a hamd etti, sonra ayrılıp gitti”
[Buhârî, Tıb, bab: 30; Muslim, Selâm, bab: 98; hadis na: 2219; Muvatta’, Medine, bab: 22]


Sâlih Ameller Kurtuluşun Teminatı Değillerdir


Ebû Hurayra diyor ki: Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdular ki:
Şubhesiz ki kişi uzun zaman cennetliklerin amelini yapar. Sonra Allah onun son amelini cehennemliklerin ameliyle bitirir de onu cehennemliklerden kılar. Yine muhakkak ki kişi uzun zaman cehennemliklerin amelini yapar da sonra Allah onun son amelini cennetliklerin ameliyle bitirir, onu cennetliklerden kılar. O da cennete girer.
[Ahmed bin Hanbel, Musned, II, 4851]

Enes b. Mâlik diyor ki: Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdu ki:
Sizlerin, birinin amelinin neyle bittiğini beklemenizden önce onun hakkında acele etmeniz gerekmez. Çünkü amel eden biri ömrünün uzun zamanında sâlih amel işler. Öyle ki o amelleri üzerine ölmüş olsaydı cennete girerdi. Fakat sonunda döner kötü amel işler. Yine muhakkak ki bir kul zamanının bir diliminde kötü amel işler. Öyle ki o amel üzere ölmüş olsaydı cehenneme girerdi. Sonra döner sâlih amel işler. Allah bir kulu için hayır dilediğinde ölümünden önce ona iş verir.”
Dediler ki: Ey Allah’ın Rasûlü! Ona nasıl iş verir?
Buyurdu ki: “Onu sâlih amel işlemeye muvaffak kılar. Sonra onun ruhunu sâlih amel işlerken alır.
[Ahmed bin Hanbel, Musned, III, 120, 223, 257]

Âişe (r.anha) diyor ki: Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdular ki:
Şubhesiz ki kişi cennetliklerin amelini yapar. Fakat o kitabda (Levh-i Mahfûz’da) cehennemliklerden yazılmıştır. Ölümünden önceki bir zamanda döner, cehennemliklerin amelini işler. Bu hal üzere ölür ve cehenneme girer. Yine muhakkak ki kişi cehennemliklerin amelini işler. Fakat o kitabda (Levh-i Mahfûz’da) cennetliklerden yazılmıştır. Ölümünden önceki bir zamanda döner, cennetliklerin amelini işler. Bu hal üzere ölür ve cennete girer.
[Ahmed bin Hanbel, Musned, VI, 107, 108]

Görüldüğü gibi Allahu Teâlâ kulun sonunun ne olacağını ezelde bilmiş ve bunu Levh-i Mahfûzu’na yazmıştır. Her ne kadar sâlih ameller işlemek kulun âkıbetinin hayırlı olacağına işaret etmiş olsa da bu kesin bir delil değildir. Onun âkıbetinin sonunu yalnız Allah bilir.
 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Halis Aydemir : Cûz-i İrâde
De ki: Hak, Rabb'inizdendir. Artık dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin." (Kehf, 29) mealindeki ayette, inanıb inanmama konusunda insanların tamamıyla hür irade sahibi oldukları açıkça vurgulanmaktadır.

Allah size (Uhud savaşında) sevdiğiniz (gâlibiyet)i gösterdikten sonra (verilen) emir hakkında (birbirinizle) çekişib isyan ettiniz: Kiminiz dünyayı istiyordu, kiminiz ahireti istiyordu (Al-i İmran, 152) mealindeki ayette ise, imtihanda kazanmayı veya kaybetmeyi netice veren dünya ve ahiratin tercihi, insanların özgür iradesine bırakıldığına işaret edilmiştir.

Kim de âhirati ister ve ona lâyık bir biçimde mu'min olarak gayret gösterirse, işte bunların çalışmaları makbul olur. (İsra, 19) mealindeki ayette ve benzeri daha onlarca ayette bu gerçeğin altı çizilmiştir.

*******
İbn Kayyım (rahimehullah)'ın Kitabu'r Ruh isimli kitabında alıntı:

"Curcanî, ilim adamlarından nakillerde bulunarak sözü şöyle açar: "Yüce Allah, mahlûkâtı yarattı; olmuş ve ileride olacaklarla ilgili bilgisini uygulamıştır. Henüz olmamışlar olmuş gibidir. İlminin hemen bunun olmasına engel oluşu, varoluştan ayrı bir şeydir. Arabların mecazî kullanışlarında henüz olmadığı halde olması beklenenleri, önceden olacağını bildiği için olmuş gibi göstermek yaygındır. Aynı şey Allah Teâlâ'nın şu âyetlerinde de vardır: "Cehennem ashabı nida etti" (Âraf 50) "Cennet ashabı nida etti" (Âraf 44) ve "A'râf sahibleri nida etti." (Âraf 48) Bu durumda "Rabbin aldı" (Âraf 172) âyeti, "Rabb'in alacaktır" mânasına, "Onları kendilerine şahid tuttu" (Âraf 172) da onlara yüklenen akla, bunun sayesinde de anlayışlarına; sevabı ve azabı gerektirenlere, doğacaklara şahid olacaklar; Allah'ın iyiyi ve kötüyü bildireceğine; va'd ve vaîdi; sevab ve azabı anlatacağına, böylece onlara verdiği akıl, gönderdiği âyetler ve insanın yaratıldığına deliller ile Zât'ının bir olduğuna dair onları kendilerine şahid tutacaktır demektir. Allah'ın kendi zatını yaratmış olması caiz olmaz. Eğer böyle olsaydı, hâşâ O'nu da yaratan biri olması gerekirdi. Oysa ki O'nun dengi hiç birşey yoktur. Bu seviyeye ulaşabilecek hiçbir yaratık bulunmaz. Bu anlayışa hiç birşey menfî bir tesir etmez. Ancak Allah'ta sakındıracak birşey başını semaya kaldırdığında ona yardım eder, yaracısı olan Allah'ın, fevkinde bulunduğuna, Allah'tan bir ilim olarak parmaklarıyla işaret ederse bu mustesnadır. Allah'ın verdiği anlama ve anlayış onu, sözünü ettiğimiz şeyleri bilmeye götürür ve buna da kılavuz olun, bu seviyeye ulaşan herkesten ahid ve mîsâk alınmıştır demektir. Yüce Allah'ın da: "Göklerde ve yerde ne varsa, ister istemez Allah'a secde eder" (Ra'd 157) buyurduğu gibi bu kimse için ikrar etti, boyun eğdi, müslüman oldu demek caizdir. İleri sürdükleri delillerden biri de şu:
Rasûlullah şöyle buyurur: "Üç kimseden kalem kaldırılmıştır: İhtilam olana kadar çocuktan, akıllanana kadar deliden ve uyanana kadar uyuyanda"
(Hadis, Sahihu'l-câmî'de (3506-3507-3508) ura araları ile ayrı ayrı üç defa rivayet edilmiştir. Ancak hadislerin hiçbirinde uyaana kadar uyuyandan ifadesi bulunmamaktadır. Ancak her üç hadisin incelenlerinde manayı bozmayan bu ziyade getirilmiştir. Sözün uzaması endişesi olmasaydı, rivayet eden sahabenin ismini, hadisin diğer râvîlerini teker teker zikredelim. Daha geniş bilgi : Sahîhu'l-câmî, 3506-3507 ve 3508 nolu hadis)
Bir âyette de: "Biz emaneti, göklere, yere ve dağlara sunduk; onu yüklemekten kaçındılar, onun sorumluluğundan korktular" buyurulmuş, hemen arkasından "onu, insan yüklenmiştir" (Ahzab 72) denmiştir. Burada emanetten makat, ahit ve mîsâktır.

.....

Tevekkül ile acizlik arasındaki fark:
Tevekkül, kalbin fiilidir. Allah'a dayanarak O'na kulluktur, güvendir, iltica ve işlerini O'na havale etmektir. Ayrıca Allah'ın kendine yeter olduğunu, sebeblere sarılıb, aradığı şeyi bulmaya çalışmakla birlikte Allah'a havale edilen şeyde O'nun kulu için iyiyi, güzeli seçeceğini bildiği için O'nun hükmüne razı olmak da tevekküldür. Rasûlullah, oldukça tevekkül sahibi biridir: Ummeti için, zırhını giyinip kuşanırdı. (İbni Hişâm ve Ahmed Câbir'den; Beyhakî ise İbni Abbas'tan Rasûlullah'a ait şu sözü rivayet etmişlerdir: "Bir peygamber üzerine zırhını giydi mi, Allah O'nunla düşmanı arasında hükmedene kadar onu çıkarması gerekmez". Hadis sahihtir. Şeyh Elbânî, Gazâlî'nin Fıkhu's-sire'sinde bulunan hadislerin tahricini yaparken bu hadise sahih demiştir, bkz. Tahrîcu'l-hadîs fî'z-zâd, c. 3, s. 193. en-Nihaye'de (el-emctu) kelimesinin zırh manasına geldiği belirtilmiştir. Silah manasına geldiği de söylenmiştir. Bu kelime birçok hadiste geçmektedir.)
Hatta Uhud günü üzerinde iki zırh vardı. (Ebû Davud'a göre bu hadisi Sâib b. Yezîd sahabenin birinden rivayet etmiştir. Avn şerhi, c. 7, sf: 253; İbni Mâce, c. 2, s. 938. ez-Zevâid'de: "Buhârî'nin şartına göre hadis sahihtir" denmektedir. İmam Ahmed de rivayet etmiştir, c. 3, sf: 449. Câmiu'l-usûl muhakkiki hadisin isnadını sahih sayar. c. 8, sf: 251)
Üç gün Sevr mağrasmda gizlendi. (Bu olay, Rasûlullah'ın hicreti esnasında Sevr mağarasında geçmiştir. Buhâri, Âişe (r.aha)'dan gelen uzunca hadiste rivayet etmiştir, c. 4, s. 254. Şahid hadis de 256'dadır) Kısacası O, sebebe bağlanır; sebebe bağlılıktan kaçmazdı. Acizlik ise iki şeyde veya bunlardan birinde çaresiz kalmaktır. Acizlik ya güçsüzlüğünden dolayı sebebe bağlanmayıp bunu tevekkül sanmaktır ki bu Allah'a yemin olsun ki acizlik ve alçaklıktır. Yahutta sebebe bakıp ona dayandığı halde, musebbibden yüz çevirdiği için ondan habersiz olmaktan dolayı olur. Musebbib aklına gelse bile, kalbini Allah'a, bedenini de sebebe bağlayacak şekilde, aklına geldiği şey üzerinde durub kalbini ona bağlamaz. İşte bu kimsenin tevekkülü acizlik, acizliği de tevekküldür. Bu hususta üç görüş vardır: Bunlardan ikisi, iki uçta, diğeri ise ortadadır. İki uçta olanlardan biri tevekkülü korumak açısından sebebleri önemsiz saymıştır. Diğeri ise tam aksine sebebi korumak için tevekkülü hiçe saymıştır.

Vasat olan görüş ise şudur: Tevekkül, ancak sebebe bağlanmakla tamamlanır. Yani bizzat sebeb hususunda Allah'a tevekkül olur. Sebebi hiçe sayıp kendinin tevekkül sahibi olduğunu söyleyene gelince o, gururlu, aldatılmış ve temennî sahibi kimsedir. Onun temennisi evlenmeden çocuk sahibi olmak isteyen kimseye; tarlasına tohum ekmeyip boş bırakan ve ürün alması için de tevekkül edene; birşey yemeden, içmeden doymak ve kanmak isteyen kimseye benzer. Tevekkül, ümide benzer; acizlik ise temenniye benzer.

Gerçek tevekkül, kulun Allah'ı kendisine vekil edinmesi, mütevekkilin, durumunu, gücünü, samimiyetim, emanetini, tecrübesini ve güzeli tercih ettiğini bildiği bir vekile her şeyini havale ettiği gibi, her işi Allah'a havale etmektir. Yüce Allah kuluna çarelere başvurmasını ve başvurduğu çarelerden kendine en uygun olanının gelmesi için kendisine tevekkül etmesini emretmiştir. Buna bağlı olarak tarlasını sürüp ekmesini; Allah'ın takdirine ve hikmetine göre rızkını bulmak için çaba sarfetmesini; bu uğurda kalbini kendisinden başkasına takmayıb kendisinden ümit etmesini; kendisinden korkmasını, kendisine güvenib tevekkül etmesini emretmiştir. Şubhesiz O, en yeterli vekil, en sağlam kefildir. İşte acizlik içinde bulunan kimse, bütün bu hususları arkasında atıb rahatlığı arayarak, bolluğu umarak miskin miskin oturan kimsedir.
Aciz kimsenin sözü şudur: "Ecel sahibini bulduğu gibi rızık da sahibini bulur. Zayıf olmama rağmen kaderimde olan şeyler muhakkak bana gelecektir. Gücümün üstünde olan şeylere de zaten ulaşamam. Ölümden kaçtığım gibi rızıktan da kaçsam, ölüm gibi muhakkak o da beni bulur." Aciz kimsenin bu görüşlerine karşılık olarak denir ki: "Evet, dediklerinin hepsi doğru. Biliyorsun ki senin rızkın önceden takdir edilmiştir. Ama bu rızkın sana nasıl takdir edildiğini bilmiyorsun. Kendi elinle mi yoksa başkasının eliyle mi. Kendi elinle kazanacaksan hangi sebeple ne şekilde kazanacaksın. Bütün bunlardan haberin olmadığına göre, rızkının sana doğrudan yahud gayretle, peşinden koşmakla geleceğini nereden biliyorsun? Nice şeyleri elde etmek için çalışıyorsun ki o başkalarına nasib oluyor. Nice başkalarının gayretleri de vardır M o nzık olarak sana geliyor! Bu hususları açıkça görebildiysen rızkının tamamen başkasının gayretiyle geldiğini nereden biliyorsun? Yine verdiğim nefis misalinde, mesela o bütün sebebleri müsebbibleri ile beraber bir kenara itmeyi istiyor. Öyle ki cennete girme, ateşten korunma sebeblerine bile bakmamanı söylüyor. Nefis gibi sen de tevekkül ederek bunları bir kenara mı atarsın yoksa bu sebeblere tevekkül ederek mi sarılırsın? Yeryüzünde sürekli tevekkül eden, sabırlı, nefsini Allah'a adamış; kalbini O'na güvenle ümitle, güzel zanla doldurmuş insanlar vardır. Böyle olmakla birlikte birtakım sebeplere doğrudan sarılmakla kalbi daralmış insanlar, kalbini Allah'a bağlayarak, O'na güvenib O'nunla mutmain olarak rızıkları-nı elde etmede en güçlü olan sebebleri elde etmişlerdir. Hiçbir sebebi bir kenara atmamışlar, bir sebebden daha güçlü olan sebebe yönelmişlerdir. Böyle bir kulun tevekkülü, kendine göre en güçlü sebeblere bağlanmaktır. Demek ki kulun kalbini Allah'la meşgul etmesi, O'nunla sükun bulub O'na tazarru etmesi, bu güzelliklere ulaşmaya veya bunları tam elde etmeye mani olan sebeblere tutunmasından daha sevimlidir. Mu'min kişinin kalbi, Allah'a yaklaşma sebebi ile O'ndan uzaklaşma sebebini bir arada bulundurmaz, birinden diğerine geçer. Şubhesiz kulun kendisiyle kalbini doldurub meşgul ettiği en güzel hal, Rabbiyle meşgul ettiği haldir. Her iki güzel hali üzerlerinde toplamış olanlar Rasûller ve Ashâb-ı Kirâm'dır. Meselâ Zekeriyyâ (a.s.) marangozdu. Nuh (a.s.) gemi yapardı. Sahabe arasında tevekkül ederek sebebi bir kenara atan kimse yoktu. Sebebi bir tarafa atmak şöyle dursun tevekkül ile sebebe aynı anda bağlanırlardı. Görmüyor musun ki onlar, din yolunda elleriyle dilleriyle düşmanlarla harb etmişler; gerçek tevekkülle bu uğurda çalışmışlar; ellerinde bulunan mallarını Allah yolunda en güzel şekilde kullanmışlar, salat ve selam O'nun ve âlinin üzerine olsun, tevekkül edenlerin efendisine uyarak mallarını ihtiyaç sahiblerine gerektiği kadar vermişler, dağıtmışlardır. (İbn Kayyım, Kitabu'r Ruh)


Doğrusu sen sevdiğine hidayet veremezsin. Fakat Allah kimi dilerse ona hidayet verir. Ve hidayete erecekleri en iyi o bilir.” (Kasas, 56)

Feyzullah kardeşimiz, “Hidayet Allah’tandır, O nâsib etmedikten sonra insan doğru yola giremez.” diyerek, hem başkalarını ikaz ve irşad etme yolunu kapatmakta, hem de kendilerini kusurlarında mâzur gösterdiğinin farkında mıdır bilmiyorum. Allah (c.c.), dilediğine hidayet buyurması câizdir, Hak'dır. İnsanları saadete erdiren ve şekavete düşüren ancak O'dur. Lâkin yüce Rabbimizin bir kulunda dalâlet yaratması, o kulun kendi cûzi iradesini kötüye kullanması sebebiyledir. Yoksa, kul kendi kabiliyetini dalâlet yoluna yöneltmedikçe, Cenab-ı Hak O'nu, o yola sevk etmez. Aynı durum hidayet için de söz konusudur. Nasıl ki insan rızık için gerekli bütün teşebbüsleri yaptıktan ve sebeblere başvurduktan sonra neticeyi Allah’tan bekler. Zira Razzak ancak O'dur.
İnsan, sebebleri mükemmel bir şekilde yerine getirmekle, rızkı elde etmeğe muhakkak gözüyle bakamaz. Aynen öyle de bir kimseye Allah’ın emir ve yasaklarını en güzel bir şekilde tebliğ eden insan, neticeye kesin gözüyle bakamaz. Zira, Hâdi (hidayete erdirici) ancak O'dur.
Allah’ın dilediğine hidayet vermesi; hidayet şartlarına riâyet eden kimseye, dilerse hidayet vermesi demektir. Yoksa, “hidayet için gerekli hiçbir sebebe riayetin gerekmediği” manasına gelmez. Bu düşünce tarzı rızık misalinde, tarlaya tohum ekmeden mahsul beklemeye benzer.
Şimdi Feyzullah Birışık'ın gözardı ettiği veya değinmediği meseleye gelelim:
"Bir de muşrikler dediler ki: Allah dileseydi ne biz ne de atalarımız O’ndan başka hiçbir şeye tapmazdık. Ve O’nsuz hiçbir şeyi haram kılmazdık. Kendilerinden öncekiler de böyle yapmışlardı. Buna karşı peygamberin vazifesi ancak açık bir tebliğ değil mi?” (Nahl, 35)
Kâder, farkında olmadan cebir mânâsında gösteriliyor, insanın cûz’î iradesi ve sorumluluğu görmezlikten geliniyor. Böylece ilâhî adalet konusunda dinleyicilerin zihinlerini bulandırılmaktadır.

Madem ki hidayet ve dalâlete gidecekleri Allah diliyor, öyleyse kulun iradesinin ne hükmü var?”
"... Ta ki helak olan; apaçık bir delilden dolayı helak olsun, yaşayan da apaçık bir delilden dolayı yaşasın. Ve muhakkak ki Allah; Semi'dir, Alim'dir." (Enfal 42)
“Her şeyin kâder ile takdir edildiği” bir hakikat lâkin , bu takdir edilenlerden birisi de insana cûz’î irade verilmesi ve onun emir ve yasakları işlemekte serbest bırakılması. Bu da bir takdir. Buna göre, insan ister ibadet etsin, ister isyan yolunu tutsun, her iki hâlde de kader dairesi içinde. Bu incelik, çoğu zaman gözden kaçıyor, yahut yeterince anlaşılmıyor.
Cenâb-ı Hak, taşların cansız, bitkilerin yarı canlı olmalarını dilemiş; hayvanlar âlemini ise his dünyasına kavuşturmuş. Bunların hepsi kader dairesinde... İnsana gelince, onu mahlûkatı içinde en güzel şekilde yaratmış... Ona akıl, kalb, vicdan gibi nice ihsanlarda bulunmuş ve onu bir imtihana tâbi tutmuş... Kendisine birtakım emirlerde bulunmuş ve önüne bir takım yasaklar koymuş. İnsanı bu emir ve yasaklara uyup uymamakta serbest bırakmış. Dilemiş ki, bu hurriyet içinde, gaflete dalmayan ve Rabbini unutmayan kullarına, meleklerden daha üstün dereceler versin ve onları ebedî saadetlendirsin. Nefis ve şeytana tâbi olarak Rabbini unutanları ise azabına uğratsın.. İşte bu da bir takdirdir. Bu takdire karışmak kula yaraşmaz.
"Yolun doğrusunu göstermek Allah'a aittir. Ondan sapan da vardır. O, dileseydi; hepinizi birlikte hidayete iletirdi." (Nahl 9)
Evet, Allah (c.c.) dileseydi herkesi hidayete iletirdi. Allah dileseydi bütün cansızları yarı canlı yapabilirdi. Allah dileseydi bütün ağaçlara görme, işitme verebilirdi. Allah dileseydi bütün hayvanları akıllı yaratabilirdi. gibi...
Elbette, Allah, dileseydi bütün bunları yapabilirdi. Ama, dilememiş... İnsan nevini, hepsi itaat üzere olan meleklerden ayrı bir mahiyette yaratmayı dilemiş ve öyle yaratmış. Muşriklerin iddiasına Allah (c.c.) şöyle yanıt veriyor:
Allah dileseydi elbette hepinizi bir tek ummet yapardı. Fakat, o dilediğine dalâlet, dilediğine hidayet verir ve muhakkak sûrette hepiniz bütün yaptıklarınızdan sorumlu tutulacaksınız.” (Nahl, 93)
– Allah, insanları melekler gibi bir tek ummet olarak yaratmayı dilememiş. – Allah’ın iradesi mutlak... – Ve insan bütün yaptıklarından sorumlu...
".. Şubhesiz Allah dilediğini saptırır. Dilediğini de hidayete eriştirir. (ey rasulum) artık onlara üzülerek kendini harab etme. Allah onların yaptıklarını şubhesiz bilir." (Fâtır, 8)
Hidayete erecekleri de dalâlete düşecekleri de en iyi Allah bilir... “Hâdî”, “hidayeti yaratan, doğru yolu gösteren ve insanı o yolda muvaffak kılan” bu ismin tecellisi de bir ilim ve hikmet iledir. Kulun kendi cûz’î iradesini hayra yahut şerre yöneltmesi ile kalbinde hidayet yahut dalâlet yaratılıyor. “Muhakkak ki, Allah, bir kavime verdiğini, onlar nefislerindekini bozmadıkça, değiştirmez.”(Ra’d, 11)
Onlar öyle kimselerdir ki, hidayet karşılığında dalâleti (sapıklığı) satın almışlardır. Ticaretleri kendilerine bir kazanç sağlamadığı gibi, doğru yolu da bulamamışlardır.” (Bakara, 16)
Bu âyet-i kerimeden kulun, dalâlete kendi iradesiyle muşteri olduğunu açıkça anlıyoruz. Hidayet ve dalâletle ilgili âyetlerin her birinde bu hakikati görebiliriz. Bunlardan bir kısmı:
“... Allah zâlimler topluluğunu hidayete eriştirmez.” (Bakara, 258)
“... Allah kâfirler topluluğunu hidayete eriştirmez.” (Bakara, 264)
“... Allah fâsıklar topluluğunu hidayete eriştirmez.” (Tevbe, 24)

Bu üç âyet-i kerimeden kalbde dalâlet yaratılmasının üç sebebini öğreniyoruz. Hepsi de insanın kendi iradesiyle ilgili: zulûm, inkâr ve fısk. Bir diğer âyette :
“... İnkâr edenler ise, 'Allah bu misâlle neyi murat etti?' derler. O, bu misâlle bir çoğunu saptırır, bir çoğunu da doğru yola getirir. Onunla saptırdığı ancak fâsıklardır ki, onlar Allah’a olan ahidlerini kabulden sonra bozarlar; Allah’ın birleştirilmesini buyurduğu şeyi ayırırlar ve yeryüzünde bozgunculuk yaparlar.” (Bakara, 26-27)
Bu âyet-i kerimelerden de, dalâlete düşen fâsıkların üç sıfatını öğrenmiş bulunuyoruz.
Hidayete gelince o, Allah’ın büyük bir ihsanı olmakla beraber, buna mazhar olmak da bazı şartlara bağlı. Bu şartlar:
Bu, doğruluğu şubhe götürmeyen ve Allah’a karşı gelmekten sakınanlara doğru yolu gösteren

bir kitabdır.” (Bakara, 2) Âyet-i kerimesiyle “ittika” yâni “Allah’a karşı gelmekten sakınma” olarak beyan ediliyor.
De ki, hakikaten Allah dilediğini şaşırtıyor, kendisine gönül verene de hidayet buyuruyor.” (Ra’d, 27) âyetinde de, "hidayet için kulun Hakk’a gönül vermesi, cûz’î iradesini hayra sarf etmesi şart" koşuluyor. Hidayet ve dalâlete dair bütün âyetler Allah’ın Rahman ve Rahîm olduğu, Kur’an-ı Kerim’in muttakilere hidayet olmak üzere inzal edildiği ve Rasulullah (s.a.v.) âlemlere rahmet olarak gönderildiği göz önüne alınarak değerlendirildiğinde meselenin hiç de itiraza veya istismara elverişli olmadığı açıkça görülecektir.
De ki: “İşte Rabbiniz tarafından gerçek geldi. Artık dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin.”(Kehf, 29)
Tağuta ibadet etmekten kaçınıp gönülden Allah’a yönelenlere müjdeler var! O halde sözü dinleyip sonra da en güzelini tatbik eden kullarımı müjdele! İşte onlardır Allah’ın hidâyetine mazhar olanlar ve işte onlardır akl-ı selim sahibi olanlar.”(Zumer, 17-18)
"... Halbuki Allah dilediği kullarını (peygamberliğe) bu din için seçer ve gönülden Kendine yöneleni hidayete erdirir.”(Şûra 13)


***
"Onları, yeryüzünde paramparça topluluklar halinde dağıttık. Onlardan kimi salihlerden oldu, kimi de bundan aşağıdadır. Belki dönerler diye de onları hem iyiliklerle, hem de kötülüklerle imtihan ettik." (Âraf 168)

*****

Kaderin ma'nâsı, Allah subhânehu ve teâla'nın her şeyi yaratılmadan önce bilmesi, bunları kendi katında yazması, onlardan var olan şeyleri dilemesi ve yaratmayı dilediklerini yaratmasıdır. Bunlar, kendisine imânın vâcib olduğu kaderin dört mertebesidir. Kul, bu dört mertebeye îmân edinceye kadar, kemâliyle kadere îmân etmiş olmaz. Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem'den Cibrîl kedisine îmân hakkında soru sorduğunda: 'Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine ve âhirat gününe ve bir de hayrıyla ve şerriyle kadere îmân etmendir' diyerek cevab verdiği sâbit olmuştur. Yine Ubâde b. es-Sâmit radıyallâhu anh'den, Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem'in ona şöyle söylediği sâbit olmuştur: 'Muhakkak ki, kadere ve sana isâbet eden şeyin seni asla ıskalamayacağına, seni ıskalayan şeyin de sana asla isâbet etmeyeceğine îmân edeceğin ana kadar îmânın tadını alamazsın.'
Bu ma'nâyı Şeyhulislâm İbn Teymiyye rahimehullâh 'el-Akîdet'ul-Vâsitıyye' isimli eserinde izâh etmiştir. Size, bu kitaba murâcaat etmenizi ve ezberlemenizi tavsiye ederiz.
Tevfîk Allah'tandır. Peygamberimiz Muhammed'e, âilesine ve ashâbına salât ve selâm olsun.
Nâib: Abdurrezzâk el-'Afîfî
Başkan: Abdulazîz b. Abdillah b. Bâz
[Fetâvâ el-Lecnetu'd-Dâime 2/3/512]


İslam Akaidi - Şeyh Hasan Karakaya

044_KADERE İMAN 1

045_KADERE İMAN 2

046_KADERE İMAN 3

047_KADERE İMAN 4

048_KADERE İMAN 5


Not:
Bir kardeşimin, sohbeti canlı olarak dinlemesi sonucunda Kâder konusunda fark ettiği bu anlayışı önce (Feyzullah Birışık) kendisiyle görüşüp, sonra konu hakkında beni bilgilendirmesi üzerine kendisine net ortamından ikaz etmeme ve cevab beklememe rağmen bir gelişme kat'etmemesi üzerine buradan konu açarak hemen cevab hakkı tanımış, hem de bir fırsat vermiş olmak istedik. Rabbim hayr eylesin.

İlgili Konu:

Dua Kaderi Değiştirir mi? Mezheblerin Kader Anlayışı


Allah, Cehennemde boş kalan yerler için değil, Cennetin boş kalan yerleri için halk Yaratır!
 
AbdulFettah Çevrimdışı

AbdulFettah

94.7 - Öyleyse, bir işi bitirince diğerine koyul.
İslam-TR Üyesi
1. Video
( 1 saat 07 dakika 25. saniyeden sonra )

2. Video
( 26. dakikan sonra )
Selamun Âleykum Feyzullah Birışık kardeşim,
Hakkını helal edesin ama "kader" mevzu hassas olduğu kadar kritik ve bir o kadar da tehlikeli bir konudur.

1. Videoda genel anlamda dediklerine katılıyorum. Fakat videonun sonunda verdiği bazı akli örnek ve yorumlar (zahiren) sıkıntılı anlayışlara gebe. Bilhassa 1 saat 07 dakika 25. saniyeden sonra Cebriye itikadıyla paralellik arzeder şekilde ehl-i sunnet diye aktarılmakta. Bir de "Allah bizim dünyada nasıl yaşayacağımızı bildiği için yazmış, eski kader inancı böyle bir şey yok" deyib görsel olarak da elinin tersiyle itmen uygun olmayan bir durum.
Size buradan açıkça soruyorum, cevablarını verir ise farklı veya hatalı anlayışların önüne geçmiş olursunuz;

Soru 1- Böyle bir şey yok dediğin 'eski kâder inancı'na sahib âlimler kimlerdir?

Soru 2- Ortaya sürdüğün yeni kâder inancı ki (anlatımınızdan anlaşılan: cuz-i irâdeyi ibtal edib hidayette kula hiç bir etki - seçim hakkı- tanıtmayan) delilleriyle eserlerinden kitab ve sayfa nolarıyla Alimlerin isimlerini buraya aktarır mısın?

Soru 3- Aşağıda linkini vereceğim 2008 yılına ait "Eksik Bir Kader Anlayışı Nelere Mal Olur?
" başlıklı yazında bugünkü videodaki konuşmalarının tam tersini anlatıyorsun:

http://www.habervaktim.com/yazar/5865/eksik-bir-kader-anlayisi-nelere-mal-olur.html

2008 yılındaki kader itikadınızda "Sanıldığı gibi Allah yazdığı için yaşamıyoruz… Adil olan Allah-u teala nasıl bir hayat yaşayacağımızı bildiği için yazmış… Kader konusunun özü budur diyebiliriz" demektesiniz.

2016 yılına ait yukarıdaki 1. Videoda, 1 saat 7. dakika, 20. saniyeden sonraki ifadenizde ise:

"Şöyle toparlayalım kardeşler : Şu an Allah bize hidayet vermiş, ve ne zaman elimizden alacağını da biz bilmiyoruz. Ama kesin bir hüküm var, adımıza Allah hüküm vermiş. Yani bizim nasıl yaşayacağımızı bildiği için yazmış, bu eski bir kader inancı böyle bir şey yok!"
demektesiniz.

Şimdi sualim; bu ilk kader anlayışından, sonraki videodaki kader anlayışına geçiş sürecinizi bize anlatır mısınız?
Eski kader anlayışına iman edenlerin hükmü nedir?
Böyle bir şey yok ifadesiyle reddettiğiniz anlayışı aynı cümlelerle reddeden alimlerin kitablarından sayfalarıyla alıntılama yapar mısınız?



Açıklama :

Kader'in Lugat Olarak Manası:
Belirlemek, planlamak, bilmek, ölçülü yapmak, dengeli yapmak demektir.

Kader'in Istılahî Olarak Manası:
Allahu Teâlâ’nın her yaratığı ve olayı daha sonra var edeceği şekilde ezelde (başlangıcı olmayan bir zamanda) belirlemesidir. [İmam Eşari, kazayı kader gibi, kaderi de kaza gibi tarif etmiştir. Ona göre kaza planlamak, kader uygulamadır.]
Başka bir ifadeyle kader, Allahu Teâlâ’nın ezelde bütün yaratacağı şeyleri bilmesi, onların yaratılma şekillerini, zamanlarını, yerlerini belirlemesidir. Her şeyi yaratmadan önce kalemi yaratmış, onunla bunları Levh-i Mahfûzu’na yazmıştır. Bu meselede şunu gözden kaçırmamak gerekmektedir. Kader, Allahu Teâlâ’nın ilim, kudret, irade, sevk idare etme, adaletli davranma ve sorgulanmama gibi sıfatlarının bir görüntüsü ve eseridir. Bu itibarla hayret edilecek bir şey yoktur.

Allahu Teâlâ ezelde her şeyi bilir:
Şubhesiz ki Allahu Teâlâ her şeyi, daha yaratmadan önce bilir. Onların akıbetinin ne olacağı O'na mâlumdur. Bu itibarla ezelî ilminin gereği, yaratacağı her şeyi daha yaratmadan planlaması ve belirlemesi O'nun şanına yakışandır.

Şubhesiz göklerin ve yerin gaybını Allah bilir. O, kalblerin özünü çok iyi bilendır.”[Fatır, 38]

O, kendinden başka hiçbir ilâh bulunmayan, görülmeyeni de, görüleni de bilen Allah’tır. O, esirgeyen ve bağışlayandır.”[Haşr, 22]

Gaybın anahtarları Allah’ın katındadır. Onları ancak O bilir. O, karada ve denizde olanları bilir. Düşen hiçbir yaprak dahi yoktur ki, Allah onu bilmesin. Yerin karanlıklarında olan her tane, kuru ve yaş her şey mutlaka apaçık bir kitabda kayıtlıdır.[En'am, 59]

Allah, gözlerin hain bakışını ve kalblerin gizlediklerini bilir.[Mu’min, 19]

Yaratan hiç bilmez mi? Hâlbuki O, her şeyi bütün incelikleriyle bilendir ve her şeyden hakkıyla haberdardır.[Mulk, 14]

1- Kul, kendindeki cûz’î (azıcık) iradesiyle hürdür:
Hayır ve şerden dilediğini seçme yeteneğine sahibdir. Eğer doğru yolu seçer, ona rağbet eder, onu ister ve onun sebeblerine başvurursa, Allah onu yaratır ve ona engel olmaz. Bu Allah’ın tam adaletidir.

2- Kul, Allahu Teâlâ’nın kullî (mükemmel) iradesiyle güdümlüdür, bağımlıdır, hür değildir:
Yâni kendi amelini icat etme ve yaratma gücüne sahib değildir. Kulun iradesini yerine getiren ve yaptığı ameli yaratan Allah’tır. Son kararı O verir. Öyle ki Allah dilemezse, kul istediği ameli gerçekleştiremez.

3- Allahu Teâlâ hiçbir kimseye, herhangi bir şeyi yoktan var etme, onu yaratma gücü ve yeteneği vermemiştir:
Velev ki bu şey kulun kendi ameli olsun. Zira Allahu Teâlâ’nın yaratma sıfatında egemenliği mutlaktır. Ondan zerre miktarı vazgeçmez. Onun bir kısmını en şerefli mahlûkuna dahi devretmez. Bu hususta şöyle buyurmuştur:
…İyi biliniz ki, yaratmak ve emretmek Allah’a mahsustur. Âlemlerin Rabbi olan Allah, yüceler yücesidır.[Â'raf, 54]

…Yoksa Allah’a Allah gibi yaratmaya kâdir ortaklar mı buldular da yaratmanın kim tarafından olduğunda şubhe ettiler? Ey Peygamber! Sen onlara ‘Her şeyin yaratıcısı Allah’tır. O birdir, kahredicidir’ de[Ra`d, 16]

İşte Rabbiniz olan Allah budur. Ondan başka hiçbir ilâh yoktur. Her şeyin yaratıcısıdır. O halde Ona ibadet edin. O her şeye vekildır.”[Enâm, 102]

4- Hiçbir kimse Allah’ın takdirini ileri sürerek günahlarından sıyrılıp çıkamaz:
Kaderi gerekçe göstererek yaptıklarından sorumlu olmayacağını iddia edemez. “Ben mâsumum. Çünkü ben, Allah’ın bana yazmasıyla günah işledim” diyemez. Zira takdir etmede, kulu hayrı veya şerri yapmaya zorlama diye bir şey yoktur. Bunları kul yapar, Allah da yapmasına adaleti gereği engel olmaz ve yaptığını yaratır. Yapma kuldan, yaratma Allah’tandır. Bunlar farklı şeylerdir.

Yapma (kesb) bir şeyin olmasını isteme, ona aracı olacak sebeblere başvurma ve onun gerçekleşmesi için çaba harcamadır. Bununla o şey yoktan var olmaz. Onu yoktan var edib yaratan Allah’tır.

Yaratma ise kulun, gerçekleşmesini dilediği, sebeblerine başvurduğu ve çabasını harcadığı şeyin fiilen icat edilmesi ve gerçekleştirilmesidir. İşte bu, Allah’tandır. Öyle ki Allah izin verib o şeyi yaratmazsa meydana gelmez, gerçekleşmez. Aslında kul, kastettiği şeyi gerçekleştirdiğinden değil, onu yapmaya hür iradesiyle girişmesinden dolayı mûkâfat alır veya cezalandırılır. Zira Allah bir şeyin olmasını dilemedikçe kul onu yapamaz.

Allah dilemedikçe siz hiçbir şey dileyemezsiniz. Şubhesiz Allah her şeyi bilendir, hüküm ve hikmet sahibidır.[İnsan 30]

Âlemlerin Rabbi olan Allah dilemedikçe siz hiçbir şey dileyemezsiniz[Tekvîr, 29]
Allah dilemedikçe hiçbir sebeb, sonucu doğurmaz. Öyle ki ateşe atılan kişiyi, Allah dilemedikçe ateş yakamaz. Nitekim İbrâhîm’i yakmamıştır.

Evet, takdirin anlamı, Allahu Teâlâ’nın ezelde her şeyi bilmesi, bu bilgisini Levh-i Mahfûz’a kaydetmesi, zamanı geldikçe bu şeyi yoktan var etmesidir. Kulun, yaptığı amellerinden sorumlu olması, onları gerçekleştirmeye girişmesindendir, var etmesinden değildir. Burada kulu zorlama diye bir şey yoktur. Çünkü o, hür iradesiyle bir şeyi yapmaya karar verir ve kararının gereğini gerçekleştirmeye çalışır. Allah dilerse onun çabasının sonucunu gerçekleştirir, dilemezse gerçekleştirmez. Başka bir ifadeyle son kararı Allah verir. Allah’ın son kararı vermesi kulu zorlama değildir. Teşebbüsüne ‘evet’ veya ‘hayır’ demektir. Bu da O'nun egemenliğinin gereğidir. Çünkü yaratma kayıtsız şartsız O'na aittir.

Bu konuda Ebû Dâvûd’un Suneni’ni şerh eden Hattâbî diyor ki:
“İnsanların birçoğu zannederler ki, kaza ve kaderin manasını Allahu Teâlâ’nın, kulu takdir ettiğine mecbur etmesidir. Mesele zannettikleri gibi değildir. Takdirin manası Allahu Teâlâ’nın kulun yapacağı şeyi önceden bilmesi, onu belirlemesi ve onu, yaratmasıyla gerçekleştirmesidir. Kulu yapmaya zorlaması değildır.”

İmam Muslim’in Sahîhi’ni şerh eden Nevevî de şöyle diyor:
“Kaderin manası şudur: Allahu Teâlâ eşyayı önceden belirlemiş, onların kendi katında bilinen vakitlerde ve özel sıfatlarda gerçekleşeceklerini bilmiştir. Onlar, Allah’ın planladığına göre gerçekleşirler.”[Nevevî Şerhi, I, 154]

Kurtubî de şöyle diyor:
“Ehl-i Sünnet’in, üzerinde ittifak ettiklerine göre Allahu Teâlâ eşyayı yaratmadan önce takdir etti. Yani miktarlarını, vasıflarını ve meydana gelecekleri zamanlarını bildi. Sonra onları ezeli ilmindeki durumlarına göre yarattı. Binaenaleyh kâinatın gerek üst âleminde gerekse alt âleminde meydana gelen hiçbir olay yoktur ki, Allah’ın ilmi, kudreti, iradesi ve yaratmasıyla gerçekleşmiş olmasın. Bu hâdiselerin meydana gelmelerinde yaratılanların payı; teşebbüsleri, çaba harcamaları, kazanmaları ve hâdiselerin, yaratana değil, işleyenlere isnad edilmesidir.”[Kurtubî Tefsîri, XVII, 148]


5- Kulun iradesi dışında gerçekleşen hâdiseler iki kısımdır:

Birincisi: İnsanın kendinde meydana gelen irade dışı olaylardır. Refleksler, reaksiyonlar bu kabildendir. Bunlarda kulun iradesi felç olduğundan sorumlu değildir. Bu itibarla kaderi suçlamaya yer yoktur. Bunların hikmetini Allah bilir. Allah hiçbir şeyi hikmetsiz yaratmamıştır.

İkincisi: Kâinatta görülen depremler, seller, kıtlıklar, bulaşıcı hastalıklar, trafik kazaları ve benzeri afet ve musibetlerin çoğu, insanlar topluluğunun isyanı sebebiyle vuku bulurlar. Geçmiş kavimlerin isyanları yüzünden helak edildikleri bunun delilidir. Bu itibarla bu gibi afetlerden mağdur olanlar, buna sebeb olanları suçlamalıdırlar.
Allahu Teâlâ şöyle buyurmuştur:
Başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizle kazandığınız günahlar yüzündendir. O, işlenenlerin birçoğunu da affeder.[Şûra 30] Hak etmeyenler ise âhiratte mukâfatlarını alacaklardır. Zira belalar umumî olarak gelirler.

Bir kısım musibetler de vardır ki, onlar kendilerine maruz kalanların derecelerini artırır. Dünyada ızdırab çekerler ama ahirette mutlu olurlar. Çeşitli hastalıklara yakalanıp sabredenler, küçükken ana ve babasını kaybedenler bu kabildendir. Zira kaderin cilvesi hemen anlaşılmayabilir. Hatta kuşaklar geçtikten sonra onun hikmeti belli olur. Burada kadere dil uzatmaya kimsenin hakkı yoktur. Hiçbir kimse “Allah ben küçükken anamın, babamın öleceğini bilmiş, bunu Levh-i Mahfûzu’na yazmış ve zamanı gelince de yaratmıştır? Böylece bana haksızlık yapılmıştır.” diyemez. Zira bu tür afet ve musibetler dünyada insanları olgunlaştırır, kemâle erdirir. Hayatın çileli ve acı günlerini yaşayanlar daha kararlı, daha cesaretli ve daha metanetli olurlar. Büyük hâdiseler karşısında paniklemezler, geri adım atmazlar, hedeflerine doğru adım adım ilerlerler. Çünkü onlar dövülerek çelikleşmişlerdir. Bu hal, örnek almamız emredilen Muhammed’de (sallallahu aleyhi ve sellem) açıkça müşahede edilmiştir. Anne karnındayken babasını, altı yaşında da annesini, yolculuk esnasında kaybetmiştir. Çileli ve dar geçimli bir hayat geçirmiştir. Bu yaşam tarzı, Allah’ın dilemesiyle, Onu kemâle erdirmiş ve en ağır görevi yüklenmeye aday yapmıştır.

Evet, irade dışı gerçekleşen bela ve musibetlerin bir kısmı kulu dünyada olgunlaştırır, âhiratte de mertebesini artırır. Yeter ki onların Allah’ın takdiriyle olduklarına inanıb teslim olsun, kadere karşı isyan etmesin. Konuyla ilgili olarak Rasûlullâh’tan (sallallahu aleyhi ve sellem) şu hadisler rivayet edilmiştir:

Sa`d b. Ebî Vakkâs diyor ki: Rasûlullâh’a (sallallahu aleyhi ve sellem) insanların hangisinin belasının ağır olduğunu sordum, buyurdular ki:
Peygamberler, sonra onlara yakın olanlar, sonra onlara yakın olanlar. Kişi dindarlığı oranında belaya uğratılır. Dininde sağlam ise belası ağırlaştırılır. Dininde gevşek ise dindarlığı oranında belaya uğratılır. Yeryüzünde günahsız halde yürümesine kadar bela kulun peşini bırakmaz
[Tirmizî, Zuhd, bab: 56, Hadis no: 2398. Tirmizî hadisin Hasen ve Sahîh olduğunu söylemiştir; İbni Mâce, Fiten, bab: 23, Hadis no: 4023; Darımî, Rikak, bab: 67; Musned, İmam Ahmed, I, 172]

Enes b. Mâlik diyor ki: Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdu ki:
Allah bir kulu hakkında hayır dileyecek olursa, onun cezasını dünyada acele eder. Bir kulu için de şer dileyecek olursa, günahının yüzünden çekeceği cezayı ondan erteler ki kıyamet günü Allah’ın huzuruna, karşılığını göreceği o günahlarıyla gelsin

Aynı senetle Rasûlullâh’tan (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle de gelmiştir: “Mukâfatın büyüklüğü belanın büyüklüğüne bağlıdır. Allah bir toplumu severek onları değişik belalarla imtihan eder. Kim razı olursa Allah’ın rızasını kazanır. Kim de kızar kırgınlık gösterirse Allah da o kimseye kızar.
[Tirmizî, Zuhd, bab: 56, Hadis no: 2396. Tirmizî hadisin Hasen ve Garib olduğunu söylemiştir.]

Ebû Hurayra diyor ki: Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
Mu’min erkek ve kadının kendisine, çocuğuna ve malına belanın gelmesi devam eder. Tâ ki Allah’ın huzuruna günahsız çıksın
[Tirmizî, Zuhd, bab: 56, Hadis no: 2399. Tirmizî hadisin Hasen ve Sahîh olduğunu söylemiştir]


Kadere Dayanıb, Sebebleri Terk Etmek Câiz Değildir


Müslüman kul kadere dayanmalı, sebeblere başvurmalı, varılan sonuçlara teslim olmalı ve hikmete rıza göstermelidir. Bundan başka bir yol yoktur. Hadis-i şerifler ve sahâbî-i kiramın icraatları gösteriyorlar ki, kadere teslim olmanın anlamı, gereken sebeblere başvurmayı terk etmek değildir. Aksine sebeblere başvurmak da kaderin bir parçasıdır. Mesela kulun başına bir sıkıntı geldiğinde veya herhangi bir hastalığa yakalandığında, gereken şeyleri yapar, hastalıktan tedavi olur da sıkıntıları önler, hastalıktan iyileşirse, anlarız ki önceki durum kader olduğu gibi, sonraki hal de kadermiş. Başvurulan sebeblerin ve alınan tedbirlerin de kaderin bir parçası olduğu hususunda Rasûlullâh’tan (sallallahu aleyhi ve sellem) şu ve benzeri hadis-i şerifler rivayet edilmiştir:

Ebû Huzâme, babasının şöyle dediğini rivayet etmiştir:
Ben Rasûlullâh’a (sallallahu aleyhi ve sellem) sordum ve dedim ki: Ey Allah’ın Rasûlu! Yaptığımız okuyup üflemeler, tedavi olduğumuz ilaçlar, aldığımız tedbirler, Allah’ın kaderinden bir şeyi geri çevirir mi?
Buyurdular ki: “Bunlar da Allah’ın kaderindendirler.
[Tirmizî, Tıbb, bab: 21, hadis no: 2065. Tirmizî hadisin Hasen ve Sahîh olduğunu söylemiştir; Kader, bab: 12, hadis no: 2148; İbni Mâce, Tıbb, bab: 1, hadis no: 3437; Musned, İmam Ahmed, III, 421]

Esmâ binti `Umeys şöyle demiştir:
Ey Allah’ın Rasûlu! Ca`fer’in çocuklarına çabuk nazar değiyor. Ben onlar için afsunlama yaptırayım mı (okutub üfleteyim mi)?
Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurmuşlardır ki: “Evet, çünkü bir şey kaderin önüne geçmiş olabilseydi, mutlaka göz değmesi geçmiş olurdu[Tirmizî, Tıbb, bab: 17, hadis no: 2059. Tirmizî hadisin Hasen ve Sahîh olduğunu, aynı konuda İmrân b. Husayn ve Burayde’den de hadisler rivayet edildiğini söylemiştir; İbni Mâce, Tıbb, bab: 33, hadis no: 3510; Muvatta’, `Ayn, bab: 3; Musned, İmam Ahmed, VI, 438]

Osman (r.anh)’ın oğlu Ebân, babası Osman’ın şöyle dediğini anlatmıştır:
Ben Rasûlullâh’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu işittim: “Herhangi bir kul her günün sabah ve akşamında üç defa ‘Bismillâhi’llezî lâ yedurru me`a ismihî şey’un fi’l-ardi ve lâ fi’s-semâ’i ve huve’s-semî`u’l-`alîm (ismi anıldığında yerde ve gökte hiçbir şeyin zarar veremediği Allah’ın ismiyle hareket ediyorum, O her şeyi işiten ve bilendir)’ derse hiçbir şey ona zarar veremez
Ebân’ın bir tarafı felç olmuştu. Bu hadisi aktarırken dinleyicilerden bir kimse ona bakmaya başladı.
Ebân da ona dedi ki: “Ne bakıyorsun? Hadis sana aktardığım gibidir. Fakat ben bu hastalığa yakalandığım gün bunu söylememiştim. Böylece Allah, benim için takdir ettiğini yerine getirmiş oldu
[Tirmizî, Deavât, bab: 13, hadis no: 3388. Tirmizî hadisin Hasen, Sahîh ve Garib olduğunu söylemiştir.]

Abdullâh b. Abbâs diyor ki: Ömer b. el-Hattâb, (halîfe olduğu zamanda) Şam’a doğru yola çıktı. Nihayet Serğ’e [Yermûk yakınında bir köydür] vardığı zaman ordu komutanları Ebû Ubeyde b. Cerrâh ve arkadaşları, Ömer’i karşıladılar ve Şâm Arazisi’nde veba (kolera) hastalığı olduğunu Ona haber verdiler. Abdullâh b. Abbâs dedi ki: Ömer “İlk hicret eden muhacirleri bana çağır.” dedi.
Onları çağırdı da onlarla istişare etti ve onlara Şam’da kolera olduğunu haber verdi. Onlar (yola devam etmek ve geri dönmek hususunda) ihtilâf ettiler.
Bazısı “Bir iş için çıkmışız, o işten geri dönmemizi doğru bulmayız”, bazıları da “Seninle birlikte insanların (savaşlardan) geri kalanları ve Rasûlullâh’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) sahâbîleri bulunmaktadır. Onları şu kolera üzerine götürmeni doğru görmeyiz” dediler.
Ömer onlara “Yanımdan çıkın!” dedi.
Sonra “Ensâr’ı bana çağır.” dedi.
Ben onları da Ömer’in yanına davet ettim. Ömer onlarla da istişare etti. Onlar da muhâcirlerin yolunu izlediler ve onların ihtilâfları gibi ihtilâf ettiler. Bunun üzerine Ömer onlara da “Yanımdan çıkın!” dedi.
Sonra “Kurayş ihtiyarlarından, fetih muhacirlerinden burada bulunanları bana çağır.” dedi.
Ben onları çağırdım. Onlardan ikisi bile Ömer’in yanında ihtilâf etmedi. Onlar “İnsanları geriye döndürmeni ve halkı şu veba üstüne götürmemeni doğru görürüz” dediler.
Bunun üzerine Ömer, insanlar arasında şöyle ilan ettirdi: “Ben sabahleyin bineğime binip geri döneceğim. Binâenaleyh siz de buna göre (hazırlanıb) sabahlayın” dedi.
Ebû Ubeyde b. Cerrâh “Ey Ömer! Allah’ın kaderinden mi kaçıyorsun?” dedi.
Ömer “Keşke bunu senden başkası söyleseydi ey Ebû Ubeyde! Evet, Allah’ın kaderinden yine Allah’ın kaderine kaçıyoruz. Şuna ne dersin: Şayet senin develerin olsa, iki kenarı bulunan bir vadiye inseler -yâhut indirsen- o yamaçlardan biri munbit, diğeri ise çorak olsa, sen develeri otlak yerde gütsen, Allah’ın kaderi ile gütmüş, otsuz yerde gütsen, yine Allah’ın kaderiyle gütmüş değil misin?” dedi.
İbni Abbâs dedi ki: “Abdurrahmân b. `Avf, bir haceti yüzünden ortalıkta yok iken bu sırada çıkageldi ve şöyle dedi: “Bu hususta bende bir ilim vardır ki, ben onu Rasûlullâh’tan (sallallahu aleyhi ve sellem) işittim şöyle buyurduydu: “Bu hastalığın bir yerde ortaya çıktığını işittiğiniz zaman oraya gitmeyiniz. Hastalık sizin bulunduğunuz yerde vâki olursa, ondan kaçmak için sakın o yerden dışarıya çıkmayınız!
Abdullâh diyor ki: “Bunun üzerine Ömer, Allah’a hamd etti, sonra ayrılıp gitti”
[Buhârî, Tıb, bab: 30; Muslim, Selâm, bab: 98; hadis na: 2219; Muvatta’, Medine, bab: 22]


Sâlih Ameller Kurtuluşun Teminatı Değillerdir


Ebû Hurayra diyor ki: Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdular ki:
Şubhesiz ki kişi uzun zaman cennetliklerin amelini yapar. Sonra Allah onun son amelini cehennemliklerin ameliyle bitirir de onu cehennemliklerden kılar. Yine muhakkak ki kişi uzun zaman cehennemliklerin amelini yapar da sonra Allah onun son amelini cennetliklerin ameliyle bitirir, onu cennetliklerden kılar. O da cennete girer.
[Ahmed bin Hanbel, Musned, II, 4851]

Enes b. Mâlik diyor ki: Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdu ki:
Sizlerin, birinin amelinin neyle bittiğini beklemenizden önce onun hakkında acele etmeniz gerekmez. Çünkü amel eden biri ömrünün uzun zamanında sâlih amel işler. Öyle ki o amelleri üzerine ölmüş olsaydı cennete girerdi. Fakat sonunda döner kötü amel işler. Yine muhakkak ki bir kul zamanının bir diliminde kötü amel işler. Öyle ki o amel üzere ölmüş olsaydı cehenneme girerdi. Sonra döner sâlih amel işler. Allah bir kulu için hayır dilediğinde ölümünden önce ona iş verir.”
Dediler ki: Ey Allah’ın Rasûlü! Ona nasıl iş verir?
Buyurdu ki: “Onu sâlih amel işlemeye muvaffak kılar. Sonra onun ruhunu sâlih amel işlerken alır.
[Ahmed bin Hanbel, Musned, III, 120, 223, 257]

Âişe (r.anha) diyor ki: Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdular ki:
Şubhesiz ki kişi cennetliklerin amelini yapar. Fakat o kitabda (Levh-i Mahfûz’da) cehennemliklerden yazılmıştır. Ölümünden önceki bir zamanda döner, cehennemliklerin amelini işler. Bu hal üzere ölür ve cehenneme girer. Yine muhakkak ki kişi cehennemliklerin amelini işler. Fakat o kitabda (Levh-i Mahfûz’da) cennetliklerden yazılmıştır. Ölümünden önceki bir zamanda döner, cennetliklerin amelini işler. Bu hal üzere ölür ve cennete girer.
[Ahmed bin Hanbel, Musned, VI, 107, 108]

Görüldüğü gibi Allahu Teâlâ kulun sonunun ne olacağını ezelde bilmiş ve bunu Levh-i Mahfûzu’na yazmıştır. Her ne kadar sâlih ameller işlemek kulun âkıbetinin hayırlı olacağına işaret etmiş olsa da bu kesin bir delil değildir. Onun âkıbetinin sonunu yalnız Allah bilir.



İlgili Konu:

Dua Kaderi Değiştirir mi? Mezheblerin Kader Anlayışı
https://www.islam-tr.org/konu/dua-kaderi-degistirir-mi.21212/

Allah, Cehennemde boş kalan yerler için değil, Cennetin boş kalan yerleri için halk Yaratır!
https://www.islam-tr.org/konu/cenne...anlar-yaratacaktir-hadis-tefsiri-nedir.45115/

****




Doğrusu sen sevdiğine hidayet veremezsin. Fakat Allah kimi dilerse ona hidayet verir. Ve hidayete erecekleri en iyi o bilir.” (Kasas, 56)

Feyzullah kardeşimiz, “Hidayet Allah’tandır, O nâsib etmedikten sonra insan doğru yola giremez.” diyerek, hem başkalarını ikaz ve irşad etme yolunu kapatmakta, hem de kendilerini kusurlarında mâzur gösterdiğinin farkında mıdır bilmiyorum. Allah (c.c.), dilediğine hidayet buyurması câizdir, Hak'dır. İnsanları saadete erdiren ve şekavete düşüren ancak O'dur. Lâkin yüce Rabbimizin bir kulunda dalâlet yaratması, o kulun kendi cûzi iradesini kötüye kullanması sebebiyledir. Yoksa, kul kendi kabiliyetini dalâlet yoluna yöneltmedikçe, Cenab-ı Hak O'nu, o yola sevk etmez. Aynı durum hidayet için de söz konusudur. Nasıl ki insan rızık için gerekli bütün teşebbüsleri yaptıktan ve sebeblere başvurduktan sonra neticeyi Allah’tan bekler. Zira Razzak ancak O'dur.
İnsan, sebebleri mükemmel bir şekilde yerine getirmekle, rızkı elde etmeğe muhakkak gözüyle bakamaz. Aynen öyle de bir kimseye Allah’ın emir ve yasaklarını en güzel bir şekilde tebliğ eden insan, neticeye kesin gözüyle bakamaz. Zira, Hâdi (hidayete erdirici) ancak O'dur.
Allah’ın dilediğine hidayet vermesi; hidayet şartlarına riâyet eden kimseye, dilerse hidayet vermesi demektir. Yoksa, “hidayet için gerekli hiçbir sebebe riayetin gerekmediği” manasına gelmez. Bu düşünce tarzı rızık misalinde, tarlaya tohum ekmeden mahsul beklemeye benzer.
Şimdi Feyzullah Birışık'ın gözardı ettiği veya değinmediği meseleye gelelim:
"Bir de muşrikler dediler ki: Allah dileseydi ne biz ne de atalarımız O’ndan başka hiçbir şeye tapmazdık. Ve O’nsuz hiçbir şeyi haram kılmazdık. Kendilerinden öncekiler de böyle yapmışlardı. Buna karşı peygamberin vazifesi ancak açık bir tebliğ değil mi?” (Nahl, 35)
Kâder, farkında olmadan cebir mânâsında gösteriliyor, insanın cûz’î iradesi ve sorumluluğu görmezlikten geliniyor. Böylece ilâhî adalet konusunda dinleyicilerin zihinlerini bulandırılmaktadır.

Madem ki hidayet ve dalâlete gidecekleri Allah diliyor, öyleyse kulun iradesinin ne hükmü var?”

"... Ta ki helak olan; apaçık bir delilden dolayı helak olsun, yaşayan da apaçık bir delilden dolayı yaşasın. Ve muhakkak ki Allah; Semi'dir, Alim'dir." (Enfal 42)
“Her şeyin kâder ile takdir edildiği” bir hakikat lâkin , bu takdir edilenlerden birisi de insana cûz’î irade verilmesi ve onun emir ve yasakları işlemekte serbest bırakılması. Bu da bir takdir. Buna göre, insan ister ibadet etsin, ister isyan yolunu tutsun, her iki hâlde de kader dairesi içinde. Bu incelik, çoğu zaman gözden kaçıyor, yahut yeterince anlaşılmıyor.
Cenâb-ı Hak, taşların cansız, bitkilerin yarı canlı olmalarını dilemiş; hayvanlar âlemini ise his dünyasına kavuşturmuş. Bunların hepsi kader dairesinde... İnsana gelince, onu mahlûkatı içinde en güzel şekilde yaratmış... Ona akıl, kalb, vicdan gibi nice ihsanlarda bulunmuş ve onu bir imtihana tâbi tutmuş... Kendisine birtakım emirlerde bulunmuş ve önüne bir takım yasaklar koymuş. İnsanı bu emir ve yasaklara uyup uymamakta serbest bırakmış. Dilemiş ki, bu hürriyet içinde, gaflete dalmayan ve Rabbini unutmayan kullarına, meleklerden daha üstün dereceler versin ve onları ebedî saadetlendirsin. Nefis ve şeytana tâbi olarak Rabbini unutanları ise azabına uğratsın.. İşte bu da bir takdirdir. Bu takdire karışmak kula yaraşmaz.
"Yolun doğrusunu göstermek Allah'a aittir. Ondan sapan da vardır. O, dileseydi; hepinizi birlikte hidayete iletirdi." (Nahl 9)
Evet, Allah (c.c.) dileseydi herkesi hidayete iletirdi. Allah dileseydi bütün cansızları yarı canlı yapabilirdi. Allah dileseydi bütün ağaçlara görme, işitme verebilirdi. Allah dileseydi bütün hayvanları akıllı yaratabilirdi. gibi...
Elbette, Allah, dileseydi bütün bunları yapabilirdi. Ama, dilememiş... İnsan nevini, hepsi itaat üzere olan meleklerden ayrı bir mahiyette yaratmayı dilemiş ve öyle yaratmış. Muşriklerin iddiasına Allah (c.c.) şöyle yanıt veriyor:
Allah dileseydi elbette hepinizi bir tek ummet yapardı. Fakat, o dilediğine dalâlet, dilediğine hidayet verir ve muhakkak sûrette hepiniz bütün yaptıklarınızdan sorumlu tutulacaksınız.” (Nahl, 93)
– Allah, insanları melekler gibi bir tek ummet olarak yaratmayı dilememiş. – Allah’ın iradesi mutlak... – Ve insan bütün yaptıklarından sorumlu...
".. Şubhesiz Allah dilediğini saptırır. Dilediğini de hidayete eriştirir. (ey rasulum) artık onlara üzülerek kendini harab etme. Allah onların yaptıklarını şubhesiz bilir." (Fâtır, 8)
Hidayete erecekleri de dalâlete düşecekleri de en iyi Allah bilir... “Hâdî”, “hidayeti yaratan, doğru yolu gösteren ve insanı o yolda muvaffak kılan” bu ismin tecellisi de bir ilim ve hikmet iledir. Kulun kendi cûz’î iradesini hayra yahut şerre yöneltmesi ile kalbinde hidayet yahut dalâlet yaratılıyor. “Muhakkak ki, Allah, bir kavime verdiğini, onlar nefislerindekini bozmadıkça, değiştirmez.”(Ra’d, 11)
Onlar öyle kimselerdir ki, hidayet karşılığında dalâleti (sapıklığı) satın almışlardır. Ticaretleri kendilerine bir kazanç sağlamadığı gibi, doğru yolu da bulamamışlardır.” (Bakara, 16)
Bu âyet-i kerimeden kulun, dalâlete kendi iradesiyle muşteri olduğunu açıkça anlıyoruz. Hidayet ve dalâletle ilgili âyetlerin her birinde bu hakikati görebiliriz. Bunlardan bir kısmı:
“... Allah zâlimler topluluğunu hidayete eriştirmez.” (Bakara, 258)
“... Allah kâfirler topluluğunu hidayete eriştirmez.” (Bakara, 264)
“... Allah fâsıklar topluluğunu hidayete eriştirmez.” (Tevbe, 24)

Bu üç âyet-i kerimeden kalbde dalâlet yaratılmasının üç sebebini öğreniyoruz. Hepsi de insanın kendi iradesiyle ilgili: zulûm, inkâr ve fısk. Bir diğer âyette :
“... İnkâr edenler ise, 'Allah bu misâlle neyi murat etti?' derler. O, bu misâlle bir çoğunu saptırır, bir çoğunu da doğru yola getirir. Onunla saptırdığı ancak fâsıklardır ki, onlar Allah’a olan ahidlerini kabulden sonra bozarlar; Allah’ın birleştirilmesini buyurduğu şeyi ayırırlar ve yeryüzünde bozgunculuk yaparlar.” (Bakara, 26-27)
Bu âyet-i kerimelerden de, dalâlete düşen fâsıkların üç sıfatını öğrenmiş bulunuyoruz.
Hidayete gelince o, Allah’ın büyük bir ihsanı olmakla beraber, buna mazhar olmak da bazı şartlara bağlı. Bu şartlar:
Bu, doğruluğu şubhe götürmeyen ve Allah’a karşı gelmekten sakınanlara doğru yolu gösteren
bir kitabdır
.” (Bakara, 2) Âyet-i kerimesiyle “ittika” yâni “Allah’a karşı gelmekten sakınma” olarak beyan ediliyor.
De ki, hakikaten Allah dilediğini şaşırtıyor, kendisine gönül verene de hidayet buyuruyor.” (Ra’d, 27) âyetinde de, "hidayet için kulun Hakk’a gönül vermesi, cûz’î iradesini hayra sarf etmesi şart" koşuluyor. Hidayet ve dalâlete dair bütün âyetler Allah’ın Rahman ve Rahîm olduğu, Kur’an-ı Kerim’in muttakilere hidayet olmak üzere inzal edildiği ve Rasulullah (s.a.v.) âlemlere rahmet olarak gönderildiği göz önüne alınarak değerlendirildiğinde meselenin hiç de itiraza veya istismara elverişli olmadığı açıkça görülecektir.
De ki: “İşte Rabbiniz tarafından gerçek geldi. Artık dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin.”(Kehf, 29)
Tağuta ibadet etmekten kaçınıb gönülden Allah’a yönelenlere müjdeler var! O halde sözü dinleyip sonra da en güzelini tatbik eden kullarımı müjdele! İşte onlardır Allah’ın hidâyetine mazhar olanlar ve işte onlardır akl-ı selim sahibi olanlar.”(Zumer, 17-18)
"... Halbuki Allah dilediği kullarını (peygamberliğe) bu din için seçer ve gönülden Kendine yöneleni hidayete erdirir.”(Şûra 13)

Ebû Abdurrahman Abdullah b. Mes'ûd (r.anh)'dan, dedi ki:
Doğru sözlü ve doğru sözlü olduğu tasdik olunan Rasûlullah (s.a.v.) bize şunu anlattı:
"Sizden her birinizin hilkati annesinin karnında kırk gün süre ile nutfe olarak bir araya getirilir. Sonra bunun kadar bir süre alaka (sülük gibi yapışan ve kan emen bir kan pıhtısı) olur. Sonra bunun kadar bir süre mudga (bir çiğnemlik et) olur. Sonra ona melek gönderilir, melek ona ruh üfler ve şu dört hususu yazmakla emrolunur:
Rızkını, ecelini, amelini, bedbaht mı, mutlu mu olacağını.
Kendisinden başka hiçbir ilâh bulunmayan Allah hakkı için, hiç şubhesiz sizden herhangi bir kimse Cennet ehlinin ameli ile amel eder. Nihayet kendisi ile Cennet arasında ancak bir arşın kalmışken, kitab (da yazılan kader) onun aleyhine ileri geçer ve o da Cehennemliklerin ameli ile amel eder, böylelikle oraya girer. Ve hiç şubhesiz sizden herhangi bir kimse Cehennemliklerin ameli ile amel eder. O kadar ki, kendisi ile Cehennem arasında ancak bir arşınlık mesafe kalır da, kitab onun hakkında ileriye geçer, o da Cennet ehlinin ameli ile amel eder ve Cennet'e girer
."
(Buhari, Kader, 1, VII, 210; Muslim Şerhi, V, 496)

Rasulullah (s.a.v) hadiste: "Ve ona dört kelime (husus) yazması emrolunur" diye buyurmaktadır. Bunun üzerine o kişinin rızkı, eceli, ameli, bedbaht mı mutlu mu olacağı yazılır. Hadisin bu bölümünde Rasulullah (s.a.v.) kaza ve kader ile ilgili hususa temas etmektedir. Bu mes'ele Yüce Ailah'ın kâmil İlmi ile alâkalıdır. O Allah ki olmuşu, olacağı ve nasıl olacağını bilir.

İşte bu kâmil ilmine binaen, Şanı Yüce Allah, Kitab'da (Levh-i Mahfuz) insanın ölünceye kadar hayatı esnasında elde edeceği rızkını, hayır ve şer türünden yapacağı amellerini, bedbahtlardan mı mutlu kişilerden mi olacağını takdir etmiştir.

Bununla birlikte Yüce Allah'ın bu bilgisi kulun ihtiyar (seçim imkânı) ve kastını ortadan kaldırmaz. Çünkü Allah'ın ilim sıfatı muessir değildir.
Nitekim Kitab ve Sünnet'teki birçok nass, insanın belli bir kasıt, irâde ve seçim özgürlüğünün olduğunu tesbit etmektedir.



İslam Akaidi - Şeyh Hasan Karakaya


044_KADERE İMAN 1

045_KADERE İMAN 2

046_KADERE İMAN 3

047_KADERE İMAN 4

048_KADERE İMAN 5


Not:
Bir kardeşimin, sohbeti canlı olarak dinlemesi sonucunda Kâder konusunda fark ettiği bu anlayışı önce (Feyzullah Birışık) kendisiyle görüşüb, sonra konu hakkında beni bilgilendirmesi üzerine kendisine net ortamından ikaz etmeme ve cevab beklememe rağmen bir gelişme kat'etmemesi üzerine buradan konu açarak hemen cevab hakkı tanımış, hem de bir fırsat vermiş olmak istedik. Rabbim hayr eylesin.




Allâh radı olsun Abdulmuizz hocam, bende bazen Feyzullah birısık hocanın sohbetlerine giderdim sohbetinde bazen kader hakkında çelişkiye, kuruntuya düşerdim kendi kendime acaba bende mi bir sorun var derdim, duruma açıklık getirmeniz iyi olmus inşeallah
 
!sLaM4eVeR Çevrimdışı

!sLaM4eVeR

لا اله الا الله
Admin
Feyzullah birisika mesaj olarak attim ve adil müslümanlara sahid olmalari icin. Konuyu bizzat takip edecegim. Bakalim hata eden hatasini kabul mu edecek yoksa... Demek istemiyorum...

Arkadaslardan ricam konu disi yazilmasin ve konu ile alakali ekstra soru mahiyetinde yazi yazilmasin.
 
mhtalbayrak Çevrimdışı

mhtalbayrak

Üye
İslam-TR Üyesi
Allah razı olsun. Bu konu açıklığa kavuşmuştur. Feyzullah abimiz sağda solda bu konuyu kendilerine soran kardeşlere beni yanlış anladılar diyormuş. Feyzullah abimiz yapmasın böyle lütfen ! Açık ve net bir şekilde kendisiyle konuşulmuştur. Hatta kendisine böyle bir inanışın yanlış olduğunu, ehli sünnete ters olduğunu söyleyen bir kardeşe "sende sıkıntı var" demiştir. Videolar ortada, herşey ortada. Feyzullah abimiz "beni yanlış anladılar" diyerek müslümanları anlayışsızlıkla suçlamasın lütfen.

Baştan sona dersteydim insan iradesine dair tek kelime etmedi. İnsan iradesinin sorulması üzerine ders uzatılmıştır.

Dersin ikinci bölümü 26. dakikadan sonra dikkatle dinleyiniz. Ders linki aşağıdadır. Önce kısa kısa bişeylere değineyim.

İkinci ders daha fazla kafaları karıştırmıştır. Öyleki "kafirler ne yaptıklarının farkında değildir" e kadar gitmiştir mesele ! Kafirler ne yaptıklarının farkında değilse neden cehennem ateşinde yanacaklar ? Feyzullah abimiz diyorki kafirler yalanlamışlardır, davete uymamışlardı. Ne yaptığının farkında olmayan kafirler daveti nasıl seçip yalanlayabilirler ?????

Maaşına zam yapılan bir kişiyi örnek veriyor tahtaya çizerek. "Ve olay bittikten sonra bu böyle oluyor. lütfenn.." diyor. yoksa.. diye devam ediyor kısa bir düşünmeden sonra "mürr(?), kaderiyye(?), yok cebriyye olur" diyor. Yani sakın benim anlattığımı cebriyyeyle karıştırmayın demeye getiriyor.

Kendini hem ehli sünnetten hemde cebriyyeden ayırıyor. Yeni bir kader anlayışı var ortada.

Dersin ilerki bölümlerinde ise kafanızda daha fazla soru işaretleri oluşacak ? Örneğin kafirlerin ne yaptıklarının farkında olmadıklarını söylüyor. Ne yaptığının farkında olmayan insanoğlu neden cehennem ateşinde yanmak zorunda ? Allah kullarına zulümmü ediyor ? Öyle ya ! Deli ne yaptığının farkında değildir. Bu yüzden dolayı yaptıklarından dolayı hesaba çekilmeyecektir. Eğer delide cehennem ateşine atılırsa bu nasıl adalet olabilir ?

Bir bardak su örneğini veriyor... Suyun kime rızık olarak gideceğimi bilmediğini söyleyip dersteki bir kaç kardeşe suyu gönderiyor ve isim söyleyerek içiriyor. Sonrasında subhanallah diyerek şaşırıyor. Biz bilmiyorduk bu suyu kim içecek diyor. Yahu sen kendi cüzi iradenle suyu gönderdin !!!! Sen ve sen için suyu dedin ! İsimleri sen belirledin ! Ama o diyorki Allah kalbe yön verir ve bunu ben istemedim ! Allah istedi ! Kendi isteğini, iradesini iptal ediyor yani...

Yine bu düşünceyle yola çıkarak müslümanları bombalayan kafir rus uçağı örneğini veriyor ! Rus uçağının pilotunun kalbine Allah yön veriyormuş ! Ne yaptığının farkında değilmiş pilot ????? Eğerki sen diyor fayda ve zararın Allah'tan olduğuna inanırsan rus ordularına bakarsın ve işinin Allah ile olduğunu görürsün, anlarsın diyor. Rus ordusu oluverdi Allah'ın ordusu ?!?!?!?

Hatta bu sözlerini şu dehşet sözlede tescilliyor. İki takımı yöneten teknik direktör (Yani Allah) bizdense, rakipten korkmayacaksın !...

Sorarlar insana; iki takımı bu anlamda yöneten Allah ise ? Rakip neden cehennem ateşinde yanıyor ? Neticede iki tarafta yönetiliyor....

Yine bir amerikan conisini örnek veriyor. Diyorki 50 tane müslümanı şehit eden kafir, daha sonra (iradesi dışında) allah tarafından iman ediyor. Ve sonra diyorki vaybe "meğersem 50 tane müslümanı bana Allah öldürtmüş, ben farkında değilmişim" diyecekmiş coni ! Dikkat edin. Coninin ne dediğiyle ilgilenmeyin, Allah'ın ne yaptığıyla ilgilenin. Allah coniye hidayet vermeseydi coni ahirette Allah'a beni hangi hakla cehennemde yakarsın ! Ey rabbim bana sen öldürttün onları demek hakkına sahip oluyor...

Dikkat ediniz kardeşler ! Birinci derste insan iradesine dair tek kelime edilmiyor, ikinci derstede şeytana dair tek kelime edilmiyor. Şeytan aradan çıktı gitti ! duman oldu ! Herşeye Allah karar veriyor (insan iradesinin zorla yönlendirilmesiyle ve aynı zamanda şeytan olmaksızın !)...

Ders bitiyor ve bir kardeş soru sormak istiyor. hocam diyor iradeyi bi arkadaş sormuştuda... hoop sözü kesiliyor feyzullah abimiz tarafından. hocam o irade böyle işte anlatığımız gibi, Allah yön veriyor deyip kapatıyor mevzuyu ! Kardeş bayağı bir şaşırmış sanırım haklı olarak..

Sonrasında başka bir kardeş soruyor madem durum böyle kafirler neden ateşte yanacaklar ? Sonra bir açıklama. Öyle bir açıklamaki yukarıda belirtilen şeylerle taban tabana zıt ! Diyorki peygamberler davet etmiştir, kimileri uymuştur kimileri uymamıştır ! İnsan iradesi ön plana çıkıyor yani. Ama bu öyle sizin bildiğiniz gibi bir irade değil. İnsana zorla birşeyler yaptırılıyor ve bunun adıda Feyzullah Birışık abimize göre "insan iradesi" oluyor.

Feyzullah abi kader meselesine fazla kafayı takmış ve işin içinden çıkamamış ! Merkeze tamamen kendisini koyarak diğer bütün insaları kendisine hizmetçi zannetmiş. Diğer insanlar konusunda pek detaylı düşünememiş ve böyle bir inançta karar kılmış.
İşte açık ve nettirki; insan iradesini ortadan kaldırırsan beraberinde bir sürü çarpık sonuçta ortaya çıkar ! İşin sonunda Allah yazmış kullar rolleri oynuyor dersin. Sonrası malum, ortalık karışır durur... Biri çıkar o zaman niye amel edeyim der, öbürü çıkar neden içki içmeyeyim der mevzu uzarda gider... öbürü çıkar Allah azze ve celleyi suçlar...

Rabbim bizi ehli sünnetten ayırmasın.

İşte ikinci dersin videosu. 26. dakikadan sonra kader meselesi başlıyor. Buyurun dinleyin.
 
!sLaM4eVeR Çevrimdışı

!sLaM4eVeR

لا اله الا الله
Admin
Kardesim sizi tanimiyorum ancak Feyzullah birisikla olan durumunuz bizi ilgilendirmez ve bunu burada desifre etmeniz dogru bir davranista degildir, zira kendisi(burada yok) henüz gelip konuya aktif katilmamistir... Aktarmis oldugun ilmi durumlar icin videoyu dinledikden sonra cevap yazacagim insaAllah.
 
mhtalbayrak Çevrimdışı

mhtalbayrak

Üye
İslam-TR Üyesi
Allah razı olsun uyarı için. Herhangi bir ayıp deşifre edilmemiştir. Bahsettiğiniz deşifre olayı "sende sıkıntı var" cümlesi ise bu cümleyi yazmamın nedeni Ehli sünnete göre inanan insanlarda sıkıntı varmı yokmu buda cevaplanması gereken bir soru ! Herşey apaçık ortadadır. En uygun şekilde yazdım, kalpler kırılmasın, gücenmece olmasın diye. Feyzullah abimiz kızmaz heralde. Açık sözlü insanları seven bir insan kendisi.

yinede ayıpsa bu, yada varsa başka bir ayıbım canı gönülden özür dilerim herkesten.


Düzenleme...

Sağda solda beni yanlış anladılar diye söylüyormuş dedim yukarıda. Bazı kardeşler yok öyle bişey diyor ve yanlış yaptığımı söylediler. Doğrudur. Gidip görüşen bir arkadaşımız durumu bana böyle aktardı. Yinede kesin bilmeden konuşmamam gerekirdi. Kimin ne dediği belli değil aslında. Birisi geliyor hoca dediki ben böyle inanıyorum deyip kapattı konuyu diyor, öbürü geliyor beni yanlış anlamışlar dedi diyor, diğeri geliyor hoca dediki gelsinler beni ikna etsinler dedikleri gibi inanayım dedi diyor... Bunları söyleyenler hepte yakın çevresindeki insanlar asıl garip olan bu ! Bizde buna güvenerek söylüyoruz böyle böyle söylüyormuş diye. Söylemiyorda olabilir. Kendi yakın çevresini tekrar gözden geçirsin hocamız.

Feyzullah abi istediğine inansın. Onu ikna etme gibi bir derdimiz yokki bizim. Bizim öğrenmek istediğimiz neden bizi sıkıntılı olarak görüyor ? Neden ehli sünnet elbisesini giyerek (kader konusunda) kendi görüşünü bize anlatıyor ? Anlatmadan önce neden bizi uyarmıyor. Ama iş cebriyyeye gelince beni sakın cebriyyeyle karıştırmayın diye uyarıda bulunabiliyor. Deseki ben ehli sünnetin kader inancının yanlış olduğunu düşünüyorum, benim görüşümde budur. Buna göre anlatıyorum bu dersi. Hatta kendi görüşünün adınıda koyabilir. Böylece bu mesele çoktan kapanır giderdi.

Son olarak kimseyi deşifre etme gibi bir derdim olmadı. Israrla bakın hocanın açığını bulduk tarzında haber yapacak kadar şeref yoksunu olmadık. Bu hocamızın kendi özgür iradesiyle seçtiği kendi kader inancıdır. İstediğine inanır, istediğine inanmaz. Zaten popüler bir davetçi. Hocamız böyle tartışmalara açık olmalı...

Ben bu meseleyi feyzullah hocayla zaten konuşmuşum cevabınıda almışım. Halka açık ders vermiyor mu feyzullah hoca ? Veriyor ! Mescitlerde bu dersleri yapmıyor mu ? Yapıyor ! Ders yaparken iyi güzelde biz burda dersin videosunu koyunca mı, bu hangi kader inancıdır diye sorunca mı deşifreci, fitneci oluyoruz ? Hiç sanmıyorum arkadaşlar... Böyle düşünenler vazgeçsinler bunlar.

Ben bir müslüman olarak feyzullah hocanın kader görüşüne zerre kadar katılmıyorum. Beni kader konusunda ikna eden tek şey ehli sünnetin kader inancıdır. Feyzullah hoca ehli sünnetin aksine Allah'ı insanlara yanlış anlatıyor. Bir çok ayete ters düşüyor. Bunuda buraya yazmak, açıklamak en doğal hakkımdır. Burası tüm müslümanlara açık bir forum. Dileyen soru sorar dileyen diğer insanları bilgilendirir. Hocamız kızmasın böyle şeylere, kızılacak bişey yok ortada. Onun bu yazılanlardan haberinin olmasıda gerekmezki. Binlerce forum var, binlerce konu tartışılıyor. Hocayı çok seven kardeşlerde kızmasın inşallah. Hepimiz farklı farklı cemaatlerdeniz, görüşüne katıldığımız katılmadığımız hocalar var. Forumlar, bloglar bu yüzden vardırlar. Diğer hocalar hakkında yazılıp çizilecekte, feyzullah hocamız hakkında bişey yazmamamızmı gerekiyor soruyorum kardeşlere ? Üstelik kendisi bir yazar ve bir davetçi. Burda yazılan, paylaşılan şeylere hiçkimse kızmasın. Günah işlemedik, iftira atmadık, hakaret etmedik.





-------------





Sadece paylaşmak istedim... konunun gidişatını bozuyorsa kaldırabilirsiniz. Ehli sünnete ters düşmeyen, çok güzel, insanı tatmin eden, çeşitli soru işaretlerini yok eden bir anlatım. İnsan doğruyu yanlışı seçebilir mi seçemez mi ? Allah en iyisini bilir.
 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Arkadaslardan ricam konu disi yazilmasin ve konu ile alakali ekstra soru mahiyetinde yazi yazilmasin.

Hak, şahsiyetlerle tanınmaz; önce Hakkı tanı, sonra Hak ehlini tanırsın; batılı tanı sonra batıl ehlini tanırsın.” (Ali r.anh)

Tasavvufcuları(n şeyhleri hakkındaki tavırlarını) tenkid edip aynı hatalara kendimiz düşmeyelim. Birilerini hatadan munezzehmiş gibi körü körüne bir taasubla savunma telaşesi içine düşmeyelim.


Konu hakkında ilmi cevab vermeyecek olanlar, buraya yazmasın. Kişilere özel mesaj yazsın.
Burada kimse Feyzullah Birışık kardeşimizin düşmanı değil, aksine aynı menheciz, kardeşiz. Bir meselenin noktasında gerek biz örnek (karikatürize) kısa geçildiği için hatalı anlamış olabilir, gerek Feyzullah Birışık eksik anlatmış veya dili sürçmüş olabilir. Bunu da buraya yazsaydı mesele hal olurdu ama kendisi bir davetçi olmasına rağmen aşırı alınganlık gösterdi ve davetimize icabet etmekten, ısrarla çekindi.

"Biz kimsenin bir açığını bulmuşuz da üstüne gidiyormuş gibi hareket etmiyoruz, aksine kader konusunda günümüze kadar geçmişlerin kader itikadının batıl olduğu" söylemi üzerine iddiasının / inancının delillendirmesi için konu açmak zorunda kaldık. Buna rağmen kitab, gazete, face dahil her yere yazan davetçi abimiz, cevab vermesi için foruma davet çağrımıza "yazıyla olmaz" diyerek geri çevirdi. Çeşitli kimselere de kendisini yanlış anladığımızı serzenişte bulundu. Oysa kendi kaleminden yazısı ve ağzından söylemi olan videosu aynen duruyor. Musluman adalet ve insaf sahibi olur, 'ye kürküm ye'cilikle işi olmaz.

Yazıda kullandığım uslubda amacını aşan ifadeler kullanmış, hatamız olmuş olabilir, düzeltiriz, kendisinden helallik de dileriz. Fakat kendi videosundaki akli örnekler ve yorumlarıyla ilgili 2 suale cevab verseydi konu bu kadar uzamazdı. Fakat ısrarla bundan uzak durdu, ben özel anlatayım tarzında görüşmek istedi.
İnşeAllah nasib olursa görüşürüz de fakat zaten kendisi videosunda, gerek eski yıllara ait kendi yazısında aynı meseleyi anlatıyor ve Türkiyenin %90 'ı bu şekilde hatalı kader anlayışında diyerek konuyu özetliyor.

Kardeşlerden ricam, bu Ramadan günü tehlikeli olan bir konu hakkında kalb kırmadan, tarafgirliğe kayıp, adaletten ayrılmadan kişilerin konusu hakkında istediği gibi düşünebilir. Varsa nasihatlerinizi kişilere özelden yazabilirsiniz.

"Ey iman edenler! Kendiniz, ana babanız ve en yakınlarınızın aleyhine de olsa, Allah için şahidlik yaparak adaleti titizlikle ayakta tutan kimseler olun. (Şahidlik ettikleriniz) zengin veya fakir de olsalar (adaletten ayrılmayın). Çünkü Allah ikisine de daha yakındır. (Onları sizden çok kayırır.) Öyle ise adaleti yerine getirmede nefsinize uymayın. Eğer (şahidlik ederken gerçeği) çarpıtırsanız veya (şahidlikten) çekinirseniz (bilin ki) şubhesiz Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır." (Nisa 135)

"Ey iman edenler! Allah için hakkı titizlikle ayakta tutan, adalet ile şahidlik eden kimseler olun. Bir topluma olan kininiz, sakın ha sizi adaletsizliğe itmesin. Âdil olun. Bu, Allah’a karşı gelmekten sakınmaya daha yakındır. Allah’a karşı gelmekten sakının. Şubhesiz Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır." (Maide 8)

Fi emanillah
 
Son düzenleme:
!sLaM4eVeR Çevrimdışı

!sLaM4eVeR

لا اله الا الله
Admin
Bismillah..

Hamd, alemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur. O’na hamd eder, O’ndan yardım ve mağfiret dileriz. Nefislerimizin şerrinden ve amellerimizin kötülüğünden O’na sığınırız. O’nun hidayete erdirdiğini hiç kimse saptıramaz, saptırdığını ise hiç kimse hidayete erdiremez.

Şehadet ederim ki, Allah’tan başka ibadete layık hiçbir ilah yoktur. Ve yine şehadet ederim ki, Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) O’nun kulu ve rasulüdür.

Sevgili kardeslerimiz, bilmiyorum neresinden baslasam. Ama cok cok üzüldügümü söyleyebilirim. Zira sofilerde olan motomot bakisin alasi kendisine Kuran ve Sünnet cemaati diyenlerde olusmusda biz de görmememisiz.

Sevgili kardeslerim bu Din, kimsenin mali degildir, kimsenin sahsi cikari dogrultusunda da kullanilan bir malzeme degildir. Bizler www.islam-tr.org olarak 12 senedir HAK ne ise delilleri ile bunu ülkemizde yaydik ve yaymaya da devam ediyoruz. Malesef bunun önünde en büyük engelde hizipciligi görmekteyiz.

Malum konuyu www.islam-tr.org olarak yayinladik ve bunu gerekli usülde ilgili kisiye aracilarla kendisini haberdar ettik. Ancak ilgili kisi Feyzullah Birisik gelip konuya müdahil olmak yerine sitemizde disindaki plartformlarda konuya reddiye disinda her türlü konusmustur. Ve kendisi www.islam-tr.org forumlari haricinde bazi kisileri arayip akli sira kendi cebriye kader inancini insanlara onaylatmistir.

Malumunuz kendisi, gazatelerde, haber sitelerinde ve kitap yazari olup yazmalarina asina biri iken nedense hazirlamis oldugumuz reddiyeye gelip cevap verme nezaketini gösterememistir.

Kendisi cevap vermek yerine, konu disina cikarak yapmis oldugu amelleri kullara desifre etmektedir. Ben de ona diyorum ki, Sevgili kardesim Feyzullah Birisik, Allahdan bu konuda korkmani tavsiye ediyorum, zira Allah Rasulu sav bile birsey anlatirken insanlar ona en direk bu senden mi yoksa Allahdan mi diye sorabilirlerken sen hangi inanc ile kendinden istenilen delillerden kaciyorsun. Ki mevzu direk akideyi ve kisinin cennetlik ve cehennemlik olmasi konusunda önemli etmenlerden iken.

Facebook da diyor ki, bu konuda kitap yazacagim, biz de diyoruz ki, aktarmana gerek yok zira burada canli videon bulunmakta, gelip canli videondaki cebriye ve yeni kader inancini o söylemis oldugun alimlerden delilleri ile bize ümmet önünde ispat etmen boynuna borctur. Allah sahid olsun ki biz sana bu uyari bu inancindan ehli sünnetin kader inancina dönmen icin yapiyoruz. Ve bu uyari buraya kadar gelmesi bir merhale almistir. Reelde bir cok kardes senin bu inancini tenkid edip, senden bu konuda delil istemelerine delil adina hic birsey sunamadin.

Biz de islam-tr.org olarak ehli sünnet cizgisinde görünen Feyzullah Birisigin bu konudaki sapkinligini ümmete duyurmak zorundayiz zira bu üzerimize vebal olmus durumdadir ki insanlar ehli sünnet bildikleri Feyzullah Birisikdan kader konusunda sakinsinlar.

Ve buradan net sekilde diyorum ki kendi yayinevinizden cikan su kitaplari okumanizi tavsiye ediyorum.

http://www.karincakitap.net/Tevhid-ve-Kader,PR-327.html
http://www.karincakitap.net/Kadere-Iman,PR-251.html
http://www.karincakitap.net/Kaza-ve-Kader,PR-215.html
http://www.karincakitap.net/Kadere-Nasil-Iman-Etmeliyiz,PR-177.html

Eger ki bu kitaplari okursaniz kendinizin kader konusunda sapkin oldugunuzu anlarsiniz zira bu kitaplari okuyanlar olarak diyorum ki bu yayinlar bile sizi yalanlamaktadir.

Bu konuda ayni zamanda Hasan Karakaya hoca ve Abdullah Yolcu hocalarin cikardigi akaid ve imanla alakali eserlere de bakabilirsiniz zira tüm bu eserlerde kader bölümleri detayli sekilde anlatilmistir.

Araya girip konuyu saptiran kardeslerime de sunu söylemekteyim ki, bu saatten sonra araya girenlerin kalbini kirarim.

Zira insanlar arasinda bu kader konusu zaten yanlis biliniyorken, önde görünüp her yerde sohbetler yapan bir adamin kaderi saptirmasina nasil göz yumariz.

Ve tekrardan kardesimiz Feyzullah Birisikdan ricamiz gelip buraya kendi kader inancini söylemis oldugu alimlerle ve delillerle tek tek aciklamasidir. Sitemiz disindaki konusmalardan biz mesul degiliz ve bu dogru da degildir. Konu ilmi münazaralardadir. Acik sekilde kendisini buraya davet ediyoruz. Arkamizdan yapilan konusmalari da Allaha havale ediyoruz.

Ne zamandan beridir HAKKI aciga cikarmak, müslümanlari bilgilendirmek fitne olmus... Heyhatt...

Sofileri elestiriyoruz, zira seyhleri kendilerine dokundurtmuyor, sapik akidedeki hocalari elestiriyoruz zira kendilerine laf söyletmeyip delil istendiklerinde isinize bakin diyebiliyorlar.

Sizin bu elestirdiklerimizden ne farkiniz kaldi ki, gelip insanlari bilgilendirmekten uzak durup, islam adina yapilan faaliyetleri ön plana katip kendinize dokundurmamaya calisiyorsunuz.

Bilmis olunki yukardidaki sohbetler delilimizdir sizin kader konusunda sapkin bir inancda oldugunuza dair.

Feyzullah Birisik ve onu onaylanlara hodri meydan diyoruz, buyrun kuran ve sünnet temelinde delilleri baz alarak yukaridaki videolari ispat edin.

Ispat edin ki, cikarmis oldugunuz fitne son bulsun ve hata eden hatasindan dönsün.

Vesselam....
 
!sLaM4eVeR Çevrimdışı

!sLaM4eVeR

لا اله الا الله
Admin
is o boyuta ulastiki lagalugadan öteye gitmiyor yanitlar. Dedigim gibi ilimden bi haber gencleri arayip bilgi verip ben öyle dedim ben böyle dedim gibi laflar bayatladi. Bizden site olarak hic kimse muhattab olmamistir olamazda. Bizim muhattab yerimiz buradir.

Ve kendisi diyormus hatamiz nerede, yukarida kocaman video ve aciklama var ben özetle geciyorum, böyle bir konusma sahibi insan cebriye kader inancina sahiptir. Kendi konusmasi buna delildir ve konusma suan konuda mevcuttur. Ya tevbe edip bu konusmadan beri oldugunu bildirmeli ya da kendi yeni kader inancini delillerle kuran ve sünnete ispat etmeli.

Birilerine birsey ispat etmeye, kitap yazmaya gerek yok, zira konusmada kisinin kader inancinin hangi sapik firkaya ait oldugu aciktir.

Degilse, gelsin burada site önünde herkese aciklasin. Öyle arkadan ilimden bi haber gencleri arayip teyit ettirmekle bu isler olmuyor.

Tekrar ediyorum, bu konu muhattab alinmadan ve yanlis dönülmeden bu sekilde baskalari muhattab alinirsa ramadan ayi cikisinca tavrim degisecektir.

Müslümanlarda bu kader konusunda cok bilincsiz olsa gerek ilgili kisinin yapmis oldugu sapkin sohbeti kale alen bile yok!!! Yazik...
 
!sLaM4eVeR Çevrimdışı

!sLaM4eVeR

لا اله الا الله
Admin
Bizden kimse bu adamla bu konuda görüsmedi, Abdulmuizz Fida ile de teyit ettim ki bizden kimse onunla görüsmedi. Dedigi gibi el insaf diyorum. Kisi kitap okumazsa hali bu olsa gerek, insan en azindan kendi yayin evinden cikan kitaplari okur. Kendi yayinevinden cikan kitaplar bile kendisinin kader inancini yalanliyor. Yine de kitap okumaya mesakat bulamazsa direk Abdullah Yolcuyu arasin sorsun bir de o teyit etsin bakayim kendi kader inanci dogru mu degil mi diye?
 
Alketa Çevrimdışı

Alketa

1 Milyoncu : )
İslam-TR Üyesi
!sLaM4eVeR Çevrimdışı

!sLaM4eVeR

لا اله الا الله
Admin
Ayirca sunu belirteyim, bu telefonda konusan gencler, bu gencler ilimle cok hasir nesir degiller üstüne bu kader konusu herkesin harci olmamakla beraber bir de akillica bir kac soru ile ki bu sorular sohbet sahibinin ihtilafdan uzak meseleye sondan yaklasmasidir karsidaki kisiyi bu sekilde teyit ettirmektedir.

Eger sohbet sahibi buraya gelirse kendi sohbetindeki sözlerle cebriyenin sözlerinin ayni görüste oldugunu kendisine ispat edebiliriz ki zaten bu sohbette aciktir, az kader inanci ile alakali kitaplari karistiran biri bunu rahatlikla görür.

Ayrica sunu da belirteyim ki, hata eden biz degiliz. Hata eden kendisidir ve kendisi bir cok ilde bir cok müslüman tarafindan uyarilmistir. Buna ragmen bizi kendine cagirmasi hos degildir. Tekrardan gelip hatasini telafi etmesini ve hakkin ortaya cikmasini istiyorsa arkadan muhattab disi kisileri degil direk konu sahibi bize delillerini aktarir. Olmasi gereken de budur.
 
ebu_zerr Çevrimdışı

ebu_zerr

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Münazara olacak mı.
 
!sLaM4eVeR Çevrimdışı

!sLaM4eVeR

لا اله الا الله
Admin

Evet sekil A, kendiside bu iletiyi begenmis ve yüzden fazla kisi iletisini begenmis.

Simdi konunun basinda demistim cok üzüldüm diye. Yazik. Simdi sofi kardesim böyle bir yorum yapsa, kendisinden tut, hocasindan cemaatinden devam edip islamda ne kadar kötülenecek kavram varsa hepsini yakistirirdik.

Evet meselenin ciddiyetini göstermek icin diyorum, bunu kendisini selefi kesime, kuran sünnet cemattine, ehli sünnete nispet eden kisi yaparsa onu takip eden at gözlü begeni saksakcilari da böyle yorum yapar.

Bana bu saatten sonra kimse sofileri elestirmesin. Kimse cübbeliyi elestirmesin!!!

EL INSAF diyorum.
 
samanpan Çevrimdışı

samanpan

.
Site Emektarı
Evet sekil A, kendiside bu iletiyi begenmis ve yüzden fazla kisi iletisini begenmis.

Simdi konunun basinda demistim cok üzüldüm diye. Yazik. Simdi sofi kardesim böyle bir yorum yapsa, kendisinden tut, hocasindan cemaatinden devam edip islamda ne kadar kötülenecek kavram varsa hepsini yakistirirdik.

Evet meselenin ciddiyetini göstermek icin diyorum, bunu kendisini selefi kesime, kuran sünnet cemattine, ehli sünnete nispet eden kisi yaparsa onu takip eden at gözlü begeni saksakcilari da böyle yorum yapar.

Bana bu saatten sonra kimse sofileri elestirmesin. Kimse cübbeliyi elestirmesin!!!

EL INSAF diyorum.
Peki hatipoğlunu eleştirsin mi? :)
 
Üst Ana Sayfa Alt